GÜNCEL MEKTUP 12

Değerli Meslektaşım ve Ağabeyim Hayri Bey,

 

Bilgisayarımda teknik bir arıza olması nedeniyle sizinle yazışamadım, affınıza sığınıyorum,

Bana özveri ve teveccüh göstererek göndermiş olduğunuz S.S.S adlı kitabınız için teşekkürlerimi sunuyorum, bundan sonra sıkça görüşmeyi umuyorum…

Bu arada değerli akademisyen ve gerçek bilim adamı İlhan Arsel  Beyle tanışmayı da çok istiyorum telefon ya da e-maille nasıl ulaşabileceğim konusunda yardımcı olursanız sevinirim…

Araştırmayı çok seviyorum, üretmeyi çok seviyorum, yöntem ve bilgi alışverişi bakımından işbirliği ve dayanışmanın gereğine inanıyorum… Ayrıca karanlığı aydınlatmakta misyonum olsun istiyorum… Meşaleyi sizlerin bıraktığı yerden ve hatta bırakmadan hep birlikte yakarak karanlığı yok edelim istiyorum…

Size mizah içerikli bir dosya yolluyorum… İmam ile Sayko Kemal, bana çok komik geldi… Demokrasi çoğunluğun diktatörlüğü olamaz ve olmamalı..sizinde çok iyi bildiğiniz gibi kaçınılmaz son gelişmektir,hiçbir toplum kendini gelişmekten
alı koyamayacaktır, kaybedilen zamana ve canlara yazık olsa da…..

Bazen toplum durağan hale gelse de yada geçici bir süreç gerilese de… Uzun
süreçte kaçınılmaz son gelişme olacaktır, tarihin çarkını kimsenin geri
çevirmeye gücü yetmeyecektir, eşyanın tabiatı da budur.

Bizler aslında bir an evvel insanlığın hak ettiği yere ve seviyeye gelmesi için gayret gösteriyoruz…. Bu da ancak gerçeklere açık, gerçeklerden kaçmayan ve beynini
özgür kullanabilen, bilimsel düşünüp davranabilen kendi içinde tutarlı insanlarla mümkün değil mi?

Tekrar görüşmek dileğiyle sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum…

Av. Şeref Köksal, 13.3.203

X

Şerefli Dostum,

Önce saygılar, sevgiler sundum. Mektubunu aldım memnun oldum.

Sayın Öğreticimiz İlhan Arsel’le tanımak, mektuplaşmak istiyorsunuz. Bu istek her aydının isteği olmalıdır. Ne var ki aydınlarımız madde ile yetinmekte, mâna dünyasının değerini bilmemektedir.

Bilindiği üzere  sayın Öğreticimiz İlhan Arsel çok meşguldür. Her okuyucusu ile ilgilenecek zamanı yoktur. Ancak, isterseniz şu yolu deneyebilirsiniz. Herhangi bir kitabını okuduktan sonra; duygularınızı, düşüncelerinizi, isteklerinizi belirten bir mektup yazarak kitabı yayınlayan yayınevine, kendisine gönderilmek, üzere gönderiniz. Mektubunuz üzerine, eğer zaman bulursa, size bir yanıt verir sanıyorum. Vermese bile üzülmemeniz gerekiyor; dediğim gibi çok meşgul… Eğer her okuyucusuna, sevenine yanıt vermeye kalkarsa o güzelim kitaplarını yazmaya zaman bulamaz sanıyorum.

Mektubunuzdan bir bölümü aşağıya alarak düşüncelerimi açıklıyorum. “Araştırmayı çok seviyorum, üretmeyi çok seviyorum, yöntem ve bilgi alışverişi bakımından işbirliği ve dayanışmanın gereğine inanıyorum…” diyorsunuz. Bu bilgi alış verişine yazma ve nokta kuralları ile başlayalım.

Yukarıdaki yazınızla göndermiş olduğunuz mektubunuzun orijinalini kelimesi kelimesine, noktası noktasına ve virgülü virgülüne karşılaştırınız. Bakalım nerelerde düzeltme yapmışım.

Bu düzeltmeme neden olan yanlışlıklar ya bilgisizliktendir ya da özensizliktendir…İkisi de bir avukat için birbirinden tehlikelidir. Çünkü avukatlık hepsinden önemlisi bir hitabet sanatını ve de yazma ve noktalama kurallarına uyarak dilekçe yazmayı gerektirir. Bir yargıç önüne gelen dilekçeye bakarak avukatın bilgisi hakkında hükme vararak davranışını ona göre ayarlar…

Eğer bu uyarımdan rahatsız olursanız bilgi ve hikmet kapısı size kapanır; yok, yaptığım bu uyarının değerini bilirseniz bilgi ve hikmet kapısı size açılır.

Bu uyarı hakkı yalnız benim hakkım değildir. Bu hak sizin de hakkınızdır. Herhangi bir davranışımda, yazımda bir yanlışımı görerek beni uyardığınız takdirde sevineceğimi önceden bilmenizi isterim.

Örneğin S.S.S. adlı kitabımı okuyarak kafanıza takılan konuları, ya da size ters gelen anlatımları ya da gözünüze çarpan diğer yanlışlıkları bana bildirirseniz sevinirim.

Bu kitabımı Cumhuriyet ve Hürriyet’e gönderdim; k itap tanıtma sayfalarında, bilgi verilsin diye. Bir sözcükle olsun değinmediler. Kitapçılara verdim satın diye, kimisi İslam’a aykırı diye satmayıp iade etti; kimisi de satmamak için bin dereden su getirdi… Satış için verdiğim kitapçılar da 7 ayda 7 tane satamadı.

Postası parası bana ait olmak üzere gönderdiğim 150’ye yakın gördüğüm tanıdık aydınlar; bırakınız okuyup görüş bildirmeyi, aldıklarına ilişkin bir bilgi bile vermediler. Sizinle birlikte aldığını bildirenler 10’u geçmez. Ama Diyanet işleri Başkanlığını rahatsız etmiş olacak ki; İlhan Arsel, Turan Dursun, diğer aydınlanmacılar ve benim kitaplar için “Muzır Yayınlara Reddiye” başlığı altında bir Reddiye kitabı  hazırlıyorlarmış…

İmam ile Sayko Kemal adlı mizah içerikli dosya yollamışsınız. Teşekkür ederim. Ama benim bilgisayarda açılmadı. Mümkünse çıkışını alarak benim adresime posta ile gönderiniz…

Aydınlanma yolunda isteklerinizi saygı ile karşılıyorum ve elimden geleni yapacağıma söz veriyorum.

Şimdi kal sağlıcakla, saygılar sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 16.3.2002

X

Değerli hocam,

Maalesef işyerimdeki arkadaşlar da gönderdiğiniz dosyaları düzeltemediler. Bunun nasıl olduğunu anlayamadık. Bir dosyayı bu şekilde bozabilmek için
bir kaç ihtimal var. Birincisi: Bir virüs saldırısı. Ancak bilgisayarda yer edinen ve sürekli olarak saldıran bir virüs bu kadar hasar verebilir. Bilgisayarınızda virüs arama ve yok etme programı var mı ? Ikincisi: Bu dosya MICROSOFT WORD programı ile değil, başka bir program ile açılmış üzerinde rastgele değişiklik yapıldıktan sonra hafızaya kaydedilmiş. Fakat bu çok düşük bir ihtimal.

Bilgisayarınıza bir CD yazıcı taktırdınız mı ? Bu cihazlar son derece ucuzladı. Kesinlikle disketlerden daha kullanışlı ve güvenli. 1 tane CD alarak içinde binlerce dosyayı arşivliyebilirsiniz. Böylece haftalık yedekler aldığınızda, en kötü ihtimalle bir haftalık bilginiz kaybolur. Eğer bir CD yazıcı almak isterseniz HP (Hewlett Packard) Plus 8100 modeli tavsiye ederim. Aynısını ben kullanıyorum. Bu durumda size detaylı bir açıklama gönderirim ve CD kayıt yapma programının nasıl kullanılacağını anlatırım.

Gerçekten son derece üzülüyorum. Hatta kötü niyetten şüphe etmeye başladım. Bilgisayarda yazılarn dosyalar kolay kolay bozulmazlar. Bir dosyayı bu hale getirebilmek için çok emek sarfetmek gerekir.

Bana banka hesap no ve şube ismi verebilir misiniz ? Dostlarıma verdiğim kitapların bedelini yatırmak istiyorum.

Saygılarımı sunarım.

Levent Ertürk, 24.3.2003

X

Ertürk Dostum,

Önce saygı, sevgi sundum… Sorunlarımla ilgilenmene memnun oldum.

Bilgisayarımın ikinci kez çökmesi şöyle oldu. Sitemdeki yazılara giriyordum; gözümün önünde bir de baktım harfler gördüğünüz gibi geometrik şekillere döndü. Bu değişiklik dalgalanan su halkaları gibi Sitedeki yazılarım dışındaki yazılara da yürüdü.

Virüs olacağını sanmıyorum; çünkü, anti virüs programımı koydu arkadaşlar… Bilmiyorum bu virüs denilen sanal yaratık bu programı nasıl aşar?..

Bilgisayarıma ilk fırsatta bir CD yazıcısı taktıracağım. Şimdiden bu bana kaça mal olur araştıracağım.

Gelelim banka hesap numarama. Ben bu kitapları para için göndermedim sana. Amacım insanlarımızı tabu olarak gördükleri din konusunda düşünceye vardırmak. İnsanlarımızın kafasında bir parça düşünme yaratmak. Düşünerek onları gerçeğe vardırmak. Şu din denilen hurafe yığınlarından kurtarmak.

Ama yine de işte banka hesap numaram: “YKB Ankara,Ostim Şubesi’ndeki Av. Hayri Balta’nın 2187-3 numaralı vadesiz mevduat hesabı”na derseniz girer hesabıma göndereceğiniz param. Ben para değil dostluk, sevgi, fikir alışverişi isterim

Başından beri gösterdiğin dostluklar için teşekkür ederim, başkalarına gönderdiğin yazıları benden esirgememeni beklerim, yazılarınla beni de aydınlatmanı isterim.

Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi yeniden sana,

Av. Hayri Balta, 25.3.2003

X

 

Selam Sayın Balta,

 

Sitenizi gezdim. Neden bilimden bahsedenler dine bu kadar uzaklar hep merak etmişimdir.

İnanın samimi olarak soruyorum. Ben çocukluğumdan beri bilimle iç içe yaşamış bir insanım. Zeka testlerinde zeka seviyem üstün zeka seviyesinde çıktı daima. Bir çok bilim konusunda hobi olarak ilgilendim.

Araştırdım. Arkeolojiden elektroniğe, uzaydan edebiyata, web tasarımdan resime kadar bir çok bilim dalı ile ilgilendim. Ama hepside beni Allah’a götürdü. Allah’ın varlığını ispatladı. Ama Türkiye’de bilimi savunan ve aydın olduğunu söyleyen bir çok insan neden İslam dinine bu kadar soğuk anlayamıyorum.  İslam bilimi dışlamıyorki!

Oysa birlik beraberliğe o kadar muhtaç haldeyiz ki. Neden bu soğuk savaş. Neden? Tabiatta renkler nasıl güzel bir tablo oluşturuyorsa, bizlerde Türkiyede renk renk tablo luşturuyoruz. Siyah beyazı istemek neden? Bu inat neden? Türk, Kürt, sünni, alevi, solcu, sağcı, laik, antilaik ayrımı yapmak neden. Yanıbaşımızda bir çok düşman fırsat beklerken, birleşmek yerine, dayanışma yerine bu ayrılık gayrılık neden?

Bir elin beş parmağı birbirine benzemediği halde, birleşince nasıl yumruk oluyorsa, biz neden birleşip yumruk olamıyoruz.

Gelin canlar bir olalım.

Son olarak, Savaşı ve savaştan yana olanları kınıyorum.

Saygılarımla, 25.3.2003

X

Sayın Fahrettin Petriçli,

 

Önce saygı, sevgi her zaman olduğu gibi. Niçin Web İşlem diye imza atmışsın bu kez mektubuna; senin adın, Fahrettin Petriçli değil mi?

Siz ki aynı içerikli bu mektubu, hem de kelimesi kelimesine noktalı, virgüllü, 2.3.2003 tarihinde göndermediniz mi? Söyle bakalım ben bu davranışını neye yorumlayayım şimdi? Yapar mı bunu üstün zekalı olduğunu söyleyen biri?

Ben size aynı tarihte uzunca bir mektup göndermedim mi? Siz de bana aynı gün daha uzun bir mektupla yanıt vermediniz mi? Merak ediyorum gerçekten, adın niçin Web İşlem oldu şimdi?

Söyle bakalım ne diyeyim ben sana şimdi. Yapar mı bunu senin gibi “zeka seviyesi yüksek” biri… Niçin Fahrettin Petritçli olan adını Web İşlem yaptın şimdi?

“İnanın samimi olarak yazdım mektubumu” demiştin ikinci mektubunun ikinci paragrafının başında.  Web İşlem adında yazdığın bu mektubunu da yatırayım mı Fahrettin Petriçli adıyla yazdığın birinci mektubunun yanına?

Yine de saygı sevgi sana, şimdi kal sağlıcakla..

Av. Hayri Balta, 25.3.2003

X

                                      İLMEN YAKîN-AYNEN YAKîN-HAKK’EL YAKÎN

 

İsim  : Burhan (Site)

Ülke : Singapur

Tarih: 9.3.2003           1. “Ben Allah’ı, ilmel yakin, aynel yakin, hakkel yakin mertebesinde bilen bir kişiyim” demissiniz. Hadi ilmel yakini anladik da, atnel ve hakkle yakin nasil oluyor? Yani siz Allah’ gorerek ve yasayarak mi biliyorsunuz?14.14

  1. Hersey guzel hosta madem site hazirliyorsun, burada yazili olan hersey senin sorumlulugundadir. Bilip bilmeden Kuran hakkinda tutatsiz bir ton sey yazmissin. Arastir dogrusunu ogren oyle yaz. Biliyom simdi ben biliyom diyeceksin. 14.24
  2. Su seriat konusuna aciklik getirmek istiyorum. Herseyi carpitmadaki ustaliginiz burda da kendini gosteriyor. Siz istediginiz kadar seriata karsi olun, bunun yanlis oldugunu, bu sistemin yurumeyecegini soyleyin, binlerce ornek gosterin. Seriat gayet iyi bir sistem ve kullanmayi bilince gayet guzel isliyor. Siz sadece yanlis yerden olaylara .bakiyorsunuz. Singapuru ele alalim. Orda yasiyorum. Cok ileri bir ulke. Ekonomisi, gelir duzeyi vs. cok iyi. 14.33
  3. Sadece yuzde 15’i musluman. Ama kanunlarinin bir bolumu seriate dayali. Asil ilginci muslumanlara seriat kanunlari uygulaniyor. Muslumanlar 4 kadinla evlenebiliyor vs. (Bu Evlenme konusunu bilmediginiz icin sizi su anlik hos goruyorum). Ve her sey turkiyeden cok daha iyi.

Burhan, 9.3.2003/14.41

+

Yukarıdaki satırlar; Singapur’da çalışan Burhan adlı bir yurttaşımız Siteme girdikten sonra bana sorduğu sorulardır.

Yazılarında düzeltme yapmadım ki kültür seviyesi görülsün diye.

Okuyucumun soruları üzerine din ilmi ve tasavvufta çok geçen “İlmen yakîn Aynel yakîn-Hakk’el yakîn” terimleri konusunda açıklama yapma gereğini duydum. Çünkü karşılaştığım ve kendini din allamesi sanan kişiler karşısındakinin iradesini zaafa uğratmak için anlaşılmaz dinî terimler kullanır ki bunların içinde yazımıza başlık olarak aldığımız terimler çok yer tutar.

Elbette bu terimleri hakkında bilgisi olmayan kişi söylenenlerde ilâhi bir hikmet var diye sormaya çekinir. Kaldı ki bile sorulsa bile; soranlara da; bu “İlm-ü ledün” sırrıdır; gelip hizmet etmeden, belirli bir seviyeye gelmeden bu din sırrı açıklanmaz!” derler.

Oysa din insanlar için; insan  din için değildir. Din anlaşılmak içindir; anlaşılmamak için değildir.  İnsanlar din ilminde anlatılanları bildikleri ve yaşamlarına uyguladıkları sürece başlarını eğmeyecek davranışlara heveslenirler ve bu sayede de hiçbir zaman yaptıkları eylemler nedeniyle yüzleri kızarmaz.

Din de bir ilimdir. Eğitimin gelişmediği çağlarda hayvansal dürtüleri güçlü olan insanları insanlaştırmak için bulunan bir eğitim ve öğretim sistemidir. Elbette bu eğitim sisteminin kendine göre kuralları olacaktır. Örneğin insanın ruhsal eğitim yoluyla insanlaşmak için yedi aşamadan geçmesi gerekir ki; bu aşamalar, nefs-i emare, nefsi levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmaine, nefs-ir raziyye, nefsi marziye, nefs-i safiye (zekiyye denir…)olarak gösterilir.

Nasıl ki kimya bilimi konusunda eğitim görmemiş olan kişiler kimyasal terimleri bilmediği gibi, tıp öğrenimi görmeyenler de  tıbbî terimleri anlamaz. Din de bir ilim olduğu için bu konuda çalışması olmayanlar dinsel terimleri anlayamaz. Anlayabilmek için din ilmini vahiyci açıdan değil de akılcı açıdan incelemesi gerekir. Din konusunda akılcı bir araştırma ve inceleme yapmayan kişi; dinin; insan ruhunu geliştirici, eğitici önemini karayamaz. Bunlar bağlı odluları dinin kutsal kitaplarında denilenleri yaptıkları takdirde Allah’ın nezdinde saygınlık kazanacakları sanarlar ki buna dinî taklidi denir. Bu inanış insana yalancı (kazip) bir huzur verir… Önemli olan  dinî taklididir. Yani din kurumunun; akılcı, ahlakçı, bilimsel açıdan incelenip yaşama uygulanmasıdır.

Birçok okuyucum bana; “Dine inanmadığın halde niçin dinle ilgileniyorsun!” diye suçluyorlar. Oysa ben dine inanan bir kişiyim. Öyle ki din ilminin, insanın ahlaksal eğitiminde, çok önemli yeri olduğuna inanıyorum. Ama ben din kuralları içinde günümüz ahlak, bilim, hukuk bilimine ters düşen kuralları da ters düşmeyenleri de belirliyorum. Değimli ki yaratan (Doğa) bize akıl vermiş bu aklımızı kullanıp çalıştırmak yükümlüyüz…

İşte biz bu yazımızda bu konuyu açıklamaya çalışacağız. Bilmediklerimiz, yanılgılarımız olabilir. Bu konuda bilmediklerimiz, yanılgılarımızı edep dairesinde bize gösterenlere de saygı duyarız.

Av. Hayri Balta, 25..3.2003

X

Sayın Burhan,

 

Önce saygı, sevgi… Ne güzel, Singapur’dan biri, okumuş Sitemi, tanımış beni…

Kısa kısa dört soru sormuşsun bana. Ben de yanıt veriyorum bunlara kısa kısa… İşte birinci sorun, olduğu gibi alıyorum aşağıya. İlkin yanıt vereceğim bu soruna, diğerleri de yanıtlanacaktır sırasıyla…

“Ben Allah’ı, ilmel yakin, aynel yakin, hakkel yakin mertebesinde bilen bir kişiyim” demisiniz . Hadi ilmel yakini anladik da, atnel ve hakkle yakin nasil oluyor? Yani siz Allah’ gorerek ve yasayarak mi biliyorsunuz?14.14”  dememi başıma kalkıyorsun. Anlaşılan oku ki “Hakk’el yakîn” mertebesindeyim dememe şaşıp kalıyorsun…

Bak kardeşim, dinin amacı; Tanrı’yı tanımak ve O’na erişmektir. O’nu tanımak, Tanrı’ya erişmek ne demektir.

Tanrı’ya erişmek: Ahlaklı, edepli, bilgili ve bilge bir kişi olmak demektir. Din literatüründe insanın bu seviyeye gelmesine “İnsan-ı Kâmil” olmak denir.

İnsan-ı kâmil olan insandan ne kendisine ne de başkasına  kötülük  gelir. İşte bu kişiler “Hakk’el yakîn” mertebesindedir.

İnsan-ı Kâmil mertebesi Allahlık mertebesidir bunu kimseler bilmez.  İnsanı kâmil mertebesindekiler takiye nedir bilmez: Bu kişileri; assanız bile, sözünü esirgemez… Bu mertebedekilerin gözü Allah’tan başka bir şeyi görmez (Hallaç’ı Mansur, Nesimi ve diğer bu yolda ölenleri anımsa…)

Batınî tasavvuf ilminde bu kişilere Allah’ın velileri denir. Allah’ın velileri hakkında da Kuran’da şöyle denir: “İyi bilin ki Allah (Ahlak, akıl, bilim, sağduyu ve vicdan…)’ın dostları olup korku nedir bilmez. K.10/62” Sırası gelmişken şunu da belirteyim ki “Velileri (Ermiş, İnsan-ı kâmil… Olgunlaşmış, bilge insan…) Allah’tan başkası bilmez. Hadis” 

Bunlar “Hakk’el yakîn” mertebesindedirler. “Yakîn” kendilerine gelinceye değin ibadet ederler. Kendilerine “yakîn” gelince, alay komutanı talime çıkmaz diye, kıyl-ı kâl-i (Dedikodu-şeriat, ibadet…) terk ederler. Bu sırrın kaynağının da Kuran’da olduğunu bilirler. Bu bildiklerini de bilgisizler topluluğu (Allah’ı kendi dışında arayan şeriatçı topluluğu…) diri diri derimizi yüzer diye kimseye söylemezler.

Davranışlarının temel dayanağı şu âyet. “Ve sana yakîn gelinceye kadar, Rabbi’ne ibadet et!” (K. 15/99).

Din ilminde geçen “Yakîn” kavramı üçe ayrılır.

  1. İlmel yakîn. İlme dayanan kesin bilgi… Görmediğimiz halde duyarak okuyarak İstanbul adında bir kent olduğunu bilmek.
  2. Aynel yakîn: Bir şeyi görerek elde edilen bilgi. Örneğin Haydarpaşa’da trenden indikten sonra İstanbul’u görmek ve müşahede etmek.
  3. “Hakk’ell yakîn: Kesin olarak bir şeyi yaşayarak, tadarak bilmek demektir. Yani artık İstanbul’u mesken tutmak, İstanbul’un içinde yaşamak…

Bu kavramlar için de en önemlisi “Hakk’el yakîn” kavramıdır. Çünkü öncekiler çıraklık, öğrenme-görme  dönemidir. “Hakk’el Gerçeği ise kesin olarak bildiğimizi yaşamak ve uygulamak demektir. İlmel yakîn ve âynel yakîn mertebesinde bilme vardır, yaşamak uygulamak yoktur. Oysa önemli olan kesin olarak bildiğimizi yaşamaktır.  Bu olguya halk arasında “özü sözü bir olmak” denir.

Bu nedenle halk arasında  “Hoca’nın söylediğini yap da yaptığını yapma!” denir ki bildikleri ile amel hocalar hakkında söylenir. Çünkü bu gibi hocaların bildikleri ile gördükleri ile amel etmemeleri işlerine gelir…

İşte burada bizim sözünü ettiğimiz yakîn kavramı Hakk’el yakîn” kavramıdır. Hakk’el yakîn olgusu ise gerçeğin kesin olarak bilinmesi ve yaşanması demektir ki  nefsini  heva ve hevesten (kötülüklerden ve şehvetten) temizleyenlere özgüdür. İlmel yakîn, aynel yakîn mertebesinde olanlar heva ve heveslerini dizginleyemedikleri sürece ve doğruluğuna inandıkları işleri yapmadıkça Hakk’a erişemezler.  Hakk’el yakîn mertebesi ile ilgisi olmayanlar, heva ve hevesi disiplin altına alamayanlar,  ise yatar kalkar  “4 kadinla evlenmeyi” düşünür… Dünya yaşamının hayına-huyuna, malına mülküne, şanına şöhretine, mevkiine ününe kapılıp giderler ki bu oluşum da Nuh’un tufanına kapılmak denir. Ne mutlu Nuh Tufanı’ndan kurtulmuş olanlara..

Bu sırdan habersiz olan dinciler-diyanetçiler, Yaşar Nuri Öztürkler, Zekeriya Beyazlar ve diğer çevirmenler bu ayette geçen “yakîn” kelimesini “ölüm” diye tercüme ederler. “Ve sana ÖLÜM gelinceye kadar, Rabbi’ne ibadet et! K. 15/99” derler. Amaç: İnsanların başını ölünceye değin,  tapınmaya (ibadete) bağlamak değil de nedir…  İnsanın başını tapınmaya bağlayanlar ise “ölüm uykusuna” yatmış “Ölüler”dir… Haydi anlayabilirsen anla, çık çıkabilirsen işin içinden, çıkınca bana açıklamayı da unutma…

Şimdi di sana bir soru Burhan kardeşim: “İnsana; Allah mı yakın, ölüm mü yakın?”  Elbette Allah; insana, ölümden daha yakın…

Hâla anlamadınızsa bir de Kuran’daki “Andolsun… Biz insana şah damarından daha yakınız. K. 50/16” âyetine bakın.  Allah’ın bulunduğu yerde “ölüm”ü aramayın sakın…

“Hakkel yakîn” mertebesine erenlerde (Ermiş, insan-ı kâmil, olgun insan…) “Allah, kişinin kalbi ile kendisi arasına girer. K. 8/24”   ve bu nedenle yine Kuran’da: “İçinizdedir… Görmüyor musunuz? K. 51/21” âyeti de geçer…

“Yakîn” mertebesine erenler, Allah’la bir arada olur, Allah’la yatar, Allah’la kalkar. Burada geçen Allah teriminden; aklı, bilgiyi, kültür birikimi, sağduyuyu, sorumluluk duygusunu ve vicdanı kastettiğimi beni anlayanlar anlar.

Böylece “Allah senin duyan kulağın, gören gözün, söyleyen dilin olur.” (Hadis). Allah senin; duyan kulağın, gören gözün, söyleyen dilin olduğu takdirde sana yararı olur. Allah’ı kendi dışında sananlara Allah’ın ne yararı olur?

Allah kendi dışında sanan bir insana Allah’tan olmaz yarar. Dinler tarihini okuyanlar söylediklerimin gerçek olduğunu anlar. Örnek mi istiyorsun; al sana örnek. Geri zekalılıktır bu gerçeği görmemek.

Bilindiği gibi Kuran’ın bir çok yerinde Allah, Muhammed’e “Habibim -Sevgilim…” diye hitap eder. Allah’ın bu sözleri üzerine Muhammed’in evlatlığı Zeyd komutasındaki 7 bin mücahit; 70 bin kişilik  Bizans ordusu ile savaşmak üzere Suriye sınırına gider.

Bu savaşta 7 bin kişilik Müslüman ordusundan ancak ve ancak  700 kişi kalır; geriye kalanlar da  Halid Bin Velid’in emriyle ricat edip geri döner.  Savaşmaya devam etselerdi eğer hepsi de olacaktı heder… Oysa bu mücahitler Allah’ın kendilerine yardım edeceği düşüncesiyle savaşa gitmişlerdi. Ha şimdi, ha şimdi Allah’ın ordusu meleklerini yardıma gönderecek diye ümitlenmişlerdi. Acaba Allah, sevgilim dediği Peygamberinin imdadına niçin yetişmemişti?

Al bir örnek daha. Bakalım, ne diyeceksin buna da: Allah’ın “Sevgilisi” Muhammed’in torunu Hüseyin ve 75 yakını Kerbela’da susuz bırakılıp kılıçtan geçirilmişti. Kendilerine yüz metre ötelerinde bulunan Fırat nehrinden bile su verilmemişlerdi. Hepsi de bir damla su içemeden ölmüşlerdi. Acaba neden bu olayda da Allah, “Habibim” dediği Peygamberinin  torunu Hüseyin’in de imdadına yetişmemişti?

(Bitmedi, sürecek. 25.3.2003)

x

İBN HALDUN*

(M.S 1332-1406)

“Sosyoloji” ile “Tarih” bilimleri arasinda köprü kuracak kadar akilci göründügü halde idealsizligi yüzünden insan düsüncesini dinsel kölelikten kurtarici davranislara yanasmaz.”Sosyoloji” ilminin kurucularindan sayilan

Ibn Haldun’ un düsünsel yasamina Aristo ‘nun, Eflatun ‘un, Fisagoras ‘in ve Batlamyos ‘un ve eski yunan kaynaklarinin etkisi büyüktür. Mukaddima [437] ya da onun kadar ünlü Kitab al-‘ibar [438] adli ünlü yapitlarinda bu kaynaklara sürekli olarak göndermeler yaptigi görülür. Örnegin hükümdar’larin ve hanedan’larin iktidar’lari konusunu incelerken söyle der:”(Yer yüzü yasamlarinda) beseri bir sosyal örgüte gerek vardir. Bunun  böyle olmasi geregini düsünürler -‘Insan siyasal bir hayvandir-‘ sözü ile anlatmaya çalismislardir. Yani insanlar, sosyal bir örgüt (“Polis”) olmadan yapamazlar…” Dikkat edilecek olursa karsimizda konusan sanki Aristo ‘ dur, çünkü “Siyasal hayvan” deyimi Aristo ‘nun bulusudur [439].

Yine bunun gibi dünya cografyasi hakkinda bilgiler verirken Batlamyos ‘un agziyle konusur. Öte yandan Aristo ‘yu ve Eflatun ‘u yorumlayarak egitim sisteminin “korkutucu”, “yildirici” ve “sindirici” usullere dayatilmasinin çok sakincali oldugunu, ve bu usullerin insan karakterini bozacagini, asagilatacagini, ve kisileri miskin, kötü, yalanci, sahtekar yapacagini söylemis ve bu konuda kanitlayici örnekler vermistir.

Yine ayni düsünürlerin etkisiyledir ki egitim sistemini degistirici, ya da sosyoloji ile tarih ilmini birlestirici, ya da tibb alaninda uyku hastaliklarindan söz edici ve buna benzer fikirler serdedici çalismalari olmustur. Her ne kadar özgürlük sorununa yer verdigi ve örnegin Devlet ve Hükümet islemlerinin belli sinirlari oldugu konusuna egildigi kabul edilirek Ibn Haldun ‘u ünlü Fransiz düsünürü ve “Esprit des Lois” ‘nin yazari Montesquieu ‘ ye benzetenler  varsa da [440], biraz ilerde gorecegimiz gibi, bu da onun bulusu degil fakat ayni kaynaklardan edindigi bilgilerle isledigi bir seydir. Ve hemen belirtmek gerekir ki akilci felsefenin eski üstad’larindan yararlanmis olmasina
ragmen, kendisinde beklenmeyecek bir bagnazliga ve korkakliga ve hatta dar görüslülüge saplanmisligi olmustur. Örnegin sihirbazligin basli basina  bir dilim dali oldugunu savunmus “al-Kimya” ve “Nucum” bilgilerine gerek bulunmadigini, ve “Fizik” ve “Tabiat” bilimlerinin dine aykiri ve yararsiz seyler oldugunu söylemis, ve buna benzer olumsuz görüsler yaninda, akilci usullerle elde ettigi bilimsel verileri Kur’an’a dayatmayi, ve her seyi

Kur’an ayet’leriyle açiklamayi ma’rifet saymistir. Örnegin tarihi olaylari beseri irade’ye göre olusmus olarak degil fakat Kur’an’da belirtilen “Kader” hükümlerine göre yorumlamasi [441], ya da milletlerin yasaminda rol oynayan “zaman” ögesinin Kur’an’a göre olustugunu savunmasi [442], ya da insan yapisi kanunlara dayali devlet ve hükümet sistemlerini kötü, fakat seriat kanunlarina dayali olanlarin üstün olduguna inanmasi [443], ya da kisi yasamlarinda “alin yazisi” esasini ön plana almasi ve buna benzer görüslere sarilmasi, bilimsel cesaret ve dürüstlükten ne kerte uzak bulundugunu kanitlamaga yeter . Mukaddima adli kitabinda : “Eger (bu
çalismalarimda) basarili oldumsa, bu sadece ilahi gücün rehberligiyledir ” derken Kur’an’in Nur suresi’ndeki : “Tanri diledigini dogru yola sokar ve onlara isik verir, diledigini sapitir” seklindeki 35ci ayet’ine siginmasi bir bilim adamindan beklenmeyecek seydir [444]. Aklin rehberligini ve üstünlügünü savunma cesaretini gösteremedigi için Tanri’yi bile böylesine keyfi ve adaletsiz bir durumlara düsürmektedir.

Hele Yunan kaynaklarindan devsirdigi bilgileri Kur’an ayet’leriyle süslemege çalisirken medeni cesaret’ten yoksunlugunu daha da açik bir sekilde ortaya vurdugu görülür. Gerçekten de Mukaddima ‘da hükümdarlarin iktidari konusunu incelerken Aristo ‘dan aktarmalar yaptigi ve fakat sanki bu konulari Tanri’dan ilham alarak iskiyormus gibi yaptigi ve her ilmin Kur’an’da yatttigini söylemekten kendini alamadigi görülür [445].

Öte yandan  Tanri’nin keyfiligi ya da Kur’an hükümlerinin ebediligi ve “yüceligi” konularinda en ufak bir tartismaya ve süphecilige olanak bulunmadigini ve çünkü aksi taktirde iman gücünün sarsilacagini savunmus ve esasen bu konularin tartisilmasinin Tanri tarafindan yasaklandigini anlatmis ve bütün bu iddia’larini, Kur’an’dan aldigi ayet’lerle kanitlamaga çalismistir [446].

Yine ayni sekilde seriat’in hastaliklar ve insan sagligi konusunda akilci tibb ilmine aykiri düsen esaslarina “Hayir” diyecek yerde bunlari “Tanri ve peygamber” emirleriyle açiklar olmasi onun tiyneti hakkinda fikir  vermege yeter bir baska örnektir. Hatirlatalim ki seriat, veba (ta’un) gibi hastaliklarin Tanri tarafindan gönderildigini, ve insanlarda sari olmayip develerde oldugunu, hastaliklarin tedavisi için tükürüklü ve tükürüksüz üfleme, ya da hacamat, ya da dua v s gibi usulleri öngörmüs, hastalik atesi’nin günah döktügünü öngörmüs, veba ya da zatülcemp gibi hastaliklardan ölenlerin sehid sayilacaklarini bildirmis ve buna benzer seyleri tibb ilminin temel esaslari olarak yerlestirmistir. Oysa ki bunlarin ne tibb ilmiyle ve ne de insan sagligiyle ilgisi vardir. Bunun böyle oldugunu Ibn Haldun kuskusuz ki iyi bilir. Fakat bu bildigini açikca ortaya vurabilecek dürüstlüge ve cesarete sahip degildir. Butün bu seriat emirlerini iman alaninda tutmaga çalisir; fakat bu çozüm’ün sakincali sonuçlar doguracagina aldiris etmez. Seriat’in hurma ekimiyle ilgili hükmü konusunda yaptigi, bu vesile ile sergilenmek gereken ilginc bir örnektir. Söz konusu hüküm, vaktiyle Muhammed’in su olayla ilgili olarak yerlestirmis oldugu bir hükümdur: Muhammed bir gün hurma agaçlarina asi yapilmasinin yasak oldugunu emreder. Fakat bu emrin uygulanmasi sonucunda hurma agaçlari kurur, mahsul vermez olur. Hurma yetistirenler büyük sikintiya düserler. Bunun üzerine Muhammed, adeta bir felaket yaratmis oldugunu farkeder, ve hurma yetistiricilere: “Sizler kendi maddi çikarlarinizla ilgili hususlari benden iyi bilirsiniz” der. Ve iste Ibn Haldun , vaktiyle Muhammed’in söyledigi bu sözleri ele alarak, hastaliklarin tedavisi konusunda Muhammed’in
yerlestirmis oldugu kurallarin zorunluk tasimadigini anlatmak üzere söyle der:”Her ne kadar bu kurallar tibb ilmi’nin bir parçasi sayilmakla beraber, sayet kisi ?anri’nin inayetine erismek istiyorsa, bu tür emirler iman beslemek sartiyle, bunlardan büyük yararlar elde edebilir”. Görülüyor ki Ibn Haldun , seriat’in tibb ilmine, ve akla ve mantiga pek sigmayan söz konusu hükümlerini “iman” alaninda güçlendirmis ve halk tarafindan benimsenmesine hizmet etmistir. Hatta bununla da kalmamis bir de bunlarin “Tibbu’n Nebi” adi altinda, yani “peygamberden gelme tibb bilimi” olarak müslüman üilkelerde egitim programlarina alinmasina sebeb olmustur[447].

Daha baska bir deyimle Ibn Haldun , seriat hükümlerini akil süzgecinden geçirmeyi ve insanliga bu yönden yararli olmayi düsünmemistir. Kendisini ne seriat’in köleliginden ( daha dogrusu dogmacilik’tan) ve ne de eski Yunan üstad’larini izleme hastaligindan (yani iskolastik gelenekten) kurtaramamis, bu cesareti kendisinde bulamamistir. Idealizm’den ve insancil egilimlerden yoksunlugu, ve hele insan karakterini kücültücü davranislara saplanmisligi oldukca sasirtici’dir. Hele Mukaddima adli kitabinda, kendi yasami boyunca izlemis oldugu olumsuz kurallari, sanki bunlar övünülecek seylermis gibi göstermesi ve baskalarina ögüt olarak vermesi daha da sasirticidir :

“…Kim ki paye edinmek hevesindedir, mutlaka iktidar sahiplerinin dilegine uygun sekilde davranmali, dalkavuk ve hizmetkar ruhlu olmalidir. Bundan dolayidir ki biz, hizmetci ruhlulugun ve dalkavuklugun, kisi’ler için çikar  saglayici ve mutluluk yaratici nitelikteki mevkilerin elde edilmesinde kosul oldugunu anlatmak istiyoruz. (Su muhakkak ki) zengin ve mutlu insanlar , mutabasbis ve asagi ruhlu insanlar  çikar…” .

Asalet’ten ve  ahlakilik’ten böylesine uzak bu sözlerin Ibn Haldun gibi bir bilgin’in kalemine yakismadigi asikardir. Ancak ne var ki o bütün bunlari birer fazilet sorunu yapmistir. Ona göre bu sekilde hareket etmeyen kimseler, yani iktidar
sahiplerine sarlatanlik etmeyen, el öpmeyen kisiler, kendini begenmis kibirli kisilerdir, kendini üstün gören kisilerdir, küstahligi guru haline getirmis kisilerdir; bu gibi kisilere deger vermemek, onlari ise almamak gerekir [448]. Ilerdeki sayfalarda ayrica beilrtecegimiz gibi, bütün bu söyledigi seyleri Ibn Haldun, herkesten önce kendi uygulamis, örnegin kendi zamaninin hükümdarlarindan her birini kendisine efendi saymis, efendi degistirirken yeni efendisini yüceltici ve eskisini küçültücü sekilde konusmus , hele Timur gibi hükümdarlara olmadik yaltaklanmalarda bulunmustur.
O dönemde Bati’li aydin, akilciligi egemen kilmaga çalisirken, hatta din kitaplarini bile akilci temel dayatmaga tüm insanligi sevgi kaynaginda birlestirmege ugrasirken, Ibn Haldun ‘nun yukardaki sekilde konusmasi  ibret vericidir. Bir yandan toplum yasamlarindaki olumsuzluklara, ve haksizliklara, ve yoksulluklara, ve mutsuzluklara kulak tikarken [449], ve böylece tarihin insafsiz akisina duygusuz kalirken, diger yandan tutum  ve davranislariyle insanlara karaktersizlik örnegi teskil etmesi utanc vericidir.

20.9.2002

*

“İlhan Arsel tarafından yazılan AYDIN ve “AYDIN” adlı 1993 yılında basılan kitabın 2. baskısının 181-184 sayfası”

X

, bilemedim.

Sayın Çetiner Çalış,

Önce saygı, sevgi… Bitmesin sendeki bu enerji, İsterim sürmesini…

İbn-i Haldun’la ilgili yazınıza teşekkür ediyorum. Bendeniz İbn-i Haldun’la ilgili hiçbir şey bilmiyorum. İbn-i Haldun’un ne mal olduğunu da sayenizde öğreniyorum.

Ancak ilgili alıntının kaynağını bildirmemişsin. Beklerim senden kaynak bildirmeyi alışkanlık haline getirmelisin…

İbn- Haldun yazındaki anlatımı (üslubu) İlhan Arsel’in anlatımına
benzettim. Ne var ki bendeki kitaplara baktım yerini bulamadım

Şimdi sizden rica ediyorum. İbn-i Haldun yazısının kaynağını bilmek istiyorum.

Bir zahmet bildirirseniz eğer. Çok makbule geçer, benim için ne desen değer…

Çalışmalarının sürmesini beklerim. Bir de bu çalışmalarını Türkçe isterim.

Diyorsun ki “çevrende İngilizce bilen var.” Var, var ama onlara ulaşamıyorum aramızda çok mesafe var.

Dünya kendilerini kendilerinden almış, Yörüngesiz bir göktaşı gibi uzaya salmış…

Amaçsız dönüp dolaşıyorlar, Şöhrete ulamayı marifet sanıyorlar.

Bu tür kişiler bir de yaşamı eğlence, içki , kadın sanıyor. “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz!” demiş İsa…

Bunlar yalnız düşünce dünyasından uzak, yalnız ekmekle yaşıyor… İslami deyimle: “Heva ve hevesine uyuyor!”

Heva ve hevesine uyanlar Alah’tan, dinden, kitaptan söz eder daima… İnsanlık kapıldı mı bu Allah, din, iman denilen masala, İflah olmaz bir daha…

Doğu dünyası bu hastalıkla maluldür. İslam dünyasının “…bir tek erkeği vardır o da Usame Bin Ladindir

(Anadolu’da Vakit, 18.9.2002. Mustafa Kaplan)

Kafa bu kafa, akıl fikir hala ve hala mümin kafir ayrımında… Bin beş yüz yıldır gördükleri hep aynı rüya…

“Kitap verilenlerden, Allah’a âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din  edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.!” (K.
9/29)

Ey cemaati Müslim’in haydin cihada! Bunlar bu kafada oldukları sürece nerede olurlarsa olsun başlarına  yağacak bomba…

Bir de İslam da şiddet ve terör yoktur demezler mi? Hiç bilgisayarı icat eden, Uzaya gidip gelen, Bu yalanları yer mi?

Batı dünyası bu senin kitabını, dinini didik inceliyor. Akılcı Batı Dünyası seni senden iyi biliyor. Anadolu’nun saf ve iyi kalpli insanları mı ki onlar, Allamelerinin bu yalanlarını, bu saptırmalarını yer mi?

Yemediği içindir ki asırlardır seni oyalıyor… Üretiyor üretiyor sana satıyor…
Üstelik bir de ılımlı İslam diyerek seni İslam’a bağlıyor. Yani senin aydınlanmanı istemiyor, seni karanlıkta bırakıyor…

Daha çoktur söyleyeceklerim, Ancak ben söyler ben dinlerim,
Üstelik bir de söyledikçe inançlara saygı diyen, Atatürkçüler ve de İlerici aydınlara ters düşerim.

Şimdilik bu kadar. Daha var ama artık yeter.

Başarılar senden sana,. Unutma yardımcı yoktur sana, Senden başka….

Saygılar, sevgiler sana. Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta. 20.9.200

X

Levent Ertürk’ten,

Milliyet’in yayınladığı haber, çok düşündürücü. Adım adım, Türkiye’nin yarınları “peygamberleri” için ölmeye can atan minik şeriatçilerin ellerine bırakılıyor.

Demek, din ve vicdan hürriyeti böyle bir şey! Henüz fikri gelişmesini tamamlayamamış, çeşitli eserleri karşılaştırmalı olarak okumak ve muhakeme etmek yeteneğinden mahrum küçücük çocukların beyinlerine ölümcül bir peygamber sevgisi sokmanın neresi din ve vicdan hürriyeti ile bağdaşır ?

Yazıklar olsun. Baksanıza çocukların yazdıklarına:

– Gül nefesini koklayabilmek için ölümü özler olduk.

– Hemen ölmek, sana kavuşmak, seni öpmek istiyorum.

Ilerde neler olur, düşünmek lazım. Bugün peygamber efendileri için ölmeye hazır olanlar, yaşları 18-20 oldu mu, onun için öldürmeye de hazır olurlar. Eee, ne de olsa ucunda cennet var. Hem de şehit düşecekleri için peygamberle birlikte cennet bahçelerinde dolaşacaklar.

Bu nasıl zihniyet ? Bu nasıl bir “ölümseverlik” ? Her satır buram buram ölüm kokuyor. Yaşa, yaşat, kazan, kazandır yok. Yok, illa şehit olacaklar, ölüp gidecekler,
ölümü kutsayacaklar.

Törende istiklal marşı da okunmamış. Zinhar, günahtır. Bayrak da puttur. Bunun yerine Kuran okuyarak açılış yapmışlar. Tebbet suresini okusunlar, çok yakışır.

Şimdi, gelin de bu çocuklara, dünyada daha pek çok inanç olduğunu, hepsinin de kendine göre saygıyı hak ettiğini anlatın. Dahası, dünyamızda, bu dinlere ve inançlara bağlanma ihtiyacı duymadan yaşayabilen nice hür düşünceli insan olduğunu kabul ettirin. Hayatta anlamazlar. Içlerinde kendini kurtarabilenler müstesna, geri kalanlar, “peygamber efendimize” bağlanmayanlara müşrik gözü ile bakacaklardır. Eh, müşriklere ne yapılmasını gerektiğini de bilirsiniz !

Ne diyeyim bu çocukları böyle yetiştirenlere …

Hepinize saygılar.

Levent Ertürk, 11.7.2003

X

Ertürk Dostum,

Önce saygı, sevgi sundum. Gönderdiğin yazıyı okudum, duyarlılığını beğendim, hayran oldum.

Bu çocukların şimdiden ölmeye-öldürmeye koşullandırılmalarının temelinde şöyle bir anlayış vardır. Eğer İslam dünyası böylesine kâfir-Müslim ayrımı ile insanları çocukluktan koşullandırmazsa İslam dünyasındaki bu bilgisizlik, bu cahillik, bu yoksulluk, bu geri kalmışlık çekilmez duruma gelir.

Böylesine bir düşmanlıkla büyüyen insanın düşman korkusundan ya da düşmanı (kâfir-müşrik) yok ederek cennete gitme düşüncesinden dolayı içinde bulunduğu acınacak durumu göremez…

Düşmanlık duygusu insanın basiretini bağlar, sağduyusunu köreltir, vicdanını karartır, gerçeği görmekten yoksun kılar ve insan muhakemesini dumura uğratır. Bu nedenledir ki İslam dünyası gözlerinin önünde gelişen dünyanın refah seviyesini göremiyor, gelişmesini anlayamıyor, teknik buluşların önemini kavrayamıyor…

Diyemiyor ki bu kâfir dediklerimiz uzaya gidip geliyor, bilgisayarı, televizyonu, uçağı vb’lerini  icat ediyor…  Denizin altında, dağların üstünde, ormanlarda araştırma yapıyor. Her yıl yeni bir spor ve eğlence oyunu buluyor. Kızlarını oğlanlarını en güzel şekilde giydirip kuşatıp onların yakışıklılığından ve güzelliğinden zevk alıyor.

Bize gelince bunlardan biri yok, heykel yok, resim yok, spor yok, hat sanatından ve mimarlıktan başka sanat yok… Tarihimiz boyunca bir buluş yapamamışız. Bir bizim yaşantımıza bakın  ve bir de kâfirlerin yaşamına bakın diyemiyor. Adamlar dünyayı cennet haline getirmişler. Bizimkiler güzelim dünyamızı öldükten sonra gideceğini sandığı cennet uğruna cehenneme çevirmişler, diyemiyor…

Hocaların, bazı şeyhlerin  televizyonu yasaklamalarının nedeni insanları kafirlerin dünyasını görerek, oradaki yaşama bakarak, kıyaslama yapacakları korkusudur. İşte bu korku yüzündendir ki işleri güçleri kâfire karşı cihat etmek ve Allah yolunda ölmek öldürmek…

Geçen gün bir dostla görüşüyordum. Kendisine Kuran’a göre Allah’ın içimizde bulunduğunu, insanın dışında bir Allah aranmaması gerektiğini söyledim. Kurandan şu âyetleri okudum: “Evet, Allah kişi ile kalbi arasına girer.” (8/24) “Biz ona şah damarından daha yakınız” (50/16) ve “Kendi içinizde artık görmüyor musunuz?” (51/21) Hiç olmazsa şu kutsal kitabınız gereği Allah’ı kendi içinde arayınız; kendi dışında bir Allah ararsanız bu Allah’tan size yarar gelmez!” dedim. Ne dese beğenirsiniz? “Hayri bey, rica ederim beni uyarmaya çalışma. Kendi dışımda bir Allah’a inanmazsam boşlukta kalıyorum!”

İşte böyle dostum, bizimkiler yatar kalkar Allah derler ama Allah’ın ne demek olduğunu bilmezler. Allah’tan habersiz toplumların başına bir gelecek var. Zaten geliyor da; dünya kuruldu kurulalı bu insanlar dinli dinsiz  diyerek birbirlerini öldürüp duruyorlar.

İnsanlar aklını kullanarak gerçeği araştırmadıkları sürece, sağduyuları (basiretleri) işlemediği sürece, kendi dışlarında bir Allah aradıkları sürece “Kâfirleri, müşrikleri bulduğunuz yerde boynunu vurun!” (8/12; 47/4) ayetlerini Allah’ın emri sanarak kendilerinden olmayanlara düşman olacaktır. Aklını imana kurban eden kişinin aklına “Allah böyle der mi?” deme gelmeyecektir..

Güzelim insanlarımızın gerçeklerini görmesini engelleyerek dikkatlerinin kâfire-müşrike kaydırmalarının temelinde bu inanış var. Allah-Din-İman-Kuran diyerek insanların dikkatlerini gerçeklerden  kaydırıyorlar. Kâfire, müşrike insanlarımızı motive ederek cennete gideceklerini sanıyor. İkiz kuleler ve Mısır Piramitlerini gezen turistler de bu amaçla bombalanıp öldürülüyor. İnsanlık için  bundan daha zarar verici bir motivasyon olabilir mi?

Ve bizim Çağdaş Üniversite Mollalarımız ki bunların yazılarını gazetelerde okuyoruz; kitaplarını vitrinlerde görüyoruz. Hepsi elbirliği ile kafir-mümin ayrımı yaparak bir Kuran Müslümanlığı yaratmaya çalışıyorlar. İslam’da sevgi ve hoşgörü var diyorlar. Kuran’da bulunan düşünce ve inanç özgürlüğü tanımayan, insanların mal ve can güvenliğine değer vermeyen şiddet âyetlerini halkımızdan gizliyorlar.

İşte bunlardan  bir tanesi ki insanın kanını donduruyor. Bu ayetin aynısı Hadis kitaplarında da geçer. O kadar önem verilir ki bu âyete Veda Hutbesinde de zikredilir. Hadis ve Veda Hutbesinden alıntı yapsam hemen yapıştırırlar.: “Bu gerçek değildir! Uydurmadır…”

Bu nedenle doğrudan Kuran’daki âyeti kaynak gösteriyorum: “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleri ile cizye verene kadar savaşın.” K. 9/29)

Bu âyete göre din ve inanç özgürlüğü kabul edilmiyor, can ve mal güvenliği kabul edilmiyor, kişi özel yaşamı kabul edilmiyor…Ya Hak dini kabul edeceksin ya da boynunu eğip kendi elinle cizye (haraç) vereceksin…

Şimdi dünya kamu oyu ve biz Cumhuriyet ilkelerine bağlı laikler böyle bir anlayıştan korkmakta haklı değil miyiz? Kaldı ki Cumhuriyet ilkelerine bağlı yüzlerce aydınımız inanışları nedeniyle bu kafadaki insanlar tarafından öldürülmedi mi?

Türkler için yapılacak iş akılcılık ve laiklik ilkelerine sıkı sıkıya sarılmaktır. Her dine aynı uzaklıkta durmak; dini, devlet toplum yönetimine karıştırmamak ve Allah, Din, Kutsal kitaplar konusunda yapılacak eleştirilere güvence sağlamaktır… Ancak bu anlayışla dünya kamu oyuna kendimizi kabul ettirebiliriz…

Bu kâfir-Müslim ayrımı kalkmadıkça; değil Müslümanlara, değil  biz Türklere, insanlığa bile barış ve huzur gelmeyecektir…

Saygılarımla,

Av. Hayri Balta, 12.7.2003

X

Sayın Çetiner Çalış,

Önce saygı, sevgi… Okudum A. Ö.’ün iletisini.

İslam “Siddete basvurmaz”mış öyle mi? Öyle ise okusun İslam tarihini, görsün Peygamberinin eylemlerini…

Ya günümüz dünyasında yapılan fanatik Müslüman terörüne ne demeli? Aklı başında bir insan “Bunları CIA ve MOSAD yapmıştır!” der mi?

Gelelim Islam’ın “iyiligi emretmesine ve kotulugu yasaklamasına…” İşte kavga da bu nedenle çıkmakta ya…

Çünkü; İslam’a göre yanlış olan İslam olmayana göre doğrudur. Müslüman olmayanlar da kendi inanışlarını doğru bulur.

Örneğin İslam’da içki yasak; ama bir Müslüman için Allah’ın gözüne girmektir içki içenin şişesini  kırmak.

İslam’da domuz eti yemek yasaktır; ama Hıristiyanlıkta mubahtır.

Bir Müslüman domuz eti yiyenden iğrenir. Domuz eti yiyeni katli vacip olarak görür…

Bir Müslüman bir kadınla tokalaşmayı zina sayar. Ama Müslüman olmayan bir batılı; değil tokalaşmak, kadının elinin öper. Şimdi bir soru: İtalya Başbakanı Berlisconi bizim Başbakanın gelininin elini niçin öptü?

Bir Müslüman için kadının saçının bir telini, tırnağının ucunu yabancıya göstermesi tesettür kuralına göre günahtır. Ama Müslüman olmayan bir kadına göre üstsüz gezmek bile günah değil, mubahtır.

Müslüman bir erkek bile Haşema ile denize girer. Müslüman olmayan bir erkek ise kıçında incir yaprağı kadar bir çaputla plajda gezer…

Bu örnekleri sayısız kere çoğaltabiliriz. İşte bu anlayış nedeniyle bir Müslüman Allah’ın gözüne girmek üzere inancı başka olanları “Hak dine davet etmek ister!” Hak dini kabul etmeyince kafasına çöker.

Ramazanda oruç yediği için dayak yiyenler, öyle ki öldürülenler bile var… İşte kıyamet de bir Müslüman’ın “iyiligi emretmesinden ve kotulugu yasaklamasından…” kopar.

Laik bir anlayışta olan bir kişi başkasına inancına saygı duyar. Ama bir Müslüman, Müslüman olmayandan gıcık kapar.

Aklı başında biri çıkıp da “Be adam; sen ne hakla karışıyorsun bir başkasına? Bu yaptığın aykırıdır çağımız hukukuna!” diyemez. Çünkü böyle deyen bir kişi bir Müslüman topluluğunda rahatça gezemez.

İşte ben bütün yazılarımda bu anlayışa dikkat çekiyorum. Dinin değil; din adına yapılan kan dökücülün, cahilliğin, hurafenin, terörün üzerine gidiyorum.

Bu görüşlerimi içeren yazılarımı ilahiyatçı olan ve olmayan profesörlere, aydınlara, yazarlara ve de  yakın dostlara da gönderiyorum. Yazı gönderdiğim kişilerin yüzde doksan dokuzunun bana yanıt bile vermediğini görüyorum…

Bunlar Kuran’dan, Hadis kitaplarından söz ederek Müslüman’a hurafe satıyorlar. Allah adına, din adına masum halkımızı aldatıyorlar.

Atatürk’ün deyimiyle “Beyni sulanmış hafızlara dönmüşler.” Okudukları  üzerinde düşünme, eleştiri getirme özelliğini yitirmişler.

Değirmene götürülen bir çuval buğday; değirmenden, bir çuval un olarak  çıkar.  Bizimkilerin değirmenine atılan buğday ise un olarak çıkacağına Allah, din, iman  olarak çıkar…

Müslüman olmayanlar bilgisayar yapar, uzayda gezer. Bizimkiler ise bilgisizlik ve  yoksulluk içinde sanal bir Allah’ın peşine düşer.

Okuduklarını ezberliyorlar, ezberlediklerini birbirlerine dinletiyorlar.

Sana ileti gönderen Ayhan Özdemir gibi bol bol övünerek birbirlerini gaza getiriyorlar. Böyle yapmakla da Allah’a hizmet arz ettiklerini sanıyorlar…

Hayal âleminde yaşıyorlar, başları yerde, ayakları yukarda geziyorlar. Gavur uzaya çıkmış onunda başı aşağıda ayakları yukarıda.

Bunlar bakıp duruyorlar. Deye deye “Bunların hepsi Kuran’da var!” diyorlar. Böyle deyerek kendilerini bile aldatıyorlar.

Bunların kafası boş kafa, taş kafa… Bunların bütün söyledikleri yankılanıyor dünyada…

Söyleyecek söz bulamıyorum. Melâmet hırkasına bürünerek yazıyorum…

Saygılarımla…

H.B. 30.11.2003

X

OKUR’DAN:

1.Mesaj:

Balta Hayri

Selam Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır

İsi ilerletmissin bakiyorum. Küfrün ve şirkin de artmış  dar akılla ve at gözlüğüyle yaşamaya devam et. ömrünü boş şözlerle alevi bektaşi şeytani sözleriyle geçir senin de ömrün bir gün bitecekSelam ancak Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır
ubeyde, 22.9.2003

NOT: (Mesaj düzeltilmeden olduğu gibi aktarılmıştır… Adı geçen bu mesaj Tanrı Nerededir ve Tanrı nedir başlıklı yazım için göndermiştir… Bu mesajlar Kuran’dan bölümündedir…)

X

1.Yanıt:

Sayın Ubeyde bin Nihat,
Ne kadar da “Kâfir ve Müşrik!” diyebiliyorsun bana rahat rahat!

Yedi ölümcül hastalıkla cebelleşmekteyim. Hem de yaşlanmışım bu yıl 72’ye girmekteyim. Yine de durmadan üretmekteyim. Belki bu gün, belki yarın, belki yarından da yakın öleceğim. Öleceğim diye bildiklerimi, inandıklarımı söylememeliyim? Aval aval oturup ölümü mü beklemeliyim?

Benim de bir sözüm var sana. “Haksızlık karşısında susup kalana dilsiz şeytan” derler ya! Haksızlığı kim yaparsa yapsın Allah da olsa hesap sormayı alışkınlık edinmek düşer insana.
Şimdilik bu kadarı yeter derken sevgi saygı sana. Şimdi kal sağlıcakla.

Av. Hayri Balta, 23.9.2003

  1. Yanıt:

saygı sevgi sana… Çünkü sen daha önce de böyle mesajlar göndermiştin bana.

Şimdi bir hatırlatma sana: Bir başkasını “Küfrün ve şirkin de artmış” diye suçlamak yakışmaz bir insana. Ama yakışır sizin gibi nefs-i emmaresine mahkûm olanlara…

Allah için (Sağduyu ve mantık gereği demek istiyorum…) söyle gerçeği: Şemseddin-i Sivasî, İbrahim Hakkı Erzurumlu da mı   “alevi Bektaşi” (Düzeltmiyorum, yazdığın gibi aktarıyorum. İslam’ı militanlığına soyunanların bu yazma ve noktalama kurallarına uymamasına bir ad bulamıyorum.)

İslam’ın bir kuralı vardır. “İnsanın iki günü bir olmamalıdır.” Diye… “İsi ilerletmissin bakiyorum.” dediğine göre H.B. kutlanmalıdır. Çünkü hiçbir zaman iki günü bir olmamıştır.
Bu arada bir  dönüp İslam dünyasına  bakılmalıdır. İslam dünyası kuruluşundan bu yana bilimde, teknikte, sanatta, sporda bir adım atamamıştır. Bu demektir ki “İnsanın iki günü bir olmamalıdır.” kuralına İslam dünyası asırlardır uymamıştır.“Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır” dediğine göre. Niçin dönüp bakmıyorsun çevrene.

Afganistan’daki, Irak’taki Müslümanların başına bombalar yağmaktadır. “Kahhar ve Cebbar olan Allah’ın” Allah kâfirlerin bu zulmüne bakıp durmaktadır.Şimdi Müslümanların zelil, perişan ve esir olmalarına bakıp duran bu Allah’tan hesap sorulmamalıdır. Ne zamana değin Allah da olsa Allah’a yağcılık yapılmalıdır? Bil ki dostum Allah’tan hesap sorulmadıkça, Muhammet eleştirilmedikçe, Kuran bilimsel açıdan incelenmedikçe kurtuluş yoktur bizlere…
“senin de ömrün bir gün bitecek” demişsin bir de.

Ben ölürsem ne geçecek senin eline. Kaldı ki ben her an ölüp ölüp dirilmekteyim. H.B.

X

Ey Hayri Balta,

Nasihat: Selam ancak Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır İnsanın en iyi arkadaşı hatasını yüzüne söyleyendir.Ayıbını yüzüne söyleyen sana karanlıktan ışığı gösterir.

Biz sizin yüzünüze hatalarınızı söyledik. Elbetteki hak düşmanını dost tutmak gerekmez. Aziz ve Celil olan Allah’tan hesap sormaya nicelerinin gücü yetmedi. Nemrud ” Yerin Allah’ı benim Göklerin Allah’ını öldüreceğim ” dedi ve yükselip gök yüzüne ok attı.”  Ama onun ölümüne de burnundan giren bir sivrisinek yetti. Acaba sizin mi gücünüz yeter ?

Adl ve Rezzak olan Allah, herkesin rızkını, kazancını tekeffül etmiştir.Örümcek bir evde gider en gizli en karanlık en görünmez en ulaşılmaz yere ağını örer.Örer ve bilir ki ona rızık veren Allah-u Teala Azze ve Celle Hazretleri, onun rızkını verecektir.Rızkını vermediği zaman onun eceli,ölümü gelmiştir.

Vekiyl ve Berr olan Allah, ne dilerse onu yapar ki alemleri o yaratmıştır.Cumhurbaşkanı , başbakan, millet meclisi yönettiği memlekette istediği gibi tasarrufta bulunuyorda, Aziz olan Allah istediği tasarrufta bulunamayacak mı ? Kalkın Hazreti Musa Aleyhisselam ile Hazreti Hızır Aleyhisselam’ın Kur’an-ı Kerim’deki hikayesini tekrar okuyun.Bakın ki bizlerin gözlerimizle görüp de kandığımız olayların arkasında çok farklı sebepler yatmaktadır. Müslümanların geri kalmış ülkelerde yaşaması Ahiret,Cennet,Cehennem vaadlerini bilen müslümanların ibadetlerini aksatmalarını gerektirmez.

Çok ileri teknoloji yada çok zengin olupta Mumin ve Muheymin olan Allah’tan uzak kalmak mı doğrudur ? İkisi bir arada olsun diyeceksiniz, Müminin dünyada ne zengin olması nede teknoloji içinde yaşaması önemli değildir, o buradaki güzellikleri terkeder esas olan Ahiret yurdundaki güzelliklerin peşinde olmak için dünyayı gözünde küçültür ve sadece ihtiyacı olanı alır.Sakın yanlış davranışları olan müslümanları söylemeyiniz.Onlar ne sizi nede bizi bağlar ne de İslam’ı yansıtırlar.Onların sözü ağızlarındadır.Mercedes’e binenden şeyh olmaz Varlık içinde yüzeninde rızkının helal mi haram mı olduğu şüpheli olabilir.Müminin dünyadaki çabası yeterli rızkını kazanıp gerisini terketmesidir.

Müslümanlar geri kalmış yada zengin değiller diye yada bir takım insanlara haksız yere öldürülüyorlar yada haksızlığa uğruyorlar diye Afüvv ve Gaffar olan Allah’tan hesap sormak için ancak Allah’tan büyük olmak gerekir.İnsan ancak kendinden alt rütbeye sahipten hesap sorabilir değil mi?

Siz kalkıp hangi rütbenizle Rahman ve Rahim olan Allah’tan hesap sormayı düşünebilirsiniz ? Yoksa Hayri Balta artık ilahlık peşinde midir ? İşte bir millet meclisinin ( ki Allah’ın yarattığı insanlardan oluşan) tasarrufuna “Gık” dahi diyemeyen ve onun karşısında kudreti olmayan İnsan Bir başbakanın veya cumhurbaşkanının ( ki Allah’ın yarattığı ) tasarruflarından hesap soramayan insan kendisini ve alemleri yaratan Aziz olan Allah’tan mı hesap sorma cüretine ve yetkisine sahip olabilir ? Siz ki oğlunuzdan varsa torunlarınızdan kızlarınızdan hanımınızdan şu
haliyle hesap soracak kudretiniz dahi yokken… İşte hesap sorma olayında düştüğünüz hata burda…

Şimdi siz bir çok dertten muzdarip halinizle hala ve kat’a Allah-u Teala’dan hesap sormaya mı yeltenirsiniz? Aklı olan yada aklı olduğuna inanan insan bir işin başlangıcı ve sonunu düşünmeden hareket etmez değil mi ?

Hadi şimdi siz inanmadınız ? Peki ya eğer Allah-u Teala’nın vaad ettikleri cennetler ve tehdid ettiği azablar var ise ne olacak? O zaman cehennem gibi vasıfları anlatılan bir yerde ölümsüz olarak kalmak size ne gibi bir kazanç sağlar ?

Dostların öğütlerini dinlemeyen kafasız, hakikatte bir talihsizdir.Dünyadan ve ölümden ibret almayan bahtsız cihanın nefretini kazanmış olur.Akıllı kimse bir sözden çok işaretten ders alır.

Kafir ve münafıkın alameti şudur Hayri Balta, Birincisi sözleri hep yalan, hep uydurma oradan buradan duyma eksik bilgiye Allame olma ve kuru laftan başka birşey değildir. “AKIL SADECE KULLUĞUN NASIL YAPILACAĞINI TEMİN EDEN BİR ALETTİR, ALLAH’A HAŞA YUKARIDAN BAKMAK İÇİN DEĞİL” İMAM-I AZAM

Selam ancak Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır.

Ebu Ubeyde Bin Nihat, 8.10.2003

X

EBU UBEYDE BİN NİHAT’A YAZILAN MEKTUP

Önce sağdaki OKURDAN köşesindeki Ebu Ubeyde Bin Nihat’ın bana yaptığı nasihatı okunuz.  Burada şeriat anlayışının insanları ne duruma getirdiğini görüyoruz.

Okurumuz akılcı düşünceden öylesine yoksun ki beni kendisi gibi düşünüp inanmaya davet etme yetkisini kendisinde görebiliyor.

İnsan’ın, Allah’tan hesap sorması demek “insanın kendi kendisi ile nefis muhasebesi yapması” demektir?

Bu nefis muhasebesine bir örnek olmak üzere Mehmet Akif’in hem Allah’a hem de Müslüman dünyasına sitemini aşağıya alıyorum. İslam dünyası bu nefis muhasebesini yaparak kendi durum ve konumunu irdelemediği sürece kendisine kurtuluş yoktur.

Amacım mensubu olduğun toplumun geri kalmışlıktan kurtularak çağdaş uygarlığı yakalaması ve geçmesidir.

+

MEHMET AKİF’TEN…

 

Ey bunca zamandır bize te’dip eden Allah
Ey alemi İslamı ezen, inleten Allah,
Bizler ki senin va’di ilahine inandık
Bizler ki binüç bu kadar yıl seni andık
Bizler ki beşer bir sürü ma’buda taparken
yıktık o zaman şirki, devirdik ebediyyen…
Bizler ki birer hamlede evhamı bitirdik
Mabedlere ma’budu hakikiye getirdik.
Bizler ki senin ismini dünyaya tanıttık
Gördükse mükafatını, Ya Rab, yeter artık.
Çektirmediğin hangi elem, hangi ezadır
Her anı hayatın bize bir ruz-u cezadır.

X

Bu şiir 1914 de yazılmıştır..  Aradan bir asra yakın bir zaman geçti. İslam ülkeleri ile Hıristiyan ülkeleri arasındaki fark biraz daha açıldı.. Afganistan’daki gibi ne kadar daha fazla İslam şeriatı uygulanırsa , Müslüman halka o kadar eza ve cefa oldu. Hâlâ akledemeyecek misiniz, bu niçin böyle oldu?

Aşağıya bir şiir daha alıyorum Mehmet Akif. Düşünüp araştırmayı bırakıp yalnızca suçlayan nefs-i emmare mahkumları için yazmış:

+

YA TAASSUP

 

“Ya taassup! Ya taassup! O kadar yol almış maskaraca

Bir yol almış ki, bakarsın başı misvaklı hoca

Mütehassısken edepsizliğin eşkâlinde

En ufak şeyden olur dini hemen rencide.”

+

“Müslümanlık denilen ruh-i ilahi arasak

Müslüman’ız diyen insan yığınından ne uzak!.”

+

Hamakatin aşıyor hadd-ı itidalı yeter.

Ekilmeden biçilen tarla nerde var, göster.”

+

Bekayı hak tanıyan, sa’y-i bir vazife bilir.

Çalış, çalış ki, beka, sa’y olursa hak edilir.”

+

“Müslümanlık nerde, geçmiş bizden insanlık bile

Âdem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile

Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir

Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir

Varsa şayet söyleyin, bir parçacık insafınız

Böyle kansız mıydı ”haşa” kahraman eslâfınız?”

+

“Demek, İslam’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda”

+

“Gaza” namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar”

+

(Star. 6 Ocak 2001. Mehmet Akif. Safahat)

13.10.2003

x

Sayın Balta,

Aşağıdaki paragrafı Ayhan Ozdemir’in yazısından alarak gönderiyorum”

“Iste Islam’in burada guzelligi ortay cikmaktadir. Islam “iyiligi emreder, kotulugu yasaklar ondan alikoyar”. Insanlari iyilige davet eder. Kotuluklerden uzaklasmasini tavsiye eder. Kotuluge engel olmak icin tedbirleri alir. Siddete basvurmaz. ”

Saygılarımla, Çetiner Çalış, 20.11.2003

+

Sayın Çetiner Çalış,

Önce saygı, sevgi… Okudum A. Ö.’ün iletisini.

İslam “Siddete basvurmaz”mış öyle mi? Öyle ise okusun İslam tarihini, görsün Peygamberinin eylemlerini…

Ya günümüz dünyasında yapılan fanatik Müslüman terörüne ne demeli? Aklı başında bir insan “Bunları CIA ve MOSAD yapmıştır!” der mi?

Gelelim Islam’ın “iyiligi emretmesine ve kotulugu yasaklamasına…” İşte kavga da bu nedenle çıkmakta ya…

Çünkü; İslam’a göre yanlış olan İslam olmayana göre doğrudur. Müslüman olmayanlar da kendi inanışlarını doğru bulur.

Örneğin İslam’da içki yasak; ama bir Müslüman için Allah’ın gözüne girmektir içki içenin şişesini  kırmak.

Bir Müslüman domuz eti yiyenden iğrenir. Domuz eti yiyeni katli vacip olarak görür…

Bir Müslüman bir kadınla tokalaşmayı zina sayar. Ama Müslüman olmayan bir batılı; değil tokalaşmak, kadının elinin öper. Şimdi bir soru: İtalya Başbakanı Berlisconi bizim Başbakanın gelininin elini niçin öptü?

Bir Müslüman için kadının saçının bir telini, tırnağının ucunu yabancıya göstermesi tesettür kuralına göre günahtır. Ama Müslüman olmayan bir kadına göre üstsüz gezmek bile günah değil, mubahtır.

Müslüman bir erkek bile Haşema ile denize girer. Müslüman olmayan bir erkek ise kıçında incir yaprağı kadar bir çaputla plajda gezer…

Bu örnekleri sayısız kere çoğaltabiliriz. İşte bu anlayış nedeniyle bir Müslüman Allah’ın gözüne girmek üzere inancı başka olanları “Hak dine davet etmek ister!” Hak dini kabul etmeyince kafasına çöker.

Ramazanda oruç yediği için dayak yiyenler, öyle ki öldürülenler bile var… İşte kıyamet de bir Müslüman’ın “iyiligi emretmesinden ve kotulugu menetmesinden” doğar…

Laik bir anlayışta olan bir kişi başkasına inancına saygı duyar. Ama bir Müslüman, Müslüman olmayandan gıcık kapar.

Aklı başında biri çıkıp da “Be adam; sen ne hakla karışıyorsun bir başkasına? Bu yaptığın aykırıdır çağımız hukukuna!” diyemez. Çünkü böyle deyen bir kişi bir Müslüman topluluğunda rahatça gezemez.

İşte ben bütün yazılarımda bu anlayışa dikkat çekiyorum. Dinin değil; din adına yapılan kan dökücülün, cahilliğin, hurafenin, terörün üzerine gidiyorum.

Bu görüşlerimi içeren yazılarımı ilahiyatçı olan ve olmayan profesörlere, aydınlara, yazarlara ve de  yakın dostlara da gönderiyorum. Gönderdiklerimin  yüzde doksan dokuzunun bana yanıt bile vermiyor…

Değirmene götürülen bir çuval buğday; değirmenden, bir çuval un olarak  çıkar.  Bizimkilerin değirmenine atılan buğday ise un olarak çıkacağına Allah, din, iman  olarak çıkar…

Müslüman olmayanlar bilgisayar yapar, uzayda gezer. Bizimkiler ise bilgisizlik ve  yoksulluk içinde sanal bir Allah’ın cennetini özler…

Okuduklarını ezberliyorlar, ezberlediklerini birbirlerine dinletiyorlar.

Sana ileti gönderen A. Ö. gibi bol bol övünerek birbirlerini gaza getiriyorlar. Böyle yapmakla da Allah’a hizmet arz ettiklerini sanıyorlar…

Hayal âleminde yaşıyorlar, başları yerde, ayakları yukarda… Gavur da başı aşağıda ayakları yukarda gezer ama ancak uzayda…

Bunlar bakıp duruyor uzayda gezenlere. Kendilerini aldatıyorlar “Bunların hepsi Kuran’da var!” diye diye.

Bütün söyledikleri yankılanıyor dünyada. Bunların kafası boş kafa, taş kafa…

Bunlar Kuran’dan, Hadis kitaplarından söz ederek insanlara hurafe satıyorlar. Allah adına, din adına masum halkımızı aldatıyorlar.

Atatürk’ün deyimiyle “Beyni sulanmış hafızlara dönmüşler.” Okudukları  üzerinde düşünme, eleştiri getirme özelliğini yitirmişler.

Söyleyecek söz bulamıyorum. Melâmet hırkasına bürünerek yazıyorum…

Saygılarımla…

H.B. 3.12.2003

X

un.real

Fikir ozgurlugunu kullanan arkadasim. Allah yaptiginin karsiligini verir elbet.

Zaten Allah da musaade etmis sana, yaz yazabildigin kadar. Boyle inandigin gibi lutfen devam et, lutfen tovbe falan etme, sen tovbe edersen dunyada adalet kalmaz.

Lutfen tovbe etme de yaptiklarinin karsiligini eksik alma, sakin ha.

“Ey muslumanlar bu sitelere cevap vermeyin, cunku zaten niyetleri sizi sinir harbine cekmek, sakin olun herkes amelinin karsiligini Allah’tan alir”.

Allah’im sen bunlarin zurriyetlerinden hidayete ermis bir nesil halkeyle. amin.

Adamsan, mert isen bu mesajimi o kosede yayinla sonra istedigin cevabi ver.

un.real 10.2.2004

x

Sayın Un.Real,

Sen beğenmesen de beni, önce saygı, sevgi. …

“Allah yaptiginin karsiligini verir elbet.” demişsin.  Elbette Allah yaptıklarımızın karşılığını verir.  Hem de öldükten sonra değil bu dünya da hemen verir. Bilirim ki, “Doğrusu Rabbimin  cezalandırması sür’atlidir.” (K. 6/165).

Eğer önüne gelen bana atıp tutuyorsa bu Rabbime saygımdandır, sevgimdendir. Çünkü Rabbimiz; bize verdiği akılla, bizden gerçekleri söylememizi istemektedir. İşte Hayri Balta da Rabbinin bu emrini yerine getirdiği içindir ki elifi görse mertek sananlar; ona küfretmektedir… Bil ki dostum fikirlerinden ötürü bir başkasını suçlayanlara, aşağılayanlara din öğretisinde “ölü” denir,.

Bu konuda Rabbi Peygamberine, tıpkı benim gerçekleri işittiremediğim gibi,  “Sen ölülere şüphesiz ki işittiremezsin.” (K. 27/80. 30/52, 35/22) demektedir. Bu ayetin öncesi ve sonra (sibakı-siyakı) ayetler daha ilginçtir. Bi’zahmet elin değerse bir bak. Bu ölü-diri konusu Kuran’da ve diğer kutsal kitaplarda  çok geçer. Bu “ölü-diri” kavramlarını bilmeden dine dalan boşa kürek çeker.

Bir kere şu bilinmelidir ki “Tanrı, ölülerin değil dirilerin Tanrı’sıdır.” (İncil. Luka. 20/38, Romalılara, 7/1). Bu demektir ki Tanrı’nın; mezarda yatan ölülerle ilgisi olmadığı gibi yaşayan ölülerle de ilgisi yoktur. Ne demek istediğimi anlamak istiyorsun Kuran’ın az yukarıda dile getirdiğim (27/80, 30/52, 35/22) ve benzeri ayetlere bakmalısın.

Benim için diyorsun ki: “Allah’im sen bunlarin zurriyetlerinden hidayete ermis bir nesil halkeyle. Amin!” Yani şimdi sana göre ben yoldan çıkmış bir sapkın biri olduğumdan Allah’ına yalvarıyorsun: “Allah’ın, bari bunların dünyaya gelecek olan çocuklarına hidayet nasip eyle” diyorsun. Şimdi Allah’ın işi gücü yok da sana “Peki, emrin başım üstüne!” mi diyecek…

Peki, şimdi sana bir ayet daha sunuyorum kendi kitabından. Bak bu kitabında Tanrı ne diyor sizin gibilere: “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O aklını kullanmayanlara kötü bir âzap verir.” (K. 10/100)

Bu ayete göre eğer Hayri Balta inanmıyorsa; bu, Allah’ın izni olmadığı içindir… Peki şimdi kitabınıza göre, Allah’ın iman nasip etmediği Hayri Balta’ya niçin kızıyorsun?

Bunun yanıtını yine kitabınız veriyor. Diyor ki: Eğer, aklınızı kullanmayıp da benim iznim olmadığı için hidayete ermeyen kişiye; imansızdır, kâfirdir, müşriktir, zındıktır, mürtettir diye kızarsanız aklınızı kullanmayarak, benim irade ve takdirime karşı gelmiş olursunuz ki bu takdirde ben de size “kötü bir âzap veririm!” demektedir. Bu konuda benim bulduğum 70’e yakın ayet daha vardır. İşte bunlardan biri daha, diğerlerini bulmak da düşer sana. Bulamazsan bildir bana. Yardımcı olayım sana. İşte ayet: : “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyet’e açar, kimi de saptırmak isterse göğe yükseliyormuş gibi, dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece inanmayanları küfür bataklığında bırakır.” (K. 6/125)

“Ölü” olmayıp “Diri” olanlar, aklını işletir ve şu soruyu sorar: “Peki bu Allah, kalbini İslâmiyet’e açmayarak küfür bataklığında bıraktığı kulunu niçin cehenneme sokar?” Ölülerin aklına böyle bir soru sormak gelmez?…

İşte bu kadarcık olsun aklını kullanmayanlar gerçek Tanrı ve Din anlayışına göre “Ölü” sayılır… Bunlar, Tanrı’nın takdirine saygısızlık ettiği için ve onlara kötü bir âzaba uğrarlar.

Bir de bana: “Zaten Allah da musaade etmis sana, yaz yazabildigin kadar. Boyle inandigin gibi lutfen devam et, lutfen tovbe falan etme, sen tovbe edersen dunyada adalet kalmaz.” diyorsun. Ben de sana: “Emrin olur. Emrin  başım-gözüm  üstüne, ben seni kırar mıyım?” diyorum.

“Adamsan, mert isen bu mesajimi o kosede yayinla sonra istedigin cevabi ver.” demişsin. İsteğini de yerine getiriyorum. İstersen bana Adam yada adam değil de; istersen bana  Mert yada kaypak de…. Bil ki diyeceğin her söz seni ele verir ve seni bağlar. Bana bir şey olmaz. Bana atılan taşlar benim iman dolu göğsünden yansıyarak bana taş atanı yaralar…

Ben sizler karşısında Tanrı’ma sığınırım. Her zaman dediğim gibi şimdi de: “Rabbim bana kimseyi aşağılamayı kısmet etme!” derim.

Şimdi kal sağlıcakla, saygı sevgi yeniden sana..

HB 15.1.2004

X

Mahir’den,

Hayri Balta sana hayırlı günler diliyorum Sana birkaç soru sormak istiyorum.

Sana göre bu kainat insanlar hayvanlar ağaçlar vb. gibi canlılar nasıl oluştu bunu açıklar mısın?

Bir de ahiretin varlığına inanıyormu sun? İnanıyorsan veya inanmıyorsan niye?

Cevap yazarsan sevinirim…

Mahir, 12.12.2003

X

Sayın Mahir,

İletini aldım. Çarşamba gününe değin doluyum. Sorularının yanıtını ancak çarşambadan sonra verebilirim. Ama bu ara zaman bulursam yanıtımı çabuklaştırırım.

Saygılarımla,

H.B.12.12.2003

X

Sayın Mahir,

Önce saygı, sevgi, edepli söylemin için sevdim seni.

İki soru sormuşsun bana. Yanıt veriyorum iki soruna:

İki sorundan ilki: “Bu evren nasıl görüntüye geldi”

İkincisi: “Ahretin varlığına inanıyor musun? İnanıyorsan niye, inanmıyorsan niye?” değil mi?

Bütün ruhçular (dincilerin hepsi) Evren’e bakmışlar, merak etmişler.  Şöyle bir tahmin yürütmüşler…Şu kulübeyi yapan biri olduğuna göre; muhakkak bu Evren’i (Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları…) de yaratan biri var demişler? Görülüyor ki soruyu soran da, yanıtlayan da kendileri… “Bakın! İşte aradığınız Tanrı benim diyen biri yok ki!”

İnsandır Tanrı kavramını yaratan. Tanrı da bir kavramdır inan…

Tanrı: Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Kişi (zat) olarak yoktur nitelik (sıfat: esma-i hüsna dedikleri…) olarak vardır.

Demek ki var deyen de insan, yok deyen de insan… Bunun dışındaki söylemler bilgisizliktendir, korkudandır, umuttandır… Dahası çok büyük bir aldanma, kocaman bir yalandır…

Ahretin varlığına gelince; bu da bir kavramdır, çok  ince.

Ahretin Türkçe’si “Gelecek zaman” demektir. Yarın, bu güne göre ahrettir.

İnsan; olumlu ya da olumsuz bir iş yaparken muhakkak düşünür. “Acaba bu davranışım nasıl karşılanır?” diye içinden geçirir.

Bütün ruhçular (dinciler demek istiyorum…) kutsal kitaplarında bir ahretin varlığından söz ederler ve de insanın ahretle öldükten sonra karşılaşacağını ileri sürerler…

Oysa öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yoktur. Çünkü Tanrı: “Ölüler için  değil diriler  içindir.” (İncil. Matta. 22/32, Markos. 12/27, Luka. 20/38)

Ölü-diri kavramları dinlerin temel taşıdır. İnsan, tapınmalarla (ibadetlerle) değil;  kötülüklere öldükten Tanrı’ya kavuşur.

Bu konularda bilgi sahibi olmak istiyorsan Kutsal kitapları bir  karıştır ve de Kuran’daki şu ayetleri araştır:

“Kuran ölülere değil dirilere gönderilmiştir.” (K. 26/70)

“Onlar ölüdürler.” (K. 16/21) dedikten sonra İslam Peygamberi kendi kendine: “Sen ölülere duyuramazsın!2 (K. 27/80, 30/52, 35/22) demiştir.

Bütün ruhçular, Tanrı’dan söz ederler ama Tanrı’yı bilmezler. Hepsi de sanal bir Tanrı’nın, sanal bir ahretin peşine düşerler. Olmaz edepsizliği yaparlar sonra da “Allah büyüktür, nasıl olsa bizi affeder!” derler.

Bunların başında da tanınmış ilahiyatçılar gelir. Ör. Bunlardan üçü Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Bayraktar Bayraklı gibilerdir.

Biliyorum, şimdi Mahir kardaşım benden örnek ister. Bu konuda sana iki örnek yeter. Eğer Y. N. Ö.’ün  Tanrı bilgisi (Burada Tanrı, sorumluluk duygusunun simgesidir…) olsaydı, Tanrı’dan korksaydı, bir milletvekili olarak TBMM’ye devamsızlık edenlerin başında gelmezdi. Y. N. Öztürk Meclisin en devamsız milletvekillerinden birisi… Bunun aldığı aylık haram değil mi?

Aynı şekilde Zekeriya Beyaz’ın da Tanrı bilgisi olsaydı, ahreti bilseydi; uçakla gidip geldiği biletlerin parasını hem Vakıf’tan hem de Üniversiteden tahsil eder miydi?..

Tanrı’dan korksaydı; şu soruyu kendi kendine sormaz mıydı?: “Bir kere verdiğim uçak biletlerinin parasını iki yerden nasıl alırım?  Farkına varırlarsa, benden hesap sorarlarsa, zorda kalırım!” demez miydi?

Bu işi yaparken içindeki uyaran duygu (Cebrail, Ruhul Kudüs, iyiliğe yönelten duygu:Tanrı) kendisini uyarmıştır. Ama şeytan (Kötülüğe sürükleyen duygu…) üstün gelerek  “Al al, fırsat bu fırsat! Kim farkına varacak!” diye kendisini aldatmıştır.

Şeytan (İçindeki kötülüğe sürükleyen duygu ve düşünce…)  kendisini köçek gibi oynatmıştır. Bu nedenle hakkında İstanbul Kadıköy adliyesinde dava açılmıştır.

Öldükten sonra kendisinden hesap sorulacağını; kim nasıl nerden bilecektir? Kaldı ki kendi anlayışına göre “Allah büyüktür, günahını affedecektir!”

Mahir kardaşım, Tanrı’ya da inanırım, ahrete de inanırım. Dünyanın En Allahçı, en dindar insanlarından biri sayılırım.

Şimdi ben sanal Allah delilerine bunları nasıl anlatırım? Onların bu Allah saplantılarına baktıkça şaşar kalırım.

Aklı başında bir insan görmediği Tanrı’ya inanır mı? Kafir diye bir başka insanın canına kıyar mı?

Bilmem Mahir kardaşım, sorularına yanıt verdim mi? Sen hiç böyle yanıt veren birini gördün mü?

Şimdi kal sağlıcakla, saygı sevgi yeniden sana…

Av. Hayri Balta, 12.12.2003

X

Ben yine sana hayırlı günler dileyerek başlamak istiyorum ; edepli olmama sevinmişsin sağol ben edepi sevmenden dolayı sevindim.Öncelikle şunu söylemek istiyorum söylediklerinden çok birşey anladığımı sanmıyorum gerçekten senin gibi anlatan ikinci bir şahıs görmedim.İlk sorumda demiştim ki sana sen de vermişsin cevabını bana kısaca.Anladığıma göre diyorsun ki bu evren deki herşeyi biz adlandırmışız kavramları bizler oluşturmuşuz.Tanrı da bir kavram olduğuna göre diyorsun Tanri kavramını da biz yaratmışız öyle değil mi?Ben ama Tan rıyı kim oluşturmuş diye sormadım bizleri kim oluşturmuş evren ilk canlılar nasıl oluşmuşlar diye sordum.Yani ilk insan nasıl meydana gelmiş herhalde onun kendi kendini yaptığına ihtimal vermiyorsundur öyle değil mi?Yoksa evrim sonucu mu oluşmuştur ilk insan ha ne dersin?Ben bu soruma yanıt almak istiyorum.Ayrıca dincileri yürüttüğü tahminin yanlışlığı nerede sen sadece onlar hakkında bilgi vermişsin ama bu yargılarını çürütecek birşey söyleyememişsin.

İkinci soruma gelince anladığıma göre diyorsun ki ahiret kelimesinin türkçe karşılığı gelecek zamandır.Böylece yaptığımız şeyleri cezasını çekecekesk ileriki zaman lar da ömrümüzün ilerleyen zamanlarında çekeceğiz öyle mi (Ben böyle anladım)Peki ömrümüzün ilerleyen zamanlarında bize bu cezayı verecek olan kimdir?Veyahutta bizi ödüllendirecek olan kimdir?Lütfen bu sorumun cevabını da merak ediyorum.Ayrıca örnek olarak vermiş olduğun kişilerin bana göre zaten islami yaşamla ilgileri bence çok az kalplerini yaşamlarını bilmediğim için böyle diyorum yoksa onlar hakkında çok daha fazla şeyler söylerdim…Bana göre İslama çok büyük zararları dokunuyor temsil noktasında bence sıfıra yakınlar.

Ayrıca bu arada cevaplarını verirken Kur’an’a dayandırmışsın ben bildiğim kadarıyla sen Kur’an’a innamıyorsun beşer kelamı diyorsun öyleyse ona niçin istinbat edip onun hükümleriyle cevap vermeye çalışıyorsun.Lütfen bu sorularıma da cevaplar istiyor ve sana hoşçakal diyorum ayrıca edep mevzuu zaten bizim İslami prenisplerimiz içerisinde böyledir sana diken uzatana sen güller uzatacaksın ayrıca bu zamanda medenilere galebe ikna iledir.Herşey konuşarak hallolunabilir.Seygiyle sesnlikle kal

Mahir, 17.1.2003

X

Hayri Balta hayırlı günler halaen cevabını göndermedin lütfen cevabını munirm008@hotmail.com a gönder  görüşmek üzere selametle

Mahir, 25.12.2003

X

Mahir kardaşım,

Önce saygı, sevgi sunarım…

İletilerine dikkat ediyorum. Allah’ın bir selam sabahını göremiyorum.

Size daha önce de, ilk iletini aldığımda, yazmıştım.  “…İletini aldım. Çarşamba gününe değin doluyum.” demiştim. Böylece işlerimin yoğun olduğunu belirtmek istemiştim.

Bu işlerim arasında okumak var, yazmak var. Sorulara yanıt vermek var, sitemize yazı hazırlamak var. Eşin dostun sorularına yazılı olarak yanıt vermek yanında kimilerine sözlü olarak yanıt vermek de var. Bütün bunlara bir de yaşlılığı ve ağır hastalıklarımı eklersen gerçekten bu Hayri Balta size ne zaman hemen mektup yazar.

Ne ise daha fazla beklersem sizi üzeceğimi anladım. Diğer işlerimi bıraktım, size yanıt vermeyi öne aldım.

Özetlersek; sormuşsun bana üç soru… Sorduğun bu soruların yanıtları verilmiştir Sitemdeki birçok yazılarda doğrusu. Sorularına sitemdeki yazılarda yanıt arayacağına kestirmeden giderek bana sormuşsun sorunu…

İşte ilk sorunuz: “…ilk canlılar nasıl oluşmuşlar diye sordum. Yoksa evrim sonucu mu oluşmuştur ilk insan ha ne dersin?”

Biliyorsun bu konuda iki görüş var. Ruhçular bu konuda “Yaratan Ruhtur! (Tanrı)” der. Maddeciler ise “Yaratan maddedir!” der.

Ruhçular derler ki “Tanrı, doğmamıştır, doğurmamıştır. Onun varlığı kendindendir. Onu kimse yaratmamıştır.”

Maddeciler derler ki: “Madde doğmamıştır, doğurmamıştır. Onun varlığı kendindendir. Başkası tarafından yaratılmamıştır.”

Ruhçular bu savlarına karşı bir dayanak gösteremezler; maddeciler ise dayanak gösterirler. Dayanağımız “Bilimdir” derler. Çünkü bilim: “Hiçbir madde yoktan var olmamıştır. Var olan madde de yok olmayacaktır” der.

Maddecilerin bilimsel bir dayanağı var. Ruhçuların ise bilimsel bir dayanağı olmayıp yalnızca dayatmaları var.

Gösterdiğimiz örnekte bilim (maddeciler)  “var olan yoktan var olmamıştır” derken ruhçular, “bu maddeyi yaratan bir Ruh (Tanrı) var” derler.

Bu duruma göre Tanrı var diyen kim oluyor?Tanrı’yı yaratan kim oluyor? İnsan…

Kusura bakma ama ben bu kadar zeki değilim. Ben haddini bilen biriyim.

Böyle inanan, düşünen birine “Yoksa canlı  Evrim sonucu mu oluştur?” diye sorulur mu? Hele anadan doğma “maddeci” olan Hayri Balta maddenin yoktan var olduğu teorisini doğru bulur mu?

Şimdi gelelim ikinci soruna: “…diyorsun ki ahiret kelimesinin türkçe karşılığı gelecek zamandır. Peki ömrümüzün ilerleyen zamanlarında bize bu cezayı verecek olan kimdir?” Evet böyle diyorum ahret insanın eylemlerinin sonuçları karşılaşacağı bir sondur.

Bu sonuç “ölüler” için değil “Diriler” içindir. “Ölü” ve “Diri” konusunda ilk iletimde ayrıntılı yanıt verilmiştir. Öyle ki “Tanrı, ölüler için değil diriler için!” (İncil. Matta. 22/32, Markos. 12/27, Luka. 20/38) denmiştir.

Bizim bu görüşümüz vuslata ermiş insanlar (İnsan-ı kâmiller) içindir. Olgunlaşmamış insan Tanrı’yı, ahreti, cenneti, cehennemi ne bilir.

Olgunlaşmamış insanlara “Günah işlerseniz, cezanızı öldükten sonra ahrette Tanrı verecektir!” denir. Böylece cahil insanların, ahret korkusu ile, günah işlemeleri önlenmeye çalışılır. Ama böyle denilmesine karşın cahil insanların suç işlemesi önlenebilmiş midir?  Bütün dünyada suç işlemiş olanların çoğunluğu dincilerdir…

Gelelim üçüncü soruna: “…cevaplarını verirken Kur’an’a dayandırmışsın ben bildiğim kadarıyla sen Kur’an’a innamıyorsun beşer kelamı diyorsun öyleyse ona niçin istinbat edip onun hükümleriyle cevap vermeye çalışıyorsun.” Nereden biliyorsun benim Kuran’a inanmadığımı, niçin böyle suçluyorsun beni?

Ben bu anlayışa vardımsa dayanağım kutsal kitaplardır. Tanrı’yı kendimde aramanın dayanağı diğer kitaplar yanında Kuran’dır. Örneğin bak şu ayetlere. Bu ayetlere göre “Tanrı, kişinin kendisi ile kalbi arasında.” (K. 8/12) “Tanrı, insana şah damarından daha yakındır!” (K. 50/16)

Ben Kuran’ın Peygamber sözü olduğunu ileri sürüyorum. Çünkü peygamber de beşerdir, şaşar diyorum.

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti yasaları;  Kuran’ın 230-232 ayetine hukukunda yer vermemektedir. Oysa Kuran’a göre: “Tanrı’nın hükmünü geri çevirecek yoktur.” (K. 13/41)

Soruyorum sana Tanrı hükmüne niçin sahip çıkmamaktadır? Tanrı böyle demiş olsaydı elbette hükmüne sahip çıkacaktır.

Sahi, Tevrat ve İncil değiştirilmiştir deyen bir Müslüman’a;  bu güne değin bir Yahudi ve bir Hıristiyan’dan, “Müslüman olmadığın halde niçin Tevrat’tan-İncil’den örnek veriyorsun?” diyen olmuş mudur. Bir komünist, Marks’ı eleştiren bir kapitalistte “Komünist olmadığın halde niçin Marks’ı, Komünizmi eleştiriyorsun!” demiş midir?..

Mektubunu şöyle bitirmişsin: “… edep mevzuu zaten bizim İslami prenisplerimiz içerisinde böyledir sana diken uzatana sen güller uzatacaksın ayrıca bu zamanda medenilere galebe ikna iledir.Herşey konuşarak hallolunabilir.Seygiyle sesnlikle kal…”

Beklerim sana diken uzatana gül uzatırsın; şeytana uyup ona bu kâfir olmuş demezsin… Her şeyi konuşarak halledersin. Bizden Tanrı’nın bir selam-sabahını esirgemezsin..

Şimdi kal sağlıcakla. Yeniden saygı sevgi sana…

Av. Hayri Balta, 26.12.2003

X

Hayri Balta sorduğum sorulara halen cevap alamadım yoksa acaba mail de mi bir hata var bilemiyorum.O soruların cevabını beklemekle birlikte sence sen öldükten sonra sana ne olacak toprak mı olacaksın yoksa yok mu olacaksın.Peki yok olacaksan yok olmayı istermiydin yoksa yaşamak mı isterdin? 26.12.2003

+

Sayın Mahir,

Önce saygı, sevgi,

Bir dakika önce sorularına yanıt verilmiştir.

Ben öldükten sonra İnsan olarak ruh olarak yok olacağım; ama toprak olarak, madde olarak yok olmayacağım.

Madde olarak varlığımı ebediyen sürdüreceğim.  Daha sana ben ne diyeyim.

Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana. H.B. 26.12.2003

X

Sayın Hayri Balta,iyi günler dilerim öncelikle…

Maddecilik ve Ruh’çuluk konusunda aydınlatmanız için teşekkürler. Verdiğiniz ayetlerin İncil’de olanlarını kaynağından inceledim ve konu ile ilintilerinin farklı olduğunu farkettim.

Örneğin:

Matta 22:32.Mat 22:31 Ölülerin dirilmesi konusuna gelince, Tanrı’nın size bildirdiği şu sözü okumadınız mı?

Mat 22:32 `Ben İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı ve Yakup’un Tanrısıyım’ diyor. Tanrı ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır.»

Görüldüğü üzere, bir önceki ayette sorulan soruya verilen bir yanır 32. Ayet.. Bu ayeti kaynak gösterdiğinizde, yeniden kıyam etmeye inandığınızı anlayabilirmiyiz?

Mar 12:25 İnsanlar ölümden dirilince ne evlenir ne evlendirilir, göklerdeki melekler gibidirler.

Mar 12:26 Ölülerin dirilmesi konusuna gelince, Musa’nın kitabında, alevlenen çalıyla ilgili bölümde Tanrı’nın Musa’ya söylediklerini okumadınız mı? `Ben İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı ve Yakup’un Tanrısıyım’ diyor.

Mar 12:27 Tanrı ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır. Siz büyük bir yanılgı içindesiniz.»

İncilin bu Kitapçığı yine ölümden kıyam üzerine bir vaazı konu ediyor

Luk 20:37 Musa bile alevlenen çalıyla ilgili bölümde Rab için, `İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı ve Yakup’un Tanrısı’ deyimini kullanarak ölülerin dirileceğine işaret etmişti.

Luk 20:38 Tanrı ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır. Çünkü O’na göre bütün insanlar yaşamaktadır.»

Konu yine aynı.. Yanıt yine aynı üç tanık aynı şeyleri kayda almış. Ölümden sonra kıyam vardır…. Bu ayetleri reankarnasyon düzeyinde tartışabilseydik farklı sentezlere ulaşabilirdik. Ama cezalandırma konusuna uymamış gibi.!

“Bizim bu görüşümüz vuslata ermiş insanlar (İnsan-ı kâmiller) içindir. Olgunlaşmamış insan Tanrı’yı, ahreti, cenneti, cehennemi ne bilir. Olgunlaşmamış insanlara “Günah işlerseniz, cezanızı öldükten sonra ahrette Tanrı verecektir!” denir. Böylece cahil insanların, ahret korkusu ile, günah işlemeleri önlenmeye çalışılır. Ama böyle denilmesine karşın cahil insanların suç işlemesi önlenebilmiş midir?  Bütün dünyada suç işlemiş olanların çoğunluğu dincilerdir…demişsiniz.

Sanırım bu kişisel düşüncedir. Bu senteze hangi ayetlerden ulaştığınızı açıklasaydınız. Halbuki benim bildiğim kadarı ile İncil Kurtuluş üzerinedir. Yani yokoluşa giden insanlığa bir kurtuluş şansı ve ümidi vermektedir.

Bu fikri yine İncil’in sözlerinden almaktayız.

Yu 3:18 O’na iman eden yargılanmaz, iman etmeyen ise zaten yargılanmıştır. Çünkü Tanrı’nın biricik Oğlunun adına iman etmemiştir. Elçi Yuhanna devamla:”yargı şudur, dünyaya ışık geldi ama insanlar O’nu reddettiler” diye açıklar.

Rom 5:17 Çünkü eğer ölüm bir tek adamın suçu yüzünden o tek adam aracılığıyla egemenlik sürdüyse (Adem kastediliyor), Tanrı’nın bol lütfunu ve aklanma bağışını alanların bir tek adam, yani İsa Mesih sayesinde yaşamda egemenlik sürecekleri çok daha kesindir.Rom 5:21 Öyle ki, günah ölüm yoluyla egemenlik sürdüğü gibi, Tanrı’nın lütfu da Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla sonsuz yaşam vermek üzere doğrulukla egemenlik sürsün.

Pavlus Romalılara yazdığı bu mektupta, Tevrat Tekvin bölümüne atıfta bulunarak, Adem ile başlayan yozlaşmanın devam ettiğini, İsa’nın adına ( Tanrı Kurtarır anlamına gelir) iman edenlerin ölselerde yaşayacağını iddia eder.

Grubu daha fazla ayetlere ve öğretişlere boğmamak için uzatmak istemiyorum. Tevrat, Zebur ve İncil kökenli mantığın ölümün insan yolu ile girdiğini, kaçınılmaz olarak devam ettiğini, Tanrı’nın kendine inananları kurtarmak için insan bedeninde bir Kurban yollayacağını anlatır.. (Tevrat Yeşeya 53. Bölüme bakılabilir).

Bu bilgilerden hareketle En-el hak felsefesine benzeyen ama olmayan, kemale erme konusunda Mevlevi felsefesi ve Budist fikirlerin kokusunu veren fikirlerinizi bir kez daha analiz etmenizi öneririm. Maddeci bir görüşe sahip olan sizin, teolojinizi oluştururken yararlandığınız kaynağın maddi temeline özen gösterdiğinizi umuyor ve bu özeni artırmanızı diliyorum.

Bu vesile ile tüm öbek üyelerinin Yeni Yılını Kutluyor ve Esenlikler diliyorum.

Saygı ve Sevgilerimle, Erdal, 26.12.2003

X

Sayın Erdal,

İletini aldım. Anlamak için çok zorlandım.

İncil, Tevrat ile haşır neşir olduğun anlaşılıyor. Ama kimi yerlerde ne demek istediğimi anlatamadığım görülüyor.

Örneğin: “Bu ayeti kaynak gösterdiğinizde, yeniden kıyam etmeye inandığınızı anlayabilirmiyiz?” diyorsunuz. Bu kanıya nasıl varıyorsunuz?

İnsan fiziksel olarak öldükten sonra dirilir mi? Böyle bir olasılığa akıl erdirilir mi?

Öldükten sonra dirilmenin simgesel bir anlamı vardır. İnsan bu şekilde öldükten sonra Tanrı’ya ulaşır.

İnsanın kötü alışkanlıklarını terk ederek iyi alışkanlık kazanarak yeni insan olmasına öldükten sonra dirilmek denir. Kötülüğe bağışıklık kazanan bir insan gider yerine erdem sahibi bilge bir insan gelir. İşte bu olaya din anlayışında “öldükten sonra yeniden dirilme” denir. Hıristiyanlık anlayışına göre  de “Yeniden doğma” denir. Yoksa insan fiziksel olarak öldükten sonra nasıl dirilir?

Bir de “Ölümden sonra kıyam vardır.” demişsin. Sana göre varsa var, böyle bir görüşü bana layık görürsen hata edersin…

Hakkımda bir kanata varmışsınız. “Sanırım bu kişisel düşüncedir. Bu senteze hangi ayetlerden ulaştığınızı açıklasaydınız.” demişsiniz.

Bu düşünceler elbette benim düşüncelerimdir. “Bu senteze hangi ayetlerden ulaştığımı” öğrenmek isterseniz www.hayribalta.cjb.net adresinde bulunan sitemi incelemelisiniz.

Ben bu senteze ulaşmak için 50 yılımı verdim. Bu elli yıl içinde sayısız demir-çelik fırınlarına girdim. Hamdım, yandım, piştim, kendimden geçtim, vuslata eriştim. Bin kere aşağılandım, bir kere olsun kendimi beğendiremedim…

Demişsin: “En-el hak felsefesine benzeyen ama olmayan, kemale erme konusunda Mevlevi felsefesi ve Budist fikirlerin kokusunu veren fikirlerinizi bir kez daha analiz etmenizi öneririm.” Ben de sana teşekkür ederim, baş üstüne derim… Bu ara şunu da belirtmeden geçmemeliyim. Ben olmayan bir kemale nasıl ererim…

Sorularını şöyle bağlamışsın: “Maddeci bir görüşe sahip olan sizin, teolojinizi oluştururken yararlandığınız kaynağın maddi temeline özen gösterdiğinizi umuyor ve bu özeni artırmanızı diliyorum.” Elbette özen gösterdim. Ben anadan maddeci görüşe sahip olarak dünyaya geldim. Ne havraya gittim, ne kiliseye gittim ne de camide secde ettim. Bana doğru gelen sözleri kim söylerse söylesin kabul ettim. Bana doğru gelmeyen sözleri reddettim. Kim ne dersin ben kendi aklımın peşinden gittim.

Bana ne Ahmet’ten, Mametten, İsa’dan, Musa’dan. Beni onlara kulluk- kölelik etsin diye mi yaratmış yaratan?

Tanrı ile insan arasına kimse giremez demiş atalarımız. Musa’sı da, İsa’sı da, Ahmet’i-Mamedi, Ali’si, Hasan’ı, Hüseyin’i de çıksın gitsin aradan.

Ne demiş Yunus Emre: “Bana “Cennet cennet dedikleri birkaç gılman birkaç huri. İsteyene ver sen onları bana seni gerek seni…” Bilmem Yunus Emre’nin bu sözlerle ne demek istediğini anlayabildin mi?

Ölüp dirilmeden, yeniden doğmadan, atalarının dininden, geleneğinden, göreneğinden, ırçılık-dincilik, mülkiyetçilik düşüncesinden geçmeden,  melamet gömleğini giymeden, doğru, dürüst, bilgili ve erdemli bir bilge kişiyi kendine örnek seçerek kendini yetiştirmeden, bencillikten, gururdan, kibirden  geçmeden, kimse bir şey anlayamaz bu söylediklerimden…

Şimdi kal sağlıcakla… Yeniden saygı, sevgi sana.

Av. Hayri Balta, 27.12.2003

X

Sayın Hayri bey,

Eğer beni tam olarak anlayamamışsanız, bu benim ifade yeteneğimiz kısıtlı olmasından olabilir, affola..

Siz kaynaklar açıklamıştınız ve bu kaynakların yaşayan insanlara ait olduğunu belitmiştiniz. Ben ise bu ayetlerin ölümden kıyam etme konusunda olduğunu söylemiştim.

Kutsal Kitap’lar bedenin çürüyeceğini ama Ruh’un farklı bir bedenle yeniden yaşayacağını bildirir. (Selaniklilere mektup) Eğer Kutsal Kitap’ı referans gösterir de bu ayetlerin yaşayan insanlara yazıldığını söylersek korkarım çelişkiye düşeriz.

Kutsal Kitapların herhangi bir yerinde ölümden kıyam olmadığı ile ilgili bir ayet göremedim. Buradan hareketle, “dönüşünüz banadır” da dahil olmak üzere herhangi bir Kutsal olduğu idddia edilen kitaplardan örnek verilememesi düşüncesindeyim.

Mesnevi bildiğiniz gibi Mevlana’nın sentezidir. Yunus Emre’nin söylemleride sizinde feyz aldığınız üzere, yıllarca üzerinde düşünülen felsefe ve hayatın içinden çıkartılan tecrübenin Yunus’ta ve Mevlana’da ve Hallac-ı Mansurda tezahürüdür. Yunus’un hayatını değiştiren aşk Taptuk Emrenin kızına olan bir aşk olmadığı, bu aşkın arardığı Tanrı’nın aşkı olduğunu görebiliriz. Ham iken Taptuk Emrenin yanında pişen yüreğindeki ateşi kızı ile söndüremeyen Yunus yanmıştır yanmıştır ve yanmıştır. Çünkü asla bulamamıştır.

Bilmem Yunus Emre’nin bu sözlerle ne demek istediğini anlayabildin mi?demişsiniz evet sayın Balta anladım ama korkarım sizin gibi anlamadım.

Yunus Emre, benim için önemli olan kazançlarım değil, seni bulmada yitirdiklerimdir demek istemiştir. Tıpkı Resul Pavlus gibi….

Flp 3:4 Ben aslında benliğe de güvenebilirdim. Eğer başka bir kimse benliğe güvenebileceğini sanıyorsa, ben buna daha çok güvenebilirim.

Flp 3:5 Doğumumun sekizinci günü sünnet oldum. İsrail soyundan, Benyamin oymağından, özbeöz İbraniyim. Kutsal Yasa’ya bağlılık derseniz, Ferisiydim.

Flp 3:6 Gayret derseniz, inanlılar topluluğuna zulmeden biriydim. Yasa’ya dayanan doğruluk derseniz, kusursuzdum.

Flp 3:7 Ama bana kazanç olan her şeyi Mesih uğruna zarar saydım.

Flp 3:8-9 Dahası var, kendisi uğruna her şeyi yitirdiğim Rabbim İsa Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında her şeyi zarar sayıyorum, süprüntü sayıyorum. Öyle ki, Mesih’i kazanayım ve Kutsal Yasa’ya dayanan kendime özgü bir doğruluğa değil, Mesih’e iman etmekle kazanılan, iman sonucu Tanrı’dan gelen doğruluğa sahip olarak Mesih’le birleşmiş olayım.

Benim anladığım reddediş Yunus ve Pavlus’ta aynıdır.

Ben de sana teşekkür ederim, baş üstüne derim… Bu ara şunu da belirtmeden geçmemeliyim. Ben olmayan bir kemale nasıl ererim… demişsiniz….Pavlus ise değişimden, değiştirilmekten bahseder…

  1. Ko 3:18 Ve biz hepimiz peçesiz yüzle Rab’bin yüceliğini görerek yücelik üstüne yücelikle O’na benzer olmak üzere değiştiriliyoruz. Bu da Ruh olan Rab sayesinde oluyor.

Bu ayetlerden Ruh’un insan Ruhu olarak algılanır sonucunu çıkartırsanız, faklı örneklerle böyle olmadığını kanıtlamaya çalışıyım. Tekvin 1. Bölüm derim ve Allahın Ruh’unun hareket etmesinden bahsedebilirim.

Ölüp dirilmeden, yeniden doğmadan, atalarının dininden, geleneğinden, göreneğinden, ırçılık-dincilik, mülkiyetçilik düşüncesinden geçmeden,  melamet gömleğini giymeden, doğru, dürüst, bilgili ve erdemli bir bilge kişiyi kendine örnek seçerek kendini yetiştirmeden, bencillikten, gururdan, kibirden  geçmeden, kimse bir şey anlayamaz bu söylediklerimden…demişsiniz.. Doğru, dürüst bilgili erdemli bir bilge olduğunuz için yardımlarınızı talep edebilirim. İzin verirseniz.

Nacizane atehist olarak büyüdüm 25 yıl önce bir gücün varlığını farkettim ve araştırmaya başladım.

Felsefeleri okudum,alimlerle konuştum tartıştım. İlim irfan sahipleri ile tartıştım. Şu andaki düşüncelerime bir kaç yıl önce ulaştım…Nacizane! Hala bilgilerimin nihai olmadığının bilinci ile tüm açlığımla öğrenmeye, öğrenirken öğretmeye çalışıyorum

Bilvesile saygılarımı ve sevgilerimi iletirim.

Erdal, 27.12.2003

X

Hayırlı günler Hayri Balta..

Cevaplarını aldım ama işlerimden dolayı sana cevap yazamamıştım şimdi yazıyorum..

Öncelikle ilk madde problemini halen anlayamamış durumdayım( tabi senin verdiğin cevaplara göre)   madem ilk madde yoktan var olmadı peki bilim ilk madde yi nasıl açıklıyor veya açıklıyamıyor mu?  Nasıl var oldu hiçbir şey kendi kendine olabilir(Bu da zaten yoktan varol ma demektir yine) mi hadi diyelim ki oldu bilimin söylediğine göre insanlar daha sonra oluşmuşlar peki o zaman bütün bu dünya nasıl birbirine bu kadar muvafık oldu yani elma ağacı bizi bilmez ve bizi tanımaz ama bakıyoruz ki tam bizim için uygun rengi gönlümüzün tadı ağzımızın kokusu burnumuzun ve muhtevası da hücrelerimiizin  hoşuna gidecek şeyleri nasıl yapabiliyor bizi bilmeyen birşey nasıl böyle şeyleri yapabilir bunları daha doğrusu kendisi mi yapar acaba? Hiç bir bilgisi olmayan bir şey nasıl böyle muhteşem şeyleri yapabilir bilimin yapamayacağı şeyleri bile.Bilim daha fotosentezi bile açıklayamazken nasıl olurda bu varlık bunları yapabilir eğer bu kadar akıllı olsaydı bize elması nı bedavaya verecek kadar aptal olur muy du hiç.

Şu dünyada olan büütn işlere baktığımızda herşeyin hemen hemen insanlar için olduğunu görüyoruz.

Peki bu varlıklar bizi nasıl tanıyıp bize uygun bir şekil aldılar birbirinden habersiz bukadar şey nasıl olurda yanyana gelince bu kadar muvafık olur.Biz bir çoçuğumuza bile elbise alırken eğer çoçuğumuz yanımızda değilse çoğu zaman tam ona uygununu alamayız nasıl olurda kainatta bu kadar 400 bin çeşit mahluk böyle birbirine uygun olur.

Ayrıca soruyu sorup düşündükten sonra cevabını verdiğimiz şeyleri bizmi yaratmış oluyoruz yani bir yere girsek orada yarısına kadar dolu bir çay bardağı görsek sonra düşünsek burada bir adam varmış çayını bitirmeden gitmiş desek o adamı biz mi yaratmış oluruz veyahutta evine gelsen evinin dap dağınık olduğunu görsen ve bazı şeylerin olmadığını görsen aklına ilk ne gelir hırsızın girdiği değil mi(Yani ilk önce araştırabilirsin belki karına çoluğuna çoçuğuna sorarsın onlar hayır biz yapmadık deseler bütün pencereler kapalı olsa bile rüzgar dağıtmıştır herhalde mi diyecekisn yoksa polise mi gideceksin.) Peki o zaman o hırsızı biz mi yaratmış oluruz.Polise gitiğinde eğer polislerde senin bu mantık kaidelerin içerisinde hareket ediyorlarsa seni hiç takmayacaklar bunu hırsıza yormayacaklardır..

Sorduğum soruların cevabını vermeye çalışıyorsun ve bana “Böyle inanan, düşünen birine “Yoksa canlı  Evrim sonucu mu oluştur?” diye sorulur mu? Hele anadan doğma “maddeci” olan Hayri Balta maddenin yoktan var olduğu teorisini doğru bulur mu? ” diyorsun ben senin ne düşündüğünü sen senin cevabını verdikten sonra anlıyorum ve soru cevaptan önce sorulur Hayri Balta.

Birde ahretin anlamını anlamam için insan-ı kamil olmama bağlıyorsun bunıu baştan söylesene niye bana cevap vermeye çalışıyorsun direk böyle herşeyi kestirip atabilirsin mantığını anlatmadan ya siz zaten anlamazsınız bunu sadece insan-ı kamil olanlar anlar deyip susturabilirsin değil mi değilse cevap bekliyorum bize yaptığımız kötülüklerin cezalarını kim verecek zalimleri edepsizleri kim te’dip edecek

Olgunlaşmamış insanlara “Günah işlerseniz, cezanızı öldükten sonra ahrette Tanrı verecektir!” denir. Böylece cahil insanların, ahret korkusu ile, günah işlemeleri önlenmeye çalışılır. Ama böyle denilmesine karşın cahil insanların suç işlemesi önlenebilmiş midir?  Bütün dünyada suç işlemiş olanların çoğunluğu dincilerdir…diyorsun peki insanların suç işlemesi nasıl önlenecektir.Senin görüşlerin doğrultusun da sadece kamil insanlar suç işlemeyeceklerdir neden çünkü ilerde yaptıklarının cezasını görme fikri var onlarda peki müslümanlar ne diyor aynı şeyin daha da kuvvetlisini söylüyor diyor ki eğer suç işlerseniz cehennem var diyor eğer güzel ahlaklı olursanız da cennet var diyor söyle bakalım bunları dinlemeyen insan senin daha açıklayamadığın görüşleri ni dinler mi herşeyi böyle kestirip atarsan zaten biizm bu görüşümüz insan-ı kamiller için deyip diğerlerini dışlarsan senin görüşlerini dinler mi ha bir de merak ettim siz insan-ı kamiller kaç kişi varsınız.Ayrıca en çok suç işleyenler diyorsun dinciler pekisana soruyorum velilerden kaç kişi suç işlemiş kaç tanesi bırak suç işlemeyi kaç kalp kırmışlar gösterebilirmisin bana bunları dinci diye benim karşıma çıkardıklarının hepsi dinimle alakaları olmayan yok talibanmış yok saddam şerefsiziy miş bunlar mı dinci.Bunlara halkınıza işkence edin diyen veyahutta teröristlik yapın diyen bizim yüce İslam dinimiz mi?Hayır bizim dinimiz bir serçeye bile hakkını verirken sen nasıl bunlara dinci diyebilirsin.Peki islam fuhuş mu yapın diyor eroin satıp insanlığı zehirleyin mi diyor söyle hangi kötülüğü teşvik ediyor? Eğer bunları yapanlar varsa bunların hiçbirisi Allah(c.c.)’ı tanımıyor bizim dinimizi tanımıyor demektir.

Mahir, 5.1.2004

X

Sayın Mahir,

Yine saygı, sevgi sunuyorum. Öncelikle yanıtını geciktirdiğim için özür diliyorum.

O kadar soru sormuşsunuz ki bana içinden nasıl çıkacağımı bilemiyorum. Eğer oturup sorularına tek tek yanıt vermeye kalksam bana bir ay yetmez diyorum. Yine de bir insan olarak size değer verdiğimi bildirmek için kısa kısa yanıt veriyorum.

Öncelikle şunu bilmeni istiyorum ki ben Tanrı tanımaz (ateist) olmadığım gibi dinsiz de değilim. Tanrı ve din inancımın kaynağı da kutsal kitaplardır.

Ben manevi besinimi kutsal kitaplardan alıyorum. Bu kitaplar içinde çağımız ahlak anlayışı ile hukuk kuralları ile bilimle çatışanlarının üstünde durmuyorum. İnsana; ahlaklı, doğru, dürüst, iyi ve güzel insan olmaya çağıran sözleri üzerinde duruyorum. Beni yüceltecek olanları alıyorum, beni alçaltacak olanları almıyorum.

Asıl önemlisi şeytan denen kötülüklerden kaçınarak; doğruluk, dürüstlük, güzellik ve iyilik ki bunun gibi yüce kavramlar, üstün değerler, genel doğrular olarak  Tanrı kavramı ile ifade edilir, Tanrı’ya sığınıyorum. Tanrı’ya sığınmakla da birçok kötülüklerden korunuyorum.

Bil ki ben 37 yaşına değin ilkokul mezunu olarak yaşadım. Meslek yok, bilgi yok, servet yok, itibar yok…  Tam bir lümpen yaşamı…

37 yaşında akşam ortaokulunu bitirdim. 41 yaşında Ankara Anafartalar Akşam Lisesini, 48 yaşında da Hukuk Fakültesini, hem de gündüzleri çalışarak ve de gözaltında olarak, bitirdim. Bütün bunlara Tanrı ve Din inancım sayesinde dayandım ve başarılı oldum.

Elbette din deyince akla Tek Tanrılı dinler gelir.  Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi… Çok şükür tapınma amacı ile bunların kapısından içeri bir adım atmadım. Hep aklımın verileri ile yaşadım. Çünkü tek yol yol gösterici akıldır. Bu nedenle de çok horlandım, aşağılandım…

Şimdi gelelim sorularınıza: “Madde konusu, maddenin yoktan var olduğu” konusu:

Bu konuda bilim şöyle diyor: “Hiçbir madde yoktan var olamaz, var olan da yok olamaz.” Ne var ki diner bu konuda “Tanrı dünyayı yoktan var etti!” diyor.

Bilime ya da vahye inanmak insanın kendi takdiridir. Sen niye vahye inanmıyorsun diye inanmayanın tepesine çökmek ilkelliktir. Bunun yanında ille bilime inanmalısın diye insanın başına çökmek de ilkelliktir… Bırakın herkes isteği gibi inansın, ama fikrini açıklasın, fikrini açıklıyor diye kimse kimseye karışmasın.

“elma ağacı bizi bilmez ve bizi tanımaz ama bakıyoruz ki tam bizim için uygun rengi” Elmanın bize uygun olduğunu, insanlığın toplama döneminde, deneme yanılma yoluyla insan bulmuş. İnsana hiçbir yararı olmayan ağaç meyveleri da var. Örneğin kimi çam ağaçlarının kozalakları hiçbir işe yaramaz. Ağaç kütüğü gibidir mübarek. Bir de şu var: Anadolu’nun ve dünyanın birçok dağ köylerinde elma yüzü görmeden gelip giden insanlar da var…

“elması nı bedavaya verecek kadar aptal olur muy du hiç.” Elması da bulan insan. Bakmış ki parlak, göz alıcı ve de doğada çok az bulunuyor. Salt başkalarından varlıklı olduğunu göstermek için parasını konuşturuyor. Elmas denilen bu nesneden niçin yoksullar yararlanmıyor acaba? Elmasın yüzünü görmeden gelip giden milyarlarca insan var…

“Şu dünyada olan büütn işlere baktığımızda herşeyin hemen hemen insanlar için olduğunu görüyoruz.” Ama bil ki bizim için olmayan şeyler de var. Örneğin Okyanusların derinliklerinde, dağların tepesinde olanlar,  ki bunların içinde canlı da var cansız da var, soruyorum sana bunların çoğu insanın neyine yarar…Hele şu domuz denen zavallı hayvan, özellikle Müslümanların, nesine yarar?

“Peki o zaman o hırsızı biz mi yaratmış oluruz.” Hukukta karine diye bir kavram var. Görülen olaydan görünmeyen olay hakkında hüküm çıkarmak. Evde sabit duran eşya yerinden oynamışsa muhakkak bunu oynatan bir neden var diyerek hüküm çıkarırız ki buna karine adı verilir.

“kötülüklerin cezalarını kim verecek” Kötülüklerin cezasını insan, toplum ya da toplumun örgütlenmiş gücü olan devlet verir. Burada sana İslam cemaati arasında anlatılan bir fıkra: “Müezzinin biri yakındaki bir ev hanımı ile mercimeği fırına vermiş. Kadının oğlu da, kocası da bu durumdan haberdar. Oğlan daha fazla dayanamamış. Bir sabah müezzin minarede ezan okurken minareye çıkmış merdivenlere mercimek dökerek aşağı inmiş. Ezanı bitiren müezzin aşağı inerken adımını atar atmaz merdivenden tangır-mangır yuvarlanarak ölmüş. Kadının kocası: “Gördün mü Allah cezasını nasıl verdi!”deyince:  Oğlan da içinden: “Eğer ben o mercimekleri merdivenlere dökmeseydim müezzin daha çook annemle mercimeği fırına verirdi…” demiş.

Bütün dinler de bunu bildikleri için suçlunun cezasını yakalar yakalamaz verir. Yoksa nasıl olsa Tanrı cezasını öbür dünyada verecek diye kimseyi serbest bırakmamışlardır. Hem bir suçluya işlediği suçtan ötürü hem bu dünyada hem de öbür dünyada iki ceza nasıl olur da verilir. İşlenen suçun belli cezası bir süre ile ödenmeli değil mi? Bir suça ilanihaye ezelden ebede ceza verilir mi?

“insanların suç işlemesi nasıl önlenecektir.” Günah işlersen cehennemde yanarsın demekle suç önlenememiştir. Kaldı ki suçlar tamamen önlenemez. İnsan var olduğu sürece suç olacaktır. Suçlar kısmen  azaltılabilir ama büsbütün ortadan kaldırılamaz. Bunlar bir toplum da olağan şeylerdir. Bu nedenle insanlar yasama, yürütme, yargı demiştir…

 “siz insan-ı kamiller kaç kişi” Ben insan-ı kâmilim demiyorum; ben, insan-ı kâmil olmaya çalışıyorum, diyorum. 25 yaşımdan önceki yaşamımla 25 yaşımdan sonraki yaşamımı karşılaştırınca çok olgunlaştığımı görüyorum ve bunu söylüyorum. Ama tamamen insan-ı kâmil oldum demiyorum.  İnsan-ı kamillerin sayısı ne kadardır onu da bilemem.

Şeytan (öfke, kin, nefret…) insanın yaratılışında vardır. Bunun yanında insanı; doğruya, güzele, iyiye… sürükleyen duygu da var ki buna da Tanrı denir. Öfkeye, kine, nefrete uyarsan şeytan, yok bunların tersi olan bağışlamaya, doğruluğa, dostluğa, sevgiye…yönelten duyguya uyunca Tanrı yolunda sayılırsın. Ne şeytanı ne de Tanrı’yı, büsbütün ortadan kaldıramayız. İnsan olduğu sürece bunların ikisi de olacaktır… Ancak, Şeytana da direnmenin de bir sınırı vardır. Ama insan bütün bunlara karşın olgun bir insan olmaya çalışmalıdır. İradesini kullanarak şeytanı söz sahibi etmemelidir.

“Peki islam fuhuş mu yapın diyor” Hiçbir din fuhuş yapın, insanlara kötülük yapın demez. Ne der? Kâfirdir, müşriktir, zındıktır, mürtettir…. Katli vaciptir, der… Bu ise din ve vicdan özgürlüğüne, insanın can ve mal güvenliğine indirilmiş en ilkel bir darbedir…  Yani şimdi sen kâfir sandığın bir topluğu imana davet etmek için savaşır da onun ganimet adı altında onun mal varlığını zimmetine geçirirsen; karısını kızını cariye olarak koynuna alırsan böyle bir şeyi Allah mı emretmiş olur?

Eğer Tanrı böyle bir şeyi emrediyorsa, böyle bir şeyi meşru görüyorsa benim o Tanrı ile de onun gönderdiği peygamberle de, indirdiği kitap ile de, onun getirdiği din ile de bir ilgim yoktur. Bu durumda yazın deftere; Hayri Balta, Allahsız, dinsiz, kâfir diye…

Böylece size olan borcumu eda ettim. Bu gece rahatça uyuyabilirim.

Şimdi kal sağlıcakla, yeniden saygı, sevgi sana..

HB 16.1.2004

X