GAZİANTEP HALKEVİ’NDE HALKÇI ÇALIŞMALAR

GAZİANTEP HALKEVİ’NDE

HALKÇI ÇALIŞMALAR

 

Sevgili Fevzi,

önce sevgi…

 

Ekte Halkevinde Halkçı Çalışmalar adlı çalışmamı sunuyorum.

Bir kaç yerde adın geçiyor, okuyunca beğeneceğini umuyorum.

 

50 yıl sonra aklımda kalanlar, bu kadar…

Bilmem buna ne der okuyucular.

 

Yalnız bir ricam olacak senden,

Meryem Eroğulları’na verirsen,

Ne yazıda ne da fotoğraflarda bir kesinti yapsın.

Yayınlarsa olduğu gibi yayınlasın…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler yeniden sana…

 

Av. Eren Bilge Balta, 15.8.2010

                                       x

 

                        HANCI

 

Uzaktan gelmişim yorgunum Halkevi

Şiir matinesi ver yavaş yavaş

Çalışmana baygınım Halkevi

Marifetlerini der yavaş yavaş

 

Yolculuk başladı her mahalleden

Herkesin içinde aynıdır neden

Ey Halkevi kim seni böyle eden

Bütün sırlarını ser yavaş yavaş

 

Garibim bu işler bana yabancı

Herkesin içine verdin bir sancı

Bırak bu işleri Halkevli hancı

Başarısızlık sonradan kor yavaş yavaş

 

İşte halkevi sen her zaman böylesin

Öteyi ne sen sor ne halk söylesin

Herkes böyle Halkevi’ni neylesin

Başkanın hesabına gör yavaş yavaş

 

Gariban der derneklerde Başkan var

Programlı, planlı iş yaparlar

Bilmem bu işte de vardır bir plan

Gizli sırlarını ger yavaş yavaş…

GARİBAN AŞIK

 

Gaziantep’te Halkçı Çalışmalar başlıklı çalışmamı; Fevzi Günenç’in GARİBAN Aşık mahlası ile yazdığı şiiri ile başlayıp bitireceğim…

Aradan 50 yıla yakın bir zaman geçmiş. Ben hatırımda kaldığı kadarı ile Gaziantep Halkevinde yapılan halkçı çalışmalar hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

1964 yılı başlarında Gaziantep’te vali olarak Salih Tanyeri var. Salih Tanyer’i Halkevi’nin o zamanki yönetiminin çalışmalarından memnun olmamış olacak ki Gaziantep Gazilerinden Ali Nadir ünlerle görüşüyor. Ona “Gaziantep Halkevi’ni nasıl canlandırabiliriz?” diyor. Ali Nadi Ünler de “Bana birkaç izin ver de bu konuda düşünüp bir çözüm bulayım!” diyor.

Bu görüşmeden sonra Ali Nadi Ünler soluğu Sayın Öğreticim Dr. Emin Kılıç Kale’nin evinde alıyor. Sayın Öğreticime durumu anlatıyor…

Musikide Hayat Dersleri adındaki topluluğumuzda gerek Halk musikisinde; gerekse Klasik Musikisi konusunda yeterli müzisyenler var. “Hayri Balta da Tiyatro Kolunu canlandırır!” diyorlar. Bizim topluluğun Halkevi’ni canlandıracağı konusunda anlaşılıyor ve durum Gaziantep Valisi Salih Tanyeri’ye bildiriliyor.

Bunun İçin İlk Yapılacak işin Halkevi Yönetimin değiştirilmesidir. İşin başında Gaziantep Valisi var. Hemencecik genel kurula gidiliyor. Yönetime Ali Nadi Ünler ve seçtiği arkadaşları getiriliyor.

Halkevi’ne ilk gittiğimde Cabir Tekin ile Mustafa Bakkaloğlu’nun çalıştırdığı bir tiyatro topluluğu var. Bir de Saatçi Hanifi’nin oğlu Adil Hoca’nın çalıştırdığı halk müziği topluluğu …

Yeni yönetim Sayın Öğreticim Dr. Emin kılıç Kale’yi Sohbet Toplantıları ile Özel Musiki Topluluğunu oluşturmakla görevlendiriyor. Beni de Tiyatro Kolu Başkanlığına   getiriyor…  Bizim öğrencilerden Boyacıbaşı dediğimiz Fazıl Muhsinoğlu’nu da Halk Müziği topluluğunu canlandırmakla görevlendiriyorlar.

Hemen kolları sıvayarak çalışmalara başlıyoruz. Sayın Öğreticim Dr. Emin Kılıç Kale her Cumartesi Halkevi’ne giderek sohbet toplantılarına ve musiki çalışmalarına başlıyor. Emin Kılıç Halkevi’nde sohbet toplantıları yapar da Gaziantep halkı durur mu? Her cumartesi Halkevi toplantı salonu dolup dolup taşmaya başlıyor. Öyle ki ilk gelen izleyicilerin başında Gaziantep Valisi Salih Tanyeri ve eşi hanımefendi de var. Elbette halktan seyirciler de salonu doldurmuş durumda.

 

 

Fotoğrafta görüldüğü Salih Tanyeri ve eşi arkası dönük olarak oturmakta olan Halkevi Başkanı Ali Nadi Ünler ile Sayın Öğreticim Dr. Emin Kılıç Kale’nin karşısında oturmakta ve arka sırada da haktan kişiler… Dikkat edilirse haremlik selamlık yok; kadın erkek bir arada…

Bu tür toplantılarda herkes kafasına takılan soruları rahatça sorar ve Sayın Öğreticim de bütün içtenliği ile soruları yanıtlamaya çalışırdı…

İşte Halkevi’nde yapılan bu söyleşilerden birini örnek olarak sunuyorum:

X

SAYIN ÖĞRETİCİM Dr. EMİN KILIÇ KALE’NİN BİR KONUŞMASI

 

12.3.1966

“1. Burası Halkevi’dir. Halkın evidir. Harattan çıkmış gibi adamı nereden bulalım. Ne sağa meyli olsun, ne sola meyli olsun, olmaz öyle şey…

Eğer burası halkın evi ise buraya her eğilimde insanlar gelebilir. Bunların içinde sağa eğilimli de, sola eğilimli de olabilir.

Eğilimsiz insan olur mu? Varsa eğer, bunlar kişiliksiz insanlardır.

“2. Ben Halkevi tüzüğünü okudum. Derneğe giriş koşullar içinde; sağcı giremez, solcu giremez diye bir kayıt yok…

Bu yurtta yaşayanların sağcısı da, solcusu da bizim yurttaşımızdır. İnsandır.

Burası halkın evi ise herkese açık olmalıdır.

Yönetim kurulu üyelerinin görevi polislik veya savcılık değildir.

Yok Hayri Balta, aşırı solcudur; burayı nurcularla dolduralım… Yok bilmem kim Nurcudur; burayı solcularla dolduralım dersen ve bunu duyan adı geçenin yakasına yapışır da: “Arkadaş, sen benim suç olacak neyimi gördün de sağda solda sağcılığımdan, solculuğumdan söz ediyorsun derse ne yanıt verecek?

+

SAYIN ÖĞRETİCİM Dr. EMİN KILIÇ KALE’NİN BİR DERSİ

 

19.3.1966: Halkevi’ndeyiz: Bir izleyici soruyor:

“Siz ölürseniz felsefeniz sizinle gidecek. Bir kitap falan…”

Yanıt:

“Ne duruyordunuz? 20 yıldır ders veriyorum, neredeydiniz… 27 yıllık tahsilim  17 yaşında kurduğum felsefeme süs ve cila olmuştur.  “

“Sizde kusur yok mu?”

“Varsa, gösterin, düzelteyim…”

“Ben tatmin olmadım…”

“Bana ne? Tatmin ederim demedim ki, yanıt veririm, dedim… Yanıtlarım tatmin eder, etmez, beni ilgilendirmez…”

“Niçin okudunuz kitapları?”

“Demirci,marangoz olsaydım, bana yanaşamazdınız…”

“Musikin anlaşılmıyor?”

“Biz burada ders yapıyoruz… Senin anlayıp anlamaman beni ilgilendirmez…”

“Bir insan duygulanmazsa kavak ağacından ne farkı kalır? “

“Yüksek seviyedeki insan için kederlenecek, sevinecek bir şey yoktur. Bilmiyoruz ki sevinilecek, üzülecek bir şey yoktur.

Ben görüşümü kabul ettirmek peşinde değilim. Olsaydım kitap yazardım.

“Öyle ise gayen yok…”

“Çalışmasını bilmeyenler içindir söz konusu gaye…”

Bir başka soru üzerine:

“Niçin sigara içiyorsun demem. Bana gerekçesini göster ben de içeyim derim…”

“Gerekçe kendine mi umuma mı?”

“Kendine gösteren umuma göstermiş olur…”

“Gerekçeyi nasıl bilmeliyiz?”

“Hak!”

Konu değişiyor:

“Kahve konusunu halletmeden bir adım attırmam…”

“Bahis toplum üzerinde…”

“Ben toplum üzerinde konuşmuyorum. Ben senin üzerinde konuşuyorum. Ben bireyciyim… Ben senden bahsediyorum, bütünden bahsediyorum…Psikoloji mevcut ilimlerin özetidir. Psikolojiyi bilen adamın bilmediği ilim yoktur.

“Ruh hallerine inanmaz mısınız?”

“Ruh var demedim. Geçen ders söyledim. Ruh, maddenin devamıdır…”

“Siz, felsefem bana ait dediniz…”

“Bana ait olsa kimseye söz söylemem. Ben felsefemin yaratıcısı benim diyorum. Yerli malı…”

“Filozofum diyorsunuz… İlkelerini söyler misiniz?”

“Güzel! Çıkar bakalım kağıdı kalemi… Yokmuş! Şuna kağıt kalem veriniz… Bir de öğrenci olacak başıma…”

“Çağırmak saygısızlık mı?”

“Evet! Gel şunu öğren demek, insana saygısızlıktır.  Şu sigarayı terk et diyemem. Ben bunu yapamam…”

“Çok arzu ederdim; bir eseriniz olsun!..”

“Bu arzuna bir şey diyemem…”

“Siz kendinize bir adam yetiştirdiniz mi?..”

“Yetiştiririm demedim ki? Öyle bir isteğim yok ki!..”

“Yapamadığınız gün ne olacak?”

“Bana ne… Ben şimdi görevimi yapıyorum.”

Konuk bir şey söyleyecek olur…

“Sabırlı ol! Sabırlı olmayan yiğit değildir…”

“Bir yerde anlaşamadık…”

“Ben anlaşalım demedim ki?..”

“Felsefenizin ilkelerini soruyorum…”

“Yaz bakalım şimdi. Sayın Filozof’tan soruldu:

Yanıt:

“1.  İnsanlara ve insanlığa olan saygımın yüksekliğinden, sorulmadan, hiçbir şeye yanıt vermem…”

“2. Verdiğim yanıtların muhatabım tarafından beğenilip beğenilmemesi asla söz konusu değildir…”

“3. İleri sürdüğüm fikirler için; iyidir diyecek kadar baskı yoluna sapmamışımdır…

“4. Hiçbir felsefe ekolüne, hiçbir tarikata, hiçbir derneğe bağlılık söz konusu değildir.; yani, fikirler tamamen orijinal ve yerlidir. Kendi malımdır.

Bu arada terzi olduğunu bildiğimiz bir başkası soruyor. Terziye:

“Yaz bakalım! Sayın filozoftan soruldu. Tabiatta gaye var diyen filozoflar var.; bunu reddedenler de var… Bir de benim fikrim var. O da ikinci gruba yakın geliyor. Buna göre gerçek nedir? Söyler misiniz?”

Yanıt:

“İnsan denilen yaratığın en üstün niteliği sorumluluk duygusudur. Bu nitelik o kadar önemlidir ki; bu duygu bırakılmadığı sürece insan er geç gerçek dine erişir. O da son amaçtır…

Ben o filozofların yerinde olsaydım, senin de yerinde olsaydım: gaye falan filan deyeceğime sorumluluk duygusuna canı gönülden sarılır; bir an önce, dindar olurdum…”

Konuk soruyor:

“Tabiatın amacı nedir?”

“Siz insanlık için amacı aldınız…”

“Ben toptan tabiattaki amacı soruyorum…”

“Tabiattaki bütün varlıklar, unutma ki insan sayesindedir…Yoksa bunlar yoktur. Giderek kendine gel…Öküzü boynuzundan yakala; yani insanı bırakma. Bütün işlem insan üzerinde. Çünkü tabiat kelimesi bile insanın  kendi malıdır. Buna göre insan her şey olmuş olur…”

“O halde Tanrı da insanın…”

“He ya!.. Tanrı kelimesi bile senin… İnsan olmasa Tanrı olmazdı!..”

Aynı izleyici başka bir soru soruyor:

“Sorumluluğun tanımını yapar mısınız? Sorumluluk ne demektir? Kökü nereden gelir?”

“Fennin son buluşuna göre dünyamızda hayat başlayalı bir milyar yıl olmuştur. İnsanların esas atası hayvan olduğuna göre insanların o atalarından ayrılışı da ortalama 4 milyar yıl olmuştur. İşte bu uzun süre içindedir ki insan denilen yaratıkta  sorumluluk duygusu doğmuştur. “

Bu arada bir lise son sınıf öğrencisi soruyor:

“Efendim her şey senin diyorsun. Ben kimim?..”

“Ben kimim deyen sensin!..”

Öğrenci konuyu değiştiriyor:

“Biraz önce Musikim nasıl dedin? Ben de nezaket icabı ‘Güzel!’ dedim.Gerçekte ise güzel değil, nezaket icabı beğeniyorum dedim…”

“Sen bir riyakardan başka bir şey değilsin öyleyse…”

“O halde siz bir sofistsiniz…”

“Ben sofist mofist tanımam…”

Bir başkası sordu:

“Allah’a nasıl varılır?…”

“Allah’a varılamaz, Allah’a yanaşılamaz…”

+

Bu soru yanıt şeklinde olan söyleşiler bittikten sonra musiki çalışmalarına geçilirdi…

Görüldüğü gibi fotoğrafın tarihi 25.10.1964’tür. Fotoğrafın başında da Halkevi’nde “Özel Musiki” dersleri yazıyor.

Halkevinde yapılan bu musiki çalışmalarında masada tef çalan Dr. Emin kılıç Kale ve hemen masanın yanında ben de tef çalarak Sayın Öğreticime eşlik ediyorum… Karşıda görülenler Musikide Hayat Dersleri öğrencileri arkası dönük olarak oturanlar da izleyicilerimiz…

Bu sohbet ve musiki toplantıları aralıksız olarak her hafta Cumartesi günleri öğleden sonra Halkevi salonunda yapılmaktadır.

Diğer Halk Müziği çalışmaları ise Cumartesi ve Pazar akşamları sahnelediğimiz oyunlardan önce izleyicilere sunulurdu. Her hafta halkevi sahnesinde oyun sahnelenirdi.

Dediğim gibi oyunlardan önce Cumartesi günleri Saatçi Hanifi’nin oğlu Adil’in ekibi Halk Müziği Topluluğu sahneye çıkardı. Pazar günleri ise Fazıl Muhsinoğlu’nun  Halk Müziği Ekibi sahneye çıkardı.

Fotoğrafta Fazıl Muhsinoğlu’nun Halk Müziği topluluğunu görüyoruz. Fazıl Muhsinoğlu’nun saz öğretiminde önemli bir rolü olmuştur. Diyebilirim ki saz öğretimi Gaziantep’e Fazıl Muhsinoğlu aracılığıyla ve öğretmenliği ile gelmiştir. Bu durumu saz çalan şimdiki ustalara hatırlatmayı bir görev bilirim… Saatçi Hanifi’nin oğlu Adil’e saz çalmayı öğreten de Fazıl Muhsinoğlu’dur. Fazıl Muhsinoğlu bizim Emin Kılıç topluluğunda saz değil tambur çalardı.

Halkevinde klasik müzik Dr. Emin Kılıç Kale, halk müziği Fazıl Muhsinoğlu ve Adil Hoca’nın başkanlığında yapılırdı. Bir de daha küçük olan ortaokul öğrencilerine seslenen batı müziği topluluğumuz vardı. Bunun başında da Nail Korkmaz adında genç bir çocuk bulunurdu. Müzik konusunda müthiş bir yetenekti. Hangi saz aletini eline versen hiç aksatmadan hemen çalmaya başlardı. Genellikle de genç yaşında batı müziği konusunda uzmanlaşmıştı.

Bu toplulukta halk müziği topluluğundan önce sahneye çıkardı ve küçük çocuklardan oluşan bu topluluk da batı ezgilerini seslendirirdi…. İzleyicilerimizden de çok alkış alırdı.

 

Ortada mandolin çalan Nail Korkmaz Hoca’dır. Bu çocuk ekmeğini saz çalmakla çıkarırdı. Şimdi nerede, ne yapmaktadır bilmiyorum. Çok da şirin bir çocuktu. Ne istersek sessiz sedasız yerine getirirdi. Bizimle birlikte sonuna kadar çalıştı. Sonra memleketten ayrıldı ve nereye gittiğini de bilmiyorum…

Bu arada ne dinsizliğimiz, ne komünistliğimiz ne de masonluğumuz kalıyordu söylenmedik. Oysa ben de dâhil olmak üzere hiçbirimiz ne dinsizlik, ne komünistlik ne de masonlukla ilgimiz vardı. Yalnız tasavvufî görüşlerimiz halka ters geliyordu. Onlar istiyorlardı ki Sünni bir Müslüman olalım. Namaz kılalım, oruç tutalım. Hurafelere inanalım. Oysa biz aklın üstünlüğüne inanıyorduk, biliminin yol göstericiliğine…

Atatürk önderimizdi. Onun ilkeleri ve ülküleri yaşamımıza yön veriyordu.  Bu niteliklerimizden ötürü aleyhimizde dedikodular yapılmaya başlandı. Emin Kılıççılar Halkevi’ni ele geçirdi deniyordu. Oysa Yönetim Kurulunda bizden bir tek kişi vardı… O da Hüseyin Bahir Patpat’tı.

 

Sol başta görünen Halkevi Yönetim Kurulu üyesi Hüseyin Bahir Patpat. Ortada Halkevi Başkanı Ali Nadi Ünler. Sağ başta da ben Hayri Balta…

Daha önce de söylediğim gibi Halkevi Tiyatro Kolu Başkanlığına beni getirdiler. Benim öyle bir Cahit Saraç gibi bir tiyatro tahsilim olmadığı gibi Mustafa Bakkaloğlu, Cabir Tekin gibi tiyatro tecrübelerim de yoktu.Yalnızca bir tiyatro severdim…

Bu arada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. O sıralar Gaziantep Amerikan Hastanesinde çalışıyordum. Bir gün Amerikan Hastanesi Müdürü odama geldi.

“Sen, dedi, yazarmışsın, tiyatrodan da anlarmışsın… Bu yılbaşı Hastanede bir gece düzenleyeceğiz. Bir oyun yaz da sahneleyelim…”

Müdürün bu sözleri beni onurlandırdı. Düşünmedim bile:

“Olur, baş üstüne!..” dedim.

1964 Yılbaşına bir ay kadar bir zaman zaman var. Bu bir aylık süre içinde oyunu yazacaksın, oyuncuları ayarlayacaksın, provalarını yapacaksın ve sahneye koyacaksın.

Oyuncu kadrosu hastane personelinden olacaktı. Fazıl Mühsinoğlu da hastanede çalışıyordu. Onu  Halk Müziğini korosunu hazırlamakla görevlendirdim. Zaten çalıştırdığı bir ekibi vardı.

Ben de hemen masanın başına geçtim. Bir günde 16 sayfalık Sakar Ali adlı oyunu yazdım. Artık oyuncuları bulup prova çalışmaları yapabilirdik. Oyuncuları hastane çalışanlarından ayarladık. Kadın oyuncuları da hemşireler canlandıracaktı. Bir de halay ekibi oluşturduk. Tabakhanenin kenar semtinde oturan çalgıcılardan da bir davul zurna ayarladık. Başladık halay oyunlarına çalışmaya.

Neyse uzatmayalım. 1964 yılı Yılbaşı Gecesini Amerikan Hastanesinin toplantı salonunda yaptık. Gecenin açılış konuşmasını da aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi gecenin açılış konuşmasını da ben yaptım:

Hastanenin toplantı salonu tıklım tıklım dolmuştu. Hastane çalışanları ve yakınlarının çoğu oturacak yer bulamamış, geceyi ayakta izlemek zorunda kalmıştı.

Bu konuşmadan sonra davul zurna eşliğinde Halay Ekibimiz sahneye çıkmıştı. Daha önce hiç oynamadığımız halde başarılı bir halay sektik. Halaydan sonra öyle bir alkış aldık ki şaştım kaldım. İşte Halay Ekibimiz…

 

Tam ortadaki uzun boylu kişi benim… Diğerleri Hastanenin hastabakıcıları ve hemşireleri…

Amerikalı hemşireler ve doktorlar da kendi halk oyunlarından oyunlar sergiledi. Artık sıra bizim Sakar Ali adlı oyunu sahnelemeye gelmişti.

Oyunu ben yazmıştım. Sahneye ben koymuştum. Yönetmenliğini ve oyunculuğunu da yapmıştım. Oyunda bir ciğer kebapçısı dükkânında geçen olayları canlandırıyorduk.

Oyun, beklemediğim bir ilgi ile karşılandı. Salon gülmekten kırılıp geçiyordu. Oyunun yankıları Gaziantep yerel basınında yer aldı. Durup dururken adımız yazara ve tiyatrocuya çıkmıştı. Bu oyundan da bir kare alarak yeniden halkevi çalışmalarına geçelim.

Sol başta ayakta kendisini savunmaya çalışan Sakar Ali’yi canlandıran ben. Ortada fötr şapkalı olarak görülen Hastane Müdürü Abdullah Sinek… Elinde süpürge ile vurmaya çalışan ise hastanede çalışan bir hemşire…

Amerikan Hastanesindeki geceye niçin geçtim. Şunun için… Bu gecedeki başarılı çalışmam benim Halkevi Tiyatro Kolu Başkanlığına getirilmem için bir bonservis olmuştu.  Yönetim ve arkadaşlar bu işte başarılı olacağıma inanmışlardı.

Ne var ki beni Halkevi Tiyatro Kolu Başkanlığına getirilmem daha önce Halkevi Tiyatro kolunda çalışanlar tarafından iyi karşılanmamıştı.

Cabir Tekin, sessiz sedasız Halkevinden ayrılıp gitmişti. Ali Araptarlı ayrılıp gitmemişti ama hiçbir oyunumuzda da rol almamıştı. O zamanlar kendisi bir lise öğrencisi idi. Kendisini hep kara kalemle Türkay Şoray’ın resimlerini çizerken hatırlarım. Türkan Şoray’ın gözlerine hayrandı. Bu gözleri başarılı biçimde çizerdi…

Abdullah Bakkaloğlu’na gelince cıngar çıkardı. Niçin, neden olduğunu bilmediğim bir kızgınlıkla Halkevi Başkanı Ali Nadi Ünler’le yüz yüze tartışmaya girdi. Ali Nadir Ünler’e Kendisinden beklenmeyecek bir biçimde, çok ağır hakaretlerde bulundu. Bu tartışma sırasında yanlarında ben de vardım. Ali Nadi Bey, Mustafa Bakkaloğlu’nun hakaretlerini olgunlukla karşılıyor, ses çıkarmıyordu. Ne var ki Mustafa Bakkaloğlu’nu disipline verdi beni de tanık olarak gösterdi.

Disiplin kurulunda ifade vermek üzere çağrıldım. Bildiklerimi, duyduklarımı olduğu gibi anlattım. Yalan söyleyemezdim, bu benim karakterime uymazdı. Benim, bu olanı olduğu gibi anlatmam Mustafa Bakkaloğlu’nu kızdırdı. Uzun süre benimle konuşmadı. Sonra ne olduysa oldu bana güler yüz göstermeye başladı. Şimdi her Gaziantep’e gidişimde Mustafa Bakaloğlu’na uğramadan geri dönmem…

Artık, bu uzun girişten, sonra Halkevi tiyatro çalışmamızı anlatabilirim. Nasıl oldu bir türlü anlayamıyorum. Hiçbiri hakkımızda yapılan dedikodulara kulak asmıyordu. Gençler birbiri ardınca gelip Tiyatro Kolu’na yazılıyorlardı.

Bunlar arasında adlarını hatırlayabildiklerimi, alfabetik olarak, şöyle sıralayabilirim. Ekrem Erkek, Fetullah Göğüş,Halil Birecikligil, Mehmet Türkan, Süleyman Karakuş, Vahittin Bozgeyik… Bunlardan başka daha 10’a yakın genç vardı. Ne var ki aradan 50 yıla yakın bir zaman geçtiği için adlarını hatırlayamıyorum… Onlardan özür dilerim ve bana “Ben de vardım!” diye bilgi verirlerse adlarını buraya yazabilirim…

İlk olarak yukarda anlattığım SAKAR ALİ adlı oyunu sahneledik. Başrolde Süleyman Karakuş oynuyordu. Sakar Ali’yi de başarı ile canlandırıyordu.

Bu ilk oyunumuzdu her cumartesi ve pazar günleri sahneleniyordu ve salon ağzına kadar doluyordu. Öyle sanıyorum ki bir ay kadar sahnede kaldı… Ve bu oyun Gaziantep basınında aşağıdaki biçimde yer aldı:

“HALKEVİ’NDE HALKÇI ÇALIŞMALAR

 

Halkevi’nde cumartesi ve pazar günü akşamı “Halkevliler Gecesi” düzenlendi.  Bu münasebetle Güneyin Sesİ ekibi ile Halkevi Korosu türküler söyledi.

Her iki ekip de beğenildi. Halkevi üyelerinin yaptıkları, resim   ve heykeller gösterildi

Bundan sonra Hayri Balta tarafından yazılan Sakar Ali adlı bir perdelik komedi sahneye kondu. Piyes konusunu Gaziantep’ten alıyordu ve bir ciğerci dükkânını canlandırıyordu. Piyes boyunca salondakiler zaman zaman güldüler.

Bu arada Alay Komutanı Kurmay Albay Tokatlı sık  sık kahkaha attı.

GAZİANTEP TOPLUM GAZETESİ, 26.5.1965”

Ne var ki bu oyuna ilişkin elimde bir fotoğraf yok. Bunun yerine Amerikan Hastanesindeki oyundan bir fotoğraf veriyorum.

 

Oyunun bitiminde izleyicileri selamlıyoruz. Sol başta Sakar Ali rolündeki ben. Hemen solumdaki ciğerciyi oynayan hastane Aşçıbaşısı Hasan Usta… Hasan ustanın solundaki Hastane İdare Müdürü Abdullah Sinek… Çarşaflı olarak görünen Erkek Aşe rolündeki bir hemşire. En sağdaki iki kişi de hastane çalışanlarından iki genç…

Sakar Ali’den sonra yine benim yazıp sahnelediğim Şaşkın Başkan adlı bir perdelik oyun sıraya girdi. Arka arkaya sahnelediğim ve tarafımdan yazılan bu iki oyun benim adımı tiyatrocu olarak anılmaya yeti. Bu oyun da bir cumartesi ve pazar günleri olmak üzere bir ay kadar sahnelendi.

Bu oyunu da adını hatırlayamadığım genç çocuklar başarı ile canlandırmışlardı. Oyundaki karakterleri sanki tiyatro okulunu bitirmiş gibi ustalıkla canlandırıyorlardı. Onların bu başarısı biz Halkevi yöneticileri mutlu ediyordu.

Her oyun sırasında da Halkevinin kapısına bir pano yerleştiriyorduk. Bu panoyu da şöyle yazıyorduk.

HALKEVİ SUNAR

“ŞAŞKIN BAŞKAN”

SAHNEYE KOYAN

HAYRİ BALTA

 

Bu panonun bize alerjisi olanlar üzerinde olumsuz etki yaptığında kuşku yok. Fakat hiçbir zaman saldırıya uğramadı. Bu da ne desen değerdi. İşte ŞAŞKIN BAŞKAN adlı oyundan bir kare:

 

Şaşkın Başkanı rolünü oynayan genç delikanlı ile onun eşi rolünü ve de afsuncu kadın rolünü oynayan genç kızlarımızın adını hatırlayamıyorum. Eğer tesadüfen bu yazımı okuyarak kendilerini tanıtırlarsa adlarını yazmayı bir ödev bilirim.

Bu oyunlardan sonra arka arkaya Cahit Atay’ın PUSUDA ve ORMANDA adlı oyunlarını sahnelemeye başladık. Bu oyunda Süleyman Karakuş ve Vahittin Bozgeyik başrolde oynuyorlardı. İkisi de kendilerine verilen rolleri başarı ile canlandırıyorlardı.

Süleyman hareketli, yerinde duramayan bir gençti. Vahittin Bozgeyik ise sessiz sakin ve çok konuşmayan bir gençti.

Bir oyun sırasında Süleyman Karakuş’un rol gereği yerde yatmakta olan Vahittin Bozgeyik’e vurması gerekiyordu. Süleyman Karakuş rolüne öylesine kendini kaptırmıştı ki yerde yatan Vahittin Bozgeyik’in böğrüne öyle bir tekme savurduki Vahittin Bozgeyik neye uğradığını şaşırdı. Canı yandığından öyle bir çiğlık attı ki izleyiciler onun samimi çığlığını rol sanmıştı ve bu nedenle de çılgınca alkışlamışlardı. Oysa Vahittin Bozgeyik rol yapmıyordu. Tekmenin acısı ile kıvranıp duruyordu.

Bu davranışı nedeni ile Süleyman Karakuş’u azarladım. Böyle kendinden geçercesine rol yapmakla gerçeği birbirine karıştırırsa kendisine rol veremeyeceğimi söyledim. Bundan sonra daha dikkatli olmaya çalıştı.

Cahit Atay’ın bu iki oyunu da aylarca sahnelendi. Salon tıklım tıklım doluyordu. İzleyicilerimiz Halkevinin tiryakisi olmuşlardı sanki. Ayrıca birer perdelik iki oyun daha oynadık; bunların adı da  Unesco yayınlarından Gergedan ve Dönemeç idi.

Şimdi size bu izleyici topluluğundan bir kare sunuyorum

:

Sol başta Halkevi Başkanı Ali Nadi Ünler ve eşi hanımefendi. Tam ortada ben; sağ yanımda eşim Meliha Balta. Benim solumda Fevzi Günenç. Fevzi Günenç’in solunda Güner Samlı. Güner Samlı’nın yanında da eşi Aysel Samlı…

Solda Ali Nadi Ünler’in arkasında Sayın Öğreticimin iki oğlu var. En soldaki Uğur Kale, onun yanındaki İmre Kale. İmre Kale’nin solundaki de Dr. Emin kılıç Kale’nin öğrencilerinden Ekrem Uytun…

Bu Ekrem Uytun şimdi Almanya’da yaşamakta ve bir kültür elçisi gibi çalışmakta.  77 yaşında olmasına karşın başına topladığı gençlere  aynı Emin Kılıç Kale gibi ney dersi vermekte aynı zamanda da tasavvufi görüşlerini açıklamaktadır.   Yani anlayacağınız tam bir kültür elçisi gibi çalışmakta…

Şimdi gelelim sonumuzu hazırlayan halkçı çalışmalarımıza.  Bu güne değin bütün tiyatrocular kentin ileri gelenlerine, eşrafına, hatırı sayılanlarına, yöneticilerine, memurlarına oyun sergilerler; onların beğenisini kazanmakla mutlu olurlardı. Ne var ki ben değişik bir yol izledim. Hep halka yöneldim. Gaziantep halkına oyun sergilenmekle yetinmeyip köylere de açıldım.

İlk olarak bir otobüs dolusu şendik ile kentimize en yakın bir köy olan Nurgana’ya gittik. Köylüleri köy meydanına topladık. Onlara Cahit Atay’ın Ormanda oyununu sergiledik. Köylülerin büyük ilgisini gördük, büyük alkış aldık. Bir yanda halk oyunları ekibimiz halay sekiyordu; ondan sonra Halk Türküleri ekibimiz saz eşliğinde köylülere türküler okuyordu.

Kafilemizdeki genç âşıklar Nurgana’nın ortasından geçen Sacır suyunun kıyısındaki erik ve zerdali ağaçları altında kuracakları yuvanın hazırlıklarını yapıyorlardı. Bu âşıkları şöyle sıralayabiliriz. Güner Samlı ile Aysel Samlı… Fevzi Günenç ile Gülten  Aldaş, Durmuş Toraman ile Hayriye Ustaoğlu… Bu aşıklar sonradan yuva kurdular ve çoluk çocuk sahibi oldular…

Nurgana’da sabahtan akşama değin yedik, içtik, gezdik, eğlendik, türküler okuduk, oyun sergiledik. Kafilemizdeki gençlerin tadı damağında kaldı. Döndükten sonra ikide bir beni sıkıştırıyorlardı: “Bir köye daha gidelim…”

Bir ay sonra bir köy gezisi daha hazırladık. Bu kez hedef Kilis yolu üzerindeki Karacaburç köyü idi. Halkevlileri bildirildi. Karacaburç köyüne gideceğiz. Gideceklerin adları yazıldı. Buna göre otobüs tutuldu. Bir Pazar sabahı Karaçaburç köyüne doğru hareket edildi. Köylüler bizi köyün girişinde karşıladı. Halkevlilerin hepsi köyün ağaçları altında sergilerini açtılar. Gençler kümeler halinde ve hep bir arada eğlenip duruyordu. Köylülerle çabucak kaynaşmışlar ve kırk yıllık arkadaşmış gibi konuşup tanışmaya başlamışlardı.

Bu arada ben de sağdan soldan topladığımız çalı çırpı ile bir süpürge oluşturdum. Bu çalı çırpıyı bir süpürge gibi kullanarak oyuncularımız oynayacağı sahneyi çerden çöpten ve taştan temizlemeye başladım. Köylülerden biri de bana yardım ediyordu. Şimdi bu sahne hazırlama çalışmamıza bir göz atalım…

 

Dediğim gibi elimde çalı çırpı bir köylü ile birlikte köy meydanında oyuncularımızın sergileyeceği oyun için sahne hazırlıyorum. Arkada oturmuş olarak ve ayaktaki köylüler bizi izliyor…

Bu geziler bizim Halkevli gençlerin de hoşuna gidiyordu. Çünkü her köyde bir başka ortamla karşılaşıyorlardı. Yeni yeni arkadaşlıklar ediniyorlar ve dostluklar kuruyorlardı. Genç, yaşlı, erkek, kadın, kız bir arayı gelerek kaç göç olayı yaşamadan; haremlik, selamlık demeden, kaynaşıyorlardı. Bu oluşum ise karanlık güçlerin dikkatinden kaçmıyordu ve kapalı kapılar arkasında bu Halkevi yönetiminden nasıl kurtulacaklarının hesabını yapıyorlardı.

Köylerde yaptığımız bu etkinliklerin biz Halkevlilerin tadı damağında kalmıştı. Hep birden gelip beni sıkıştırıyorlardı. “Bu ay hangi köye gideceğiz.?”

Ben de durumu Yönetim kuruluna aktarıyor gereken izni alıyordum. Bu kez de hedef şimdiki Otogarın arkasında bulunan Karahüyük köyü idi. Önce Karahüyük köyüne gidildi. Köy muhtarı ve İhtiyar Heyeti ile görüşüldü. Geleceğimiz gün bildirildi. Onlar bu önerimizi sevinçle karşıladılar “Gittiğimiz takdirde çok memnun olacaklarını…” söylediler…

Haydi, bir otobüs dolusu şendik ile Karahüyük köyüne. Orada da Halk Türküleri ekimiz türküler söyledi, Halay Ekibimiz halay sekti. Tiyatrocularımız da yine Cahit Atay’ın Pusuda adlı oyununu sergiledi.

Köylüler ilk olarak böyle bir olayla karşılaşıyordu. Köyün bütün gençleri, erkekleri, kadınları kızları, yaşlıları köy meydanında toplanmışlardı. O gün köyde bir bayram havası yaşamışlardı. Şimdi bu gezimizden bir kare sunalım da yaptığımız hatanın büyüklüğünü anlayalım. Hiç köylülerle böylesine iletişim kurulur mu?.. Köylü köyünde gerek, kentli de kentinde… Olur mu böyle köylüyü de, kentliyi da tiyatro diye, müzik diye etkilemek… Nedir bu  Hayri Balta’nın amacı?..

 

Fotoğrafın ortasında görünüyorum. Benim solumda da köy muhtarı… Çevremizdekiler de köy halkı…

Bu etkinliklerimiz 1964 – 1966 yıllarını kapsamaktadır. Ne var ki bu etkinlikler birilerine batmaktadır ve bu Halkevi yönetiminden nasıl kurtulacaklarının hesabı yapılmaktadır…

Gaziantep Valisi Salih Tanyeri başka bir ile atanmıştı. Önlerindeki en büyük engel kalkmıştı. Artık rahatça bu Halkevi Yönetiminden kurtulurlardı. Kaldı ki Halkevi genel kurul tarihi de yaklaşmış.

Şöyle bir planla karşımıza çıktılar bizden görünerek. “Ali Nadi Ünler yaşlı olduğu için bu Halkevi çalışmaları kendisini çok yoruyor. Yerine genç bir başkan atayalım kendisi de (Ali Nadi Ünler) deneyleri ile yeni başkana akıl verir, yol gösterir…”

Biz Emin Kılıç Kale’nin öğrencileri gerçeğin bizi yönetimden uzaklaştırmak olduğunu anladık. Karar aldık. Hiç itiraz etmeden istedikleri kişilere oy verecektik. Ne var ki Ali Nadi Ünler işin ayrımında değildi ve onlarla birlikte hareket ediyordu.

Genel kurulda karşı yanın istekleri oldu. Öğretmen Cemal Aslan Başkan seçildi. Yeni yönetim işbaşı yapar yapmaz bizler Halkevindeki etkinlikten çekildik. “Nasıl bilirlerse öyle yapsınlar!” dedik. Artık musiki çalışmalarımızı Sayın Öğreticimin evinde yapıyorduk.

Çok sürmedi Halkevi’nin etkinlikleri kalmadı. Halkevi suyu çekilmiş hamama döndü. Ne gelen vardı ne giden, ne de köy gezileri… Kala kala Halkevi Tiyatro Kolu’ndaki gençler kaldı. Onlar da bir etkinlik yapmaya karar verdiler. Yapacakları gecede yapacakları etkinliklerin programını teksirle çoğalttılar. Programda türküler vardı, halk oyunları vardı. şiir etkinlikleri vardı.

Ne  var ki yeni Halkevi Başkanı Cemal Aslan yerel basında sağcı gazeteleri tek tek dolaşarak “Solcular oyun sahneleyerek propaganda yapacak!” diye haber uçuruyordu. Aynı şekilde Emniyeti ve Valiliği haberdar ediyordu.

Sağcı gazeteler de Halkevi Başkanının verdiği bu haberi sanki gece yapılmış gibi baskıya vermişlerdi. Ne var ki beklenmedik bir olay oluyor. Gaziantep Valiliği gecenin yapılmasına izin vermeyince gece yapılamıyor. Ama Gaziantep’in sağcı gazeteleri gece yapılmış gibi gösteriyorlar.

İşte bu olayı Fevzi Günenç gazetesinde aşağıdaki şekilde alaya alıyor:

 

                       HANCI

 

Uzaktan gelmişim yorgunum Halkevi

Şiir matinesi ver yavaş yavaş

Çalışmana baygınım Halkevi

Marifetlerini der yavaş yavaş

 

Yolculuk başladı her mahalleden

Herkesin içinde aynıdır neden

Ey Halkevi kim seni böyle eden

Bütün sırlarını ser yavaş yavaş

 

Garibim bu işler bana yabancı

Herkesin içine verdin bir sancı

Bırak bu işleri Halkevli hancı

Başarısızlık sonradan kor yavaş yavaş

 

İşte halkevi sen her zaman böylesin

Öteyi ne sen sor ne halk söylesin

Herkes böyle Halkevi’ni neylesin

Başkanın hesabına gör yavaş yavaş

 

Gariban der derneklerde Başkan var

Programlı, planlı iş yaparlar

Bilmem bu işte de vardır bir plan

Gizli sırlarını ger yavaş yavaş…

 

GARİBAN AŞIK

 

Bu olaydan sonra da Halkevi’ndeki Halkçı Çalışmalar tarihe karışıyor.

Bir daha da Halkevi kendine gelemiyor.

Şimdi nasıl? Onu da Hayri Balta bilemiyor…

Av. Hayri Balta, 15.8.2010

 

X

 

XX

HALKEVİ’NDE HALKÇI ÇALIŞMALAR

 

Halkevi’nde cumartesi ve pazar günü akşamı «Halkevliler Gecesi» düzenlendi. Bu münasebetle Güneyin   Sesi eki Ekibi ile Halkevi Korosu  türküler söylediler.  Her iki   ekip de beğenildi. Halkevi üyelerinin yaptıkları, resim   ve heykeller gösterildi.

Bundan sonra, Hayrı Balta tarafından yazılan Sakar Ali adlı bir perdelik komedi sahneye kondu. Piyes konusunu Gaziantep’ten alıyordu. Ve bir ciğerci dükkânını canlandırıyordu. Piyes boyunca salondakiler zaman zaman güldüler. Bu arada Alay Komutanı Kurmay Albay Tokatlı sık sık  kahkaha attı. (Gaziantep Toplum gazetesi. 26.5.1965)

x

Sevgili Bilge Balta Ustam

GAZİANTEP KÖYLERİNDE TİYATRO başlıklı anı yazını severek, gülümseyerek izledim. Eti ne budu ne olanlardan devletin şu korkusuna bak…

Senin Sakar Ali ile Şaşkın Başkan oyunlarının metni var mı elinde? Varsa CHP’den bir grup genç oynamak ister.

Sakar Ali’yi amatör bir grup Şehit Kamil Belediyesi adına oynayacak gibi bir haber aldım. Bu sakar senin sakar mı, oyunun adını mı aparmışlar anlayacağım.

Sevgi, saygı ile…

FEV, 6.8.2008

X

Ustam

Sakar Ali’yi aldım. Şöyle bir göz atayım, dedim. Bir sardı, bir sardı beni… Baktım sonuna gelmişim.

Çok beğendim. Harikulade bir oyun. Sanırım 46 yıl öncesinin oyunu. O zamanlar böyle yazmışsın, şimdi yazsan kim bilir nasıl yazardın…

Yazık, yuh olsun bizlere, senin değerini bilemedik. O kadar bilemedik ki, oyununu oynuyoruz, senin adını bile anmıyoruz. İnsanların bu kadirbilmezliğinin önü nasıl alınır, bilmiyorum.

Şimdilik seni yürekten kutlamakla yetineceğim.

Sevgi, saygı…

FEV, 8.8.2008

X

Sevgili Ustam Eren Bilge Av. Hayri Balta,

Önce “Baltasına sap…” yazısına bakalım. İkinci paragrafın başında bir dizgi yanlışı var. “Acı dişi” değil “azı dişi” olsa gerek.

Anılarının her bölümü ayrı güzel. Duyarlılıklarla dolu. Kendi durumun iyi değilken bile diğer aile bireylerinin sorunları için kendini paralıyorsun. Örnek davranışlar…

Bir insanın öğrenimini sürdürememesinden duyduğu acıyı, imrenmeyi, yükselme özlemini ne güzel dile getirmişsin.

Gelelim “Şaşkın Başkan” oyununa.

Bu haliyle bıraksan, oynandığında epeyce sükse yapacak kadar iyi bir oyun. Ancak aynı zamanda etli bir oyun. Yani, sanki: “Ben, bu halimde bırakmayın. Ben çok daha iyi olabilirim” diyor.

Her şeyden önce tiyatro tekniğine uygun olarak yazılmamış. Bunu yeniden yapılandırmalıyız.

Öbür oyunun “Sakar Ali” için de söylenebilir bu.

Yeri gelmişken söyleyeyim. “Sakar Ali” 22 Ağustos 2008 tarihinde Amfi Tiyatroda oynanacak. Bilboartlarda  koca afişler yaptırıp astırmış Büyükşehir Belediyesi. Oynayan Ses Tiyatrosu. Süleyman’ın tiyatrosu yani. Afişte bir eksiklik var. Yazarın adı yok.

Oyunu izleyene kadar bekleyeceğim. Ardından harekete geçeceğim.

Yine ikinci oyununa dönüyorum. “Şaşkın Başkan” üstüne çok konuşmak gerekecek. Bu oyunun kurgusunda bir terslik var gibi geldi bana. Herkes başkan seçilmek isterken bizimki başkanlıktan kaçıyor. Aslında “süyükten yitilmek” istemeyeni anlatıyor oyun ama yıllardır güncel olan, daha yıllarca da güncel kalacak olan seçilmek için çevrilen dolaplardır. Acaba bunu “ti”ye almak daha doğru olmaz mı? Senin kurgunda bireysel kaygı öne çıkıyor, öbüründe toplumsal sorun var. Konuşalım bu konuyu enine boyuna.

Benzer konudaki oyunları da gözden geçirmeli bu arada. Molierre’in “Scapin’in Dolapları” ile “Hastalık Hastası”nı örneğin.

Şimdilik bu kadar. Konuya yeniden dönelim derim.

Sevgiyle, saygıyla.

FEV, 21.8.2008

x

Sevgili Eren Bilge Ustam,

TESETTÜRLE SPOR BAĞDAŞMAZ yazını keyifle okudum. Başbakkalın bu konudaki sözleri bizim de dikkatimizi çekmişti TV’de izlerken. Gülüp geçmiştik.

Başbakkalın iki türlü konuşuğu var. Biri danışmanlarınca hazırlanmış, hesaplı sözler. İkincisi ise başbakkalın anında söylediği sallamaları.

Bu sallamalar pek eğlenceli oluyor. Ama adamın gönlüne koymuyorlar ki, adam yurttaşlarını doyasıya eğlendirsin. Bir bakıma Süleyman Karakuş’a benziyor Başbakkal.

Karakuş dedim de, yarın akşam amfi tiyatroda sahneleniyor SAKAR ALİ. Umarım SAKAT ALİ’ye dönüştürmemiştir oyunu Süleyman.

Bugün bilboartlardaki afişlerin resmini çektirdim. Gelişmelerin peşinde olacağım. Seni bilgilendiririm.

Sevgiyle, saygıyla.

FEV, 21..8.2008

X

Sevgili Fevzi,

Önce sevgi…

 

Merak ettim, Belediye Amfi Tiyatrosunda Sakar Ali mi oynandı; yoksa, Sakat Ali mi oynandı?

Sabahtan beri açıklama yapmadın; işte bu olmadı…

 

Bu konuda beni aydınlatırsan sevinirim.

Sana sağlıcakla kal derim…

 

Sevgilerimle,

Eren Bilge, 23.8.2008

X

Sevgili Ustam,

Oyunla ilgili bilgiyi bu kadar büyük merakla bekleyeceğini tahmin edememiştim. O nedenle yanıtı gecikerek veriyorum.

Ne yazık ki Sakar Ali oyunu oynandı. Ama içine edilerek oynandı. Konu senin oyununun konusunun aynısı. Karakuş, Karakuşluğunu gösterdi ezdi, büzdü içine etti oyunun. İyi ki de “Bu oyun Hayri Balta’nın yazdığı Sakar Ali oyunudur.” demedi.

Benim bildiğim, tiyatrolarda izleyicileri klasik batı müziği karşılar. Ya de en azından hafif müzik… Bu davul zurnayla karşıladı izleyenleri. Amfi Tiyatroya 50 kadar izleyici gelmişti.

Sonra o sayı iki katına çıktı. Ama bu durum Süleyman efendinin umurunda değildi. Zira kendisi oyunu belediyeye satarak parasını peşin almış.

Ayağına şalvar geçirip çıktığı sahnede önce bize uzun bir nutuk attı. Anlayamadım neden, sesi de çok kısıktı. Oyunun ilk gecesi olduğu için, “sesi daha önceki oyunlarda kısılmıştır,” diyemeyiz. Provalarda da insan sesi kısılmaz bu kadar. Olsa olsa, dayanamayıp buzlu rakı içersen başına gelebilir böyle bir şey. Hani Ramazan da yakın ya, geleneksele uyup rakıyla oruca him basarsan olur böyle bir şey olsa olsa…

Neyse… Bizimki o kısık sesiyle, kendisine ait olan Ses Tiyatrosunun Türkiye’deki en büyük altı tiyatrodan biri olduğunu ilan etti.

Ezcümle şöyle sürdürdü sözlerini:

“Şimdi burada benim yerimde Hülya Avşar oynayacak olsaydı. Kapıda 250 YTL’ye satılan biletleri almak için insanlar birbirine girerdi. Biz sanat yapıyoruz, onun ise kimlerle yattığını siz de biliyorsunuz.”

Avşar kızına çamurunu attıktan sonra bizlere sitem etti. “Gaziantep’te kendisine gerekli ilgi gösterilmediğinden küsüp İstanbul’a gitmiş. Orada el üstünde tutuluyormuş. Ama memleket hasreti üstün gelmiş, Gaziantep’e dönmeye karar vermiş.”

Onun bu kararı üzerine Haldun Dormen, “Gel etme, eyleme Süleyman!..” demiş. “Bizi bırakıp gitme…” Dinlememiş, bırakıp gitmiş. Çok merak ettim: Acaba Haldun Dormen kendisini tanır mı?

Oradaki izleyiciler nasıl olsa bilmezler Haldun Dormen’in tiyatroculuğunu. Anımsarlarsa onu ancak Gülben Ergen’in “Dadı” dizisindeki uşak rolünden; manken seçimi, güzellik kraliçesi seçimi, “Yılın Starını Arıyoruz” programlarının sunuculuğundan ya da jüri üyeliğinden tanırlar.

Bizim Karakuş’un, Haldun Dormen’in ağzı kokulu yareni olduğunu nereden bilsin Gaziantep’imizin Amfi Tiyatro izleyenleri? Hem canım yalandan kim ölmüş ki şimdiye kadar?

Konuyla ilgili olarak kendisiyle konuşmaya gerek görmedim. Seviyesizlik edebilirdi. Eğer bu konuyla ilgili olarak dava açmayı düşünüyorsan Büyükşehir Belediyesine açmalısın. Karakuş oyunu onlara kaça sattıysa, belediye ona ödediği  bedelin yüzde yirmisini de sana telif ücreti olarak ödemek zorundadır.

Oyunu Hüseyin Akkaya ile izledik. O da Amfi Tiyatroda 22 Ağustos 2008 gecesi saat 21.00 de oynanan Sakar Ali’nin sana ait olduğunun tanığıdır. Ben de tanığıyım tabii ki.

Ayrıca Sakar Ali’yi senin yazıp oynattığının Halkevi Tiyatrosundan izleyen tanıklar var. Bunlar Özgür Düşünce Derneğinden.

Şimdilik bu kadar.

Sevgiyle, saygıyla…

FEV, 23.8.2008

X

GAZİANTEP ZAFER GAZETESİ; ADI GEÇENLE RÖPORTAJ YAPIYOR. İŞTE SÖYLEDİKLERİ:

 

Karakuş: “SAKAR ALİ OYUNUNU BEN YAZDIM”

Zafer – Tiyatrocu ve yazar Süleyman Karakuş, Sakar Ali oyununu kendisinin yazdığını savundu. Oyunun Gaziantep gelenek ve göreneklerini en iyi şekilde yansıttığını belirten Karakuş, “Sakar Ali oyununu ben yazdım. Bu oyun Gaziantep’in gelenek, görenek, örf ve adetlerini içeren müzikal bir oyundur. Davul zurnayla oynanan ilk müzikal oyun. Anlatılmak istenen içkinin nasıl yuva yıktığını göstermek. Gaziantep kültürünü sadece baklava, fıstık ve yemek çeşitleriyle değil de daha değişik dille anlatılmak isteniyor. Sponsorumuz Büyükşehir Belediyesi Başkanı. Hedefim büyük marketlerde tiyatro oynatmak” diye konuştu. (Gaziantep Zafer Gazetesi, 25.8.2008)

X

BU HABER ÜZERİNE GAZİANTEP ZAFER GAZETESİNE GÖNDERDİĞİM AÇIKLAMA YAZI:

 

SAKAR ALİ

 

Sakar Ali adlı müzikal güldürü oyununu ben 8.12.1963 tarihinde Amerikan Hastanesinde çalışırken yazdım. Bu oyun, ilk olarak çalıştığım işyeri olan Amerikan Hastanesi’nin 1963 yılında düzenlemiş olduğu Noel gecesinde oynandı.

Oyunu sahneye koyan da bendim. Sakar Ali rolünü de ben oynadım. Sakar Ali oyununa ilişkin çekilen fotoğraflar albümümdedir. Mahmut Bey rolünü de o tarihlerde Hastanede İdare Memuru olarak çalışan Abdullah Sinek oynamıştı. Yaşıyorsa tanıklık edebilir.

Sakar Ali adlı oyunu, aynı tarihlerde, Gaziantep Tiyatro Kolu Başkanlığını yaptığım sıralarda Gaziantep Halkevi Tiyatro Sahnesinde de oynadık. İşte, o tarihlerde Güner Samlı’nın yayınlamakta olduğu haftalık Toplum gazetesinde çıkan haber:

“HALKEVİ’NDE HALKÇI ÇALIŞMALAR

Halkevi’nde cumartesi ve pazar günü akşamı «Halkevliler Gecesi» düzenlendi. Bu münasebetle Güneyin   Sesi eki Ekibi ile Halkevi Korosu  türküler söylediler.  Her iki   ekip de beğenildi. Halkevi üyelerinin yaptıkları, resim   ve heykeller gösterildi.

Bundan sonra, Hayrı Balta tarafından yazılan Sakar Ali adlı bir perdelik komedi sahneye kondu. Piyes konusunu Gaziantep’ten alıyordu. Ve bir ciğerci dükkânını canlandırıyordu. Piyes boyunca salondakiler zaman zaman güldüler. Bu arada Alay Komutanı Kurmay Albay Tokatlı sık sık  kahkaha attı. (Gaziantep Toplum gazetesi. 26.5.1965)

Bu gazete kupürünün aslı elimdedir.

Oyunu yazan ve sahneye koyanın Hayri Balta olduğuna ilişkin yukarda adın geçen Abdullah Sinek dışında; aşağıda adı geçen kişiler de oyunu benim yazıp ilkin sahneye koyan olduğum konusunda da tanıklık yapabilirler:

Av. Hayri Girişken

Fevzi Günenç, Gaziantep Zafer Gazetesi yazarı

Hüseyin Akaya (Eski tiyatroculardan…)

Mustafa  Bakkaloğlu (Halkevi tiyatrocularından…)

Cabir Tekin (Halkevi tiyatrocularından…)

Ayrıca bu oyun 1977 yılının 7. ayında Halil Zor tarafından çıkarılan Özgür Gaziantep gazetesinde de tefrika edilmiştir. Öyle sanıyorum ki “SAKAR ALİ”Yİ ben yazdım deyen kişinin elindeki metin bu gazetede yayınlanmış olan metindir…

Oyunu benim yazmış olduğuma ilişkin bütün bu kanıtlar da Google arama motoruna girerek  Sakar Ali yazıp tıklayın; karşınıza Sakar Ali adlı oyunum çıkar. Yazar olarak da Bilge Balta adı görülür.  Bilge adı benim Hayri yerine kullandığım addır. Şimdi de Hayri Balta yerine: EREN BİLGE adını kullanmaktayım….

Bu da yetmezse, Internete girerek www.bilgebalta.com adresini yazarak entere basınız. Karşınıza TABULARA TALANA YALANA BALTA adlı Sitem çıkar. Bu sitenin ARŞİV bölümüne inerseniz SAKAR ALİ adlı oyunumun metni ile karşılaşırsınız. Aynı zamanda ARŞİV bölümünde bulunan ikinci oyunum BEKİR AĞA (ŞAŞKIN BAŞKAN) adlı oyunumu da görebilirsiniz.

HaA! Bu arada şunu da belirteyim ki bu arkadaş tiyatroya ilk olarak benim Halkevi Tiyatro Kolu Başkanlığı yaptığım sıralarda başlamıştır.

Bu adam; 43 yıldır Sakar Ali adlı oyunumu benden izin almadan oynar. Oynarken de metne sadık kalmaz. Metin dışına çıkarak abuk sabuk doğaçlamalar yaptığını, bazı sahnelere kafadan eklemeler yaptığını oyunu izleyen arkadaşlar bana anlatmışlardır.

Bütün bunlara karşın adını anmak istemediğim kişinin “SAKAR ALİ OYUNUNU BEN YAZDIM” sözleri için söyleyecek sözcük bulamıyorum. Ahlak diye bir kavram var.

Şu an Fransa’da tatilde bulunan Gaziantep’teki avukatım, tatilden döner dönmez adı geçen kişi ile oyunu sahneye koyan Gaziantep Belediyesini mahkemeye vereceğim. Sakar Adlı oyunu iznimi almadan oynayan ve oynatanlar hakkında maddi ve manevi tazminat davası açacağım. Bunlardan alacağım para ile hem SAKAR ALİ oyunumu hem de BEKİR AĞA (Şaşkın Başkan) adlı oyunumu bastıracağım Gaziantep halkına parasız dağıtacağım.

Ayıp, ayıp!… İnsan tiyatroya yanında başladığı ustasına bunu yapar mı?.. Başkasının yazdığı oyunu ben yazdım der mi?

Edep yahu! Ölüm var…

Eren Bilge (Av. Hayri Balta)  Gaziantep Zafer Gazetesi’ne yaptığım açıklama… 25.8.2008

X

GAZİANTEP ZAFER GAZETESİNİN YAPTIĞIM AÇIKLAMA ÜZERİNE YAPTIĞI HABER:

SAKAR ALİ PAYLAŞILAMIYOR

 

“Sakar Ali” müzikal güldürü paylaşılamıyor. Tiyatrocu ve yazar Süleyman Karakuş’un gazetemize yaptığı “Sakar Ali oyununu ben yazdım” açıklamasına Hayri Balta’dan tepki geldi.

Sakar Ali’nin kendi eseri olduğunu dile getiren Balta açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

“Sakar Ali adlı müzikal güldürü oyununu ben 8.12.1963 tarihinde Amerikan Hastanesinde çalışırken yazdım. Bu oyun, ilk olarak çalıştığım işyeri olan Amerikan Hastanesi’nin 1963 yılında düzenlemiş olduğu Noel Gecesinde oynandı. Oyunu sahneye koyan da bendim. Sakar Ali rolünü de ben oynadım. Sakar Ali oyununa ilişkin çekilen fotoğraflar albümümdedir. Mahmut Bey rolünü de o tarihlerde Hastanede İdare Memuru olarak çalışan Abdullah Sinek oynamıştı. Yaşıyorsa tanıklık edebilir.

Sakar Ali adlı oyunu, aynı tarihlerde, Gaziantep Halkevi  Tiyatro Kolu Başkanlığını yaptığım sıralarda Halkevi Tiyatro Sahnesinde de oynadık. İşte, o tarihlerde Güner Samlı’nın yayınlamakta olduğu haftalık Toplum gazetesinde çıkan haber:

“HALKEVİ’NDE HALKÇI ÇALIŞMALAR: Halkevi’nde cumartesi ve pazar günü akşamı «Halkevliler Gecesi» düzenlendi.

Bu münasebetle Güneyin Sesi eki Ekibi ile Halkevi Korosu türküler söylediler. Her iki ekip de beğenildi. Halkevi üyelerinin yaptıkları, resim ve heykeller gösterildi. Bundan sonra, Hayrı Balta tarafından yazılan Sakar Ali adlı bir perdelik komedi sahneye kondu.

Piyes konusunu Gaziantep’ten alıyordu. Ve bir ciğerci dükkânını canlandırıyordu. Piyes boyunca salondakiler zaman zaman güldüler. Bu arada Alay Komutanı Kurmay Albay Tokatlı sık sık kahkaha attı. (Gaziantep Toplum gazetesi. 26.5.1965)

Bu gazete kupürünün aslı elimdedir.

Ayrıca; oyunu yazan ve sahneye koyanın Hayri Balta olduğuna ilişkin yukarda adın geçen Abdullah Sinek dışında; aşağıda adı geçen kişiler de oyunu benim yazıp ilkin sahneye koyan olduğum konusunda da tanıklık yapabilirler:

Av. Hayri Girişken

Fevzi Günenç, Gaziantep Zafer Gazetesi yazarı

Hüseyin Akkaya (Eski tiyatroculardan…)

Mustafa Bakkaloğlu (Halkevi tiyatrocularından…)

Cabir Tekin (Halkevi tiyatrocularından…)

Bu tanıklar da yetmezse Google arama motoruna girerek Sakar Ali yazıp tıklayın; karşınıza Sakar Ali adlı oyunum çıkar. Yazar olarak da Bilge Balta adı görülür.

Bilge adı benim Hayri yerine kullandığım addır. Şimdi de Hayri Balta yerine: EREN BİLGE adını kullanmaktayım….

Bu da yetmezse, Internete girerek www.bilgebalta.com adresini yazarak entere basınız. Karşınıza TABULARA TALANA YALANA BALTA adlı Sitem çıkar. Bu sitenin ARŞİV bölümüne inerseniz SAKAR ALİ adlı oyunumun metni ile karşılaşırsınız. Aynı zamanda ARŞİV bölümünde bulunan ikinci oyunum BEKİR AĞA (ŞAŞKIN BAŞKAN) adlı oyunumu da görebilirsiniz.

Ha! Bu arada şunu da belirteyim ki bu arkadaş tiyatroya ilk olarak benim Halkevi Tiyatro Kolu Başkanlığı yaptığım sıralarda başlamıştır. Bu adamın, 43 yıldır benim Sakar Ali adlı oyunumu benden izin almadan oynar. Oynarken de metne sadık kalmaz. Metin dışına çıkarak abuk sabuk doğaçlamalar yaptığını, bazı sahnelere kafadan eklemeler yaptığını oyunu izleyen arkadaşlar bana anlatmışlardır. Bütün bunlara karşın adını anmak istemediğim kişinin “SAKAR ALİ OYUNUNU BEN YAZDIM” sözleri için söyleyecek sözcük bulamıyorum. Ahlak diye bir kavram var.

Şu an Fransa’da tatilde bulunan Gaziantep’teki avukatım, tatilden döner dönmez adı geçen kişi ile oyunu sahneye koyan Gaziantep Büyükşehir Belediyesini mahkemeye vereceğim. Sakar Ali adlı oyunu iznimi almadan oynayan ve oynatanlar hakkında maddi ve manevi tazminat davası açacağım. Bunlardan alacağım para ile hem SAKAR ALİ adlı oyunumu hem de BEKİR AĞA (Şaşkın Başkan) adlı oyunumu bastıracağım Gaziantep halkına parasız dağıtacağım. Ayıp, ayıp!… İnsan tiyatroya yanında başladığı ustasına bunu yapar mı?.. Başkasının yazdığı oyunu “ben yazdım der mi?” (Gaziantep Zafer Gazetesi’nin haberi… 26.8.2008)

X

FEVZİ GÜNENÇ’İN YAZISI:

 

SUYA DAMLALAR

“SAKAR ALİ” NASIL “SAKAT ALİ” OLDU?

 

Önce Büyükşehir Belediyesinin dev panosunda “Sakar Ali” oyununun büyük reklam panosunu gördüm. Sevindim. İstanbul’da Milliyet Medya Center’da çalıştığım yıllarda (1990…) bir telefon almıştım. Telefondaki ses, kadim dostum Hayri Balta’ya aitti.

“Aşkolsun Fevzi,” diyordu. “Devlet Tiyatrosunda oyunun oynanıyor, bize haber vermiyorsun. Ancak afişlerden öğreniyoruz.”

Haberim yoktu. Muştuyu kendisi veriyordu. Bu Ankara DT’nin kadirbilmezliği miydi? Benim “Şıp orada, şıp burada, şıp kapı arkasında”lığımdan mıydı? Belki de benim durmadan adres değiştirmemden kaynaklanıyordu? Yoksa koskoca bir devlet tiyatrosu oynadığı oyunun galasına yazarını çağırmaz mıydı?

Sevgili Balta’nın bana yaptığı jesti, ben de kendisine yapmalıydım. İşte, aradan yıllar geçmişti. Bu kez onun oyunu Sakar Ali Gaziantep’te oynanıyordu. Eğer oyunu sahneye koyan Ses Tiyatrosu gerekli jesti yapmadı, yazarını oyunu izlemeye davet etmediyse, bari ben haber vereyim dedim.

Ne var ki, bir terslik vardı bu işte. Koooskoca reklam panosunda oyunun yazarının adını sığdıracak yer bulamamışlardı. Hayri Balta adı da o kadar uzun bir ad değildi canım. Topu topu 10 harf.

“Herhalde işi tiyatroda düzeltirler…” diye düşünerek 11 Ağustos/Amfi Tiyatro” bilgisini beynime yazdım.

O gece, o saatte, Gaziantep’te tiyatro otoritesi sayılan bir arkadaşımla oradaydık. Ne yazık ki artık gelenekselleşmiş olan oyun hakkında gerekli bilgileri içeren bir broşür dağıtılmadı.

Ses Tiyatrosunun sahibi, baş oyuncusu, benden saygısını hiçbir zaman esirgemediğini itiraf etmem gereken Süleyman Karakuş, oyundan önce yaptığı 23 dakikalık konuşmasında da oyunun yazarından söz etmek lütfünde bulunmadı.

Bir kitapta, bir tiyatro oyununda yazarın adından söz edilmemesi kötü yaralar beni. Ben bilirim bunun acısını. Bir yazar eserini meydana getirebilmek için sabahlara kadar uykusuz kalmayı göze alır. Ama siz kalkıp o göz nurunu görmezden gelirseniz, bunun adı en azından ayıp olur.

Ankara DT için kadirbilmez dedim ya, sözümü geri aldım. Onlar hiç değilse adımı arada kaynatmamışlardı. Ses Tiyatrosu ise sanki “Sakar Ali”yi değil de “Yetim Ali”yi oynuyordu. Oyunun yazarını tümden yok saymıştı.

O gece “Sakar Ali” oyunu oynandı. Ne yazık ki  oynandı. Ne yazık ki, diyorum, zira o güzelim oyunun içine edilerek oynandı.

Hayri Balta’nın yazdığı, yıllardır da arkadaşımın www.tabularatalanayalanabalta.com  web sitesinde yayınlanan bu oyunun konusunu eskiden beri biliyorum. Kaç kez okudum.

Karakuş Karakuşluğunu gösterdi ezdi, büzdü “Sakar Ali” oyununu “Sakat Ali” yapıp çıktı.

Bu yazıyı yazmazdım. Bir emekçinin tekerine taş koymak benim ilkelerime ters düşer ama bu kez bir oyun yazarına oynanan bu oyun ters geldi bana.

“Sakar Ali” her şeyden önce yazarından izin alınmadan oynandı. Bakın, benim oyunlarımı oynayabilmek için Bakü’de, İstanbul, İzmir, İzmit, Adana, Mersin vb ilde yerleşik tiyatro gurupları internetten adresimi buluyor, benden izin alıyorlar.

Etik olan bu. Bilmeyenler bilsin diye söylüyorum 50 kadar oyunum var. Çoğu da çocuk oyunu. Her isteyene de seve seve oynama izni veriyorum. Telif de beklemiyorum. Her şey para değil ki…

Balta’nın kaygısını anlıyorum. Şu kadarcık onore edilseydi, kalbini fethederlerdi onun. Telif beklemeksizin o da bütün oyunlarının oynanmasına rıza gösterirdi. Yok, hayır, böyle yapılmıyor. Aksine korsanlık yapılıyor, Oyunu “Ben yazdım” diye gazetelere demeç veriliyor. (Zafer, 26 Ağustos, sayfa 1) Zaten işi zıvanasından çıkaran da bu oluyor. O demeç üzerine Bay Karakuşa dünkü Zafer’de yayınlanan yazıyı kaleme alma gereğini duyuyor oyunun asıl yazarı Hayri Balta.

Oyunla ilgili bir iki küçük eleştirim de var: Benim bildiğim, tiyatrolarda izleyicileri klasik batı müziği karşılar. Ya de en azından hafif müzik… Bizimki iki tane çalgıcı tutmuş, davul zurnayla karşıladı izleyenleri. Amfi Tiyatroya 50 kadar izleyici çekebilmişti kafa beyin götüren bu davul zurna ziyafeti.

Sonra izleyici sayısı iki katına çıktı. Ama bu durum Süleyman efendinin umurunda değildi. Zira kendisi oyunu belediyeye satarak parasını peşin almıştı.

Ayağına şalvar geçirip çıktığı sahnede önce bize uzun bir nutuk attı. Anlayamadım neden, sesi de çok kısıktı. Oyunun ilk gecesi olduğu için, “sesi daha önceki oyunlarda kısılmıştır,” diyemezsiniz. Provalarda da insan sesi kısılmaz bu kadar. Olsa olsa, dayanamayıp buzlu rakı içersen başına gelebilir böyle bir şey. Hani Ramazan da yakın ya, geleneksele uyup rakıyla oruca him basarsan olur böyle bir şey olsa olsa…

Neyse… Bizimki o kısık sesiyle, kendisine ait olan Ses Tiyatrosunun Türkiye’deki en büyük altı tiyatrodan biri olduğunu ilan etti arkadaşımız. Keşke öyle olsaydı. Bundan biz de bir pay çıkartırdık kendimize.

Ezcümle şöyle sürdürdü sözlerini Karakuş:

“Şimdi burada benim yerimde Hülya Avşar oynayacak olsaydı. Kapıda 250 YTL’ye satılan biletleri almak için insanlar birbirine girerdi. Biz sanat yapıyoruz, onun ise kimlerle yattığını siz de biliyorsunuz.”

Avşar kızına çamurunu attıktan sonra bizlere sitem etti. Gaziantepliler kendisine gerekli ilgi gösterilmediğinden küsüp İstanbul’a gitmiş. Orada el üstünde tutuluyormuş. Ama memleket hasreti üstün gelmiş, Gaziantep’e dönmeye karar vermiş.

Onun bu kararı üzerine Haldun Dormen, “Gel etme, eyleme Süleyman” demiş. “Bizi bırakıp gitme…” Dinlememiş, bırakıp gitmiş. Çok merak ettim: Acaba Haldun Dormen kendisini tanır mı?

Oradaki izleyiciler nasıl olsa bilmezler Haldun Dormen’in tiyatroculuğunu. Anımsarlarsa onu ancak Gülben Ergen’in “Dadı” dizisindeki uşak rolünden; manken seçimi, güzellik kraliçesi seçimi, “Yılın Starını Arıyoruz” programlarının sunuculuğundan ya da jüri üyeliğinden tanırlar.

Bizim Karakuş’un, Haldun Dormen’in ağzı kokulu yareni olduğunu nereden bilsin Gaziantep’imizin Amfi Tiyatro izleyenleri? Hem canım yalandan kim ölmüş ki şimdiye kadar?

Yazar Avukat Hayri Balta, hem tazminat hem telif davası açacağını söylüyor, oyununun çalınmasından ötürü. Balta’nın, gariban bir tiyatro emekçisinden ya da belediyeden alacağı tazminata ihtiyacı mı var? Yok, elbette.  Ama artık bu bir onur meselesi oldu. Alacağı tazminatı tiyatrocu eski arkadaşlarıyla ezmeyi de mi bilmez sevgili ustam?

Bekleyelim bakalım, neler olacak?

Fevzi Günenç, Gaziantep Zafer Gazetesi, 26.8.2008

X

Dostlar,

Önce selamlar…

 

Aşağıdaki yazı bilgi içindir.

Gazeteye girilmemelidir.

 

Çünkü karşımızdaki bir ölü’dür.

Ölüler muhatap alınmaz; bu bilinmelidir…

 

Sevgilerimle,

Eren Bilge,

27.8.2008

x

 

 

SONUÇ:

ÖLÜNÜN YALANI

 

Bilmiyorum psikologlar; bir adamın başkasının yazdığı oyuna sahip çıkan bir kişinin ruh halini açıklar…

Ancak Din İlmi; başkasının yazdığı oyuna sahip çıkanı “Ölü!” niteler. Din ilmine göre Yalan söylemek günahtır. Din, günah işleyen insanı “Ölü!” olarak kabul eder.

“Günah’ın karşılığı ölümdür.” (İncil. Rom. 6/23)

Din ilminde yalan söyleyen, nankörlük eden, kadir kıymet bilmeyen, gerçeğe sırtını dönen; yani, başkasının yazdığı oyuna sahip çıkan adamı, manevi anlamda “Ölü!” olarak kabul eder. (Bk. Kuran, 27/80, 30/52, 35/22)

+

Adını anmaya bile utandığım bu adam bir gün Av. Hayri Girişken’in işyerine geliyor. Av. Hayri Girişken ona:

“- Sağda solda Sakar Ali’yi ben yazdım diye gezip duruyorsun ama bu oyunu Hayri Balta’nın yazdığını bilmeyen kimse yok! Sen bu yalanı söylerken hiç mi rahatsız olmuyorsun?”

Verdiği yanıt yalnızca yılışık yılışık gülümseme…

+

Bu konuda ben de kendisine; 1982 yılında Ankara’ya geldiğinde; “Yavrum oyna, oyna da… Hiç olmazsa afişlere adımı yazmayı unutma!… Eğer böyle yaparsan ben sana ayda bir oyun yazar gönderirim!” demiştim.

Gerçekten de sözümü dinlemiş olsaydı ben de kendisine ayda bir oyun yazar gönderirdim ve böylece o da geçimini sağlardı…

+

1982’de bu arkadaş Ankara’ya gelmiş. O zaman ben avukatlığa yeni başlamıştım. Bir de baktım işyerimden içeri girdi. Sandım ki; beni sevdiği, beni saydığı için gelmiş… Hayır!.. Beni sevdiği için ya da saydığı için uğramamış… Ya, Gaziantep’e dönüş için otobüse verecek parası kalmamış da onun için gelmiş…

İsteği üzerine ben de kendisine otobüs parası ile yol harcamalarına yetecek kadar para vermiştim!

Şimdi ben bu adama ne diyeyim?…

+

 

Yalan yuva yapmış ruhuna…

Ben ne diyebilirim buna…

 

“Edep yahu!. Ölüm var!..”

 

Yaşarken ölmüş zaten…

El fatiha ruhuna…

Eren Bilge, 27.8.2008

X