KULAK

KULAK

 

Hepimizin ortak şansı vardır hani, arabası olanın başına gelir hep. “Ne zaman arabayı yıkatsam ardından yağmur yağar!” deriz genelde.

Benim de başıma sıklıkla gelir bu durum. Bahar yağmurları hırsını aldı sanırım. Bu hafta sonu yıkatıp kurtulayım bu işten…

 

Neredeyse dışarıyı göremeyeceğim camdan. İçerinin pisliği de çabası…

 

Evime en yakın olan benzinliğin yıkama bölümüne gidip, benden önce sıraya giren üç arabanın yıkanmasını bekleyeceğim. O an yıkanan arabalardan birinin kurulama işlemi kalmışken, birinin paspasları dışarı çıkarılıp yıkanırken, benden önce iki arabadan sonra sıra bana geleceği için şanslıyım. Zira hafta sonu bugün, herkesin araba yıkatmak için tercih ettiği günlerden biri…

 

Uzun siyah çizmesi dizlerine kadar gelmiş, siyah tulumunun üzerine naylon önlük takmış, hızlı hızlı arabayı kurulayan genç, sanki yevmiyesi dışında alacağı bahşişin hayalini kurar gibi, gün boyuna yayması gereken enerjisini bu arabaya yoğunlaştırarak çalışıyor. Ne de olsa şu an kuruladığı araba bir Mercedes. Sahibinin de görünüşünden iyi bahşiş koparacağını düşlüyor kanımca… Son bir kez iki ucundan gerdiği bezi ön kaportasına hızlı hızıl çevirip pat diye yapıştırıp çekiyor kendine doğru. Alelacele toplayıp, bir sihirbazın el çabukluğu gibi, iki elinin arasında kıvırarak sıkıyor. Bir çırpışta bezi yere doğru savurup, kendisini izleyen araba sahibine buyrun dercesine eliyle işaret ediyor. Yaklaşan adama kapısını açıp anahtarını teslim ederken, avucuna sıkıştırılan  paraya bakmadan naylon önlüğünün ön cebine koyuveriyor.

 

Bir sonraki araba benim de hiç haz etmediğim, Tofaş marka, Şahin model bir araba… Genelde sahipleri tarafından BMW ayarında önem gören, eksozu öttürülen, maaile binilen, araba için varolan envai çeşit aksesuarları bir arada görülebilen bir araba… Nasıl olmuş da burada yıkatıyor diye düşünüyorum. Zira mahallenin kenarında, bir çeşmenin başında, evlerin önünde en çok yıkanan, sahibi ile özdeş markalardan biri diyebilirim.

 

Arabasını yıkama bölümüne kadar çekip, anahtarı gence uzatırken; “İyi yıka ha, içerisini de iyice bir süpürgeyle al” diyerek çıkıyor arabasından… “Merak etme abi sen” diyerek işe koyuluyor yıkayıcı… Kendisi de yıkama bölümünün az ilerisinde beklemek için konulan sandalyelerden birine oturuyor. Üç bölüme ayrılmış yıkama yerlerinde, her üç eleman da harıl harıl çalışıyor. Benzinliğin müdürü dışarıdan içerisi görünmeyen camın arkasında kendilerin gözetlediğinden emin, var güçleriyle çalışıyorlar.

 

Sıra benim arabaya geliyor, arabayı ve anahtarı bırakıp, beklemek için ayrılmış bölüme yöneliyorum. Bir bayanın yapacağı iş değil araba yıkatmak… Ama çaresizim.

 

Sırf beden gücü ile çalışıp, sonu olmayan, araba sahiplerinin yıkamasından memnun kalmadığında bile işinden edilebilecek bir iş olarak görüyorum. Zira evime temizlik için gelen bir kadının ağıdı aklıma geliyor. Oğlundan gelen telefonla bana dertlendiğini, birkaç gündür çalıştığı oto yıkamada, müşteri memnun kalmadığı için patronu işten attığını, şimdi ben ne yaparım diye ağıdını unutamıyorum.

 

Yapılan iş iş değilken, o işin kaybı bile üzebiliyor insanı, ne zor, ne acı… Bir meslek sahibi olamamak, bir baltaya sap olamamak… Düşüncelere dalıyorum çalışanları izlerken…

Tofaş model arabanın sahibi plastik sandalyede bir bacağını diğerinin üzerine genişçe atmış, kolunu sandalyenin arkasına dayamış, siyah bıyıkları dudağının iki yanına inmiş, jöleli ya da su ile taranmış ıslak saçları, sivri uçlu parlak pabucu, siyah boyuna çizgili takımı, mor pembe arası yüksek yakalı gömleğinin manşetleri ceketinden dışarı çıkmış kulağını karıştırırken; “Ah anam” diye bağırınca, ister istemez hepimiz ona bakıyoruz. İlk olarak kendi arabasını yıkayan çocuk,”Ne oldu abi?” diye yanına koşuyor. Acı ve telaş içinde kıvranırken başını yere eğmiş bir şekilde, “Kulağım, kulağım!” diyor başka bir şey demiyor…

 

 

“Ne oldu?” diye tekrar soruyor çocuk telaşlı…

“Kibrit çöpü ile kulağımı karıştırıyordum, kulağımın içinde kırıldı.” derken bile kıvranıyor…

“Düzel abi, bi bakayım belki görünür, izin ver bir bakayım.” Diyerek yardım etmek istiyor. Adam hafifce doğruluyor, kulağını ona doğru çeviriyor,

 

“Abi burada görünen birşey yok, emin misin içinde kaldığından? Yere düşmüş olmasın?” diyerek yerde kırık kibrit çöpü arıyor.

 

“Yok anam babam yok, hay senin kulağına…” derken sesini burada alçaltıp,”İçinde, içinde hissedebiliyorum. Çok acıyor çok, çok ittim, kulak zarına mı ne zıkkımsa ona zarar verdim sanırım” diyor…

 

Adamın bağırtısı, telaşı, acısı derken, bütün çalışan eleman seferber oluyor. İçlerinden biri, aklıma bir fikir geldi deyip, koşarak elektrik süpürgesinin hortumun kapıp geliyor adamın yanına,

 

“Durun, bana bırakın, çekilin oradan!..” deyip, elindeki süpürgeyi adamın kulağına götürürken, adam;

“Daha neler, o da ne?” diyerek elinin tersiyle itiyor.

 

“Abi sen bana bırak, bak göreceksin ne varsa içinde çekecek, acı macı kalmayacak” diyerek, kaşı gözü ile sakin ol dercesine adamı cesaretlendiriyor.

 

Süpürgenin ucunu adamın kulağına tutup, çalıştırır çalıştırmaz, süpürgeden çıkan sesi adamın sesi bastırıyor. Yerinden fırlayıp, “Ah anam, ah anam!..” deyip dönüp duruyor.

Ne dediğini sanırım kendi de duymuyor, o an değil kulağıma tutulması, bilmem kaç voltluk elektriğin gücü ile yanındayken bile sese tahammül edemezken onu kulağıma dayalı düşünemiyorum bile…

 

Yazık, üzülüyorum!.. Adam acı içinde kıvranıyor. Olacak şey değil diye düşünüyorum. Keşke hemen hastaneye götürülseydi diye içimden geçiriyorum. İlkelliğe bak diye de yazıklanıyorum.

 

Tüm bu olan bitenin ardından camekanlı bölümden keçi sakallı, saçının kalanına aklar düşmüş, orada çalışanların müdürü olduğu her halinden belli, koşar adımlarla adamın yanına geliyor.

 

“Hayırdır, neler oluyor?” diye, elemana soruyor.

 

“Şey abi!..” deyip anlatmaya başlayacakken, adam söze karışıyor… “Başlarım senin şeyinden” deyip haykırırken kendi sesini kendi duymuyor bile… Bağırarak elemanın üstüne yürürken, iri kıyım müdür adamı yakalıyor…

 

“Beyfendi sakin olalım!” diyor müdür.” Bir durumu anlayayım, elimden geleni yapacağım sizin için” diyerek ortalığı yatıştırmaya çalışıyor.

Adam dağarcığında bulunan bütün küfürleri savuruyor bu arada…

 

“Sana mı kaldı lan bok yemek!” dediğini onca dediklerinden ayırt edebiliyorum.

 

“Hadi içeri gidelim, orada konuşalım,” diyor müdür, adamı koluna girip sürüklercesine içeri götürüyor.

 

Adama bağırıp çağırırken kapı kapanıyor…

Ortalık sakinlese de elemanlar bir telaşa düşüyor…

 

Müdür kapıdan çıkıp sesleniyor çalışanlara, bir el hareketi yetiyor her üçünün de içeri gitmesine…

 

“Nasıl yani!.. Biz ne kadar bekleyeceğiz burada?” diye müdüre sesleniyorum.

 

“Haklısınız, bir dakika içerisinde arabanızın başında olacaklar, anlayışınıza sığınıyoruz” diyerek tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır atasözü ile yapacak şeyin beklemek olduğuna karar veriyorum.

Uzaktan bir ambulans sesi duyuyorum, aynı dakika içerisinde ambulans benzinliğe, müdürün ofisine doğru yanaşıyor. Adam eli kulağında yürüyerek ambulansa biniyor, ardından müdür de yanına…

 

Umarım her şey tatlıya bağlanır diyerek konudan biran önce uzaklaşmak istiyorum. Arabamın kurulama işlemini de beklerken fazla özenmesinin bir anlamı olmadığını düşündüğümden,

 

“Paspasları yerlerine aç yeter. Ellerine sağlık, tertemiz olmuş.” deyip, bir önceki müşteriden bahşişini alırken ki mutluluğunu hissettiğimden neredeyse yıkama parasına yakın cüzdanımdaki bütün bozuk paraları ona veriyorum. Yıkama fişini ona teslim edip arabama biniyorum.

 

Aklıma takılan bu olayı, ertesi gün orada var olan markete girerken yıkama yapan çocuğa sormak için yanına gidiyorum.

“Dün kulağına çöp kaçan adamın akıbetini merak ettim de, haber var mı?” diye soruyorum.

 

Olayın korkusu geçmiş, aralarında gülme konusuna dönüşmüş olsa gerek ki, gülümseyerek;

“Ha o mu?” diyor. “Halloldu halloldu… Bizim müdür şikayet etmemesi için adamı zor ikna etmiş, çok uğraşmış ama… Bizzat kendi getirip götürdüğü hastanede, küçük bir operasyon geçirmiş. Kulak zarını zedelemiş, neyse ki delinmemiş. Zaten adamın önceden de rahatsızlığı varmış. Süpürgenin…” deyip kendini tutamıyor gülüyor, gülerek devam ediyor  konuşmasına… “O da geçici bir kulak sağırlığına neden olurmuş, bir iki gün içerisinde geçer demiş doktorlar…”

 

“Arkadaşınız işinden olmadı değil mi?” diye de soramadan edemiyorum.

 

Bu soruma da gülümsüyor, genç eleman,

“O var ya o… Nasıl denir size bilmem ama madem sordunuz.

 

Geçen gün bir bayana geri geri gel diyeceğine…

“Abla ya affına sığınaraktan…” diyerek bana,

“götün götün gel!..” diye bağırırken bizim müdür duymaz mı?

 

Eh bu da tuzu biberi oldu kulak olayının…

 

Müdür bunu almış karşısına, ‘Lan daha birkaç gün önce genel müdür gelmeden eğitime almamış mıydık hepinizi… Bu ne hal böyle, gittikçe bokunu çıkarıyorsunuz işin!”

deyip, bir güzel azarlamış bunu…

 

“Eh işe yaramamışa benziyor baksana…” diyorum lafının üzerine…

 

Gülümsüyor…

 

“Garibanın tekidir o, idare ediyoruz işte…” deyip sevecen bir ifadeyle az ilerde çalışan arkadaşına bakıyor…

 

İyi çalışmalar diyerek ayrılıyorum oradan yüzümde tebessümle…

 

YENER BALTA, 7 MAYIS 2013

+

 

Yener Hanım,

 

Yine çok güzel anlatmışsın olayı. Güzel bir öykü olmuş. Ayrıntıları da unutmamışsın. Bu gidişle iyi bir yazar olacaksın. Benden söylemesi.

 

Arşivine, gözden geçirdiğim bu yazıyı al.

 

Şimdi kal sağlıcakla, başarılar sana.

 

Av. Hayri Balta, 7.5.2013