DÜNYAYI GÜNEŞ AYDINLATMIYOR

Dünyayı Güneş aydınlatmıyor!
Nizamettin BİBER, Uzman İnşaat Mühendisi
İstanbul Üniversitesi (İÜ) İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi ve Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, Norveç’in Tromso kentinde yapılan çalışmaların, kutuplarda güneş batmasa da gece, güneş doğmasa da gündüzün olduğunu gösterdiğini söyledi.
Bayındır, Süleymaniye Vakfında yaptığı basın toplantısında, kutup bölgelerinde güneş hareketlerinin namaz ve oruç konusunun tartışılmasına neden olduğunu belirterek, Ocak ayında vakıftan bir heyetin Norveç’e gittiğini ve heyetin buradaki gözlemlerinin ardından, 5 vakit namazın 5’inin de Türkiye’deki derin vadilerde olduğu gibi tespit edilebildiğini kaydetti.
Kutuplarda binlerce Müslüman’ın bulunduğunu ifade eden Bayındır,
-“Norveç’in Tromso kentinde yaptığımız çalışmalar, bize kutuplarda güneş batmasa da gece, güneş doğmasa da gündüzün olduğunu gösterdi. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman da bunu destekleyen ayetler görüyoruz” dedi.
Enbiya Suresi’nin “Geceyi, gündüzü ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir” mealindeki 33’üncü ayetini hatırlatan Bayındır, gece ve gündüzün güneşe bağlı bir varlık olmadığını, ikisinin de güneşten ayrı bir varlık olarak hareket ettiğini söyledi.
Prof. Dr. Bayındır, şunları kaydetti:
-“Kur’an-ı Kerim şunu da gösteriyor ki Dünya’yı, Güneş aydınlatmıyor. Dünya’yı aydınlatan, Güneş ışınlarını aydınlığa çeviren gündüz dediğimiz varlıktır. Gündüz dediğimiz varlık ufkun altında da olsa, bunu aydınlığa çevirmektedir. Karanlığın oluşması, Güneş’in batmasından değil, gece denilen varlığın ortaya çıkmasıdır. Resim ve belgeseller üzerinde yaptığımız çalışmalarda da güneşin tepede olmasına rağmen karanlık olduğunu, Güneş’in yok olmasına rağmen gündüz denilen varlığın ortaya çıktığını görüyoruz. Güneş’ten yansıyan ışınları gündüze çeviriyor.”
-“Kutuplarda namaz vaktinin girmemesi gibi bir şey söz konusu değildir. Vakitler çıplak gözle bile anlaşılabiliyor”
diyen Bayındır, 22-26 Haziran’da Norveç’in Tromso kentinde ikinci bir çalışma yapacaklarını ve bunun kamuoyuna duyurulacağını anlattı.
Bayındır, Kur’an-ı Kerim’de namazın ilk peygamberden son peygambere kadar kesintisiz kılındığının anlatıldığını belirterek, bu vakitlerin herkesi kapsadığını kaydetti.
İÜ Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Ökten’in bu çalışmalar sonucunda yeni bir takvimin yapılabileceğini söylediğini aktaran Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, namaz vakitlerinin bölgesel nitelikte hazırlanması gerektiğini söyledi.
“YATSI EZANI OKUNDUĞUNDA NAMAZ VAKTİ DOLUYOR”
Prof. Dr. Bayındır, havadaki bütün ufukların aynı karanlığa dönüştüğünde yatsı namazı vaktinin bittiğini anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:
-“Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde yatsı ezanının okunduğu vakitte namaz vakti doluyor. Yani o ezan, yatsı namazının bittiğini ifade ediyor. İnsanlar başladığını zannediyor. Mezhepler üzerine yaptığım çalışmada, Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerini kuran alimlerin tamamı hava karardığı zaman yatsı vaktinin bittiğine tamamen ittifak ediyor. Çünkü ilgili hadis ve ayetler kesindir. Sonra ne olduysa Maliki mezhebi hariç, diğer mezhepler yatsı namazını sabah vaktine kadar uzatmış. Bu konuda da herkes, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nin 78. ayetine bakarsa namazın vaktinin bittiğini görür.”
Bilindiği üzere bir bilimsel etkinliğin dört amacı vardır,
*Doğa olaylarını doğru olarak betimlemek (tarif ve tasvir etmek), bir diğer ifadeyle tam olarak ne olduğunu belirlemek.
*Doğa olaylarını açıklamak (izah etmek), bir diğer ifadeyle neden ve nasıl olduklarını açıklamak,
*Bir grup olguyu açıklayan kuramlar ya da modeller gibi tutarlı bilgi yapıları oluşturmak,
*Yapılan açıklamalara ve kuram/modellere dayalı olarak yeni olguları öngörmek ve bu öngörüleri sınamak,
Bu öngörülere dayalı olarak insanlık yararına düzenlemeler yapmak.
Bu sayılan amaçlar arasında aslında bir aşamalılık vardır. Bir araştırmacı, çalıştığı alanda birikmiş bilginin düzeyine göre, farklı bir aşamadan başlayabilir. Eğer o alanda mevcut olgular daha önceki araştırmacılar tarafından betimlenmiş, çeşitli açıklamalar yapılmış ve kuramlar ortaya atılmışsa, araştırmacılar mevcut kuramların yeni olguları açıklayıp açıklamadığını sınamakla ilgilenebilirler. Eğer yeterince bilgi birikimi yoksa, o zaman mevcut olguları betimlemek veya açıklamakla ilgilenmek gerekir. Bazen aynı olguların farklı tarifleri
veya aynı konuda farklı modeller mevcuttur. O zaman en uygun izahın hangisi olabileceği üzerinde çalışmak uygun olur.
Araştırmacılar onlarca yıl aynı konuyu açıklamak için veya mevcut bir modelin öngörülerini sınamak için çalışabilirler. Dolayısıyla bilimsel etkinlik çoğunlukla tek kişinin bir ürünü olmaktan çok, çok sayıda araştırmacının yıllar süren çalışmalarıyla yürütülen birikimli bir süreçtir.
Bilimsel etkinliklerin amaçlarını gerçekleştirmesi ancak araştırmacıların geçmişten aldıkları bilgi birikimini geliştirip yeni kuşaklara aktarması ile mümkün olabilmektedir. Bazen tek bir kişi tarafından yapılmış görünen bir buluş, kendisinden önceki onlarca araştırmacının çabalarıyla gelinen yer sayesinde mümkün olabilmektedir. Doğru bilgi kazanmak, birbiri üzerine eklenen, yeni bilgiler eklendikçe daha öncekilerin aksayan veya eksik yönlerinin görülmesine neden kesintisiz bir süreci gerektirir.
Bir Bilginin Bilimsel Olması Ne Anlama Gelmektedir?
Ülkemizde hayatında en azından bir kez kahve falı baktırmamış olan kişi herhalde yok gibidir. Yine de hepimiz falcının söylediklerinin bilimsel olmadığını biliriz. Bazen falcının söyledikleri ya da astrologların yorumları rastlantısal olarak doğru bile olabilir. Ancak o durumda bile söylenenlerin bilimsel bir bilgi olmadığının farkındayızdır. O halde bilimsel bir bilgiyi diğerlerinden ayıran özellikler neler olabilir?
Bilimsel bilgi, kişinin kanaat ve inançlarının bir ürünü olmayan; deney ve gözlem yoluyla toplanan ve nesnel olgulara dayanan bilgidir. Bir bilginin isabetli ya da doğru olması, onun bilimsel bir bilgi olmasının bir kanıtı değildir. Bilimsel bir bilgiyi diğerlerinden ayırt eden özellik, o bilginin elde ediliş tarzı ile ilgilidir.
Bilimsel bir bilgi, herkes tarafından gözlenebilir (sadece duyu organlarını değil, mikroskop ya da test gibi aletleri de hesaba katmalısınız), ölçülebilir, sınanabilir, tekrarlanabilir ve iletilebilir bir bilgidir. Bazen tam olarak açıklayamadığımız, sezgilerimiz yoluyla öyle olduğunu düşündüğümüz kanaatlerimiz ya da fikirlerimiz olabilir. Bu bilim insanları için de geçerlidir, hatta kimi zaman buluşların kaynağı sezgiler olabilir.
Ancak burada bilim insanı ile falcıyı ayıran şey, bilim insanlarının bu sezgilerinin geçerli olup olmadığını görmek için sistematik olarak gözlemler ve deneyler yürüterek çalışmaları, bir diğer ifadeyle bilimsel yöntemi kullanarak araştırmalar yürütmeleridir.
Astronomi veya Coğrafya eğitimi almadım ama bu konuda eğitim almış ve bilimsel çalışma yapanlara soruyorum, bizim şimdiye kadar ki bildiğimiz gibi Dünyayı gerçekten Güneş yerine, Güneş ışınlarını aydınlığa çeviren gündüz dediğimiz varlık mı aydınlatıyor?
Bir TV ´de Cübbeli Ahmet Hoca bir Ramazan sohbetinde demişti ki:
– “İnsan çok yiyip ardından da çok su içerse su buhar olur bedende yukarı çıkar. Nereye? Beynimize! İşte o zaman beyinde bulutlar oluşur ve uyku bastırır! Teravih namazını kılamazsın.”

İyi çalışmalar saygı ve sevgiler
Murat Binzet
mailto:m1000zet@gmail.com