BAHAR ÇARPMASI

BAHAR ÇARPMASI

 

Güzel bir pazar sabahı. Aslında pazarlar olabildiğince sıkıcı gelirken bana, o pazar bir başka güzel… Belki de alışılagelmiş pazar günü miskinliğinden kurtulup, güneşli bir günde ilkbaharın tüm coşkusu ile farklı birgün geçirmek dileğim. Belki birkaç kare fotoğraf çekmek, belki kale halkının doğallığını pek bozmadan bıraktığı, eskinin hala nefes alabildiği, kendilerince yerli ve yabancı turizm adına derme çatma çay bahçelerinden birinde çayın tadını Ankaraya karşı çıkartmak, belki de Saman Pazarı’nın o eski izlerinde yaşadığım şehrimden izleri yakalamak… Belki de uzaklaşmak herşeyden, soyutlamak kendimi, alışılagelmiş tekdüze yaşamdan…

 

Kendimi dışarı atıp havayı olabildiğince soluyup, hiçbir araç kullanmadan yürüyerek gitmek amacım Ankara Kalesine… Evimden olsa olsa belki yarım saati geçe bir sürede yürüyebilirm. Herkesin dinlenebildiği, tüm haftanın yorğunluğunu bir günde gidermeye çalıştığı haftanın son gününde Ankara sokakları olabildiğince sessiz. Caddelerde yolun boşluğunu fırsat bilerek tek araç olma ayrıcalığını kendine tanıyan minibüs sürücüleri, kendi kurallarını doğru bilerek aracını kullanan birkaç özel araç sürücüsü…

 

Ne kadar bir süre yürüyebileceğim bilmiyorum ama, yorulduğum anda izin veriyorum kendime, minibüse binmek için, zorlamamalıyım kendi gücümü… Soruyorum durakta duran minibüslere geçmez diyorlar ineceğim yerden… Ön camında “Saman Pazarı” tabelasını gördüğüm için durduruyorum minibüsü. Sürdüremeyeceğim yürüyüşümü, kalan mesafeyi tamamlamak istiyorum minibüsle.

 

Ayakta alabiliyor benimle binen yolcuları sürücü, az sonra boşalacağından emin “bir durak sonra boşalır binin” diyor. Uzun zamandır gitmediğim geçmediğim yollar; Demir Yolları, Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu, Gençlik Parkı, Opera Binası… Oysa ne çok gelir geçerdim buralardan, sanat adına üniversite yıllarımda geldiğim ve bir daha da kopamadığım opera binası, tutkum olan voleybol için koşa koşa geldiğim heyecan dolu karşılaşmalar, çocukluğumda en çok gitmekten hoşlandığım yerlerden biriydi Luna Park. Şimdi içinden geçmeye cesaret bile edemediğim güzelim Gençlik Parkı… Her birini bugün gibi hatırlayabiliyorum. Birşey daha anımsatıyor bana geçmiş yıllar; geride bıraktığı yılların günbegün üstüste yığıldığı zaman. Geriye dönüp yaşananlar hatırlanınca bir bir ne garip geliyor, oysa ki ben sadece büyüklerimizden dinlerken geçmişi…

 

Önceden hazırladığım ücreti uzatıyorum sürücüye, alıyor. “Köşede inecek var” dese de yolculardan biri, yanıtlıyor sürücü “az ilerisi durak” diye. Yolcu tekrarlasada sert bir çıkışla, arkadan bir yolcu savunuyor sürücüyü benim de aklımdan geçsede susuyorum her nedense…

 

Duruyoruz İbni Sina Hastanesi’nin önündeki durakta, inecekler iniyor çocuklusu, genci, yaşlısı… İnenle binen bir anda karışıyor, ne inecek olan inebiliyor, ne de binecek olan binebiliyor, bir anda sakin olan kapı ağzı karışıyor. Arkadan binecekler sıkıştırırken, inecek olan binen oluyor, önce inen inmeli, boşalan yere binen geçmeli. Ne olduğuna anlam veremezken, birden sürücü uyarıyor, “çarparlar dikkat!..” Bu uyarı karşısında birden kapı ağzında sesler de karışıyor birbirine, genç olan yaşlı adama yer vermezken sıkıştırıyor kapı boşluğuna, arkadan binen iki adamda itelerken yaşlı adamı. Onca binen yolcudan yaşlı adam kalıyor geriye, genç olanlar vazgeçiyorlar binmekten her nedense…

 

Yaşlı adam zoru başarmış bir eda ile sıyrılıyor kapıdan, sakince yerine oturduğu anda ani bir çıkışla “dur” diyor “cüzdanım!..”

 

Benden…

19 NİSAN 2006

 

Sayın Okuyucularım,

Yener Balta bizim en küçük kızımız. Kızım dersem eşime haksızlık etmiş olurum…

Bu kızımızın ilk yazısdır. Umduğumdan da güzel olmuştur. Eğer yazmayı sürdürürse başarılı bir yazar olur.

Zaman zaman yazılarından göndereceğim size. Belki Ekspres yöneticileri kendisine de verir bir köşe…

Ben miadımı doldurursam; o söyleşir sizinle…

Bilge Balta,20.4.2006