DİPLOMALI MESLEKSİZLER

DİPLOMALI MESLEKSİZLER

Çalışıyorduk, haftanın son iş günüydü. Çalışma saatinin bitmesine birkaç saat kalmışken bir müşteri girdi odamıza…
Genelde acil işleri olanlar çat kapı gelirdi randevusuz. Bunlardan birisiydi belli ki…
“Nasıl yardımcı olabiliriz?” diye sordu arkadaşım.
“Bir çocuk kitabı resimleteceğim, 16 sayfa” dedi telaşlı.
Gençten bir çocuktu, bir kez daha görsem tanır mıyım bilemem! Belirgin bir özelliği yoktu bende kalan.
Elindeki kağıt parçası alışveriş listesini andırıyordu. Üzerine birkaç satır not alınmış, kırış kırıştı..
Bir şeyler söylese de söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştık. Anlayabilmek için anlatabilmesi gerekiyordu çünkü…
Kitap resimlemek, hele hele çocuk kitabı resimlemek her grafik tasarımcının yapabileceği bir iş olamazken ayrı bir yetenek ve ilgili gerektiriyordu.
“Nereden geldiniz?” diye sordu arkadaşım, hangi şirket anlamındaydı sorusu.
“Şirket değil” dedi.
“Bizi biri mi tavsiye etti size?” diye sordu diğer arkadaş.
“Evet, tavsiye üzerine geldim.” dedi kararlı bir sesle…
Kim olduğunu sorsak da, tavsiye eden kişiyi bize söylemek istemedi.
“Siz bu tür işler yapıyormuşsunuz!” diye de ekledi.
Bunca yıllık meslek hayatımda böyle bir iş isteğiyle hiç karşılaşmamıştım. Genelde bu tür işleri, çocuk kitabı basan yayın evleri yapardı.
Zaten onun da demek istediği bu değildi. Öğrenci ödevlerini yaptığımızı söylemeye çalışıyordu.
Elindeki kağıda bakmak istedim, kendisini ifade edememesi karşısında.
Kağıtta, çocuk kitabı olacak, bilgisayarda çalışılacak, resimler internetten (vektör sitelerindeki hazır çizim olsa gerekti) bulunup yerleştirilecek, her resmin üzerine konuşma balonları konulacak. Oraya yazıları biz dolduracağız.” yazıyordu.” Başlığı siz bulacaksınız, 16 sayfa olacak.” diye de yanlara doğru not alınmıştı. Konu neydi ki başlığını biz bulacaktık!..
Afallaşmıştık!.. Bu bir iş olamazdı. Sorduğumuz sorularla anlamaya çalışırken birbirimize bakar bulduk kendimizi.
Ağzındaki baklayı çıkarmıştı sonunda. Ya da biz almıştık. İşin ilginç yanı çocuk kitabı bir yana, yapılacak iş bir üniversite öğrencisinin bütünleme ödeviydi ve bunu kendi yapmayıp para karşılığı bir ajansa yaptıracak olmasıydı.

Arkadaşım, “bu tür işleri yapan kırtasiyeciler var, isterseniz oralara yaptırın, çünkü burası bir ajans” dedi.
“Oralar olmazmış, burası bu tür işleri yapıyormuş.” diye kendinden emin bir şekilde ısrar ediyordu.
“Nasıl bu tür işler?” dedim.
“Öğrenci ödevleri” dedi.
“Kimin bu ödev?” dedim.
“Yeğenimin” dedi.
“Kendisi nerede?” dedim.
Sessiz kaldı, cevaplamadı.
“Hangi okul bu?” dedim.
Bir devlet okulu söyledi, inanasım gelmedi. Orada okuyan öğrencilerin yapacağı bir davranış olamazdı. O kadar kolay girilmiyordu bu bölümlere. Üniversite sınavından sonra, yetenek sınavı vardı, desen çizimi, imgelem, tipografi, sözlü sınavı derken birçok elemeden geçiliyordu. Orada okuyan öğrenci alnının teriyle de oradan mezun olurdu.
Sizi buraya yönlendiren kim diye sorduk ısrarla, söylemedi.
“İzninizle yaşım gereği bir şeyler söyleyeceğim!” diye konuşmaya başladım.
“Bu kişi bir üniversite öğrencisi, bütünleme ödevi ve sizi buralara bu ödevi için yolluyor ve bizden onun için ödevini para karşılığı yapmamızı istiyorsunuz, öyle mi?” dedim.
“Belki şöyle yapsa daha iyi değil miydi yeğeniniz,” diye devam ettim konuşmama;
‘Benim böyle bir ödevim var, altından kalkamadım. Bütün yıl yattım, bütünlemeye kaldım. Bu ödevi sizin yanınızda, sizin yönlendirmeleriniz doğrultusunda yapsam çok sevinirim.’ dese, kendi bir zahmet gelse, daha iyi olmaz mıydı?” dedim.
“Eh!..” dedi.
Ezildi büzüldü. İlk defa durumun rahatsızlığını üzerinde hisseder gibiydi…
“Yumurta kapı misali!” deyip durumu kendince kurtarmıştı.
Bu yumurta kapı değildi. Bu sahtekârlıktı, bu sorumsuzluktu, bu kendini kandırmaktı düpedüz…
Kendisine kartvizit uzatıp üzerindeki numaradan işverene ulaşabileceğini bildirdi arkadaşım…
O, yarın hafta sonu olsa da yarından ve işi yaptıracağından ümitliydi.
Kendi aramızda atıp tuttuk, inanamadık, yazıklandık, kınadık…
İş verene yine de durumu aktardık. Durumdan haberdardı belli ki…
“Yapı verseydiniz” dedi.
Bu iş bu çarşambaya yetişebilecek bir iş değildi. Ayrıca bu bir iş değildi. Yapılacak iş neydi o bile belli değildi. İnternet ortamından bulunan çocuk karakteriyle bir kitap resimlenemeyeceğini açıklamaya çalıştık. Konusu bile belli değildi. Bu bir çocuk kitabı ise bir hikâyesi olmalıydı. Hangi yaş grubu çocuklar için olacaktı? Ne anlatacaktık? Çocuklara ne mesaj verecektik, okudukları hikâyeden bir ders çıkarmayacaklar mıydı?
Birçok soru işaretleri ile karşı karşıya kalmıştık.
Ödev bile öğrenci tarafından henüz anlaşılmamıştı.
Bir öğrencinin ödevini iş olarak bize yaptırması hangi ahlaka sığardı.
Bu, işverenin ricası üzerine daha önce hatırı sayılır bir yakını için istemeden de olsa ödevini yaptığımız kişi tarafından yollanmıştı belli ki. Özel bir üniversitenin son sınıf öğrencisiydi. Daha önce ödevini yaptığımız kız öğrencinin, sevgilisi olduğunu ve yeğenim dediği kişinin de ta kendisi olduğunu çözmüştük.
“Diplomalı işsizler” diye bilinen bir gerçeğe, “diplomalı mesleksizler” diye bir yenisi ekleniyordu.

YENER BALTA, 26 Haziran 2015