5.İLETİ

5.İLETİ

1X

Dinç AKAL

—– Original Message —–

From: dinc Akal

To: hayri@bilgebalta.com

Sent: Friday, July 09, 2010 11:35 PM

Subject: FW: Sitemizin MAKALE köşesi için…

x

Sayın Bilge Balta;

Elimden geldiğince (Kur’an’nın türkçesini okuduğumdan bu yana) 1980 yılından beri sizin işaret ettiğiniz bilgileri çevreme yaymaya çalıştım. Yobazlara karşı gösterdiğim tepki nedeniyle beni Müslüman saymadıklarından olacak kimse bana inanmadı. Kur’an’ın Türkçesini okuyun diye yalvarmalarımı bile kaale almadılar. Hatta kendi yakınlarım bile. Ne var ki, onlar bana inanırlar. Tabi bu yetmez. Okuma ve düşünme tembeli bir toplum haline geldik maalesef.

Saygılarımla…

Dinç Akal, 9.7.2010

 

Sayın Dinç Akal,

Önce saygı, sevgi…

 

İletini aldım,

Memnun kaldım.

 

Kim ne derse kulak asma,

Doğru bildiin yoldan şaşma…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Saygı, sevgi yeniden sana…

Av. Eren Bilge Balta, 10.7.2010

X

Sayın Balta,

 

Sağlıcakla kalmaya zamanım yok ki, benim
75 yıllık yükü çekemiyor bedenim.
İşte bu yüzden küskün bu yüzden derbederim
Saygımı sevgilerle sarıp selam ederim…

 

Dinç Akal, 11.7.2010

X

Sayın Balta,

 

Benim anlamadığım bir şey vardır.

Yüce Allah neden şeytanı yaratmıştır?

 

Ve acizdir ona karşı.

Kullarına şikâyet edeceği yerde neden kahretmez şeytanı?

 

Dinç Akal, 2.8.2010

X

Sayın Akal,

Önce sevgiler…

 

Bilelim ki hiçbir şey yoktan var olmamıştır.

Var olan da yok olmayacaktır.

 

İnsanoğlu bir oluşumla karşılaşmıştır.

Bu oluşumda gördüklerine bir gerekçe aramıştır..

 

Şeytan; insan ruhunda bulunan kötülüğü simgeler,

Allah ise insan ruhunda bulunan iyiliği simgeler.

 

Bunlar insan ruhunun dalgalanmalarıdır.

Bu iyilik ve kötülük duygusu bütün canlılarda vardır.

 

Bu bakımdan biz olanla karşı karşıyayız,

Bunlar için bir gerekçe yaratmaktayız.

 

Oluşum kendiliğindendir.

Bunları bir Allah’a bağlamak bizim bilgisizliğimizdendir.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana…

Av. Eren Bilge Balta, 2.8.2010

X

Sayın Bilge Balta;

Ben Allah’ın Şeytandan şikâyeti konusunda Kuran’ı kaynak gösterdim.

Dilerseniz sure ve ayet numarasını da bildirebilirim.

İnsanin kalbindeki iyiliğin Allah’la, kötülüğün şeytanla bağlantısı ise kişisel bir değerlendirmedir kanımca.

Türkçe Kuran okunduğunda yorumlanan ya da meal edilen birçok ayetin gizlendiği ve gözerdi edildiği ortaya çıkacaktır.

Sevgi ve saygılarımla…

Dinç Akal, 3.8.2010

+

Sayın Dinç Akal,

 

Önce sevgiler…

Herkesin görüşü de kendi kültürüne göredir.

 

“İnsanin kalbindeki iyiliğin Allah’la, kötülüğün şeytanla bağlantısı ise kişisel bir değerlendirme…” ise;

Allah’la Şeytan’ın; insandan ayrı somut bir varlığı neredir?

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Saygılar, sevgiler sana…

Av. Eren Bilge Balta, 3.8.2010

X

Sevgili Kardeşim;

İkimiz de farkındayız ki, soyut konularda tartışıp somut sonuçlar almak telaşındayız.

76 yaşında bir adem olarak, Kuran’ın Türkçesini okuduktan sonra, yıllardır bu ayırımı anlatmaya çalıştımsa da yanlış anlaşılmak endişesi nedeniyle cesaret edemedim.

Ayrıca Allah ve şeytanla ilgili düşüncelerime ve itirazlarıma yön veren kaynak Kuran’dır.

Ayrıca soyut konularda kişilerin görüşlerinin kendi kültür seviyesine orantılı olduğunu buyuruyorsunuz.

Sizi tenzih ettiğime lütfen inanın, ama son yıllarda “bilgisi olmadan fikir sahibi” olanların istilası altında toplumumuz.

Yüce Allah’ın huzurunda ne dediğini bilmeden rüku edenlerin dini konularda fikir ileri sürmelerine, fetva vermelerine isyan ettim hep, ediyorum ve edeceğim.

Sanırım siz de benim bu tavrımı hoş görürsünüz.

Sevgi ve saygılarımla…

Dinç Akal, 3.8.2010

+

Sayın Dinç Akal,

Önce sevgi diyorum.

Sizi size emanet ediyorum.

Görüşlerinize saygı duyuyorum,

Söyleyecek söz bulamıyorum.

Saygılarımla,

Av. Eren Bilge Balta, 3.8.2010

X

Sayın Bile Balta;

Sevginin ve saygının en önde geldiği konusunda hemfikiriz.

Tartışılamayacak yegane konu budur zaten.

Sizinle yazışmak güzeldi.

Ve ben sizi Allah’a emanet ediyorum.

Dinç Akal, 3.8.2010

X

2X

Duygu Hanım,

Teşekkürler duygu hanım.

Yalnız bir şeye dikkatini çekiyorum. Tanrı simgesel bir anlatımdır. (delil)-1- Öyle herkesin sandığı gibi bizim dışımızda dünyadan ayrı bir yerde dedikleri gibi bir Tanrı yoktur. (delil)-“

-1- Delil diye sormuşsun. Delil mi istiyorsun işte karşındayım, en iyi delil benim.

Şaşırdın değil mi, bu nasıl delil diye?  Belki de şöyle bir soru soruyorsun kendi kendine. Bu adam, kafadan çatlak mı ne diye?

Acele etme sayın Salih Atsız. Verecek tümceler sana gelecek biraz tatsız.

Seni, senin Allah’ının sözleri ile bağlayacağım. Bu tümceler (ayetler) çok ama ben yalnız birkaç tanesini sıralayacağım:

“Allah rahmetini dilediğine tahsis eder.” (Bakara, 212)

“Eğer Allah dileseydi, onlar müşrik olmazdı!”(En’am, 107)

“Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Öyleyse onları, uydurdukları yalanlarla başbaşa bırakıver.” (En’am, 112,137)

“O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi.” (En’am,149)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hesi iman ederlerdi. Öyle iken insanları, inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Yunus, 99)

“Eğer Rabbin dileseydi, bütün insanları tek bir dine bağlı kılardı.” (Hûd, 118)

“Biz kimi dilerse o, kurtuluşa erdirilmiştir.)(Yusuf, 110)

“Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” (Nahl, 9)

“..Ama O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir.” ‘Nahl, 93)

“Eğer dileseydik, herkese hidayet verirdik…” (Secde, 13)

+

Daha var bunların iki-üç misli kadar. Ne var ki bunlar kadar bu tümcelerin tam tersi tümceler de var. Birbirine ters tümceleri bir Allah nasıl sıralar? Bu çelişkileri gidermek için Allah delisi allâmeler “Nesih” – “Mansuh” diye zırvalar. Ne v ar ki “Nesih-Mahsuh” tümceleri bir elin parmakları kadar. Yalnız burada ise onlarca birbirine ters onlarca tümce var.

Yeniden soruyorum: Allah birbirine ters tümceleri nasıl olur da sıralar. Bunları zamana ve olaylara göre ancak bizim gibi kendisi de bir beşer olan İslam peygamberi sıralar. Bu nedenle Abbasiler döneminde Kuran’a mahluk değil de halik diyene; yani, Kuran Allah kelamı diyene; dayak atılırdı şehir meydanında, halkın önünde, ölesiye… Dayak faslından bir de sokulurdu hücrelere… (Bak. Kuran Tarihi, Osman Keskioğlu, Birinci Baskı. s.234 ve devamı sayfalar…)

Salih Atsız dostum, “Allah’ın dilemedi ise sen beni nasıl hidayete erdirebilirsin? Allah’ın dilemediğine hangi kafa ile “Pes yani!” dersin. Söyle bana sen Allah’ından daha mı yücesin?

Şimdi anladın mı  istediğin DELİL için niçin ben kendimi gösterdim. Allah’ın dilemeseydi ben bu sözleri söyleyebilir mi idim?

Daha ne söyleyebilirim sana, başarılar dilerim çabana, inandığın yolda. Seninki sana, benimki bana, şimdi kal sağlıcakla…

Av. Hayri Balta, 24.11.2002

x 

Hayri Hocam,

“abla” kelimesi geçmese sizin yazınız zannedecektim.

Saygılarımla,

Duygu Mutlu, 1.1.2014

X

Duygu Hanım,

İletini aldım,

Memnun oldum.

 

Bak1 İsteyince oluyormuş.

Duygu Mutlu da yazıyormuş…

 

Devamını beklerim,

Mutlu’ya mutluluklar dilerim…

 

Av. Hayri Balta, 1.1,2014

X

Hayri Hocam,

Aşık Daimi’nin size güzel bir türküsünü iletiyorum.

Saygılarımla,

Duygu Mutlu, 25.1.2014

+

Duygu Hanım,

İletini aldım…

 

Ancak, Daimi’nin türküsü çıkmadı.

İleti gönderilirken,

Kontrol edilmeli…

Sevgilerimle,

Av. Hayri Balta, 25.1.2014

X

3X

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL

 

Hayri bey,

Nasılsınız?

Adım Ebru G. Şengil. Bendeniz, 34 yaşında bir edebiyatçıyım. İstanbul’da ailemle birlikte yaşıyorum. Atatürkçü, laik ve aydın olmaya uğraşan bir insanım. Memleketin durumuna en çok üzülenlerden belki (Burada belki fazla…) biriyimdir. Lakin yurtdışına gitmek için de uğraşıyorum. Zira, ümidimi kestim çok şeylerden.

Sizi, seneler önceki Türkçe öğretmenim, bugünlere bir edebiyatçı olarak yetişmemi sağlayan, değerli Yalçın Efe Öğretmenim sayesinde buldum. Kendisi, sizden bana hep söz ederdi. Ve benden size yazmamı istedi.

Sitenize az evvel girdim. Oradan açık ileti göndermek istedim ama yapamadım. Ben de şansımı buradan denemeyi uygun gördüm.

Efendim, eğer uygun bulursanız ben size (Bu iki sözcük fazla…) İstanbul’da yaşayan Macarca İngilizce bir genç tercüman ve yazar adayı olarak arada bir yazmak, hatırınızı sormak isterim.

Siz çok değerli bir insansınız. Bizler sizlerden çok şey öğrenmeliyiz. Kabul ederseniz, engin bilginizden kimi zaman yararlanmak beni Dünyanın en mutlu insanı yapar.

Hayırlı akşamlar dilerim. Yalçın Hocam da size selam ve hürmetlerini gönderir. Kendisi ile sürekli yazışmakta ve konuşmaktayız.

Saygılarımla,

E.G.Ş., 25.10.2008

+

Saygıdeğer Ebru G. Şengil,

Önce yürekten sevgimiz olduğunu,

Ve de iletinizle sevindiğimizi bil…

 

“Bizler sizlerden çok şey öğrenmeliyiz.” diyorsun…

Öğrenmen gereken noktaları yukarıda görüyorsun.

 

Yanlışlarını gösterdim diye bana ileti göndermekten çekinme

O zaman sona erer benden çok şey öğrenme…

 

Umarım bu çabamı kötüye yormazsın.

Benimle iletişim kurmaktan korkmazsın.

 

İnsan olarak hepimiz yanlış yapabiliriz.

Ancak, yanlışımızı söylüyor diye birbirimizden kopmamalıyız.

 

Ben bir dostumu yanlışı ile baş başa bırakamam.

Bir dostuma böyle bir saygısızlığı yapamam…

 

Sen benim yanlışımı görürsen çekinmeden hemen söyle…

İnsanlar böyle böyle, doğruları görür öğrenmek istedikçe…

 

Değil mi ki yazar olmak istiyorsun…

Değil mi ki bizden yararlanmak istiyorsun.

 

Bizimle ilgiyi kesmemelisin.

Bizimle ilişkide olduğun sürece

Hem öğrenirsin, hem öğretirsin….

 

Üzülürüm eğer “bu adam yanlışlarımı gösteriyor” diye ilişkiyi kesersen.

Benimle ilişkiyi kesme eğer gerçekten yazar olmak istersen…

 

Bundan böyle bütün yazılarımdan  bir örnek sana göndereceğim.

Özellikle sizden, bana Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yapmanı isteyeceğim.

 

Çekinmeden nerede yanılmışsım, neleri bilmem gerekiyorsa bana göster.

Hayri Balta, içtenlikle, özdenlikle kendisine Öğretmenlik yapanı sever…

 

Değil mi ki Türkçe – Edebiyat öğretmenisin.

Bu görevi Hayri Balta’dan esirgememelisin…

 

“Zira, ümidimi kestim çok şeylerden.” demişsin;  deme böyle…

Daha yaşın çok genç, öyle koşullar çıkar ki önüne…

 

Umutsuzluk onulmaz bir hastalıktır.

İnsan, yaşamı boyunca umutsuzluğu yanına yaklaştırmamalıdır.

 

Sizden çok önce bir dostumun şiiri üzerine kendisine yazdığım mektup aşağıdadır.

O dostum da, senin gibi, bana Türkçe – Edebiyat öğretmenliği yapmaktadır…

 

Ben, böyle öğretip öğrenirken çok şeyler öğrendim.

Seni bulduğuma da bu nedenle sevindim…

 

Aman beni bırakma…

Çünkü çok yararımız olacak

Senin bana, benim sana…

Aman, sen de başkaları gibi,

Yanlışımı gösteriyor diye kaçma…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta

+

Fevzi Can,

Önce sevgi candan…

 

Bundan güzel şiir olamaz.

Şiir, yalnız biçimle sınırlanmaz…

 

Sözcükler tereyağından kıl çeker gibi

Sessizce çıkıyorsa dilden…

Anlam yüklüyse bir de…

Tırmalamıyorsa kulağı, okunurken, söylenirken…

Anlam yüklüyse, duygu yüklüyse tümüyle…

Şiir adını alır bizden…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta, 26.10.2008

+

Not:

Şirin, aşağıdaki şekilde, Sitemizin “Şiirlerim” bölümüne alınmıştır.

+

GÜZEL SEV

 

Sev…

Sevdikçe çiçeklenir bitkiler; sevdikçe gürleşir ekinler; çoğalır ötüşleri kuşların…

Göğsünün sol yanıyla sev, dünya güzelleşir sevdikçe.

 

Soluğunla sev, sesinle, dilinle sev.

Tutulursa dilin gözlerinle; göz yaşlarınla sev; ama sev, muhakkak sev.

 

Sevmeyince boynu bükük kalır fidanların, meyve vermez olur ağaçlar…

Sevmeyince sesi kısılır şairlerin, akar sular akmaz olur sevmeyince.

 

Sevmeyince anlamı kalamaz yaşamın.

Somurtur, insanlar sevmeyince Tanrı da…

 

Öyleyse sev…

Çok sev, iyi sev, güzel sev, doğru sev…

İyinin, güzelin, doğrunun ellerinde dönsün dünya…

 

FEV, 24.10.2008

X

Çok Değerli Sayın Hayri Balta Hocam,

Nasılsınız efendim? Umarım afiyettesinizdir. (iyisinizdir.)

Öncelikle sizden gelen bu nazik cevap için, çok teşekkür ederim. Siz yeter ki hatalarımı düzeltin ben size kurban olurum ne demek.

Hepsi ne kadar yerinde ve doğru. Ancak saygı ile önünüzde eğilebilirim ben. Edebiyatçıyım diyorum ama işte öğrenmem gereken ne çok şey var. Görüyor musunuz kısacık bir mailde bile nasıl hatalar (yanlışlar) yapabiliyorum.

İşte bunun için de basılmamış iki kitabım, yazmakta olduğum onlarca denemelerim, şiirlerim, hikayelerim (öykülerim) var ve henüz cesaret edip bastırmaya yeltenemiyorum.

Yalçın Hocam bazı kitaplar tavsiye (öneriyor) ediyor (öneriyor sözcüğünü kullanırsak ediyor da çıkar…) ve sohbetlerimizde bana bir yazarın nasıl yazması gerektiğini anlatıyor. O zaman daha ne kadar yolun başında olduğumu görebiliyorum.

Çok teşekkür ederim değerli zamanınızı ayırmış, gören gözlerle uğraşmışsınız. Elbette hepsi gayet yerinde söyledikleriniz, uyarılarınız, ne kadar haklısınız.

Sizin kadar saygın, önemli, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ender yetişmiş mümtaz bir insanla Yalçın Efe Hocamın sayesinde tanışmak beni öyle mutlu etti ki, anlatamam. Uzun sürecek bir dostluğumuzun olmasını ümit ederim.

Siz ne kadar mütevazi (alçak gönüllü) bir insansınız ki, bana kendi yazınızı gönderip, üzerinde düzeltmeler yapmamı istiyorsunuz.

Hayri Bey, ben bunu yapamam. Nasıl olur? Ben sizin yanınızda ancak çırak olabilirim ve siz bir ustasınız. Siz bir duayensiniz. Ben sizin nasıl hatalarınızı (yanlışlarınızı) bulup çıkarabilirim. Ben haddimi bilirim.

Lütfen, rica ederim, beni üzmeyin. Bunu benden istemeyin. Ancak ben size kendi yazılarımı gönderebilirim yanlışlarımı düzeltmek adına. Sizin gibi bir insanın yazdıklarından feyz alabilirim. Doğrusu bu değil mi? Eğer uygun görürseniz tabii.

Memleketin gidişatı konusundaki endişelerim doğrudur. O konuda bilmiyorum “ümidi kesmek” belki çok acımasızca oluyor ama elbette ümidimizin kırılması demek, memleket için bir şeyler yapmadığımız anlamına gelmemeli.

Ben efendim Atatürkçü Düşünce Derneği’ne üyeyim. Aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’ne üyeyim. Bir iki sivil toplum kuruluşuna üyeyim. Elbette onlar hakkında da bazı tereddütlerim var. Galiba bu aralar hepimizin kafası biraz karışık ve bu kurumlara da yansıyabiliyor.

Hayri Bey, (unvanlar büyük harfle başlar.) o şiir ne muazzamdı öyle. Çok teşekkür ederim bunu benimle paylaşmanız ruhumu besledi.

Ben onu tekrar tekrar okudum. İçimde kıpırtılar yarattı. Sevgi ile ilgili o sözlerin hepsini çok sevdim. Ama bilhassa (özellikle) orada bir ifade var. Ne diyor efendim: “…Şairlerin sesi kısılır sevgisizlikten…” En çok o ifadeyi beğendim.

Evet, bu doğru. Bizler sevgi ile beslenen insanlarız. Tanrı bile Dünya’yı sevgi ile, aşk ile yaratmış. Sevgi herşeyin temeli muhakkak. Yalnız o son mısradaki düşünceye katılmıyorum

“… Çok sev, iyi sev, güzel sev, doğru sev…

İyinin, doğrunun, güzelin etrafında dönsün Dünya …”

Dünya, öyle dönmüyor. Dünya, “sevgi” üzerine dönmüyor. “İyilik, doğruluk” gibi erdemlere, etrafımızda pek sık rastlanmıyor.

Kabul ederseniz, ben bundan sonraki yazışmamızda, size şiirlerimden bir ya da iki tanesini göndermek isterim. Uygun görürseniz, sitenizde yayınlamanız, elbette beni çok sevindirir.

Aslında, normalde şiirlerimi benden başka pek gören olmaz. Şiirlerim konusundaki utangaçlığımı yenemedim hala. Özelimi yabancılarla paylaşmak, bana nedense mahremiyetimi açmak gibi geliyor. Ne kadar tutucu bir düşünce değil mi? Hikayelerimi,  (Öykülerimi) güncel yazılarımı her yere çekinmeden gönderebiliyorum ama şiirlerimi hala kendime saklıyorum. Bazen kendimden bile kaçırıyorum. Tuhaf değil mi Hayri Hocam? Kendimi çözemiyorum bazen.

İyi bir Pazar günü geçirmenizi diliyorum. Bu akşam Yalçın Öğretmenime, sizinle olan yazışmamızdan bahsedeceğim. Bu, onu da sevindirir. Sizin, kendisinin hayatında ne kadar güzel izleriniz var. O izler, ne çok mühimdir değil mi Hayri Hocam? Kim bilir kaç kişinin yaşamında sizin gibi bir insanın güzel izleri duruyordur.

Lütfen, elinizi benden çekmeyin. Sanırım, hayatımın hele ki şu anki safhasında, (aşamada) sizin gibi bir yol göstericiye şiddetle ihtiyacım var. İyi bir öğrenci olup, sizi dikkatle dinleyeceğim ve sizden edindiklerim, yaşamım boyunca bana ışık olacaktır.

Işık, zaten sizsiniz. Giderek karanlığa gömülmekte olan ülkemizde, sizlere ne çok ihtiyaç var. Işığınız, hiç sönmesin diliyorum.

Büyük saygılarımla,

E.G.Ş.

x

Büyük İnsan E.G.Ş.

Karşında saygı ile eğilirim.

Size olan hayranlığımı belirtirim.

 

Yanlışını kabul etmek gibi bir erdem olmaz.

Yanlışını gören ve düzeltmek isteyen pek bulunmaz.

 

Çoğu insan kendisini eksiksiz görür.

Yanlışı gösterildiği zaman üzülür.

 

Ne demiş 4. Halife Ali: “Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum.”

Ben bu sözü, yerinde ve çok değerli bulurum.

 

Kendimi alamadım iletinde gözüme çarpanları düzeltmekten

Bir Atatürkçü öğretmen; Osmanlıca sözlükleri, atmalıdır sözlüğünden…

 

Birkaç yazışmadan sonra kurtulursun Osmanlıca sözlük kullanmaktan.

Mektubunda yanlış yok diğer yazma ve noktalama  bakımından…

 

Artık sen benim başımın tacısın.

Yalçın kadar değerli bir arkadaşımsın…

 

Al sana bir müjde…

Senin için bir sayfa açacağım Sitemde…

 

Sayfanın başlığı aşağıdaki gibi olacak.

Adının başında aşağıdaki gibi yürek yer alacak…

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL DOSYASI olacak

Bu sayfada; öykülerin, denemelerin, şiirlerin yer alacak.

 

Siteye girmeden önce verilecek son biçimden de senin haberin olacak…

Böylece bir de bakmışsın ki EBRU GÜLSÜM ŞENGİL Hocam edebiyatta ustalaşacak.

 

Yanlışını gören, bilen, düzelten ve buna sevinen bir insan gördüğüm için seviniyorum.

Ceketimin düğmelerini ilikleyerek önünde saygı ile eğiliyorum…

 

Ender bulunan aydınlardansın…

Bundan böyle sen benim her konuda Hocamsın…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta, 26.10.2008

X

Sayın Hayri Balta Hocam,

İyi haftalar diliyorum size. Nasılsınız?

Giderek size olan sevgim ve saygım, olduğundan da katlanarak artıyor. Şu son iki gündür, inanın sizin mailinizin üzerine, “Ben şimdi Hayri Hocama ne yazayım, nasıl yazayım?” diye düşünüyorum. Onca birikiminizin altındaki, sadece kendini aşmış insanlara has bir özellik olan, bu inanılmaz mütevaziliğiniz ve olgunluğunuz, beni fethetti.

Siz, bulunmaz bir değersiniz. Yalçın Hocam’a müteşekkirim. Dünya üzerinde varolduğumuz müddetçe bu paylaşımlar bitmesin. Dostluklar mühim. Yaşadıkça hatırlanmak, en mühim.

Hayri Hocam, çok teşekkür ederim. Sitenizde benim adıma bir köşe açmanız, beni anlatamam size nasıl nasıl onore etti. Aynı zamanda, kendimden korktum. Sanırım yapabileceklerimden ürküyorum. Benim en büyük engelim kendimim aslında. Bunu yenebilsem muhteşem şeyler çıkacak ortaya ama işte, ah!

Dürüst olmam lazım. Ergenekon Davası ile ilgili olarak, kafam karışık Hocam. Ortaokul yıllarından beri Cumhuriyet okuyan bir Atatürk kadınıyım. Bazı şeyler var içime sindiremediğim. Örneğin, gençliğimin ikonu olan, İlhan Selçuk gibi Kemalist bir yazarın, bu yaşta, hem alacakaranlıkta, saygısızca evinden alınıp götürülmesi gibi detaylar, beni ve bizim cenaptan pekçok kişiyi üzdü. Bu gözaltına alınan askerler, yazarlar, belli bir yaşa gelmiş, haysiyeti ile yaşayan, gururlu insanlar. İçerde üzüntüden kaçı hastalandı, birikisi ölümcül haldeyken salınıverildi. Benim naçizane düşüncem, bu davadan birşey çıkmayacak. Evet, itiraf ediyorum maalesef elimde değil. Yanlı düşünüyorum. Ama Hayri Hocam, memleketin şu durumuna baktığınızda, elinize başka seçenek bırakmıyorlar ki…

Size, yukarda attachment ile eklediğim, biriki şiirimi gönderiyorum. Lütfen beni kıyasıya eleştirin. Zira, aslında yazarlıktan ziyade taibatımda şiire meyilli bir hava var. Sanırım, yaşadıkça hep şiir yazacağım ben. İyi yazmak istiyorum. Lütfen, değerli görüşlerinizi benden esirgemeyin. Onlar, beni ileriye götürür her zaman. Ve lütfen sürç-ü lisanım olursa affola.

Bazen içimdeki coşku, benim bendimi çiğneyip aşmama, dağları yırtıp, enginlere sığmayıp taşmama sebep oluyor:) Farkındayım, okuyanlar da farkındalar. Kalemimin yumuşamasını, ucundaki sivriliğin gitmesini ben de çok arzu ediyorum. Sadece nasıl yapacağımı bilmiyorum. Kıyamet koparmış gibi yazmak istemiyorum. Kıyametin ortasında sakin kalmak istiyorum. Bana bu hususta tavsiyeleriniz var mıdır? Onlara öyle muhtacım ki…

Osmanlıca kelimeler kullanmak konusunda; Evet Hayri Hocam evet benim böyle bir flörtüm vardır oldum olası eski kelimelerle. Yalçın Hocam da ikaz eder çoğu zaman bunu yaptığımda. Merakımın kökenini bilmiyorum, ben Osmanlıca da okumadım. Artık, bunu azaltmaya mümkün mertebe gayret ediyorum. Sanırım Elif Şafak gibi çok sevdiğim kimi genç kuşak yazarların Osmanlıca ile olan bağı, gelip beni de biryerlerde vuruyor. Üstesinden geleceğim, lütfen endişe etmeyin.

Saygılarımı gönderiyorum size Istanbul’un Beşiktaş semtindeki bir evin arka odasından. Ve de bir kucak dolusu emanet selam. Çünkü, benim çevremdeki insanlar için, sizi bireysel olarak tanımasalar da, -ki cahilliklerine veriniz-, Atatürkçü Düşünce Derneği deyince akan sular duruyor Hayri Hocam.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na bir gün kaldı. Atatürkçü maskesi takmış bunca rejim düşmanı meydanlarda bas bas bağırırken, asıl sizlerin, sonra da bizlerin hakkı olan Cumhuriyet Bayramı’mızı gönülden kutlamak istiyorum.

Ata’mız, andımız olsun!

Sonsuz bir muhabbetle, iyi geceler dilerim.

E.G.Ş.

x

Değerli Şengil,

Artmaktadır sevgim bunu bil.

 

Sabahtan beri bir şiirin üzerinde çalıştım.

En sonunda aşağıdaki görüldüğü biçime getirdim.

 

Şiirlerin gözleme dayalı, duygu yüklü, toplumsal içerikli…

Ancak öncelikle şiirin düzyazıdan ayrılması gerekli.

 

Sonra arı duru olmalı.

Anlamla yüklü, duygu ile dolu olmalı.

 

Şiirde asıl olan musikidir.

Şiire gerekli olan uyumdur, ahenktir.

 

Şu an doktora ilaç almaya gideceğim.

Belki yarın diğer şiirlerinle ilgileneceğim.

 

Bu gün sen aşağıdaki şiir üzerinde dur.

Aşağıdaki şiirle, iletindeki  şiiri gözden geçir.

 

Eğer beğenirsen bu biçimiyle girerim Sitemize.

Sen de ilk adımını atmış olursun edebiyat dünyasına böylece…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 28.10.2008

+

ÜSKÜDAR…

 

Bir gecikmiş kış öğle ayazı

Yetişmek için çıkmışken Üsküdar vapuruna

Aptesli robocoplar kılacak Cuma namazı

 

Yürüdük meydana masum amaçlarla.

Taze çıtır simitlerin kokusu sardı ıslak iskele ayağını

Ve o ayağın dibinde belli ki üçü de kardeş tinerci çocuklar vardı.

Neden hep fakir aile çocukları kaçar evlerinden?

Zengin çocukları aptal mı?

 

Bunları düşünedururken bir itiş kakış arası,

Salladılar tahta iskeleyi herkes üzerinden atladı.

*    *    *

Cami avlusunda ayakları çıplak bir adam:

“Yemin ederim! Vallahi de billahi de karnım aç!”

İnsan niye açlığına şahit toplar anlayamam…

 

Hemen önünde köy çocukları için para toplayan kibar ev hanımları…

Ve soldan sağa yayılmış bir öbek dolusu insan manzaraları…

 

Akşama balık pazarından ne alacağını düşünedursun

Elde yok, avuçta yok, bari gözü doysun…

Yürür yürür çarşıda, canı çıkmak istemez,

Döner sonra gerisin geri,

Bir şeyler almadan eve dönmek istemez…

*    *    *

İç çeker Kız kulesi:

“Kızkulesi, Kızkulesi, Kızkulesi……..”

Güzelim Kızkulesi halkına küskün gibi

*    *    *

Harem’e giden dolmuşlar yarış halinde birbirleriyle

Ve ezilmekten güç bela kurtulan şu yaşlı kadın

Bir tebessüm kondurup küçülmüş yüzüne

Kalan hayatına daha sıkı sarılır buruşmuş elleriyle…

 

Pazarcı esnafıyla ayaküstü flört, kaş göz arası

İmam Hatip’li kızlar okula koşar iki namaz arası

Ve başlarında uçuşan rengarenk ucuz eşarpları

 

Bir bebek ağlar isyankar alabildiğine çeşme başında

Utanarak susturur onu genç ana

Az sonra gelecek belediyede çalışan koca.

 

İlerdeki dönercide yiyecekler bir öğle yemeği

Abartılı süsüne püsüne bakılırsa yeni evlidir besbelli…

*    *    *

Burası Üsküdar en eski gözde semtlerinden İstanbul’un

Halkı, çoğunlukla Anadolu’nun…

 

Taşı toprağı Osmanlı kokar…

Gelir sesi kulaklarıma, Üsküdar ağlar…

 

“Üsküdar, Üsküdar, Üsküdar

Üsküdar, Üsküdar, Üsküdar………”

Bir şeycikler yapamam ağlarım ben de.

Onunla birlikte için için,

Üsküdar’ı sevdiğim için…

 

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL, 4.3.2005

X

Tarih  :   15 Kasım 2006

Saat   :   19 :20

Yer    :    İstanbul / Beşiktaş

 

RÜYAMDAKİ     SIĞINAK

 

Dalgalar kayalara çarptı zayıf bedenimi yoruldum güzelim,  çoook canım yandı

Bir kara kayanın küflü burnuna, tenimin tuzuna yapışmış yaslı yosun saplandı

Korsan gemiler geçiyor  uzaktan tümünün dümeni kırık, güvertenin ipinde sallanır tayfası

 

Uğursuz sabahlardan biri, ezan vaktiydi; müezzinlerin sesi duyulmaz ki kara açıklarında

Ölmüş Sinbad’ların hayaletleri dolaşırken sessizce gıcırdar mahremimin ahşap döşemesi

Sesler gelir suretleri yanardöner fır fırıldak tanıyamam seçemem ki ben kuytu civarlarımda

 

Ne isterler bilinmez muhakkak kurban mı lazımdır şehveni ayinlerine  ulema şeytanların

Onlar! Maskeleri zehirlidir, bakanı çarpar büyülerle tütsülü şatafatlı saten pelerinlerine

Sürüngenler yapışırlar ha bire envai çeşit maskaralıktan günbegün küçülüp solucanlaşan

 

Tül elbiseme irin dolmuştu yıkamaya uğraştım olmadı attım ama üşür oldu çıplak bedenim

Suya attım kendimi arınmak için sığ koylarında çarptı durdu tenime  deniz anaları açtılar

Altımdan bir ahtapot geçti insan kafalı hali vakti pek yerinde ve kolları ziyadesiyle sapkın

 

Yeşil deniz tarlaları açıldı önümde; yüzdüm, yüzdüm büyük balıklar hep çelimsizleri yermiş

Meğerse aslında cennet otu ormanları kutsal suların diplerinde bitermiş keşfeden çıkmamış

Acımasız deniz kızı oturur küçük adasında denizcilerin kafataslarından yapmış kulübesini

 

Konuşmak için açtı ağzını, ama baloncuklarının içi karaydı ve ben istemedim onun zehrini 

Canhıraş kulaç attım maviliğe kaç rakım var saymadım deniz atından tabelaların hepsini

Ama bildiğim o ki, kum yolun bittiği yerde “sen” varsın ve de senin sığınağın…

 

Kimse bulamaz beni, o zaman geçer gider homurdanarak uzaktan, kötü dişli köpekbalıkları

Ve sallamaz orağını tehditkar bir edayla hiçbir masum yüzlü vahşi okyanus fahişesi…

Deniz yılanları yuvalarına dönerler kesip umudu azgın etleri daha bir yamyamlaştırmaktan

 

Saklana saklana su altı mağaralarına, ben yolumu bulurum yeter ki sen ol tünelin ucunda

Nefessiz kalsam da, korkma ben yaşarım eğer kalbimde hala atan bir ergenlik düşü varsa

Canımdan öte taşırım ruhumdaki ölümsüz aşkın beyaz kardelen çiçekli güç işlenir motifini

 

Son kalan kutsal istiridye orada biliyorum ve kabuğunun içinde saklıdır o saf beyaz incisi

Onu bana verirsen, iyileşir o anda içimdeki adaletsiz mahşerin ebedi kıyamet işkencesi

Ve bırakır kendini bulanık sular masmavi berrak bir gizli koya sadece ikimizin girebildiği

 

Eğer bu şiiri bulursan bir cam şişede sakın kırıp atma içinde hapsolmuş bir iyilik cini var

Kollarını kavuşturup üç dilek sorar oğuşturursan kapağındaki kabuklu deniz mantarını

Ben diledim biri oldu, ikisi kaldı ama söylenmez yoksa sihri kaçar zamanı gelince esirgenmez…

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL 

X

KAVGA SEVENLER CUMHURİYETİ

 

Masal masal matitas

Herkes uyur, ben uyumazmışım

Evvel zaman içindeyken

Kalbur samanın içindeymiş

Develer tellal iken

Pireler de onların berberi imiş

Ben ninemin pirinçten beşiğini

Tıngır mıngır sallarmışım

 

Uzak diyarlardan birinde

Bir “Kavga Sevenler Cumhuriyeti” varmış

Pek ünlüymüş bu memleket ama bakın niye

Halkı ha babam, de babam

Kavga etmeyi pek severmiş

Birbirlerini yer dururlarmış

 

Bu köşe yaz köşesi

Şu köşe kış köşesi

Ortada su şişesi..

 

Bu ülkenin partilileri sirk cambazları olmuş

Seçmenler en iyi savaşçılardan seçilirmiş artık

Bunlar hıncahınç arenalara çıkıp dövüşürlermiş

 

Seçimi kazanmış birgün Halkın Çocukları Partisi

“Turuncu Devrim yaptık.” demişler başa geçmişler

Laikler bunlardan pek korkarmış yalnız

“Yok demişler biz vals yapacağız çıkarın türbanlarınızı”

 

Ötekiler onlardan aşağı kalır mı: “İçki içirtmeyiz biz de size.”

Velhasıl bir köprüde karşılaşmış iki inatçı keçi

Biri diğerine yol vermemiş, beriki kenara çekilememiş

Askerler habire darbe yaparlarmış, onlar pek bir gerginmiş

Halkın Çocukları Partisi onlarla geçinemezmiş

 

Bir itiş kakıştır, hızlanmış Kavga Sevenler Cumhuriyeti’nde

Gazeteler birbirleriyle kapışmış “Sen gericisin, ben ilericiyim.” diye

Derken televizyonlar girmiş birbirine:

“Sen kafirsin, ben mütedeyyinim.” diye

 

Ansızın ekonomik kriz sarmış tüm alemi…

Öğrenciler üniversite bitirip işsiz kalmış

İşsiz kalanlar anarşist olmuş

Solcular köşe dönmüş çoktan, kapitalist olmuş

 

Kapitalistler iflas edip, bunalımlara girmiş

Anneler, evlilik yarışmalarında koca aramış

Zira, evlatlar büyüyünce annelerine bakmamış

 

Onlar da parasızmış zaten, ikramiye yarışmalarında şans topu denerlermiş

Kimse çalışmak istemezmiş, herkes avantadan para sahibi olmak istermiş

Genç kızlar aşık olmazmış, çoğu zengin koca ararmış…

 

Zengin adaylar, bunu bilip koca olmak istemezmiş

Çünkü, paranın Tanrı olduğu yerde kimi kadınlar yok demezmiş…

 

Hoş prensler, boş çuvallara gizlenmiş

Balkabağı arabalarda gezenler, bıçkın kontlarmış

Reina’lar, Sortie’ler, lüx tapınakmış…

 

İmtiyazlı sınıf, olanlarla ilgilenmezmiş

Ayin yapar, tapınaklarında tepinip sevişirlermiş…

 

Halka içki yasağı konulmuş, gel zaman git zaman

Sigara içmemesi istenmiş sokaktaki adamdan

Sırada, kimbilir daha neler neler varmış

Nineler, yoksulluktan hırsızlık yaparmış

 

Babalar, geçim sıkıntısından dayakçı, huysuz olmuş

Çocuklar, varoşlarda polis amcalarına taşlamış

Bir köpük alemi varmış ki bu ülkenin afrodizyak niyetine

Meşhur fahişeler milli leydi diye taçlanmış

 

Eşkiyalar taçsız suç baronları olmuş

Küçük kızlar manken, şarkıcı olmuş

Küçük oğlanlar topçu, şarkıcı olmuş

 

Halk bunları izledikçe, iyice efsunlanmış

Beri yandan, ülke yönetiminde işler kızışmış

Birileri çıkmış, “Ben Milliyetçiyim” demiş

Birileri çıkmış, “Ben ayrılıkçıyım” demiş

 

Birileri de, bezirganlık yapmış avantasına bakmış

Halksa, bunların peşinde saf saf, saf tutmuş,

 

Bu köşe yaz köşesi

Şu köşe kış köşesi

Ortada su şişesi…

 

Olanlara kıs kıs gülermiş komşu ülkenin liderleri,

Halk, endişe ile izlemiş olanı biteni

Zira kavgasız yaşayamazmış Kavga Sevenler Cumhuriyeti…

 

Hepsi kendi ülkelerinde yaşamıyormuş

Kimileri başka diyarlara göçetmiş

O diğer diyarlarda yaşayanlar da uslu durmamış

Gel zaman git zaman ipler iyice kopmuş

 

Halkın bir bölümü suça meyletmiş

Saygın yazarlar,düşünürler hapislerde çürümüş

Gençler polis işkencelerinde tekmeyle ölmüş

 

Memleketin hapishaneleri dolmuş taşmış

Beyefendiler kaçıp logarlara sığınmış

Hanımefendiler merdiven altlarına gizlenmiş

 

Ortalık naylon kadınlardan geçilmez olmuş

Bebekleri kendi anneleri iple boğmuş…

Evlatlar altın bilezik uğruna annelerine kıymış

 

Kimi kadınlar kendilerine sevgili bulmuş

Kimi adamlar gece alemlerinde zevkten zevke uçmuş

 

Tüccarlar envai çeşit kaçakçılığa başlamış

Köylüler ürünlerini yok pahasına satmış

Öğretmenlere Devletin maaşı yetmez olmuş

 

Birileri vatan adına adam öldürmüş

Birileri özgürlük adına bomba patlatmış

Müthiş bir elbirliğiyle bunlar,

Kendi sonlarını hazırlamışlar

Derken, beklenen o kıyamet kopmuş

 

Toprak dayanamamış, çatlamış hırsından

Ekonomik kuruluşlar parça parça satılmış…

Satıldıkça içine gömülmüş kalabalık güruh

Canlı canlı mezara girmişler, paylaşamadıkları yerde

Böylece diğer diyarlardaki halklar da sükuna ermiş

 

Efsane böylece dilden dile yayılmış

Rivayete göre hala bir yerlerde

Bu kavgacı mahluklar didişir dururlarmış

 

Şu köşe yaz köşesi

Bu köşe kış köşesi

Ortada su şişesi…

 

Masalımız burada biter,

Gökten üç koca, kırmızı, sulu, parlak elma düşer,

Biri, Kavga Sevenler Cumhuriyeti halkının kalın kafasına,

Biri, bu masalı sabredip okuyanların,

Biri de, bu masalı yazanın kafasına…

 

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL 

X

ALIR BAŞIMI GİDERİM

 

Sıkılırsa ahir zamanlar

Seyrelmiş sevginden

Solgun son baharlar

Serin iklimler türetir ha bire

Saydam bir kalbe bakar

Silik sararmış fotoğraflar

 

Pembe patika bilindik  yolda

Pırıltısı paslanmış

Pörsümüş genç bir peri

Perande taklalar atar

Papatya yapraklarına sorar

Peşindeki hayali şövalyeyi

 

Zümrüt yeşili ziller

Zambaklara gizlenir

Ziyana duçar zamanlar

Zırıl zırıl ağlaşırlar

Zuhur eden son gerçek

Zil zurna avam bir sevdaya

 

Açelyalar açarken

An be an filizlenir

Acılı sarmaşığımın dalları

Arzu dolu çığlıklarla

Adeta tadını çıkarır bedenim

Acıkmış ruhum doyasıya

 

Kıyasıya kopartır

Kasım güneşinin kızılı

Kor lavlar kusar

Kısır bir vahaya

Kısmeti kapalı kızların

Kusurlu hallerine inat

 

Yok sayar yoksulluğum

Yaralı yüreğin yamalarını

Yasemin kokusu yayılır

Yonca şansı bulmuşum

Yaşı küçük bir tazenin

Yalan yanlış ilk aşkı

 

Ihlamur ağaçları

Islık çalar usul usul

Ilık bir huzur var uzakta

Işıklar kamaşmaz gölgede

Islak yanaklar üşür mü hep

Israrcı mıdır acılı çocuklar

 

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL

X

Günaydın çok değerli Hayri Hocam,

Nasılsınız?

Ben sizden gelen her postaya muazzam seviniyorum. Bana öyle bir yazma cesareti verdiniz ki, son günlerde gerçekten geceler olsun diye bekliyorum desem yeridir. Çünkü ben sadece geceleri yazabilirim. Başka türlü maalesef ihtiyacım olan sessizliğe kavuşamıyorum.

Sayısız eşiniz, dostunuz vardır. Milyonlarca yapılacak işiniz, okunacak kitaplarınız vardır. Ve siz bu hafta,  iki değerli sabahınızı benim naçizane şiirlerimi okuyup onları düzeltmekle geçirdiniz. Peki ben size nasıl teşekkür edeceğim? Ben onları kimse okumak istemez sanırdım.

Hayri Hocam, aşağıda şiirlerimin son hallerini görünce, yüzümde güller açtı. Hele yorumlarınız beni nasıl gururlandırdı anlatamam. Yalçın Hocam’a da bahsettim sizinle yazıştığımızdan. O da selam göndermiş ve sizinle gelişen dostluğumuza çok sevindiğini yazmış.

Size, şu an için vesikalık değilse de, beni tanımanız maksadı ile, hakkımda fikir verebilecek, yeni çekilmiş bir resmimi gönderiyorum yukarda attachment olarak.

Önemli Rica:

Çok çok sıkılarak, sizden iki küçük ricam var Hayri Hocam. Eğer lütfederseniz, epey huzura ereceğim :

Birincisi şu; “aşk” ile alakalı olarak size gönderdiğim şiirlerimden “Benim Adım Aşk, Soyadım Hüzün” isimli şiirimi şimdi bir daha okuyunca, sözleri fazla cesur ve gereksiz derecede tutkulu buldum. Hatta onu size yanlışlıkla göndermiş olduğuma emin oldum.

Gerçekten bir karışıklık olmuş. Sitenizin konsepti dışında şiirler yollayarak sizin vaktinizi gereksiz yere meşgul etmiş oldum. Milyonlarca kere özür dilerim. Sanırım, sözkonusu şiirimi sitenize giren yabancı insanların görmeleri beni utandırabilir. İçlerinden biri dahi ahlaka mugayir olduğu yönünde yorum yaparsa, ben çok üzülürüm. Lütfen, onu şimdilik sitenizde yayınlamayınız Hocam, lütfen. Evet, şiirler tutku ile yazılır ama benim de bazen dilimin kemiği hiç yok. Yalçın Hocam da, bana bazen kızıyor bu hususta ve haklı olduğunu düşünüyorum.

Hatta sizden ikinci ricam, onunla alakalı olacak. Yalçın Hocam, size son gönderdiğim şiirlerin içinden birini okudu “Kavga Sevenler Cumhuriyeti” ni ve kendisi, şiirde geçen bir bölümden aşırı derecede rahatsız olmuş. Size aynen aktarayım o da şurası:
“…Çocuklara öz babaları ergenlik çağında tecavüz etmiş…”
Yalçın Hocam, kendince haklı olarak, bana hiçbir babanın kendi çocuğuna böyle bir istismarda bulunamayacağını, bunu burada okumanın insanlar için rahatsızlık verici olduğunu, hatta gerçek hayatta örnekleri dahi ol(abiliyor)sa da, bir şiirde bunu dile getirmenin edebiyat dışı olacağını, okuyanın da feci şekilde rahatsız olacağını söyledi ve sadece bu bölümü şiirden çıkarmamı istedi. O akşam kabul ettim bunu, ama nasılsa sonradan atlamışım. Yani o mısra aynen kalmış orada silinmeden. Şimdi ben Yalçın Hocam’ı da üzmek istemiyorum. Ben Türkçe’yi kendisinden öğrendim ve ona tapardım hala da taparım. Üzerimde çok büyük emeği ve hakkı var. Bazı konularda fikir ayrılığımız da olsa, ben onu dinlemek mecburiyetindeyim.

O, Edebiyatın “edep” kelimesinden ileri geldiğini söyler hep. Buna uygun yazmak gerektiğini. Ar ve haya duygularını gözeterek yani. Bense, yazarken kalemimi sınırsızca kullanıyorum. Sanırım, biraz sansür özürlüyüm ve bu hiç te iyi değil, değil mi? Kendime, bilseniz bu konuda kızıyorum. İçimdeki başka bir Ebru ile yüzleşiyorum sanki yazarken. Ve sonra onu gördüğümde de, işte şimdi olduğu gibi, saklanacak delik arıyorum.

Hele bu aşağıdaki şiir Benim Adım Aşk Soyadım Hüzün
onu bilgisayarımdan sileceğim şimdi zaten. Ne olur, siz de yok sayın. Bundan sonra, sadece sitenizin konseptine uygun şiirler göndereceğim size Hocam. Ötekiler, benim kişisel avuntularım diyelim. Birgün, ben öldükten sonra, birileri bulup okusunlar isterim ama:)

Şimdi diyebilirsiniz ki, son derece haklı olarak: “Kızım o zaman onları bana ne diye yolladın?” Yerden göğe kadar haklısınız Hayri Hocam. Benim hayatımda yolunda gitmeyen şeyler var. Hayat hikayeleri hep sıkıcıdır onun için sizi kendi öykümle boğamam. Sadece şu kadarını diyeyim, bazı sorunlarım, sıkıntılarım mevcut. Kafam gerçekten karışık. Emin olun, o iki aşk şiirini de size elimde olmadan göndermişimdir.

Zaten fazladan bir tuşa bassanız, koca bir klasörü göndermek için kafi oluyor. İtiraf edeyim ki teknoloji ile barışamadım bir türlü. Ve siz öyle olgun ve kibarsınız ki, beni ikaz etmediniz. Çok teşekkür ederim engin hoşgörünüze, ama ne olur “aşk” ile ilgili olanları sitenizde yayınlamayın. İnsanlar bana gülüp geçer veyahut “edebi” bulmadıkları yönünde yorumlar yazarlarsa, mahçup olurum.

Sağlık sorunlarınızın neler olduğunu bilmiyorum, ama umarım önemsiz şeylerdir. Benim de, bazı sağlık sorunlarım var. Size bütün kalbimle geçmiş olsun diliyorum. Sürç-ü lisanım varsa, affola.

Güzel bir gün geçirmenizi dilerim. Bütün şiirlerim size feda olsun. Siz, bu ülkede özgürce şiirler yazılabilmesinin müsebbiplerinden birisiniz.

Siz ve sizin gibi, sayıları bir elin parmakları kadar az olan ve maalesef gün geçtikçe de azalan, insanların sayesinde, onca rejim dışı düşmanlıklara inat, bakın bugün coşku ile 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz. Keşke ülkem için sizin yaptığınız gibi güzel şeyler yapabilsem ama ben kaçmayı tercih edenlerdenim. Yurtdışında iş arıyorum fellik fellik Hayri Hocam. Mutsuzum ve ümitsizim. Belki, delirmemek için yazıyorumdur. Yazmasam, kahrımdan ölürdüm burası kesindir.

Kendinize iyi bakın, ne olur.. Bu vatana, “sizler” lazımsınız. Cumhuriyet Bayramı’nız kutlu olsun. Ve son bir şey, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin mimarı olan mümtaz bir insanla, hem de bu en özel günde yazışmak, gurur verici ve unutulmaz bir şey benim için.

Teşekkür ederim.

Saygı, sevgi ve selamlarımla,

E.G.Ş.

x

Sayın Hayri Hocam,

Resmim konusunda; beni bu halimle bile güzel bulmuş olabilmeniz, size dair ne çok şey anlatıyor aslında. O, sizin güzelliğiniz.

Hayri Hocam, ben bedenen aşırı kilolu bir genç kadınım. 170 boyundayım ve 115 kiloyum! Bu durumu değiştirmek için uğraşıyorum.

Ailemde, benden başka kilolu bir kadın yok. Benim tiroid sorunum var. Ama elbette bu, kontrolsüzce yemek yemek için bir mazeret değil:) Yalçın Hocam da kızıyor bana aradan geçen yıllarda bu kadar kilo aldığım için. “Duygusal yemek yemek gibi” kadınsal bir zaafım var. Bunu yenmek için kendimle girdiğim mücadeleyi bir bilseniz…Şu anda size yazarken, öğle yemeği olarak önümde haşlanmış lahana yaprakları var, o kadar söyleyeyim.

Tabii ki insanoğlu için, idealde ruh güzelliği mühimdi bir zamanlar. Aslolan eskiden “zarf değil, mazruf” ise de, günümüzde, hele böylesi vahşi kapital bir düzende, herkes malum sistematik sebeplerin etkisiyle, çok aşırı biçimde görsel düşünüyor.

Ben hala insanları suçlamıyorum farkında olmadan bana yaptıkları birtakım incitici söz veya davranışları için. Koca bir sistemi değiştiremem ama  kendimi değiştirebilirim ancak. Sanırım, sistemin uygun gördüğü kriterlere göre “zayıf=zarif” ve veya “genç=güzel” bir kadın olmam, etrafımdaki herkesi pek bir mutlu edecek ve rahatlayacaklar.

İronik olansa, ben hala onların ve tüm Dünya’nın, neden beni zayıf görmekten bu kadar mutlu olacağını ve huzura ereceğini anlamıyorum. Dünya üzerindeki değerimin, neden vücut hacmimin kütlesinin çapı ile orantılandırıldığına bir anlam veremiyorum. Sanırım, bu durumu tam olarak anlayamadan da, bendeniz bu kilolarımı veremeyeceğim:)

Diğer hususta, yani bana bu iletiyi gönderme sebebinizi oluşturan o konuda, size olan sevgim ve saygım binlerce kat arttı. Sanırım, bir gün Dünya gözü ile sizi görmeden ölürsem, gözlerim açık gidecektir. Çok teşekkür ederim. Bundan sonra, ben de gereken itinayı azami derecede göstereceğim paylaşımlarımızda.

Elbette, aşağıdaki şiirim için onay veriyorum. Ve estağfurullah Hocam, ne demek? Bundan sonra size göndereceğim bütün şiirlerimi üzerinde istediğiniz değişiklik ve düzeltmeyi yapıp, onayıma gerek olmaksızın yayınlayınız, lütfen.

Daha sonra site için uygun olan şekliyle, vesikalık bir resmimi scan ettirip size göndereceğim. Şu anda PC’de kayıtlı resmi bir vesikalık resmim yok maalesef. O yüzden elimde olabileni gönderdim şimdilik.

Bu akşam Cumhuriyet Bayramı etkinliklerine katılmayı düşünüyorum ailemle birlikte. Umarım keyifli bir akşam geçirirsiniz.

Size de kocaman kucak dolusu sevgiler,

E.G.Ş.

Yeni bir sayfa açıyorum.

Bu sayfada okuyacaklarınızı beğeneceğinizi umuyorum.

 

Denemeler, öyküler, şiirler yazar.

Kendisine özgü bir anlatımı var.

 

Kendisi turistlere rehberlik yapar.

Aynı zamanda, edebiyattan da anlar.

Yazıları ile ufkumuzu açar.

 

Beğeneceğinizi umarım.

Yazılarını bilgilerinize sunarım…

Hayri Balta, 29.10.2008

X

Sevgili Hayri Hocam,

Sitenizde yer almak benim için çok onur verici bir şey. Hem bunun bugün olması, daha da anlamlı. Elimden geleni yapacağım kendi adıma. Çok teşekkür ederim.

Hocam, yalnız kendime dair ufak bir noktayı düzeltmeme müsaade buyurursanız: Ben öğretmen değilim. (1994-1999) senelerinde Ankara Üniversitesi (D.T.C.F.) Macar Dili Bölümü’nden mezun oldum. İngilizce ve Macarca tercümanlık yapmaktayım. Serbest çalışıyorum. Yani, korkmam gereken bir müdürüm yok benim:)

Devlet memuru değilim. Kendi işim. Home office çalışıyorum. Ah, ben size kendimden bahsetmedim. Sarı çizmeli Mehmet Ağa gibi çıktım ortaya. Affedin.

Demek, tam üç gün benim için emek verdiniz. Eh, ben bu jestinizin hakkını vermek zorundayım o zaman. Her on beş günde bir size yeni bir yazımı göndereceğim. Beğendiklerinizi alınız ve dilediğiniz biçimde koyunuz oraya ve beğenmediklerinizi de bana acımasızca söyleyin ki sebeplerini, kendimi düzeltebileyim, geliştirebileyim. Sizi her zaman dinlerim ben. Zaten bana düşen bu olmalıdır.

“Hamdım, piştim.” diyor. Olgunlaşma safhasındaki insanın haddini bilmeyi öğrenmesi mühim hadise. Bir söz var, onu da çok severim: “Boş başak dik durur, dolu başak eğilir.” Eskiden ben de epey bir diktim, ama giderek daha çok eğilmeyi, esneyip bükülmeyi, bir gün size bu hususta yaklaşabilmeyi isterim.

Nepal’de rahipler, manastırlarda çeşitli Avrupa ülkelerinden “Ferrari’sini satan bilge” kopsentinde yanlarına gelen ve arayış içinde olan işadamlarına, ruhsal arınma, manevi olgunlaşma, bedenin terbiye edilmesi gibi konularda eğitim veriyorlarmış. İmkanım olsa, bir dakika durmam sırf bunun için oraya gider ve aylarca bir manastırda o rahiplerle birlikte yaşayabilirim.

EVET! Köşemi gördüm demin, çok mutlu oldum. İlk defa birisi benim için bir köşe açıyor. O köşeyi güzel şeylerle doldurmak lazımdır şimdi değil mi Hocam? Teşekkür ederim elinize, yüreğinize sağlık.

Kilolarımla, Zeyna* (Zeyna* : mitolojik bir kadın savaşçı) gibi savaşıyorum siz müsterih olun ve bana dair endişe etmeyiniz. Ben onların hakkından gelirim. Sonra ama bunu yaptıktan sonra da bazı insanlar olabilir haklarından gelmek isteyeceğim o başka bir konu:)

Stres, evet ondan bol miktarda var. Her gün rahatlamak için öğleden sonra saat 13:00’te bir adet Prozac içiyorum. Bu sayede sinirimi bozan şeylere tepkisiz kalıp donuk donuk gülebiliyorum hatta ortada bir şey yokken bazen manasızca tebessüm ettiğim de oluyor. Tabii şimdi bu ilaçların insan beynini serseme çevirmek gibi özellikleri var. Amerikalılar bunları “mutluluk hapı” diye az gelişmiş ülkelere satıyorlar ve bizler de meftunu oluyoruz. Prozac Toplumu diye bir film bile yaptılar.

29 Ekim Kutlamaları müthişti! Annemle izledik Hocam. Fener Alayına da katıldık. Havai fişek gösterileri çok güzeldi. Beşiktaş bu bakımdan iyi bir semt. CHP’li belediyesi olması güzel. Belki sadece bu özel günlerde güzel:) Geri kalan zamanlarda pek kendilerinin varlığını hissedemiyoruz ne de olsa.

Hayri Hocam, biliyor musunuz ben bir işe giriştim, ama bilmiyorum beni aşar mı? Günlerdir bunun için Halk Ozanları’nı ve Divan Edebiyatı Şairleri’ni araştırıp duruyorum. Şimdi yapmak istediğim şey şu: O dönemlerde söylenmiş meşhur bir söz veya deyişten yola çıkarak, Osmanlı Dönemi’ne ait, kurgusal öyküler yazmak istiyorum.

Lütfen boyumdan büyük bir işse bu, beni durdurun. Çünkü, çok hevesliyim. İnanın, Karacaoğlan’dan Dadaloğlu’na, Nedim’den Şey Galip’e, Kazak Abdullah’tan Kul Nesimi’ye kadar hepsini okudum notlar aldım ama vaz mı geçsem ne yapsam, bilmiyorum ki. Çok mu ağır olur böyle bir şey denersem sizce?

Görüşünüz benim için çok önemli. Hatta, belki sizden gelecek cevaba göre hareket alanımı değiştirebileceğim bile.

İyi geceler diliyorum.

Saygılarımla,

E.G.Ş.

x

Değerli Şengil,

Seni unutmadım, bunu bil.

 

Birikmiş işlerim vardı…

Bu da benim iki günümü aldı.

 

Verdiğin bilgiler için teşekkür ederim.

Hakkında yeni yeni şeyler öğrendim.

 

Kilolu olmalı dert etme sakın.

Ancak abur cubur şeyler yeme sakın…

 

Kilolu olmanın bir de hormonsal nedenleri vardır.

Bu konuda da doktorlardan akıl almalıdır.

 

“Günlerdir bunun için Halk Ozanları’nı ve Divan Edebiyatı Şairleri’ni araştırıp duruyorum. Şimdi yapmak istediğim şey şu: O dönemlerde söylenmiş meşhur bir söz veya deyişten yola çıkarak, Osmanlı Dönemi’ne ait, kurgusal öyküler yazmak istiyorum.

Lütfen boyumdan büyük bir işse bu, beni durdurun. Çünkü, çok hevesliyim. İnanın, Karacaoğlan’dan Dadaloğlu’na, Nedim’den Şey Galip’e, Kazak Abdullah’tan Kul Nesimi’ye kadar hepsini okudum notlar aldım ama vaz mı geçsem ne yapsam, bilmiyorum ki. Çok mu ağır olur böyle bir şey denersem sizce?” diyorsun…

Bu konuda görüşlerimi belirtmemi istiyorsun.

 

Niçin boyundan büyük olsun,

Yeter ki sen iste,

Sonunda başarılı olursun…

 

Hele dene bir bakalım.

Ben de sana elimden gelen yardımı yaparım…

 

Sana, fotoğrafınla ilgili bir yazı göndermiştim.

O yazımı yanlılıkla silmişim.

 

Gönderirsen o yazımı bana,

Ben de teşekkür ederim sana…

 

Biraz da kendimden söz edeyim.

77 yaşımın içindeyim.

Boyum bir sensen;

Tartılırsam 84 kilo gelmekteyim.

Hâlâ ve hâlâ

Sitemde gördüğün fotoğrafıma benzemekteyim…

 

Kalp krizi geçirdim dört kere,

Yedi ağır hastalık var üstümde

Kalp yetersizliği,

Böbrek yetmezliği,

Hiperglisemi,

Hipo glisemi.

Kalp pili taktılar bana son krizde…

Oldum şimdi tam bir pilli dede…

 

Aldığım ilaçlar beni yatağa bağlıyor.

Senin anlayacağın Hayri Hocan,

Çoğu zaman

Yataktan kalkamıyor.

 

Bu durumda iken yine üretiyorum.

Güç bulur bulmaz bilgisayarın başına geçiyorum..

 

Bu nedenlerle hemen yanıt veremezsem gönderdiğin iletilere…

Biraz sabret, kötü düşüncelere getirme yüreğine…

 

Şimdi bana izin,

Biraz dinleneceğim…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana

Av. Hayri Balta, 1.11.2008

X

Değerli Hayri Hocam,

Sizinle benzer yanlarımız mevcut. Ben de bu bir haftadır sağlık sorunlarımla boğuşuyorum. Garipçe’ye arkadaşlarla gidip serin bir günde Karadeniz kıyısında salaş bir lokantada hamsi yeme maceramız eve geldiğimde benim şiddetli biçimde üşütmemle ve yatağa çakılmamla noktalandı. İlaçlarla yeni ayağa kalktım.

Hayri Hocam, internet ADSL hattım iptal edilmiş! İnanamadım ama altı aylık faturayı otomatik talimatım olmasına rağmen banka ödememiş ben kredi kartımdan çekeceklerini sandım ama onlar vadesiz hesaba bağlamışlar.

Sonuçsa, borcumu ödememe rağmen Gayrettepe Telekom’a bir ihtimal hattımı geri alabilmek için gitmemi istediler müşteri hizmetleri. Bense hasta idim. Neyse ki, bugün ayaklanabildim. Yarın bu meseleyi çözeceğim bir biçimde. Anlatmak istediğim, ben de size yazamadım çünkü bunlar oldu.

Yarından itibaren zor bir haftaya başlıyorum. Guatrım için ölçüm yapılıp ilerlemişse alınacak. Tahlil ve testler yapılacak ki hiç sevmem.

Sizin sağlık sorunlarınız olduğunu biliyor idim. Yalçın Hocam bahsetmişti ama bu kadarını bilmiyordum. Ben çok üzülüyorum ama elimden gelse sizin gibi değerli bir insanın hastalıkları bana geçsin. Keşke elimden gelse idi…

Resmim konusunda: Hayri Hocam, ben yazışmalarımızı etik olmaz diye kaydedip saklamıyorum. Sizin bilginiz olmadan bunu yapmak bana doğru gelmez. Ama aynı hali ile aklımda. Zaten iki cümle etmiştiniz: “Ekteki fotoğrafına baktım. Ruhun gibi güzelmiş bayağı.” demiştiniz. Ben de çok mutlu olmuştum.

Ressam kızı olduğum için, estetik güzelliğin insan ruhundaki önemini bilirim. Beni seven insanların beni görsel olarak ta güzel bulmalarını isterim. Sanırım bunu herkes ister ama:)

Sizin sitedeki resminize gelince, eğer hala öyle iseniz, demek ki yakışıklılığınızdan hiçbirşey kaybetmemişsiniz. Siz, gerçek bir Istanbul beyefendisisiniz. Size hayran olmamak mümkün değil Hocam. Sizden öyle az var ki giderek bu şehirde. Kendimi şanslı addediyorum sizi tanıdığım için.

Ben kendi sağlık sorunlarımı çözdükten sonra, birgün sizi ziyarete gelmek isterim. İnşallah İstanbul’da yaşıyorsunuzdur. Sizin gibi bir insana İstanbul gibi bir şehri yakıştırdım ben. Sizi ziyarete gelmeliyim birgün. Bunu ne zamandır düşünüyorum. Lütfen kabul buyurun.

Hayri Hocam, kitabım konusundaki teşvik edici sözleriniz ne kadar güzel. Bana yazma cesareti vermenizi öyle seviyorum ki. İnanılmaz motive oluyorum. Şimdi eve gittiğimde kitabımla ilgilenebilirim gönül rahatlığı ile. Sizden o sözleri duymak benim için çok önemli idi. Teşekkür ederim.

Şu anda size gürültülü bir internet kafeden yazıyorum. Biliyor musunuz sırf sizden gelen postalarıma bakmak için girdim diyebilirim. Civarımda gençler var ve counter-strike diye acayip bir oyun oynuyorlar. Küfürler, sigara dumanları ve arkada cıs tak cıs tak bir müzik eşliğinde yazıyorum daha doğrusu yazmaya uğraşıyorum size bunları. Atatürk yaşasa idi, Cumhuriyeti emanet ettiği Türk Gençliğinin bu halini görmekten eminim kahrolurdu. Eğitim sistemimiz ne kadar yetersiz böyle bizim Hayri Hocam..

Kötü düşünceleri akla getirmemek konusunda ise; Hayri Hocam, bende yazarlara has ümitsiz bir melankoli var. Size elimden geleni yapacağıma söz veriyorum. Yalnız, ruhumda hüzün var. Özümü nasıl değiştireyim? Kendim de memnun değilim bu hallerimden. Depresyona meyilliyim her daim ve sanırım yaşlılığım hezeyanlar içinde geçecek. Hatta eminim bundan. O zamana kadar bu halimin avantajlarını kullanıp faydalı işler yapmak istiyorum edebiyatla alakalı. Çünkü ilerde çok çekeceğimi biliyorum ben. Geleceğimi görüyorum ve kendimden dehşete düşüyorum.

Herneyse, sizi kendimle ilgili endişeye gark etmek istemem:) Şiir konusunda sitede geçen yazışmaları gördüm. Konuya müdahil olmak istemedim ama zaten ben şiirle ilgili fazla birşey söylemem. Bunun yerine ona ayıracağım zamanda bir şiir yazmayı tercih ederim. Tek cümle ile özetlemem gerekirse eğer “Şiir benim için ne demektir?” bunu soracak olursanız size şöyle cevap veririm:

- “Şiir, “ben”im özüm, beynim, kalbim, ruhum, sözlerim, felsefem, yaşam biçimim, evreni algılayış şeklim, dilim, dinim, Dünyam’dır.” derim.

Türkiye topraklarında kadın şairlerin artmasını temenni ederek sözlerimi şimdilik noktalıyorum. Aslında sizinle saatlerce, günlerce, aylarca, hatta yıllarca aralıksız konuşmak isterim ama maalesef sizin sağlık durumunuz ve benimki, şu anda yazdığım internet kafenin post-arabesk atmosferi, coğrafi şartlarımız ve bunun gibi bazı etkenler nedeni ile siz öyle olmasa da öyle olabildiğini varsayınız.

İyi bir Pazar günü geçirmenizi dilerim. Pazar’lar benim için kutsaldır çünkü ailenindir. Ailenize de bol hürmetler ederim.

Derin saygılarımla,

E.G.Ş, 2.11.2008

x

Değerli Şengil,

Önce sevgiler sundum.

İletini yanıtlamakta gecikmiş oldum.

 

Merakını gidermek istiyorum.

Ben Ankara’da yaşıyorum.

İstanbul’da kızım, torunlarım var.

Sağlık sorunum nedeniyle gidemiyorum.

 

Üzüntüyü bırak,

Yaşamaya bak.

 

Yazabilmiş olmak ne desen değer…

Ne mutlu sana, yazmakla mutlu isen eğer.

 

Sana telefon numaramı veriyorum.

Gerekirse telefon da edebilirsin diyorum.

 

Telefon numaram: 0312 255 92 21

Soracakların olursa ara, arada bir

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

9.11.2008

x

Nasılsınız?

Bu sefer buradan yazmayacağım. Çünkü bununla tatmin olamam. Ben sizi yarın arayacağım. Zira günlerdir içimde ukte oldu. O son mailiniz beni çok üzdü. Sesinizi duymam lazım. Umarım şimdi iyisinizdir. Tanrı size uzun ömürler versin. Başımızdan eksik etmesin. Lütfen iyi olun. Çok üzgünüm.

Selam ve sevgi ve saygımla,

E.G.Ş.11.11.2008

x

ATA’MA  ŞİKAYET MEKTUBU

 

Bugün 10 Kasım 2008’di sana nasıl da muhtaç olduğumuzu anladık bugün Ata’m

Hayatımın otuzdördüncü 10 Kasım’ı idi sabah uyanmamla kendimi dışarı attım

 

Takvimimin en hüzünlü gününde saat 9’u 5 dakika geçecekti nerdeyse Ata’m

Bu sefer seni başka özledim Beşiktaş Meydanı’nda ne çok özleyenin vardı gururla baktım

 

Hazırola durduk gelen geçen cadde dükkan kuş taş yaprak kımıldamadı yerinden Ata’m

Ve sana selam durmaya hiçbir asker tank polis zorlamadı ki bizi sadece öyle istiyorduk

 

Düşündüm durdum seni dün sabahtan bu sabaha uykularım bana haram oldu Ata’m

Ah bi duysan beni neler neler oldu sen gittin gideli yetmiş senede yetmiş takla geri

 

Gerilere gittik hep beter olduk bin besbeter olacağız gibi duruyor ah Ata’m

Şikayet ediyorum sana devrimlerini emanet ettiğin halkını ve seçtiği hükümeti

 

Ülkemi yöneten ama beni temsil etmeyen tepedeki birilerini şikayetimdir Ata’m

Gaflet delalet ve hatta hıyanet içindeki koltuk fetişistlerini yazar aydın katillerini

 

Bütün kalelerimi zapt edip bütün tersanelerime girenleri çıkartamıyoruz Ata’m

Orduma dil uzatanları memleketimin her köşesini bilfiil işgal edenleri

 

Çok namüsait bir mahiyette tezahür ettiler kendileri bir şey yapamıyoruz Ata’m

Fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş milletimin işi gücü yok karnı aç

 

Sonra o sözünü ettiğin dahili ve harici bedhahlar türedikçe türüyorlar Ata’m

Müstevlilerin siyasi emelleriyle de tevhid ediyorlar kendi kara menfaatlerini

 

İstiklal ve Cumhuriyetimi müdafaa etmek vatan borcu oldu lakin Ata’m

Çıksa değiştirse biri şu içinde bulunduğum durumun imkan ve şeraitlerini

 

Ben Türk istikbalinin bir evladıyım hem iyi de bir evladıyım Ata’m

Bu ahval ve şerait içinde asli vazifemi dahi yapamaz oldum affet beni

 

Öyle kötü günlerdeyiz ki seni sevenleri hapse atıyor haset hasımlarımız Ata’m

Elimiz kolumuz bağlı sessizce bekliyoruz Silivri’lerde elde bayrak duruşma günlerini

 

Muhtaç olduğum kudret damarlarımdaki asil kanda mevcutsa da Ata’m

Kudretimi kesiyorlar kanı bozuklar zehirli ahtapot misali sarıp yanımı yöremi

 

Cübbeli kollar dolandıkça beynime tümörlerinden yavaş yavaş ölür oldum Ata’m

Kurtar beni kurtar bizi kurtar hepimizi hatta kurtar kendilerinden kendilerini

 

Hasılı üzgünüm bizler bile hazinemize kıymetli emanetine sahip çıkamaz olduk Ata’m

Ruhun şad olsun bugün yokluğun çok bir derinden vurdu da geçti senin Kemalistlerini.

 

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL

Tarih : 11 Kasım 2008, Saat   : 05:34

 

Okul kitaplarımda bakmaya doyamadığım

Cumhuriyet okurdum ben daha dokuzumda

Hep senden bahsederdi Uğur Mumcu rahmetli

Hala senden bahseder İlhan Selçuk ve diğerleri

 

Gözaltına alınsalar da Kemalistler

Eh devir başka düzen başka şimdi

11.11.2008

x

GÜLLÜK GÜLİSTANLIK

 

Hanım hey de hey!

Şeyhler şahbaz olmuş devrin birinde

Hocalar madrabazmış cümle alemin dilinde

Bir güruh yobaz camilere dadanmış

Cübbeli cambazlar minarelere tırmanmış

Sosyetik hacılar bir türküdür tutturmuş

 

Hanım hey de hey!

Devrimciyken liberale ardından mütedeyyine dönüşmüşler

Ümre’ye gider olmuş basın eşliğinde bronz tenli kontesler

Örtmüşler saçlarını özgürlük adına taşralı üniversiteli kızlar

Ve Cuma’ları “Türbanıma dokunma!” sloganları atmışlar

 

Hanım hey de hey!

Doğu’da bazıları “Devlet isterük!” diye ayaklanıp

Dağlara çıkmış bunlar kız erkek kuşanıp silahlanıp

Yüce devletim aciz kalmış bambaşka mevzulara dalıp

Ve sanırsam o Kürdistan uzaklarda zati kurulmuş artık

 

Hanım hey de hey!

Aydınlar yetmiş sene sonra Ata’ma “diktatör” diyebilmiş

Yetmemiş birileri çıkmış topyekün “Kemalist reform” istemiş

Belgeseli çekilmiş yetmiş sene sonra da işte onu çeken şaşırmış

Ata’mı alkol müdavimi çapkın huysuz sigara tiryakisi yapmış

Bakanlık olanlara el çırpmış çocuklara filmi şiddetle tavsiye etmiş

 

Hanım hey de hey!

Atatürk’ümün kızları okumuş evlenmiş nohut odalara gelin olmuş

Atatürk’ümün oğulları okumuş büyümüş kapitalist baronlar olmuş

Atatürk’ümün partisi evrim geçirmiş hepten bir alamet-i farika olmuş

Atatürk’ümün kurduğu banka bile birilerinin gözüne batar olmuş

 

Hanım hey de hey!

En başta biri var konuşur meydanlarda gümbür gümbürdenir

Ferman buyurdukça şiddetinden yer gök alem karışır

Korkarım yakında yetinmez muhaliflerin kellesini de ister

O zaman boynum kıldan incedir ki zaten buralarda yaşanmaz olur

 

Hanım hey de hey!

Ebru der ki böyle gitmez hele bu devran öyle bir döner

Dönenler Dünya döndükçe anca aynı yerde döner

Başları döner de sonunda ayaklar birbirine dolaşır

Cümlesi oldukları yere üst üste yığılır kalır

Leşlerini toplamaya kargalar çakallar dahi gelmez.

 

EBRU GÜLSÜM ŞENGİL

Tarih : 11 Kasım 2008

Saat   : 07:12

X

4X

Ebu Ubeyde bin Nihat’tan:

 

Selam Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır

Balta Hayri

İsi ilerletmissin bakiyorum.

Küfrün ve şirkin de artmış

dar akılla ve at gözlüğüyle yaşamaya devam et. ömrünü boş şözlerle alevi bektaşi şeytani sözleriyle geçir senin de ömrün bir gün bitecek

Selam ancak Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır
ubeyde, 22.9.2003

Not: (Ebu Ubeyde bin Nihat’ın mesajı düzeltilmeyerek olduğu gibi aktarılmıştır.)

X

Sayın Ubeyde bin Nihat,

Ne kadar da “Kâfir ve Müşrik!” diyebiliyorsun bana rahat rahat!

Yine de saygı sevgi sana… Çünkü sen daha önce de böyle mesajlar göndermiştin bana.

Şimdi bir hatırlatma sana: Bir başkasını “Küfrün ve şirkin de artmış” diye suçlamak yakışmaz bir insana. Ama yakışır nefsine mahkûm olan sizin gibi Müslümanlara…

Allah için (Sağduyu ve mantık gereği demek istiyorum…) söyle gerçeği: Şemseddin-i Sivasî, İbrahim Hakkı Erzurumlu da mı   “alevi Bektaşi” (Düzeltmiyorum, yazdığın gibi aktarıyorum. İslam’ı militanlığına soyunanların bu yazma ve noktalama kurallarına uymamasına bir ad bulamıyorum.)

İslam’ın bir kuralı vardır. “İnsanın iki günü bir olmamalıdır.” Diye… “İsi ilerletmissin bakiyorum.” dediğine göre H.B. kutlanmalıdır. Çünkü hiçbir zaman iki günü bir olmamıştır.

Bu arada bir  dönüp İslam dünyasına  bakılmalıdır. İslam dünyası kuruluşundan bu yana bilimde, teknikte, sanatta, sporda bir adım atamamıştır. Bu demektir ki “İnsanın iki günü bir olmamalıdır.” kuralına İslam dünyası asırlardır uymamıştır.

“Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır” dediğine göre. Niçin dönüp bakmıyorsun çevrene.

Afganistan’daki, Irak’taki Müslümanların başına bombalar yağmaktadır. “Kahhar ve Cebbar olan Allah’ın” Allah kâfirlerin bu zulmüne bakıp durmaktadır.

Şimdi Müslümanların zelil, perişan ve esir olmalarına bakıp duran bu Allah’tan hesap sorulmamalıdır. Ne zamana değin Allah da olsa Allah’a yağcılık yapılmalıdır?

Bil ki dostum Allah’tan hesap sorulmadıkça, Muhammet eleştirilmedikçe, Kuran bilimsel açıdan incelenmedikçe kurtuluş yoktur bizlere…

 “senin de ömrün bir gün bitecek” demişsin bir de. Ben ölürsem ne geçecek senin eline. Kaldı ki ben her an ölüp ölüp dirilmekteyim. Yedi ölümcül hastalıkla cebelleşmekteyim. Hem de yaşlanmışım bu yıl 72’ye girmekteyim. Yine de durmadan üretmekteyim.

Belki bu gün, belki yarın, belki yarından da yakın öleceğim. Öleceğim diye bildiklerimi, inandıklarımı söylememeliyim? Aval aval oturup ölümü mü beklemeliyim?

Benim de bir sözüm var sana. “Haksızlı karşısında susup kalana dilsiz şeytan” derler ya! Haksızlığı kim yaparsa yapsın Allah da olsa hesap sormayı alışkınlık edinmek düşer insana.

Şimdilik bu kadarı yeter derken sevgi saygı sana. Şimdi kal sağlıcakla.

Av. Hayri Balta, 23.9.2003

X

Selam Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır

Biz zahire bakarız.Ki zahirden sizin sıkıntılarınız çok görünüyor

Biz Allah’a ve Resulune ve Allah’ın yeryüzünde halifelerim dediği müminlere savaş açanlara ki savaş açmak illaki bomba atmak silah sıkmak değildir, size Kafir yada müşrik denilmesinde hiçbir mahzur bulunmamaktadır. Muteber tüm hadis ve fıkıh kitablarında bu mevcuttur Ayrıca siz bizede dinimiz öğretmeye kalkamazsınız Dinsizden din öğrenilmez.

Şemseddin Sivasi’yi yada İbrahim Hakkı’yı anlayacak hangi fıkıh kitabını okudun Arapça bildindemi Kur’an okudun

Bu saydıkların 30-40 yıl egitim aldılar ve kendilerini cahil saydılar Sen hangi bilginle onları anladın Anlarsın ama işte ancak senin gibi anlarsın Mevlana’yı da onun aşkınıda Kadınlara aşk zanneden Semah’ıda dans zannedenler gibi.

Müslümanlar için dünya zindandır bu yüzden dünyada başımıza
gelenlerden biz hiç üzülmeyiz biliriz Allah’ın takdiridir.Ki Allah müminlere bunların ecrini ahirette vereceğini Kur’an da beyan etmiştir.

Allah müslümanlara yapılanların hepsini görür ve onlara bir takım dersler almaları ve imtihan sırrını unutmamaları ve aralarından hakiki iman etmişlerle sapıkları ayırsın diye elem ve keder verir.

Nitekim Allah-u Teala Eyyüp Aleyhisselama öyle bir dert ve hastalık
vermiştirki 15 yada 19 yıl o hastalığı çekmiş ama “Yarabbi ben bu hastalığına layık değilim ” deyip hastalığı nimet saymıştır.Çünkü müminler başına gelen sıkıntı ve belalar günahlarına kefaret sayılacaktır.Mütevatir hadistir.

Durmadan üretmekteyim demişsin İnsan hayır üretirse birşey üretmiş
olur Küfür ve fitne üretiyorsa o ancak ömrünü tüketmiş olur.

Sende öleceksin dedik ama sen İbrahim Hakkı’nın sözlerini tersten anladığın gibi anlamışsın. ÖLÜM de Allah’ın emri ve Takdiri Hadi ondanda kaçsana o Aklığın ve mantığınla dedik.

Selam Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır 23.9.2003

X

Selam ancak Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır

Ey Hayri Balta,

İnsanın en iyi arkadaşı hatasını yüzüne söyleyendir.Ayıbını yüzüne
söyleyen sana karanlıktan ışığı gösterir.

Biz sizin yüzünüze hatalarınızı söyledik. Elbetteki hak düşmanını dost tutmak gerekmez. Aziz ve Celil olan Allah’tan hesap sormaya nicelerinin gücü yetmedi.
Nemrud ” Yerin Allah’ı benim Göklerin Allah’ını öldüreceğim ” dedi ve
yükselip gök yüzüne ok attı.”  Ama onun ölümüne de burnundan giren bir
sivrisinek yetti.

Acaba sizin mi gücünüz yeter ? Adl ve Rezzak olan Allah, herkesin rızkını, kazancını tekeffül etmiştir.Örümcek bir evde gider en gizli en karanlık en görünmez en ulaşılmaz yere ağını örer.Örer ve bilir ki ona rızık veren Allah-u Teala Azze ve Celle Hazretleri, onun rızkını verecektir.Rızkını vermediği zaman onun eceli,ölümü gelmiştir. Vekiyl ve Berr olan Allah, ne dilerse onu yapar ki alemleri o yaratmıştır.Cumhurbaşkanı , başbakan, millet meclisi yönettiği memlekette istediği gibi tasarrufta bulunuyorda, Aziz olan Allah istediği tasarrufta bulunamayacak mı ? Kalkın Hazreti Musa Aleyhisselam ile Hazreti Hızır Aleyhisselam’ın Kur’an-ı Kerim’deki hikayesini tekrar okuyun.Bakın ki bizlerin gözlerimizle görüp de kandığımız olayların arkasında çok farklı sebepler yatmaktadır. Müslümanların geri kalmış ülkelerde yaşaması Ahiret,Cennet,Cehennem vaadlerini bilen müslümanların ibadetlerini aksatmalarını gerektirmez. Çok ileri teknoloji yada çok zengin olupta Mumin ve Muheymin olan Allah’tan uzak kalmak mı doğrudur ? İkisi bir arada olsun diyeceksiniz, Müminin dünyada ne zengin olması nede teknoloji içinde yaşaması önemli değildir, o buradaki güzellikleri terkeder esas olan Ahiret yurdundaki güzelliklerin peşinde olmak için dünyayı gözünde küçültür ve sadece ihtiyacı olanı alır.

Sakın yanlış davranışları olan müslümanları söylemeyiniz.Onlar ne sizi nede bizi bağlar ne de İslam’ı yansıtırlar.Onların sözü ağızlarındadır.Mercedes’e binenden şeyh olmaz Varlık içinde yüzeninde rızkının helal mi haram mı olduğu şüpheli
olabilir.Müminin dünyadaki çabası yeterli rızkını kazanıp gerisini terketmesidir.

Müslümanlar geri kalmış yada zengin değiller diye yada bir takım insanlara haksız yere öldürülüyorlar yada haksızlığa uğruyorlar diye Afüvv ve Gaffar olan Allah’tan hesap sormak için ancak Allah’tan büyük olmak gerekir. İnsan ancak kendinden alt rütbeye sahipten hesapsorabilir değil mi ? Siz kalkıp hangi rütbenizle Rahman ve Rahim olan Allah’tan hesap sormayı düşünebilirsiniz ? Yoksa Hayri Balta artık ilahlık peşinde midir ?

İşte bir millet meclisinin ( ki Allah’ın yarattığı insanlardan oluşan) tasarrufuna “Gık” dahi diyemeyen ve onun karşısında kudreti olmayan İnsan Bir başbakanın veya cumhurbaşkanının ( ki Allah’ın yarattığı ) tasarruflarından hesap soramayan insan kendisini ve alemleri yaratan Aziz olan Allah’tan mı hesap sorma cüretine ve yetkisine sahip olabilir ? Siz ki oğlunuzdan varsa torunlarınızdan kızlarınızdan hanımınızdan şu haliyle hesap soracak kudretiniz dahi yokken… İşte hesap sorma olayında düştüğünüz hata burda…

Şimdi siz bir çok dertten muzdarip halinizle hala ve kat’a Allah-u Teala’dan hesap sormaya mı yeltenirsiniz ? Aklı olan yada aklı olduğuna inanan insan bir işin başlangıcı ve sonunu düşünmeden hareket etmez değil mi ? Hadi şimdi siz inanmadınız ? Peki ya eğer Allah-u Teala’nın vaad ettikleri cennetler ve tehdid ettiği azablar var ise ne olacak ? O zaman cehennem gibi vasıfları anlatılan bir yerde ölümsüz olarak kalmak size ne gibi bir kazanç sağlar ?

Dostların öğütlerini dinlemeyen kafasız, hakikatte bir talihsizdir.Dünyadan ve ölümden ibret almayan bahtsız cihanın nefretini kazanmış olur.Akıllı kimse bir sözden çok işaretten ders alır.

Kafir ve münafıkın alameti şudur Hayri Balta, Birincisi sözleri hep yalan, hep uydurma oradan buradan duyma eksik bilgiye Allame olma ve kuru laftan başka birşey değildir.

“AKIL SADECE KULLUĞUN NASIL YAPILACAĞINI TEMİN EDEN BİR ALETTİR, ALLAH’A HAŞA YUKARIDAN BAKMAK İÇİN DEĞİL” İMAM-I AZAM

Selam ancak Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır

Ubeyullah, 8.10.2003

X

Selam Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır

Ya Hu! Sen Aziz olan Allah’a inanmıyorsunda neden öyle ise onun kitabı Kur’an-ı Azimüşşan’dan alıntılar yapıyorsun? Neden Allah adamlarının kitaplarını okuyorsunda onlardan örnek alıyormuş gibi yapıyorsun? Kendi bilgi eksikliğini yazdığımız bölümleri neden çıkarıyorsun.

Bu seninkine yavuz hırsız derler.Matematiğe inanmıyorum ama matematik
kullanıyorum.Arabayı yapan birisi yok ama arabaya biniyorum mantığı.

Helal Sana Balta. İnsan o şeriat ile besleyemediği ruhunu, tasavvuf (ermişlerin) kitapları ile beslemeye kalkarsa senin gibi olur.

Önce insana şeriat gereklidir. Sonra kalkıp tasavvuf kitapları okunur.Ama önce tasavvufla başlarsa kafasızın biri olur Allah’ı yok addeder.Namazı kafasına göre yorumlar.Hatta kendi namaz uydurur.Hatta bir din uydurur adını Aydınlanma yok Laiklik yok Bilmemnecilik koyar.Sen tam bu durumdasın Balta.

“AKIL SADECE KULLUGUN NASIL YAPILACAGINI TEMIN EDEN BIR ALETTIR, ALLAH’A HAŞA YUKARIDAN BAKMAK IÇIN DEGIL” IMAM-I AZAM

Sende akılcı düşünceden yoksunsun ki beni senin gibi şeytani düşünceye davet ediyorsun. Davet Haktır. Bütün peygamberler ve kitaplarını okudugun bütün islam alimleri de insanları doğru yola davet etmişlerdir. Ama bazılarının kafaları davetin ne olduğunuda anlamaz.

Hele bir de ayetleri o kıt aklınla yorumlaman yok mu ? Şeytan herhalde artık senden korkar hale gelmiştir. Vahiy de öyle senin okudugun gibi ezottirik! birşey değildir. O senin okuduğun aydın ! ansiklopedilerin tanımıdır. Hem Vahiy den sanane ki? Allah’a inanmıyorsan…

Bir de utanmadan bize dahi danışmadan yazdıklarımızı yayınlamışsın. Biz meşhur olma derdinde değiliz. Yazdıklarımızı sitenize koymamanızı isteriz.

Selam Kahhar ve Cebbar olan Allah’ındır

Ebu Ubeyde Bin Nihat, 23.10.2003

X

Ebu Ubeyde Bin Nihat’ın 23.10.2003 tarihli mektubuna karşılıktır:

Sayın Ebu Ubeyde Bin Nihat,

Beni “Yavuz hırsız, kafasızın biri, o kıt aklınla, utanmadan”                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     diyerek aşağılasan da yine saygı, sevgi sana…

Sana kızamam çünkü sen masumsun. Sen kendi inanışına göre kendini Allah’a hizmet arz eden bir mümin sanmaktasın…

Aklını sadece kulluğa hasretmekle kalmamış aynı zamanda imana da kurban etmişsin. Bir şeriat anaforuna, girdabına kapılıp gitmişsin…

Bir gün oturup da: “Neden 22 Arap ülkesinin, ki bunların hepsi de şeriatla yönetilmektedir,  toplam ulusal geliri, sadece bir Avrupa ülkesinden, mesela İspanya’nın ulusal gelirinden daha az?

Neden her yıl Arap ülkelerinden 15 bin doktor, Batı’ya göç ediyor?

Neden bütün Arapların yazdığı kitapların sayısı  Yunanca’dan tercüme edilenden az!” (Mehmet Barlas, Sabah. 26.10.2003) dememişsin. Ne yarar gelir bu soruyu sormayanlardan memlekete. Düşmüşsün bir Arap hayranlığına. Arap adı bile yakıştırsın sen sana… “Ebu Ubeyde Bin Nihat” diyorsun.

Arap hayranı yurttaşım boşa kapılıyorsun benim için hiddete.  “Allah dilemezse nasıl gelsin ersin Hayri Balta hidayete?” (K. 16/9)

İşte bir âyet daha sana. “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz.” (K. 10/100). Bu âyete göre boşuna kızıyorsun sen Hayri Balta’ya. Çünkü Allah izin vermezse ne yapsın Hayri Balta?

Bu ayetin devamında de şöyle yazıyor. Bu âyetle Allah sizleri  uyarıyor. Benim iznimle imana gelmeyen kimseleri aşağılamaya kalkarsanız kötü bir azab’la cezalandırırım sizleri diyor: “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azab verir.” (K. 10/-100) Bu duruma göre benim sana kızmadığım gibi senin de bana kızmaman gerekir… Ne var ki İslam Peygamberi de dahil hiç kimse uymamış bu âyete. “İmana gel ya kâfir!” diye yapıştırmış kılıcı gayr-i Müslim’in ensesine… İşte bu zihniyetle, İslam tarihi boyunca dünya dönmüş kan gölüne…

Bak dostum “yavuz hırsız, kafasızın biri, o kıt aklınla, utanmadan”                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       demenle bana bir şey olmaz.

Ama benim için ağzından çıkardığın şu “yavuz hırsız, kafasızın biri, o kıt aklınla, utanmadan” sözleri kirletir seni. Şimdi  dikkatle oku İncil’deki şu âyeti: “Ve dedi: İnsandan çıkan şeydir ki insanı kirletir. Çünkü içten, insanların yüreğinden, kötü düşünceler, fuhuşlar, hırsızlıklar, katiller, zinalar, tamalar, kötülükler, hile, şehvet, kem gözlük, küfür, gurur ve akılsızlık çıkar. Bütün bu şeyler insanın içinden çıkarlar, ve insanı kirletir.” (İncil. Markos. 7/20-23). İncil tahrif edilmiş öyle mi? Kim tahrif etmişse çok güzel tahrif etmiş bu âyetleri.

50 yıldır Hıristiyan olmadığım halde İncil’den ayetleri örnek gösteririm. Yine Yahudi olmadım halde Tevrat’tan da ayetler gösteririm. Hiç kibir Hıristiyan ya da Yahudi olmadığın halde niçin okuyorsun Tevrat’ı İncil’i?.. Şimdi soruyorum sana bu Kuran yalnız Müslüman’a mı indi? Kuran okumayı yasaklarsan nasıl imana getireceksin kâfiri?

Dikkat et dostum beni aşağılamakla kendini aşağılıyorsun. Nefs-i emmare’ne (şeytana) hizmet ediyorsun. Tanrı’yı değil; şeytanı sevindiriyorsun… Şimdi şeytan senin bu haline arkandan bakıp lıkır lıkır gülüyordur; bekli de parmaklarına zil takmış şıkır şıkır oynuyordur.

Bak dostum bazı görüşlerini kabul edemediğim Yaşar Nuri Öztürk’ün güzel bir saptaması var. Diyor ki: “Eğer çökersek dinsizlikten değil, ahlaksızlık, irfansızlık ve riyakârlıktan çökeceğiz. Çünkü dinsizlikten çöken toplum yok” (Star, 24.10.2003)

Evet kendisine Arapça isim lâyık görmüş Türk çocuğu Ebu Ubeyde bin Nihat, benim dinsizliğim aklı başında kimseyi etmez behbat. Ama birbirimizi din düşmanı, kâfir, müşrik, zındık, mürted görüp imana davet edersek; bu toplumu iç savaşa sürükler öbek öbek….

Yahu ne kafa sendeki bu kafa… Dünyada 7 milyar insan var. Bunun 2 milyarını oluşturur Müslümanlar. Geriye kalanların kimi insanın üretim organına, kimi maymuna, kimi öküze tapar. Kimi de ben Allah’ım diye etrafına 10 milyona yakın insan toplar (Hindistan’ın neler oluyor bir bak…) Bunlar seni rahatsız etmez de kendine göre bir Tanrı ve Din anlayışı olan solda sıfır bir Hayri Balta gözüne batar…

Sen beni yukarda İncil’de gösterdiğim kötü davranışlarımdan ötürü aşağılamıyorsun. Seni beni düşünce ve inanışımdan ötürü aşağılıyorsun.

Hadi diyelim, senin dediğin gibi ben kâfirin biriyim. Ama  ben de bir insan değil miyim? Ben de bu Devletin bir yurttaşı değil miyim.

Sen var kulluk ve köleliğine devam et istediğin sürece…ama ben kâfirsem sana ne? Karışma Atatürk ve kurduğu Cumhuriyet ilkeleri gereğince kulluktan-kölelikten kurtulmuş, düşünce ve inancını ifade özgürlüğüne kavuşmuş Hayri Balta gibi birine.

Yaptığın yürürlükteki hukukumuza göre suçtur. Çünkü Anayasa’mız ve hukukumuz ne olursam olayım kendi düşünce ve inanışımı açıklama hakkıma yol açmıştır.  Kimse düşünce ve inancından dolayı kınanamaz demiştir. (Bak. Sitemiz sol ve sağ başına…)

Artık ortaçağdaki şeriat hükümlerine göre yaşamıyoruz. Artık Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre yaşıyoruz.

Bir de şöyle suçlamışsın beni: “Bir de utanmadan bize dahi danışmadan yazdıklarımızı yayınlamışsın.” diye. Niçin utanacakmışım söylesene? Sen bana “Yavuz hırsız, kafasızın biri, o kıt aklınla utanmadan” demeye utanmıyorsun da ben niçin utanayım; “Bakın güzel ahlak sahibi olması gereken bir Müslüman’ın ağzından çıkan sözlere!” demeye…

Hem gönderdiğin mektup aşk mektubu değil, iş mektubu değil, siyasî ya da ticarî bir sır değil. Sitemi okumuşsun beni aşağılayarak düşünce inanışımla ilgili   görüşlerini bildirmişsin. Ben de bu görüşlerine karşı karşı görüşlerimi bildirmişim. Bunda ne var utanacak? Bunları okuyan elbette kendine göre bir şeyler alacak.

Okuyucularımız okusun senin de benim de söylediklerini. Varsa kendileri de söylesin söyleyeceklerini. Böylece düşünce ortamı gelişir; belki senin sayesinde belki benim sayemde birkaç kişi hidayete erişir.

Bir de şu sözün rahatsız etti beni. Hazmedemedim “Kendi bilgi eksikliğini yazdığımız bölümleri neden çıkarıyorsun.” demeni. Bu sözlerinde bir eksiklik var. Bu eksikliği irfanı olan anlar.

Öyle mi, sözde keyfime göre kullanmışım söylediklerini. Haydi sözünün eri isen göster bana, sözlerinde yaptığım değişiklikleri…

Ben nefs-i emmare mahkumu olarak şeytana hizmet eden biri değilim. Ben doğruyu, güzeli,  gerçeği görür görmez saygı ile eğilen biriyim. İster aleyhime olsun, ister lehime. Bulunduğum mertebe nefs-i levvame (Kendi eksiklerini görüp kendi kendini kınama mertebesi…)…

Bak dostum seninle yazışmalarım bununla birlikte 12 sayfayı bulmuş. Öyle anlaşılıyor ki Ebu Ubeyde bin Nihat adlı yurttaşımız anlamadan okumuş.

Öyle hikmetli sözler söylemişim ki sana. Öyle anlaşılıyor ki kültürün elverişle değil söylediklerimi anlamaya…

İnsan düşünce ve inanışından dolayı bir başkasını aşağılar mı? Böyle bir yaklaşım kültürlü bir insana yakışır mı?

Unutma yüceltirsen yücelirsin; başkalarını aşağıladığın sürece aşağıda kalırsın.

Nefs-i emarene uymadan, küfür etmeden, yoldan çıkmış demeden yazacaksan yaz bana. Eğer yine nefs-i emarene uyarak mektup gönderirsen, bir daha yanıt vermem sana.

Yani şimdi seni muhatap aldık diye layık mıyım senin bana layık gördüğün bu muameleye?

Şimdi kal sağlıcakla, yine de saygı sevgi sana…

  1. B. 29.10.2003

X

5X

Erkan SİBKA

 

—– Original Message —–

From: Erkan

To: hayribalta@superonline.com

Sent: Monday, October 27, 2003 4:16 PM

Subject: Kitap

 

Merhaba sayin Hayri Bey,

Websayfanizi ziyaret ettim ve yazilarinizin birazda olsun okudum ve begendim.

Bana bu gibi konularda önerebileceginiz kitaplar varmi veya kendi yazmis oldugunuz kitap varmi.

Ben almanyada yasiyorum, belki burda bulabilecegim birsey olursa sevinirim.

Önerileriniz icin simdiden tessekür ederim.

Saygilar sevgiler

Erkan Sibka, 27.10.2003

X

Sayın Erkan Sibka,

İçtenlikle saygı, sevgi sana. Geciktiğim için bakma kusuruma.

Sitemi beğenmiş olman sizin Atatürkçü ve aydın olduğunu gösterir. Her aydından Atatürk’ün ilkelerine sarılması beklenir.

Şimdi yanıt veriyorum isteklerine ve sorularına. İşte bilgi sana bu konuda.

Öncelikle Arif Tekin, Erdoğan Aydın, İlhan Arsel, Turan Dursun’un yazdığı kitapları al, bulamazsan buradaki dostlarından iste. Aldıkça yap bir liste, listede olmayanları yeniden iste.

Benim yazmış olduğum kitaba gelince. Ben de yazdım yüzlerce, karınca kararınca.

Bunlardan  bir tanesini bastırabildim kendi olanaklarımda. Diğerleri ayrı ayrı dosyada…

Basılan kitabıma gelince eş-dost aldı belki de hatır için. Bir yıl oldu basılalı, vitrine konalı ne var ki bir tane bile alan olmadı merak ettiği için.

Bu kitabımım adı S.S.S.’dir. Çözülümü şöyledir: Sevenlere-Soranlara-Sövenlere. Bu kitap hakkında bilgi edinmek istiyorsan bak Sitemin  23. sırada bulunan Sevenler-Soranlar-Yerenler bölümüne.

Basılmamış olanlara gelince, eğer yolun düşerse Türkiye’ye. Gelirsin Ankara’daki evime. Orada fotokopisi çekilmiş bulunan kitaplarımdan fotokopi ücreti karşılığı veririm size.

Eğer varsa Ankara’da bir tanığın bana gönderebilirsin. Eğer böyle bir niyetin varsa adresimi isteyebilirsin.

Göndereceğin arkadaş, kitabımı da, basılmamış kitaplarımı da fotokopi ücreti karşılığında alır sana gönderir. Ama bunun için evime gelmesi gerekir.

Çünkü ben ağır hastayım. Yürümekte zorluk çekmekteyim. Postahanelere giderek kendimi yormak istemiyorum.

Kendin hakkında bilgi verirsen sevinirim bana. Şimdi kal sağlıcakla. Yeniden saygı, sevgi sana.

Av. Hayri Balta, 30.10.2003

X

6X

Sayın avukat bey,

Tağut nedir bunu bir öğren.

Senin o sahip çıktığın değerler acaba ne ile kazanıldı. O ölen şehitlerimiz neye inanırlardı? Ne için ölüme hiç korkmadan koşa koşa gittiler.

Bana kalırsa sen bir okul daha bittirmen lazım…

Seni eyitmek lazım.

İnşallah Allah seni ıslah eder…

Fadıl Soydan, 28.2.2008

+

TAĞUT

Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. Allah’ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü. Arapça “Teğa” kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan “Tuğyan” Allah Teâlâ’ya isyan etmek anlamına gelmektedir.

Allah’ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.

Tağut, Allah (c.c)’a karşı isyan etmekle beraber O’nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz, dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. Bu sebepten bir insanın hakiki mümin olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir.

Tağut kelimesi aslında çoğul manâsı taşımaktadır. Çünkü Allah (c.c)’ı inkâr eden, bir yerine birçok tağutun kulu olur. Bunlardan bir tanesi insanı çeşitli günahlara yönelten şeytandır. Diğeri, insanı ihtiras ve arzularının esiri kılan kendi nefsidir. Kezâ karısı, çocukları, hısım ve akrabaları, ailesi, arkadaşları ve milleti ile siyasî ve dinî liderleri ve hükümetleri gibi diğerleri de bulunmaktadır. Bütün bunlar o kimse için birer tağut olur ve o kişiyi kendi arzu ve ihtiraslarına esir etmek isterler. Bu pek çok efendilerin kulu olan kimse, tatminine bir türlü imkân olmayan bu tağutlardan her birini ayrı ayrı memnun etmek hayaliyle ömrünü boşa tüketir (Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’an, Terc. Heyet, İstanbul 1986, I, 176).

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de: “Andolsun ki biz her kavme “Allah’a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının ” diye (tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir” (en-Nahl, 16/36),

“İman edenler Allah yolunda cihad ederler, kâfirler ise tağut yolunda savaşırlar” (en-Nisa, 4/76) ayetleriyle müminlere tağut hakkında bilgi vermekte ve tağuta karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır. Alimler de tağut hakkında, ayet ve hadislerden çıkardıkları deliller çerçevesinde yaptıkları yorumlarla bu kavramı tefsir etmektedirler.

Bugün yeryüzünde yürürlükte olan rejimlerin hepsi, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymaktadırlar. Dolayısıyla da Allah (c.c)’ın hükümlerine muhalefet etmektedirler. O halde bu rejimlerin hepsi “tağut” olarak isimlenir. Hatta kitlelere “en cazip ve hüsn-ü kabul gören bir rejim” olarak tanıtılan demokratik ve lâik rejimler de tağut hükmündedir.

Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından konulmuş ve Allah (c.c)’ın hükümlerine muhalefet eden hükümler “tağut” olarak isimlendirilirler.

Allah Teâlâ (c.c) Kur’an-ı Kerîm’de; “Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa saptırmak ister” (en-Nisa, 4/60) buyurmaktadır.

Allah (c.c)’a, peygamberlere, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve inanmakla mükellef olduğu bütün hususlara inandığını açıklasa, fakat demokratik, lâik, sosyalist, kapitalist vb. rejimlerden herhangi birinin hükümlerini kabul edip itaat eden bir kimsenin irtidadına hükmedilir. Zira insanları yaratan Allah Teâlâ’dan başkası, insanların nasıl idare olunacağı hususunda ve onların sosyal yaşamlarına yönelik hükümler koyma yetkisine sahip değildir. Çünkü hüküm koyan insan, o hükme tâbi olmasını istediği insanlardan üstün ve herhangi bir ayrıcalığa sahip değildir. Allah Teâlâ katında üstünlük, sadece takva iledir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ; “Şüphesiz ki sizin Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır” (el-Hucurat, 49/13) buyurmaktadır.

Kendisinde böyle yetkiler gördükten sonra, Allah Teâlâ’nın indirdikleriyle hükmetmeyip, heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar aynı zamanda “ilahlık” iddiası içindedirler. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar da, tevhid akîdesinin dışına çıkıp kâfir olurlar. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar, fasıklardır” (el-Maide, 5/45) buyurmaktadır.

Tağutların hükümlerine göre yönetilen beldeler “Dâr’ul-Harp” durumundadırlar. Tağutun hüküm sürdüğü beldelerde yaşayan bütün müminlerin, din Allah’ın oluncaya, Allah’ın indirdikleriyle hükmedilinceye kadar cihad etmeleri farzdır. Bu cihaddan kaçıp, tağutun hükmüne razı olanlar ise, ister bilerek, ister bilmeyerek yapsın, kâfir olma durumundadırlar. Allah Teâlâ (c.c) bu hususta; “İman edenler Allah yolunda cihad ederler, küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar” (en-Nisa, 4/76) buyurmakta ve müminin tağut karşısındaki yerini belirlemektedir.

Allah Teâlâ, Âdem (a.s)’dan, Resulullah’a (s.a.s) kadar bütün peygamberleri, insanları Tevhid’e, yani Allah’ın varlığına ve birliğine, ortağı olmadığına inanmaya; O’nun koyduğu hükümleri kabullenmeyerek kendi heva ve heveslerine göre hüküm koyma isteğinde olan “tağut”a karşı savaşmaya ve tağut kapsamına giren her şeye kulluk etmekten kaçınmaya çağırmaları için göndermiştir.

Nitekim Allah Teâlâ bu hususta; Andolsun ki biz her kavme, “Allah’a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının ” diye (tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir” (en-Nahl, 16/36) buyurmaktadır.

Bu tağutlar İbrahim (a.s) döneminde Nemrut, Mûsa (a.s) döneminde Firavun, Resulullah (s.a.s) döneminde de Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi Daru’n-Nedve’nin ileri gelenleri ve puta tapan şahsiyetleri olduğu gibi, diğer peygamberler döneminde de, kendilerine gönderilen peygamberlerin getirdiği tevhid akidesini inkâr edip, atalarından kalan inançları devam ettirme inatçılığı gösteren puta tapan kavimler olmuşlardır.

Gelen peygamberler, gönderildikleri kavimleri tevhid’e çağırdılar. Tapmaya devam ede geldikleri putlarının kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar veremeyeceklerini açıkladılar. Ancak pek azı müstesna olmak üzere, çoğunluğu peygamberleri yalanladılar, hatta öldürdüler. Allah Teâlâ’ya yönelecekleri yerde, atalarından devraldıklarını ileri sürdükleri tağuta yöneldiler. Allah Teâlâ bu inkârcı kavimler hakkında; Onlara; “Allah’ın indirdiğine ve o peygambere geliniz” denildiği zaman, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter” dediler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler” (el-Maide, 5/72) buyurmakta ve nasıl bir çıkmazda olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.

Tağutların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tağutlar varlıklarını korumuşlardır. Tağut, sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan bir güç değildir. Tağut, bugün de Müslüman’ın en büyük düşmanıdır. Tağut, devlet sistemlerini, ahlâki değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hale dönüştürmüştür. Kısaca tağut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana hayat hakkı tanımamaktadır.

Müslüman Allah’ın hükümleri doğrultusunda yaşamak, O’nun koyduğu hükümler dışında konulan bütün hükümleri reddetmek, İlâhlık taslayan bütün güçleri yok etmek için çalışmakla mükelleftir. Şu bir gerçektir ki, Allah(c.c)’a iman edenler, O’nun yolunda tağutla savaşmak zorundadırlar. Çünkü tağut bir mümin için her şey demek olan imanını çiğnemek, ona hayat hakkı vermemek ve Allah’ın hükümlerini iptal edip, kendi heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koymak amacındadır. Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de; “İman edenler Allah yolunda cihat ederler, küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar” (en-Nisa, 4/76).

Resulullah (s.a.s) de tağut hakkında bir hadis-i şerifinde; “Her kim (tağuta karşı) cihat etmeden ve onunla mücadele (ederek Hakk’ı hakim kılma) arzusunu ruhunda duymadan ölürse, nifaktan bir şube üzerinde ölür” buyurmaktadırlar” (Muhtasar Sahih-i Müslim, Hafız Münzirî, Hd. No: 103).

Bu ayet ve hadis, bir müminin tağuta karşı takınması gereken tavrı en anlaşılır şekilde ortaya koymaktadır.

Bir mümin; camilerinin ibadete açık olmasına izin veren, insanları dini inançlarında özgür bıraktığını iddia eden rejimlere karşı çok dikkatli olmak zorundadır. Bugün bu rejimler, İslâm dünyası için büyük bir tehlike arzetmektedirler. Bu rejimlerin hepsi tağuttur. Çünkü apaçık ortadadır ki Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemektedirler. İnsanları kendi heva ve hevesleri doğrultusunda çıkarmış oldukları hükümlerle idare etmektedirler. Allah’ın hükümlerini, ortaçağ insanına hitab edebilen, sınırlı, bugünün gelişen ve düşünen insanının gerisinde kalmış hükümler olarak kabul etmektedirler.

Bir mü’min, tağutu, yani Allah Teâlâ’nın emirleri ve yasakları ile çatışan nefsini, diğer şahısları, önderleri, rejimleri ve ilkeleri red etmedikçe, hakimiyetin yalnız Allah’a ve O’nun düzeni olan İslâm nizamına ait olduğunu kabullenmedikçe imanın sembolü olan tevhid kulpuna yapışamaz. Allah Teâlâ bu konuda da şöyle buyurmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp da Allah’a (O’nun kanunlarına) iman ederse, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa sarılmıştır. Allah işiten ve bilendir” (Bakara, 2/256).

Dolayısıyla insanlar için iki yol vardır. Birincisi: Allahu Teâlâ (c.c)’ya iman etmek ve her türlü ilişkileri (hayatını) İslâm’ın hükümlerine göre değerlendirmek; ikincisi, tağuta kalben teslim olmak (iman etmek) suretiyle hevâ ve heveslerine göre yaşamak!.. Bu iki inanç ve yaşama biçiminin dışında üçüncü bir durumdan söz etmek mümkün değildir. İnsanlar kendi iradeleri ile, bu iki yoldan birisini tercih etmekte serbesttirler. Buna “Kesb” (kendi kazancı) denilir. İmam Taftazânî, “İnsanların sevap ve mükâfat almaya, ceza ve azab görmeye esas teşkil eden ihtiyari fiilleri vardır” (Taftazanî, Şerhu’l Ahaid, İstanbul 1980, s. 196) diyerek, bu konuda herhangi bir zorlamanın olmayacağına işaret etmiştir.

Allahü Teâlâ’nın hükümlerini bir kenara bırakarak, Tağut’un huzurunda muhakeme olmak ve onun hükümlerine boyun eğmek, küfrü tercih etmek demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye, boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar Tagut’un huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki Tağut’u inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emrolunmuşlardı” (en-Nisa 4/60) buyurulmuştur. Bu ayette Tağut’un hükümlerine boyun eğen ve kalben razı olanların, iman iddialarının boş olduğu ifade edilmektedir. İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde “Allahü Teâlâ Tağut’un hükümlerine kalben teslim olanların iman iddialarını red etmektedir” diyerek, meselenin özüne işaret eder (İbn Kesir, Tefsir, Beyrut 1969, I, 519). Tağutî güçler; Allahu Teâlâ’nın arzında, O’nun hükümlerine karşı tuğyan eden ve insanların üzerinde ilâhlık iddiasında bulunan otoritelerdir. Bunlarla sürekli olarak savaşmak farzdır. Bununla ilgili olarak, “İman edenler; Allah Teâlâ’nın yolunda cihat ederler. Küfredenler ise, Tağut yolunda savaşırlar. Öyle ise; şeytanın dostlarıyla (Tagut güçlerle) savaşınız. Şüphesiz ki, şeytanın hilekârlığı zayıftır” (en-Nisa, 4/76) buyurulmuştur. Bir mümin Tağutî güçlerle savaşmanın farz olan bir ibadet olduğunu bilmek mecburiyetindedir. Bu Kelime-i Tevhid’in tabii bir sonucudur.

Allahû Teâlâ’nın hükümlerine karşı tuğyan eden siyasi otoriteler insanları, dalaletin karanlığına doğru çekerler. Hem bu dünyada, hem Ahirette işkenceye ve azaba uğramalarını sağlarlar. İslâm dininin hükümlerini inkâr eden bütün ideolojiler Tağut hükmündedir. Kur’an-ı Kerim’de; “Allah, iman edenlerin velisidir (yardımcısıdır). Onları karanlıktan (kurtarıp) nura çıkarır. Küfredenlerin velisi ise Tağut’tur. O da kendilerini nurdan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. Onlar (Tağut ve ona tabi olanlar) Cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada, bir daha çıkmamak üzere ebedi kalıcıdırlar” (el-Bakara, 2/257) buyurulmuştur.

Günümüzde Allahü Teâlâ’nın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, “Hakimiyet kayıtsız ve şaftsız insanındır” sloganına sarılan ve insanların çoğunun rızasına göre kurulduğu iddia edilen siyasî otoriteler, iktidar haline gelmişlerdir. Bu siyasi otoritelerin Tağut hükmünde olduğu asla unutulmamalıdır. Daha açık bir ifade ile İslâm nizamının dışındaki bütün sistemler “Tağuti” özellikleri taşırlar. Kelime-i Şehadet getiren ve günde beş vakit ezânı dinleyen her mükellef bu mahiyeti asla unutmamalıdır. İnsanları Tağutî güçlere karşı cihada teşvik etmeyen ve bu uğurda gayret sarfetmeyen kimseler ne kadar ilim sahibi olursa olsunlar, kat’iyyen âdil değildirler. Dolayısıyla onların fetvaları ile amel edilemez.

Tağutların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tağutlar varlıklarını korumuşlardır. Tağut, sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan bir güç değildir. Tağut, bugün de müslümanın en büyük düşmanıdır. Tağut, devlet sistemlerini, ahlâki değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hale dönüştürmüştür. Kısaca tağut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana hayat hakkı tanımamaktadır, evet ne yazıkki Allah (c.c) razı olsun.

İNKARCILARI REHBERİ ; TAĞUT

Tağut, yol gösterici olarak kabul edilen, peşinden gidilen, hak dinin karşısındaki her türlü batıl şeyin ortak adıdır. Bu adın içine gerek taş, tahta veya metalden bir şeye şekil vermek suretiyle yapılan putları, gerek bir ilah gibi kabul edilip Allah’a ortak koşulan bir kişiyi veya rehber olarak görülen bir ideolojiyi, bir felsefeyi ya da bunların mucidi olan felsefeci ya da ideologları ve öncelikle de şeytan’ı koyabiliriz. Tağut’un en önemli özelliği ise insanları Allah’ın çağırdığı “nur”dan “karanlıklara” çıkarması, ateşe sürüklemesidir. Bu yönü Kuran’da şöyle haber verilmiştir:

Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut’tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)

“Tağut”a yani batıla inanan, onun yolunda mücadele eden ve ona bağlılık gösterenlerin ortak yönü ise, Allah’ın yolundan ayrı yol tutmaları, hadlerini bilmeyip Allah’a karşı büyüklenmeleri, peygamberlere, müminlere, hatta her türlü ilahi kavrama düşmanlık göstermeleri olmuştur. Her zaman kendilerinin en doğru yolda olduğunu iddia ederek büyüklük taslayan bu kişiler tıpkı şeytan’ın Hz. Adem’in üstünlüğünü anlayamaması gibi, dinin, peygamberlerin ve inananların üstünlüğünü kavrayamamışlardır. Kendileri sapkın bir yola tabi oldukları gibi, başkalarını da etkileyerek, onların haktan uzaklaşmalarına neden olmuşlardır. Bu yönleriyle de aslında şeytanı dost edinmişlerdir. Çünkü şeytan da aynı şekilde Allah’a başkaldırmış ve insanları Allah’ın yolundan saptırmayı amaç edinmiştir. Kuran’da şeytanın insanlara sağından, solundan, önünden ve ardından yanaşarak onları saptırmaya çalıştığı haber verilir.

Kuran’da tağutun yolundan giden ve kendilerini yaratan Allah’ı unutup şeytan’ı dost edinen kişilerden şu şekilde bahsedilmektedir:

…Onlar, tağuta ve cibt’e inanıyorlar ve diğer inkar edenler için: “Bunlar, iman edenlerden daha doğru bir yoldadır” diyorlar. İşte bunlar Allah’ın kendilerini lanetlediğidir. Allah’ın kendisini lanetlediğine hiçbir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 51-52)

İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. (Nisa Suresi, 76)

Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı gibi, şeytanın etkisi altında kalarak, aynı onun gibi büyüklük hissine kapılan inkarcılar, onun yolundan ilerleyerek, onu dost edinerek hayatlarını sürdürmüşlerdir. Şeytan’ı dost edinen bu insanlar Allah’ın gücünü ve azabını tam kavrayamadıkları için bu cahilliklerinin ve tüm benliklerini kaplayan kibirlerinin etkisiyle her türlü kötülüğün peşinden gitmişlerdir. İleri gelen inkarcılar, şeytanların Allah’a karşı isyan, iman edenlere karşı da düşmanlık ve zorbalık fısıldayan gizli çağrılarına kulak vererek zalimliğe ve sapıklığa sürüklenmişlerdir. Tıpkı şeytan gibi onlar da Allah’a karşı başkaldırmışlar ve diğer insanları Allah’tan ve dinden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmışlardır.

Kuran’da bu insanların şeytan’la olan ilişkileri, kötülüklere ve sapkınlıklara nasıl yöneldikleri pek çok ayetle haber verilmiştir. Bu ayetlerden bir kısmı şöyledir:

Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)

Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, ‘gerçeği ters yüz eden,’ günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler… (Şuara Suresi, 221-226)

Tüm bu ayetlerde açıkça görüldüğü gibi şeytanla, Allah’a karşı başkaldırma konusunda insanlara önderlik yapan bu kişiler arasında son derece yakın bir bağlantı vardır. Onların yaptığı da şeytanların yaptığından pek farklı değildir. Hepsinin amacı insanları Allah’ın yolundan saptırmaktır. Kuran’da şeytanların bunu başarabilmek için insanlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaştıkları bildirilmektedir. (Araf Suresi, 117) Aynı şekilde bu kibirli insanlar da insanları doğru yoldan alıkoymak için çok çeşitli sebepler öne sürmüşler ve çok çeşitli yöntemler kullanmışlardır. Şeytanla bu kişiler arasındaki bağlantı Kuran’da dostluk olarak nitelendirilmiştir:

…Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz. (Enam Suresi, 121)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi şeytan’ın şiddetli etkisinde olan inkarcıların önde gelenleri din yoluyla kendilerine sürekli uyarı geldiği halde ya da Allah’ın elçileri ve salih müminler tarafından Allah’ın hak yoluna davet edilmelerine rağmen tüm bunlara kulaklarını tıkamışlar, hem kendilerini hem de kendilerine uyan insanları dünyada ve ahirette sapıklığa yöneltmişlerdir.

Ancak bilinmelidir ki, şeytan’ın tahriki sonucunda hak dinlerle tarih boyunca mücadele etmiş bu insanlar Allah’ın lanetini üzerlerine almışlardır. Kuran’da belirtildiğine göre şeytanla olan yakın ilişkilerinin ahirette hesabını verecek olan bu azgın kişilerin oradaki derin pişmanlıkları bir fayda sağlamayacaktır. Dünyadayken birbirlerini destekleyen, koruyan inkarcılar orada, Allah’ın huzurunda, yapayalnız olduklarını anlayacaklardır:

Sen bu zalimleri, ölümün ‘şiddetli sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: “Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz” (dediklerinde) bir görsen… Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) ‘teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)’ bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (Enam Suresi, 93-94)

TAĞUT: Hak ve Hukuk gözetmeyen, hakkı çiğneyen, hakkı gaspedip haddi aşan, yeryüzünde Allah’ın hükümlerini tanımayarak kendisi hüküm koyan ve insanları bu hükümlere boyun eğmeye zorlayan, insanlara bu konuda baskı yapan, insanların hür iradelerine müdahale eden, insanları Allah’a kulluktan ve ibadetten men ederek alıkoyan ve çeviren, insanları şeytani, nefsani ve şehevi yollara sevkeden, teşvik eden herkes ve herşey.

1- Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim Tağut’u inkar edip Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işiten ve bilendir. [ Bakara-256 ]

2- Allah inananların dostudur. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostları ise Tağut tur. O da onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır. Orada ebedi kalıcıdırlar. [ Bakara-257 ]

3- Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar cipt ve Tağut’a inanıyorlar ve inkar edenlere: “Bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır.” diyorlar. [ Nisa-51 ]

4-Şunları görmüyormusun ki, kendilerinin, sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlarda hakem olarak Tağut’a başvurmak istiyorlar. Oysa kendilerine onu (Tağutu) inkar etmeleri emredilmişti. Şeytanda onları iyice saptırmak istiyor. [Nisa-60]

5-İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Küfredenler ise Tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır. [ Nisa- 76 ]

6-De ki; Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi ? Allah kimlere lanet etmiş ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar, ve domuzlar ve Tağut’a ibadet edenler yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır. [ Maide 60 ]

7-Andolsun biz her kavme : Allah’a kulluk edin, Tağut(a tapmak)tan kaçının diye (tebligat yapması için) elçi göndermişizdir. Onlardan kimine Allah hidayet etti ve kimine de sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezininde bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş. [ Nahl- 36 ]

8-Tağut’a kulluk etmekten sakınan ve Allah’a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı: Onlar ki sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar akl-ı selim sahipleridir. [ Zümer-17,18 ]

x

Sayın avukat bey,

Tağut nedir bunu bir öğren.

Senin o sahip çıktığın değerler acaba ne ile kazanıldı. O ölen şehitlerimiz neye inanırlardı? Ne için ölüme hiç korkmadan koşa koşa gittiler.

Bana kalırsa sen bir okul daha bittirmen lazım…

Seni eyitmek lazım.

İnşallah Allah seni ıslah eder…

Fadıl Soydan, 28.2.2008

+

Sayın Fadıl Soydan,

Önce sana,

Saygı, sevgi buradan…

 

Beni eğitmek isteğin için teşekkür ederim.

Allah beni eğitmezse; ben, nasıl eğitilirim.

 

İşte sana örnek ayetlerim:

“Biz rahmetimizi kime dilersek ona nasip ederiz.” (K.Yusuf/56)

“Biz kimi dilersek onu nice derecelere yükseltiriz.”  (K.Yusuf/76)

 

“Biz kimi delirsek o, kurtuluşa erdirilmiştir.” (K.Yusuf/110)

Daha çok ama al bir tane daha:

“O, kimi dilerse onu doğru iletir.” (K.Bakara/142)

Peki, Allah’ın dilemediğini Fadıl Soydan nasıl hidayete erdirir…

 

“O ölen şehitlerimiz neye inanırlardı?

Ne için ölüme hiç korkmadan koşa koşa gittiler.” demişsin bir de…

O şehitler ki vatan ve de ortak değerler için gittiler ölme…

Hem de seve seve

Şehitlik mertebesiyle…

 

“Tağut nedir bunu bir öğren.” demişsin bir de…

Tağut’un ne demek olduğunu öğrenmişim taaa 1957’de

Demek ki aradan geçmiş 41 sene…

 

Siz kaynağını göstermemişseniz de:

Tağutla ilgili bilgi verilir “İslamî Terimler Sözlüğü. Dr. Hasan Akay’ın kitabının

TAĞUT başlıklı bölümünde”:

“TAĞUT: Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. Allah’ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü. Arapça “Teğa” kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan “Tuğyan” Allah Teâlâ’ya isyan etmek anlamına gelmektedir.

Allah’ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.

Tağut, Allah (c.c)’a karşı isyan etmekle beraber O’nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz, dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. Bu sebepten bir insanın hakiki mümin olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir.( Genişletilmiş 2. Baskı. s. 453)

 

Şimdi yaşım 77’ye girmek üzere…

Demek ki hidayete ermişiz 25’inde…

 

O günden bu yana Allah’a karşı gelmemişim bile bile.

Bu süre içinde de; ne namaza gitmişim, ne oruç tutmuşum bir kere…

Çünkü Kuran’daki 22. süre 37. ayette:

“Fakat onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır.

Lâkin O’na ulaşan tek şey , kalplerinizde beslediğiniz tek şey tâkvadır.” (K. 22/37) denmiştir bize.

 

Bil ve bildir:

“Allah’a ulaşacak olan bizim salih amellerimizdir…”

 

Bu günlük bu kadar yeter size

Sevgilerimle,

Eren Bilge, 28.2.2008

x

Bak avukat bey

senin gibileri hep ayni ayetlerle kendilerini savunur ve sannederlerki Allahu tahla. C.C. beni cennetine alacak.

Sizin gibiler. TAĞUTLULAR Kendilerini aydin sannedenler her şeyi bildiklerini san edenler.

Bence sen şu tağut ve sen ne diyorsan onu bir iyiçe araştir. kendi kendini de bu kötülüğu yapma.

SENİ imana devet ediyorum seni Allah’ın evine davet ediyorum. Seni beygamber evendimizin yoluna davet ediyorum. Seni ilme davet ediyorum ve senin bu yazmış olduğun ayetleri birde şöyle araştır. Acaba bu ayetler Kuran-ı Kerim’e neden yazıldı, sebebi neydi ne oldu da bu ayetler indi. Ve bu ayetler Hakkında
peygamber efendimiz ne dedi ve bu emirleri sahabeler nasıl uyguladı.

Ha bi de Kura-ı Kerim hakkında mantık yürütemezsin.

Sen onun mantiğina uyuçaksin.

Bence senin daha cok eyitime itiyaçin var.

77 yaş, daha ne kadar yaşayacaksın? Bir 77 yıl daha mı? İnşallah yaşarsın.

Sana BİR DOSYA GÖNDERİYORUM LÜTFEN OKU SAYİN AVUKAT BEY… DERS İKİ. 29.2.2008

+

Tuğyan Tağut

Tuğyân; Anlam ve Mâhiyeti

İnsanı Tuğyana Sevkeden Şeyler

Siyasî Otoritenin Tuğyânı

İnsanlara Zulüm de Siyasî Otoritenin Tuğyanıdır

Tuğyâna Karşı Müslümanların ve Özellikle Âlimlerin Tavrı

Siyasî Otorite ve Yöneticinin Tuğyânını Başkalarına Ulaştırması/Tâğut’laşması

Tâğut Kimdir?

Siyasî Rejimler, Hüküm ve Yetkiyi Allah’tan Almıyorsa Tâğuttur

‘Allah onlarla istihzâ (alay) eder, tuğyânlarında (azgınlıklarında) onlara mühlet verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.’ (2/Bakara, 15)

Tuğyân; Anlam ve Mâhiyeti

Tuğyân, taşkınlık, azgınlık, sınırı aşmak demektir. Fiziksel güçlerin normal sınırları aşacak şekilde faal hale gelmeleri de tuğyanla ifade edilmiştir. ‘Su tuğyan ettiğinde (kabarıp taştığında) sizi akıp giden (gemi) de taşıdık.’ (69/Haakka, 11) Bu şekilde taşan ve her yeri kaplayan şeye tâğıye denilmektedir. Kavram olarak tuğyân, isyan ve günahta, sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmektir. İnsanın haddi ve ölçüyü aşması demektir. İnsanın haddi; Allah’ın, onun için koyduğu sınırıdır ki, kişinin onu aşması caiz değildir. İnsanın değeri, Allah’a kul olması itibariyledir; onun için Rabbına itaatı ve sürekli kulluk sınırı içinde bulunması gerekir. Ne zaman, Allah’ın insan için koymuş olduğu aşılmaması gereken hududu aşar, ölçüyü kaçırırsa tuğyana düşmüş, Allah’a isyan etmiş olur. Tuğyân kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da 39 yerde geçer. Bu türevlerden 8’i, tâğût şeklindedir. Tâğût, tuğyanı yaşayan ve yaşatan kişi veya güç anlamındadır.

Tuğyan, istikametten bir sapmadır (11/Hûd, 112) . Tuğyana sapmanın musallat edeceği denge bozukluğu (hastalık) insanı aldatır, kuruntu ve hayale esir eder. İnsan bu duruma gelince nefsinin oyuncağı olur ve karanlığı ışık zannetmeye başlar. Kur’an, bu özelliği belirtirken, inkârcıları ‘tuğyanları içinde oynayıp oyalanan gafiller’ olarak tanıtır. (Bkz. 6/En’âm, 110; 7/A’râf, 186)

İnsan, belli nimetlere kavuştuğu ve kendisini başkalarından müstağnî zannettiği, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği zaman, artık Allah’ı da unutur; gerçek kudret, ilim ve dilediğini yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum, insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah’a ortak koşmaya, nefsini O’nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeğe girişir. İşte, bu hal tuğyan halidir. Bu tür insanlar da Kur’an diliyle tâğîdir.

Kur’an, bozgunculuk yapmayı, kendi izinleri olmadan halkın, yoksulların din değiştirmelerine ve dinlerini yaşamalarına rıza göstermemeyi, kendi üstünlüklerini tartışmasız kabul etmeyi, sadece kendi kuvvetlerine güvenmeyi, bu nedenlerden dolayı şımarıp böbürlenmeyi, yeryüzünde çalım satıp gösteriş yaparak yürümeyi, kısacası velî edindikleri şeytanın taraftarı (hizbi) olmayı, tuğyana kalkışanların vasıflarından sayar. (Bkz. 17/İsrâ, 16; 20/Tâhâ, 71; 23/Mü’minûn, 47; 41/Fussılet, 15; 40/Mü’min, 75; 8/Enfâl, 47; 58/Mücadele, 19)

Ayetlerden anlaşıldığına göre tuğyan, hak hukuk ve sınır tanımamak, inatçı ve zorba bir tavır içerisinde olmak, böbürlenmek, kibir göstermek ve zulmetmek, insanlığı ezmek, mallarını gasbetmek, insanlara acımamak ve dolayısıyla Allah’ı bir ve gerçek Rab olarak tanımayarak O’na ortak koşmak, kısacası nefsinin, heva ve hevesinin peşinde gitmek ve bâtıl ile hüküm vermektir.

Yalancılık, isyan ve şerefsizlik etmek tuğyan olarak belirtilir. (79/Nâziât, 17, 21-24) Tuğyan, istikametten bir sapma olarak değerlendirilir. ‘Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte, emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah, yaptıklarınızı bilir.’ (11/Hûd, 112)

Aşırı tüketim ve yemekte sınırı aşmak da bir tuğyandır. İsrail oğullarına verilen dünyevî nimetler belirtildikten sonra, aşırı gıda tüketiminin yasaklandığı anlatılır: ‘Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin. Bunda aşırı (ölçüsüz) gitmeyin ki gazabıma çarpılmayasınız. Gazabımı hak eden, şüphesiz mahvolur.’ (20/Tâhâ, 80-82)

Dengeyi bozmak, tartı ve ölçüde adaletsizlik de tuğyandır. ‘Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.’ (55/Rahmân, 8-9) Buradaki ölçü ve tartıya riayet, doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmamak biçiminde de anlaşılmıştır.

Kur’an; Firavun’un, Nuh kavminin, Semud kavminin ve daha başka üzerlerine Allah’ın gazabının hak olduğu kavimlerin durumlarını tuğyan kelimesiyle açıklar. Bunlar, kendilerini yeryüzünün en büyük ve istediklerini istedikleri biçimde yapabilecek gücü olarak görüp tam bir istiğnanın içine girmişler, tuğyanın içine dalmışlardır. Semud kavmi bağlarda, bahçelerde, çeşme başlarında ve hurmalıklar arasında zevk ve safa içinde yaşayıp müsriflerin emrine itaat etmekle ve Salih (a.s.) ‘ın uyarmalarına kulak tıkayarak Allah’ın ayetlerine yüz çevirip O’na şirk koştukları yetmiyormuş gibi bir de kendilerinin istedikleri bir mucize olan deveyi boğazlamakla (26/Şuarâ, 146, 157) tuğyankâr olmuşlardı. Âd kavmi, ebedi hayat umuduyla köşkler dikip boş şeylerle uğraşırken, yakaladıklarını zorbaca yakalar ve yeryüzünde fesat çıkarırken Hûd (a.s.) ‘ın çağrısına uymayarak Allah’a şirk koşmaya devam etmekle tuğyan içine batmışlardı (26/Şuarâ, 128-130) .

En zâlim ve en tuğyankâr olarak nitelendirilen Hz. Nuh’un kavmi (53/Necm, 52) kendilerini üstün görüşlü ve mü’minleri de ayak takımı olarak değerlendirmeleri, Hz. Nuh’u taşlamakla tehdit etmeleri ve bir an önce kaçınmaya çağırdığı azabı getirmesini istemeleri, çağrısına kulaklarını tıkayıp kibirli kibirli ayak diremeleri, büyük büyük tuzaklar kurup taptıkları sahte tanrıları bırakmamalarıyla (11/Hûd, 27, 32; 26/Şuarâ, 11, 116, 71/Nuh, 7, 22-23) şehirlerde tuğyanda bulunmuş ve fesadı artırmış oluyorlardı. (89/Fecr, 11-12) Aynı şekilde Firavun da İsrailoğullarına akla gelmedik zulümler yapıyor, erkeklerini boğazlatıp kadınlarını kirletiyor, Hz. Mûsâ’nın çağrısına sağır kesilip Allah’a şirk koşuyor ve kendisini insanların en büyük Rabbi ilan ediyordu.

Kur’an, Nuh tufanı sırasında suların köpürüp azmasını tuğyan kökünden bir fiille (tağâ = tuğyan etti) ifade etmektedir. İlginçtir ki, suların tuğyanı ile boğulan Nuh devrinin zalimlerini Kur’an, ‘zulme sapan, tuğyan edip azan’ bir kavim olarak anmaktadır. ‘Ceza, amel cinsindendir’ prensibi bu olayda net olarak kendini göstermekte ve insanın tuğyanını tabiatın tuğyanı ile cezalandıran sünnetullaha bu ayetler dikkatimizi çekmektedir. Yine benzer bir durum Semud kavmi için de söz konusu edilmiştir. Haakka suresi 5. ayette, Semud kavmi azgınlarının ‘tâğıye’ ile helak edildikleri belirtilmektedir. Bu ‘tâğıye’ de tuğyan kökünden türeyen bir isim olup, tuğyan eden insanları cezalandırmak için Allah tarafından devreye sokulan tuğyan edici bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Bu ayette cümle o şekilde düzenlenmiştir ki, tâğıye, hem Semud kavmini helak eden kuvveti, hem de bu kavmin helakine sebep olan tavrı aynı anda ifade etmektedir: ‘Semud kavmine gelince, onlar tâğıye (tuğyan eden, azan) bir topluluk oldukları için tâğıye ile (yani azıp kuduran bir tabiat kuvvetiyle) mahvedildiler.’ (69/Haakka, 5)

Esas ceza ahirette olduğu halde, özellikle eski kavimlerden haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana, Allah’ın emrine boyun eğen tabiî hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde baş kaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen ‘Allah’ın askerleri’ (48/Fetih, 7) olan tabiat güçleri, yani doğal âfetler tarafından mağlup ve perişan edilir.

İnsanı Tuğyana Sevkeden Şeyler

Tuğyan, insanın tabiatında vardır: ‘İnsan gerçekten azar.’ (96/Alak, 6) Ayetin hemen devamında, insanın tuğyanının temel sebebi gösterilir: İstiğnâ; yani insanın kendini kendine yeterli görmesi, kendisini hiç kimseye muhtaç olmayan bir konumda zannetmesi ve okumaması, vahiyden/ilimden uzak olması. (bkz. 96/Alak, 7 ve 1-5) . İnsanı istiğnâya, dolayısıyla tuğyâna sürükleyen en büyük etken, ya malının çokluğu veya nüfuzlu otoritesidir. Birincisi malın tuğyânıdır; ikincisi ise otoritenin. Siyasî otoritenin tuğyânı tâğut kavramıyla ifade edilir. Tuğyanın her iki türü de değişmez sünnetullah gereği, helâk edicidir.

Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: ‘Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir.’ (42/Şûrâ, 27) ‘İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan’ (12/Yûsuf, 5) ve ‘kötülüğü çok emreden nefis’ (12/Yûsuf, 53) insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur’an, nefis ve şeytana karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık bulunmayı emreder. Allah’ın bu uyarısı, insanlara olan lütuf ve merhametinin bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır (75/Kıyâme(t) , 36) . Başıboş bıraksaydı, insanın aleyhine olurdu; ademoğlu azıp sapardı. Bununla beraber, insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıklar yüzünden iman etmemişlerdir.

Tuğyan, insan egosunun, kendini ilahlaştırması, her şeyin, herkesin üstünde görmesi halinde ortaya çıktığında doruk noktadır. Kur’an’a göre, bu doruk noktanın tipik temsilcisi Firavun’dur. (Bkz. 20/Tâhâ, 24, 43; 79/Nâziât, 17) Firavun, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları küçük görüyor, onları öldürüyor ve en kötü işkenceye maruz bırakıyordu. (2/Bakara, 49; 144/İbrahim, 6) . Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; Mısır ve başta Nil olmak üzere tüm nehirler onun mülkü idi: ‘Firavun, milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? (43/Zuhruf, 51) Firavunlar medeniyeti bir tuğyan medeniyeti idi; batışları bu yüzden olmuştur: ‘Görmedin mi Rabbin ne yaptı? O sütunlar, saraylar sahibi Firavunlara. Onlar ki, ülkeler boyunca tuğyan sergilediler (azgınlık ettiler) ve oraları fesada boğdular. Sonunda Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.’ (89/Fecr, 11-13)

Sünnetullah gereklerinden birini Kur’an belirtir: Bütün uygarlık ve saltanatların çöküşü tuğyan (azgınlık) yüzündendir. Bu, daha çok, maddî değerlere aldanarak azmaktır. Her çöküşün altında bu yatar. Tuğyana sapanların cezaları, bir tabiat tuğyanı olan ateşle verilecektir. Cehennem, tabiat kuvvetleri tuğyanının çok güçlü bir belirişidir.

Tuğyancı zalimlerin cezalandırılmasında en uygun yol, cehennemle ceza yoludur. (Bkz. 79/Nâziât, 39) Cehennem, bir gözetleme yeridir, tuğyana sapmışlar için bir dönüş/varış yeridir. (78/Nebe’, 21-22) Böyle olduğu içindir ki, cehennem ehli, birbirlerini suçlarken sürekli: ‘seni tuğyana ben itmedim’ şeklinde konuşacaklar; ‘tuğyana sapmış bir topluluk idiniz, haydi görün sonunuzu! ‘ hitabını duyacaklardır. (50/Kaaf, 27; 37/Saffât, 23, 31; 38/Sâd, 55-56)

Siyasî Otoritenin Tuğyânı

Siyasî otoritenin tuğyânı, insanın kendisine verilen emretme ve yasaklama yetkisi ve gerektiğinde başkalarına zorla yaptırımı sebebiyle ölçü ve haddini aşması, Allah’ın koyduğu hükümlerle belirtilen hududullahın dışına çıkmasıdır. Bu tuğyan türü, genelde yönetici ve emir sahiplerinde olur. Çünkü onların güç ve yetkileri ve bu konulardaki azgınlık ve taşkınlıkları insanların genelini ilgilendirir. Siyasî otoritenin tuğyânı, bazan insanı rububiyet iddiasına kadar götürür. Bu, ya Firavun’un yaptığı gibi lisan-ı kaliyle (konuşma diliyle) veya nice tâğutun yaptığı gibi lisan-ı haliyle rablık iddia etmekle olur. ‘(Adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: ‘Ben sizin en yüce rabbinizim’ dedi.’ (79/Nâziât, 23-24)

Siyasî otoritenin tuğyânına baş örnek Firavun’un tuğyanıdır. Onun haddini aşması ve ölçüyü kaçırmasının bir görüntüsü, rububiyet dâvâsı güdecek kadar gerçek Rabb’e; haklarını küçümseyecek, zulmedecek ve köleleştirecek kadar da insanlara karşı büyüklenmesidir. Nitekim Allah, birçok ayetinde ibret ve öğüt almak için, Firavun’un tuğyanını ve bu azgınlığı yüzünden başına gelenleri tekrar tekrar anlatmıştır. Bu da insanların çoğunun otorite tuğyânıyla imtihana tâbi tutulduğunu gösterir. ‘Musa’nın haberi sana geldi mi? Hani Rabbi ona Kutsal Vadi’de Tuvâ’da seslenmişti: ‘Firavun’a git, çünkü o tuğyan etti (azdı) .’ (79/Nâziât, 15-17) Buradaki tuğyanı, hem Yaratıcı’ya karşı, hem yaratılanlara karşı haddi aşmak olarak anlayabiliriz. Yani Firavun, küfürle Yaratıcı’ya karşı baş kaldırdı; halkı köleleştirmek ve onlara zulmetmek suretiyle de yaratılanlara büyüklük tasladı.

Firavun, rububiyet (rab’lık) iddia ederek tuğyanın zirvesine ulaştı. O, bu bâtıl iddiasıyla, yöneticiliğini yaptığı vatandaşların kendisine, kendi kanunlarına uymalarını; Allah da olsa, kendi ilkelerine ters düşenlere itaat etmelerini yasaklıyor, bu mutlak itaat edilmeye kendini yetkili görüyordu. Fahreddin Râzî’nin yorumuna göre Firavun, rablık iddiasıyla şunları diyordu: ‘Ben, sizin terbiye eden, büyütüp geliştiren, ihsan eden rabbinizim. Size âlemde emredecek ve yasak koyacak da ancak benim! ‘

İnsanlara Zulüm de Siyasî Otoritenin Tuğyanıdır

‘Görmedin mi Rabbın ne yaptı Âd kavmine? Yüksek sütunlarla dolu İrem’e? Ki şehirler arasında onun eşi yaratılmamıştı. Vâdide kayaları oyan Semûd’a? Ve kazıklar sahibi Firavun’a? Bunlar ülkelerde azmışlardı. Oralarda çok kötülük etmişlerdi. Bu yüzden Rabbın onların üzerine azap kırbacını çarptı. Elbette Rabbın her an gözetlemededir.’ (89/Fecr, 6-14) Bunlar ülkelerinde azmışlardı; yani isyan edip günah işlediler. İnsanlara eziyetle ve yeryüzünü fesâda uğratmakla haddi aştılar. Kazıklar sahibi Firavun denilmesi: Firavun, yere dört kazık çaktırır, işkence edeceği kimseleri ellerinden ve ayaklarından bu kazıklara bağlatır, o şekilde işkence ederdi. Bunun için veya kazık gibi askerleri çok olduğundan böyle nitelenmiştir. Ayetlerde ifade edilen azdıkları ve çok kötülük ettikleri de gösteriyor ki, bu azgın ve zâlim yöneticiler, Allah’a isyan edip baş kaldırdıkları gibi; zulüm ve düşmanlıkta da haddi ve ölçüyü aşmışlar, halklarına işkence ve eziyeti çoğaltmışlardı.

Tuğyâna Karşı Müslümanların ve Özellikle Âlimlerin Tavrı

Tuğyanın temelinde ‘kibir’ ve ‘benlik’ yatar. Tağutlardan biri olan Şeytanın azgınlığının sebebi de kibir ve benlik idi. Tuğyan, küfür, şirk ve zulüm olarak insanlara yansır. ‘Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.’ (31/Lokman, 13) Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, nimeti görmemek ve onu verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir tuğyandır. İman açısından tuğyan içinde bulunan kimsenin, uygulama bakımından da zâlim olması doğaldır. Firavun’un tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından tuğyan ise, zulüm ve haksızlıktır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek bazı gerekçelerle(!) adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Zaten, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen yöneticinin zâlim olmaması beklenemez. (5/Mâide, 45) Böyle kişilerin, hakkı korkusuzca söyleyen müslümanlar, özellikle de âlimler tarafından uyarılması gerekir. Tağutlaşan yöneticiye (sultanun câirun) karşı hakkı söylemek, mazlumları savunmak ve zulme engel olmaya çalışmak, en önemli ibadetlerdendir. ‘Cihadın en üstünü, zâlim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.’ (İbn Mâce, Fiten 20)

İslâm tarihi, zâlim sultanlara ve kötü yöneticilere karşı gelen güçlü bilginlerle doludur. Çoğu kez bu muhalefet, dil ve kalemden mızrak ve kılıca dönüştü. Tıpkı Abdurrahman b. el-İş’as

ve beraberindeki fakih ve muhaddislerin, Haccac’ın tuğyanına ve Emevî devletinin sapmasına baş kaldırmaları gibi. Medine’nin ünlü fakihi Said bin Müseyyeb, Hulefa-i Raşidin’in yolundan gitmeyen, mal-mevki ve nüfuz peşinde koşan Emevî emîr ve valilerinin, kendi itibarından yararlanmak için yaptıkları mal ve mevki tekliflerini reddediyor ve onların kötü emellerine âlet olmuyordu. Velid bin Abdülmelik’e biatı reddeden Said bin Müseyyeb’e 60 değnek ceza vuruldu. Tâbiin dönemi âlimlerinden Said bin Cübeyr, Haccac’ın zulmünü önce vaaz ve nasihatle önlemeye çalıştı, bu fayda vermeyince ona karşı ayaklandı ve şehid edildi. (Yusuf el-Kardavi, bu destansı mücadeleyi tiyatro eseri şeklinde Âlim ve Tâğut adıyla kitaplaştırmıştır.)

Halife Mansur’un zulmüne boyun eğmeyerek onun isteklerine âlet olmamak için teklif edilen kadılık görevini reddeden Ebu Hanife de işkenceyle şehid edilmiştir. Diğer bir mezheb imamı Malik bin Enes de Halife Mansur’dan haksızlık ve zulüm gördü. Hz. Ali (r.a.) taraftarlarının isyanına fetva vermesi üzerine ona da işkenceler yapıldı. Her dönem, tâğutî düzenler tarafından zulüm ve işkence gören, hatta idam edilen âlimler çok sayıda âlim vardır. Bu konuda son dönemdeki âlimleri göz önüne getirirsek, hemen meşhur bütün âlimlerin isimlerini saymak gerekecektir: Said Nursi, Şeyh Said, İskilipli Âtıf Hoca, Süleyman Efendi, Ali Haydar Efendi, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub, Abdülkadir Udeh, Mevdudi, Ali Şeriati, İmam Humeyni, Muhammed Bâkır es-Sadr…

Örneklerden de anlaşıldığı gibi tuğyan (zulüm) , ister mü’min geçinsin, ister kâfir, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bulaşıcı bir hastalıktır. Yöneticiler, bu hastalıktan ancak hiç taviz vermeden Allah’ın kitabıyla hükmederek adalete sarılmak suretiyle ve yanlarına müttakî âlim yardımcılar (müşavirler) alarak kurtulabilirler. Bunun gerçekleşmesi için de, öncelikle sistemin tâğutî olmayıp İslamî olması gerekir. Adaletin gerçekleşmesi buna bağlıdır. Çünkü Allah’ın hükmü adalet; onun zıddı ise zulümdür. ‘Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.’ (5/Mâide, 45)

Siyasî Otorite ve Yöneticinin Tuğyânını

Başkalarına Ulaştırması/Tâğut’laşması

Tuğyankâr insanların özellikle elebaşıları ve önde gelenleri, kendi tuğyanlarını haklı göstermek ve insanlar üzerinde rableşip onların dünya hayatlarını düzenlemek için belli hükümler koyarlar. Böylece diğer insanlar da bunların koydukları hükümleri kabul eder, Allah’ın hükmünü bırakır, tuğyankârların hükümleriyle muhâkeme olunmak ister ve böylece tuğyankârlara hem ibadet etmiş, hem de onları velî edinmiş olurlar. İşte, Kur’an, bunlardan birinci tür, yani tuğyankâr olan ve başkaları üzerinde rableşip tuğyanlarını haklı çıkarmaya, dünya hayatını yönlendirip vatandaşlarının rabbi kesilmeye girişen insanlara tâğut der. Bu kelimenin tekili de çoğulu da aynıdır; yani tağut bir yerde bir tane olabildiği gibi, işbirliği içinde birden fazla da olabilir. Tağut, kendisini velî/dost edinenleri nurdan zulümâta çıkarır. Kendisi zulümât, yani karanlıklar içinde olduğu için kendi peşinden gidenleri de baş aşağı bu karanlıkların içine yuvarlar (2/Bakara, 257) . Böylece, tağutun peşinden gidenler, onu velî/dost edinmekle ona ibadet etmiş (5/Mâide, 60) olurlar. Allah’a imandan önce ‘lâ/hayır’ silahıyla tağuta küfretmeleri, onu tanımamaları gerekirken onun koyduğu hükümlerle muhâkeme olunmak istemekle Allah’a küfretmiş ve tağuta iman etmiş olurlar (4/Nisâ, 60) . Artık, karanlıkları yırtıcı birer ışık olan Kur’an ayetleri böylelerinin ancak tuğyan ve küfrünü arttırır (5/Mâide, 64) . Böylelikle, şirk toplumunun üzerine oturduğu üçlü de (tağut, onun tanrısı olan nefsi, yani heva ve hevesi ile yardımcılarıyla tağuta ibadet edenler) tamamlanmış olur; tevhid toplumunun yerini alır veya karşısına geçer. (1)

Tâğut Kimdir?

Tağut, kelime olarak haddi aşan, azan, hakikatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı gibi anlamlara gelir; Istılahta ise Allah’a isyan eden anlamında kullanılır. Allah’ın indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık tağuttur. Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması farketmez. Kur’an-ı Kerim’de: ‘Andolsun ki, biz her kavme; ‘Allah’a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının’ diye (tebliğat yapması için) bir peygamber gönderdik.’ (16/Nahl, 36) İnsanlar, sadece Allah’a kul olma, yalnız O’na ibadet etme hususunda istisnasız uyarılmışlardır. ‘İman edenler Allah yolunda cihad ederler; küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar.’ (4/Nisâ, 76) Yani insanlar ya Allah’a ibadet edecekler veya tağuta kul olacaklardır; bu iki yolun dışında üçüncü bir hal yoktur.

Kur’an-ı Kerim’de: ‘Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (tekfir etmek, lanetlemekle) emrolunmuşlardır.’ (4/Nisâ, 60) buyrulmaktadır. Kur’an’daki bütün bu ayetleri dikkate alarak şu hususu belirtmekte fayda vardır: Tağutun hükümlerine râzı olanlar ve boyun eğenler, kâfirlerdir. Nitekim İbn Kesir, bu hususta şunları kaydediyor: ‘Bu ayet-i kerimede (4/Nisâ, 60) Hz. Muhammed (s.a.s.) ‘e ve diğer peygamberlere iman ettiklerini söylemekle beraber, ihtilaf ettikleri hususlarda, Allah’ın kitabından ve Peygamber’in sünnetinden kaçınıp, insanların kendi akıllarına göre (beşerî kanunlarla) hüküm vermesini isteyen kişinin iman iddiasını Allah reddetmektedir.’ (İbn Kesir, 1/519)

Bugün dünyada; vahyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler, Allah’ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad etmektedir. Dolayısıyla bütün demokratik sistemler, bu noktada ‘tâğutî’ özellikler taşırlar. Bu, bir anlamda bütün ideolojik sistemler için de geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslam’ın dışındaki bütün sistemler tağutîdir. Tağutların hükümlerine göre yönetilen bütün yerlerde yaşayan mü’minlerin, Allah’ın indirdiği hükümlerin galip gelmesi uğruna cihad etmeleri farz-ı ayndır. Şurası unutulmamalıdır ki, tağutun hükümlerine ‘evet’ diyenler, Allah’ın dinine ‘hayır ‘ demiş, küfretmiş durumundadırlar. Bunu ister bilerek, ister bilmeyerek yapsınlar durum asla değişmez. Çünkü bütün peygamberlerin insanlara; ‘Allah’a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının’ diye tebliğat yaptıkları ayetlerle sabittir. Tağutun hükümlerini inkâr etmeyen ve tağutî güçlerle mücadele vermeyen kimse, ne kadar âlim olursa olsun, ‘müsteşrik’ çizgisini asla geçemez. (2)

Tağut, Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır. Şeytana da bu yüzden tağut denmiştir. Tağut, hakka, hakikate ve imana karşı gelen, Allah’ın kulları için çizdiği nizamı ve sınırları aşan herşeyi ifade eder. Tağut, bir şahıs olabileceği gibi, Allah nizamından alınmamış her türlü sistem, Allah’a bağlanmayan her çeşit fikir, düşünce, âdet ve alışkanlık da olabilir. Kim bütün bunları ne şekilde olursa olsun reddeder ve yalnız Allah’a iman edip bağlanır, sadece Allah’ın kanun ve nizamlarını kabul eder ve tüm yaşantısını buna göre düzenlerse, sağlam bir kulpa bağlanmış, yani kurtulmuş olur. (2/Bakara, 256) Tağutu reddetmeden iman eksiktir, yarımdır; böyle bir iman geçerli olmaz. Bu durum, aynen müşriklerin Allah’a inanması gibidir. Tağut, Allah’a ibadetten alıkoyan, Allah’a giden yolu tıkayan, dini Allah’a has kılmayı, Allah ve Rasülü’ne tâbi olmayı önleyendir. Bu, cinnî ve insî şeytan olabileceği gibi, ağaç, beton, tunç, taş, mezar, inek, para, ateş, âdet ve sistem de olabilir. Günümüzdeki medya araçlarının çoğunu da bu kavramın içine koyabiliriz.

Mevdudi’ye göre tağut kelimesi, sözlük anlamıyla, sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur’an bu kelimeyi Allah’a isyan eden, Allah’ın kullarının hâkimi olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır. Eğer bir kimse Allah’a isyan eder ve O’nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle bir kimse; şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allah’a inanmış sayılamaz. Tağutun, tekil ve çoğul anlamı birlikte kullanılır. Çünkü Allah’ı inkâr eden kimse, sadece bir tek değil; binlerce tağutun kölesi olur. (3) Tağut, ilahî olmayan hükümlere göre kararlar veren otorite demektir. Tağut kelimesiyle, aynı zamanda, Allah’ı tek hâkim / egemen ve Rasülü’nü nihâî otorite olarak tanımayan hüküm sistemleri de kastedilir. (4)

Seyyid Kutub da tağutu şu şekilde tanımlar: Allah’ın emri dışındaki her çeşit sistem, Allah’ın şeriatına dayanmayan her türlü nizam tağuttur. Tağut, Allah’ın şeriatından başka bütün idare şekilleridir. Zira insan, ülûhiyet özelliklerinden birisini kendisine mal edip, adaletin ve hakkın ta kendisi olan şeriatın hudutlarını aşarak kendi egemenliğini ileri sürerse tuğyan etmiş ve kendi haddini aşmış demektir. Böyle bir şey, tuğyandır ve böyle iddialar ileri sürenler tâğî denilen haddini aşmış âsilerdir. Bunlara inananlar, bunlara tâbi olanlar şirk içerisindedirler, küfür içerisindedirler. (5)

Yusuf el-Kardavi’ye göre, Allah’ın şeriatı ile çatışan bütün gelenekler, rejimler, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar tağuttur. Tağut, kulun haddi tecavüz ederek, ibadet ettiği, tâbi olduğu ve itaat ettiği şeydir. Her kavmin tağutu, kendisine hüküm götürdükleri, huzurunda muhakemeleştikleri, ibadet ettikleri, tâbi oldukları, yalnız Allah’a itaat edilmesi gerektiği yerde itaat ettikleri kimse veya varlıklardır. Bunların ve bunlarla ilişkisi olan insanların durumlarını düşündüğümüz zaman, insanların çoğunu Allah’a ibadet ve itaatten yüz çevirmiş, tağutlara ibadet ve itaat eder halde görürüz. (6)

Nisa, 76. Ayetine göre tağut, Allah’a karşı olanların, uğruna savaştığı şey, nesne, insan, dâvâ, ideoloji olarak anlaşılmaktadır. Tağut, itaatte Allah’a ortak koşulan her şeydir. Kendisine kayıtsız şartsız itaat edilecek tek merci Allah’tır. O’nun dışındakilere O’ndan dolayı itaat edilir. Bu tür itaatler, meşruiyetini Allah’tan alırlar. Kur’an, Allah’tan başkasına itaati, tağuta itaat ve ibadet olarak nitelemektedir (16/Nahl, 36) . İtaat edilen şey, Allah’ın hükümlerine aykırı olursa, itaat tağuta itaatin ta kendisi olmaktadır (4/Nisâ, 60) .

Tağut bir semboldür; küfrün, zulmün, şerrin, haksızlığın, adaletsizliğin, putçuluğun, azgınlığın, sapkınlığın ve daha aklınıza gelen tüm kötülüklerin sembolü. Bu sembol, bazan kendini Firavun ilan eden antik ya da çağdaş bir yönetici, bazan cansız bir eşya, bazan bir ideoloji, bazan da şeytan, uğur, şans, talih gibi soyut şeylerdir. Tağut, insanoğlunun ilahlaştırdığı her şeydir. Daha doğrusu tağut, insanla Allah arasına gerilen şeylerin tümüne verilen ortak isimdir. Allah’ın koyduğu sınırları çiğneyen insan tuğyan etmiştir. İşte tağut, o insana bu sınırları çiğneten şeydir. Eğer o şey insansa ve kâfirse ona itaat eden de kâfir olur; yok eğer insanın itaat ettiği tağut münâfıksa ona itaat eden de münâfık olur. Tabii fâsıksa fâsık; zâlimse zâlim olur. (7)

Bütün bu açıklamalar çerçevesinde tağut, her türlü azgınlık, sapkınlık, aşırılık ve bâtıl inanç ve davranışları sembolize eder. Tağut, tuğyanı yaşayan ve yaşatmaya çalışan kişi ve güçtür.

Tâğut, her devirde Firavun ruhlu kişilerle, onların yardakçıları olan grubun genel adı, cins ismidir. Her devirde birden çok tağut bulunur. Tağutların, kabile çapında, millet çapında olanları yanında bölgesel ve enternasyonal olanları da bulunacaktır. Bunlar, birbirlerinden habersiz olabilecekleri gibi, organize de olabilirler. Hatta, İblisler parlamentosu (hizbu’ş-şeytan, evliyâu’ş-şeytan) gibi birlikler, beraberlikler vücuda getirebilirler. Tağutlar, aralarında hiyerarşik bir düzen kurabilir, paralellik veya entegrasyona gidebilirler. Böyle olunca tâğutî sistemler, parlamentolar, prensipler geliştirilebilir. Mesala, Muhammed İkbal, emperyalist batılıların oluşturdukları sömürü düzeninin temsilcilerinin vücut verdikleri organizasyonu, İblisler parlamentosu diye anmıştır. Aynen bunun gibi tâğutlar parlamentosu deyimini de kullanabiliriz. Kur’an, bu noktada evliyâu’t-tâğut (tağutun dostları, görev arkadaşları, destekçileri) deyimini kullanıyor (2/Bakara, 257) . (8)

Bir kimse, Allah’a, meleklerine… inandığını ikrar etse, buna mukabil, tağutî rejimleri (demokratik, laik, hümanist, kapitalist, sosyalist vs.) çağdaş devlet modelleri adı altında benimsese, doğruluklarına itikat etse, irtidat etmiş olur, yani dinden çıkar. Kim, insanların maslahat ve iyiliklerini Allah’tan daha iyi bildiğini iddia ederek, insanlar üzerinde hükümler koymaya ve bunları tatbik etmeye gayret ederse ‘ilahlık’ iddiasına girişmiş olur. Her kim de bunların bu iddialarını doğrulayarak onlarla işbirliği yaparsa, tevhid akidesini parçalamış, ilahlara iman etmiş, kâfirler zümresine dahil olmuş demektir. Bu açıdan ‘çağdaş devlet modelleri’ iyi değerlendirilmeli, isimleri milliyetçi-mukaddesatçı dahi olsa, Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere doktrinler imal eden, bu doktrinleri insanların hayatına tatbik edeceğini ilân eden insanların tağut olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu gün dünyada insanların beşikten mezara hayatlarını düzenlemek iddiasındaki meclisler, konsüller, krallar, kavimlerarası kuruluşlar, insanları teslim almış görünmektedirler. (9)

Hz. Adem’den günümüze kadar, genel anlamda insanlığın iki tanrısı var olagelmiştir: Allah ve tağut… Tarih boyunca insanoğlu ya tevhid dinine mensup olmuş ve bu dinin tanrısı olan Allah’ı kendisi için yegâne ilah edinmiş; ya da şirk dinine mensup olmuş ve bu dinin çok çeşitli olan tanrı veya tanrılarına ittiba etmiştir. İşte Kur’an, şirk dininin tanrı veya tanrılarına genel olarak tağut demektedir.

Günümüzde müslümanlık iddiasında bulunanların birçoğu bu bakımdan profan / bölmeli bir kafa yapısına sahip bulunmaktadır. Bu kimseler, bir yandan Allah’a iman ettikleri iddiasında bulunurken, diğer yandan İslam’ın açıkça emrettiği ve yasakladığı şeylere ters düşebilmekte ve tağutların yasalarına kabulleri arasında yer verebilmektedirler. Oysa bir kalpte hem imana, hem de küfre yer verilmesi İslam’a göre açık bir paradoks, gerçek bir çelişkidir. ‘Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil ve rüsvaylıktır. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine itilirler. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir.’ (2/Bakara, 85)

Bir kalpte hem iman ve hem de aynı zamanda küfür bulunamaz. Bu iki olgu, ateş ile barut gibi yanyana bulunamazlar. Birisinin yerleştiği kalpte bir diğerine yer yoktur. Mü’min, kâfir ve münâfıktan farklıdır; kendisine İslam ile beraber bir veya birkaç dünya görüşünden veya ideolojiden sentezler yapan, bukalemun bir şahsiyete sahip olamaz. Çünkü tevhidi, şirkten farklı kılan; başka felsefelere, herhangi bir dünya görüşüne veya ideolojiye ihtiyaç duymaması, mü’minin bütün bir hayatını kuşatan yetkin bir inanç, bir pratik; kısacası bir sistem, bir yaşam biçimi olmasıdır. Bugün beşeriyet, Tevhid dininden uzaklaşarak, yeryüzünde egemen olan tağutların dinine sapmış bulunuyor. Müslümanlık iddiasında bulunan yığınların Allah’a değil; tağutlara ibadet ettikleri su götürmez bir gerçektir. Bu gerçekten hareketle Kur’an’ı öğrenmek, manasının derinliklerine dalmak ve onu pratik hayatlarına indirgemek isteyen her müslümanın, tağut kavramının gerçek anlamını kavraması ve kavradığı tağutu tüm kuralları ve kurumlarıyla birlikte reddetmesi, bu reddi davranışlarıyla göstermesi itikadî bir sorumluluktur.

Siyasî Rejimler, Hüküm ve Yetkiyi Allah’tan Almıyorsa Tâğuttur

Bugün yeryüzünde yürürlükte olan rejimlerin hemen hepsi, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymakta; dolayısıyla da Allah’ın hükümlerine muhalefet etmektedirler. O yüzden bu rejimlerin hepsi ‘tağut’ olarak isimlenir.

Bir kimse; Allah’a, ahirete ve inanılacak hususlara inandığını açıklasa; fakat demokratik, laik, sosyalist, kapitalist vb. rejimlerden herhangi birinin hükümlerini kabul edip itaat etse, böyle bir kimsenin irtidadına hükmedilir. Zira insanları yaratan Allah’tan başkası, insanların nasıl idare olunacağı hususunda ve onların sosyal yaşamlarına yönelik hükümler koyma yetkisine sahip değildir. Çükün hüküm koyan insan, o hükme tâbi olmasını istediği insanlardan üstün ve herhangi bir ayrıcalığa sahip değildir. Allah katında üstünlük, sadece takva iledir. (49/Hucurât, 13) Kendisinde böyle yetkiler gördükten sonra, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyip, heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar aynı zamanda ‘ilâhlık’ iddiâsı içindedirler. Dolayısıyla Allah’ın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar da, tevhid akidesinin dışına çıkarlar. Tâğut, müslümanın en büyük düşmanıdır. Tâğut, devlet sistemlerini, ahlakî değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hale dönüştürmüştür. Kısaca tağut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana müslümanca hayat hakkı tanımamaktadır. Tağutî güçler, Allah’ın arzında, O’nun hükümlerine karşı tuğyan eden ve insanların üzerinde ilahlık iddiasında bulunan otoritelerdir. Bunlarla sürekli olarak savaşmak farzdır (4/Nisâ, 76) .

Günümüzde Allah’ın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, ‘hakimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır’ sloganına sarılan ve insanların çoğunun rızasına göre kurulduğu iddia edilen siyasî otoriteler, iktidar haline gelmişlerdir. Bu siyasî otoritelerin tağut hükmünde olduğu unutulmamalıdır. Daha açık bir ifade ile İslam nizamının dışındaki bütün sistemler ‘tağutî’ özellikleri taşırlar. Kelime-i şehadet getirerek, başka ilahları ve tağutları reddeden müslümanlar, bu sözlerini davranışlarıyla da ispatlamak zorundadırlar.

Allah, zâlim yöneticilere yardım etmeyi de haram kılmış, onlara küçük çapta meyil ve yardım anlamı taşıyan sözlerden, davranış veya tasvipten nehyetmiştir: ‘Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız) . Sizin Allah’tan başka evliyânız/dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz.’ (11/Hûd, 113)

İnsanlara zulmeden tâğutî siyasal otorite konusunda, unutulmaması gereken hususlardan biri, zâlim yöneticilerin, yardımcıları olmasa, zulmetmeye güçlerinin yetmeyeceğidir. Tâğutî yönetim ve kurumlardaki bu yardımcılar, zulüm ve tuğyanda yöneticinin kullandığı malzemeleridir. Zulüm ve tuğyan çarklarının dönmesi için bir taraftan ezen ve diğer taraftan ezilen dişlilerdir. Bu sebeple, onlar da aynen o zâlim tuğyankâr gibi suçlu ve zulmünün cezasında ortaktırlar. Bundan dolayı Allah, Firavun ve avanelerini aynı vasıfla anmıştır: ‘Gerçekten Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler.’ (28/Kasas, 8) Allah, Firavun’u helak edince, onları da helak ettiğini açıklar: ‘Firavun, askerleriyle birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.’ (20/Tâhâ, 78) ‘Biz de onu (Firavun’u) ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak, işte zâlimlerin sonu nasıl oldu! ‘ (28/Kasas, 40)

Tağut tanımına girenler şunlardır:

a- Arzuları mâbudlaştırılan nefis, tağuttur.

b- Allah’ın emir ve yasaklarını tanımayan, İslam nizamı ile çatışan düzen ve düsturlara çağıran her fert ve önder tağuttur.

c- Allah’tan gayrı, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar tağuttur.

d- Şeytan tağuttur.

e- Allah’ın şeriatı ile çatışan bütün gelenekler, esas alınan bütün rejimler tağuttur. (10)

Tağutları destekleyen, onları ölçü alan, onlara sevgi besleyen her insan, Allah’a ibadet ve kulluktan vazgeçip tağutun kulluğunu kabullenen şeytan askeridir. Allah’ın emirleri ve yasaklarıyla çatışan nefsi, fertleri, önderleri, rejimleri ve ilkeleri reddetmedikçe, hâkimiyetin yalnız Allah’a ve O’nun nizamı İslam nizamına ait olduğunu tasdik etmedikçe, tevhid kulpuna yapışılamaz. (Bkz. 2/Bakara, 256) Müslüman olmak için şart olan tağutun şiddetle reddedil-mesi, sadece sözle yeterli değildir. Ruhun derinliklerinde kasırgalaşan ve amelî hayatta neticeler doğuran fiilî bir red gerekir. Bunun için de tağutla savaşmak lazımdır. Bu savaşın gerekleri:

a- Allah’ın emir ve yasaklarına tâbi oluncaya kadar tağut olan nefisle savaşmak,

b- Kişisel ve toplumsal hayatımızı Allah’a döndürmemize engel olan ve tağut olan cahiliyye düzenleri ve tâğutî fikir babaları ile savaşmak.

İslam’da emrolunan cihad, işte bu tağutlara karşı verilmesi gerekli olan mücadeledir. Tağutla çatışmak, hakkı getirmek ve bâtılı gidermek için olacağından, her kesimden ve her iş yapanlardan bütün mü’minler, tağutla mücadele edeceklerdir. Bu, farz bir görevdir. Rabbimiz, mü’minleri tağuta karşı kendi nizamının savaşçıları olarak takdim ediyor (4/Nisâ, 76) . Tâğuta ve ondan yana olanlara karşı mücadele vermeyenler mü’min kalamazlar. Bunun içindir ki, Peygamberimiz: ‘Her kim (tağuta karşı) cihad etmeden ve onunla mücadele (ederek Hakkı hâkim kılma) arzusunu ruhunda duymadan ölürse nifaktan bir şube üzerinde ölür.’ (Sahih-i Müslim; Riyâzü’s- Sâlihin, II, no: 1346) buyurmuşlardır. Tağutu kalben reddetseler dahi, fiilen onunla vuruşmayanlar, amelî hayatın icabı onunla anlaşma ve dostluk kurma yoluna gitmeye mecbur kalırlar. Bu da Allah ve tağut dostluğunu bir araya getirmek olan nifakın ilk tezahürü olur. Halbuki Allah, tağuta ancak kâfirlerin dostluk gösterebileceğini açık bir şekilde belirtmiştir. (Bkz. 2/Bakara, 257)

Müslümanlar, bugün Allah ve tağut hâkimiyetini, dostluğunu bir arada yaşatmağa çalışmak gibi sonu zulmet ve ateş olan çıkmaz bir yolun üzerindedirler. Namazı, orucu… kabul edip, hatta yerine getiren niceleri, İslam’ın asrımızın yaşayan bir toplumsal ve siyasal düzeni olmasını lüzumlu bulmayanlar, Allah ve tağut hâkimiyetini bir arada tanımış oluyorlar. İslam insanının yetiştirilmesini isteyen niceleri, materyalist eğitim sistemine mücadele etmeksizin rızâ göstermekle tağut dostluğuna sine açıyorlar. Ferdî mülkiyeti, Allah’ın mülk vb. hâkimiyetini kabul eden niceleri, faiz düzenini zaruri görmekle, tağut egemenliğine baş eğiyorlar. Ahlâk ve fazilet ölçülerinin yaşanmasını isteyen niceleri, kişisel çıkarları uğruna çeşitli çirkinlik ve kötülükleri yapmakla tağut dostluğunu açığa vuruyorlar. Bütün bu durumlar, kendisinden râzı olundukça veya tağuta karşı bir iman ve amel harbi açılmadıkça bir küfürdür. (Bkz. 4/Nisâ, 60)

Yaşadığımız toplum düzeni, fikir putlarıyla, cahiliyye örfü ve sistemleri ile ve sapıttırdığı öz nefsimizle, bizleri kuşatmış, tağutu hâkim ve dost tanımak sapıklığı ile karşı karşıya getirmiştir. Öyle ki, fert, aile, cemiyet, sanat, ticaret, memuriyet, eğitim ve politika hayatının her bölümü bir kavşak noktası olmuştur. Bu kavşakta bir tek yol İslam nizamına; diğer yollar tağuta gidiyor: Abdullah bin Mes’ud anlatıyor: Hz. Peygamber bize bir hat çizdi ve sonra, ‘bu Allah’ın yoludur’ dedi. Bu hattın sağına ve soluna da birçok hatlar (çizgiler) çizdi ve ‘bunlar, birtakım yollardır ki her biri üzerinde kendisine çağıran bir tağut vardır.’ buyurdu ve şu ayeti okudu: ‘Şüphesiz ki bu (İslam) benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. (Tağuta ait) yollara tâbi olmayın ki, sizi O’nun yolundan saptırıp parçalamasınlar. İşte Allah (tağutun kötülüklerinden) sakınasınız diye size bunları emretti.’ (6/En’âm, 153) (11)

Yolların ayrılış noktasındayız: İnsan, ya tağuta tâbi olup geçici zevkler peşinde koşacak; o zaman sonuç, dünyada zillet ve kullara kulluk; tağuta kalben teslim olmak (iman etmek) suretiyle hevâ ve heveslerine göre yaşamanın sonucu ahirette de varış, cehennem olacaktır. Veya tağutları reddedip Allah’a dostluk; hayatını İslam’ın hükümlerine göre tanzim edip izzetli, onurlu bir hayat ve cennet: ‘Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.’ (39/Zümer, 17-18) Bu iki inanç ve yaşama biçiminin dışında üçüncü bir durumdan söz etmek mümkün değildir!

“İman edenler Allah yolunda savaşır; küfredenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde, şeytanın dostlarıyla savaşın; çünkü şeytanın hilesi zayıftır.” (4/Nisâ, 76) 9; 9;

x

Benden kaynak istiyorsun benim kaynağım Kuran-ı Kerim ve peygamber efendimin sünneti ve yaşantısıdır.

“Fakat onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır.

“Lâkin O’na ulaşan tek şey , kalplerinizde beslediğiniz tek şey tâkvadır.” (K. 22/37) denmiştir bize.

Lütfen yukarıdaki ayetlere yorum ekleme. Sana tavsiyem baştan sondan kırpıp ayetleri bu şekilde yorumlama iyice araştır. DERS ÜÇ

X

Değerli büyüğüm

İletinize çok teşekkür ederim.

Halkın % 80’i Fadıl Soydan gibi…

İşimiz çok zor…

Saygı ve sevgiler

Sizi seven birisi… 29.1.2008

Xxx

Bak avukat bey

Senin gibileri hep ayni ayetlerle kendilerini savunur ve zannederler ki “Allah-u teala. C.C. beni cennetine alacak.”

Sizin gibiler. TAĞUTLULAR Kendilerini aydın zannedenler her şeyi bildiklerini zannederler.

Bence sen şu tağut ve sen ne diyorsan onu bir iyice araştır. kendi kendini de bu kötülüğü yapma.

Seni imana davet ediyorum seni Allah’ın evine davet ediyorum. Seni Peygamber efendimizin yoluna davet ediyorum. Seni ilme davet ediyorum ve senin bu yazmış olduğun ayetleri birde şöyle araştır. Acaba bu ayetler Kuran-ı Kerim’e neden yazıldı, sebebi neydi ne oldu da bu ayetler indi. Ve bu ayetler Hakkında
peygamber efendimiz ne dedi ve bu emirleri sahabeler nasıl uyguladı.

Ha bi’de Kuran-ı Kerim hakkında mantık yürütemezsin.

Sen onun mantığına uyacaksın.

Bence senin daha çok eğitime ihtiyacın var.

77 yaş, daha ne kadar yaşayacaksın? Bir 77 yıl daha mı? İnşallah yaşarsın.

Sana BİR DOSYA GÖNDERİYORUM LÜTFEN OKU SAYİN AVUKAT BEY… DERS İKİ. 29.2.2008

+

Benden kaynak istiyorsun benim kaynağım Kuran-ı Kerim ve peygamber efendimin sünneti ve yaşantısıdır.

“Fakat onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır.

“Lâkin O’na ulaşan tek şey , kalplerinizde beslediğiniz tek şey tâkvadır.” (K. 22/37) denmiştir bize.

Lütfen yukarıdaki ayetlere yorum ekleme. Sana tavsiyem baştan sondan kırpıp ayetleri bu şekilde yorumlama iyice araştır. DERS ÜÇ

X

Sayın Fadıl Soydan,

Önce saygı, sevgi sana,

Buradan…

 

Bana bir ödev vermişsin:

“Seni ilme davet ediyorum ve senin bu yazmış olduğun ayetleri bir de şöyle araştır. Acaba bu ayetler Kuran-ı Kerim’e neden yazıldı, sebebi neydi ne oldu da bu ayetler indi. Ve bu ayetler Hakkında peygamber efendimiz ne dedi ve bu emirleri sahabeler nasıl uyguladı?”

demişsin.

 

Ödevimi yerine getirdim.

Araştırmalarımın sonucunu aşağıya dizdim…

Ben yeni bir şey bulamadım.

Eğer siz, yeni bir şey bulursanız; bildirin bana, memnun olurum…

+

  1. “O, kimi dilerse onu doğru iletir.” (K.Bakara/142)

(Nüzul Sebebi: Burada kıble’nin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan, Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmesi kastediliyor. Önceleri Hz. Peygamber (s.a) namazda yüzünü Kudüs’e doğru çevirirdi; fakat, hicret’in ikinci yılının ortalarında yüzünü Kâbe’ye (Mekke) döndürmesi emredildi. Kıble’nin değiştirilmesi ve bunun anlamı hakkında ileriki ayetlerde ayrıntılı açıklama yapılacaktır.)

+

  1. “Biz rahmetimizi kime dilersek ona nasip ederiz.” (K.Yusuf/56)

(Bu ayetin iniş nedeni, tefsiri, hadiste açıklaması yok…)

+

  1. “Biz kimi dilersek onu nice derecelere yükseltiriz.” (K.Yusuf/76)

Musa Aleyhisselam ve Firavun kıssası aynı zamanda, Hz. Muhammed’e (s.a) Firavun’un Hz. Musa’ya (a.s) davrandığı gibi davranan Kureyş’e bir ders olsun diye zikredilmiştir. Çünkü Kureyş’in ilahi vahye karşı gösterdiği mukabele, Firavun kavminin benzeriydi.

Bu bağlamda zikre şayan bir şey daha vardır; Hz. Musa (a.s) ve Hz. Harun’un (a.s) görevi bazı kimselerin sandığı gibi, yalnızca İsrail oğulları’nı Firavun’un kölesi olmaktan kurtarmak değildi. Kıssanın bağlamına dikkat ettiğimizde açıkça görülecektir ki, onlar da Hz. Nuh’tan Hz. Muhammed’e (s.a) kadar tüm rasullere verilmiş görevin aynısını yerine getirmek üzere tayin edilmişlerdi. Bu surenin teması başlangıcında şöyledir: “Rabb ve ilah olarak yalnızca Allah’ı bilin, zira O, tüm kainatın Rabbıdır. Allah’ın huzuruna getirilip, bu dünyada yaptıklarınızın hasabını vereceğiniz ahirete yakinen inanın”.

Dahası bu sure mesajı reddedenlere şunu açık şekilde göstermektedir ki, tarih bu mesajı kabul eden insanlığın, hemen sonra büyük başarılar kaydettiğine tanıklık etmektedir. Bu yüzden onlara şunu tavsiye eder: “Rasuller tarafından kesintisiz olarak vazedilmiş bulunan mesajı sizler de kabul etmelisiniz. Ve hayatınızı bütünüyle bu itikad esaslarına göre düzenlemelisiniz. Zira mesajı reddedenler sonunda hüsrana uğradılar.”

Kıssalarının vukubulduğu bağlamdan çıkan sonuç, Hz. Musa ve Hz. Harun’un (a.s) yerine getirdiği görevin temel tezinin diğer rasullerinkiyle aynı olduğuna delalet etmektedir. Bu iki elçinin görevleri arasında (müslüman bir cemaat olan) İsrail oğulları’nı inançsızlığında inad eden kafir bir topluluğun egemenliğinden kurtarmak da vardı, fakat bu hedef onların görevlerine tali bir yer tutmaktaydı, merkezi bir yer değil… Gerçek hedef Naziat suresinin 17-19. ayetlerinde açıkça belirlenmekteydi. Bu ayetlerde Rabbi Hz. Mus’ya (a.s) Firavun’a gitmesini, çünkü onun azmış bir kimse olduğunu ve ona şöyle demesini emretti: “Seni Rabbine yöneltmem halinde nefsini ıslaha ve Rabbinden korkmaya yanaşır mısın?”

Bu iki elçinin, İsrailoğluları’nı Firavun’un köleci idaresinden kurtarmak suretiyle oynadığı rol, tarihte çok önemli olmuştu. Zira Firavun ve bağlıları mesajı reddedince bu iki elçi, kavimlerini onların egemenliğinden kurtarmak zorunda kalmışlardı. Bu yüzden Kur’an’da tarihin vurgulamadan geçemediği bu olaya aynı önemi atfetmiştir. Eğer bir kimse Kur’an’ın ayrıntı bölümlerini onun temel ilkelerinden yalıtmaz da, onları bu ilkelerin ışığında incelemeye tabi tutarsa, bir elçinin risaletine ait asıl hedefin yalnızca cemaati özgürlüğe kavuşturmak olduğu ve yalnızca tali bir hedef olarak görüldüğü şeklinde bir yanlış anlamaya düşmeyecektir. (Daha fazla açıklama için, bkz. Taha: 44-52, Zuhruf: 55-56, Müzemmil: 15-16).

+

  1. “Biz kimi delirsek o, kurtuluşa erdirilmiştir.” (K.Yusuf/107)

(Bu ayeti, “Kur’andan Mesajlar” hazırlayan: Arif Pamuk’tan almıştım. Ancak  diğer meallerde bulamadım… Muhakkak ayet numarasında bir yanlışlık vardır. Ne var ki bu konuda elliye yakın ayet vardır.)

+

  1. “Lâkin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz tek şey tâkvadır.” (K. 22/37)

(Bu, Allah’a ibadet için kesilen kurbanın önemli bir şartını belirtmektedir. Bir kurban, ancak samimiyet ve takva ile kesilmişse Allah tarafından kabul edilir. Nitekim burada onun ancak takva ile kesilirse kabul edileceği belirtilmektedir: “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz, fakat sizin takvanız O’na ulaşır.” Bu ayetle aynı zamanda, cahiliye günlerinde Arapların kurban etlerini Kabe’ye götürüp kanlarını Kabe duvarlarına bulaştırarak uyguladıkları bir âdeti de yasaklamış olmaktadır.)

+

Bu beş ayet için Hadis, Nüzul Sebepleri, Tefsir, Hadis Kitaplarına baktım. Yukarıdakinden başka açıklama bulamadım.

Eğer sizin bilgi dağarcığında varsa açıklama, bildir bana teşekkür edeyim sana.

Örnek gösterdiğim ayetlerde belirtilmek istenen: “Allah dilemezse, siz bir şey dileyemezsinizdir…”

İşte bir ayet daha: “Gerçi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Allah her şeyi bilir, hikmet sahibidir.” (K. 76/30)

Bu durumda sizin; beni, “Seni imana davet ediyorum, seni Allah’ın evine davet ediyorum. Seni Peygamber efendimizin yoluna davet ediyorum.” davetiniz cehalettendir.

Bu konuda bir ayet daha sunuyorum. Seni düşünmeye davet ediyorum:

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi top yekun iman ederlerdi. O halde insanların hepsi mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın. (K. 10/99)

Peygamberini böyle azarlayan Allah; kim bilir, yevmül mahşer de sana ne deyecektir?..

İşte budur düşüncelerim. Değil mi ki beni eğitmeye karar verdin. Söyle bana nedir düşüncelerin?

 

Sevgilerle,

Eren Bilge, 4.3.2008

X

Ben seni o 77 yaşındaki kişi zannediyordum ama fark etmez bu seferki dersimiz.
İSLAMA DAFET

Peygamber efendimizde herkesi ıslama davet ederdi, o da mı cahil bir insandı? Ben onun yaptığı şeyi yapıyorum.

Araştırmaların iyide bu ayetler hakkında peygamber efendimiz ne demiş. VE DERSİMİSİN KONUSU  KAFİRUN SÜRESİ…

İstersen görüşmelerimizi  saygı çerçevesinde msn den de görüşebiliriz

SELAMEN ALEYKÜM VE RAHMETÜLLAH barnebel

X

Merhaba Fadıl Soydan Kardaşım,

Biliyorum iletini yanıtlamakta biraz geç kalmışım.

 

Hafta da en az yalnız Sitemiz için 22 yazı yazıyorum.

Özel mektuplar da işin içine girince biraz zorlanıyorum…

 

Neyse şimdi gelelim dördüncü dersimize.

Beni imana davet etmişsin yine.

 

Öncelikle belirtmeliyim ki biz,

Şeriatla yönetilmemekteyiz.

Laiklik ilkesi ile yönetilen bir ülkedeyiz.

 

Bir insanı imana davet yürürlükteki

Anayasa ve Yasalarımıza göre suçtur..

Kaldı ki Kuran bile kimi ayetlerde bunu suç bulmuştur.

 

Örnek mi, işte:

Bak, ne diyor Allah’ı Peygamberine:

“Onların hidayete ermesi senin üzerinde bir yükümlülük değildir.” (K. 2/272)

“Dinde zorlama yoktur.” (K. 2/256)

“Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir.” (K. 2/272)

“Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/99)

“Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü  bir azâp verir.” (K. 10/100)

“Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah  dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” (K. 16/9)

“Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah,  saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz.” (K. 16/37)

“Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.” (K. 28/56)

“Sen sadece bir uyarıcısın.” (K. 35/23)

“Gerçi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Allah her şeyi bilir, hikmet sahibidir.” (K. 76/30)

“Sen öğüt ver ve hatırlat. Sen sadece öğüt verensin.” (K. 88/21)

“Onları zorlayan bir zorba değilsin.” (K. 88/22)

“Onları hesaba çekmek bize aittir.” (88/26)

 

Gerçekçi olmak gerekirse Peygamber karşı geliyor Allah’ın bu emrine…

Ya da düşüyor Allah kendi kendisi ile çelişkiye:

 

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.  Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”(K.  2/193)

“Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti.  ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını  vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. 8/12)

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.” (K. 8/39)

“Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları  yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder,  namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah  bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)

“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve  peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)

“Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!”  (K. 9/73)

“Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine  karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla  berâberdir.” (K 9/123)

“Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara  üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya  da fidye ile salıverin…” (K. 47/4)

“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” (K. 47/35)

 

Birinci grupta Barış Ayetleri,

İkinci Gurupta Savaş Ayetleri.

Aklı başında insan

Bunlardan hangisine rağbet etmeli?

 

Birinci grupta:

“Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir.” (K. 2/272)

“Sen sadece bir uyarıcısın.” (K. 35/23)

“Sen öğüt ver ve hatırlat. Sen sadece öğüt verensin.” (K. 88/21)

“Onları zorlayan bir zorba değilsin.” (K. 88/22) diyor…

İkinci grupta:

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 2/193. 8/39) 

“Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları  yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder,  namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah  bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)

“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve  peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)

“Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!”  (K. 9/73)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi top yekun iman ederlerdi. O halde insanların hepsi mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın. (K. 10/99) diyor…

 

Hani İslam Barış ve Hoş görü dini idi?

Hani “Dinde zorlama yok idi” (K. 2/256)

 

“Peki, İslam “Barış ve hoş görü!” dini ise İslam Peygamberinin “Medine dönemindeki yaşamının son 10-13 yıllık zamanında, bir yandan müşrik Arapları, diğer yandan Yahudileri ve Hıristiyanları Müslüman yapmak üzere giriştiği 45 çete saldırısına ve yaptığı 29 savaşa ne demeli?” (ŞERİATÇIYLA MÜCADELENİN EL KİTABI. İlhan Arsel. Kaynak Yayınları. 1. Baskı. S. 33)

Düşünmeli dostum düşünmeli,

İnsan dedin;

Akla, sağduyuya, vicdana göre hareket etmeli.

 

1400 yılın anlayışına göre hareket edenler;

Afganistan’da, Irak’ta olduğu gibi

Terörist muamelesi görürler…

 

Dönem, Barış ve Hoşgörü dönemidir.

Yahudi’si, Hıristiyan’ı da, Putperesti de,

Ateisti de, dinsizi de insan muamelesi görmelidir.

 

Bak, koca Mevlana bu nedenle olsa gerek

Günümüzden, yedi yüz yıl önce,

Zorunda kalmıştır şöyle demek:

 

Yıkılmadıkça bu medreseler bu minareler

Mutlu olmaz gönül dilinden anlayan.

İman küfür olmadıkça, küfür de iman.

Olmaz bir Tanrı kulu gerçek Müslüman…

 

Tanrısal sırların örneği sensin.

Tanrısal güzelliğin kaynağı sensin,

Senden başka nesne yok evrende.

Kendinden iste, aradığın da sensin…

(ALEVİLİK-BEKTASİLİK ACISANDAN DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ. 1. Baskı. ARDIÇ YAYINLARI.1996. Şakir Keçeli ve Aziz Yalçın yönetiminde bir kurulca hazırlanmıştır. s. 100)

Yaa, Fadıl Kardaşım

“Dünle söylenen dünle seçti cancağızım.

Bu gün için yeni şeyler söylemek lâzım…” (Mevlana)

 

Bu günlük bu kadarı yeter,

Bakalım Fadıl Kardaşım

  1. Dersinde bana ne der?

 

Sevgilerimle,

Eren Bilge, 20.3.2008

+

Not: Sağlığım o kadar pamuk ipliğine bağlı ki MSN’de yazışmak beni çok yoruyor…

X

SALEMÜN ALEYKÜM

Bu yuğun işlerin eznasında banada bu kadar vakit ayirdiğin için teşekür ederim.

Gerçekten  derslerine çalişiyorsun

Ama ginede seni uyariyorum bir ayetin kurana yaziliş nedeni o ayatin iniş sebebini iyi araştirman lazim.iki şeye bakaçaksin.

önçe ayeti oku  ne zaman ayet inmiş. Niye inmiş.Ve cok önemli peygamber efendimiz bu ayeti nasil tefsir etmiş. Ayetleri kendine göre yorumlama. Bir bak ayet niye immiş.

Şimdi sana ben kurandan başka ayetler söyliçem peygamber efendimizin söylediklerini söyliçem sen gine bana anlamini bilmediğim ayetlerle karşima çikiçan

şimdi. bana gönderdiyin bir ayetin iniş sebebeine bakalim. Şunuda size hatirlatmakta fayda var kurani kerimi yurumlamak bize düşmez .

  1. Kurani kerimi peygamber evendimiz yorumlamiş. ve yaşammiş
  2. Sahabeler de peygamber evendimizin nasil yaşadiğini görmüş ona göre yaşamiş ve efendimise itaht etmiş.

Bize düşen ne bizimde peygamber efendimizi örnek almak ve ona itahat etmek.

biz bunu nasil öyreneçeyiz okuyaçağiz öyreneçeyiz.benim veye bir şehlerin deyil kendimiz öyreneçeyiz

Bunu başka birilerine birakirsak vay bizim halimiz.işte seninde dediyin gibi afganistan irak ve çeçenistanın durumuna düşeriz

Musluman akilli olmali dirayetli olmali. Dugusallığı bırakmalı. Her yönümüzle kaya gibi olmalıyız.

Kuranın bir kısım ayetlerını kabul edelim. İşimise gelmeyen işte çağimisa ve kürtürümüse uymayan. kısımları söküp atalim bu kulu kafir eder.

Kuranın ve sünnetin.bir noktasini bir harfini yok saymak kafir olur dinden çikar. onun için çok dikkat etmek lazim. Tek yol var kayitsız şartsiz kurana ve beygambere itaht.yoksa cehennemın o azabidan kurtulamazın 

Bakin bu ayati imam kutubi sit nasil rivayet etmiş       Onlari hidayete ermesi senin üzerinede bir yükümlülük deyildir (2/276)

Bu ayette müslümanlar arasında var olan bir yanlişi anlama ortadan kaldirmak. İlk önçeleri müslümanlar gayri müslim akrabalarını veye diyer gayri müslimleremali yardimda bulunma konusunda teredüt etmişlerdir. Onlar sadece müslümanlara yapilan yardimların Allah yolunda olduğunu sanıyorlardı.

Burada müminlere kafirleri hidayete ulaştirmakla sorumlu olmadiklarını bildirmektedir.

Onlarin sorumluluğu Hakk,ı tebliğ etmekle sona erer

Kafirler bunu algilayip algilamasi artik Allaha kalmiştir. bu nedenle müslümanlar, sadece hidayeti kabul etmedikleri için gayri müslümlerin isteklerini yerinr getirmekle tereddüt etmemelidirler.

Ey müminler Allah,ı razı etmek için bir kimsenin ihtiyaçini giderırlerse. Allah onlara mutlaka onların mükafatlarını  verecektır

Şimdi gelelim seni islama devet konusuna ben sana sadeçe sitendeki başliklar ilgimi çekti dine karşi bir söylem gördüm bu konuda bir şeyler söyleme ihtiyaçi duydum. dine çağirmak ve sizlere hatirlatmak suç olamamasi lazim.

Gelelim ilhan ersele bu gibi ınsanlar ınsallah allah ıslah etsin. Allah af etsin birde TURAN DURSUN VARDİ. bu gibi ınsanlar davemlı olaçaktir.

Bence bu kişilerin kitaplari ınsanı dinden çikartir. kitaplarini okudum. yahudilik ve hiristiyanliği ön pilana Çikartan.peygamber efendimise ağir hakkaretlerde bulunan.kitaplar.

DERS.5 TEVHİT.VE TEBLİĞ NEDİR

DERS.6 GÜNÜMÜZDE.TAĞUTLULAR. KİMLERDİR

DERS.7  Lailaha İllallah.i bozan unsurlar

Sana SON Derslerim

From: hayri@bilgebalta.co

To: barnebel@hotmail.com

Subject: Re: eren bilge

Date: Thu, 20 Mar 2008 11:50:05 +0200

X

Sayın avukat bey,

Tağut nedir bunu bir öğren.

Senin o sahip çıktığın değerler acaba ne ile kazanıldı. O ölen şehitlerimiz neye inanırlardı? Ne için ölüme hiç korkmadan koşa koşa gittiler.

Bana kalırsa sen bir okul daha bittirmen lazım…

Seni eyitmek lazım.

İnşallah Allah seni ıslah eder…

Fadıl Soydan, 28.2.2008

+

Sayın avukat bey,

Tağut nedir bunu bir öğren.

Senin o sahip çıktığın değerler acaba ne ile kazanıldı. O ölen şehitlerimiz neye inanırlardı? Ne için ölüme hiç korkmadan koşa koşa gittiler.

Bana kalırsa sen bir okul daha bittirmen lazım…

Seni eyitmek lazım.

İnşallah Allah seni ıslah eder…

Fadıl Soydan, 28.2.2008

+

Sayın Fadıl Soydan,

Önce sana,

Saygı, sevgi buradan…

 

Beni eğitmek isteğin için teşekkür ederim.

Allah beni eğitmezse; ben, nasıl eğitilirim.

 

İşte sana örnek ayetlerim:

“Biz rahmetimizi kime dilersek ona nasip ederiz.” (K.Yusuf/56)

“Biz kimi dilersek onu nice derecelere yükseltiriz.”  (K.Yusuf/76)

 

“Biz kimi delirsek o, kurtuluşa erdirilmiştir.” (K.Yusuf/110)

Daha çok ama al bir tane daha:

“O, kimi dilerse onu doğru iletir.” (K.Bakara/142)

Peki, Allah’ın dilemediğini Fadıl Soydan nasıl hidayete erdirir…

 

“O ölen şehitlerimiz neye inanırlardı?

Ne için ölüme hiç korkmadan koşa koşa gittiler.” demişsin bir de…

O şehitler ki vatan ve de ortak değerler için gittiler ölme…

Hem de seve seve

Şehitlik mertebesiyle…

 

“Tağut nedir bunu bir öğren.” demişsin bir de…

Tağut’un ne demek olduğunu öğrenmişim taaa 1957’de

Demek ki aradan geçmiş 41 sene…

 

Siz kaynağını göstermemişseniz de:

Tağutla ilgili bilgi verilir “İslamî Terimler Sözlüğü. Dr. Hasan Akay’ın kitabının

TAĞUT başlıklı bölümünde”:

“TAĞUT: Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. Allah’ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü. Arapça “Teğa” kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan “Tuğyan” Allah Teâlâ’ya isyan etmek anlamına gelmektedir.

Allah’ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.

Tağut, Allah (c.c)’a karşı isyan etmekle beraber O’nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz, dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. Bu sebepten bir insanın hakiki mümin olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir.( Genişletilmiş 2. Baskı. s. 453)

 

Şimdi yaşım 77’ye girmek üzere…

Demek ki hidayete ermişiz 25’inde…

 

O günden bu yana Allah’a karşı gelmemişim bile bile.

Bu süre içinde de; ne namaza gitmişim, ne oruç tutmuşum bir kere…

Çünkü Kuran’daki 22. süre 37. ayette:

“Fakat onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır.

Lâkin O’na ulaşan tek şey , kalplerinizde beslediğiniz tek şey tâkvadır.” (K. 22/37) denmiştir bize.

 

Bil ve bildir:

“Allah’a ulaşacak olan bizim salih amellerimizdir…”

 

Bu günlük bu kadar yeter size

Sevgilerimle,

Eren Bilge, 28.2.2008

x

Bak avukat bey

senin gibileri hep ayni ayetlerle kendilerini savunur ve sannederlerki Allahu tahla. C.C. beni cennetine alacak.

Sizin gibiler. TAĞUTLULAR Kendilerini aydin sannedenler her şeyi bildiklerini san edenler.

Bence sen şu tağut ve sen ne diyorsan onu bir iyiçe araştir. kendi kendini de bu kötülüğu yapma.

SENİ imana devet ediyorum seni Allah’ın evine davet ediyorum. Seni beygamber evendimizin yoluna davet ediyorum. Seni ilme davet ediyorum ve senin bu yazmış olduğun ayetleri birde şöyle araştır. Acaba bu ayetler Kuran-ı Kerim’e neden yazıldı, sebebi neydi ne oldu da bu ayetler indi. Ve bu ayetler Hakkında
peygamber efendimiz ne dedi ve bu emirleri sahabeler nasıl uyguladı.

Ha bi de Kura-ı Kerim hakkında mantık yürütemezsin.

Sen onun mantiğina uyuçaksin.

Bence senin daha cok eyitime itiyaçin var.

77 yaş, daha ne kadar yaşayacaksın? Bir 77 yıl daha mı? İnşallah yaşarsın.

Sana BİR DOSYA GÖNDERİYORUM LÜTFEN OKU SAYİN AVUKAT BEY… DERS İKİ. 29.2.2008

X

Sayın Fadıl Soydan Usta,

Önce selam, sevgi dostça.

 

5, 6 ve 7. derse çalıştım.

Bu yanıtı derslerime çalıştıktan sonra yazdım

 

Derslerime çalışırken bir şey dikkatimi çekti.

Aşağıya aldığım sözlerin neden yanlış ve eksikti:

“İSLAMA DAFET, Eznasında, Evendimizin, efendimise itaht, yurumlamak çağimisa ve kürtürümüse, benim veye bir şehlerin deyil kendimiz öyreneçeyiz…”

Yazılarınızda bu tür yanlışlar daha çoktur ne var ki…

Bu konuda bana açıklama yapman gerekli.

 

Gelelim şu “İSLAMA DAFET” çağrına…

Bana göre “İslama davet” ama…

 

Bir kere bilmelisin ki ben Allahsız, dinsiz değilim…

Benim kendime göre bir Tanrı anlayışım,

Bir din anlayışım ver önce bunu bilelim.

 

Bana göre din; ahlaktır, edeptir, erdemdir.

Mantıktır, sağduyudur, vicdandır, bilgidir…

 

Benim inancımda kimsenin inancına karışmak yoktur.

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.”(K.  2/193)

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 8/39)

“Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları  yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder,  namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah  bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)

“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve  peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29) demek yoktur…

 

Bilirim ki ben böyle bir şeye kalkışırsam Allah:

(Aklım, sağduyum, vicdanım, merhametim,

İinsanlara olan sevgim…)

Bana, Allah’ın Peygamberine seslendiği gibi:

“Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir.” (K. 2/272) deyecektir…

 

Gelelim şu ayetlerin nüzul sebeplerine,

Sen hocam olarak bana ödev vereceğine,

Açıklama yapman gerektir örnek gösterdiğim ayetlere:

“Nüzul sebepleri şöyle, şöyle, şöyledir!”diye…

 

Sonra çelişkiler sıra sıra yazılarında.

Hem bana “Senin dinin sana, benim dinim bana!” diyerek kafirun suresini okursun.

Sonda kalkıp beni “İslam’a dafet” (bana göre davet) deyip durursun.

 

Dahası beni “Kuranın ve sünnetin.bir noktasini bir harfini yok saymak kafir olur dinden çikar. onun için çok dikkat etmek lazim. Tek yol var kayitsız şartsiz kurana ve beygambere itaht.yoksa cehennemın o azabidan kurtulamazın” diye uyarıyorsun.

Sonra da: “Bakin bu ayati imam kutubi sit nasil rivayet etmiş:    Onlari hidayete ermesi senin üzerinede bir yükümlülük deyildir (2/276) diyorsun…

 

Önce tutarlı olmamız gerek…

Kimse kimsenin yerine hesap vermeyecek…

 

Biz kendimizden sorumluyuz, üzerimizde bu kadar yük varken

Niçin başkasının diniyle, imanıyla uğraşırız bilmem neden…

 

Daha ne diyeyim sana…

Şimdi kal sağlıcakla…

 

Senin dinin sana,

Benim dinim bana…

Gerisi kalmış Allah’a…

 

Sevgilerimle,

Eren Bilge. 26.3.2008

X

7X

Fatih Abbas

 

BİZLERI NE BEKLİYOR?

(Türkiye ve Fas)

 

Siz, sizi ellerinde sopalarla döve döve mi turbana sokacaklar sanıyordunuz!

Hala daha, gerçekleri göremeyen safdil garibanlar, “Amma da büyüttünüz bu
turban konusunu! Bırakın insanlar istedikleri gibi giyinsinler. Bu bir inanç
özgürlüğü meselesidir”
deyip duruyorlar.

Ben de turban sorununun aslında bir kadın hakları konusu olduğunu söyleyip duruyorum ama onların düşündüklerinin tam tersi yönden. Ismet Berkan`ın kelimeleri ile, `muhtemel bir cumhurbaşkanının eşinin başının açık veya kapalı olmasının Türkiye`de ciddi siyasi gerilime neden olması` o kadar şaşılacak bir şey mi acaba?

Berkan`ın Amerikalı arkadaşının söylediği gibi: `Bir de tersinden bakın, türban
Çankaya`ya girdikten sonra acaba türbansızlar Çankaya`ya girebilecek mi?`

Böyle tersinden bakamayacak kadar yeteneksiz veya zaten önyargılı olanlara
sormak gerek: Türkiye`de türbanın `kazanmasının` türbansızların sıfırlanması anlamına geleceğini göremiyor musunuz? Hayır, Türkiye hiçbir zaman Iran
olmaz!` demeyin bana.

Türbansızların sıfırlanmasında hiç de öyle (Iran`da olduğu gibi) sopaya
filan gerek olmayacağını hala algılayamıyorsanız, buyurun size (Sabah`tan Erdal Şafak`in köşesinden `Bir Fas öyküsü`. Bu öykü de sizi ürpertmiyorsa (uyandırmıyorsa), artık söylenecek bir şey kalmadı.

Fransa`nin en önemli gazetesi `Le Monde`, 18 Mayıs`ta uzun bir röportajı yayınladı. Başlığı: `Hicab Fas`ın üstünü örtüyor`.

Hicab, başörtüsünün ya da turbanın bir başka versiyonu. Türk basınında
birkaç gazete o röportajdan yapılmış haberlere yer vermekle yetindi. Oysa `Le Monde`un Fas`tan aktardıkları daha fazla ilgiyi hak ediyor. Buyurun size genişçe bir alıntı:

“Bir sessiz devrim bu. İslam`ın rengi olan bir yeşil devrim. Bir orta öğrenim kurumunda Fransızca öğretmeni olan Sukayna `Ülkemi artık tanıyamıyorum` diyor.

Sukayna 20 yıl önce okulunda göreve başladığında, sadece bir öğretmenin başını örttüğünü hatırlıyor.

Bu gün ise tam tersi: Onun dışında tüm kadın öğretmenler ve tüm kız öğrenciler kapalı. Sonunda Sukayna`nin sinirleri boşaldı, depresyona girdi, görevi bıraktı.

Hiçbir zaman dincilerin doğrudan saldırısına hedef olmadığını söylüyor. Sadece küçük damlaların gün gectikce birikmesi. Kısa kollu, dudakları rujlu ve sadece ayak bileklerini gösteren etekle okula gittiğinde örtülü meslektaşlarının dokundurmaları: `Güne haram şeylerle başlanması ne kadar kötü…` gibi.

Ya da dolabına 3 kez pembe türban bırakılması gibi. `Cebinize bir çakıl taşı konuyor. Çakıl taşının ağırlığı nedir ki. Sonra bir gün öyle ağırlaşıyor ki o çakıl taşı, taşıyamıyorsunuz` diyor.

Fas`in Fransızca yayınlanan dergisi `Tel Quel` 11 Mart`ta Kazablanka Üniversitesi güzel sanatlar fakültesindeki bir olayı aktardı.

Okulun başı açık son 5 kadın öğretmeninin posta kutularına örtünmeleri uyarısı yapılan mesajlar bırakılmıştı. Derginin yazı isleri müdürü `Fas`ta ilk kez böyle şeyler oluyor` diye konuşuyor.

Dahası artık sadece kadınlar değil, erkekler de hedef alınıyor. Örneğin düzenlediği kültürel faaliyetler Islami bulunmadığı için duvarlara karalanan yazılarda kafirlikle, dinsizlikle suçlanan El-Cedidi lisesi öğretmeni gibi. ‘Çok acı çekiyor` diyorlar yakınları, `Öğrencileri artık ona kuşkuyla bakıyor, eskisi gibi saygı göstermiyorlar.`

Her şey sessiz oldu. Düşünceler de, elbiseler de usul usul değişti. Hiçbir tartışma, miting ya da çatışma yaşanmadan.

Sukayna`nin albümündeki okul fotoğrafları sanki bir başka yüzyıldan kalma gibi: `Şuna bakın. 1992`de çekildi. Kadın ve erkek öğretmenler birlikte poz veriyorlar. Bugün böyle bir şeyi düşünmek bile imkansız.`

Hüzünle `İslamcılar`ın iktidarı da ele geçirmeleri artık an meselesi` diye iç çekiyor.`

Fas`taki gelişmeleri yakından izlediğimiz için bu `değişim` bizi şaşırtmadı. Örneğin, gecen yıl önce Rabat Üniversitesi`nde son sınıfta okumakta olan bir kız öğrenci şöyle diyordu: `Ben fakülteye girdiğimde sadece 2 türbanlı vardı. Bir ay sonra 4`e çıktı. Onu izleyen ay 8`e… Herkes birine cengel atmakla görevliydi. Sonra cengel atan da başka birine. Bugün görüyorsunuz; okulun dörtte üçü kapalı.` İslamcılık derin ve kalıcı olarak Fas`a el koyuyor.’

İşte bu yüzden `semboller` çok önemli Türkiye`de.

Saygılar,

Prof Dr. Nuri Akkaş, 6.9.2006

+

Bir okurum göndermiş Profesörün yazısını. Ekleyecek, yorumlayacak bir yan var mı göremiyorum.

Genel Kurmay’ının “En yakın ve en büyük tehlike!” dediği irtica olayına dikkatinizi çekeyim de “Ey Bilge, zamanında bizi niçin uyarmadın!” demeyin…

hayri@bilgebalta.com – 8.9.2006

x

Çok gariptir, İngiltere’de de, Hindu’lar ve Sih’ler, resmi is kıyafetleri, üniformalar giyinseler bile, sarık ve türbanlarını çıkarmıyorlar. Hiç bir otorite buna dur diyemiyor, müdahale edemiyor.??

Bence de, turban bir simgedir.

Yaşar Fatih Abbas, 10.9.2006

X

Sayın Yaşar Fatih Abbas,

Önce sevgi.

Evet türban bir simgedir. Simge olmanın yanında bir meydan okumadır. Amaçları laikliğe dayanan Cumhuriyeti yıkmaktır.

Bu mücadeleyi erkekler yapsa ne ise ne dersin. Çünkü bütün dinler erkekler lehinedir.

Ama bu mücadelede erkekler kadınları öne sürüyor. Kadınlar ise şeriatın kendilerine ne getireceğini bilmiyor…

Kocalarının kendilerini dövme hakkı var, isterlerse üstlerine üç tane daha almak hakları var. Boş ol demekle boşama hakları var. Var oğlu var…

Kadınlar aleyhine olan kuralları okumak istiyorsan www.bilgebalta.com adresli sitemin Din bölümündeki “Kaygılarım” ve “Iranlı Fatma’yı Dinlemezseniz” ve  “Tehlikenin Farkında mısınız?” bölümüne bakınız…

Sevgilerimle…

hayri@bilgebalta.com – 11.9.2006

x

Hayri bey:

Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yasayan, kendilerini alenen Ermeni olarak adlandıran yada endişe duyarak saklı tutan  Ermeni ve Ermeni kokanlı  vatandaşların, en fazla şikayetçi oldukları mevzuların  basında aslında, kendi dini cemaat önderlerinin, hemen hiç çalışmadan yasamalarına rağmen,  cemaat üyelerinden sürekli para altın vb ilave vergiler toplayıp,  oldukça lüks, çok rahat  ve konforlu hayatlar yasaması.

Bu altınları, külliyetli miktarda altın vb zenginlikleri şahsi olarak  tasarruf etmelerine, hemen hiç çalışmadan yasamalarına rağmen, Ermenilerin çok sıkıntılı ve zorluklarla dolu hayatlar yasaması. Hatta, ermeni erkek ve kadınların,  para kazanmak ve papazlarına rutin ödemeler yapmak için,  hemen her turlu yola başvurmak zorunda bırakılmaları.

Papazların bu altın rezervlerinin kilise bahçelerinde veya duvarları içinde gizlendiği kazıcıların da bildiği bir olgu.

Ama papazlar ve kilise üyeleri,  ülke dışına kaçma durumunda kalınca, bu altınları tasıma zorluğu varsa,  bazen yerinde bırakıp,  daha sonra başkalarını yollayıp, gizlice aldırdıkları ve cemaatlerinden gizlice başka yerlere transfer ettikleri söylenmektedir.

Tarihi Rum ve Ermeni kiliselerinin ve evlerinin çeşitli yerlerinde,  böyle hayli yüklü miktarlarda altınlar vardır.

Bu konuyu daha sık gündeme getirmeye niyetim var.

Saygılarımla

Yaşar Fatih Abbas, 11.9.2006

X

8X

Ferhat KILIÇ

Merhaba,

Ben sizden Atatürk’ün dini inancı hakkında kesin bir bilgi alabilmek için bu maili yazıyorum. Atatürk’ün dini inanışı ile aşağıdaki sözleri çelişki içermiyor mu? Bu konuda beni aydınlatırsanız sevinirim. Benim dini inancım deizm. Bildiğim kadarıyla Atatürk bir deist.

Saygılarımla

Ferhat Kılıç, 22.8.2009

+

Ey millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakâyık-ı diniyyeyi tebliğe me’mur rasûl olmuştur. Kanun-u Esasîsi, cümlemizce malûmdur ki, Kur’anı azümişşan’daki nusustur. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevâfuk ve tetâbuk ediyor. Eğer akla, mantığa, hakikate tevâfuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânin-i tabiiyye-ı ilâhiyye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyenin menbaı Cenab-ı Haktır. – Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi 7 Şubat 1923

X

Ferhat Dostum,

Önce sevgi sundum.

Böyle bir soru sorduğun için

Memnun oldum.

 

Dinli dinsiz olmak o kadar önemli değildir nazarımda.

Güzel ahlak sahibi ve de erdemli bir kişi olmak

Daha önemlidir benim yanımda.

 

Halk nezdinde dinli olmak demek;

Bir kitaba, bir peygambere bağlı olmak demektir.

Bana göre ise Din: yüksek ahlak ve karakterdir.

 

İnsan her şeyden önce aklına, sağduyusuna vicdanına uymalıdır.

Akla, vicdana, sağduyuya uymayan bütün din kurallarını rafa koymalıdır.

 

Benim dinsel inancım “Deizm” diyorsun.

“Deizm” bir felsefi inançtır.

Herhalde bunu söylemek istiyorsun.

 

“Deizm” bir Allah’ın varlığına inanır,

Onun kitap indirmediğini, peygamber göndermediğini sanır.

 

Ancak “Deizm”ciler şu soruyu sormalıdır.

İnandıkları bu Allah’ı kim yaratmıştır?.

 

Öyle ya hiçbir madde yoktan var olamayacaksa,

Bu Allah dediğin kendi kendine nasıl olmuş acaba?

 

Şimdi gelelim Atatürk’ün Balıkesir nutkuna

Dikkatle bakarsan görürsün ki:

7 Şubat 1923 yazıyor o nutkun altında.

 

Atatürk, Cumhuriyeti kurup iktidarını pekiştirinceye değin din lehinde konuşmuştur.

Ne zaman ki iktidarını pekiştirmiş, erki eline almış,

Bir daha şeriat lehinde konuşmamış, susmuştur.

 

Atatürk’ün ne olduğu yaptığı devrimlerden,

Kurduğu Cumhuriyet’ten bellidir.

Dikkat edersen Atatürk Cumhuriyet kanunlarında

Kuran’ın hiçbir hükmüne yer vermemiştir.

Öyle ki Kuran’ın 232-234 hükmünü görmezden gelmiştir.

 

Ama yine de ben sana

Kısaca bir bilgi vereyim Atatürk’ün dini konusunda:

+

“1. BENİM BİR DİNİM YOK ve…

 

“Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.

Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar….”

Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir.

Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. (Atatürk-1926 Andrew Mango, Atatürk s. 447)

“2. BENİM MANEVİ MİRASIM

AKIL ve BİLİMDİR!”

 

“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım akıldır ve bilimdir…

+

Zaman süratle iler­liyor, milletlerin, toplum­ların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünya­da; asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur…

(Atatürk BU SÖZLERİ Kuran’daki şu ayet için söylüyor: ” Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” (Kuran – Fatır 35/43)

+

Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.” Mustafa Kemal”

+

Bu satırların yanında daha geniş bilgi sahibi olmak istersen eğer

Sitemin ARŞİV bölümünde “ATATÜRK BUDUR” adlı dosya okunmaya değer.

 

Bu dosyada Atatürk’ün din lehinde ve aleyhindeki sözleri verilmiştir.

Ancak ölçü olarak 1924 tarihi kesin çizgi olarak belirtilmiştir.

 

Şimdilik bu kadar bilgi sana yeter.

Daha çok bilgi edinmek istersen eğer

Sitemin Arşiv bölümü okunmaya değer…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgilersana…

Av. Eren Bilge Balta, 23.8.2009

 

 

.

 

 

Merhaba,

Ben sizden Atatürk’ün dini inancı hakkında kesin bir bilgi alabilmek için bu maili yazıyorum. Atatürk’ün dini inanışı ile aşağıdaki sözleri çelişki içermiyor mu? Bu konuda beni aydınlatırsanız sevinirim. Benim dini inancım deizm. Bildiğim kadarıyla Atatürk bir deist.

Saygılarımla

Ferhat Kılıç, 22.8.2009

+

Ey millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakâyık-ı diniyyeyi tebliğe me’mur rasûl olmuştur. Kanun-u Esasîsi, cümlemizce malûmdur ki, Kur’anı azümişşan’daki nusustur. İnsanlara feyz vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevâfuk ve tetâbuk ediyor. Eğer akla, mantığa, hakikate tevâfuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânin-i tabiiyye-ı ilâhiyye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyenin menbaı Cenab-ı Haktır. – Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi 7 Şubat 1923

X

Ferhat Dostum,

Önce sevgi sundum.

Böyle bir soru sorduğun için

Memnun oldum.

 

Dinli dinsiz olmak o kadar önemli değildir nazarımda.

Güzel ahlak sahibi ve de erdemli bir kişi olmak

Daha önemlidir benim yanımda.

 

Halk nezdinde dinli olmak demek;

Bir kitaba, bir peygambere bağlı olmak demektir.

Bana göre ise Din: yüksek ahlak ve karakterdir.

 

İnsan her şeyden önce aklına, sağduyusuna vicdanına uymalıdır.

Akla, vicdana, sağduyuya uymayan bütün din kurallarını rafa koymalıdır.

 

Benim dinsel inancım “Deizm” diyorsun.

“Deizm” bir felsefi inançtır.

Herhalde bunu söylemek istiyorsun.

 

“Deizm” bir Allah’ın varlığına inanır,

Onun kitap indirmediğini, peygamber göndermediğini sanır.

 

Ancak “Deizm”ciler şu soruyu sormalıdır.

İnandıkları bu Allah’ı kim yaratmıştır?.

 

Öyle ya hiçbir madde yoktan var olamayacaksa,

Bu Allah dediğin kendi kendine nasıl olmuş acaba?

 

Şimdi gelelim Atatürk’ün Balıkesir nutkuna

Dikkatle bakarsan görürsün ki:

7 Şubat 1923 yazıyor o nutkun altında.

 

Atatürk, Cumhuriyeti kurup iktidarını pekiştirinceye değin din lehinde konuşmuştur.

Ne zaman ki iktidarını pekiştirmiş, erki eline almış,

Bir daha şeriat lehinde konuşmamış, susmuştur.

 

Atatürk’ün ne olduğu yaptığı devrimlerden,

Kurduğu Cumhuriyet’ten bellidir.

Dikkat edersen Atatürk Cumhuriyet kanunlarında

Kuran’ın hiçbir hükmüne yer vermemiştir.

Öyle ki Kuran’ın 232-234 hükmünü görmezden gelmiştir.

 

Ama yine de ben sana

Kısaca bir bilgi vereyim Atatürk’ün dini konusunda:

+

“1. BENİM BİR DİNİM YOK ve…

 

“Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.

Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar….”

Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir.

Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. (Atatürk-1926 Andrew Mango, Atatürk s. 447)

“2. BENİM MANEVİ MİRASIM

AKIL ve BİLİMDİR!”

 

“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım akıldır ve bilimdir…

+

Zaman süratle iler­liyor, milletlerin, toplum­ların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünya­da; asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur…

(Atatürk BU SÖZLERİ Kuran’daki şu ayet için söylüyor: ” Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” (Kuran – Fatır 35/43)

+

Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.” Mustafa Kemal”

+

Bu satırların yanında daha geniş bilgi sahibi olmak istersen eğer

Sitemin ARŞİV bölümünde “ATATÜRK BUDUR” adlı dosya okunmaya değer.

 

Bu dosyada Atatürk’ün din lehinde ve aleyhindeki sözleri verilmiştir.

Ancak ölçü olarak 1924 tarihi kesin çizgi olarak belirtilmiştir.

 

Şimdilik bu kadar bilgi sana yeter.

Daha çok bilgi edinmek istersen eğer

Sitemin Arşiv bölümü okunmaya değer…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana…

Av. Eren Bilge Balta, 23.8.2009

X

9X

FERHAT

merhaba sayın balta 

Sitenizi tesadüf eseri, site ana konusu dışında başka bir konu ararken, google.com adresinden buldum.

Google de aramak istediğim konu şuydu.Hangi ülkenin bayrağında yıldız bulunmaz? Bu soru bir siteye ait; ziyaretcilerini mesgul etmek isteyen, hem eğlendirmek, eğlenirken öğretmet maksadıyla yapmış oldukları kesin.

Google.com dan sizin sitenizi bulduktan sonra bu sorunun cevabını yine sizin sitenizde bulmayı çok isterdim.

Ama gördümki aradığım cevapla sizin sitenizdeki konular çok farklı.

İlgimi çekti.

Bu maksatla sitenizi dolaşmaya karar verdim.Yaklaşık olarak % 30 yada 40 civarını dolaştım gibi.

İlgimi çektiği kadar beni bi o kadar sıkan konularlada karşılaştım.

Sitenizle ilgili kafama takılan birtakım şeylerde oldu.

 

Mesela

Niye ben yukardaki sorunun cevabını bu sitede bulamadım ?

Niye böyle bir sitede tek bir konu işlenmiş ?

Niye böyle bir sitede tek bir konu işleniyorsa karşılıklı muhabbet bölümü yok ? (madem hukuk adamısınız adil bir davranış gibi gelmedi bana)

Niye böyle bir sitede hep taraflı konular işlenmiş ? (madem hukuk adamısınız adil bir davranış gibi gelmedi bana) 

Yani diyeceğim ; hep kendinizi haklı göstermişsiniz…Ya haksızsanız ? 

Müslümanım elhamdülillah

Bilinizki inancım olduğu halde yazılarınıza taraflı bakmadım.Siz bir hukuk adamı olduğunuz halde konulara biraz daha hassas bakmanız gerekmiyormu ? 

Affınıza sığınıyorum.Sizi eleştirmek haddim değil. 

Ana sayfanızdan bazı kesitler aldım.İlgimi çekti.Yazıların altında vereceğim

notlar ilginizi çeker umarım. 

Ben manevi besinimi kutsal kitaplardan alıyorum. Bu kitaplar içinde çağımız ahlak anlayışı ile hukuk kuralları ile bilimle çatışanlarının üstünde durmuyorum. İnsana; ahlaklı, doğru, dürüst, iyi ve güzel insan olmaya çağıran sözleri üzerinde duruyorum. Beni yüceltecek olanları alıyorum, beni alçaltacak olanları almıyorum 

Manevi besininizi kutsal saydığınız kitaplardan almanız çok hoş.Ama bilinizki eksik alınan besinler vücutta bazı tahribatlara yol açabiliyor.Tıp bunu çok iyi açıklar.Mesela bende çinko eksikliği yüzünden parmağımda egzama çıktı.Yeterince çinko içeren besinler almış olsaydım şayet böyle bir rahatsızlıkla karşılaşmam söz konusu değildi herhalde.

Güzel insan olmaya çağıran sözlerin üzerinde duruyorsanız bunu seneler önce ilkokulda okurken öğretmenlerinizden almış olmanız gerekirdi.bizde öyleydi çünkü.Sırf güzel insan olabilmek için kutsal kitaplara başvuruyorsanız hiç gerek yok bence.Herhangi bir ilkokul öğretmenine gidin anlayabileceğiniz bir dilde size açıklayacağını zannediyorum.Sizi yüceltecek şeyler bulacaksınız.Alçaltacak şeyleri almanıza gerek yok zaten vermeyeceklerdir. 

Bilime ya da vahye inanmak insanın kendi takdiridir. Sen niye vahye inanmıyorsun diye inanmayanın tepesine çökmek ilkelliktir. Bunun yanında ille bilime inanmalısın diye insanın başına çökmek de ilkelliktir… Bırakın herkes isteği gibi inansın, ama fikrini açıklasın, fikrini açıklıyor diye kimse kimseye karışmasın. 

Bakın burada sizi gerçekten taktir ettim.Gerçek bir hukuk adamı gibi davranmışsınız.Ama fikrimi söylemeden geçemeyecem.

vahye inanmıyorsun diye inanmayanın tepesine çökmek gerçekten ilkellik.Ama bilime inanmıyorsun diye insanın başına çökmeği ilkellikten saymıyorum.Çünkü vahyin ispatı zor (anlayana).Ama bilim öyle değil.Gerçeği ispatlanmış.Bilimle ilgili her soruna cevap hazır.Zaten bilim tıkandığı noktada sonuca ulaşmayı nadirde olsa kutsal kitaplarda aramıyormu?

Bilim sonuca bakar.Gördüğüne bakar.Zaten inananlarla inanmayanların kavgası bu değilmi ?

Çoğu zaman inanmayanlar bilimin arkasına sığınmıyormu ?

Ben gördüğüm şeye inanırım demiyorlarmı ?

Ama belli noktada bilimde tıkanıyor değilmi ?

Ne yapalım!.. bir bakıma bizde gördüğümüze inanırız olur biter 

Asıl önemlisi şeytan denen kötülüklerden kaçınarak; doğruluk, dürüstlük, güzellik ve iyilik ki bunun gibi yüce kavramlar, üstün değerler, genel doğrular olarak  Tanrı kavramı ile ifade edilir, Tanrı’ya sığınıyorum. Tanrı’ya sığınmakla da birçok kötülüklerden korunuyorum. 

Yazılarınızdan anladığım kadarıyla sığındığımız güçler farklı.Çok merak ettim.Tanrıya sığınmakla bir çok kötülüklerden korunuyorum diyorsun.Söylermisiniz sizinki dahamı güçlü ? Öyleyse bende sizin tanrınıza sığınayım.

Bil ki ben 37 yaşına değin ilkokul mezunu olarak yaşadım. Meslek yok, bilgi yok, servet yok, itibar yok…  Tam bir lümpen yaşamı…

37 yaşında akşam ortaokulunu bitirdim. 41 yaşında Ankara Anafartalar Akşam Lisesini, 48 yaşında da Hukuk Fakültesini, hem de gündüzleri çalışarak ve de gözaltında olarak, bitirdim. Bütün bunlara Tanrı ve Din inancım sayesinde dayandım ve başarılı oldum.

Bilmenizi isterim şu an bende ilkokul mezunuyum.Ortaokul son sınıf terkim.Ocak ayında dışarıdan bitirme sınavlarının ilk dönemine girdim.Nisan ayında 2. döneme girecem nasip olursa.Yaş 31.

O yaşınıza kadar meslek, bilgi, servet ve itibar yoksunluğunda yaşadıysanız gerçekten temelde birçok şeyi eksik aldığınızın ispatıdır.Burada 18 yaşınıza kadar aileniz ve yakın çevreniz, 18 yaşından sonrada siz suçlusunuz.48 yaşında belli bir yerlere gelen yada geldiğini sanan bir şahsın ailesininde genç yaşlarda yapacak birşeyi olmaması gerek.

Gözaltı nedenleriniz neydi birde onu çok merak ettim.Hukuk adamısınız.Bu işleri mutlaka iyi bilirsiniz ama bende bir vatandaş olarak bir suç işlemediğim sürece göz altında tutulmayacağımı biliyorum.Suçunuz neydi acaba ?

Bütün bunlara tanrı ve din inancın sayesinde olduğunu zannetmiyorum.Çünkü olmayan birşeyi savunmuşsun.Olsa olsa geç gelen irade ve inattır başarılı olma sebebin

25 yaşımdan önceki yaşamımla 25 yaşımdan sonraki yaşamımı karşılaştırınca çok olgunlaştığımı görüyorum ve bunu söylüyorum.

Bu sözünüzle kafam iyice karıştı.Şimdi düşünüyorum.bir önceki satırda yazdıklarım doğrumudur diye.

Bu yazınınızdada farklı düşünmeye başladım.

Düşüncem şu; acaba 25 yaş öncesi dahamı olgundu ne ?

Yani şimdi sen kâfir sandığın bir topluğu imana davet etmek için savaşır da  ganimet adı altında onun mal varlığını zimmetine geçirirsen; karısını kızını cariye olarak koynuna alırsan böyle bir şeyi Allah mı emretmiş olur? 

Sayın balta

Sizin sitenizdeki savaşınızıda tanrınızmı emretti ?

Azıcık bir tarih okursanız savaşların çıkma nedenlerini.. Para kimdeyse gücün onda olduğunu okursunuz.

Cariye kısmınada gelince belli şeylerin belli kurallar içinde sizin kutsal dediğiniz kitapları tekrar okuduğunuzda anlayacağınızı umuyorum.

“Ey muslumanlar bu sitelere cevap vermeyin, cunku zaten niyetleri sizi sinir harbine cekmek, sakin olun herkes amelinin karsiligini Allah’tan alir”.

Sinirli değilimki.Gayetde sakinim

Benki asabi bir insanım ve burada sinirlenecek birşey göremedi

Çünkü Rabbimiz; bize verdiği akılla, bizden gerçekleri söylememizi istemektedir. İşte Hayri Balta da Rabbinin bu emrini yerine getirdiği içindir ki elifi görse mertek sananlar; ona küfretmektedir…

Yani rabbim kelimesini sizden duydum ya, burada çok şaşırttınız beni.

Buna benzer sözleri söylemeniz ya içinizde bir kıvılcımla alevlenecek bir iman gücü olduğunu gösteriyor, yada ikiyüzlülüğünüzü.

“Sen ölülere şüphesiz ki işittiremezsin.” (K. 27/80. 30/52, 35/22) demektedir. Bu ayetin öncesi ve sonra (sibakı-siyakı) ayetler daha ilginçtir. Bi’zahmet elin değerse bir bak. Bu ölü-diri konusu Kuran’da ve diğer kutsal kitaplarda  çok geçer. Bu “ölü-diri” kavramlarını bilmeden dine dalan boşa kürek çeker.

Bir kere şu bilinmelidir ki “Tanrı, ölülerin değil dirilerin Tanrı’sıdır.” (İncil. Luka. 20/38, Romalılara, 7/1).

Beden ve ruh kavramı hakkında şu sizin kutsal saydığınız kitaplara bir daha danışsanız acaba.

İnanın fena olmayacak gibi.

Burada bu konu hakkında birşeyler yazarsam eğer millet bana gülecek.Hatta ukala bile diyecekler. Kutsal kitaplarda bu kavramla ilgili birşeyler bulamazsanız işte size benden yardım.Aramızda kalsın ama ilkokul din ve kültür kitaplarında bu konuyla ilgili birçok şeyler bulabilirsiniz.

 Affınıza sığındım.Sığınmasamda zaten siz sitenizin sağ ve sol üst köşelerinde aynen anayasanın şu sözlerini yazmışsınız.herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Anayasa, mad. 25

XXX

Herkes düşünce ve kanaatlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir…Anayasa mad. 26X

10x

Ferruh ŞENCAN

Ferruh Sencan

 

Çok Saygı Değer Hayri Bey,

Öncelikle yeni yılın size ve sevgili ailenize sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini diler, çalışmalarınızda başarılarınızın devamını temenni ederim.

Beni tanımıyorsunuz, bu güne kadar ben de sizi tanımıyordum. Sizden, çok değerli amcam ve Hocam Ekrem Uytun bahsedince tanıma fırsatım oldu.

Kitaplarınızdan bahsetti. Internetteteki yazılarınızı gördüm, ilgimi çekti.

Kitaplarınızı temin etmek istiyorum. Nasıl, nereden alacağımı bildirirseniz çok sevineceğim.

Kendim Berlin´deyim ama bu ay sonunda İzmir´e geleceğim. Burada bulabilir miyim, ya da adresime göndertebilir misiniz?

Bilgileriniz için şimdiden teşekkürler.

Saygılarımla

Ferruh Sencan, 5.11.2014

X

Sayın Ferruh Sencan,

Sana sevgiler candan…

 

İlginiz beni sevindirdi.

Hem de gönendirdi…

 

Kitaplarımı hiçbir kitapçıda bulamazsınız.

Ancak bana uğrama olasılığınız olursa,

Hepsini birden elden alabilirsiniz.

 

Çünkü kitaplarım para ile satılmaz…

Konular öyle değişik ki kimse para ile alıp okumaz…

 

Kitaplarımı eşe dosta veririm elden,

Çoğu da gelir alır evimden…

 

Ekrem Uytun’daki geri vermek üzere alıp okuyabilirsin.

Ya da İzmir’e gelmişken Ankara’ya da geçebilirsin…

 

Çünkü 30’a yakın basılmış kitabım var.

Bunu kargo ile gönderecek olursam çok para tutar…

 

Ekrem Uytun’un peşini bırakma,

Onun söyleyecekleri yeni bir yaşam verir sana…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta, 5.1.2015

X

Saygıdeğer Hayri Bey,

Öncelikle cevabiniz ve bilgileriniz için çok teşekkür ederim.

Beni kitaplarınız hakkında çok meraklandırdınız. Bir an önce okumayı diliyorum.

Kitapları kargo ile kendim de aldırtabilirim, ama Ankara´ya gelip onları sizden almak, verdiğiniz onca emeğe saygıdan olması gerektirir.

Böylelikle sizin gibi çok değerli bir şahsiyeti tanıma fırsatı da bulabilmiş olurum.

Ekrem Amca yazdığınız gibi benim için de çok değerli bir kişi, birbirimizi çok severiz, beraberliğimiz devamlı bir bilgi alışverişi içersinde, muhabbetle geçer.
Tekrar sizi tanımak fırsatı coşkusuyla

Saygılar / Ferruh Sencan

X

Sayın Ferruh Sencan

Sana sevgi candan…

 

Ciddî bir kişi olduğunuz anlaşılıyor.

Hayri Balta ciddi adamlara saygı duyuyor…

 

Bu telefon numaram Ekrem Beyde var.

Telefon rehberinde 255 92 21 yazar.

 

Ankara’ya gelince beni bu telefondan ara…

O zaman ev adresimi veririm sana…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta, 6.1.2015

X

Saygıdeğer Hayri Bey,

İyi aksamlar!

Adres ve bilgileriniz için tekrar teşekkür ederim. En kısa zamanda Ankara´ya gelmek istiyorum. Sizi arayacağım.

Ricam, sizin için Berlin´den getirebileceğim herhangi bir şeye ihtiyaç duyarsanız lütfen bana yazmanız.

Bana aşağıda verdiğim numaralarımdan da ulaşabilirsiniz

İş 004930 4790998 : 004930 809 62936

Cep: 00491723015163

Saygılarımla

Ferruh Sencan, 7.1.2015

X

Sevgili Hayri Bey,

Değerli bilgi iletişiminize tekrar tekrar minnettarım! Günümüzde de aynı Atatürk düşmanlığı devam etmekte, hatta çok daha derin şekilde zedelenmekte.

Demokrasi treninden inenler, çağdaş uygarlığa, eğitime zarar veriyor, memleketin parçalanmasına sebep oluyorlar. Aynen 1927 de Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde uyardığı gibi. Ama bir şeyi unutuyorlar… Emanet Gençliğe yapıldı!
Saygılarımla
Ferruh Şencan, 2.3.2015

X

Sayın Şencan,

Sana sevgi candan…

 

Görüşlerine saygım var.

Benim de senin gibi kaygım var.

 

Hani sen Ankara’ya gelecektin ne oldu?

Hayri Balta da seni bekleyip durdu…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana.

Av. Hayri Balta, 2.3.2015

X

11X

Feyza HEPÇİLİNGİR

Sayın Feyza Hepçilingirler,

Önce saygı, sevgi…

 

2 Nisan 2009 tarihli Cumhuriyet eki Kitap dergisindeki yazınızda:

Hüseyin Güney öğretmenimizin TÜRKÇE’NİN YOLCULUĞU,

Mehmet Ali Sulutaş öğretmenizin ANA SÜTÜM TÜRKÇE kitaplarından söz etmeniz üzerine bir arkadaş aracılığıyla Ankara’daki kitapçılardan sordurdum. Hepsi de “Kitabın daha kendirlin gelmediğini…” söylemişler.

Adı geçen kitapları nasıl elde edebileceğimi; ya da yazarlarının adreslerini bana bildirirseniz sevinirim…

Yeniden saygılar, sevgiler…

Hayri Balta

Em. Av. Hayri Balta,

MESA, 12. Cad. 270. Sok. (HORONKENT SİTESİ) No. 6/10

BATIKENT / ANKARA

+

Tlf. 0312 255 92 21

X

Merhaba Hayri Bey,

Biraz geciktim, bağışlayın. Hüseyin Güney, kitabının arkasına iletişim adresi olarak şunu yazmış: huseyin_guney@windowslive.com

Kitap Mersin’de Çağlar Ofset’te basılmış. Buradan da Hüseyin Bey’e ulaşılabileceğini düşünüyorum. Matbaanın telefon numaraları: 237 22 55 – 233 84 72. Elektronik posta adresi: caglar_ofset@hotmail.com

Mehmet Ali Sulutaş’ın adresini, bana kitabı gönderdiği zarfın üzerinden kesmişim. Adres şöyle:

M. Ali Sulutaş

Pirireis Mah. 1125 Sk. 3 /15

Dağıstan Sitesi D Blok

Yenişehir , Mersin 34110

Yardımcı olabildiğimi umarım.

Esenlik dileklerimle…

Feyza Hepçilingirler,7.4.2009

+

Sayın Feyza Hepçilingirler,

Önce saygılar, sevgiler…

 

İletini aldım, sevindim, memnun oldum.

İçtenlikle teşekkürlerimi sundum.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Teşekkürler sana…

 

Av. Hayri Balta, 7.4.2009

X

12X

Filiz ERGİN

Yeşeren Filiz,

Ne denli sevindiğimi bir bilseniz.

Anlıyorum ki işyerinde e-postana bakabiliyorsunuz. Bakmak yanında; yanıt da verebiliyorsunuz. Kafası çalışan bir bayanın yolunun açılması bizim mutluluğumuz.

Geliyorum sorduğunuz sorulara. Anlam veremedim birinci soruyu sormana. Yanıt vermek bile çok iğrenç geliyor, böyle bir soruya

1. “Bir de, şahsi kanaatinizi dinlemek bahtiyarlığına erdirir misiniz beni?”

Bu iş tam bir kepazeliktir. İnsanın aklına bile gelmemelidir.

Bir insan için bundan aşağılayıcı bir iş olamaz. Böyle bir kişi hiçbir toplum hoş göremez.

Bundan 43 yıl önce, 1962 yılında,   şimdi Marmara Üniversitesinde ders veren İlahiyatçı Hoca, Zekeriya Beyaz var ya…  O sormuştu böyle bir soruyu bana.

O “Görücü usulü ile evlenmeden yanaydı!” Ben ise anlaşarak, “Kişilerin; severek, sevilerek evlenmesinden yanaydım., “Evlenme olayında sevginin önemli!” olduğunu söylemiştim.

O da bana: “Ya, kardeş kardeşi severse!” diye bana tuzak bir soru sormuştu; ben de, saf saf tuzağa düşmüştüm: “İnsan kayış gibi bir mideye sahip olursa, ben ne yapabilirim ona!” demiştim.

Meğer bunlar (Zekeriya Beyaz. Yeniçağ yazarı, aynı zamanda teyzem oğlu  Neçdet Sevinç) emniyet ajanı olarak sorarlarmış böyle soruları bana. Ben ne yapabilirim böylesi kötülük simgesi insanlara…

Polis beni yakaladı, nezarete attı. Onlar da beni Gaziantep kamuoyundan soyutlamak üzere gazetelerde hakkımda ifşaat yaptı.

İfşaatın başlığı aynen şöyle ”Hayri Balta, miden alırsa annen de helal dedi!” O günden bu yana Gaziantep halkı; beni, “din namus tanımaz” bildi. İşte aradan 43 yıl geçtikten sonra böyle bir soru sizden geldi. Duyarlılığı olan bir insan ensest ilişkiye girer mi? Bunu olağan görebilen insan; insan değil, hayvandır. Dinsel deyimle tam bir “Ölü”dür. Derhal ömür boyu hapsedilmelidir…

Biliyorum ki sen de benimle aynı görüştesindir. Bil ki bu kanaatım kesindir.

2. “İkinizin bu durum yüzünden ayrı düşmesine çok içerlediğimi bilmenizi isterim. Sizi desteklememiş ya da haklı görmemiş olması, iletişimin kopmasına sebep olmamalıydı kanımca. Siz ki olgun, pişmiş, geniş düşünceli ve anlayışlı birisiniz. Eminim Levent ERTÜRK’ün bu konu hakkında size bir iki açıklaması olacaktı tavrından dolayı.”

2. sorunuz Levent Ertürk hakkında. Gelelim Levent Ertürk olayına.

Daha önce bana yapılan küfürlü saldırılarda; daima, olmuştu yanımda. Suat Emiroğlu olayında; Funda adında bir bayan beni suçlayınca ona “Özür dilerim, yanılmışım!” diye bir yanıt verince; Levent Ertük dostumuz da “Bu kadar ağır yazmamalıydın Funda Hanıma…” diyerek, sitem etmişti bana..

2.4.2005 tarihli iletimde dediğim gibi “Çok iyi bir dosttu, her zaman bana sahip çıktı. Suat Emiroğlu ile yaptığımız tartışma da; seni beni haklı bulmana karşın, o beni, haksız buldu. Hayri Balta da bu sevgili dosta karşı kendini savunmaya korktu. Yanıt vermedi, sustu.” demesi üzerine yanıt vermememin daha doğru olduğu kanısına vararak bir daha yanıt vermedim. Kendisi de bir daha arayıp sormadı. “İletilerini niçin kestin?” demedi. Böylece ilişkimiz buz dolabına girdi.

·         “Ben, yüksek müsaadeniz ile bu maili ayrıca Levent ERTÜRK’e iletmek isterim.” demişsin. İyi demişsin, istediğin zaman gönderebilirsin.

Bilmem sorularını yanıtlayabildim mi? Burada bitiriyorum iletimi.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler Yeşeren hanıma…

Hayri Balta, 4.4.2005

X

Saygıdeğer büyüğüm,

Nasıl ihya oldum… nasıl mutlu oldum, anlatamam! Gerçekler saklı kalmaz.. güzellikler birbirini bir şekilde bulur! Buna inancım sizin bu durumunuz ile içimde bir kere daha kesinlik kazandı. Yaşasın, sevgi ve saygı ve önemseme kazandı!

Emin olunuz bu durum sadece siz ve ben arasında kalacak. Söz veriyorum. Bana bu değeri verdiğiniz, benimle bu kadar özelinizi paylaştığınız için gururlandım. Ne mutlu bana ki, güven ve saygınıza erişmeye çalışmakta başarılı oluyorum. Değer verdiğiniz için sonsuz minnettarlığımı sunarım.

Levent ERTÜRK, hayatımda tanıdığım ve benim değer yargılarımın en üstünde olan bir zattır. Onunla tanışma şerefine nail olma güzelliği, sizin o güzelliğinizin ve bilgeliğinizin yanında olabilme şansına sahip olmak, hayatta en çok arzuladıklarımdan birisi idi. Bunun için yemin edebilirim.

Mevlüt bey, eksik olmasınlar bana çok nazik ve ilgili davrandılar. Arkadaşımın dosya numarasını ve hangi şube’de evraklarının olduğunu sordu. Şu an için arkadaşım gerek kalmadığını, belki 10 gün sonra falan gerekli olacağını söyledi. Bu neden ile akşam iş çıkışında Mevlüt beyi tekrar rahatsız edip, teşekkürlerimi sunacağım.

Sizin hakkınızı nasıl ödeyeceğim ben?

Hayri bey, yazmakla olmuyor, içimde size karşı tüm güzellikleri, iyilikleri anlatamıyorum… İyi ki varsınız, iyi ki sizi keşfedebildim, iyi ki sizi yaşayabiliyorum. Hep olun, olmaz mı?

Tüm güzel ve samimi duygularım ile ellerinizden öperim.

Filiz ERGİN.

X

Sevgili Filiz,

İçtendir sevgimiz.

Levent Ertürk’ten gelen yazıyı gönderiyorum. Aramızda kalsın, kendisi bilsin istemiyorum.

Bu arada görüşme sonucunu da bildirirseniz sevinirim. Şimdi kal sağlıcakla derim

H.B. 20.4.2005

x

Yeşeren Filiz’imiz,

Sevgili Yeşeren,

Önce sevgi derinden.

İstemiş olduğunuz Vicdan Aynası (Sayın Kul) yazını ekli olarak sunuyorum.

Elverişli bir ortamda okumanı istiyorum.

Bu arkadaşı tanımam. Daha önce 100 sayfaya yakın yazışmamız oldu. Ancak o kendi çizgisinde durdu; ben de kendi çizgimde.

Sonra bana Vicdan aynası adı altında ileti gönderdi. Ne var ki gerçek kendini gösterdi. Yanlış yaptığını bildi, özür dilediği…

Bu arkadaş boş biri değil. Öyle sanıyorum ki nur tarikatının ileri gelenlerinden biri… Ne olursa olsun ilgilendirmez beni. Km olursa olsun söylerim söyleyeceğim…

Bakıl sana nasıl gelecek,

Yeşerenimiz kendi düşüncesini nasıl belirtecek?

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana.

H.B.24.6.2005

X

Sevgili Yeşeren,

Görüşebilseydim iyi olurdu gerçekten. Ama gönüller bir olsun daha iyidir hepsinden.

Görüşebilseydik sana iki kitap verecektim. Hem de adınıza imza edecektim.

Şimdi sen kitabı al yalnızca. Adına imza ederim sonra.

Gülçin Kızım’ın telefon numarası: 0212 351 46 11’dir. Telefon ettiğinde o sana verdiğin adresi posta ile gönderecektir. Alır almaz, oku hele, sana nasıl gelecektir.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…

Hayri Balta, 24.6.2005

X

Gülçin Kızım,

Önce sevgi sundum.

Yitmiş Bir adam ve SSS (Sevenler-Soranlar-Sövenler) adlı kitabımızdan Filiz Ergin adındaki bir bayana, ikisi bir arada birer tane, göndermeni istiyorum.

O sana kitabı göndereceğin adresi bildirecek. Bir an önce ona adı geçen kitabı ulaştırman beni sevindirecek…

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana,

H.B. 24.6.2005

X

Güzel büyüğüm;

İlkin telefonda o güzel sesinizi duyurduğunuz için ve bana kırgınlığınızın olmadığını söylediğiniz için nasıl ihya oldum, anlatamam. Olgunluğunuz, bağışlayıcılığınız için sonsuz teşekkür ederim size. Lütfen geliş nedenlerinizi bana bildirin ki, bende koşullarımı zorlayayım bunun için.

Ekli dosyayı en uygun zamanlarımda okuyacağım ve sizin ile fikir alış verişlerinde bulunacağım.

En güzel dilek ve temennilerim ile size.

Telefonu kapatırken kötü öksürüyordunuz. Dikkat ediniz kendinize lütfen.

+

Gülçin hanım;

Merhaba. Dilerim iyisiniz, güzelsiniz. Pek saygıdeğer, sevgi dolu Hayri bey’in kitaplarını ulaştırmak için adresimi vereceğim size, lakin kendileri tanışmamızı istemişti. Mümkün olur mu dersiniz? Kendileri ile görüşemedim, içimde ki durumu bu şekilde telafi etmeye çalışmak isterim ikimize de uygun ise tabii.

Sevgi ve saygım ile size;

[Filiz ERGIN

x

Ergin ben döktürdüm sende dökmüşün be güzelim benden geri kalır yanın yok yane :=))

Seninle ben zaten alemiz bu konuda!:)

Bak şimdi senin inancın ile düşncelerin ile bir problemim olmaz…!

Bunun için teşekkür ederim sana. Güzel bir olgunluktur bu.

Mesajda dediin gibi senin kişiliiğin ve varlığın ile arkadaşımsın/ımızsın sakın kendini fraksoyonların yüzünden çevremizden atacağız seni sileceğiz diye kapılma! Neye inanıyorsan inan, millet uyuşturucu bulamıyor parasızlıkdan, bulsa bile dünya kadar para yatırıyor birisi çıkdı Din afyondur dedi diye Dinlere uyuşturucu kategorisine aldılar :=))

Ama gitsen araştırsan o dinsizleri, hepsinin elinde bir kaç extacy hap, redbul gece alemlerinde sanat icra ediyorlar:)) her semtte bir kaç metres , çağdaşlık diz boyu, paçalarından akıyor modernitelikleri sorsan din afyondur, ama biz kendi afyonumuzu bulduk haşhaş, hint keneviri esrar kimyasal bileşikler daha tatlı bir toz pembe çiziyor dünyamıza derler…

Bunu inançlı ve inançsız olarak sınırlandırma.. her iki tarafta yapıyor!

Karl Marks sosyalizmin yerleşmesi için toplumların akıllarında uhrevi düşncelerin yer bulması halinde set vuracağını görmüş düşüncesinin. Bu yüzden Koministlik ve sosyalistlik fraksiyonlarda Ateizm, Deizm en yaygın bir izm olarak karşımıza çıkmaktadır. Allah’a inanmayan birisinin sadece korkacağı ve emir dinleyeceği sistem erki kalmıştır. Sistem ne emrederse ona kul köle olarak hayatını kendisine verilen bir takım elbise, iki çift ayakkabı, sabah öğlen akşam bir tas çorbadan ibaret, sisteme ehlileştirilme aşamalarında yerini almış olacakdır. tanrı tanımazlık yada din tanımazlık, salt bir şeye tabi olmamak dürtüsü ile yaklaşılamaz, özgür düşünceler ile özgür vücutlar/ bedenler dinsizlik ile daha mı çok dünyayı keşfetme imkanı kaznamış olacaklar? bence kendi egolarını tatmin etmek için gereken her türlü dezformasyonu kendi şahsi zevklerini yerleşik düzende hakim kılmak için en süslü laflar ile gerçekten elle tuutlur gibi gözünen tümceler ile dinlere karşı saldırı yapmaktadırlar. Saldırıya uğrayan ülkemiz içinde baz alıyorum en çokda İSLAMİYET olmuştur. Turan Dursun ve İlhan Arsel çalışmaları buna delil ve kaynak gösterilebilir.

İnsanlar nasıl inanç propagandası yapıyor ise, din proragandası yapıyor ise… karşıtını da yapanlar olur elbet. En güzeli, sana doğru geldiğine inandığını en etkili ve barışçıl şekilde nakletmek diğer insanlara… Amaç, kabullendirmek değilde kendi özünde bulduğunu, gördüklerini anlatabilmektir bence. Diğeri bana şirret geliyor!

Yani demem o ki; saldırıya uğrayan sadece inanlar değil… onların değeri değil. Her anlamda.. her koşulda, her tarafta ki insanlar saldırıyor, saldırıya maruz kalıyor!..

Sana Hayri Baltayı anlattım süslü laflar ile kendisini muteber bir insan görünümünde göstererek dinsizlik satmasına karşı seni uyarmıştım demem odurki onun safsataları seni ele geçirmiş. Özgür düşünce, Özgür Beyin halinde olmayı düşlediğin anevi hayatı terkedip sadece dünya hayatı peşinde koşmamıydı amacın? Ben ki kendimi hem dünya içinde hem ahiret içinde olabildiğince özgür hissediyorum. Dinimi terkederek dünyayı keşfetmeyi dinime yapışarakda yapabiliyorum. Engelmi? Din neye engel insan vücüduna yararlı bişeye engelmi? Din her karşı çıktığı şeyde insanoğluna bir fayda düşündüğü için yasak kılmıştır. Din senin arabana atlayıp seyahat etmene karşı değilki? Din sana ailenle birlikte tatile çıkıp dinlenmene karşı değilki? Din senin çok çalışıp para kazanıp zengin olmana karşı değilki? Din senin yatıp uyumana karşı değilki? din karşı ise neye karşı senn keşif dediklerin içinde neler var? Bunu akli selim olarak düşünürsek, keşfetmek, dünya dışında başka gezegenleri keşfetmekmi amaç din karşı değil, mikro ozganizmalarımı keşfetmek amaç, hayır din bunada karşı değil, özgürce düşünmekmi evet düşünceyede karşı değil din! Dünya hali içinde bir oraya bbir buraya gezip eğlenmekmi din bunada karşı değil gez dolaş eğlen.

X

Hayri bey beni neden ele geçirsin ya hu? Onunla düşüncelerim aynı değil.. Bu mu ele geçirmek? Kendisi Allahsız, dinsiz ve milliyetçi. Bense, Allah’a inanan, dini olmayan, milliyetçi olmayan birisiyim. Bu mudur ele geçirmek? Kaldı ki onun ile aynı frekansta olsam bile, ele geçirmişlik mi oluyor bu yani? Okuyan, araştıran, ama bunu körü körüne yapmayan, yanlı yapmayan insandan korkma. İşte ben onlardanım. Yanlı olsa idim, tarikata üye olmak isterim demezdim!.. Hala elimde inançlara dair, peygamberlere dair kitaplar olmazdı.

Hem neden Hayri bey aklımı çeliyorda, Levent ERTÜRK olmuyor bu kişi? Ya da Can İKİZ? Ya da Tuncay DEĞİŞ ? Onlar ile de görüşüyorum.. Taktın sen Hayri bey’e ?:))))

Din sana dünya içindeki ömrün müddetince sadece şunu istiyor, seni cuzi idarenle başbaşa bıraktım. Sana ayrıca akıl verdim. Aklın ile karşına çıkacak müşkülatları güçlükleri aşasın diye. Yılıp sıkılmayasın üşenmeyesin diyede sana ego verdim yani nefs. Nefsin ile çalışıp çabalayıp, aile kurup çoğalabilmeniz için, kendinize, ailenize bir şeyler kazanıp getirip onlar ile yaşamını sürdürebilesin diye. Size neyin yanlış neyin doğru olduğunu göreseniz diye size alimler sunduk, peygamberler gönderdik. Taki şaşırmayasanız nefsinizin azgınlığına uyup başıboş olarak biz dünyaya salınıp yaratılmadık diye idrak edeseniz diye.. Dünyaya meyledip kendinizi bu dünya hayatına kaptırmayasınız diye size vicdan verdik, acıma duygusu verdik, güçlü olsanız diye size şehvet verdik, hırs verdik ama bunları dengede tutabilmeniz içinde size KALP verdik. Gönlünüze düşeni hayırmı şermi ayırt edeseniz diyede aklınızı mekanı olan BEYNİ verdik. DİN insana sınır çiziyor ama o sınır haritadaki ülke sınırları gibi değil. O sınır içinde sana sunulan öyle güzel öyle hoş maddeler sunuyorki sınır ötesindeki çetrefilli kötü, iğrenç maddelere gereksinim duymayalım diye.. Dİn yasak koyuyor, emrediyor. Ben özgürüm ben gelemem öyle emirlere yasaklara demek sence mantıklımıdır? bu ülkeninde ve diğer her ülkeninde kendine göre yasaları sınırrları vardır. Dinde yasa emir kural kanun olunca kötü insan oğlu yasak kanun kural koyunca mutebermi oluyor? nasıl bir mantık yürütmedir ki bu sırf bu emir ve yasaklara nefsi emerelerinin takatsız kalmasından dolayı dinden soğuyup dışlıyorlar kendilerini?

Alah’a şükür ben özgürüm. Özgürlüğümün din kurallarınca çevrili olması beni hiç bir şekilde sıkmıyor özgürce hareket etmemi engellemiyor.! Tanrı yer yüzüne inip neden namaz kılmıyorsun lan da demiyor!! Böyle bir dürtüde yok…! Bana ömrüm boyunca müddet vermiş. Dönüpde dolaşıp geri geleceğimiz yer sonuçda Allah’ın yanı olacakken neden ben kulağımı direk elimle başımın ardında tutmaya çalışıp hem kendimi hem ömrümü boşuna, gereksiz hırslar ve gereksiz özgürlük budalılığı adına heba edeyim! Ben sonuçda bir şeye inanmam neticesi ile bir dayanağımı sağlamışım. Tutunacak bir dal derler ya, tutucağım daldan daha iyi ve daha sağlam olan bir dine tutunmuşum. Bu din benim dünya içindeki yaşamımda bir zorluk çıkarmıyorki, bana engelde değil. bana engel olması içinde bir neden yok. engel olsa idi imtihan denilen olgu sorgulanır olurdu. Engelde yok, yani kimse din/dinsiz diye zorlanmıyor, herkes kendi hür iradesi ile karar veriyor, dini seçiyor yada dinden çıkmayı seçiyor. Bundada biz zorlama yok. Neyi ister o zaman hala insanoğlu ne eksikki başka hazlar başka lezzetler peşinde koşarlar bulabilceklermidir? varmıdır başka bu dünyadan başka gidilcek başka dünya? Bu dünya içinde elinde olan olanaklar dahlinde neyi bulacak insanoğlu? Bulabilceği sadece boşu boşuna aramakla tükettiği koca bir ömür olacak.

Din özgürlüğü kısıtlıyor diye bir iddiam yok. Din, klişeleri olan, ezberi olan, sakıncaları olan bir sığınak bence. İçinde çelişkileri bol olan bir karmaşa… Bana makul gelmiyor sözüm ona. O sebepten, ben almayayım, alana da mani olmayayım. Senin özgürlüğünü kısıtlamıyordur tabii ki, lakin beni, görüşümü, tarzımı, yaşayışımı… kuşatıyor anlamsızca, daraltıyor çemberlerimi. Cıkkk, cidden benim yapıma, inanışlarıma göre değil.

Keşifler din içindede yapılır Ergin devinimli Ergin :)) Senin girdiğin yol yol değil bunu söylim sana. ama saygı duyarım sen yine benim arkadaşımsın. ve sevdiğim bir arkdaşımsın. Bu yüzden sana bu şekilde yazı yazıyorum. Okumayı seviyorsun, oku. Çok güzel. ama Karşıt iddiları okurken dine eleştiri geriren yazıları bir yandanda din kitaplarınıda oku tek taraflı doldurma kendini. Dünya içindeki insanoğlunun kurduğu bir düzende mutlaka aheng olması gerekirken ve bu ahengi sabit kılmak için her türlü düzenleme ve muhafaza için insanoğlu elerinden geleni harcarken. Bu alemlerin bu dünyanın bu doğanın tesadüfler zinciri içinde meydana geldiğini iddia etmek hangi mantık kavramları ile açıklanabilir? Evrim teorisi ilemi? :))

Sağolasın, girdiğim yolun doğru yol olmadığını ilettiğin için. Bana da senin yolu doğru gelmemekte, ben de senin bana saygı duyman gibi saygı duymaktayım görüş ve inançlarına.

Bu dünyada iyi ve kötü, güzel ve çirkin kavgasının tek bir üst tanımlama şu şekilde verilir. HAK İLE BATILIN KAVGASI. Hak ile Batılın savaşı yaşanıyor dünyada. Sen bu zeka ve aklınla hangi taragın hak hangi tafın batıl olduğunu bulabilceksin Ergin. Vicdanın sesini dinle. Gönülünün dediklerini akıl terazinle tartıp hareket et. Gözle görülebilen ve görülemeyen milyarlarca canlı mikroorganizma olan bu alemde. Bilimin ve aklın kabul edebilceği ve kabul etmekde zorlanacağı hallerin sonuçları sebeplerini düşün. ve gün geçtikçe sona yaklaşımı düşün. Zaman akıp gidiyor. her sistem kendi yörüngesinde hareket ediyor. Vücut saati çalışmaya devam ediyor. Ne akan sular duruyor, nede güneş doğmayacam diye tutturuyor. Mevsimler sıra ile döngüsel vazifelerini yerine getiriyor. Canlılar doğuyor ve ölüyor.

Çok uzattım kusura bakma Levetn Ertükr hastaneye yattı ha… Allah acil şifalar nasip etsin. Eğer ki konuşma imkanın oluyorsa geçmiş olsun dileklerimi ilet. Eğerki onu ziyaret etme gibi bir durumun olursa bana haber ver beraber gideriz. Sakın beni yanlış anlama ne Hayri Baltadan ne Çetiner Çalışdan nede diğer dinsizlerden nefret etmiyorum. bilmiş ol onlara kızmıyorum Ama şuna kızıyorum. kaç yıldır arkadaşlığım olan birisi ile diyaloğumun gerektiği kadar sağlam olmamasından dolayı kendime kızıyorum. Daha dün tanışılan kişilerin benden daha etkili olabilmelerine hayıflanıyorum. ve seni düşünceleri yüzünden düşünce ve inanç bakımında çalmalarını kıskanıyorum :)) Kurt puslu havayı sever demişler… Puslu havalarda çok dolaştın Ergin. git geçmişe bak seni ne kadar eleştirdiğimi ve uyardığımı göreceksin :) Bu alemde yeri gelince kurtta olabilmek varmış demek geçiyor içimden…..

Güzel Emiroğlum; dilediğin kadar uzat, hiç mühim değil… ben aynı saygı, aynı anaçlık, aynı açlık ile yazılarını okurum. Yeter ki kendimizi tekerrürden saklayalım, hep farklı ve birbiri ile bağlantısında sorun olmayan yazışmalar yapalım. Üst satırda demişsin ki; “kızıyorum kendime.. senin ile yaptığımız sohbetler nicedir, seninle tanışmışlık yıllarımız daha uzundur. Dünün adamları, gelmiş yılların arkadaşlığını almış, beni yenik düşürmüş.. onlar seni kapmış! Beyninde ki düşünceleri kendilerine yönelik yapmışlar”

Güzel adam, anlamanı isterim ki, kimsenin gölgesinde olacak insan değilim ben. Etkilenirim… ama aynısını uygulamam. Etkileneceğim nokta da; kişinin zekası, üslubu, karşı taraf ile kurduğu diyalogudur. Kaldı ki, insanlar birbirleri ile etkileşim içindedirler. Herkes birbirinden etkilenir ama bir diğerininkinin aynısına ya da benzerine bürünmez! Bürünür ise, kişiliksizdir demek… Ben de çok şükür o sınıftan değilim.

Beni zamanında uyardın, evet. Sağolasın hem arkadaşlık, hem de Müslümanlık görevini yerine getirdiğin için… Lakin, ben zaten okuyarak, araştırarak bana doğru ve anlamlı gelende hemfikir olacaktım.

Levent bey kimsenin onu ziyaret etmesini istemiyor. Öyle bir durum olur ise, emin ol ilk seni çağıracağım. Geçmiş olsun dileklerini emin ol ileteceğim.

Saygılarımla

Suat Emiroğlu

Not: Görüşme talebin başım üstüne istediğin zaman görüşebiliriz…. çay ısmarlarım sana :))

) Bana çay ısmarlayacaksın demek kiÇok incesin ya  Simitlerde benden olsun o zaman !:)))))Sağol, var ol.. Kabul ettim ben de

Saygı benden sana güzel adam. dahilinde değil! Ülkemi cidden seviyorum. Ülke insanlarımızı değil, insanlığı seviyorum.. sevmeye çalışıyorum! Bu konuda ütopiğim cidden! Elbette kimsenin beni var olduğum, yaşadığım yerden, çıkarı uğruna çıkarmasını istemem. Buna tepkimi gösteririm. Ama, bunu vatan aşkı için değil, bir bütünlük ve insan hakkına saygı duyulmadığı için yaparım! Hakkıma tecavüz edildiği için yaparım. Sen, milliyetçik duygun ile diyeceksin ki; vatanımıza tecavüzde bulunuyorlar!… O zaman yukarıda yazdıklarımı, inandıklarımı yeniden oku derim. Derin konu bu da:!)

Çok değişmişim, değil mi?:) zaman… okumak… anlamak… sürü güdüsü ile davranmamak… böyle işte Emiroğlu. Kimseye laf dokundurmuyorum, yanlış anlama. Ama, hayatı ezberletildiği şekilde yaşamak bana göre değil! Keşfetmek güzel şey… keşiflerdeyim ve keşiflerde de olacağım sanrım yok olana  Ne yaşar ve görürsem karımdırdek. Tühhh, benim diğre dünya kavramımda yok

Seni seviyorum. Bu halim ile kabul et beni.

Saygımı ve güzelliklerimi sunarım sana samimiyetim ile.  Görüşelim mi bir gün?

Filiz ERGİN,

30.6.2005

X

Bana matrix ağzı takılma güzelim :))) bende tehlikeyi gördüğüm için sessizliğini bozmak istedim ya, :))

Fulya napıyor, Burçak nasıllar! Görüşüyor musun tanışıp da adını anamadığım kimseler ile?

Gir de bir kaç mail at gruplara! Üye olmuşundur sen fark edemedim ama sessiz ve derinden hareket etmeyi seversin sen :P

Ben Hayri amcaya senin üzerinden selam yollamayı seviyorum ben aslında selam söylemek istemiyorum ki şarkı sözü gibi oldu ama oldu işte :P

Senin samimiyetin daha yoğun hali ile senden gitse daha güzel olur neden olsa amcamızla biz tartışmalıyız birlikteliğimiz sus götürür yanı yok ya ne :)

Can ikizler bir hafta sonu buluşma tertip ediyorlarmış buluşma organazisyonuna sen dahil misin? Levent Ertürkler Tuncaylar falan?

Büyük dinsizlik şurasına Hayri Bey amcada dahil mi :p

Aman sevmediğim anlamı taşımasın Tuncay‘ı da Levent’i de severim Tuncay biraz nevri dönse de yinede aklı başında dinsizleren Levent Ertürk gibi :P

Mesela Aşağıdaki Kur’an ve Hadis alıntılarını zevklerine göre abartıp iyice işi seksüalitiye döken zihniyet ya ne usta İlhan Arsel ve çömezi Hayri Arsel Baltacı gibi değilerdir onlar! bunun ayrımını çok iyi yapabiliyorum kendi içlerinde istedikleri dozajda eleştiri ve kakara kikiri yapabilirler ama sağda solda fikirmiş gibi bu izbe düşünceleri yorumları mail listlere yayınlamaktan Haya edip ar duyguları müdahele ediyorsa ben işte o kişileri adıma yerine koyar selam söyleme edimini kendim yaparım :P bilmem anlatabildim mi ? ;)

Seninde bu ayrımı yapabileceğine eminim tatlı ve devinimli kız :)))

Sesli olmak sessiz kalmaktan daha güzeldir Türk atasözü yazan Suat® :)))

X

x

Şişt Devinimli, sen hayatta mısın:)))

Sesin soluğun çıkmıyor yeni işte sıkıyorlar seni sanırım çok mu yoğun çalışıyorsun ?

Hayri amcana selam, kendine dikkat et :))))

Suat, 27.6.2005

x

Şşştt Emiroğlu,

Sessizlik sesli olmaktan daha tehlikeli gelir bana, ne dersin?:)

Çalışıyorum işte.. Çok yoğunluk olmasa da… yeni kurulmaya çalışan bir firma.
Sen nasılsın?

Hayri bey’e neden kendin selam yollamıyorsun? Belki de yollamak istemiyor yada yollayamıyorsun!:)))

Filiz Ergin, 27.6.2005

x

—– Özgün İleti —–

Kimden: Filiz ERGIN

Kime: Fulya AYDIN ; Yeliz ŞALCI ; Kübra YILDIRIM ; Derya AYDIN ÇİLİNGİR ; Asya ÖZTÜRK ; burcak@hepsiburada.com ; Çiğdem ASAN ; Demet DOĞAN ; nakkase@gmail.com ; Radya YILDIZ ; Suat EMİROĞLU ; Özer ZORLU 2

Gönderme tarihi: 27 Haziran 2005 Pazartesi 10:23

Konu: FW: Sitemiz için…

Subject: Sitemiz için…

İLHAN ARSEL’DEN HAYRİ BALTA’YA MEKTUP

Aşağıdaki yazıyı 26 Haziran 2005 tarihli Günaydın’dan alıyorum:
4 BİN BAKİRE “Promosyonlar bitmez. Ölseniz bile. İşte elimde okuyorum, bütün dinî kitap satanlarda bulabileceğiniz Ramuz El-Hadis kitabında şeyh hazretleri cennete gideceklere promosyonu açıklıyor.: “Her mümin’e 4000 bakire, 8000 dul, 200 huri…”

+

Bekir Çoşkun’dan aktaran ve yorum yapan CemilTosun: “Az gelir… Sonsuz bir âlemde adam başına 4 bin bakire, 8 bin dul, 200 huri yetmez!.. Hem sonra bakmışsınız; dulları kimse istememiş, ortada kalmışlar!.. 4 bin bakire 200 huri varken dulları kim ne yapsın?.. Bir de bunların tasnifi gerekir!.. Yaşına, boyuna, kilosuna, güzelliğine göre… Sarışın, esmer; herkesin ayrı bir zevki var!.. Dağılım yapılırken kavga çıkmaz mı?!.”

+

HEPSİ HAK’TA (ŞERİAT’TA) VAR

Şu da Başbakan Erdoğan’ın yıllar önce yaptığı konuşma. 26 Haziran 2005 tarihli Günaydın’daki Kemal Baytaş’ın yazısından, olduğu gibi:

“ERDOĞAN yıllar önce bir Rize konuşmasında “Ne akla da, bilime de gerek yok, bunların hepsi Hak’ta (şeriat’ta var) diyordu. Şimdi bu kural uyarınca aklı kullanmadan ülke yönetiyorlar.”

+

Bu satırları okuduktan sonra Sayın İlhan Arsel’in bana 11 Ağustos 2002’de  gönderdiği bir mektup aklıma geldi. Aşağıya alıyorum.

Aziz Dostum Hayri Balta,

7 Ağustos tarihli ve “Sitemiz için…” başlıklı sayfa’yı gözden geçirirken, kalbi, gönlü saf, kafası saf, ruhu saf, yâni her yönü ile saflık örneği şeriatçı vatandaşlarımızdan birinin sizi, “Cennetteki hûriler” konusundaki İslamî buyruklarla büyüleyip kazanmağa ve “Cihad” taraftarı yapmaya çalıştığını gördüm.

Din adamlarından edindiği bilgilerle Kurân’dan ve hadislerden bazı örnekler veriyor. Her şeyden önce Muhammed’in şu câzip sözlerini naklediyor: “Cennet ehlinden bir erkek, beş yüz huri, dört yüz bin kız, ve sekiz tane de dul ile evlenir…”.

Yine Muhammed’ten naklen bildiriyor ki Cennet’e girecek olan erkeklerden her biri, Tanrı’nın kendisi için ayrıca yarattığı yetmiş iki zevce ile devamlı şekilde cinsi münasebette bulunulacaktır. Şunu da ekliyor ki, Tanrı, her cinsi münasebetten sonra kadını bâkire kılacak ve erkek, her sevişmeden sonra eşini bâkire bulup bitmeyen bir zevkle dalacaktır.

Bir erkeğin, bu kadar çok kadınla cinsi münasebette bulunmasına akıl erdiremeyeceğinizi düşünerek şunu da bildiriyor ki, cinsi münasebet yüzünden erkeğin cinsel organı asla sönmeyecek, kadının cinsel organı da asla sızı duymayacaktır.

Her ne kadar çeşitli yayınlarımda, özellikle “Şeriât ve Kadın” ‘sayfa: 563 ve d.) ve ayrıca “Kuran’ın Eleştirisi” adlı kitaplarımda, yukarıdaki örnekler dahil cinsel yaşamlarla ilgili nice şeriat verilerini ele almış ve eleştiri konusu yapmış olmakla beraber. Bu vatandaşlarımızın şehvet kabartmak amacı ile söylediklerini okurken, hani neredeyse benim de koyu bir şeriâtçı olasım geldi. Ne var ki kör olası aklım karşıma dikildi de bana “hidayete” erişme fırsatı vermedi.

“Şeriât ve Kadın” adlı kitabımda (sayfa 559 ve d.) şöyle diyorum: “Kuran’daki cennet anlatımları kadar Müslüman erkeğini büyüleyen bir başka şey yoktur: yeşil ırmaklar, koyu gölgelikler…, her türlü meyveler, vb… Fakat bütün bunlardan gayrı asıl.. emsalsiz güzellikte ve memeleri yeni sertleşmiş kızlar…”.

Yani demek istiyorum ki bu cennetlere kavuşmak için Müslüman erkeğinin yapmayacağı çılgınlık yoktur. Nitekim gözlerimiz önünde cereyan eden günlük olaylar bunun en canlı kanıtı.

Kitaplarımda ve yazılarımda her vesileyle şunu belirtirim ki Tanrı’yı, erkeklere güzel kadınlar, bâkire kızlar tedarik edermiş, onların şehvet gâilesini gidermek hususunda her şeyi düşünürmüş gibi tanımlamak kadar, Tanrı fikrini yücelikten uzaklaştırıcı, ve daha doğrusu aşağılatıcı başkaca hiçbir şey olamaz.

Bilmiyorum bizim şeriâtçılarımız, Cennet ve Huriler konusundaki şeriât buyruklarının, Tanrı anlayışını zedelemek, ve kişileri ahlâkilikten yoksun etmek bakımından son derece sakıncalı olduğunu nasıl ve ne zaman idrak edebilecekler?

Tanrı’yı insanlara kadın-kız bulup onları birbirileriyle çiftleştirirmiş gibi tanıtmanın Tanrı’ya hakaret olduğuna hakaret olduğunu ne zaman anlayacaklar.

İyiliklerle kalın.

İlhan Arsel, 11 Ağustos 2002

+

Sayın BALTA;

Bir aralar maillerinizi hem bana yolluyordunuz, hem de gruba geliyordu. Beni listenizden çıkardınız sanırım. Yazılarınızın bana da ulaşması arzusundayım.

Bu gruptan ayrılır isem, yazılarınızın takibini isterim. Bu nedenden dolayı,beni tekrar mail adres defterinize dahil etmenizi ve yazılarınızdan mahrum bırakmamanızı istirham edeceğim.

Size sonsuz saygılarım ile,

Filiz ERGİN, 29.4.2004

+

Sayın Ergin,

Soyadın Ergin; sen de çalışıp çabalayıp olmalısın ergin…

Bu da vahiyci değil akılcı,dinci değil bilimci, yaratılış teorisinden yana değil Evrimci, tutucu değil geleceğe açık bir kişi olmalı.

Bakınız işte size bir sır: “İnsanı toprak yaratır; topraktan yaratılmış bu insana din ilminde çamur denir. Allah da çamurdan yaratılmış bu “ÖLÜ” insanı diriltir. Bu olay bütün kutsal kitaplarda dilme getirilir.

Kuran’da şöyle tümce (ayet) vardır: “Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse; içinden çıkılmaz bir halde karalıklarda kalan kişi gibi olur mu?” (K. 6/122. Balıkesirli Hasan Basri Çantay, 1997)

Burada ölü iken diriltilen kişi 2. Halife Ömer’dir. Dirilten de İslam Peygamberi; zamanının  insan-ı kamil bir aydını…

Şimdi Kuran’a kim böyle anlam verir? Kuran’a kendi anlayış ve tercihine göre anlam veren kişi bunun böyle olduğunu ne bilir…

Özetlersem dirilmek istersen bir aydın, akılcı ve olgun insan bir insan bulup ondan feyz almalı ve basit ve beşeri isteklerinden kurtularak örnek bir insan olmalı… Bunun bayı, bayanı yok… Bu nedenle diyorum ki “Soyadın Ergin; sen de çalışıp çabalayıp olmalısın ergin…” Çünkü sen “kaybolmuş koyun”lardan birisin… Tırnak içinde geçen “kaybolmuş koyun” dinsel bir terimdir. Ne anlama geldiğini bilmek için üstada hizmet etmek gerektir.Doğru siz bana Suat ve Gülay’ı tanıdığınızdan söz etmiştiniz. Beni: “Kelleni keseceğim. Sanma ki seni İP numarandan bulamam. Sakın karşıma çıkma… Hii, hii…” diyerek, hem de gülerek, tehdit eden Suat efendidir. Gülay arkadaşından O’na destek çıkarak bana kafa tutmuştur.

Diğer güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Ancak güzel olanlar güzel söyler derim.

Şimdi siz e-mail gönderdiklerim içinde en üst sıralarda yer aldınız.

Şimdi kal sağlıcakla, hem saygı, hem de sevgi sana…

HB, 30.4.2004

NOT: Şunu özellikle belirteyim ki sen de roman ve öykü yazma yeteneği var. İstersen düşünce ve duygularını dökmek için bu yolu dene… Gereken “duygu ve yoğunluğun” sende olduğunu görüyorum…

X

Funda ve Gülay Hanımlara,

İkinizden de özür diliyorum; kabahat benim. Ancak şunu bilin ki ben kimseye hakaret ve küfür etmedim. Eğer size öyle gelmişse ikinizden de, topluluğumuzdan da,binlerce kere özür dilerim.

Bütün savlarımdan vazgeçiyorum. Evet ben, kendisini geliştirmek derdinde olan biriyim…

Haydi şimdi kalın sağlıcakla,

HB, 1.9.2004

x

Sayın Ergin,

Önce sevgim var dedim. Sizi rahatsız etmemek için yazılarımı göndermedim.

Yanlış hatırlamıyorsam, yazılarınızın birinde, beni tehdit eden birini tanığınızı söylemiştiniz… Bunu öğrenince sizi rahat etmemek için adres defterinden adınızı silmiştim.

Şimdi yeniden adres defterime adınızı yazdım. Yazdıkça da size seve seve gönderirim. Hele aklı başında sorular sorarsanız sevinirim.

Anlaşılmıyorum, çok yalnızım; şu kısacık iletin bile beni sevindirmeye yetti. Şimdi sana yürekten sevgi…Unutmam seni…

HB. 29.9.2004

+

Sayın BALTA,

Sunmuş olduğunuz sevgi için sonsuz teşekkür ve minnetlerimi sunarım. Beni asla rahatsız etmezsiniz.

Sizi tehdit eden birini tanıdığımı söylediğimi sanmıyorum. Tanıdıklarım, Gülay ve Suat… Ki, ince düşünceniz için sonsuz teşekkür ederim. Haklı bulduğumuz, kendimizi bildiğimiz durumlarda, tehdit gelse ne yazar Hayri bey? Dar düşünen beyinleri ile ancak o kadarını yapmayı akıl edebiliyorlar, ne diyebilirim ki??? Çok üzücü, pek çok!

Yazılarınızı benimle paylaşacağınız için, sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Size, mutlaka sorularım olacaktır, emin olunuz…

Sizi sevindirdim ise, ne mutlu bana. Çok genç olmama rağmen, “çok yalnızım, anlaşılamıyorum” demenizdeki duyguyu, yoğunluğu pek çok iyi anlıyorum.
Çünkü, aynı durumun içerisinde olanlardan birisiyim.

Bilmek ve öğrenmek merakı, bildiklerinizi ve öğrendiklerinizi diğerleri ile paylaşmaya ve aktarmaya çalışma özverisi, paylaşımın o eşsiz ahengi, bizleri ne hale getiriyor.. Yazık, görünemeyen değerlere!

Siz sayın büyüklerimden öğreneceğim nice güzel şeyler olduğu inancındayım.

Şanslıyım ki, sizin gibi güzel, bilgili, yaşamış görmüş insanlar ihsan edildi bana.

Hep var olmanız dileklerim ile.

Saygım ile size,

Filiz ERGİN, 30.9.2004

+

Sayın BALTA;

Güzel kelamlarınız için sonsuz teşekkürlerimi sunarım size.

Amacım, soyadım gibi “ergin” olabilmektir. Bunun ne denli sancılı, ne denli yalnızlık verici, ne denli ama bir o kadar vazgeçilmez, bir o kadar kendini bulabilmek adına dair olduğunu da an be an, gün be gün anlamaktayım ve yaşamaktayım. Yanmaktayım kimi zaman… Lakin, her şeyin bir bedelinin
olduğuna inanarak, saksı taşımak yerine, doldurmaya çalışmak meylindeyim beynimi.

Tanrı kavramında bu aralar ben de biraz şaşkınım… İnanç kavramında da keza öyle…

Gruplarda yazanların, TV’ler de çıkıp sürekli yalan şeyler sallayan insanların, çevremdeki aymaz insanların Tanrı’sı değil benim Tanrım! Değil onların ki gibi benim inancım! Dinim…. Arıyorum. Tam anlamlandırabileceğim ve uzuvlarımın yetkinliğine eriştiğimde dillendirebileceğim bir Tanrı ve inanç kavramım oturmuş olacak, inanıyorum.

Siz sayın büyüklerimin engin tecrübeleri de kapılarıma anahtar olacaktır. İyi ki varsınız. İyi ki sizi tanıma şerefine nail olabildim. Ne mutlu bana.

Gülay ve Suat hakkında yorum yapmak istemiyorum. Dürüstlük kavramıma ters düşer. Lakin, şunu bilmenizi isterim; çok farklı yollarda, çok farklı
düşüncelerdeyiz… Yılların vermiş olduğu münasebet nedeni ile, oturur, çaylarımızı yudumlar iken birkaç kelam dahilinde sohbet eyleriz, hepsi bu.

Güzel olduğuma inandığınız için sonsuz teşekkürlerimi sunmak isterim size müsaadeniz ile. Siz ve sizin gibi cevher olan sayın büyüklerim, güzelliğime umuyorum ki kendi güzelliklerini katacaklardır. Sizler ile hep güzel olabilmek, güzel kalabilmek umudu ile. Ve Hayri bey, en son yazdığınız not beni çok mutlu etti;

“NOT: Şunu özellikle belirteyim ki sende roman ve öykü yazma yeteneği var. İstersen düşünce ve duygularını dökmek için bu yolu dene… Gereken “duygu ve yoğunluğun” sende olduğunu görüyorum…”

18 yaşımdan bu yana 2 tane roman yazdım. 150 yi aşkın şiirlerim var. Deneme yazılarım, felsefi bir kaç deneme tarzı yazılarım, tutmuş olduğum günlüklerim var. Ve kısmet ise, belirli bir yaştan sonra, hamlığım piştikten sonra, oturup güzel bir kitap-insana dair yazmak arzusundayım. Bu potansiyeli mail ortamında ve yalın birkaç mailleşmemize istinaden hissedebilmeniz, keşfedebilmeniz, sizin hakkınızda yanılmama durumumu bana göstermiş, beni ihya etmiş, insanları tanıma olgusunda kendimi doğru yönde geliştirdiğime alamettir! Nasıl mutlu oldum bunun için, anlatamam size. Demek ki, doğru yoldayım!

Sizi ve sizin gibi değerli bulduğum birkaç insanı Tanrı bana bahşettiği için, müteşekkirim.

Beni, adres defterinize eklediğiniz için sonsuz teşekkürlerimi sunarım. O değerli ve dolu içerikli yazılarınızı okumak benim için keyif, benim için eğitim, benim için zevk olacaktır.

Yazılarınızda, elimden geldiğince sizi anlamaya çalışıyorum. Biliyorum, anladığımdan daha derin, daha anlamlısınız…

Sizin gibi bir iki kişi daha var, böyle olduğunu düşündüğüm…Unutmamanızı ve umutsuzluğa kapılmamanızı istirham ederek yinelemek istiyorum; sizi anlamaya çalışan ve sonuna kadar anlamak isteyen ben varım.. Benim gibiler vardır. Yalnızlığınıza kısmen yoldaş olabilmek adına…

Beni mutlu ettiniz, hem de içinde çıkar olmadan, temiz ve ulvi duygular olduğuna inandığım edimler ile…

Sonsuz saygı ve şükranlarım ile,

Filiz ERGİN. 30.9.2004

X

Sayın Grup üyeleri;

Benim de bu yazım olaya çok alakasızca giriş olacak ama, Hayri BALTA’nın özellikle bu son yazısında ki nüansları, paylaşımı, inceliği, anaçlığı ve güzel mesajları için inanarak teşekkürlerimi sunmak isterim.

Öğrenmek isteyen, bilmek isteyen, anlamak isteyen insanlar olayın ucundan farklı tutar inancındayım. Ki, bu kimseye atıfta falan da bulunmak değildir, bu şekilde anlaşılmamayı rica edeceğim.

Hepinize sonsuz saygım ile,

Filiz ERGİN.2.10.2004

X

Melekler topluluğundan F. E.’ye,

O güzel mektubun için size ayrıca yanıt vereceğim. Sizi unuttum sanmayın. Canda, gönülde  yeriniz var.

Sizi niçin melekler topluluğunda gördüğümü de Kuran’a dayanarak açıklayacağım.

Şu an çok meşgulüm.

Şimdi kal sağlıcakla,gönül dolusu sevgi sana…

HB, 2.10.2004

x

Sayın BALTA;

İlkin, beni koymuş olduğunuz mertebe ve vermiş olduğunuz değer için sonsuz teşekkürlerimi ve bitmez tükenmez minnettarlığımı sunmak isterim izniniz ile…

Ve emin olunuz ki, beni unuttuğunuzu asla düşünmedim. Siz ki, ince düşünen, ince birisiniz gözlemlediğim kadarı ile… Bir yanıt vermeseniz dahi, teşekkür maili ile geri döneceğinizi zaten biliyor ve en önemlisi hissediyordum/hissediyorum. ( Hislerime güvenirim. )

Aşağıda ki yazıyı benim ile paylaştığınız için de sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ki, bana bu maili yollamasaydınız dahi, ne için grupta ki tartıştığınız bayanlardan ve gruptan özür dilediniz, biliyor ve yine hissediyordum!

Yine de sonsuz teşekkür ederim, bana verdiğiniz değer için ve çıkarsız paylaşımınız için. ( Çıkarsız diyorum, kimse us’unda ki birikimi karşılıksız aktarmıyor! Siz ve sizin gibi üç beş değerli insan bunu yapabiliyor! İşte, farkınızı ve insanlığınızı bir kere daha ortaya koyuyor, beni ihya ediyor, düşündüğüm karamsar bu durumda bir çıkış noktasının bir parçası oluyorsunuz. )

Sizi tanımanın güzelliği ile, saygı ve şükranlarımı sunmak isterim,

Filiz ERGİN. 2.10.2004

X

Sevgili Filiz,

Ergin kardeşimiz yeşeren bir filiz.

Öncelikle sevindim yeniden yeşermene; bir günde birbirinden güzel iki yazı seçmene. Seçtiğin bu yazıları da bizlere iletmene.

1. Ensest, olayının geçmişi çok eskidir. Adem Peygamber’in çocukları; bu işe girişenlerin ilkidir.

Sonra insanlığın Adem’den sonra ikinci babası Nuh Peygamber gelir. O da “Şarabından ayıldığı vakit küçük oğlunun kendisine yaptığını anlar ve ‘Kenân lanetli olsun!’ der.” (Bak. Tevrat, Tekvin, 9/24-25)

Bu yazılanın gerçekliğine inanmıyorum. Bunun salt Kenanlıları (Filistinlileri…) lanetlemek için Yahudi Rahipler tarafından düzenlendiğini sanıyorum.

Bu lanetleme sonucu Yahudilerle Filistinler 5 bin yıldır anlaşamazlar. Bu ayete dayanarak Yahudiler, Kenan soyundan gelen Filistinlileri yaşatmazlar.

Bu konuda Lut Peygamber olayını da okumalıyız Tevrat’tan. “Kızları da, kendi aralarında anlaşarak, babalarından zürriyet yaratmıştır.” Bu da Tevrat’ın Tekvin bölümü, 19/30 ve devamı ayetlerde anlatılmıştır.

Gelelim krallara, Firavunlara, diğer soysuz sapıklara. Bunlar sapıklıkta birbirleri ile yarışmada. Fakat yaptıklarını dışarıya yansıtmamada.  kapatırlar. Al bu sapıkları da acımadan vur duvara.

2/a. Gelelim Levent Ertürk’ün yazısına. O yazarlığa sahip çıkmadığı halde çok güzel yazılar yazar daima.

Çok iyi bir dosttu, her zaman bana sahip çıktı. Suat Emiroğlu ile yaptığımız tartışma da; seni beni haklı bulmana karşın, o beni, haksız buldu. Hayri Balta da bu sevgili dosta karşı kendini savunmaya korktu. Yanıt vermedi, sustu.

O günden bu yana yazdığından  sizin iletiniz sayesinden haberdar oldum. Hâlâ yazdığına, yazabilmiş olduğuna sevindim bahtiyar oldum.

Yazışırsan selam söyle ona. O’nun yeri ayrıdır benim ruhumda.

b. Gelelim ele aldığı konuya. Halkı nedenler var ele aldığı konuda. Ama dediği gibi yapılırsa insan kalmaz dünyada. Dünya; kötüleri ile güzeldir. Kötü olmazsa güzel nasıl bilinir. Hastalar olmasa sağlıklı olanlar sağlıklı olduğunu nasıl bilir?

Bu gün yazdığım bir yazımı sana göndermeyi unutmuşum. Şimdi fırsat bu fırsat diyerek sana da göndermeyi uygun buldum.

Şimdi kal sağlıcakla, kucak  dolusu sevgiler sana…

HB, 2.4.2005

+

Pek saygıdeğer büyüğüm.

Kıymetli elleriniz ve us’unuzdan saygı ile öperim ilkin sizin.

Yeşermek ne kadar güzel ve olgun bir durum. Ne mutlu bana ki, sizler gibi değerli insanların akıl ışığında yeşermeye, filizlenmeye çalışıyorum. Şanslıyım ben, şanslılardan olanım.

Ensest ilişki hakkında vermiş olduğunuz bilgi için pek çok teşekkürlerimi sunarım. Bir de, şahsi kanaatinizi dinlemek bahtiyarlığına erdirir misiniz beni?

Levent ERTÜRK meselesine gelince… İkinizin bu durum yüzünden ayrı düşmesine çok içerlediğimi bilmenizi isterim. Sizi desteklememiş ya da haklı görmemiş olması, iletişimin kopmasına sebep olmamalıydı kanımca. Siz ki olgun, pişmiş, geniş düşünceli ve anlayışlı birisiniz. Eminim Levent ERTÜRK’ün bu konu hakkında size bir iki açıklaması olacaktı tavrından dolayı. Bazen, birbirimize sunmadığımız zaman, vermediğimiz fırsat ya da takınılan durum ( tavır ) nedeni ile kopukluklar ve ne acıdır ki yanlış anlamalar olmaktadır.

Ben, yüksek müsaadeniz ile bu maili ayrıca Levent ERTÜRK’e iletmek isterim. Sizler gibi büyük ve engin düşünürlerin kırılmasına gönlü razı olmayacaklardan birisiyim.. Hele hele hala arada değer verme kavramı taze ise. Bunun için bana kızmayacağınızı umar, hep dinç, sevgimiz ile hep özgür kalmanızı dilerim.

Size sonsuz saygım ve hayranlıklarım ile.

Filiz ERGİN, 4.4.2005

+

Not: Sayın ERTÜRK, bu maili okur iseniz bana “Ensest ilişki” hakkında düşüncelerinizi de iletmenizi rica edeceğim. Bu konuyu sormak istediğim yegane kişilerden biriside sizsiniz.

Size de sonsuz saygım ve hayranlıklarım ile,

X

Sayın BALTA;

Hürmetlerim ile ilkin ellerinizden öperim. Bana yolladığınız tüm mailleri bu adrese yollamanızı rica edeceğim. Daha çabuk okuyabilirim.

Bu arada, İstanbul’a umarım gelmediniz. Gelip beni de görmezseniz çok üzülürüm. Çünkü o güzel ellerinizi öpmek istiyorum. O güzel yüzünüze bakarak sizi dinlemek istiyorum.

Güzel kalın hep lütfen.

Saygım ile,

Filiz ERGİN, 4.4.2005

X

Hayri bey,

O değerli vaktinizi almak istemezdim böyle bir konu için ama, yardım
istediğim konu çok değer verdiğim bir dostum için. Kendisi Bangladeşli.
Çalışma iznini alması lazım. “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan”
izin alması gerekli ama Türkiye’de bürokrasi nasıl işliyor, biliyorsunuz….
İşi hızlandırabilmek için tanıdık birilerine ihtiyaç duymaktayız.

Bu konu hakkında bana yardımcı olabileceğiniz kaynaklar var ise,
bildirmenizi istirham edeceğim. Umarım sizi yormam.

Saygım ile size

Filiz ERGİN.20.4.2005

X

Saygıdeğer büyüğüm;

O değerli vaktinizden benim için ayırıp, yardımcı olduğunuz için size nasıl
teşekkür edeyim ben? Yetmeyecek ki kelimeler!..

Şirket telefonunu özel görüşmelerim için kullanamıyorum. Akşam, iş çıkışında
cep telefonum için kontur alacağım ve sizi arayacağım. Yaptığınızı unutamam.
Sonsuz teşekkür ve minnettarlığım ile…

Naçizane benim, siz değerli bir zat için yapabileceği bir şey olur ise,
lütfen.. ama lütfen bildiriniz. Elimden geleni seve seve yapacağımı bilmenizi isterim.

İstanbul’a gelmenizi de dört gözle beklediğimi bilmenizi isterim. O muhterem
ellerinizi öpmeyi çok arzu etmekteyim.

Saygım ile güzel ellerinizden öpüyorum.

Filiz ERGİN, 20.4.2005

x

Değerli büyüğüm

Her zaman söylediğim gibi, hata bizden affetmek sizden. Son aylarda, yeni bir şirket kurduğum için çok meşguldüm.

Ayrıca psikolojik sorunlarım vardı. Sık sık panik atak nöbetleri geçiriyordum. Sonunda ilaç tedavisine başladım.

İstanbul’da Erenköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde alkol bağımlılığı tedavisi gördüm. Bu süreç içinde hem ailemi, hem de beni seven sayan dostlarımı çok üzdüm.

Size karşı en ufak bir kırgınlığım yoktur. Eğer yazamıyorsam, bunun iki sebebi mevcut. Birincisini az önce açıkladım.

İkincisi ise, siz pek çok şeyi aşmış olgun kamil bir insanınız. Benim size bir katkım olamaz; aksine sizden alacaklarım olur.

İstanbul’a geldiğinizde lütfen beni arayınız. Ben ayrıca İstanbul’da çok saygıdeğer dostlarla tanıştım. Mesela Tuncay

Değiş kardeşimi mutlaka çağıracağım. Tuncay hala sosyalist insanlık ülküsüne bağlı, dünyadaki tüm haksızlıklara

çok üzülen bir arkadaşımızdır. Yüzlerine karşı doğruları söylediği için bizim İslamcılar Tuncay’dan hiç hoşlanmaz.

Filiz hanımla tanışmayı ben de çok arzularım. Sağolsun bana çok güzel bir yazı göndermiş, çevresine beni

methetmiş. İlk fırsatta gruplara tekrar geri döneceğim. Elbette size de yazılarımı göndereceğim.

Saygılarımla

Levent Ertürk

X

Bu gün güzel yazınızdan ve sizden mahrum kaldım. Umarım iyisinizdir.

Ellerinizden öperim.

Saygım ile,

Filiz ERGİN, 21.4.2005

X

Sevgili Filiz,

Önce sevgimiz,

Birkaç gün önce işyerinizin adresini bildiren bir ileti göndermiştiniz, şimdi bulamıyorum. Demek ki yanlışlıkla silinmiş, o iletini bana yeniden göndermeni rica ediyorum.

Sevgiler,

H.B. 23.4.2005

X

Çok güzel bir yazıydı, sizler ile paylaşmak istedim.

Saygım ile,

Filiz ERGİN.

Namusun kantarı cinsellik

Mine G. Kırıkkanat

Dinden politikaya ve düşünceden eyleme, tartışılmayan her konu ve tabuda korkulan ya da utanılan bir gerçek vardır. Bayrağından kutsal kitabına, özel kişiliğinden tüzel kişiliğine her şeyini ‘namus’la ölçen bir toplumda namussuzluğun da aynı enlem ve boylamda yaygın olması raslantısal değildir. Başka bir deyişle yarası olan gocunur ve insanlar en çok eksik değerleriyle övünür, yokluğundan kuşku duyduklarına takarlar. Kim gençlik güzellik peşinde koşuyorsa, yaşlandığı içindir. Vatanseverlikten en çok o vatanın içine edenler nasiplenir. Ahlaktan en çok söz edenlerse bilin ki, en büyük ahlaksızlardır.

Türkiye’nin içinde boğulduğu sığlığı, geriliği, vahşi cehalet ve cahil olmayanın bile aşamadığı yasakçılığı düşünürken; bazen bütün bu olumsuzlukların kaynadığı kazanı temelde bir ögenin ateşlediği, kavram kargaşasından eylem bozukluğuna toplumsal ölçekte yanlış bir başlangıç yapıldığı duygusuna kapılıyorum.

Bu yanlış başlangıcı arayıp tararken aynı nakarat, hep ‘namus’ çıkıyor karşıma. Her alanda felsefi düşünce eksikliğinin bedelini ödeyen Türk toplumunda, herkes namustan söz ediyor, ama ‘Namus nedir?’ diye sorsanız, birkaç seçkin dışında üzerinde düşünmüş olan yok ve alacağınız yanıtlar, ‘Çalmayacaksın, çırpmayacaksın’ gibi maddi ya da Kuran klişeleriyle sınırlı dini referanslara dayanıyor.
Oysa Türkiye’de bol bol çalınıp çırpılıyor, mümin Müslüman toplumun da anladığı ‘namus’, cinsellikle tartılıyor, cinsel ilişki biçimiyle ölçülüyor. Bu ilişkide yasal bile değil, eğer dini meşruluk varsa ‘namuslu’ olunuyor, gayrimeşruluk ya da sadakatsizlik varsa ‘namussuz’. Ve erkek egemen toplumda, tabii ki mezura ‘kadın': Orospuluk, hem kadının hem de erkeğin namusunu bağlıyor, daha doğrusu namussuzluğunu belirliyor.

Tinsel tanımı yapılmayan bir ‘namus’ kavramına yüklenen cinsel boyut, dinsel ölçülere de pek uyduğundan, ekonomiden politikaya her alanda, ‘orospuluk’ ve ‘orospu çocukluğu’nun bir antitezi olarak çıkıyor karşımıza. Yani Türkiye’de namus, tinsel tezle kanıtlanamayan, ancak cinsel antitezle ‘var sayılan’ bir değer olup çıkıyor.

Töre cinayetleri, sadakatsizlik katliamları hep bu namus, bu cinsel antitezin ürünleri. Ama cinai döküntüler, yalnızca yan etkiler. Asıl hasar, beyinlerde.

Örneğin bir politikacı, Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 8 Mart’ta AKP’li kadınlara yaptığı konuşmada, Avrupa ahlakını, yani ahlaksızlığını hem de istatistik olarak, ‘Bunların yüzde 27’si evlilik dışı doğmuştur. Demek ki 100 milyondan fazla insan, evlilik dışı doğmuş. Bunun ahlaki tarafını bir kenara bırakıyorum,’ diyebildi ve Türkiye’deki kadın haklarını, ‘Batılı kadın keşke Türk kadınların yerinde olsaydık, diye düşünüyor,’ safsatasıyla övebildi!

Böyle bir söylemi neresinden tutup nereye koyarsın ey seyirci? Muhterem beyefendi, ömründe acaba kaç Avrupalı kadın gördü, kaçıyla konuştu, hangilerinin derdini sondajladı ki, birileri kendisine, ‘Ah, ah, keşke Türk kadını olsaydık da, bizim de başımızda sizin gibi bir kadın hakları savunmasına bakanımız olsaydı!’ diye gıdakladı bilinmezliğine mi yanarsın; yoksa evlilik içi ahlak, evlilik dışı ahlaksızlık tanımına mı şaşarsın? Ben ikincisini daha ilginç buluyorum, çünkü sayın bakan, adeta benim cinselliğe indirgenmiş namus savımın canlı kanıtı. Namuslu bir Türk prototipi.

Ya TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar, ucuza konut kapatmak isteyen milletvekillerini: ‘Ahlaksızlık neresinde bunun? Milletvekili karı mı satıyor affedersiniz, milletvekili bu vatanın evladı değil mi?’ diye savunurken, hangi namus, hangi ahlaka referans gönderiyordu sizce, evlilikle sınırlı meşru cinsel namustan başka?

Böyle bir ülkede gerçek namusu, ara ki bulasın!

Felsefi, siyasi ve sosyal namusun bulunmadığı yerde de ahlakın günah keçisi, elbette kadın. Namussuz kadın orospu, namussuz erkek orospu çocuğu. Sübyancılık bile namustur, oğlancılık da, yeter ki işin içinde kadın cinselliği, özellikle de kadın cinsel özgürlüğü olmasın. Siz hiç sübyancı, oğlancı kadın gördünüz mü zaten? Demek ki Türkiye’de namussuzluk kadına endeksli, namus da erkek erkeğe bir değerdir. Bu erkekler vatanı da milleti de böyle sever ve kadının cehaletiyle tesettürü, işte onların namusudur.

Filiz Ergin, 25.4.2005

X

Güzel büyüğüm…

Nasılsınız? Her şey yolunda mı? Sağlık sıhhatiniz iyidir umarım. İyi olduğunuzu bilmek isterim.

Benden bir isteğiniz, dileğiniz var mı?

Güzel ellerinizi dostluk ile, sevgi ile sıkı sıkı tutarım.

Saygım ve güzelliklerim ile size,

Filiz Ergin, 5.5.2005

X

Güzel Ergin,

Güzel olmasan beni güzel görmezsin. Sen bu güzelliğinle dünyalara değersin.

Senden istediğim bu güzelliği yitirmemendir. Ara sırada olsa mektuplarınla beni gönendir. Senden beklediğim, her ne olursa olsun kendine duyacağın güvendir.

Sundum her geçen gün filizlenen sevgimi sana. Şimdi kal sağlıcakla,…

Hayri Balta, 5.5.2005

+

NOT: Dinlenip dinlenip çalışıyorum. Basıma verilen “Yitmiş Bir adam” başlıklı kitabımın düzeltilmesi (tashihi) ile uğraşıyorum. İş adresini istememin nedeni de bildiriyorum: Sana bu kitap çıkar çıkmaz gönderiyorum.

X

Nasılsınız?

Yine uzun zaman ses çıkmadı sizden, meraklandım. Her şey yolunda, değil mi?

Ben, bu ayın sonunda işimi değiştiriyorum. Kendi işimi yapacağım bir firmaya
(profesyonel bir şirket) gidiyorum. Maaş ve bana sunulan imkan çok güzel. Hak ettiğimi alacağımı düşünüyorum artık. Bölümün yetkilisi olarak başlayacağım. Tabii biraz üzüntü var içimde.. buradan ayrılmak üzüyor. Herkes beni çok sevdi, ben de herkesi. Neyse, güzel olanı olsun.

Sizin iyiyi olduğunuzu bilmek istiyorum.

Güzel elinizden, yüzünüzden öperim.

Saygım ile size,

Filiz ergin, 20.5.2005

X

Ergin Dostum,

Benim değerli Dostum, Kendi işini kuracağını duydum, memnun oldum.

Ancak ayrılacağın iş yerini adresini vermişsin. İş yerini değiştirdiğin takdirde seni hangi adreste arayacağımı bildirmemişsin…

Bir haftalığına Gaziantep’te idim. Bu nedenle sizi ihmal ettim.

Bilseniz sizi ne denli özledim. Haziranın ilk haftasında oradayım, sizi görmek isterim. Söyle bakalım bana ben hangi adrese geldiğimi bildireyim.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana.

H.B. 23.5.2005

X

Güzel Büyüğüm,

İyi olduğunuzu bilmek içimi nasıl rahatlattı, anlatamam size! Ne olur arada bir, ben mail atmamış olsam bile ses veriniz.

Yeni işim için temennilerinizden dolayı size teşekkürlerimi sunarım. Lakin,
ben kendi işimi kurmuyorum efendim, kendi işimi yapabileceğim bir firmaya transfer oluyorum kısmet ise. Yeni adresimi de size, oraya başladığımda mutlaka ileteceğim.

Yeni iş yerim Florya’da olacak.

Haziran’da geleceğinizi yazmışsınız. Çok ama pek çok sevindim. Lakin ben Haziran başında Adapazarı’na gideceğim, gelir gelmezde yeni işime başlayacağım:(( Bu zamanlar, sizin gelme zamanınız ile çakışmaz, değil mi? Öyle olur ise, hayatımın en büyük üzüntülerinden birini yaşarım. Bana geleceğiniz tarihi yazar mısınız? Planlarımı ona göre ayarlamaya çalışayım.

Size sonsuz saygım ile,

Filiz ERGİN., 24.5.2005

X

Sevgili Yeşeren Filiz,

Sevgi  sende bir deniz. İnsan yaşar mı sevgisiz.

“… kendi işimi yapabileceğim bir firmaya transfer oluyorum” demişsiniz ya… Sizin kendi işiniz nedir acaba. Bilmek istiyorum merak bu ya…

Belki 1 ya da 2 Haziran’da bir haftalığına İstanbul’da olacağım. İstanbul’da  Etilerde kızımın yanında kalacağım. Her zaman şu telefonlarda hazır bulunacağım: 0 212 351 46 11 de ya şu numaradan ararsanız ben çıkacağım: 053787119401

Seni eleştiren bir kişiye verdiğin yanıtı beğendim. Ben sana boşu boşuna değer vermedim. Gerçekten seni beğendim, görmek isterim. Hem de özledim.

Şu isteğin aklımda kalacak. “Ne olur arada bir, ben mail atmamış olsam bile ses veriniz.” Demişsiniz ya haftada en az bir e-posta yollanacak…

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana,

H.B. 24.5.2005

X

Yeşeren Filizimiz,

Dün gönderdiğim aşağıdaki iletimin eline geçip geçmediğini merak ediyorum.

Sevgilerimle,

H.B. 25.5.2005

X

Can büyüğüm,

Hissettiğiniz sevgi deryası, sizin bana yansıyan tarafınızdan dolayıdır.

Bahsettiğiniz (Sözünü ettiğiniz) tarihlerde şehir dışında olacağım sanırım ama sizi görebilmek için gideceğim yerden erken dönmek için her şeyi yapacağım.

Levent beyler ile bir buluşma planlanıyordu, o ne zaman olacak? Onda da aranızda olmayı çok isterim…

Cep telefonunuzun numarasını fazla yazmışsınız, onu yeniden alabilir miyim? Kayıt edeyim telefonuma.

Benim işim, ifa ettiğim görev; müşteri hizmetleri yetkilisiyim. Yani şirketin müşteri hizmetlerinin biriminin; organizasyon, oryantasyon (yönlendirme), entegrasyon (bir araya getirme) ve projelerinden (tasarılardan) yetkili ve sorumlusuyum. Çok seviyorum işimi, pek çok. İletişimim kuvvetlidir ve çözümcü bir yapım vardır. Bu da işimde çok yarayan önemli noktalar.

Arkadaşımın mailine yazdığım açıklama için temennilerinize sonsuz teşekkür
ederim. Aydın bir genç olmak.. ilerleyen yaşlarda aydın olmak için bir
şeyler yapmaya gayret ediyorum. Umarım siz sayın ve değerli büyüklerimin
engin bilgisi ile de beraberinde muvaffak kalırım. Bildiklerimi ben de
geriden gelenlere aktarabilecek seviyede olabilirim.

Bana atacağınız her mail için şimdiden sonsuz şükranlarımı sunarım.
Benden, İstanbul’dan bir dileğiniz var ise, lütfen bildiriniz. Elimden geleni
seve seve yaparım.

Görüşmek güzelliği ile, güzelliklerinizi öperim.

Saygım ile,

Filiz ERGİN, 25.5.2005

X

Bir tanecik büyüğüm;

Söz konusu iletiniz bana ulaştı ve ben aşağıda ki yanıtı yazmıştım size. Sanırım ulaşmamış. Yeniden yolluyorum efendim.

Güzel ellerinizden, us’unuzdan öpüyorum.

Saygım ile size,

Filiz ERGİN, 26.5.2005

X

En az on kişi ile paylaştığımda bu yazıyı, daha mı milliyetçi, özcü, idealist olacağım? Bana çıkarı olacak mı bari? Milliyetçi olmayan benim, milliyetçiliğe inanmayan benim düşüncelerimde bir değişme olacak mı? Kurtulacak mıyım bu amansız inançsızlığın elinden?

Böyle bir furya başladı, tam hız esmeye devam ediyor. İnbox’ıma düşün maillerde yada inanmayacaksınız belki ama elime tutuşturulan kağıtlarda yazanlar ve verilen abuk mesajlar, neye hizmet etmeye çalışıldığı anlaşılmayan içeriklerde yazanlar tam bir şok etkisi yaratmakta zavallı beynimde!..

“Bu yazıyı en az 13 kişiye göndermelisin, sana şans, güzel gelecek, huzur, paralı bir yaşam sunacak. Göndermez isen, 13. günün sonunda uğursuzluk ile karşılaşacaksın!”

” Rüyamda gördüğüm beyaz sakallı, nur yüzlü dede söylediklerini kağıda dökmemi ve en az 7 kişiye bunu iletmemi istedi. Bu durumda kısmetim açılacak, şanssızlıklarım tümden yok olacakmış hayatımdan. Eğer bunu dikkate almayanlar olur ise, başlarına gelmedik iş kalmayacakmış!..”

Sonra iş daha yoğunlaştı, daha modernleşti tabii. Kağıttan maillere terfih etti, ardından da cep telefonlarımıza. Bir gün, bir arkadaşımın mesajını gördüm cep telefonumda. Arkadaşımda öyle sık sık mesaj yollayan birisi değildir. Hatta bu konuda cimri diyebileceğim kadar hesapçı davranır. Bakıp acı acı gülmek için silmemiştim, aynen aktarıyorum; “Bu duayı yavaşça söyle “Allah’ım seni seviyorum, sana ihtiyacım var, kalbime gel. Bu duayı beş kişiye gönder, bir mucizeyle karşılaşacaksın yüzde yüz, lütfen dene.”

Ben denememek ile hata mı yaptım acaba? Hay Allah, yeni bir işe de transfer oluyorum ay başında, belki güzel bir mucize yakalamış olurdum! Bereket, beş kişi ile paylaşmadığımda başıma facia durumlar gelmeyecekmiş. Bundan kurtuldum en azından!

Saygım ile,

Filiz ERGİN. 27.5.2005

X

Sevgili Yeşeren Filizimiz,

Artmaktadır sevgimiz. Aşağıdaki  ve üste ki yazı senin mi? Seninse; H.B. ve L.E. ‘ün bazı görüşlerini kabul etmiyorum denebilir mi?

Gerçi kabul etmek zorunda değilsin kimsenin fikirlerini olduğu gibi. Her ne pahasına olursa olsun insan korumalı kişiliğini… Sayende de öğrenmiş olduk Hasan Mahir adlı kişinin çok çarpıcı fikirlerini…

+

Neyse önce bildirelim cep telefonumuzun doğrusunu. 05378719401. Demek ki eski bildirdiğim numarada fazladır ortadaki bir.

+

İstanbul’a gelme düşünceme gelince, sen bana söyle, gidiş geliş tarihlerini. Ben ona göre ayarlarım gidiş geliş tarihlerimi. Çünkü aramızda görmek istiyoruz seni. Çünkü aramızda görmek istiyoruz senin gibi sevgi dolu bir meleği…

+

Ayrıca yeni adresini de bildirmeyi unutma. Eğer bağlantı koparsa aramızda verdiğim numaralardan beni aramayı unutma.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana.

H.B. 27.5.2005

X

Saygıdeğer büyüğüm,

Önce sağlık sıhhat sunarım size.

Ben sanırım Çarşamba yada perşembe günü istifamı veriyorum. Hafta sonu
Adapazarı’na gidebilirim. Hafta ortası da geri dönebilirim. Tam netlik ne
yazık ki yok şu an ben de.

Sizin planlarınızı da aksatmak istemiyorum. İşe gireceğim firma 6. da iş başı yapmamı istiyor lakin ben biraz tatil yapıp geçmek istiyorum. Yazın tatil vermeyecekler çünkü!

Sitenizi kim hazırladı Hayri bey? Biraz yalın olmuş… Bir iki eklenti lazım
kanımca.

Mesela; yazarların isimleri ana sayfada yer alabilir, üzerine tıklandığında
onun için özel hazırlanan sayfaya geçilmeli. Kişiye ait ana sayfada öz
geçmiş ve hakkında yazılar, diğer sayfalarda da yazıları olabilir. Ki,
sitenizde düzen olması lazım. Ben, vaktimin geniş bir anında sizin siteniz
hakkında bir iki proje oluşturayım izniniz ile… Çok fazla amatör görüntüsü
var. Ve yine izniniz ile, bana zamanında yaptığınız yazarlık teklifini değerlendirmek istiyorum uygun vaktimde…

Saygım ile size, 30.5.2005

x

Yeşeren Filiz’imiz,

Hayırlı olsun yeni işiniz.  Ancak bir şey dikkatimi çekti. Verdiğiniz adres eski adresiniz…

İstanbul’a gidiş planını değiştirdim. Haziran’ın 10’nundan sonra gidebilirim ancak. Bu duruma göre sen rahatça git Adapazarı’na, keyfine bak.

Sitemiz hakkında görüşlerine hak veriyorum. Ne var ki 71 yaşında girdiğim Bilgisayar dünyasında bundan daha iyisini beceremiyorum.,

Eğer senin olanağın varsa bir taslak hazırla. Hazırladığın taslağı beğendikten sonra bana yolla…

Başka ne diyebilirim sana, şimdi kal sağlıcakla,

H.B, 30.5.2005

X

Sayın arkadaşlarım;

Yeni e-mail adresim, bilginize sunarım.

Görüşmek dileğim ile,

Saygılar.

Filiz ERGİN.

X

Sevgili Yeşeren,

Görüşebilseydim iyi olurdu gerçekten. Ama gönüller bir olsun daha iyidir hepsinden.

Görüşebilseydik sana iki kitap verecektim. Hem de adınıza imza edecektim.

Şimdi sen kitabı al yalnızca. Adına imza ederim sonra.

Gülçin Kızım’ın telefon numarası: 0212 351 46 11’dir. Telefon ettiğinde o sana verdiğin adresi posta ile gönderecektir. Alır almaz, oku hele, sana nasıl gelecektir.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…

Hayri Balta, 4.6.2005

X

Sevgili Yeşeren’imiz,

Hoş geldiniz.

İletiniz alınmıştır, adresiniz yazılmıştır.

Sevgiler,

H.B. 7.6.2005

X

Gülçin Kızım,

Önce sevgi sundum.

Yitmiş Bir adam ve SSS (Sevenler-Soranlar-Sövenler) adlı kitabımızdan Filiz Ergin adındaki bir bayana, ikisi bir arada birer tane, göndermeni istiyorum.

O sana kitabı göndereceğin adresi bildirecek. Bir an önce ona adı geçen kitabı ulaştırman beni sevindirecek…

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana,

H.B. 24.6.2005

X

Sevgili Filiz,

Öksürmemi dert edinmeyiniz. Öksürmek bizim her zaman ki halimiz.

Ekli olarak sizinle olan yazışmaları gönderiyorum. Eksiğim varsa tamamlamanı istiyorum.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…

Hayri Balta, 25.6.2005

X

Güzel büyüğüm;

Ben yazışmalarımın hiç birini arşivleme yapmadığım için, eksiklik varsa bile tamamlayamayacağım ne yazık ki…

İyi olmanıza sevindim doğrusu.

Saygım ve sonsuz sevgim ile size,

Filiz ERGİN, 25.6.2006

X

Gülçin hanım;

Aradınız, sesinizi duyurdunuz.. ihya ettiniz beni. Çok teşekkür ederim.

Ayrıca zamanınızdan ayırıp bana kitapları ulaştırma zahmetinde bulunduğunuz için de ayrıca teşekkürlerimi sunarım.

Adresim;

Çiğdem Mahallesi Sarıkaya yolu No:43/45 Paşabahçe/BEYKOZ/İSTANBUL

Hayri bey ile görüşemediğim için çok üzüldüm. Dilerim sizin ile tanışmak güzelliğine nail olurum.

Benden bir dileğiniz, isteğiniz olur ise, memnuniyet ile yapacağımı bilmenizi isterim. Bilmiyorum internet kullanıcısı mısınız? www.ekonomikticaret.com adlı sanal mağazamıza girip, gezmenizi rica edeceğim. Herhangi bir eksik yada ihtiyacınız var ise, fiyatta yardımcı olmak kaydı ile size hizmetimizi sunmak isterim.

Sonsuz saygım, sevgim ile size,

Filiz ERGIN, 25.6.2005

x

Hayri beyciğim;

Pek saygıdeğer kızınız Gülçin hanım aradılar eksik olmasınlar bugün beni. Kitap ulaştırmak için açık adresimi mailledim kendilerine. Size ve kendilerine, bana sunduklarınız için sonsuz teşekkür ederim.

Vicdan aynası ile yazışmalarınızı okuyorum şu an. Meraklandım, sonunda ki yazışmalarınıza dair. Dahası var ise, yollamanızı rica edeceğim.

Ahh, sizi göremedim ya.. nasıl dert oldu içime.

En kısa süre de görüşebilmek güzelliği ile.

Güzel yüzünüzden doya doya öperim.

Saygılarımı, hürmetlerimi sunarım efendim.

Filiz ERGIN, 25.6.2006

X

Hayri beyciğim, güzel dostum, kazandığıma sevindiğim yegane insan;

Yazılarınızı yolluyorsunuz, okuyorum büyük açlık ve ilgi ile. Allah ve inanç kavramınız çok ilginç ve bir o kadar da çok güzel. Çok seviyorum bu yanınızı. Bir dine mensup olmayan/olamayan ben sormak isterim izniniz ile size; hayran kaldığım göğü yaratan kim yada nasıl var oldu sema? Çiçekler, börtü böcekler… insanoğlu nasıl var oldu?

Merakla beklemekteyim cevabınızı.

Güzel us’unuzu, yüzünüzü öperim.

Hürmetlerim ile;

F. E. 25.6.2006

+

Sevgili Filiz,

Sizedir sevgimiz.

İletinde iki soru var. Biri: “Nasıl var oldu?” İkincisi . “Nasıl oldu sema?”

İşte bütün insanları düşündüren bu konu. Oysa bilim bu sorunun yanıtını buldu. “Hiçbir madde oktan var olamaz; var olan da yok olamaz.!” (Lavezion yasası)

Eğer bilime saygı gösterirsen; bu konuda olmamalı şüphen… Yok, bilime saygın yoksa; muhakkak bir yaratan ararsın sen…

O yaratan ki gözümüzün önünde, altımızda, üstümüzde… Asıl önemlisi içimizde.

O içimizde olup uyandırılmayı beklemektedir. Eğer uyarırsak O bize yol gösterecektir.

“Yaratan kim, nasıl oldu sema?” derseniz; sorarım ben de size: “Yaratanı kim yarattı?” diye?

Bu bir kısır döngüdür. Bu kısır döngü hayvanlarda yok, insanlara özgüdür…

İnsan bu soruyu sorar. Sorduğu soruyu kendi yanıtlar. “Yaratan bir Allah var!” diyerek işin içinden çıkar.

Burada yaratan insandır. İnsan var derse Allah vardır; yok derse yoktur. Demek ki insan Allahı yaratandır…

Bu nedenle, şu an, dünyamızda 360 tane din var. Bunların hepsi de Allah der yatar, Allah der kalkar. Ellerinden gelse hemen birbirlerinin boğazını sıkar.

Allah varsa, dini tekse, kaldırsın 359 tanesini. Niçin seyredip durur bunların birbirini öldürmesini… Allah değil mi, önlesin bu kavgayı göstersin kendini.

Unutma ki bütün dinciler Allah’a mal etmiştir kendi tercihlerini. Yine unutma bunlar dolduracaktır eğer varsa cehennemi…

Kendisinde zerre kadar Allah, din duygusu olan; şu kafir, şu müşrik, şu dinli dinsiz diye kendisi gibi düşünmeyenleri öldürür mü? Bir de Allah dediğin kendi yarattığı kadını, erkekten aşağı görür mü?

Bütün kutsal kitaplarda kendileri gibi düşünmeyenleri öldürmek vardır. Bütün kutsal kitaplarda kadın aşağılanmıştır. Bu saydıklarım eğer Allah’tan ise; bu onun Allahlığına yakışmayacaktır.

Haydi var diyelim, biz yaşarsak “insanlık erdemi”ne göre… Allah dediğin karışır mı bize; niçin erdemli yaşıyorsun diye.

Varsa, yoksa bize ne? Olsa bile, biz insan gibi yaşarsak, kendimizi bilirsek niçin karışsın bize?

Bilmem bu yanıt yetti mi sana? kafana takılan varsa sor bana…

Şimdi kal sağlıcakla,

Hayri Balta, 25.6.2006

X

Değerli vaktinizi bana ayırdığınız için, yanıt verdiğiniz için teşekkür ederim.

Bilime inanırım. Bilimsel çalışmaları sever, gerek özel yaşamımda, gerek iş hayatımda da bilimsel olanlar ile duruma vakıf olmayı yeğlerim.  Lakin, bildiğiniz gibi bilimsel çalışmalarda muallak yoktur, kesinlik vardır. Soyut yoktur, somut vardır. Tanrı ise soyuttur. Sizin söylediğinize bakılırsa, yoktan var olma yok, bir ebediyet var dünyanın var olması bakımından.

Aslına bakarsanız benim her iki taraftan ( inanan ve inanmayan ) okuduklarımın, gördüklerimin, dinlediklerimin toplamı, her iki düşüncede de inanılmaz çelişkiler dolu olduğunun kanıtıdır. Burada da hemen Levent ERTÜRK’ün çok doğru bulduğum sözü gelir aklıma: “Akıllı insan, düşünen insan, aklını kullanan insan her zaman çelişki içinde bulur kendisini. Çünkü ona sunulduğu gibi almaz, sorgular…”

Tanrının içte olmasının daha önemli olduğunu söylüyorsunuz; size tümden katılıyorum. Önemli olan insanda ki erdemdir, niyettir. Dediğiniz gibi, nice inançlar arkasına saklanan, inandıkları maneviyatı çıkarları uğurlarına peşkeş çeken çirkef insan bulunmakta. Burada sizin ile hemfikirim. Lakin, yeryüzünde inanan yada inanmayan bir çok insan sayıca üstün kötü olmak durumundan.

Velhasıl; ben bir yaradanın olduğuna inanıyorum. Buna ister maneviyatın bir tarafa sığınma ihtiyacı diyelim, ister gerçekleri tam olarak algılayamamak diyelim, ister doğuştan bu yana içinde bulunduğumuz durum ve toplum yapısının empozesi diyelim.

Peki; diğer gezegenlerde sizce yaşayan canlılar var mıdır? Buna da bilimsel bakış açısı ile yanıt geleceğini biliyorum ama yine de sormak istiyorum, bilimsel açıklamasını bilsem de.

Sizi seviyorum. Sizi sevgi ile öpüyorum. Saygım ile.

Filiz ERGİN.

25,06,2005, cumartesi

x

Sevgili Balta,

İşte bu lafını çok beğendim… Tümüyle katılıyorum fikrine..

“…Çünkü yöneticilerimiz hâlâ dincidir, milliyetçidir, fetihçidir. Bu nedenle bizdeki demokrasi göstermeliktir.  Şunu da iyi bil ki laiklerimiz bile laik değildir…

Sakın aldanmayalım bunlara. Karanlık işlemiş bunların ruhlarına…”

Lafınla bin yasa!

Dr. Cengiz Buker, 26.5.2005

X

Sevgili Filiz,

Gülçin kızımı hemen aramakla iyi ettiniz. Adı geçen kitapları en kısa zamanda gönderecektir, bilesiniz. Seversiniz Gülçin kızımı görürseniz.

Sizinle yaptığım yazışmaların daha önce de almıştım çıkışını. Şimdi 32 sayfa oldu bilmek isterseniz eğer sayısı.

Bunların neler olduğunu gönderirsem görürsün neler yazdığımızı… İnsan siler mi, benim kini değil de senin yazdıklarını…

Elbette bu sizin içinde bulunduğunuz koşullardandır. Koşulları güzelleştirmek sizin sabrınıza dayanır. Yapılacak iş; yaptığın işi yitirmemektir. Gördüm ki işyeriniz iyi bir yerdir. Zorunlu olmadıkça bu işi değiştirmemek gerektir.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…

Hayri Balta, 26.6.2005

X

From: Suat Emiroğlu [mailto:suat.e@superonline.com]

Sent: Monday, June 27, 2005 10:47 AM

To: Filiz ERGIN

Subject: Fw: Sitemiz için…

Importance: High

Şişt Devinimli, sen hayatta mısın:)))

Sesin soluğun çıkmıyor yeni işte sıkıyorlar seni sanırım çok mu yoğun çalışıyorsun ?

Hayri amcana selam, kedine dikkat et :))))

Suat, 27.6.2005

x

HEPSİ HAK’TA (ŞERİAT’TA) VAR

Şu da Başbakan Erdoğan’ın yıllar önce yaptığı konuşma. 26 Haziran 2005 tarihli Günaydın’daki Kemal Baytaş’ın yazısından, olduğu gibi:

“ERDOĞAN yıllar önce bir Rize konuşmasında “Akla da, bilime de gerek yok, bunların hepsi Hak’ta (şeriat’ta var)” diyordu. Şimdi bu kural uyarınca aklı kullanmadan ülke yönetiyorlar.”

+

Bu satırları okuduktan sonra Sayın İlhan Arsel’in 11 Ağustos 2002’de  bana gönderdiği bir mektup aklıma geldi. Aşağıya alıyorum.

Aziz Dostum Hayri Balta,

7 Ağustos tarihli ve “Sitemiz için…” başlıklı sayfa’yı gözden geçirirken, kalbi, gönlü saf, kafası saf, ruhu saf, yâni her yönü ile saflık örneği şeriatçı vatandaşlarımızdan birinin sizi, “Cennetteki hûriler” konusundaki İslamî buyruklarla büyüleyip kazanmağa ve “Cihad” taraftarı yapmaya çalıştığını gördüm.

Din adamlarından edindiği bilgilerle Kurân’dan ve hadislerden bazı örnekler veriyor. Her şeyden önce Muhammed’in şu câzip sözlerini naklediyor: “Cennet ehlinden bir erkek, beş yüz huri, dört yüz bin kız, ve sekiz tane de dul ile evlenir…”.

Yine Muhammed’ten naklen bildiriyor ki Cennet’e girecek olan erkeklerden her biri, Tanrı’nın kendisi için ayrıca yarattığı yetmiş iki zevce ile devamlı şekilde cinsi münasebette bulunulacaktır. Şunu da ekliyor ki, Tanrı, her cinsi münasebetten sonra kadını bâkire kılacak ve erkek, her sevişmeden sonra eşini bâkire bulup bitmeyen bir zevkle dalacaktır.

Bir erkeğin, bu kadar çok kadınla cinsi münasebette bulunmasına akıl erdiremeyeceğinizi düşünerek şunu da bildiriyor ki, cinsi münasebet yüzünden erkeğin cinsel organı asla sönmeyecek, kadının cinsel organı da asla sızı duymayacaktır.

Her ne kadar çeşitli yayınlarımda, özellikle “Şeriât ve Kadın” (sayfa: 563 ve d.) ve ayrıca “Kuran’ın Eleştirisi” adlı kitaplarımda, yukarıdaki örnekler dahil cinsel yaşamlarla ilgili nice şeriat verilerini ele almış ve eleştiri konusu yapmış olmakla beraber. Bu vatandaşlarımızın şehvet kabartmak amacı ile söylediklerini okurken, hani neredeyse benim de koyu bir şeriâtçı olasım geldi. Ne var ki kör olası aklım karşıma dikildi de bana “hidayete” erişme fırsatı vermedi.

“Şeriât ve Kadın” adlı kitabımda (sayfa 559 ve d.) şöyle diyorum: “Kuran’daki cennet anlatımları kadar Müslüman erkeğini büyüleyen bir başka şey yoktur: yeşil ırmaklar, koyu gölgelikler…, her türlü meyveler, vb… Fakat bütün bunlardan gayrı asıl.. emsalsiz güzellikte ve memeleri yeni sertleşmiş kızlar…”.

Yani demek istiyorum ki bu cennetlere kavuşmak için Müslüman erkeğinin yapmayacağı çılgınlık yoktur. Nitekim gözlerimiz önünde cereyan eden günlük olaylar bunun en canlı kanıtı.

Kitaplarımda ve yazılarımda her vesileyle şunu belirtirim ki Tanrı’yı, erkeklere güzel kadınlar, bâkire kızlar tedarik edermiş, onların şehvet gâilesini gidermek hususunda her şeyi düşünürmüş gibi tanımlamak kadar, Tanrı fikrini yücelikten uzaklaştırıcı, ve daha doğrusu aşağılatıcı başkaca hiçbir şey olamaz.

Bilmiyorum bizim şeriâtçılarımız, Cennet ve Huriler konusundaki şeriât buyruklarının, Tanrı anlayışını zedelemek, ve kişileri ahlâkilikten yoksun etmek bakımından son derece sakıncalı olduğunu nasıl ve ne zaman idrak edebilecekler?

Tanrı’yı insanlara kadın-kız bulup onları birbirileriyle çiftleştirirmiş gibi tanıtmanın Tanrı’ya hakaret olduğuna hakaret olduğunu ne zaman anlayacaklar.

İyiliklerle kalın.

İlhan Arsel, 11 Ağustos 2002

+

Maşallah, döktürmüşsün yine.:)

Ya ben kim, devlet ile işi olmak kim!:) Eğleniyorum kendim ile Emiroğlu… Ciddiye alman çok hoş ama. Evet, bana iltifat ettiğinin farkındayım. Yiğidi öldürelim, hakkını yemeyelim!:) Ama onların, iltifattan çok gerçek olduğunu düşünüyorum!:) İzin ve biraz şımarayım işte.

Var olan bir teşkilata girer isem, söz seni de sokacağım. Sen de bu muhalefet ruh varken, propaganda kanadından seni mutlaka değerlendirirler diye düşünüyorum!:)

Şimdi gelelim upuzzzuunn yazdıklarına; Ben, gruplarda yazmıyorum artık, evet… araştırmaya, doğruyu bulmaya çalışıyorum. Amacım laf ebeliğinden çok öğrenmek yani. Belki bu yüzden biraz da yazmıyorum bu aralar. Şaşırabilirsin, ben dinlere inanmıyorum bu aşamadan sonra. Tanrı inancını da sorguladım ( ki hala sorguluyorum ), şu an varlığına inanıyorum. Dilerim bir sığınma ihtiyacı değildir benimki, ki öyle olduğunu sanmıyorum. Ama, din denilen bir şey cidden tam anlamı ile uyuşturucu! Çok derin konular bunlar be Emiroğlum.

Hayri beyler, diğerleri… tanısan ne ciciler. Hayri bey cidden dostum, bana inanılmaz yardımları dokunmuştur. Biz onun ile telefonda, özelde sık sık görüşüyoruz! İşsiz zamanlarımda bana  para  yardımı teklifi etti. Bunu kim yapar ki bir başkası için? Elbette kabul edilir bir şey değil benim için. Babamın bile zor durumlarımda yardımını kabul etmiş değilim. Önemsediğim bana yardım elini uzatması, beni önemsemesi, değer vermesi. İstanbul’a beni görmek, tanımak için geldi… Sitesinde yazar olma teklifinde bulunda, kızı ile tanıştırdı, kitap yolladı bana ( kendi yazdıklarını ), daha bir çok şey işte…

Levent bey bu aralar iyi değil. Yine hastaneye yattı. Allah onun yardımcısı olsun. O da yazılarında çok iyi.. düşüncelerinde çok karışık! Çıkamadı kendi düşüncelerinden bir türlü. Zor onun işi.. pek zor.

Tarikat olayına gelince; ben cidden katılmak istiyorum aralarına. Gerçekten şekilci inananlardan değillerse eğer, beni her halim ile aralarına bence kabul ederler. Allah dostu insanlar şekle değil, kalbe, niyete bakarlar bence… Güvenilir olanlarından birine girmek arzusundayım. Tasavvuf apayrı bir deniz. En kısa süre de gerçek anlamda onun da içine gireceğim.

Milliyetçilik düşünceme gelirsek eğer; bu biraz ütopik! Ben, toprak bölünmelerinin tam anlamı ile çıkar adı altında yapıldığına inanıyorum. Dünya bir bütün ve toprak bütünlüğü benim için dünyayı kapsayan bir şekildedir. Sadece sınırları belli topraklar Devinimli kız Ergin, yine de karşı çıkma huyundan vazgeçmemişin bildiğini okumaya devam ediyorsun :=))))

Demişin ki, din şekle sokuyor normlara sokuyor, güzel kardeşim Din dediğin elbetteki insanoğlunu şekle ve bir düzene girmeye zorlayacaktır. Din dediğin insanoğlu için inmiştir. Sana bana kimseye ellemeyen değmeyen hiç bir izm, hiç bir ideoloji, hiç bir fraksiyon olabilir mi? DİN ise bütün insansı düşünce ve akımlardan üstün tek bir kaynaktan gelmesi açısından kutsal ve katiyyetle insanoğlunun  dünya ömrü süresinde kendisini, toplum içindeki davranışlarını belirleyen en büyük etkendir. Bu etken bir unsuru beni şekle şimala sokuyor ben buna gelemem diyorsun, peki sen küçükken annen seni şekle soktu, büyüdün çevrendeki kişiler dışarıya adım atmanla çoğaldı farklılaştı birde çevren seni şekle sokmaya başladı, sen sanıyor musun hepsini ben kendi kendime yaptım, öyle bir şey olabilir mi, burnuna taktığın hızma da bile senin hür iraden yok, tek etken onu bulup çıkaranların sana bunun yakışacağını düşündürtmesi, bu illa sana al bunu tak yakışacak demeyecekler elbette senin gözlemlerin araştırmaların, buluşların ve kendi kendine analizlerin sonucu bir şeylere dahil olma kendini iletme güdüsü ile bir takım düşünceleri kalbinde aklında bulman sonucu etkileşme ediminin gerçekleşmesidir bütün bu devinimler.

Din etkileyecek elbette, Din sana şunu yap ama bunu yapma diyecek, hiç mi bu sözleri duymuyorsun, iş yerinde patronun müdürün, bunu yapacaksınız sakın bunlara girme bu senin görevin değil o alinin görevi. Misal sen bilmediğin görmediğin anlamadığın bir mevzuda hayır ben özgür olmak istiyorum ben sadece web sayfaları hazırlamak için uğraşmayacağım ben bu mamullerin satım alımından depoya girişine kadar hatta sitede yayınlanıp promosyonları dahil her türlü sürecinde bulunmak istiyorum. Ben özgürüm istediğimi yaparım diyebilir misin? Diyemezsin. Zaten bu sürece tek başına yetemezsin. Tek başına üstesinden gelemezsin. hali ile içinde bulunduğun arayış da sana yol gösteren etkilendiğin ki sende kabul ediyorsun insan oğlu sosyal bir varlıktır doğaldır her şey ile etkileşim içindedir.

Senin ile birlikteliğimizin başladığı günden bu güne kadar kaç yıl geçti geçmiştir herhalde 3-4 yıl? Bu süre zarfında sen zaten aykırı bir moda akımı içinde olman bir yana değişik bir düşünce yapın ile vardın. Sen Nietche, Tolstoy ne bilim diğer ağır kitapları okuyan birisisin o zamanlar arayış içinde idin. Ama sonuçla internet aleminde sanmam ki Hayri Baltaların, Çetiner Çalış’ın, Levent Ertürklerin, Tuncay Değişlerin Can ikizlerin olduğunu bilesin. Taki ne zaman sanal alemdeki mail-listelerindeki üyeliklerin çoğaldı bu kişiler ile tanıştın zaten arayış içinde idin, zaten ben gibiler etrafında yığınla vardı :=)))

Baktın ki aaa bu kişiler statükodan farklı düşünüyorlar!  Bir tanıyalım, bir içlerine girelim girdin ha bire anlattın Levent Ertük dedin Can ikiz dedin, Çetiner Çalış dedin, modern-Turkse girdin Hayri Amcayı gördün :)) Elbetteki senin fraksiyonsal olarak etkileyen en baş aktörler bunlar sen zaten asli olan yığından farklı bir kapı bekliyordun bu kişilerde sana ufkuna sana göre değişik bir kapı açtılar bana göre karanlık bir kapı açtılar.

Kızıyorsun biliyorum içinden diyorsun ki bu hayat benim hayatım çizdiğim yol eğrisi ile doğrusu ile benim yolum bu yola sen eğri yol karanlık yol, kötü yol deme hakkını nerden alıyorsun diyorsun Nerden biliyorsun ki senin gittiğin yol doğru yol mu?

Sen doğdun büyüdün sorgulamadan araştırmadan hemen bir din ve tanrı inancına girdin diyorsun değil mi? Ben aklıma ve kalbimin sesine ayak uydurdum. Tamam temel vardı doğuştan bir Müslüman çocuğu kimliği ile doğduk, ama bu hiç bir şeyi kanıtlamaz ki seninde kulağına bebekken ezan ve kaamet okundu benimde…

Ama sonuçta insanoğlu reşitlik çağına adım bastıktan sonra dünya nasıl bir şeymiş yahuuu diyip şöyle etrafa bir kolaçan ettikten sonra anlıyor ki bazı şeyler yanlış bazı şeyler doğru. Bu vicdanı bir ayrıştırma tekniği, eğer ki bu dünya rast gele doğup büyüyüp üreyip, yiyip, içip, çalışıp, ölünecek bir yer nasıl olabilir diye sorular sorular içine üşüşmekte zaten!

Çünkü sen sadece duydukların ile Müslüman’ım diyorsun sen kulaktan dolma Müslüman’ım diyorsun, Allah nedir, tanrı nedir Din nedir? İman nedir bunlar sana ezberletilenler!!

Sen bunları bilmen gerektiği için öğrenmişin ama bunları ASLİ olarak kalbinde hissetmedikten sonra yani bu bilgiler aklında olsun sen bunlara göre yaşantını düzenlemedikten sonra kalbine bir baskı ya Suat bak yine kötü kötü işler çevirdin bak koçum yanlış yapıyorsun.

Sen bunun için dünyada değilsin iyi düşün diye iç sesler seni sağdan soldan dürtmediyse sen kimliğinde İslam yazsa n’olur, yazmasa nolur. Hımm bunları reşit olduktan sonra akıl ve mantığınla imanı tastikledin. Bu sefer ki Müslümanlığın gerçek Müslümanlık olur ezber Müslümanlığı değil! Çünkü din nedir, ne içindir, Dinler ne için geliştir, Dİn denilen olgu insanoğluna katkıları nedir? gibi sorulara cevapları kendi kendine vermeye başladın. Dedin ki Dİn bir insanın aslında dünya yaşantısında kendi kendini kullanma kılavuzudur.

Ben şahsen böyle bir çok küçük bir anlam yükledim. Her makinenin her aracın bir kullanma kılavuzu olduğuna göre insan mekanizmasının da mutlaka bir kullanma kılavuzu vardır. Biz bu bedene girdik başı boş olarak salınmak için dünyada değiliz. Çünkü her şeyin bir dengesi ve görevi varken insanoğlunun da herhalde bir görevi var. Din de bu görevleri insanoğluna öğreten bir kılavuzdur diye düşündüm. Ben böyle DİN olgusundan ve mantığından algılama göstererek kendime indirgedim.

Din dışında hiç bir ideoloji hiç bir norm hiç bir izm insana ferahlık sağlamaz. Çünkü insana neyin yapıp neyin yapılmayacağını, neyin kötü neyin doğru olduğunu bu saydığım hiç bir fraksiyon sağlamaz. Sağlar mı diyorsun, al işte sosyalizm kaç kişi memnun olabildi? Al işte laik Demokratik Cumhuriyetimiz, insan unsuru ile ayakta duran bütün ülkelere bak sonuçta insansı kanunlar ile irade edilen bütün cemiyetlerde mutlaka haksızlık zulüm işgüzarlık hakim olmakta..

Her kanun ve kural herkese HAK ve doğruluğu sağlamamakta… Ama Din Haksızlıkta zulümde, her türlü insansı ve insan dışı etkileşimde mutlaka HAK’ın teslim edileceğini dile getiriyor; ya bu dünyada, ya da Ahirette…

Dünyadan farklı bir yaşam olmalı Ergin! Eğer bu dünyadaki haksızlıklar yapanlara kar kalırsa bizim yaşamımız için sadece doğup büyüyüp ölmek dışında bir anlamımız kalmıyor.

Suçlu elini kolunu sallayarak gezerse sende bu durumu görüp için için sızlanıyorsan ve senin için konulmuş olduğunu düşündüğün kuraların bu duruma bir türlü çözüm getirmediğini görüyorsan sana bu din dışında saydığım fraksiyonların sağladığı müreffeh hayat nerde diye sorarım?

Tek başına mı müreffeh hayat süreceksin sen kendini insanoğlundan soyutlaman lazım ki anca tek başına bir müreffeh hayat sürebilesin peki sen böyle bir hayat mı istiyorsun hayır o zaman sen insan içinde toplum içinde bir bireysin, iç içesin ve acıyı, üzüntüyü, kederi, elemi, iyiliği, doğruluğu her zaman gözlemleyeceğin bir yaşam içinde olduğunu bilmen ve idrak etmen lazım. Bu  durumda kuralların kanunların insana faydasının yanında bir de hiç bir faydasını göremeyenlerin halini düşünsene… Dayanak diye tutundukları sistemleri başındaki kişiler kendisinin hakkını arayacaklarına haksızlık yapanı kayırmaktalar! Bu durumda herkes kendi hakkını almak için anarşizm mi uygulasın, yoksa kaderine içlenip Sizi Allah’a havale ediyorum diğer tarafta gününüzü göreceksiniz sözüne mi sığınsın?

Eğer ki insanoğlundan Din afyondur sözleri bu Din olgusunu zayıflatacağını düşünüp de DİN dışında daha bir rahat ve huzurlu bir toplum inşasında bulunulacağını sananlar git gide yaşatılan zulüm ve haksızlıklardan dolayı patlamaya hazır bir bomba oluşturduklarının farkında değiller. Neden ki Din insana bir sığınaktır. Sığınağında kendi iç dünyasında deşarj olmaya  çekilir. Bir dayanaktır insanoğluna, eğer sen bu sığınağı yıkarsan gidecek tek yeri vardır o da kendisini ve etrafındaki haksızlıkları kendi yöntemleri çözmek bu kaosa neden olur. SSCB dayanabildi mi hayır. Çin de dayanamayacak. Diktatörlük hakimdir bu ateistlik hakim olan sistemlerde….

Neyse senin DİN anlayışına bir yaklaşım getirmeye çalışıyorum, sendeki DİN dışına çıkmana neden olan faktörleri saydım zaten, din elbisesini üstlerinden sıyrılınca özgürlüğüne kavuşmuş kuşlar gibi olunduğunu sanılmakta, halbuki hazıra ve rahatlığa alışmış kuşların dış dünyada elbisesiz ne kadar yaşayabileceğini elbetteki kuş besleyenler bilir, ya gider yine birisinin kafesine girer, yada gider bir kedinin pençesinde afiyetle yenilmeyi bekler…

Sen bu sözlere kızıyorsun teşbihte bulunuyorum hali ile “teşbihte hata olmaz ama hatasız teşbihte olmaz” ilkesine dayanarak sürçi lisan eylediysek affola :))

Ne zaman karar verdin dinleri anlamsız bulmaya? Merak ettim. biraz anlatır mısın yaşadıklarını devinimlerini?:)

Levent Ertürk neden ziyarete gelinmesini istemiyor acep?? Rahatsızlığı panik atak sendromları olduğunu söylemişti bir mailinde… Acep nedir ki şu anki durumu?

Dediğim gibi çay ısmarlama isteğimi tekrar dile getiriyorum. Ben sana gün söylerim sana uygun düşerse değerlendiririz. Bu konuyu da yad ederiz. Ama uzun ve sıkıcı bir konu bütün günü bununla geçiştirmeyiz elbette :

Görüşmek dileğimle hürmetler….

Saygım ile..

Ergin.. 30.6.2005

X

Devam devam, iyi gidiyor. “Cennet’te 4000 bakire, 8000 dul, 200 huri…” Sizi bekliyor..

Hayri Balta, 1.7.2005

x

Emiroğlum;

Bir önceki iletimde de yazmıştım; kendimizi tekrar etmeyelim diye… sakınalım bundan diye. Mailde yazışmalarımızın gidişatı bu yönde oluyor gibimsitrak:)))))) Ne dersin?:)

Okuduklarıma kısaca yanıt vereyim; sen beni tanıdığın gün farklı olduğumu düşünmüşsün.. demek ki potansiyelim o zamandan bu yana varmış! Amacım kendimi farklı kılmak değil, farklılar kategorisine girmek değil. Sancılı bir yaşam istemiyorum ama tercihim ile bunu yapmış oluyorum. Bana doğumumdan bu yana sunulan, daha sancısız, daha güzel vaatli bir yaşam! Kolayı seçmek güzel değil benim için ya da klişlerde yaşamak…

Hayri bey ve diğerlerine kendimi yakın bulmam, demek ki dünya görüşüme yakın olmasından kaynaklıymış… Onlara benzeme çabası değil, doğruyu, gerçek olanı bulma çabası benim niyetim. O kadar gürültü var ki yaşamda… nefesimi tutup, sessiz kaldığım da… sağımda, solumda, önümde, arkamda hissettiğim şu an ki durumumda olduğum gerçeklerdir. Ben de çok isterdim bu dünya da yapılan haksızlıkların bir sonra ki diyarda hesap sorulmasını! Kabul etmek zorundayız, güçlüler zayıfı yeniyor!.. bunun da ötesi berisi yok. Anlamaktan ve kabullenmekten başka çare yok. Diğer çare, inançlıların yaptığı gibi, yarından sonralarına sığınmak… Çok acizane, çok pembe değil mi bu? Ucu bucağı yok bunun… sonsuz durum olamaz yaşayanlar için. Sonsuzluk onları sıkar. Çünkü kompleks yapılarında doyumsuzluk vardır! Atlamayalım bunu.

Hadi, maskelerimizi indirelim kısacık bir an için… etik değimiz, ahlak dediğimiz, namus dediğimiz, kural dediğimiz şeylere şöyle gerçekçi açıdan bakalım. Hepsi, ikiyüzlülüğümüzü kamufle eden normlar, insanları dizginlemek için kullanılan klişeler. Dünya da sürü diye adlandıracağımız o kadar çok insan var ki; aklını kullanamayanlar bunlar. Okumayan, araştırmayan, benliklerinden, insanlıklarından bihaber olanlar… bunlar için cidden gerekli din denilen uhrevi şey. Ezelinden beri kuşatmıştır maneviyatlarını! Boşluk ve sığınma güdüsü ancak en iyi bu şekilde doldurulabilirdi. Bunu anlayamayacağını biliyorum, çünkü sen de onunla dolusun.

Var olan Tanrı, neden kullarına acı çektirmek, eziyet etmek istesin ki… o kadar merhamet yüklü olan varlık, sence bunları yapmaya kıyabilir mi? Bu da apayrı boyut, inançlar adına.

Bu sürece nasıl girdim? Okudum, gözlemledim, araştırdım, hissettim… hepsi, şu an da olduğum noktaya çekti beni. Hala devam ediyor araştırmalarım, anlamalarım… ölünceye dek sürecektir de. Kendimi kandıramadım anlayacağın inanç kavramı ile. Bu durum da sanırım bu yıldan beri daha derin hissedilir oldu tarafımca.

Levent bey’in sıkıntısı sanırım yine aynı. Kimse ile görüşmek istemediğini söylemedi direkt olarak… sadece ben verdiği mesajlardan öyle anladım.

Uygun zamanı iki gün önceden haber ver lütfen, Florya’da çalışıyorum. Mecidiyeköy’e gelmem benim 21.00’i bulabiliyor bazen.

Hürmetler, güzellikler, saygılar benden sana.

Filiz ERGİN.,1.7.2005

X

LAİK’İM

Radikal gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmet Berkan’ı kutluyorum. Kutlamamın nedeni “Evrim kuramını savunmakta gösterdiği direnç…”

“İsmet Berkan diyor ki: ‘Yaradılış Masalları Radikal’e de Sızmaya’ Başladı” başlıklı köşe yazısıyla kendi görüşünü ve gazetesinin görüşünü açıkça ortaya koydu. Semavi dinleri kabul etmediğini, hem kendi köşesinde hem de aynı hem de aynı gün yayınladığı makale ile gösteren  Berkan, bir gün sonra yazdığı yazı ile gelen tepkileri hafifletmeye çalıştı. Ama inancının “Evrim Teorisi’nden yana olduğunu yine ısrarla sürdürdü. İşte İsmet Berkan’ın semavi dinlere bakışını ortaya koyan yazısından bazı satırbaşları: ‘Burada tekrar etmeme gerek var mı bilmiyorum ama bütün semavi dinlerin fanatiklerini bir araya getiren yegane ortak nokta bu: İnsanlar ve evrendeki diğer canlılar evrim yoluyla bu gün oldukları hale gelmediler, onlar Tanrı tarafından bu gün oldukları gibi yaratıldılar! Bendeniz, çoğu kişi öyle olmadığını düşünse bile, aslında laiklik konusunda çok ama çok hassas bir kişiyim. Başkalarından ve Türkiye’deki laikçilerden farkım, dinsel doğmaların bilimin yerine geçirilmesiyle tehlikeye düşeceğini biliyorum.

O görüşlerin Radikal’e sızmaması için de elimden geleni yaparım. Yaradılışı savunan makalelerin gazetemde yayınlanmasına izin vermem; o makaleleri başka gazeteler isterlerse yayınlayabilirler.” (Yeniçağ, Medya köşesi. 27.6.2005).

Yazıda altı çizili olanları ben çizdim. Çünkü İsmet Berkan’ın dediği gibi bu gün Türkiye’deki laiklerimizin bir bölümü; din ile bilimin çelişmediği konusunda korkunç bir yanılgı içindedirler. Bunlar, Evrim kuramını ile birlikte yaratılış kuramının okullarımızda okutulmasından zerre kadar rahatsız olmamaktadırlar. Bu öğreti ise öğrencilerimizi çatışma  içinde bırakmaktadır. Bir yanda bilim, bir yanda din… Bu iki dünya görüşü, yapısı gereği, tarih boyunca birbirine terstir.

Bilim; kuşkucudur, araştırıcıdır, bir tezin doğruluğunu araştırır. Deneyler sonunda onun yanlışlığını kanıtlayabilir. Yani bilim doğru diye bilineni yalanlayabilir. Ne var ki inançta yalanlama yoktur. Söyleneni doğru olarak kabul edeceksin, araştırmayacaksın, soruşturmayacaksın, inanacaksın… Bu nedenledir ki asırlarca dünyanın evrenin merkezi olduğunu, diğer gezegenlerin dünyanın çevresinde döndüğünü kabul edip durdular. İnanmayanları da diri diri yaktılar. Ama gerçek sonunda kendini kabul ettirdi. Yani islamî deyimle “Hak geldi, batıl yok oldu.”

Bu konuda ODTÜ Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Kence aynen şöyle diyor: “Bu gün Kopernik; Kepler ve Galieo’nun Dünya’nın Güneş sistemi hakkındaki savları nasıl gerçeklik taşıyorsa, canlıların bir evrim geçirdiği de o denli gerçeklik taşıyor.  Kopernik’in kuramı ilk kez oraya atıldığında kutsal kitaplarda anlatılanlara uymadığı için din adamlarıtarafından yasaklanmıştı. Oysa bu gün ne Dünya’nın Güneş‘in etrafında dönen bir gezegen olduğundan ne de Dünya’nın yuvarlık olduğundan aklı başında hiç kimse kuşku duyamaz….

Bu gün evrimsel biyolojinin tarımda, tıpta, antropolojide, hatta ekonomide sayısız uygulamaları vardır. ” (Radikal, Yorum sayfası.  29.6.2005 Okuyucularıma bu yazıyı okumalarını öneririm.)

Dinciler,  dünya çapında, evrim teorisine karşı cephe almışlardır. Yaratılışçılar evrim kuramını çürütmek için trilyonlara varan fonlar ayırtmışlardır. Yaradılışçıların sözcülüğünü ise yurdumuzda Harun Yahya takma adı ile Adnan Oktar yapmaktadır. Amaç insanların bilimsel düşünmesini önlemek, hakkını aramaktan aciz, miskin, pasif bir yurttaş yetiştirmek.

Ama boşuna. Az zaman sonra bütün dünya evrim kuramının gerçekliğini ve doğruluğunu kabul edecektir. Şu veri savımın doğruluğunu kanıtlayacaktır. Bu gün dünya akademileri her geçen yıl evrim teorisini işleyen derslerini müfredatlarına almaktadırlar. Örneğin: “1980 yılında, dünyada, 46 tane akademik birim adında evrim sözcüğünü taşırken; 1999 yılında bu rakam 233’e yükselmiştir.” (Aynı gazete, aynı yazı…)

Şu gerçeği önemle vurgulamak istiyorum ki Evrimci olmayan laik olamaz. Çünkü evrimci olmayan yaratılışçılığı kabul ediyor demektir. Yaratılışçılığı kabul eden ise dininin emirlerinden dışarı çıkamaz ve bu nedenle de laikliği benimseyip uygulayamaz.

Ne var ki yaratılışçılığın bayraktarlığını yapan dinciler, halkı kendi yanlarına çekerek oy kazanmak için, sanki dinli dinsiz olup olmamak çok önemli imiş gibi, “Laiklik dinsizliktir” diye halkı laiklikten soğutuyor. Oysa laiklik dinsizlik değildir; Laiklik de başlı başına bir dünya görüşünü  içerir.

Din de bir dünya görüşü değil midir?.. Ancak laiklik akılcı ve bilimsel olduğu için dünya görüşü, dinsel terimle ifade edilemez. Eğer dinselterimle ifade edilecekse; benim dinim Laikliktir. Yaratanım maddedir.. Allah’ım (Tanrım) ise; aklım, sağduyum, vicdanım ve insanî erdemleri oluşturan genel doğrular, olumlu kavramlar, üstün değerler ve yüce duyguları yansıtan ilke ve kurallardır. Önderlerim ise başta evrimci materyalist düşünürler olmak üzere Atatürk’tür. Kutsal kitabım ise gerçekleri açıklayan bilimsel kitaplardır.

Hayri Balta, 1.7.2005

X

Sevgili Filiz,

Sizedir sevgimiz, Yeşeren’imiz.

Gerçekten de yeşermektesiniz. Bu yeşermeyi Suat Emiroğlu’na verdiğiniz yanıtlarda göstermektesiniz.

Emiroğlu dininin gereğini yapmaktadır. Dinlerinde şöyle bir emir vardır: “Emr-i bilmâruf ve nehyinil münker” Bu demektir ki: Dine göre yapılması gereken işleri emir ve teşvik, yapılmaması gereken işleri de yasaklamağa, engellemeye gayret etmek demektir.

Kendilerine bu emir K. 3/110’da verilmektedir. Oysa insanların tercihlerine karışmak Anayasamıza ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgelerine göre suçtur. Günümüz ahlak anlayışına aykırıdır.

Ne var ki bu dine mensup olanlar yer yüzünde bir tane gayri Müslim kalsa bile tahammül edemezler. O bir taneyi de kendi dünya görüşlerine (dinlerine) çekmek isterler. Bunu kitaplarında Allahları söyler. (K. 9/29)

Hele ben neyse ne. Ama şu Levent Ertürk’ü de diline dolamasına bir anlam veremedim. O Levent ki kendisinden saygı ile, sevgi ile söz ederdi hem de bunu bana bile söylerdi. Öyle ki kendisi yüzünden Levent bana bile sitem etti. Yani demek istiyorum ki bunlar kendilerini seveni sevmeyeni de bilmezler.

Kendisine güzel yanıtlar vermişsin, ağır seslenmelerine karşın öfkelenmemişsin. İyi etmişsin.

Son iletilerinden birinde (Bu iletiyi bulamıyorum; varsa gönderir misin.) Dinlere değil ama “Yaratan”a inandığını söylüyorsun. Benim de  “Yaratan”ım olmadığını söylemişsin.

Doğru değil benim yaratanım olmadığı. Benim yaratanım soyut değil somuttur.  Kaldı ki sen Yaratan’ın somut bir kavram olduğunu da söylemeden edemiyorsun. Somut varlık elle tutulur, gözle görülür. Soyut varlık ise elle tutulmaz, gözle görülmez. Var oluşu insanın var oluşuna bağlıdır. Yani yaratan insandır. Bu durumda yaratan soyut dediğine göre Yaratan’ı yaratan da sen olmuyor musun?

Benim Yaratınım somuttur. Elle tutulur, gözle görülür demiştim. Benim Yaratan’ım maddedir. Madde doğmamıştır, doğrulmamıştır. Yaratılmamıştır. Ezelden ebede vardır, var olacaktır. Bu gerçeği dinciler de söyler. “Topraktan geldik toprağa gideceğiz” derler.

Eğer soyut bir varlığa inanmak; yani hayalinde bir yaratan yaratmak seni huzurlu ediyorsa olsun; buna kim ne karışır.

Bir ara benim Allahsız, dinsiz, milliyetçi olduğumu da söylemişsin. Demek ki beni anlamamışsın. Ben Allahsız, dinsiz, milliyetçi değilim. Laiklik başlıklı yazımı okurken dinimin ne olduğunu görürsün. Orada bu kavramların tanımını yapmışımdır.

Gelelim milliyetçilik konusuna aşağıda bu konuda 37 yıl önceki görüşlerimi dile getiriyorum Hacivat ve Karagöz’ü konuşturarak.

Şimdi de kısaca tanımını yapıyorum. TC’ye vatandaşlık bağı ile bağlı herkes benim milletimdendir. Benim milliyetçiliğim bu ülkede yaşayan Türk, Kürt, Arap, Çerkeş, Boşnak hepsini kapsar. Ne Kürt Türk’ten ayrıcalıklıdır; ne Türk, Kürt’ten ayrıcalıklıdır. Ancak bu ülkenin yurttaşı oldukları için hepsi de eşit derecede korunmalıdır.

Bir de şu var ki ben; İP partisinden; partimin, Ulusalcılık adı altında Milliyetçiliğe kaydığını hisseder hissetmez ayrıldım. Çünkü ben enternasyolanisttim. Senin gibi sınırların, milliyetlerin, sömürünün kalkmasından yanayım.

Kaldı ki ben bir çok yazımda şeriatçılığa kayan dincilikten, ırkçılığa kayan milliyetçilikten ve de sömürüye kayan mülkiyetçilikten korktuğumu belirtmiştim. Ben de isterim sınırlar kalsın, bütün ülkeler bir olsun; dincilik kalmasın, milliyetçilik, sömürücülük kalksın. Ama şimdi bu düşünce ütopik; ben ise mevcut duruma göre konuşuyorum.

Son olarak şu düşüncemi de belirtiyorum. Gerek Gülay Kutlu gerekse Suat Emiroğlu beni dışlamış olmaktan pişmanlar İstiyorlar ki benimle diyalog kuralar. Ama beni aşağılıyorlar, kırıyorlar, düşünceme ve inancıma karışıyorlar. Daha dün Gülay Kutlu bana bir ileti daha gönderdi. Daha önce de göndermişti. Ben yine de ilgisiz kalmadım. Yanıt verdim; çok kısa ve kuru…

Şimdilik bu kadar,

Sevgiyle kal, sevgini kaybetme derim

Saygılarımla,

H: 2.7.2005

X

X

KARAGÖZ MİLLİYETÇİ

 

-Aman Karagözüm ne hal bu hal?

-Girme içeri ne alacaksan dışardan al.

-Aman Karagözüm sen de çok kalın kafalısın. Hal dedimse sebze halı demedim, memleketin hali dedim.

-Ee ne olmuş memleketin haline. Eski hamam eski tas. Yoksa Amerika; eti, sütü, buğdayı, pilavı mı kesti?

(Karagöz, Çat! bir tane Hacivat’a vurur)

-Desene kerata başkaları verince sırt üstü yatarız.

-Ellerin kırıla Karagöz! AP ile milliyetçi derneklerin gazabına uğrayasın emi…

-Onlar da neyin nesi Çelebi?

-Aman Karagözüm yine uykudasın. Memleketin her tarafını sarmışlar. Hoşlarına gitmeyeni pataklıyorlar. Sinema, tiyatro basıyorlar. Bursa’da, Silifke’de, Adana’da, Maraş’ta, Adapazarı’nda, Kayseri’de… Ellerinde taş, sopa sokağa düşmüşler. Yakaladıkları solcuları dövmüşler…

(Karagöz eve kaçar.)

-Aman Karagözüm nereye böyle?

-Neme lâzım, belki buraya da gelirler. Yiğitliğin onda dokuz u kaçmak, biri de sovan kesmek derler.

-Karagöz’üm kaçmakla kurtulamazsın. Evden çıkarır yine döverler.

-Sahi haa.. Nereye kaçmalı bunların elinden? Ne demek bu milliyetçilik?

-Milliyetçilik demek; et, süt, buğday, pilav Amerika’dan gelsin, biz yiyek demek. Yaşasın Amerika! Demek…

-Yaşasın Amerika!

-Ne o Karagözüm sen de m milliyetçi oldun?

-Aklın varsa sen de milliyetçi olursun. Amerika; etini, sütünü, ekmeğini, pilavını verir sen de yersin. Dayak yemekten de kurtulursun…

-Aman Karagöz adama beleş bir şey verirler mi? Memleket elden gidecek…

-Bırakmayız; bir Müslüman Türk, bin gavura bedel…

-Aklın yetmiyor Karagöz’üm…

-Senin aklın yetti de çok iş becerdin? (Çat! Bir tane daha vurur…) Ekmek elden, su gölden. Ye, iç, yat… Dalganı bozan olursa dayak at. (Karagöz güler…) Hii hii.. amma güzel haa!..Aman avrat nerdesin gözünü seveyim…(Karagöz, kıçını yere sürter, kaşınır, güler, takla atar… ) Hii, hii… Yaşasın Amerika, yaşasın milliyetçilik.. Kahrolsun Hacivat, kahrolsun solcular!..

Gaziantep Toplum gazetesi. 14.7.1968

X

Güzel büyüğüm;

Suat ile arkadaş olduğumu sizin ile ilk tanıştığım günlerde, size yapılan haksızlıklarda ben de tepki gösterdiğim zamanlar da söylemiştim. Kendisi aslında cidden iyi niyetlidir ama, çok yoğun bir şekilde kapılmış bir din furyasına.. ne desek boş. Bana, bu yaşıma kadar yapılan diktalar hep geri tepmiştir. Keza, Suat’ın yaptıkları da öyle… Bu yazışmalarımızı ondan izin almadan yolladım, ayıp ettim. Ama siz benimle her özelinizi paylaştığınız için, konunun için de siz de yer aldığınız için bunu ben de sizinle ile paylaşmak istedim.

Levent bey’e üslubunu mazur görün.. bizim aramızda ki samimiyet ve bir de Levent bey’i hem benim hem de Suat’ın çok sevmesinden dolayıdır. Buna inanınız lütfen…

Tanrı kavramına gelince; ben soyut bir Tanrı’nın var olduğuna inanıyorum. Bunu hala sorguluyorum içimde. Ama, en derin yanlarım, O’nun olduğunu söylüyor. Somut olanına da inanıyorum. İnsanın içinde ki her erdem, Tanrıdır, Tanrısıdır… İkisini özdeşleştiriyorum ben.

Sizin hakkınızda yanılmadım. Sizi cidden tanıyorum. Fakat Suat’ın en kızdığım yanına, (birilerini, diğerlerinin etkisi altına girdiğini sanması) kendimi ifade edebilmem için, bizdeki zıtlıkları (Suat’a göre tabii) o dille ve ifadeler ile anlatmak durumunda kaldım. Aksini Suat anlayamazdı, çünkü dogmatik bakıyor her şeye!… Olay ve olgulara sizin ile benim bakış açılarımda  çok benzerlikler var. Sizin günümüz koşulları ile durumları dillendirmenizi şimdi daha iyi anladım, bu konularda aynı frekansta olduğumuza sevindim. Yaşasın özgür topraklar, özgür sınırlar, özgür insanlar o halde!

Bana tekrar yollamış olduğunuz “Karagöz Milliyetçi” yazınızı daha önce de okumuş, beğenmiştim. Tekrar yolladığınız için teşekkürlerimi sunarım.

Benim size yolladığım eski iletimi istemişsiniz. Aşağıda sunarım. Güzel us’unuzdan ve kalbinizden öper, saygılarımı sunarım size.

Filiz ERGİN., 2.7.2005

+

Sevgili Filiz,

Her şeye, her sevgiye değersiniz. Çünkü aklınıza göre hükmetmektesiniz.

“İnsanın içinde ki her erdem, Tanrıdır, Tanrısıdır… İkisini özdeşleştiriyorum ben.” Demişsin. Ben de öyle demiyor muyum? Bu görüşe karşı bir şey demiyorum.

İnsanlar Yaratan, Allah, Tanrı kavramını birbirine karıştırıyor.

Yaratan; bizi, vardan var edendir. Evren’dir. Var olan maddedir, bütün canlılar maddedendir. Evren’in de kendirline göre insan oğlunun baş edemeyeceği yasaları vardır. Bütün bunlar bizi yaratan kavramı içindedir.

Allah ise İlah’tan gelir. Tapılacak olandır, korkulacak olandır. Bu da bilgisizlikten gelir. Bu bilgisizlik nedeni ile de Allah dediğimiz sanal varlığa yalvarılır, gücüne güvenilir. İrademiz ona teslim edilir ve her şey ondan beklenilir.

Tanrı ise yüce olandır. Sevgi nefrete göre yücedir. Bağışlama öç almaya göre yücedir. Genel doğrulardır, üstün değerlerdir, yüce duygulardır, olumlu kavramlardır.  Uygulamamız halinde yararlı olan duygularımız Tanrı; zararlı olan duygularımız ise şeytan olarak adlandırılır.

Allah, Peygamber, Kutsal kitap ve içindekiler insana barışı, sevgiyi, kardeşliği, hoşgörüyü önerdiği zaman saygıdeğerdir. Ama insanlar arasında bu mümin, bu müşrik, bu kafir dediği an o Allah, Din olmaktan çıkar siyaset aracı haline gelir.

+

Geçen iletide bir tarikattan ve o tarikata girmekten söz etmiştin. Şimdi bak görmeden tanımadan tarikatın ne olduğunu bilemezsin. Bu nedenle derim ki; git, gör ancak emin olmadan söz (ikrar) verme. İkrar verdiğin takdirde dönüşün zor olur. Çünkü hayvanı yularından, insanı sözlerinden yakalarlar.

Burada önemli olan ve dikkat etmen gereken bir noktaya dikkatini çekeceğim. Girdiğin her Allahçı, dinci tarikatta; gerek mürşidin, gerekse müritlerinin amacı seni baştan çıkarmak olacaktır. Sen bu olasılığı aklında tut ve kimseye hissettirmeden ve derinden derine bakışlarını izle…

+

“Peki; diğer gezegenlerde sizce yaşayan canlılar var mıdır?”  demişsiniz. Var mı yok mu bilemem. Nasıl bizde varsa orda da olabilir. Ancak bu konuda veriye dayanan bir bilgim yok. Bu sorunu sık sık gündeme getirenlerin amacı tıpkı Allahçılar, dinciler gibi ruhçular, cinciler gibi insan iradesini zaafa uğratmaktır. Uzaylı korkusu ile insanları aptallaştırıp  kendi yanlarına çekmektir.

Bilmem bu sorular sana yeter mi?

Sevgiler sana. Şimdi kal sağlıcakla,

Hayri Balta, 1.7.2005

X

Hayri beyciğim;

Size sonsuz teşekkür ederim. Kitaplarınız bana ulaştı. Dün akşam başladım okumaya. Sizi daha yakından tanıyacağım kitaplar vesilesi ile.

Saygım ve sevgim ile size.

Filiz Ergin, 1.7.2005

X

Güzel büyüğüm;

Kitaplarınızı akşam evimde okumaya devam ediyorum. Yolda da başka bir kitap okuyorum… Sizi daha da tanımak hoş oluyor.

Tanrı kavramımı size dillendirmiştim. Benim için soyut bir Tanrı var. Diliyorum ki, benimki boşluk doldurma değildir. Şu an için böyle olduğunu zannetmiyorum!.. Tarikata üye olmamın amacı, çok güvendiğim gözlemci yanım ile içeriğini, kişileri, yapılanları takip edebilmek, idrak edebilmek ve bana uyan kısımları ile özdeşleşebilmek… Söz verdiğimi mutlaka tutmaya çalışırım. Dolayısı ile, bana uymayan ya da altından kalkamayacağım hiç bir şey için ne söz veririm ne de kelamda bulunurum. Güzel tavsiyeleriniz için sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Hayat bazen çok uzun, bazen aksine çok kısa. Bana bahşedilen ömür boyunca keşiflerime ve öğrenmelerime devam edeceğim.

Size güzellikler, huzurlar, saygılar ve sevgiler sunarım.

Filiz Ergin, 4.7.2005

X

İyi misiniz?

Sesiniz çıkmıyor bu aralar…

Filiz ERGIN, 21.7.2005

x

Sevgili Filiz,

Bu iletiyi siz mi gönderdiniz?

İçtenliksiz, kuru, içeriksiz… Ne giriş var, ne sonuç, bilmem siz ne dersiniz…

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana,

Hayri Balta, 21.7.2005

X

Sayın Arkadaşlarım,

Bir gruptan alıntı bu yazı… Lakin içerik ve verilen mesajların ahengi nedeni ile sizlerle paylaşmak istedim.

Sabri bey, zamanında kırgınlık olmuştu aramızda, yanlış anlama olmuştu bu muhterem zat için… Şimdi bu yazıyı okuyunca… sanırım kendilerinin kimliği hakkında düşünceleriniz daha müspet olacaktır.

Levent ERTÜRK’ün maillerini yollarken, kimliği hakkında da bazı mesajlar vermeye çalışmıştım ama sanırım eksik kalmışım ki, sizlerce biraz yanlış anlaşılmışım.. Levent bey’i yanlış tanıttığım gibi ne yazık ki…

Lütfen anlatılanların ve kişinin derinliğine ve çok boyutluluğuna giriniz.

Saygım ile,

Filiz ERGİN.,21.7.2005

X

Saygıdeğer arkadaşlar;

Günlerdir birbirinize yazdıklarınızı okuyorum. Son derece üzüldüğümü belirtmek isterim. Daha önce pek çok grupta şahit olduğum gibi, iş yine Hz Muhammed’i, Kur’an-ı Kerim’i ve diğer dini şahsiyetleri, kitapları kötülemeye döndü.

Buna karşılık olarak Müslüman kardeşlerim de savunmaya geçiyorlar ve bir süre sonra karşılıklı hakaretler, karalamalar gırla gidiyor. Hepinizi ayıplıyorum.

Suat kardeş,

Hani bu grupta karşılıklı saygı çerçevesinde birbirimizden bir şeyler öğrenecektik ? Doğru veya yanlış, neye niçin inandığımızı anlatacak bilgi ve tecrübelerimizi ortaya koyacaktık ? Bak, gruptan arkadaşlar ayrılmaya başladı.

Haklılar. Düpedüz kayıkçı kavgasına başladık. Lütfen ağırlığını koy. Herhangi bir fikir değeri taşımayan ve sadece insanlara hakaret edenleri bu gruptan çıkar. Bu şekilde yüz sene yazışsak bir yere varamayız. Ben asla insanların dışlanması taraftarı değilim; fakat karşısındaki kişiye “maymun, faşist” vs sıfatlarla hakaret edenlerden bir şey öğreneceğime de inanmam. Eğer bu grubu, internetin saygın gruplarından biri yapmak istiyorsan, soğukkanlılıkla hareket edip, bir defa ihtar ettikten sonra bu tarz davranışlar sergileyenleri hiç tereddüt etmeden çıkarmalısın.

Çetiner, sana “sayın” diyemiyorum. Bu sıfatı hak etmiyorsun. Yaşın kaçtır bilemem. Fakat anladığım kadarıyla, işin gücün  yok, insanlara kopuk el parmak resimleri yolluyorsun. Koskoca bir coğrafyadan işine gelen fotoğrafları seçip İslamiyet’in ne kadar vahşet dolu bir din olduğunu ispatlamak için elinden geleni yapıyorsun. Lütfen bir parça sağduyu sahibi ol. Her fırsatta kötülediğin İslamiyet, 700 yıl boyunca Akdeniz havzasına damgasını vurmuş, hukuk anlayışı, sanat anlayışı, fert ve cemiyete bakışı ile Avrupa’nın da uyanışında büyük katkı sağlamıştır. Merkezi Avrupa’da köleliğe dayalı Roma hukuku hüküm sürerken, İslamiyet her insanın Allah katında değerli olduğunu vurgulamış, insanları dillerine, ırklarına, derilerinin rengine göre değil, işledikleri hayra göre değerlendirmenin gerektiğini belirtmiştir.

Müslüman alimler, Hintçe, Yunanca, Çince yazılmış eserleri Arapça’ya, Latince’ye çevirerek insanlığın gelişmesinde inkar edilmez bir katkı sağlamışlardır. Leonardo Da Vinci’den çok daha önce Arap alimi İbnül El Heyzem, ışığı tayflara ayırmış ve optik ilminin temellerini atmıştır.

Hukuk alanında İslamiyet, çağını çok aşan temel ve insani değerler getirmiştir. Öncelikle “suçun şahsiyeti” prensibi konularak, herkesin kendi davranışlarından mesul olduğu vurgulanmıştır. Bu anlayış, o dönem aşiretlerinin hukuk anlayışını çok çok aşan evrensel bir bakış açısıdır. Yine hukukta, insanları yargılamak için sağlam ispatlar istenmiş, bizzat Kur’an-ı Kerim “zann” ile hareket edilemeyeceğini, zira “zannın” çoğunun aldatıcı olduğunu vurgulamıştır.

Bazı İslam alimleri felsefecileri tenkit etseler dahi, İslam’ın felsefeye ve düşünce tarihine getirdiği yenilikler de göz ardı edilemez. Bütün felsefecileri düşündüren ölüm, zaman, maddenin doğası, kaza ve kader, anın algılanması gibi evrensel meselelerde İslamiyet, maddenin değerini inkar etmeyen fakat maneviyatın da değerini vurgulayan sağlam, dinamik ve dengeli prensipler getirmiştir. Bugün dahi bazı meseleler “gelişmiş” ülkelerin başını ağrıtmaya devam etmektedir.

İnsanlar ya din adına son derece fanatik, akıl ve mantıktan yoksun tarikatlara, cemaatlere bağlanmakta, veya dini gündelik hayattan büsbütün dışlayarak bunalıma düşmektedirler. Sanayi alanında gelişmiş ülkelerde intihar, alkolizm, fuhuş veya sebepsiz yere suç işleme gibi bozukluklar görülmekte ve bu konularda çalışmalar yapılmaktadır.

Bu temel insani meselelerde İslamiyet her alanda “denge” sahibi olmanın değerini defalarca tekrarlamıştır. İslamiyet, üreme ihtiyacı da dahil olmak üzere, ferdi hiçbir konuda sebepsiz yere suçlamaz; sadece aşırıya gitmemek gerektiğini belirtir. Hz Muhammed, ümmetini pek çok defa bu konuda uyarmıştır: “Sizden önceki ümmetlerin başına ne geldi ise mübalağa etmekten gelmiştir.” diyerek, bu konunun önemini anlatmıştır. Denge sahibi olmaya o kadar değer verilir ki, dinde dahi aşırıya gitmek mübah değildir. Hiçbir fert nefsine eziyet etme hakkını kendinde bulamaz. Zira, nefsi ve canı dahi bir emanettir ve emanetin değerini bilmek gerekir. Böylece insanların birbirlerinin ve nefislerine eziyet etmeleri de yasaklanmıştır.

Akla, düşünceye, tahkike verilen değer ise büsbütün ayrı bir konudur. Kur’an her fırsatta, bütün alemin bir kitap olduğunu, akıl sahibi kişiler için sayısız ayetler (bühtanlar) barındırdığını belirtir. Gece ile gündüzün sağladığı faydalar, ay ve güneşin kendilerini için çizilen bir yörüngede hareket edişleri, her şeyin bir kader (program) ile yaratıldığı, her nefsin muhakkak yaptıklarından mesul tutulacağı çeşitli ayetlerde anlatılmıştır. İslamiyet Kaza ve Kader mevzuuna teslimiyetçi değil, dinamik bir şekilde yaklaşılması gerektiğini belirtir. Kulun tercihine göre kaderin kazaya dönüşeceği, böylece her ferdin tercihlerinden sorumlu olduğu ifade edilmiştir. Bir beldede salgın hastalık olduğunu öğrenen Hz Ömer, derhal o beldeden kaçarken, kendisine “Ya Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun ?” diye soranlara şu harikulade cevabı vermiştir:

“Evet ! Allah’ın kaderinden, Allah’ın kazasına kaçıyorum !”

Hz Muhammed’in hadisleri ise hakikaten insaf ve mantık sahibi her insanı düşünmeye sevk eden kısa ve öz hikmetlerle doludur. O’nun şu sözünün hayranı olduğumu ifade etmek benim için bir borçtur:

“Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.”

İnsanı ebedi yenilenmeye davet eden, hareketsizliğin (ataletin), miskinliğin zihin üzerindeki prangalarını kıran böyle bir ifadeyi başka hiçbir yerde görmedim. İslamiyet, insanı bir bütün olarak ele alır. Onu tabiat hadiseleri karşısında zavallı bir esir olarak görmez, lakin bu konuda da aşırıya gidilmesini ve insanın tanrılaştırılmasını kesin bir dille men’eder.

+

Hazır yeri gelmişken belirtmeden geçemeyeceğim. Bazı insanların düşüncesizce kötülediği İmam Gazali’ye karşı derin bir sevgi ve saygı duymaktayım. Koca imam, “İhya, Vasiyetname, Kimyayı Saadet” gibi muteber eserlerinde, daha çağdaş psikolojinin temelleri atılmadan, insanların iyi ve fena halleri üzerinde durmuş, her tür acı ve elemlerimizden sorumlu  olduğumuzu zarif bir dille anlatmıştır: “Ey oğul, bazı hocalar insanları yılan ve çıyanlarla korkuturlar. Sen bil ki, kabrinde seni bekleyen yılan ve çıyan yoktur. Sen içindeki yılan ve çıyanları kendi ellerinle kabrine taşırsın !”

Bu zarif anlatım, psikolojinin, psikiyatrinin, psikoterapinin ısrarla üzerinde durduğu anksiyetelerin, fobilerin, saplantıların ve çarpıtılan psikolojik savunma mekanizmalarının o zamanın dili ile ifade edilmesidir. Bu değerli insanı, hepinizin huzurunda minnetle anıyorum.

+

Uzatmıyorum. Daha söylenecek pek çok şey var.

Çetiner., kendini tekrar edip duruyorsun. Şahsen ben 4 yıldır kesik el resimleri görmekten ve Tevbe-5 yorumlarından bıktım. Yazacaksan insaf ile yaz. Ayetlerden işine geleni öne çıkarıp, işine gelmeyeni gizleme.

Benim de din hususunda düşüncelerim farklıdır. Lakin, asla insanlara saygısızlık etmeyi, körü körüne saldırmayı düşünmem ve böyle bir davranışa tevessül etmem. Geçmişte, bilerek veya bilmeyerek aranızdan birinin kalbini kırdı isem bütün samimiyetimle özür dilerim. Hep  aynı şeyleri tekrar eden bir insan olmaktansa, milyonlarca defa yanılmayı ve özür dilemeyi tercih ederim.

Suat kardeş, grubun seviyesi düştü. Lütfen, gerekeni yap. “İnanç” gibi son derece zengin ve çağrımlar yapan bir konuda her şeyden önce saygı ve tevazu temel değer olarak kabul edilmelidir. Bırakınız Müslüman kardeşlerimi, aramızda mesela bir Budist, bir Şamanist vs olsa ben aynı saygıyı ona da gösteririm. Bundan hiç şüpheniz olmasın.

Bütün arkadaşlarımı, yaşlarının gerektiği gibi davranmaya davet diyorum.

Saygılarımla

Levent Ertürk

X

Sevgili Filiz,

Önce sevgi sundum. Aşağıdaki yazınızı okudum. Levent Ertürk hakkında “müspet” bilgi sahibi oldum.

Bu yazıyı bana gönderdiğin için teşekkür ederim. Hiç olmazsa kendisine nasıl sesleneceğimi bilirim.

Şimdi kal kalınız sağlıcakla, sevgiler sana…

Hayri Balta, 22.7.2005

X

Hayri beyciğim,

Siz serzenişte mi bulundunuz bana yoksa ben mi alınganlık gösteriyorum durup dururken?

Saygımla size,

Filiz ERGİN, 22.7.2005

+

Sevgili Filiz,

Önce sevgi deriz, sonra da deriz: Kuşkuların yersiz.

Levent Ertürk’ün; Suat ve Çetiner ile ilgili yazısı çok açıktır. Levent, İslamiyet’e bakışı anlaşılmıştır. Artık ona İslamiyet ile ilgili görüşlerim iletilmeyecektir.

“İyi misiniz?

Sesiniz çıkmıyor bu aralar…” Bu iletiniz için ise dikkatini çekmişimdir. “Bu ne kadar içtenliksiz, içeriksiz, kuru demişimdir.”

Ben seni olduğun gibi kabul ederim. Yoktur, herhangi bir serzenişim…

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana derim

Hayri Balta, 22.7.2005

X

Değerli arkadaşlarım,

Çok saygıdeğer Levent ERTÜRK’ün güzle bir yazısını daha sizler ile paylaşmak isterim.

Saygım ile,

Filiz ERGİN, 10.8.2005

+

Bugün yeğenim eve bir bilgisayar getirdi.  Maşallah, pek becerikli çocuk. Bir sürü kabloyu birbirine bağladı. Telefon hattından bilgisayarın faks-modem denilen bölümüne paralel çekti. Nihayetinde euzübesmele ile bilgisayarı çalıştırdık.

Açılışta bazı tuhaf İngilizce yazılar çıktı. Yeğenime sordum; evladım bu bilgisayarların İslami olanları yok mu ? Mesela açılırken önce bir selam versin, böyle gavur dilinde şeyler yazacağına, kıraat etme ve hıfzetme programları yüklendi gibi şeyler yazsa daha iyi olmaz mı ? diye sordum. Güldü. Amca bunları tasarlayan Bill Gates, git ona söyle, dedi.

Gates de kim ?

Velhasıl, sonunda bilgisayar açıldı. Aman ne şeker şey ! Her tarafı rengarenk. Yeğenim bir programa girdi, buradan “wallpaper” ayarları yapılıyormuş. Tuttu, kulakları yerlere değen bir köpek resmini seçip ekrana yapıştırdı. Hemen itiraz ettim: Ben öyle it resimleri istemem, mekruhtur, sen bana Kabe resimleri falan bul dedim. Tamam, derhal internetten indiririz dedi. Bakalım şu internet dedikleri nasıl bir şeymiş diyerek hanımla birlikte merak içinde çocuğu seyrettik. Üzerinde E harfi olan bir şeye tıkladı, aaa ekrana bir sürü resimler ve yazılar gelmeye başladı. Sonra açıkladı:

Amca, hangi siteye girmek istiyorsan önce oranın adresini üst taraftaki bölüme yaz ve enter tuşuna bas, hemen açılır dedi. Http nurcular org, gibi bir şeyler yazdı. Aman Allah’ım ekrana bu sefer Kabe resimleri, hadisi şerifler, güzel öğütler falan geldi. Allah bu siteyi hazırlayanlardan razı olsun, elleri dert görmesin, iki cihanda aziz olsunlar.

Yeğenim güzel bir Kabe ve namaz kılan bir mümin resmi seçip ekrana onu getirdi. Nihayet yahu ! 60 yaşında adamım ben. Bu yaştan

sonra it köpek resimleri benim neyime! İnternet kullanımını bir saat kadar anlattı, açılış sayfasını google yaptı ve sonra evden ayrıldı.

O gidince hanıma şöyle okkalı bir kahve yaptırıp bilgisayarın başına kuruldum. Eee, peygamber efendimiz, ilim Çin’de dahi olsa talep ediniz buyurmuş; öğrenmenin yaşı yok. Bakalım Müslüman kardeşlerimiz neler hazırlamışlar deyip, aynen yeğenin tarif ettiği gibi, arama motorunda “Kabe namaz sünnet hadis” gibi kelimeler yazıp tıkladım. Oh oh maaşallah tam 15.000 tane site buldu. En üsttekine girdim. Gözüm gönlüm açıldı. Müminler boş durmamış, yüce dinimizin esaslarını, mübarek sahabelerin cenklerini bir güzel izah etmişler. Hemen hanımı yanıma çağırdım. O da görsün, evlatlarımızın eserleri ile gururlansın. Karı koca, sitede yazılanları kıraat ettik, gözlerimiz yaşardı.

Ben, bu bir şey değil, başka siteler de açmışlar deyip farklı bir linke tıkladım. Üzerinde “İslamiyet gerçekleri” yazıyordu. Tabii efendim, yavrularımız Batı icadı şeyler peşinde koşacaklarına önce dinlerini öğrensinler. Siteye girdik amma … tövbe tövbe, ne kötü şeyler yazmışlar. Hale bak ! Bir tanesi tutmuş, semavi dinlerin eleştirisi diye makale yayınlamış, utanmadan bir de yanına resmini koymuş. Tüü boyun posun devrilsin, sana mı kaldı dinleri eleştirmek !

Hanım uyardı: Bey, günaha giriyoruz, çık o siteden, dedi. Hemen çarpı işaretine basıp pencereyi kapadım.

+

İyi ki şu bilgisayarı almışız. Artık çeşitli hesapları Excel kullanarak yapıyorum. Adamlar gavur falan ama insanlığa faydalı ne güzel şeyler icat etmişler. İnşallah onlar da bir gün hidayete ererler. Amin.

Yalnız internette bir sürü yezit kafalı velet var. Bunlar habire dinimiz hakkında ileri geri konuşuyorlar. Ne yapalım, böylelerine de tahammül etmek lazım. Al işte, bir tanesi posta kutuma :”Uyan artık çağdaş yobaz !” başlıklı bir mesaj atmış. Neymiş, nick neymi: “şeytanın_oğlu”. Aferin! Tam layık olduğu ismi almış. Biraz okudum. Hep aynı teraneler.

Yok biz taklitçiymişiz, yok dar kafalıymışız, elin oğlu aya çıkarken biz hala huu çekip kafa sallıyor muşuz !

Anında cevabını verdim: “Bana bak şeytanın_oğlu ! Önce kendine adam gibi bir isim tak. Daha yerler ve gökler yaratılmadan, İblis tanrıya isyan etti. Ben onların önlerinden arkalarından sokulup çoğunu azdıracağım, dedi.  Sen Allah muhafaza ateş yolundasın. Tevbe et ! Kendine yeni bir nik neym bul ! Sana bir site adresi gönderiyorum. Orda yazılanları güzelce hıfzet. Ondan bundan kopi past yapıp bana allamelik taslama !”

Neyse, ben vazifemi yaptım. Gerisi kendi bileceği iş. Yarım saat sonra, acaba İslamiyet’te kadın hakları ve cinsel meseleler ile ilgili bir site var mı, deyip arama motorunda “kadın kız cinsel” yazıp tıkladım. Oh oh oh tam 50 bin site geldi. Ama bu ne yahu ? En üstteki linkte “Liseli Leman’ın sayfası. Anal, oral, gay öyküler. Free resimler” yazıyor. Acep ne ola ki deyip tıkladım. Hay tıklamaz olaydım! Ekrana bir sürü pencere geldi. Ne kepazelikler! Hale bak! Adamlar grup halinde cima ederlerken resimlerini çekip yayınlamışlar. Terbiyesizler ! En altta “liseli kızlar” diye yazıyordu. Oraya da tıkladım. Bu sefer birbirinden güzel kız resimleri ekrana doldu. Bazıları hareketli. Dayanamayıp biraz baktım. Maaşallah ne şeker şeyler bunlar, adamın aklını başından alır. Vay vay vay, mübarek bir içim su, sanki huriler gökten yere inmiş.

Tövbe estağfurullah, arada abdest de gitti.

+

Bilgisayarıma bir şey oldu. Her açılışta ekranın altına özel bir pencere geliyor. Bir sürü hareketli zeker ve ferc resimleri doluyor. Kendi kendine pencereler açılıyor. “Royal Casino, Family Secrets XXX files” filan yazıyor. Yeğene telefon açıp durumu anlattım. Ooo amca maaşaalah, sen iki günde işi kapmışsın! Liseli Leman sayfasına mı girdin? Bu virüs ordan bulaşır, dedi. Yok yahu, vallahi sörf yaparken kendi kendine geldi, dedimse de inandırmadım. Amca, bu işler hep böyle başlar, neyse ben birazdan gelir anti-virüs yüklerim dedi. Allah razı olsun, yarım saat sonra gelip makineye

AD-AWARE diye bir şey kurdu. Bütün resimleri hafızadan sildi. Yahu ben farkına bile varmadan cihazın içine binlerce ayıp resim yüklenmiş. Nerden geldi bunlar! Java Pop-Up window ne demek?

Makineyi bir güzel temizledik. Hanım ekranı gül suyu ile ovaladı, dantelli örtüsünü yerleştirdi. Oh be, şükür ! Kurtuldum şu acayip resimlerden. Bir daha tövbe girmem.

+

Laikçilik tayfası yine azdı! Sanki bunları ruz-i mahşerde laiklik kurtaracak! Çeşitli dernekler Ankara’da yürümüşler.

Gencecik çocuklar “Türkiye laiktir, laik kalacak !” diye sloganlar atmışlar. Tabii, dinimizi bilmiyorlar ki, hep ondan kaynaklanıyor bu işler. Dedelerimiz üzüm yedikleri bağda, her dalın altına çil çil akçeler koyarlardı. Neden? Gırtlaktan haram lokma geçmesin diye. Hemen üye olduğum İslami muhabbet grubuna bir yazı gönderdim.

“FATİH’İN TORUNLARI LAİK OLAMAZ” diye bir başlık attım. Üyelerin hepsi çok beğendiler. Yalnız, Bursa’dan yazan bir münkir var, devamlı benle uğraşıyor. Yine bir sürü hakaret etmiş. Artık muhatap olarak kabul etmiyorum.

+

Bu sabah evrimciler.org sitesinden yazı geldi. Neymiş, efendim biz maymundan gelmişiz! Tövbe yarabbi. Asıl kendileri maymun bunların. Hemen cevapladım. Bu işlerde tembellik olmaz, hakkı güzelce tebliğ etmek gerekir.

“Evrimci efendi! Eğer şu kainat tesadüfler ile işleseydi, senin ağzın popondan çıkardı! Bak Cenab-ı Hak arıyı, sineği, kelebeği vesair hayvanı en üstün sanat ile yaratmış. Her birine kendilerini savunmaları için ayrı ayrı kabiliyetler vermiş. Gör, ibret al !” diye yazdım. 2-3 saat sonra cevap geldi: “Molla amca, bilim dünyası türlerin zenginliğini artık doğal seleksiyon ile açıklıyor. Asıl sen gözünü aç. Alem adamsın walla, okurken koptum :)”

Terbiyesiz şey. En iyisi bunlarla yüz göz olmamak.

+

Al işte yine inkarcılardan biri yazı atmış. “M. Kemal Atatürk gericiliğe karşı nasıl mücadele etti!” Bunlar Atatürk’ü de tanımıyorlar. Üşenmeyip gerçek İslam’ı ve gerçek Atatürkçülüğü anlatan bir yazı gönderdim. İnşallah feyz alır.

+

Makinem çok ağırlaştı. Yeğeni çağırdım. Amca, bunun RAM’ini 512 MB yükseltelim, bir de 128 MB ekran kartı takalım, dedi. Kabul ettim. Gitti bizim paracıklar. Hanım da çok söylendi: “Bu işler parça takmadan olmuyor mu? Atalarımız İslamiyet’i RAM kullanarak mı cihana tanıttılar?” falan dedi. Yahu hatun, sen anlamazsın, her devrin şartlarına icabet etmek gerekir, deyip tersledim. Yeğenim makineye format çekmek istedi. İyi de ben bu makineye Mürşit 4.0 yükledim, günah olmaz mı, diye sordum. O da cevap veremedi. Alo fetva hattını arayıp işin doğrusunu öğrendik. Teknik bir konu olduğu için dinen sakıncası yokmuş. Makineyi formatladık, XP programını yeniden yükledik. Eskisinden güzel oldu. Hanım hemen gül suyu ile mausu (klavyeyi özenle temizledi.

+

Vallahi artık internet canavarı oldum. Kendime WEB sitesi bile hazırladım. Hacı Emin efendiden gençlere nasihatler, başlıklı bir site açtım. Sağ olsunlar bir çok gencimiz dini sualler tevdi ediyorlar. Aklımın yettiğince cevaplıyorum. Gençleri başıboş bırakmak olmaz, sonra yollarını kaybederler.

+

Eyvah ! Benim siteyi heklemişler ! Cemaatten Rıza bey telefon etti. Emin efendi senin sitede neler çıkıyor öyle, diye sordu. Siteye bağlandım. “BU SİTE INTERCANAVAR TARAFINDAN HEKLENMİŞTİR. THIS SITE IS HACKED BY INTERMONSTER” başlığı çıkıyor. Başlığın altına da bir sürü porno GIF resmi yerleştirmiş hınzır herif.

Rezil olduk cemaate. Cuma’dan sonra hepsine benim sitenin adresini vermiştim. Gördün mü başa geleni ! Sayfaya bak ! Şu alttaki zenci neler yapıyor öyle !!!

Neyse, cemaatten birinin oğlu geocities ile yazışıp durumu düzetti. Şifreleri alıp hemen eski sayfaları geri yükledim. Yalnız, duyduğum kadarıyla adımız Hacı Emin Efendi’den, pornocu Emin Efendi’ye çıkmış. Camiye girdiğimde bazıları kıs kıs gülüyor. Bir müddet vakit namazlarını başka camide eda ederim inşallah.

— Şimdilik son —

Levent ertürk, 10.8.2005

X

Sayın F. Ergin,

Önce sevgi, Levent Ertürk’ün aşağıdaki yazısı çok güzeldi.

Sitemizin Seçme Yazılar bölümüne alıyorum, kendisine ve size teşekkür ediyorum.

Sevgilerimle,

Hayri Balta, 16.8.2005

X

Vaktiyle Japon sinemasının seçtiği vurdulu-kırdılı, bıçaklı-kılıçlı filmlere epey şaşmıştım. Tokyo’da ne zaman televizyonu açsam; bir yığın Japon, naralar atarak bir yığın Japon’u kesip doğruyordu.

Oysa Japonlar, birbirleriyle olan günlük ilişkilerinde; yüzlerce yıldan süzülüp gelmiş, ince bir Uzakdoğu nezaketinin yumuşaklığında görünüyorlardı. Birbirlerinden ayrılırken; karşılıklı üç-beş kez yerlere doğru eğilerek, geri geri yürüyor; adeta birbirlerini selamlama yarışına girişerek, oldukça uzun bir süre karşılıklı eğilip duruyorlardı.

+

Filmlerde ise, elde bıçak, naralar atarak tekme-yumruk, durmadan birbirleriyle vuruşuyorlardı.

Bu çelişki dikkatimi çekmişti. Günlük ilişkilerdeki aşırı nezaket ile filmlerdeki kaba saldırganlığı bir türlü birbiriyle bağdaştıramamıştım.

+

Şimdi Batı filmlerinde de, aynı şiddet rüzgârları esmeye başladı. Harika bir teknikle, adinin bayağısı, kana bulanmış ucuz bir cinsellik; milyonlarca seyirci topluyor en gelişmiş kentlerde.

+

Tavşanla sevişen genç bir kızın, annesiyle babası; tavşanı kesip, çaktırmadan kıza yedirince ve yemeğin ortasında da, yediği etin seviştiği tavşan olduğunu kahkahalarla kıza söyleyince, kızın sulanan gözleri… Ve sonra öç almak için, o gece kuzu kasabı bir zenciyle sevişmeye gitmesi… Meleyen kuzular, kasap çengelleri, mezbahada kanlar içinde bir aşk… Derken zencinin bir şeyler ararken, kasap çengellerinden birine takılı kalması ve kızın biraz önce seviştiği zencinin can çekişmesini seyretmesi; sonra da bıçaklardan en kocamanını alıp eve dönmesi ve yatakta uyuyan anasıyla babasını o bıçakla kesmesi…

O arada kasaplığın bütün ayrıntılarını ve inceliklerini gösteren büyük plan sahneler…

+

Aslında seyredilecek bir iğrençlik değildi gördüğüm. Yüzümü buruştura buruştura sonuna kadar dayandım.

Bir başka filmde bir katil, durmadan fotomodellik yapan kızları, gözlerine şiş batırarak öldürüyordu. Modelleri kullanarak resim çeken ünlü bir kadın fotoğrafçı ise, her cinayeti bir medyum sezisiyle bulunduğu yerde görüp yaşıyor, çığlıklar atıyordu.
Katili bulmaya çalışan dedektif, kadın fotoğrafçıya âşık oluyor; onu, kadınları gözüne şiş batırarak öldüren katilden korumaya çalışıyordu. Ve sonra da, katilin aslında o sivil polis olduğu anlaşılıyordu… Hemen herkes, bu filme eşsiz bir yapıt olarak koşuyordu. Sinema tekniği gerçekten olağanüstü başarılıydı. Ama konu, hem bayat, hem de beşinci sınıf polis romanları ucuzluğundaydı.

+

Kanlı şiddet ve cinayet sinemacılığının; Japonya’dan New York’a, bütün sermaye düzeni dünyasını sarmasının nedenlerini, yavaş yavaş sezmeye başladım sonunda.

+

Sabahtan akşama, durmadan suyu çıka çıka çalışan insanlar, gizli bir öfkenin gerilimindeydiler. Sadece kime karşı öfkeleneceklerini pek bilemiyorlardı. Kadınlar erkeklere öfkeleniyor; erkekler kadınlara öfkeleniyor; gençler herkese öfkeleniyordu. Ve durmadan kanların fışkırdığı, gözlerin çıkarıldığı, kafaların kesildiği: sonra da, bütün ayrıntılarıyla sadık cinsel birleşmelerin gösterildiği filmlere koşuyor, içlerindeki gizli öfkeyi rahatlatıyorlardı.

Gitgide bollaşan bu tür filmler, toplumsal bir yozlaşmanın tehlikeli bir habercisiymiş gibi göründü bana. Yıllarca önce cinselliğin sinemaya aktarılmasını, bir aşama olarak değerlendirmeye çalışmıştım. Kişiyi, yüzlerce yıl ezip inletmiş olan bir baskı, ortadan kalkıyordu. Evrenin en doğal olayı, tabu olmaktan çıkıyordu.

Ancak bu kez, cinselliğin kanlı-bıçaklı, şişli-satırlı bir şiddet eylemine dönüştürülmesi ve bundan da milyonların hoşlanması beni tedirgin etti.
En gelişmiş toplumlarda kadınlarla erkekler, birbirlerine böylesine mi diş biliyorlardı; onu çözemedim ama, bireylerin gizli öfke birikimlerinin, gün günden daha büyük boyutlara ulaştığını anladım. Ne var ki bu filmler, bir yandan genç kuşakları da, başka bir yönden etkiliyordu. Ve bir şiddet dalgası, ufaktan büyüğe, her yerde kıpırdayıp duruyordu.

Geri kalmışlıkla gelişmişliğin, birey üstündeki mutluluk oranını bulmak zorlaşıyordu.

Gelişmiş dünyada da, insanlar sanıldığı kadar mutlu değildi. Yirminci yüzyıl da, insanoğlunu huzura kavuşturamamıştı… Hem de galiba hiçbir yerde!

+

Not: 27 yıl önce yazılmış bir yazı… “Gölgelerin Gölgesi”nden… (Milliyet, 18.10.2005, Filiz Ergin göndermiştir, kendisine teşekkür…)

X

Çok saygıdeğer büyüğüm,

Uzun zamandır yazılarınız gelmedi… Sesiniz çıkmadı. Nasılsınız? Her şey yolunda mı? Ne olur bana çiçeklenmiş haberlerinizi veriniz.

Saygım ile size,

Filiz ERGIN, 9.2.2006

x

Sayın Filiz Ergin,

Nerdesin,

Çoktandır sesin sedan çıkmıyor. Çalıştığın iş seni çok mu yoruyor…

Sevindim aramana. Hiç olmazsa elin işte ama aklın burada…

Ne desen değer bu da,  selam Söyle Suat Emiroğlu’na. Onun da sesi sedası çıkmıyor, ne oldu ona.

Acaba şu bizim Gülay Kutlu hanım  ne havada…

şimdi kal sağlıcakla,

Bilge Balta, 9.2.2006

X

Hayri beyciğim,

İşler yoğun, özel hayat yoğun… Gidip geliyorum işte zaman ve işler içinde… Çalıştığım iş çok kasıyor ama hakkımı aldığıma inandığım tek iş yerim.

Sağlığınıza nasıl sevindim, anlatamam size. Sizin güzel ellerinizi, yanaklarınızı öpmem lazım daha…

Suat ve Gülay iyiler. Selamlarınızı ileteceğim. Arada bir Suat’ta soruyor sizi, ne güzel, hep böyle genç ve güzel kalın, e mi?

Sonsuz özlem, sevgi ve güzellikler ile,

Filiz ERGİN.9.2.2006

X

Sevgili Ergin,

Bana yeter sevgin.

Aman işi bırakma, dört elle sarıl işine, atılma.

Çünkü İstanbul Kurtlar vadisine benzer. İşsiz birini, hele bayan olursa, parça parça ederler.

İyi ki sen varsın, beni iyi anlayanlardansın…

Sen dünyada bir tanesin… Bitmesin bana ve başkalarına olan sevgin…

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana.

Bilge Balta, 9.2.2006

X

Devam devam, iyi gidiyor. “Cennet’te 4000 bakire, 8000 dul, 200 huri…” Sizi bekliyor..

(Güncelleme tarihi: 1.7.2006

x

Sayın Arkadaşlarım,

Bir gruptan alıntı bu yazı… Lakin içerik ve verilen mesajların ahengi nedeni ile sizlerle paylaşmak istedim.

Sabri bey, zamanında kırgınlık olmuştu aramızda, yanlış anlama olmuştu bu muhrem zat için… Şimdi bu yazıyı okuyunca… sanırım kendilerinin kimliği hakkında düşünceleriniz daha müspet olacaktır.

Levent ERTÜRK’ün maillerini yollarken, kimliği hakkında da bazı bazı mesajlar vermeye çalışmıştım ama sanırım eksik kalmışım ki, sizlerce biraz yanlış anlaşılmışım.. Levent bey’i yanlış tanıttığım gibi ne yazık ki…

Lütfen anlatılanların ve kişinin derinliğine ve çok boyutluluğuna giriniz.

Saygım ile,

Filiz ERGİN.,21.7.2005

X

Hayri beyciğim,

Siz serzenişte mi bulundunuz bana yoksa ben mi alınganlık gösteriyorum durup dururken?

Saygımla size,

Filiz ERGİN, 22.7.2005

+

Sevgili Filiz,

Önce sevgi deriz, sonra da deriz: Kuşkuların yersiz.

Levent Ertürk’ün; Suat ve Çetiner ile ilgili yazısı çok açıktır. Levent, İslamiyet’e bakışı anlaşılmıştır. Artık ona İslamiyet ile ilgili görüşlerim iletilmeyecektir.

“İyi misiniz?

Sesiniz çıkmıyor bu aralar…” Bu iletiniz için ise dikkatini çekmişimdir. “Bu ne kadar içtenliksiz, içeriksiz, kuru demişimdir.”

Ben seni olduğun gibi kabul ederim. Yoktur, herhangi bir serzenişim…

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana derim

Hayri Balta, 22.7.2005

X

Bazı Alevi derneklerinin Aleviliği İslam’ın dışında algılayarak kendilerini bir azınlık grup olarak tanımlamaları, cemaatin geri kalanında yaygın bir infial uyandırmış gözüküyor. Gerçekten de Aleviliğin İslami gelenek dışında tanımlanması son derece zorlama bir çabayı ima eder.

Ne var ki İslami gelenek sadece İslam dini anlamına gelmez. Çünkü din geleneği yeniden anlamlandırsa da, gelenek çok daha temel bir düzlemde söz konusu dinin somutta nasıl dindarlaşma pratikleri üreteceğini büyük ölçüde belirler. Bu açıdan bakıldığında Aleviliğin içinde paganizm ve Hıristiyanlık öğeleri görenlerin, hele bu inanç alanının son kırk yılda nasıl dünyevi ideolojilerle beslenebildiğine tanık olanların teşhislerinde çok da yanıldıkları söylenemez. Açıktır ki bugün karşımızda salt bir dinsel inanç değil, hayatın her yönünü ve entelektüel boyutunu içine alan bir kültürel duruş ve pratik var… Dolayısıyla tüm Alevilerin İslam’a aynı şekilde bakacaklarını sanmak hem gerçekçi olmayan hem de totaliter bir yaklaşım. Her inanç sisteminde olduğu gibi, Aleviliği yorumlamak ve yaşamak Alevilere düşerken, farklı anlayışlardan hangisinin daha doğru olduğunu ne tarihe ne de metinlere giderek kanıtlamak mümkün değildir. Dinsel öğretilerin algılanma biçimi her an değişim içindedir ve hiçbir güç hiçbir dinin gelecekte de aynen bugünkü gibi algılanacağını garanti edemez…

Bu durumda bazı Alevilerin kendilerini diğerlerinden farklı görmeleri son derece doğal. Ama yaşanan bu kırılmada bizzat Türkiye’deki devlet yaklaşımının payını görmezden gelirsek, meseleyi anlamakta zorlanabilir ve örneğin işi Batı komplosu sanabiliriz. Önce bu noktayı ‘temizlemek’ açısından bilinmesi gerek ki bugün AB’nin ne Türkiye’yi bölmek ne de yeni azınlıklar yaratmak gibi bir hevesi yok. Hatta bu tür gelişmelerden hoşnut da kalınmıyor; çünkü bu taleplerin özellikle AB Komisyonu’nun stratejisini zora sokan bir niteliği var. Tabii ki AB kriterleri aday ülkelerde sosyolojik olarak azınlık durumunda olan grupların haklarıyla ilgili. Ancak bu devletin reforme edilmesinden öte bir anlam içermiyor. Diğer bir deyişle Alevilerin kaç parçaya bölünmüş oldukları AB’yi hiç ilgilendirmediği gibi, meselenin böylece dallanıp budaklanması onlar açısından sadece külfet demek. Beklenen şey Türkiye devletinin doğru davranarak, Alevileri kendilerini ayrımcılığa maruz hissetmekten kurtarması…

Oysa devlet bugüne kadar tam aksi yönde davranmış durumda. Aleviler içinde kendisine muhatap bulamamaktan şikayetçi olan devletin, muhatapların ancak özgür tartışma ortamında ürediğini bilmesi gerekir. Türkiye’de Alevilik on yıllar boyunca cemaat içi bir dil olarak kaldığı ölçüde, giderek yüzeyselleşti, araçsallaştı ve iç farklılıkların meşrulaştığı yorumlara doğru savruldu. Aleviliğin yaşatılması kamufle edilmesini gerektirirken, devlet bu insanları ‘laik’ kimlik kıskacına alarak gerçekte manevi ve entelektüel açıdan iğdiş etti. Şimdi AB kriterlerinin getirdiği özgürlük referansı içinde yaşanmakta olan, kendini boğulmuş hisseden bazı Alevilerin üzerlerindeki deli gömleğini yırtma isteğidir. Bunu yaparken bazıları hızını alamayıp belki de temelsiz ve anlamsız yorumlara kayabilirler. Ama eğer Alevilik diye ‘sağlam’ bir temel varsa, bu açılımlardan geriye pek bir etki de kalmayabilir. Yeter ki gereken özgürlük ortamına Aleviler şu an itibarıyla sahip olsunlar…

Bu açıdan zorunlu din derslerinin kaldırılması son derece önemli bir adım olacaktır. Alevilerin bu sonucu yargı yoluyla almasını yadırgamayanların, başka Alevilerin kendilerini İslam dışına atma isteğini de yadırgamaması gerek. Ayrımcılık yoluyla toplumu bölenlerin, bundan şikayetçi olanları bölücülükle suçlamaları resmi söyleme sinmiş olan ahlaki zaafın göstergesinden başka bir şey değil.

Etyen Mahçupyan, 1.12.2006

+

Değerli dostlarım,

Köşe yazısında birden fazla mesaj bulunmaktadır. Dinlerin zamana karşı nasıl dejenere olduğundan tutunda, ideolojilerin dinler üzerinden nasıl amaç ve araç haline geldiğini, dinlerde kamplaşmayı çok güzel ele almış yazar.

Ayrıca,zorunlu din derslerine karşı olması konusunda ben de hemfikirim. Bu seçmeli ders olarak okutulmalı. Benim okul zamanlarımda din dersleri son derece yanlı idi ve açıkçası bana çok şey katmadığı gibi, Tanrı’ya ve inanca ve dine korkular ile yaklaşmama katkıda bulunan unsurlardan biri oldu.

Uhrevi şeylere inancım çok fazla var. Ancak aktarılanlar gibi, günümüzde yaşananlar gibi değil bunlar. Kirletmekte, saptırılmakta, yozlaştırılmaktadır. Bir tarafa mensup olmadığım halde, doğru ahlak ile pekala inancımı çok güzel yerine getirdiğimi düşünüyorum. Okuyarak, araştırarak, saplanılmış ve kalıplardan ibaret eskiden günümüze aktarılanlar ile inançları anlama yanlışına düşmemeye çalışarak…

Yazıda katılmadığım husus ise, AB’nin Türkiye içinde dinsel bir kamplaşma olmayacağını istemesini belirtmesidir. Ben, bu noktada durumun inandırıcılığını onaylamamaktayım. Dünyamız menfaat üzerine kurulu ilişkilerden ibaret. Kimse çıkarı olmadan ittifak sağlamayacak durumda. Tabii bu konuda kuşkucu, tedirgin, güvensiz yaklaşımdan çok, bilgili, özgüvenli ve araştırmacı bireyler ile toplumumuzu ayakta tutabilir, çok daha net ifade edebiliriz kendimizi.

Saygımla sizlere,

Filiz ERGİN. 1.12.2006

+

Sevgili Filiz,

Gerçekçi anlatımınızla beni sevindirdiniz…

Çok az aydın din konusunda bu denli açık olabilir.

Bu da sizin akıllı bir aydın olduğunuzu göstermektedir…

Ne var ki duygu ve düşüncelerimi daha fazla açıklayamayacağım.

Çünkü,10 Kasım 2006’de ikinci bir kalp krizi geçidim. Elektrik şoku ile kendime geldim.

Ameliyatla kalbe pil takıldı; şimdi kalbindeki pille nekahet dönemi geçirmekteyim.

İsterdim ki “Abi, çoktandır yazılarınız gelmiyor; Sitenize yeni yazı girmiyor.

Acaba bir sorun mu var, sizdeki sorun hepimizi hırpalar…”

Ne siz ve ne de diğer arkadaşlardan bir tane olsun soran çıkmadı…

Oysa dostluk böyle olmamalı…

Levent Ertürk’ün durumu beni üzüyor.

Çoktan dır yazı ve de bir haber gelmiyor.

 

Daha fazla yazamıyorum, kısa kestiğim için özür diliyorum.

Sevgiler size…

Hayri Balta, 6.12.206

X

Çok saygıdeğer büyüğüm,

İlkin tarafıma ilettikleriniz için, yazıma verdiğiniz yanıt için size müteşekkirim. Hele hele beni akıllı bir aydın gördüğünüz için, sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Lakin yolun başında olan bir cahilim ben. Yaşadığımız yerde, zamanda bilinmesi gereken nice şeyler var. Tembelim biraz öğrenmede ama, dilerim iyi şekilde ilerliyorumdur doğru bulduklarımda. Önemli olan da bu benim için.

Size sonsuz kere geçmiş olsun. Çok üzüldüm, inanın. Haklısınız, sizi hafta bir, bazen yoğunluğum ve yorgunluklarım nedeni ile ayda bir mutlaka cep telefonunuzdan arardımL Bazı bazı mailler atardım. Sanırım gündelik yaşamın telaşesinde bunu biraz ihmal ettim. Affedin beni, olmaz mı? Sonsuz özür dilerim. Bu, inanın sizi unuttuğum anlamına gelmiyor.

Çok bekledim yolum Ankara’ya düşsün, o güzel ellerinizden sevgi, saygı ile öpeyim diye.. lakin gelemedim. Dilerim yaz aylarına doğru kısmet olur. Sizin o hayata sımsıkı bağlanma tutkunuz ve gücünüz bana inanılmaz ilham olmakta. Bunu yanınıza gelerek hissetmek benim için daha özel olacaktır.

Levent beyciğimin durumu üzüleceğiniz gibi değil. Ben sürekli kendisinden haber alıyorum. Sağ olsunlar, hayatımdan eksik olmasınlar, bana değer verdiği, sevdiği için katıldığı ortamlara dahil ediyor bazı bazı, yazılarını yolluyor, bazen sohbetlerimiz oluyor. Fazla duygusal yapıya sahip olması arada bir depresyona itiyor sanırım kendisini, hepsi bu. Tahmin edeceğimizden daha güçlü kendisi. O minik, güzel vücuduna yaptığı tek zarar alkol. Dilerim onu da bırakır. Maile kendilerini de ekledim izniniz dahilinde. Bu sayede samimiyetinizi kendilerine bu şekilde ulaştırmış olurum.

Cep telefonunuz değişmedi ise, akşam iş çıkışında ya da öğlen yemek arasında sizi aramak, o güzel ve bana hep umut verici sesinizi duymak isterim. 0537 871 94 01 doğru mu değerli büyüğüm?

Ellerinizden, güzel yüzünüzü doya doya öperim.

Saygım ile,

Filiz ERGIN

x

Çok kıymetli büyüğüm,

Yazdığım mail size ulaştı mı bilmiyorum ama, hal hatırınızı sormak istedim. Nasılsınız? Sağlığınız yerinde mi ?

Sizin için yapabileceğim bir şey olur ise, lütfen bana bildiriniz, lütfen…

Güzellikler, sevgiler sunarım size.

Saygım ile,

Filiz Ergin, 13.12.2006

X

Değerli Filizimiz,

Her gün artıyor size olan sevgimiz.

Cep telefonunu pil var diye yasakladılar.

Eğer ararsanız … arayın…

Bu ara Şu levent Ertürk’ü de benim için arayınız.

İletilerim geri dönüyor; dönmeyenlere de yanıt vermiyor…

Neden böyle yapıyor, adımızı sanımızı anmıyor.

Bütün iletilerin geliyor.

H.B. Teşekkür ediyor…

Sevgilerimle…

Hayri Balta, 13.12.2006

X

Güzel büyüğüm,

Levent bey sanırım bu aralar yoğun. Bu iletinizi şimdi iş adresine de yönlendiriyorum ayrıca. Emin olun kendisi vefasız birisi değil. İnsanlara, değerlere onca kıymet veren birisi, sizi unutmaz, emin olunuz.

Sağlığınızdan dem vurmamışsınız. Her şey yolunda mı? Yinelemek isterim, bir ihtiyacınız ya da eksiğiniz var ise çok rica ediyorum bildirin. Elimden gelen bir şey ise, seve seve yaparım. İnsanlığımız bu günler için anlamlı çokça…

Sonsuz sevgim ve saygımla size.

Hep iyi ve umutlu olmanız dileklerimle,

[+] Filiz ERGIN, 13.12.2006

+

Değerli Filiz,

Sağlığımla yakından ilgilenmekle beni mutlu ettiniz.

 

Sağlığım gün be gün iyiye gidiyor.

Öyle sanıyorum ki takılan pil iyi geliyor…

 

Sevgin bana güç veriyor…

Hayri Balta seni seviyor…

 

Sevgilerimle…

Hayri Balta, 13.12.2006

X

Hayri beyciğim,

Samimi olan sevginizin karşılığını kelimeler ile ödemem imkansız. Dilerim hep iyi ve sağlıklı olursunuz. Her şey yolunda gider.

İhtiyaç duyduğunuzda 0535 614 28 82 , 0216 425 60 41 numaralından bana 24 saat boyunca ulaşabilirsiniz. Çekinmemenizi de çok rica edeceğim.

Sevgim, saygım ile efendim size.

Filiz, 13.12.2006

X

Değerli Filiz,

Dergicilik yaşamında başarılar dileriz.

 

Derginiz gerçekten güzel olmuş…

Güzel yazılarla da dolmuş.

 

Beni en çok sevindiren senden haber almış olmak.

Mümkün mü seni unutmak.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 2.11.207

X

Sevgili Filiz,

İleti göndermekle beni sevindirdiniz…

 

Ne oldu sana?

Çıkmıyor yıllardır ses seda.

 

Seni üzecek bir şey mi yaptım?

Defterinden beni silip attın…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yine de sevgiler sana…

 

Eren Bilge, (Hayri Balta) 15.5.2008

X

Merhaba kıymetli büyüğüm.

Size ben daha önce nasılsınız diye mail attım. Yanıtlar gelmedi. Mail adresinizin değiştiğini düşündüm ben de. Son yazımı da yeniden bir kere daha şansımı denemek için yollayayım dedim.

Beni üzecek bir şey yapmanız kabil değil ki bunca hümanistliğinizce. Ben iş arıyorum bu aralar. Bir iki şey okumaya, bir iki şey karalamaya çalışıyorum elimden geldiğince.

Siz nasılsınız? Sağlık sıhhatiniz yerindedir umarım?

Selam eder, güzel ellerinizden öperim.

Sevgim, saygımla.

Filiz ERGİN, 15.5.2008

X

Kıymetli büyüğüm,

Telefonumun şarj bittiği için görüşemedik. Ama sesli mesajınızı aldım. İnanın nasıl sevindim aramanıza. Çok çok güzel ve incelikli bir sürpriz oldu bu benim için.

Hâlâ işsizim, onu sormuşsunuz bana.

İş arıyorum. Piyasa biraz durgun, bu yüzden eleman alımlarını da bekletiyorlar ya da çok fazla ince eleyip sık dokudukları için şansımız bazı bazı biraz daha azalıyor.

Siz nasılsınız?

Neler yapmaktasınız?

En önemlisi sağlık ve sıhhatiniz yerindedir umarım.

Saygılarımı ve sevgilerimi sunarım en içtenliğimle.

Filiz ERGİN, 21.1.2009

X

Kıymetli büyüğüm,

Düşünceniz için size teşekkür ederim.

Özgeçmişim ekli dosyada.

Sağlınızın yerinde olmasına çok sevindim. Ve biz gençlerden daha da vefalı çıkmanız, eski arkadaş/dostları unutmamanız, ihmalliğimden ötürü utanç verdi ama hatırlanıyor olmam gurur verdi.

Saygım size.

Filiz ERGİN, 21.1.2009

+

Gülcin Kızım,

Aşağıdaki özgeçmişin bir çıktısını alarak Reha’ya vermeni rica eder hepinize sevgiler sunarım…

Hayri Balta, 21.1.2009

Filiz ERGİN

 

Çiğdem Mah Sarıkaya Yolu No: 43/45 Paşabahçe/ BEYKOZ/ İSTANBUL

Ev Tel (216)-425 60 41 / Cep:(535)-614 28 82

E-mail: filizergin@gmail.com

Sigara kullanmıyorum.

 

KİMLİK BİLGİLERİ:

 

Doğum tarihi ve yeri :19,03,1980 Sakarya

Uyruğu                     :T.C

Medeni durumu        :Bekar

 

 

EĞİTİM DURUMU:

 

1997-1999             :Cevat Koçak Tic Mes Lisesi

2002-                     :AÖF halkla ilişkiler

 

BİLGİSAYAR DENEYİMİ:

 

Genel Paketler Programlar        Windows, MS Ofis Programları, Photoshop

Mesleki Paket Programlar:        Ofis

 

YABANCI DİL:

 

İngilizce (Orta seviyede)

 

İŞ TECRÜBESİ:

 

Ekolay.net – Doğan Online

 

Editör yardımcısı ( 5 ay )

Şehir Rehberi editörünün listelerini güncellemek, etkinlik girmek.

 

 

Ekonomikticaret.comGedikgross.com  ( Gedik Holding )

 

Müşteri İlişkileri Yönetmeni ( CRM ) / Koordinatörü   ( 3 yıl )

 

Bölümde yeni işe başlayanların oryantasyonu, bölümün koordinatörlüğü ve organizesi, şikayetlere kalıcı çözümler bulup raporlamak, yeni müşteri kazandırma stratejileri, var olan personelin gelişimini sağlamak, müşterilerden gelen mail, telefon şikayetlerinin çözümünü sağlatmak ve raporlamak.

Arıza – İade ürünlerinin koordinasyonunu sağlamak ve ilgili departmanları kontrol etmek, gerekli noktalarda tedarikçi firmalarla görüşüp, iş akışını sağlamak.

 

Birebir.com            (Birebir İletişim LTD )

 

Müşteri Hizmetleri Koordinatörü   ( 1 yıl )

Kitap Mağaza Yönetmeni          

 

B2C ticaret. Müşteri Hizmetleri Koordinatörü. Personelin iş takibi, işlemlerin takibi ve kritiği, geliştirici faaliyetler düzenlemek, işe yeni başlayanların oryantasyonu, şikayetler için çözüm odaklı çalışmalar ve raporlamalar hazırlama.

 

 

Hepsiburada.com    ( Doğan Holding )

 

Müşteri Hizmetleri Sorumlusu ( 3 yıl )

Kitap Mağaza Yardımcısı   

 

B2c Ticaret. Satış öncesi, anı ve sonrası mail, telefon ve chat yolu ile müşteriye destek vermek. Verilen bu hizmetlerin raporlarını üst yönetime sunmak, geliştirici faaliyetler bulup, üst yönetime sunmak.

 

Fako AŞ

 

İnsan kaynakları  (Stajyer)

 

REFERANSLAR:

 

Ömer GÜRKAN               Embrio.com          –   Genel Müdür                        Tel: 532- 262 33 28

Fulya Aydın                     Sümer factoring    –   Satış Sorumlusu                   Tel: 535- 563 79 77

Halime Öney                   Ekonomikticaret.com  – Mağaza Sorumlusu           Tel: 532- 682 02 56

 

 

KATILDIĞI EĞİTİM/SEMİNER/KONFERANSLAR:

 

28-29 Şubat 2003       Telefonda Etkili İletişim / Müşteri Odaklılık DOL İnsan Kaynakları

2003                          Müşteri Odaklı eğitim     /       SİSTEMA

2001-2003                 İ.B.Ş.B Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi – Yazarlık eğitimi

2005-2007                 İ.B.Ş.B Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi – Eğitmen yardımcısı

2007-….                    Özgür Üniversite ( Tarihi, Siyasi, Felsefi, Psikoloji, Sanatsal seminerler )

 

 

İLGİ ALANLARI:

 

Roman–şiir–deneme-hikaye yazmak, kültürel geziler, fotoğrafçılık,müzik,sinema

 

Hayri bey,

İş konusunda bir şey olsa da, olmasa da; dünyada dostlukların ve hâlâ insanca yardımlaşmanın ve paylaşmanın var olduğunu bilmek kâfi. Samimiyetimle diyorum bunu.

Size teşekkür edeceğim de, yetmeyecek. İnsanlığınız için size hürmetlerimi sunarım.

Saygımla

Filiz ERGİN

X

Kıymetli büyüğüm,

Merhaba.

Nasılsınız? Sağlığınız dilerim yerindedir.

Ben bildiğiniz gibiyim. Krize diş bilemeye çalışanlardanım; ne kadar zor olsa da.

Sağlık ve sıhhatimiz yerinde olsun, iş nasıl olsa bulunur, olur.

Saygılarımı sunarım.

Filiz ERGİN

+

Ergin Can,

Sana sevgi candan…

 

Sağlık sorunum öyle…

Yaşıyoruz, yazıyoruz şöyle böyle…

 

Senin iş için İstanbul’daki damattan rica ettim.

Geçen gün hatırlattım.

“Aklımda baba; ama, biliyorsun kriz!” dedi…

 

“Bu işe öncelik ver.

Bu iş benim için önemlidir!..”

Dedim,

Bilirim benim isteğim damadım için önemlidir…

 

Biraz daha bekleyelim hele…

Ama bu arada sen de iş aramayı geciktirme…

 

Bu şirket büyük bir Arap şirketidir.

Eğer bir girerseniz sana ömür boyu yetecektir.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 24.9. 2009

X

Canım büyüğüm,

 

İlkin yeniden selam ederim. Ellerinizi dostlukla sıkarım.

Bilirim ki, sizin sözünüz sözdür, elinizden geleni ardına koymaz, yerine gelmesi için elinizden geleni yaparsınız. Ancak arada bir başka kişilerin yapacağı şey var ise, bu ne sizin yükünüzdür ne de benim beklentilerimin olmamasının hayal kırıklığıdır. Biliyorum ki, can-ı gönülden her şeyi yaparsınız. Ki, beni bu kadar düşüp, ailenizin içine sokup, benim hatırım için bunca rica etmeniz yeterince beni utandırmış ve ayrıca gururlandırmıştır. Ne kadar teşekkür etsem inanın azdır. Binlerce defa iyi niyetlerimi sunuyorum size.

 

Kriz cidden sarstı hepimizi. Biraz sıkıntı ve stres yapıyor hali ile bende de; ama herkes gibi geçmesini bekliyorum zahir. Bu da bitecek, işler yoluna girecek, inancı kaybetmediğimiz sürece her şey güzel ve pozitif. Hele hele sizin gibi dostların olduğunu bilmek insana daha çok motivasyon yüklüyor. Hakkı ödenmez güzel dostlara samimiyetle yeniden selam olsun.

 

Ben de boş durmuyor, bu arada İngilizcemi geliştiriyorum, web tasarım öğrenmeye çalışıyorum. Çok kararlıyım, mesleğimde iyi bir kariyer yapacağım. Bir kadının hayatındaki duruşunun bozulmaması için kuvvetle ihtiyacı var kariyerinde iyi olmasına, elinin ekmek tutmasına. Diliyorum damadınızdan güzel teklif gelir ya da ben bir başka yerden sağlam teklifler alırım, her şey çok çok güzel olur. Bilmenizi isterim ki, iş aramalarım aralıksız devam ediyor. Tüm eski iş arkadaşlarımı ve patronlarımı aradım, haber bıraktım. Gerisi biraz şans ve biraz da piyasanın düzelmesine kalmış kıymetli büyüğüm.

 

Sağlığınız iyi olsun, ne olur. İstemem sizden sağlıkla ilgili sorun duymak. Hep iyi olun ki, bize ışığınız yansın.

Üç beş ay içinde Ankara’ya gelme ihtimalimiz var. O zaman size mutlaka ama mutlaka uğramak istiyorum. Bana iletişim numaranızı yazar mısınız?

 

Bir isteğiniz ya da dileğiniz varsa, burada olduğumu unutmayın lütfen.

Sonsuz saygım ve sevgimle değerli büyüğüm.

 

Sizi seven

Filiz ERGİN

 

From: BİLGEBALTA [mailto:hayri@bilgebalta.com] Sent: Tuesday, March 24, 2009 4:53 PM
To: Filiz ERGİN
Subject: Re: Selam

 

Ergin Can,

Sana sevgi candan…

 

Sağlık sorunum öyle…

Yaşıyoruz, yazıyoruz şöyle böyle…

 

Senin iş için İstanbul’daki damattan rica ettim.

Geçen gün hatırlattım.

“Aklımda baba; ama, biliyorsun kriz!” dedi…

 

“Bu işe öncelik ver.

Bu iş benim için önemlidir!..”

Dedim,

Bilirim benim isteğim damadım için önemlidir…

 

Biraz daha bekleyelim hele…

Ama bu arada sen de iş aramayı geciktirme…

 

Bu şirket büyük bir Arap şirketidir.

Eğer bir girerseniz sana ömür boyu yetecektir.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 24.9. 2009

X

Canım büyüğüm,

İlkin yeniden selam ederim. Ellerinizi dostlukla sıkarım.

Bilirim ki, sizin sözünüz sözdür, elinizden geleni ardına koymaz, yerine gelmesi için elinizden geleni yaparsınız. Ancak arada bir başka kişilerin yapacağı şey var ise, bu ne sizin yükünüzdür ne de benim beklentilerimin olmamasının hayal kırıklığıdır. Biliyorum ki, can-ı gönülden her şeyi yaparsınız. Ki, beni bu kadar düşüp, ailenizin içine sokup, benim hatırım için bunca rica etmeniz yeterince beni utandırmış ve ayrıca gururlandırmıştır. Ne kadar teşekkür etsem inanın azdır. Binlerce defa iyi niyetlerimi sunuyorum size.

Kriz cidden sarstı hepimizi. Biraz sıkıntı ve stres yapıyor hali ile bende de; ama herkes gibi geçmesini bekliyorum zahir. Bu da bitecek, işler yoluna girecek, inancı kaybetmediğimiz sürece her şey güzel ve pozitif. Hele hele sizin gibi dostların olduğunu bilmek insana daha çok motivasyon yüklüyor. Hakkı ödenmez güzel dostlara samimiyetle yeniden selam olsun.

Ben de boş durmuyor, bu arada İngilizcemi geliştiriyorum, web tasarım öğrenmeye çalışıyorum. Çok kararlıyım, mesleğimde iyi bir kariyer yapacağım. Bir kadının hayatındaki duruşunun bozulmaması için kuvvetle ihtiyacı var kariyerinde iyi olmasına, elinin ekmek tutmasına. Diliyorum damadınızdan güzel teklif gelir ya da ben bir başka yerden sağlam teklifler alırım, her şey çok çok güzel olur. Bilmenizi isterim ki, iş aramalarım aralıksız devam ediyor. Tüm eski iş arkadaşlarımı ve patronlarımı aradım, haber bıraktım. Gerisi biraz şans ve biraz da piyasanın düzelmesine kalmış kıymetli büyüğüm.

Sağlığınız iyi olsun, ne olur. İstemem sizden sağlıkla ilgili sorun duymak. Hep iyi olun ki, bize ışığınız yansın.

Üç beş ay içinde Ankara’ya gelme ihtimalimiz var. O zaman size mutlaka ama mutlaka uğramak istiyorum. Bana iletişim numaranızı yazar mısınız?

Bir isteğiniz ya da dileğiniz varsa, burada olduğumu unutmayın lütfen.

Sonsuz saygım ve sevgimle değerli büyüğüm.

Sizi seven

Filiz ERGİN, 24.3.2009

X

Ergin Dostum,

Önce sevgi sundum.

 

Sağlık sorunlarım nedeniyle iletişim numaramı vermekte geciktim.

Ancak şimdi kendime gelebildim…

 

Kalp pili olduğu için cep numarasını iptal ettim.

Şu numaradan beni arayabilirsin: 0312 255 92 21

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

 

Av. Hayri Balta, 7.4.2009

X

Yeniden selam, saygı olsun değerli büyüğüm.

Numaranızı hemen kayıt ediyorum.

Sağlık sorununuz beni endişelendirmekte. Her şey yolundadır dilerim.

Sevgiler sunarım.

Filiz ERGİN, 7.4.2009

X

Nasılsınız değerli büyüğüm?

Sağlığınız falan yerinde olsun ne olur…

Saygımla.

Filİz ERGİN

X

Ergin Dostum,

Önce sevgi sundum.

Sağlığımla ilgilenmene memnun oldum.

 

Saatim saati tutmuyor.

Bir bakmışsın sağlığım iyi oluyor.

Bir bakmışsın ya şekerim düşüyor

Ya kalbim ağrıyor.

 

İşte böylece yaşayıp gidiyoruz..

Yaşadığımıza şükrediyoruz…

 

Sana iş bulamadığım için üzgünüm.

Senin işsizliğinle artıyor üzüntüm.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

Hayri Balta, 20.4.2009

X

Kıymetli büyüğüm,

Yaşama azminiz ve güzelliğiniz dahilinde çok sorunlar yaşamadığınızı ummak istiyorum. Elimizden gelen bir şey olursa, burada olduğumu da yinelemek istiyorum.

İş konusunda elinizden geleni yaptınız, daha ne yapacaksınız ki…

Her şeyin bir sırası var, bunun da sırası gelecek elbet; bir şekilde iş bulacağım ama sizin vasıtanızla, ama şansımın yaver gitmesi ile kendimin denemeleriyle…

Benim bunca düşünmeniz ayrı incelik, ne kadar teşekkür etsem az olacak.

Saygım ve sonsuz sevgimle size..

Keşke aynı kentte olsaydık da, sizi yalnız bırakmasaydık…

Filiz Ergin, 20.4.2009

X

—– Original Message —–

From: Filiz ERGİN

To: BİLGEBALTA

Sent: Monday, April 27, 2009 10:03 AM

Subject: Re: Sitemizin TAKVİMLERDEN bölümü için…

 

İyi misiniz kıymetli büyüğüm?

Sağlığınızın gidişatı ne âlemde?

Elimizden bir şey gelecek haller için ne olur beni de haberdar edin.

Sevgim, saygımla size en derininden…

Filiz ERGİN,27.4.2009

x

Ergin Dostum,

İletini aldım, sevindim,

Sağlığımla ilgilenmenden mutlu oldum.

 

Kalp sorunum ne ise ne de.

Şu şekerin düşüp yükselmesi beni düşündürmekte…

 

Bir de depresyon ve panik atak çıkmasın mı?

Yaşam, yaşlılıkta çekilmez bir yük olmasın mı?

 

Yinede de yazıp okuyorum…

Yaşama tutunmaya çalışıyorum.

 

Sizlerin dostluğu ile güç buluyorum.

Sevenlerime sevgiler sunuyorum.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta, 27.4.2009

X

Hep keşke diyorum da, elden bir çare gelmiyor; keşke aynı kentte olsaydık, sık sık ziyarete gelseydim sizi.

Evet, yaş ilerledikçe, etrafta birilerin olması daha da bir önem kazanmakta.

Elimizden gelen her şey ile yanınızdayız, unutmayın bunu.

Panik atak ve depresyon şekeri ve maalesef kalbi de etkiler. Ne olur kendinizi biraz koyuverin, takmayın hiçbir şeyi.

Ben yaşama azminize ayrıca hayranım zaten. O kadar güzel tutunmuşsunuz ki kıyısına, köşesine; sizin yaşınıza geldiğimde, ben de aynı inanç ve güzel bakış açısı ile devam etmek isterim yoluma, yolculuğuma.

Arada bir haber edin kendinizden, ben ses etmesem de.

Sevgim sundum yeniden.

Filiz Ergin, 27.4.2009

X

Kıymetli büyüğüm,

Sizden haber alayım dedim, mail atmak istedim. Nasılsınız? Her şey yolunda mı? Bir isteğiniz, dileğiniz var mı?

Saygımla.

Filiz ERGİN,25.5.2009

X

Değerli Filizimiz,

Vardır size sonsuz sevgimiz…

 

Sağlığım konusunda endişelenme…

Okuyacağız, yazacağız bu can olduğu sürece bu tende…

 

Damattan hâlâ bir haber gelmedi…

Sanmam ki ihmal etmedi.

 

Elinden geleni yapacağı kanısındayım.

Niçin böyle oldu ben de şaşırmaktayım.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana,

Eren Bilge Balta, 26.5.2009

X

Kıymetli büyüğüm,

Size hep mail atarken, şu iş konusunda mahcubiyet yaşamanızdan çekinerek atıyorum, ne olur rahat olun. Ben size ve damadınıza inancı sonuna kadar duyuyorum. Piyasa malum. Beni düşünmeniz bile büyük incelik, eksik olmayın bunun için. İş olsa da olmasa da minnetim büyük size karşı.

Sağlığınız için endişe edilecek şeyin olmamasını okumak ne büyük sevinç. Yazılarınız ulaşmakta, sayenizde aydınlanmaktayız ve aynı zamanda da sizden haber almaktayım. Hep yazın, hep okuyalım sizi.

Sağlık, sıhhat ve huzur sizinle olsun Hayri beyciğim. Bir isteğiniz olursa burada olduğumu unutmamanızı isterim.

Sonsuz saygım, sevgimle size…

Filiz ERGİN, 26.5.2009

X

Değerli büyüğüm,

Sağlık sıhhat temennilerinde bulunarak, selam ederim. Nasılsınız?

Ben bildiğiniz gibiyim. Hayat devam ediyor.

Geçen Levent Ertürk ile ilgili Can İkiz aradı beni. Büyük bir kalp krizi geçirmiş. Siyami Ersek hastanesinde yoğun bakımda yatmış, ama şimdi iyiymiş. Haberleştim kendisiyle de. Sağlığın cidden şakası olmuyor.

Sizin de iyi olmanızı can-ı gönülden temenni ediyorum. Bana iyi olduğunuzu iletecek birkaç kelam yazarsanız sevinirim.

Sevgilerimi, saygılarımı sunarım.

Filiz ERGİN 23.6.2009

X

Merhaba Hayri bey.

Nasılsınız? Sağlık sıhhatiniz yerinde mi?

1.8.2009

X

Dost Filiz,

Devam etmektedir sevgimiz.

 

Sağlığıma gelince,

İyi kötü yazıp okuyabiliyorum işte.

 

Senin iş için konuştum damatla

Dedim “Ne oldu anlat bana!”

 

Dedi: “Aklımda, 20 kişi çalışıyor burada.

İhtiyaç olmazsa, herhangi birini alamayız buraya…”

 

“Unutma dedim kendisine…”

Kendisi: “Aklımda dedi yine…”

 

Ama sen de bura ara,

Nerede olursa olsun iş aramayı unutma.

Bağlanıp durmayalım buraya…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

Hayri Balta, 1.8.2009

 

 

Sevgili büyüğüm,

İyi olmanıza, sizden ses aldığıma çok sevindim. Yaşama sevincinizle hayata bağlılığınız örnek olmakta, bunu bilin. Size geçenlerde mail yazmıştım, gördünüz mü bilmiyorum; Levent bey kalp krizi geçirmiş, hastaneye kaldırmışlar. Can İkiz aradı beni, durumdan haberdar etti. Levent beye benim iletişim bilgilerimi iletmiş.
Levent bey şimdi iyi, evinde istirahat ediyor. Bizler de rahatladık bu haberle.

Ben de iyi sayılırım, bazen hayat koşturması yorucu gelse de… İş konusu için yeniden teşekkür ederim. Sizi yükümlülük altına sokmuşum gibi hissediyorum, bu da rahatsızlık veriyor. Her şey biraz da şansa bakıyor, yormayın kendinizi çok.

Güzel ellerinizden hürmetle öperim.

Saygımla size

Filiz ERGİN 3.8.2009

X

Kıymetli büyüğüm,

Nasılsınız? Sağlık sıhhatiniz dilerim iyidir?

Uzun zamandır görüşemedik, sizi de sıkmak istemediğim için mesaj atmadım bu süreç içerisinde. Her şey yolundadır umarım?

Ben iyi sayılırım. Bayramda hırsızlar evimizi ziyaret edip, benim de bilgisayarımı çalmasaydı, daha da iyi olurdum :) Buna da şükür, zira sağlık sıhhatimiz yerinde.

Geçmiş bayramınızı ( eğer anlamı varsa ) kutlar, sevgi, selamlar iletirim.

Filiz ERGİN, 23.9.2009

+

Değerli Dostum,

Önce sevgi sundum.

 

Ne umdum ne buldum.

Bizim damadda kalmadı umudum…

 

Gücü yetse yapardı,

Demek ki gücü yetmiyor

Bu isteğimi yapamadı.

 

Sağlık durumuma gelince

Daha iyi oluyorum gün geçtikçe.

 

Hırsızlar bula bula sizi mi buldu.

Bilirsiniz hırsıza beyler borçlu…

 

Senin işsizliğin beni eziyor.

Ne var ki elimden bir şey gelmiyor.

 

Sizi umutlandırdığım için suçluluk duygusu duyuyorum.

Durup dururken sizi umutlandırdığım için kendime kızıyorum.

 

Umarım beni bağışlarsın,

Benim haneme kötü not yazmazsın.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 25.9.2009

X

Kıymetli büyüğüm,

Öncelikle bana iş borçlu olduğunuzu düşünmeniz, bunu yapamadığınız için de kendinize kızgın olmanız beni eziyor, üzüyor. Ben çok çok inanıyorum ki, siz elinizden gelen her şeyi tüm dostane ve insani şekilde yaptınız. Bunun için size ne kadar teşekkür etsem az olacak.

İçiniz rahat olsun, ben bir işe başladım. Aksilik olmazsa, şu an devam ediyorum. Her şey yolunda gibi, buna da şükür şu kriz ortamında.

Sağlık konusunda, iyi olmanız beni nasıl ama nasıl mutlu etti, anlatamam. Dilerim bu hissiyatınız ve sağlığınız daha da iyi olur gün geçtikçe.

Sizi bağışlamak mı; estağfurullah… Ben her şey için size minnetar ve şükran doluyum. Beni düşünüp, damadınıza ricada bulunduğunuz için. Eksik olmayın, minnettarım bu inanç, güven ve özveri için.

Sonsuz saygımı ve sevgimi sunarken size, hep iyi olmanızı temenni ederim can-ı gönülden.

Filiz ERGİN, 25.9.2009

+

Değerli Filiz,

Bakidir sevgimiz.

 

Hiçbir haber beni böylesine sevindiremezdi.

Sanki üzerimden büyük bir yük kalktı gitti…

 

Çalışıyor olmanız sevindirdi.

Hiçbir olay beni mutlu etmez

Senin çalışıyor olman gibi…

 

Sana başarılar dilerim.

İşinde başarılı olmanı isterim.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

 

Av. Eren Bilge Balta, 25.9.2009

X

Merhaba Hayri bey.

Nasılsınız?

Sağlık sıhhatiniz nasıl?

Birkaç ay önce mail gönderdim size ama sanırım görmediniz.

Saygılar.

Filiz Ergin,

X

Sevgili Filiz,

Önce sevgi deriz…

 

Sağlığım gün geçtikçe iyiye gitmektedir.

Bu da beni sevindirmektedir…

 

Bütün yazdıklarımdan sana gönderiyorum.

Bunun yanında haftada 20 yazı

Sitemize yerleştirmekteyim.

Bilmem ilgini çekiyor mu gönderdiklerim.

Ben yanıtlasam da yanıtlamasam da

Bana güç veren iletilerini beklerim…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana…

Eren Bilge, 11.12.2009