TABULARA, TALANA, YALANA BALTA

TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA

IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..

Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
+
e-mail adresi:
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
site adresi:
www.tabularatalanayalanabalta.com
X

Sayin Balta,
Ekte, her türlü dinsel gericilige darbe vuracagima inandigim “Medine ArapDevleti`nin Resmi Gazetesi: Kuran- Alternatif Bir Kuran Tefsiri” adli dosyami begeninize sunuyor, basimi ve yayinlanmasinda yardiminizi bekliyorum.
Simdiden tesekkürler, selamlar.
Ali Usta-Almanya, 24.10.2003: From: “Ali Usta” <Ali.Usta@t-online.de>
X
MEDİNE ARAP DEVLETİ`NIN “RESMİ GAZETESİ” KURAN VE HZ. MUHAMMED`İN GERÇEK YAŞAM ÖYKÜSÜ
Alternatif Bir Kuran Tefsiri

ALİ USTA

İçindekiler:
Önsöz
KURAN SURELERİ:
İnsanlığın İnanç Evrimine Kısa Bir Bakış:
Muhammed Dönemine Kadarki Tarihe Kısa Bir Bakış:
Arabistan Yarımadası:
Mekke, Kabe, Zemzem Kuyusu:
Kabe`nin Kontrolünü Kureyşliler Ele Alıyor:
Kureyşliler Arasındaki İktidar Savaşımı:
Muhammed`in Babası Abdullah Kurban Edilmekten Son Anda Kurtuluyor :
Muhammed`in Doğumu :
Öksüz Muhammed:
Muhammed`i Amcası Ebu Talip Yanına Alıyor:
Muhammed`in Çocukluk ve Gençlik Günleri :
“Evde Kalmiş Muhammed” :
Muhammed`in Fiziki Görünüşü :
Muhammed Okuma Yazma Biliyor muydu?
Yaşli ve Dul Hatice`yle Evliliği :
Hatice`nin Tek Koşulu :
Muhammed`in Çocukları :
„Kısır Muhammed“ :
İki Erkek Evlatlığı :
Saygıdeğer Kureyşli İsadamı “Emin Muhammed” :
Muhammed`in Kişiliği ve Ruh Hali:
Muhammed`in Psikolojisi:
Şairler, Kahinler, “Yalancı Peygamberler”:
İslam Öncesi Arap İnanışı:
Muhammed Kararını Kırkından Sonra Veriyor:
Hira Mağarası`na Kapanma ve İlk Vahiy:
Kuran Neden Toplu Halde İndirilmedi?
Ayetler Ne Zaman ve Nerede İniyordu?
İlk Bağlananlar: Ailesi ve İşortağı:
İlk Sureler:
Cehennem İşkencehanelerin En Kötüsü, Allah da İskencecibaşı:
İnanmayanlar: “O`na Birisi Yardım Ediyor”:
İnanmayanlar: “Bir Şairin Sözleri”:
Şairler And İçerlerdi, Peki Allah Niye And İçiyor?
Allah Beddua Eder mi?
Kuran`daki Nakaratlar:
Surelerin Başındaki Sessiz Harflerin Gizemi Ne?
MUHAMMED`İN MEKKE KUREYŞ DEVLETİ DENEMESİ:
Muhammed`in Allahı Kureyşliler`in Allahı:
Kureyşliler O`nun İktidarı İstediğini Biliyorlardı:
Muhammed Hedef Kitlesini Değiştiriyor: Köleler ve Yoksullar:
İlk Müslümanlar:
Bu Dünya Yalnızca Bir Sinav:
Amel Defterleri:
Cennet Nasil Bir Yer?:
Kıyamet Ne Zaman Kopacak?
Kıyamet Nasıl Kopacak? Kıyamet Alametleri:
Kuran`a Göre İnsanlar Birbirine Eşit Değil!
Allah Neden Eşitsizlik Yapıyordu?
Kader Nedir?
Peygamberler Bile Birbirlerine Eşit Değiller:
Kuran`a Göre Üstün Ulus Hangisidir?
Kuran Neden Arapça İnmiştir?
Meğerse Mekke Medeniyetlerin Anasıymış:
Kuran`daki Arapça Atasözleri, Deyimler ve Benzetmeler:
YENİ DİNİN TEMELLERİ:
Sünnet Nereden Geliyor?
Kurban Kesme Nereden Geliyor?
Kuran`daki Büyücülük:
Kuran`da Nazar:
Muhammed, Cinleri de Müslüman Etmek İçin Gönderilmişti:
Şeytan Kimdir?
Allah`ın Yardımcıları: Melekler
Allah Kimdir; Nerededir?
Muhammed Herhangi Bir Mucize Göstermiş midir?
Müslümanlara Yapılan Baskılar:
Amcası Ebu Leheb:
Dinden Dönenler ve Habeşistan`a Göç:
Hamza ve Ömer`in Müslüman Olmaları:
Muhammed`in Tek Kaynagi Tevrat:
KURAN’DAKİ PEYGAMBERLER:
Muhammed, Bünyamin`in Adını Anımsayamıyor:
İki Kardeş Pe ygamber:
Muhammed, Ne Havva`nın Adını Biliyor Ne De Çocuklarınınkini:
Hızır`ın Adını Bile Anımsamıyor:
Kuran`daki Peygamber Zülkarneyn (İki Boynuzlu) Kim?
Mağarada Hiç Uyanmaksızın 309 Yıl Uyuyan İnsanlar:
İbrahim`i, Kendi Soyunun (Kureyşliler`in) Atası Yapıyor:
Nuh Tufanı:
Allah Tevrat, Zebur, İncil Diye Kitaplar Göndermemişti:
“İslam`ı Benimsemediler Yok Edildiler”:
Kutsal Deveyi Kestikleri İçin Yok Edilen Kavim:
İki Kızıyla Yatan Peygamber:
Peygamber Olmamak İçin Allah`tan Kaçan Yunus:
Allah`ın Oğlu Üzeyir:
İsa ve İsa`nin Akrabası Peygamberler:
İki Efsane Kahramanı Da Peygamber Oluveriyor:
Peygamberlerin Mucizeleri:
TEK TANRILILAR’IN KOALISYONU:
Hatice ve Ebu Talib`in Ölümleri:
Baskılar Artıyor, Muhammed Kaçacağı Yeri Arıyor:
Taif`te Taşlanıyor:
Muhammed Yedi Kat Yükseğe, Allah`la Görüşmeye Gidiyor:
Sevde İle Evliliği:
Altı Yaşındaki Ayşe`yle Nişanı:
MEDİNE’YE GÖÇ VE MEDİNE ARAP DEVLETİ’NİN KURULUŞU:
Gizli Yapılan Akabe Toplantıları:
Medine`ye Hicret (Göç):
Medine`nin Arap ve Yahudi Aşiretleri:
Muhammed ve Ebu Bekir`e Büyük Karşılama Töreni:
İlk Caminin Yapımı:
İlk Ezan:
Muhammed`in Ayşe`yle Gerdeğe Girişi:
Ensar ve Muhacirun:
Sahife Antlaşması:
Muhammed`in Muhalifleri Yahudiler:
Muhammed`in Muhalifleri Putatapanlar:
Muhammed`in Muhalifi “Bölücü” İbn Übey:
Göcenlerin Maddi Durumu:
Muhammed Harami Başı Oluyor:
Muhammed Haram Ayda İlk Kanı Döktü:
Cihad`a Çağıran İlk Ayetler:
Allah Putataparların Kutsal Ayını Kabul Ediyor:
Ganimetin Beşte Birini Kendine Alıyor:
Kuran Medine Arap Devleti`nin Resmi Gazetesine Dönüşüyor:
Kıble Değişiyor:
Domuz Hariç, Bütün Yiyecek Yasaklarını Kaldırıyor:
Kumar ve Şarap Yasağının Nedenleri:
İslam`ın Vergisi Zekat Kanunlaşıyor:
Kisas; Öldüren Öldürülür:
Allah Yanılabilir mi?
Müslüman Biri Başka Bir Dinden Olanla Evlenemez:
Boşanma ve Hülle Evliliğine Neden Olan Kanun:
Yahudiler`den Ayrı Bir Din:
Bütün Yahudi Kralları ve Peygamberleri Müslümanmış:
Bedir Savaşı:
Muhammed İki Savaş Esirini Katlediyor:
Muhammed`in Ganimetlerdeki Payı Kanunlaştı: Beşte Bir
Meğer Allah Savaşmaları İçin Melekler Göndermiş:
“Bütün Parmakları Doğrayın”:
Allah Muhammed`e Savaş Taktikleri Veriyor:
Muhammed İki Karşıtını Suikastlerle Katlediyor:
Keynukalar Sürgün Ediliyor:
Kureyşliler İntikam Yemini İçiyorlar:
Şair Kaab İbn El Eşref: “Ben Muhammed`e Ne Söylesem, Onu Kuran Diye Millete Yutturuyordu:
Bir Kureyş Kervanını Daha Soyuyor:
Ömer`in Kızı Hafza`yla Evleniyor:
Şair Kaab İbn El Eşref Suikasti:
Uhud Savaşı:
Yahudi Nadiroğulları’nın Sürgün Edilmesi:
Ganimetin Hepsini Kendi Alıyor:
Ümmü Seleme`yle Evleniyor:
Müstalıkoğulları`na Baskın Ve Güzel Cariyecik:
Müminler Esir Kadınların Irzına Geçiyor:
Kolye Olayı: Ayşe Safvan`la Yattı mı?
Kadınların Sosyal Yaşamını Kıskançlığı Yüzünden Kısıtlıyor:
Peygamber`in Kadınları Müslümanların Anneleri, Ya Kendisi?
Evlatlığının Karısını Elinden Alıyor:
Muhammed İle Zeyneb`in Nikah Memurluğunu Allah Yapıyor:
”Allah, Muhammed`in İsteklerini Yerine Getirmede Pek de Hızlı':
Hendek Savaşı:
Medine`deki Son Yahudi Aşireti Kılıçtan Geçiriliyor
Kadınlar İkinci Sınıf, Köle Kadınlar Dördüncü:
İki Ünlü Komutan Amr İbn El-As ve Halid İbn Velid`in Müslüman Oluşu:
Mekke`yi Kuşatmak İçin Yapılan Baskınlar:
Muhammed`in Damadı Esirler Arasında :
Ali`nin İlk Hayber Baskını:
Hayber Yahudileri`ne Komplo:
Muhammed Ani Bir Kararla Hacca Gideceğini Açıklıyor:
Ağaç Altında İçilen And ve Hubeydiye Anlaşması:
Hayber Seferi:
Muhammed Ali`nin Gözlerini Tükürükle İyileştiriyor:
Yahudi Güzeli Safiye:
Esir Zeyneb Muhammed`in Yemeğine Zehir Koyuyor:
Kanunlar Hızla Yürürlüğe Girmeye Devam Ediyor:
Yahudi Safiye İçin Ayet İniyor:
Muhammed Güzel Cariye Mariya ile Basılıyor:
Karılarına Toptan Boşanma Tehditi:
Muhammed`in İlk Haccı:
Abbas`ın Baldızıyla Evleniyor:
Bizans İle İlk Catışma:
Mekke`nin Fethi:
Ebu Süfyan Müslüman Oluyor:
Huneyn Ganimetleri Rüşvet Olarak Dağıtılıyor:
Devletin İlk Valisi:
Persler`in Bizanslılar`a Yenilgisi İslam`a Arabistan`ın Kapılarını Açıyor:
Yasalar Daha da Sertleşiyor :
Yalancı Peygamber Maslama`nın ülkesi Yamama:
Tebbuk Seferi: Muhammed Bizans`a Meydan Okuyor:
Muhammed Medine`deki Muhalefetin Üzerine Gidiyor:
Muhammed`in Başarılı Olmayan İki Evliliği:
Kafirlere Son Ültimatom:
Veda Haccı:
Muhammed`in Hastalanması ve Ölümü:
Önsöz
Bu yapıt, daha aydınlık bir yarın için hazırlandı. Hurafelerin, batıl inançların, tabuların, savaşların ve hiç bir sömürünün olmadığı; aklın ve bilimin hakim olduğu daha aydınlık bir gelecek için..
Biz, bu calışmayı, İslam`ın iki temel kaynağı olan Kuran ve hadislere başvurarak derledik. İslam kaynakları, Kuran`ın sağlam ve hiç değişmediğini kabul ederler. Aynı kaynaklar buna karşın, hadislerin sağlam olmadıkları konusunda da aynı görüştedirler. O kadar çok yalan hadis ve sünnet üretilmiştir ki, bunları toparladığımızda sayıları Milyon`u geçer ki; Muhammed gece gündüz yatmasaydı ve bir o kadar daha yaşasaydı yine de yaşamı buna yetmezdi. Onun için biz, bu hadis ve sünnetleri süzekten geçirerek ve Kuran`ı da geliş sırasına göre temel kaynak alarak; bu Kureyş kahramanının tam anlaşılmamış yaşamını ele almaya çalıştık.
Bilindiği gibi Kuran; Muhammed`in kendisini Allah`ın elçisi olduğunu duyurduğu M.S. 610 Yılı`ndan, 632 Yılı`na; yani ölümüne kadarki bir zaman dilimi içinde, kendisine Allah tarafından bir melek aracılığıyla geldiğini ileri sürdüğü sözlerin, sonradan toplanarak bir araya getirilmesiyle oluşturulan, İslam`ın kutsal kitabının adıdır. Hepsi Allah`ın sözleridir. Onun için O`nda bir çelişki, eğrilik, yanlişlik veya değişiklik yoktur.
Hadis; Muhammed`in söylediği sözlere, sünnet ise yaptığı eylemlere denir. Nasıl namaz kıldığı, nasıl oruç tuttuğu, nasıl hac tapınmasını yaptığı, nasıl yemek yediği, nasıl tuvalet gereksinimini giderdiği, nasıl abdest aldığı, karıları veya cariyeleriyle nasıl yattığı v.s. gibi…
Bu öyküde, Kuran ve hadislerde geçmeyen hiç bir olaya değinilmemiştir. Olayların anlatımlarında, kısa yorumlar dışında, kesinlikle tarafımızdan eklenmis hiçbir şey yoktur. Siyah yazıyla baskılı şekilde yazılan yazıların hepsi Kuran’dan alınmıştır.
Anlatımların bazı okuyucularımıza garip gelmesi, yalnızca olaylardaki doğal olmayan akıl ve bilimle bağdaşmayan anlatımlardan kaçınıp tarafsız davranmamızdan kaynaklanmış olabilir.
Az önce de değinildiği gibi, günümüzdeki Kuran, geliş sırasına göre surelerin sıralanmasından değil; baştaki Fatiha (Açılış) Suresi dışında, surelerin uzunluklarına göre sıralanmasıyla oluşturulmuştur. Hemen hemen her ayet ve surenin geliş tarihi aşağı yukarı belli olduğundan, Muhammed`in yaşamını ve düşüncelerini daha iyi anlamamız için Kuran, geliş sırasına göre okunmalı.
Bu yüzden öykümüze başlamadan önce gelis sırasına göre, surelerin dizilimini verelim:
KURAN SURELERİ:
Mekke`de Gelen Sureler:
Geliş Sırası: Kuran`daki Sırası: Sure Adı ve Türkçe`si
1 96 Alak (Kan Pıhtısı) Suresi
2 68 Kalem Suresi
3 73 Müzemmil (Örtünen (Muhammed)) Suresi
4 74 Müdessir (Bürünen Muhammed) Suresi
5 1 Fatiha (Açılış) Suresi
6 111 Ebu Leheb (Muhammed`in Amcası) Suresi
7 81 Tekvir (Dürülme) Suresi
8 87 A`la (Ulu) Suresi
9 92 Leyl (Gece) Suresi
10 89 Fecr (Seher Vakti) Suresi
11 93 Duha (Kuşluk Vakti) Suresi
12 94 İnşirak (Yarıp Açmak) Suresi
13 103 Asr (Cağ) Suresi
14 100 Adiyat (Savaş Atları) Suresi
15 108 Kevser(Bolluk; Cennet`teki Su) Suresi
16 102 Tekasur (Bollukla Övünme) Suresi
17 107 Maun (zekat,yardım) Suresi
18 109 Kafirun (Kafirler) Suresi
19 105 Fil Suresi
20 113 Falak (Sabah Kızıllığı) Suresi
21 114 Nas (İnsanlar) Suresi
22 112 İhlas (Samimi Sevgi) Suresi
23 53 Necm (Yıldız) Suresi
24 80 Abese (Boş İşler) Suresi
25 97 Kadir (Değer, İtibar) Suresi
26 91 Şems (Güneş) Suresi
27 85 Büruc (Burçlar) Suresi
28 95 Tin (İncir) Suresi
29 106 Kureyşliler Suresi
30 101 Karia (Felaket) Suresi
31 75 Kıyamet suresi
32 104 Humeze (Cehennem) Suresi
33 77 Mürselat (Gönderilenler) Süresi
34 50 Kaf (K Harfi) Suresi
35 90 Beled (Belde; Mekke) Suresi
36 86 Tarık (Çoban Yıldızı) Suresi
37 54 Kamer (Ay) Suresi
38 38 Sad (S Harfi) Suresi
39 7 Araf (Ara Duvar) Suresi
40 72 Cin Suresi
41 36 Yasin (Y,S Harfleri) Suresi
42 25 Furkan (İyiyi Kötüden Ayıran :Kuran) Suresi
43 35 Fatır (Yaratan) Suresi
44 19 Meryem Suresi
45 20 Taha (T,H Harfleri) Suresi
46 56 Vakia (Kıyamet Olayı) Suresi
47 26 Şuara (Şairler) Suresi
48 27 Neml (Karınca) Suresi
49 28 Kassas (Masallar) Suresi
50 17 İsra (Gece Yolculuğu) Suresi
51 10 Yunus Suresi
52 11 Hud Suresi
53 12 Yusuf Suresi
54 15 Hicr (Suriye`deki Vadi) Suresi
55 6 Enam (Davarlar; Nimetler) Suresi
56 37 Saffat (Saf Tutanlar: Melekler) Suresi
57 31 Lokman Suresi
58 34 Sebe (Yemen`de Kent) Suresi
59 39 Zümer (Zümreler, Sınıflar) Suresi
60 40 Mümin (Bağlanan) Suresi
61 41 Hamim (H,M Harfleri) Suresi
62 42 Sura (Meclis) Suresi
63 43 Zühruf (Yaldız) Suresi
64 44 Duhan (Duman) Suresi
65 45 Casiye (Diz Çökme) Suresi
66 46 Ahkaf (Kum Tepeleri Vadisi) Suresi
67 51 Zariyat (Rüzgar) Suresi
68 88 Gasiye (Perde, Örtü, Zar) Suresi
69 18 Kehf (Mağara) Suresi
70 16 Nahl (Arı) Suresi
71 71 Nuh Suresi
72 14 İbrahim Suresi
73 21 Enbiya (Peygamberler) Suresi
74 23 Müminun (Bağlananlar) Suresi
75 32 Secde (Yere Kapanma) Suresi
76 52 Tur (Dagı) Suresi
77 67 Mülk (Yönetim, Saltanat) Suresi
78 69 Hakka (Gerçekleşecek Olan) Suresi
79 70 Mirac (Basamak, Merdiven) Suresi
80 78 Nebe (Duyuru) Suresi
81 79 Naziyat (Çekip Alan: Rüzgar) Suresi
82 82 İnfitar (Yarılma) Suresi
83 84 İnşikak (Çatlama) Suresi
84 30 Rum (Bizanslılar) Suresi
85 29 Ankebut (Örümcek) Suresi
86 83 Mutaffitin (Hileli Ölçenler) Suresi
87 13 Rad (Gök Gürlemesi) Suresi
88 22 Hac Suresi
89 55 Rahman (Acıyan, Koruyan) Suresi
Medine`de Gelen Sureler:
90 76 Dehr (Zaman), İnsan Suresi
91 99 Zilzal (Deprem) Suresi
92 2 Bakara (İnek) Suresi
93 8 Enfal (Ganimet) Suresi
94 3 Al-i İmran (İmran Ailesi) Suresi
95 59 Haşr (Ölüleri Biraraya Toplama) Suresi
96 62 Cuma (Toplanma) Suresi
97 33 Ahzap (Karşı Hizipler) Suresi
98 4 Nisa (Kadınlar) Suresi
99 47 Muhammed Suresi
100 65 Talak (Boşanma) Suresi
101 98 Beyyine (Açik Kanıt) Suresi
102 24 Nur (Işık) Suresi
103 63 Münafikun (Bölücüler, Dönekler) Suresi
104 58 Mücadile (Çekişme) Suresi
105 49 Huccurrat (İç Odalar) Suresi
106 66 Tahrim (Yasak) Suresi
107 64 Teğabun (Kar-Zarar) Suresi
108 61 Saff (Saf Tutma) Suresi
109 48 Fetih (Zafer) Suresi
110 5 Maide (Sofra) Suresi
111 60 Mümtehine (Sınama, Deneme) Suresi
112 57 Hadid (Demir) Suresi
113 9 Tövbe; Kılıç Suresi
114 110 Nasr (Yardım) Suresi

İnsanlığın İnanç Evrimine Kısa Bir Bakış:
İnsan; insan olmaya iki Milyon yıl önce başlamıştı. Bu İnsan olma uğraşisi birbuçuk Milyon yıl sürdü. Bu süreç, gerçekten de cok uzun bir dönemdi…
İnsan; var olduğundan bu yana “Doğa Ana”nın çeşitli süprizlerine karşı hazırlıklı olmak için çok büyük bir çaba ortaya koymuş ve çevresinde olup bitene anlam vermeye çalışagelmişti.
Yaşamını sürdürebilmek için; içgüdülerinin de yardımıyla, zekasını; yiyecek ve içecek bulmak, doğal felaketlerin üstesinden gelebilmek, gücünün yetmediği vahşi hayvanlardan korunmak, soğuktan donmamak gibi yaşamsal önemdeki gereksinimleri için kullanagelmisti.
“Doga Ana”nın bu süprizlerinin en kötüsü ise “Ölüm”dü. Evet, yaşayan herşey ölüyordu. Sürekli yaşamak, yani “Ölümsüzlük” içgüdüleriyle yeryüzüne gelen insan, ne yazık ki bu acı olay karşısında çaresiz kalıyor ve ölüp gidiyordu.
Bu, böyle olmamalıydı. kendisini bu doğal olaylardan korumasi için; yardım isteyeceği, kendisinden daha güçlü olduğunu düşündüğü bir gücün varlıgını kabul etmek durumunda kalmıştı.
Kendisinden yardım beklediğinden dolayı, bu varlığın suyuna göre gitmek, onu kızdırmamak; gözüne girmek için onu öven dualar söylemek, ona adaklar ve kurbanlar sunmak gibi kurnazca da yollar bulmuştu. Kutsadığı bu güç bazen yırtıcı bir hayvan veya yılan, bazen sığındığı bir mağara, bazen de büyük bir kaya ya da bir dağ,veya yıldırım olmuştu. İnsanın kayıtsız şartsız boyun eğdiği bu varlıklara süreç içinde Güneş, Ay ve yıldızlar da katılmıştı.
Dörtyüzbin yil önce “Ateş”i bulunca, hemen ona da taptı. O, kendisi için gerçekten değerli ve güçlü bir tanrıydı. Sanki “Güneş Tanrı”nın yeryüzündeki elçisiydi. Değdiği şeyi yakıp kavuruyordu.Soğukta kendisini ısıtıyor, geceleri aydınlatıyordu. Ayrıca onunla yiyeceklerini pişirerek daha kolay yenilecek duruma getiriyordu. Ve, onu hic söndürmedi…
Çağlar boyunca insan; beyni ilerledikçe ve bu totem ve tanrıların “foya”ları yavaş yavaş ortaya çıktıkça, tanrılarını başka yerlerde ve başka biçimlerde arama yoluna yönelmişti.
Cok uzun bir süreçten sonra tanrılarının yukarılarda bir yerlerde olduklarına, kendilerini inandırmışlardı. Bu yukarılardaki tanrılar doğal olarak insanlara benziyorlardı. Erkek olanları vardı, kadın olanları da. Ama bunlar, insanlara göre kat kat daha güçlü-kuvvetli, daha güzel, daha büyüktül
Böylelikle, yukarılarda olan ve görünmeyen tanrılarının foyalarının da ortaya çıkmayacağını düşündüler. Bir baş tanrının yanı sıra, bir sürü de başka tanrı ve tanrıçalar vardı. Aşkın, savaşın, barışın, yağmurun, yıldırımın, ormanın, bereketin, fırtınanın… Hemen her olayın ya da kavramın bir tanrı veya tanrıçası vardı.
Onlar kendi aralarında sürekli konuşup tartışırlar; birbirleriyle kavga yaparlar hatta bazen savaşırlardı da. Bu güçlü tanrıların karşısında zavallı ve aciz olan insanın, bunlara kölelik yapmaktan başka seçeneği de kalmamıştı. Efendilerinin bu kadar işlerinin arasında, mazallah onları kızdırmamak ve onların suyuna gitmesi gerekmişti. Kızarlarsa; insanın üzerine seller, fırtınalar, yıldırımlar, depremler ya da karlar göndererek onu perişan edebilirler, onu çarpabilirler veya durup dururken birini sakat edebilirlerdi. Bir sevdiklerinin canlarını alabilirlerdi. En kötüsü de, insana o günkü yiyeceğini ve içeceğini vermeyerek ya da salgın hastalıklar göndererek, onu ölüme terkedebilirlerdi. Onun için insan, tanrılarına karsi kurnaz davranmayı sürdürmüş; onlara övücü dualar edip,kurbanlar adayarak kölelik yapmayi sürdüregelmisti.
Ve insan, kendisinde doguştan var olan “Savunma mekanizmaları” yardımıyla da “Kötü tanrı”yı, yani “Seytan”ı da çoktan bulmuştu. İşlediği bir suçu veya günahı hemen şeytanlara havale ediyordu.
Yine bu savunma mekanizmaları sayesinde “Ölüm”e de çare bulmuştu. Bu çarenin adı “Ruh”tu. Bedeni ölüp çürüyecekti, artık bunu öğrenmişti ama ruhu sonsuza dek yaşayacaktı. Hem de; eğer tanrılarının gözüne girmeyi başarırsa, yukarılarda, onların yanında ve cok daha iyi koşullarda yaşayacaktı. Bu arada, hayvan ve bitki totemlerini de değiştirerek, onlari da görünmez kılmıştı. Bunların yeni adları ise “Cinler” ve “Periler”di.
Özellikle, İlkel Toplum`dan Köleci Toplum`a doğru ilerlerken, insanların bazı kurnazları “Kahinlik” isini ortaya çikararak; tanrılarla, ruhlarla, cinler ve perilerle konuşabildiklerini öne sürüp, kendilerini tanrıların ve “Gayb”ın, yani görünmeyen dünyanın yeryüzündeki elçileri olduklarına insanları inandırmayı başarmışlardı.
İnsan, onbin yıl önce ekinle tanışmıştı. Böylelikle el emeğinin fazla üretime dönüşmesiyle birlikte, İlkel Toplum Dönem`i kapanıp, Köleci Toplum Dönemi de başlamış oluyordu. Köleci Toplum`da ise artık krallar kendilerini tanrıların arkadaşları, hatta tanrı ilan ettiler. Onun içindir ki bu kadar toprakları, malları, askerleri, köleleri ve güçlerı vardi. Bu krallara karşı Ortadoğu`nun yoksul halk kitlelerinin arasından da bazı kişiler ortaya çıkarak kendilerinin Tanrı`nın Yeryüzü`ndeki elçileri olduklarını ileri sürerek, bu krallara karşı bir muhalefet geliştirmişlerdi.
Muhammed Dönemine Kadarki Tarihe Kısa Bir Bakış:
İnsan, “yazı”yı dörtbin yıl önceden bulmuştu. “Tekerleği”, çok daha önceleri…
Nabukatnezar, karısı için; “cennet”i, “Babil`in Asma Bahçeleri”ni ikibinbesyüz yıl önce yaptırmıştı.
Yahudiler`in, Arapların, Kürtler`in ve birçok Ortadogu halkının, kendi aralarında paylaşamadıkları, herkesin; kendi atası olarak kabul ettiği, gerçekte
Harran`lı bir Sabi (Günes ve yıldızlara tapan) peygamberi olan Ibrahim öleli de o kadar olmuştu.
Misir Firavunu İkinci Ramses, binsekizyüz yıl önce ölmüştü. Musa`nın, Yahudiler`i Mısır`dan cıkarması da o kadar olmuştu…
Yahudi kralları, baba-oğul Davut ve Süleyman`ın saltanatları, binbesyüz yıl geride kalmıştı…
Zerdüşt`ün; Güneş tanrısı “Ahura Mazda” ile karanliklar tanrısı “Ehirmen” arasında geçen tartışma ve savaşları anlatmasının üzerinden binikiyüz yıl geçmişti…
Ünlü Yunan tarihçisi Heredot da çoktan; binyüz yıl önce ölmüştü…
Pers Kralı, Büyük Darius da binelli yıl önce ölüp gitmişti…
Pisagor, Sokrat, Hipokrat, Plato ve Arşimet uygarlığa katkılarını bin yıl önce sunmuşlardı bile…
Makedonyalı Büyük İskender, dokuzyüz yıl önce “Eski Dünya”yı yerle bir etmiş, Hindistan kapılarına çoktan dayanmıştı…
Sezar`ın ameliyatla doğumunun üzerinden altıyüzelli yıl geçmişti…
İsa`nın, çarmıha gerilmesinin ardından Beş yüzyıl geçmişti…
Hrıstiyanlık, Muhteşem Roma İmparatorluğu`nun resmi dini olalı iki yüzyıl olmuştu…
Arabistan Yarımadası:
M.S. Altıncı Yüzyıl`ın ortalarına doğru, iki büyük köleci imparatorluklar; Bizans ile Persler (Sasaniler) arasındaki “Eski Dünya”yı paylaşma savaşımı sürerken, bunların unuttuğu; kuru, sıcak, verimsiz çöllerin orta yerinde; çölün acımasız kosullarında, açlığa ve susuzluğa karşı büyük bir çaba harcamak zorunda olan ve bu yüzden de deveyi evcilleştirmekten başka, bilime ve uygarlığa hiçbir katkıda bulunamamış ama çok konuşkan, zeki, iradeli, inançlı ve esmer insanların yaşadığı Arabistan Yarımadası`nın bir kentinde iktidar mücadelesi kıyasıya sürüp gidiyordu.
Afrika`dan, Kızıldeniz`le ayrılan; Asya`nın güney-batı ucunda, kuzeyinde Suriye ve Mezepotamya; doğusunda İran Körfezi, güneyinde Hint Okyanusu ile çevrili; üçte ikisi uçsuz bucaksız çöllerle kaplı bu büyük yarımadada uygarlık, “Site Devletçikleri” dönemini yaşıyordu. Mekke, Taif, Yetrib (Medine) bunların başlıcalarıydı.
Ancak güneydeki okyanus iklimli, bereketli; çöllerden, daşlarla ayrılan küçük ülke Yemen`i ayrı tutmamız gerekiyor. Yarımadanın bu bölgesi okyanus iklimli olduğundan, yaşamaya ve ekime son derece elverişliydi. Dolayısıyla uygarlık burada daha ilerlemişti.
Mekke, Kabe, Zemzem Kuyusu:
Azgın çöllerle kaplı bu yarımadada, Filistin`i Yemen`e, Kızıldeniz`i de İran ve Anadolu`ya bağlayan yollar üzerinde bulunan Mekke kenti, adını; burada bulunan; Araplar`ın, İbrahim ve oğlu İsmail`in yaptıklarına inandıkları; küp şeklinde, içinde “Hacer-ül Esvet” (Siyah taş) denilen meteor kökenli kutsanmış bir taşın ve yakınında yine kutsal sayılmış “Zemzem” adlı bir su kuyusunun bulunduğu, kuşku yok ki, eskiden bir Güneş tapınağı “Ziggurat” olarak kullanılmış tapınaktan dolayı, Habeşçe “Mekrewab” (Tapınak) sözcüğünden aldığı sanılmaktadır.
Kabe`nin Kontrolünü Kureyşliler Ele Alıyor:
Arapça “Küp” anlamına gelen Kabe adındakı bu küçük tapınak, önceleri Cerhum ve Kuza aşiretlerinin kontrolündeyken sonraları Kusey adında bir Kureyş şeyhi, her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği bu tapınağı, Beşinci Yüzyıl`ın ortalarına doğru ele geçirmişti.
O döneme kadar yalnızca, Kuza Aşireti`nin tanrısı olan “Hubel”e tapınma yeri olan bu kutsal evin tanrılarına, Kusey`in Suriye taraflarından getirdiği “Uzza” (En güçlü) ile “Menat” (Kader tanrıçası) da katılmıştı.
Kureyşliler Arasındaki İktidar Savaşımı:
Adını “Köpekbalığı” toteminden alan Kureyşliler`in başına Kusey`den sonra, oğlu Abd Menaf geçti. Abd Menaf ölünce, oğulları Haşim ile Abd Şems arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi başlamıs ve yıllardır da sürüp gitmisti. Kahramanımızın doğumuna yakın, dedesi; Haşim oğlu Abd Ül Muttalip üstünlüğü ele geçirmişti.
Muhammed`in Babası Abdullah Kurban Edilmekten Son Anda Kurtuluyor :
Söylencelere göre; önceleri, erkek çocukları olmadığı için, yönetimi amcasının oğlu Abd Şems oğlu Ümeyye`ye bırakmak durumunda kalan Abd Ül Muttalip, Kabe`de tanrı ve tanrıçalarına yalvarmış; eğer on tane erkek çocugu olursa, birini onlara kurban edeceğine ilişkin dua ederek söz vermiş; daha sonra, gerçekten de on tane oğlu olunca sözünü tutmak için; kurban edeceği çocuğunu kura sonucu belirlemiş ama kurada en cok sevdiği küçük oğlu Abdullah (Allah`ın Kölesi) çıktığından verdiği sözden kaçmak için çeşitli yollar denemiş ve en sonunda bir büyücünün önerisi üzerine, yüz deve kurban ederek bu sorunu çözmüs ve böylelikle en çok sevdiği oğlu, Muhammed`in babasını kesmekten kurtarmiş.
Muhammed`in Doğumu :
Abd Ül Muttalip, oğlu Abdullah evlenme çağına geldiğinde kendisine (Beni Zühre) Venüsoğulları`ndan Hale`yi alırken, oğlu Abdullah`a da aynı aşiretten Emine`yi almıştı. Abdullah ve Emine`nin tek çocuğu Muhammed`in, tam olarak ne zaman doğduğu kesinlikle belli olmamakla birlikte; İslam çevrelerinin ve coğu tarihçinin kullandıkları tarih, M.S. 20 Nisan 571`dir.
Öksüz Muhammed:
İslam söylencelerinde, çok yakışıklı olduğu anlatılan Abdullah, ilkel bir Arap geleneği olan bir “Gaza” (Bir kabile ya da kervana baskin verip mallarını elde etme) dönüşü, biricik oğlu Muhammed, daha doğmadan önce ölmüştü. Dogan bebeğe ise “Övünülen, takdir edilen” anlamında Muhammed adını, dedesi koyacaktı.
Abdullah, genç yaşta dul kalmış karısı Emine`ye ve henüz doğmamış oğlu Muhammed`e miras olarak; bir köle, beş deve ve birkaç küçükbaş hayvan bırakmıştı.
Muhammed`i Amcası Ebu Talip Yanına Alıyor:
Altı yaşına geldiğinde, annesi Emine`yi de yitiren küçük Muhammed`e iki yıl, aşiretin başında bulunan seksenlik dedesi baktı. Abd Ül Muttalip de ölünce öksüz Muhammed`i, o zamanlar saygın bir işadamı olan ve Mekke`yi yönetimi altında tutan Kureyşliler`in başında bulunan, İslamiyet`ten sonra adı Ebu Talip olarak değişecek olan ama yiğeni Muhammed`i çok sevmesine; O`nun ısrar ve yalvarmalarına karşın, ölüm döşeğindeyken bile müslümanlığı benimsemeyecek olan amcası, aynı zamanda ileride sık karşılaşacağımız Dördüncü Halife ve Muhammed`in damadı olacak olan Ali`nin babası Abd Menaf yanına aldı.
Muhammed`in Çocukluk ve Gençlik Günleri :
Muhammed`in çocukluk dönemiyle ilgili, pek fazla bilinen birşey yok. Eldeki kaynaklara göre; o dönem gelenek olduğu üzere, iki yaşina kadar O`nu emzdiren, Arap göçebelerinden, Halime adında bir sütannesi vardı. Yine aynı kaynaklardan; küçük Muhammed`in de o dönemdeki küçük çocukların yaptıkları günlük işlere; ateş için çali-çırpı toplamak, hayvanlara ot ve yemiş vermek, onlara çobanlık etmek gibi işlere koşuşturulduğunu anlıyoruz.
Gençlik yıllarına geldiğinde, yanında kaldığı amcası Abd Menaf`ın (Ebu Talip) kervanlarıyla; ticareti, kervan yollarını ve onların mal götürdüğü pazarları öğrenmek üzere; Yemen, Suriye, Mısır, Filistin, Mezopotamya ve Anadolu`ya yolculuklar yaptı. İşi iyice öğrenince, Mekkeli diğer kervanları da, belirli bir ücret karşılığında buralara getirip götürdü.
İslam kaynaklarının anlaşılmaz inkarına karşın, O da atalarının dinine inanıyordu. Mekke`de olduğu sıralarda, ait olduğu Haşim ailesi, o dönemlerde de hacı akınına uğrayan Kabe`nin gelirlerini elinde tuttuğundan; buranın bakımıyla ilgileniyordu. Ayrıca Kabe`nin içinde özel ayinler düzenleyen “Hums” adlı bir tarikata da bağlıydı.
“Evde Kalmiş Muhammed” :
Yoksul olduğundan, yirmibeş yaşına gelmesine karşın -ki bu yaş, bir Arap erkeği için çok geç bir yaştı- henüz evlenememişti. Yanında kaldığı amcası Abd Menaf`ın kızı, Ümmü Hani`yi istemiş ancak, Ümmü Hani zengin bir başka kişiyle evlenmeyi yeğlemiş ve Muhammed`i reddetmişti. İleride, Ümmü Hani dul kalacak ve O, Muhammed`le evlenmek isteyecektir ama bu kez “hayır” diyen Muhammed olacaktı. Ama bu iki amca çocukları arasındaki sevgi ve saygı sürüp gidecekti. Hatta Muhammed; ileride değineceğimiz Mirac`a gittiğini iddia ettiği gece, Ümmü Hani`nin evindeydi.
Muhammed`in Fiziki Görünüşü :
Bizim İslam kaynaklarının abartılarını bos versek bile, Kureyş`in Haşim Ailesi`nden; Abdullah`ın öksüz oğlu Muhammed, daha gençliğinde mükemmel bir Arap erkeği örneğiydi. Ali`nin anlattıklarına bakılırsa; Orta boyluydu ama kısa değildi. Başı, bedenine göre büyük olmasına karşın, yakışıklıydı. Yüzü, toparlaktı. Uzun kirpikleri vardı. Göğüs kılları seyrek; saçı, sakalı ve kaşları gürdü. Yürürken, sanki yokuş aşağı iniyormuş gibi, ayaklarını sağlam basar, adımlarını öyle atardı. Bir yere bakmak istediğinde; o yöne bütün bedeniyle döner, öyle bakardı. Parmakları uzundu.
Muhammed Okuma Yazma Biliyor muydu?
Öksüz olarak büyümüştü ama yanında kaldığı amcasının ailesi, Mekke`nin en varlıklı ve aristokrat ailesiydi ve iktidardaydı. Kervanlarla gittiği ülkelerde büyük bir bilgi, görgü ve kültür birikimi edinmişti. Ayrıca; bizim İslam kaynaklarının; Kuran`daki bazı ayetleri yanlış yorumlayarak ya da anlaşılmaz şekilde öyle olduğunu ileri sürmelerine rağmen, okumayı da ögrenmişti. İste yanlış anlaşılmış ayetler;
Kuran`ın İlk Suresi,
Alak (Kan Pıhtısı) Suresi 1-5:
Yaratan Rabbinin (Efendinin) adıyla oku.
Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.
O`dur kalemle öğreten.
İnsana bilmediğini öğretti.
İslam çevreleri, bazı uydurma hadislerle bu ayetleri yorumlayarak; Muhammed`in, Kuran ininceye kadar okuma-yazma bilmediğini; Muhammed`e okuma-yazmayı, Cebrail adlı meleğin O`nu avucuna alıp sıkarak bir çırpıda öğrettiğini ileri sürmüşlerse de, bu ayetlerde, Muhammed`in okuma-yazma bilmediğine değinilmiyor. Ayrıca Muhammed; Cebrail` in kendisine yazılı herhangi bir şey getirdiğini değil, direk olarak O’na okuduğunu ileri sürüyordu.
Ankebut (Örümcek) Suresi 48:
Sen bundan önce bir kitap okumuyordun; O`nu (Kuran`ı) sağ elinle de yazmıyorsun.
Bu ayette de söz konusu edilen şey, O`nun okuma-yazma bilmemesi değil, daha önce herhangi bir kutsal kitap okumamış olması. Ayrıca Muhammed, Cebrail`in kendisine okuduğunu ileri sürdüğü sözleri (ayetleri), kendisi yazmiyordu. O dönemin şair ve entellektüellerinden oluşan bir yazarlar topluluğu tarafından; deri, yassı taşlar ve kemikler üzerine yazılıyordu. Kuran ancak, Muhammed`in ölümünden sonra toparlanıp bir kitap durumuna getirilecekti.
Yaşli ve Dul Hatice`yle Evliliği :
Dediğimiz gibi, olgun ve bilge bir kişiliği vardı. Onun içindir ki, daha önce başından iki evlilik geçmis olan, bir de çocuğu bulunan; kırk yaşında, olgun, kültürlü ve zengin bir işkadını olan Hatice -ki bu tür kadınlar yok denecek kadar azdı- bütün işlerinin başına Muhammed`i getirecek ve daha sonra da O`nunla evlenecekti.
Bunun, bir aşk evliliği olup olmadığını bilmiyoruz. Aralarında onbeş yas fark olan eşler, birbirlerine karşı son derece saygılıydılar. Ama çok belirgin bir şey vardı; o da, bunun aynı zamanda bir mantık veya çıkar evliliği olduğuydu. Hatice, Muhammed`le evlenerek hem o dönemler pek de parlak olmayan dulluktan kurtuluyor, hem de genç ve başarılı bir işadamını işlerinin başına getirerek malını ve parasını güven altına alıyordu. Muhammed ise kafasındaki düşüncelerini gerçekleştirebilmek için Hatice`-nin ticari ilişkilerini ve servetini kullanacaktı. Bu evlilik Muhammed için büyük bir başarıydı.Öyle ki bu, O`na Allahı`nın bir torpiliydi.
Duha (Kuşluk Vakti) Suresi 6-8:
(Allah), seni bir yetim olarak bulup da barınağa kavuşturmadı mı?
Seni şaşırmış olarak bulup da yol göstermedi mi?
Seni yoksul bulup da sana servet vermedi mi?
Hatice`nin Tek Koşulu :
Hatice, O`na bu olanakları sağlıyordu ama evlilik anlaşmasına koyduğu bir koşulu vardı; o da; kendisi yaşadığı sürece, Muhammed`in başka bir daha kadın almamasi. Gerçekten de sadık kocası bu anlaşmaya bağlı kalacaktı. Yani Hatice ölene kadar başka kimseyle evlenmeyecekti.
Muhammed`in Çocukları :
Hatice`den; Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatma adlarında dört kızı olmuştu ama bir erkek çocuğu yoktu. Birine Kasım (Muhammed`in „Muhammed Ebu Kasim“ künyesi bu ilk oğlundan gelir), diğerine Abd Menaf (Tanrı Menat`in kölesi) adını koyduğu iki erkek çocugu da daha sütten kesilmeden ölmüşlerdi.
Kısır Muhammed“ :
Bu durum bir Arap erkeği için bir utanç nedeniydi. Erkek çocuğu olmayanlara “Kısır”, “Ocagı Kör”, “Soyu Kesik” gibi lakaplar takılırdı. Allah; Elçisini, böyle lakap takanlara karşı şöyle savunacak ve teselli edeckti.
Kevser (Bolluk; Cennet`te bir su) Suresi (Tamamı):
Hiç kuşkusuz, biz sana Kevser`i verdik.
O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Kuşkun olmasın ki ebter (Soyu kesik olan), sana kin tutup dil uzatanın ta kendisidir
İki Erkek Evlatlığı :
Çok erkek çocuğu sahibi olmak demek; ayrıcalık, güç ve iktidar demekti. Hatice, O`na yaşayan bir erkek çocuk verememişti. Böyle durumlarda, normal bir arap erkeği hemen başka bir kadınla daha evlenirdi ama Hatice ile olan anlaşması yüzünden erkek çocuk yapmak için başka kadınlarla da evlenemiyordu. Zaten Hatice`nin çocuk yapacak yaşı geçmişti ve kendisi de yaşlanıyordu. Şimdilik bu özlemini gidermek amacıyla; o sıralar işleri bozuk giden amcası Abd Menaf`ın oğlu Ali`yi yanına almış, ayrıca kendisine Hatice tarafından armağan edilen; adı, ileride göreceğimiz gibi Kuran`a geçecek; Zeyd adında, Hrıstiyan Kelb aşiretinden olan köleyi de o dönemler gelenek olduğu üzere, özgür bırakmış ve evlat edinmişti.
Saygıdeğer Kureyşli İsadamı “Emin Muhammed” :
Artık zengindir ve ticaret yapmaktadır. Çevre ülkeler arasında mal getirip götüren, dönemin tırları diyebileceğimiz develerden oluşan kocaman bir ticaret filosu vardır. Bu yolculuklar sırasında bilgi ve görgüsünü giderek arttırıyordu. Mekke halkının saygısını ve güvenini kazanmış başarılı ve güvenilir bir işadamıdır.
Kızlarını; saygın bir işadamının çocukları olarak, soylu ve şerefli kişilerle evlendirecekti. Rukiye ve Ümmü Gülsüm`ü, Kureyş`in en etkili kişisi olan amcası Ebu Leheb`in oğullarıyla nişanladırmıştı. Daha sonraları Muhammed`in bir numaralı düşmanı olacak Ebu Leheb, durumunu iyice güçlendirmiş ve kardeşi Abd Menaf`tan Kureyşliler`in başkanlığını ele geçirmişti. Büyük kızı Zeyneb`i, ana tarafından yeğeni olan Ebul As`la evlendirmişti. Diğer kızı Fatma`yı ise yine soylu bir Kureyşli olan Ali`ye verecekti.
Muhammed`in Kişiliği ve Ruh Hali:
Ama bütün bunlar yine de O`na yetmiyordu. İç dünyasında büyük bir açlığı yaşıyordu. Mekkeliler, O`nu “El Emin” (Güvenilir kişi) olarak çağırıyorlardı, üstelik de zengindi ama hiçbir politik gücü ve etkisi yoktu. İktidarı ve dolayısıyla da Kabe`nin gelirlerini ve ruhani liderliğini, erkek çocukları çok olan amcaları ve amcaoğulları ellerinde tutuyorlardı. Kimbilir; babası genç yaşta ölmeseydi ve bir çok erkek kardeşleri ya da dedesi gibi on tane erkek çocuğu olsaydı belki de Mekke`yi, şimdi kendisi yönetiyor olacaktı. Ama olmuyordu. Umutları tükeniyordu. Hala “Kısır”dı, gün geçtikçe de yaşlanıyordu.
Muhammed Ebu Kasım; öyküsünde de göreceğimiz gibi, çok bilgili ve zeki bir kişi. Amaçlarını gerçekleştirebilmek için, uzun süreli çalışma yapmaktan bıkmayan, yeri geldiğinde çok beklemesini bilen, sabırlı bir kişi izlenimi görüntüsündedir. Olayları; çarçabuk değil, mantıklı bir şekilde ve uzak görüşlülükle değerlendiren ama sonuç alacağı vuruş olanağı eline geçtiğini düşündüğünde de hiç beklemeden kesin darbeyi anında vurmaktan çekinmeyen; insanların duygu ve gereksinimlerine yanıt veren yetenekli bir liderdir.
Muhammed`in Psikolojisi:
Ama bütün bu dış görünümünün altında; sinirli, endişeli, sabırsız , korkak, şehvetli, kıskanc ve doyumsuz bir iç dünyası olduğunu da göreceğiz. Bu birbirine karşıt kişilikler O`nu, yer yer hastalıklı sinir bozukluklarına da sürüklüyordu. Mutlu olmak için herşeyi vardı ama O mutlu değildi. Daha doğrusu bütün bunlar O`na yetmiyordu. İçini kemiren ve O´nu sabırsız kılan bir özlem ve tutku vardı. Belki de; doğaldır ki, gururluydu. Bu yüzden de elde ettikleriyle yetinemezdi. Kimsesiz olarak başladığı yaşam kavgasını büyük bir oranda kazanmıştı. Artık; oraya buraya itilip kakılan; onun bunun yanında sığıntı olarak kalan baş belası, öksüz bir aile üyesi değildi.
Kimsesizdi ama sonuçta, O da soylu bir Kureyşliydi. Ne var ki bütün bunları, yalnızca kendisine anlatabiliyordu. Diğer yanda İnsanlar, O`nu kısır diye horluyorlardı. O`nu, küçük düşürmek için ölen oğlunun künyesiyle, “Ebu Kasım” diye çağırıyorlardı. Büyük bir cinsel isteği olmasına karşın, Allah`ın dediği gibi; “Güzellikleri O`nu cezbetse bile” başka kadın da alamıyordu.
Bütün bunlardan başka, ara sıra tutan zararsız sara nöbetleri nedeniyle de ayrıca bir alay konusu oluyordu. İnsanlar, O`na deli diyorlardı. Bu durum Kuran`da çeşitli kereler yer alacak ve Allah, Muhammed`in deli olmadığını kanıtlamaya çalışmak zorunda kalacaktı. Hemen belirtelim; o dönemler, bu hastalığı olan kişilerin, cinlerin çarptığına inanılırdı. Geliş sırasına göre İkinci Sure:
Kalem Suresi 2, 6:
Ki sen cin baskınına uğramış değilsin…
Hanginizmiş fitneye tutulan, deliren.
Necm (Yildiz) Suresi 2:
Ki arkadaşiniz ne saptı ne de azıttı.
Tur (Dagı) Suresi 29:
… Sen ne kahinsin ne de cin çarpmış.
Zariyat (Rüzgar) Suresi 52, 54:
İşte böyle. Onlardan önce herhangi bir elçi geldiğinde
mutlaka şöyle dediler: “Ya büyücüdür, ya deli”
Şairler, Kahinler, “Yalancı Peygamberler”:
Ancak bu hastalık, kendisine bir üstünlük de sağlıyordu. Bu tür hastalığı olan kişilerde, başkalarında olmayan bazı olağanüstü özellikler olduğuna inanılırdı. Onlar sıradan insanların görmediklerini görür, duymadıklarını duyar; cinlerle ve perilerle konuşurlardı. Gaybtan sesler işitirlerdi. Bu nedenle bu insanlardan bazıları kutsanır ve onlardan medet umulurdu. Böylece, bu kişilerden bazıları da bu zararsız sara nöbetlerine, karmaşık ve güçlü kişiliklerini ve iç dünyalarını da ekleyerek, zengin bir düşünce sistemi bile yaratmışlardı. Muhammed`den önce ve sonra da böyle kişiliklere çokca rastlanılıyordu. Bunlar, İslam çevrelerinin “Yalancı peygamberler” dedikleri kişilerdi.
Ayrıca o dönemde çokça bulunan, çölün ayaklı gazeteleri diyebileceğimiz, kendi aşiretlerinin propagandasını yapan ve her yil Mekke`de düzenlenen şiir yarışmalarına katılan Arap şairleri, gizli bir ruhtan esinlendiklerini ileri sürerlerdi. Yine, Kahin denilen; gelecekten haber verdiklerini, yitik şeylerin yerlerini bildirdiklerini ileri süren kişilere de, “Yoldaş” dedikleri, (Muhammed, Cebrail’e ”Yoldaşım” derdi) insan- hayvan arası, görünmeyen bir ruh ya da cin yardım ederdi. Bu ruh ya da cin, kahinlere belirli belirtisiz miriltilar veya harfler ya da kısa, kesik tümceler esinlerdi.
Ne var ki, müstakbel peygamber, ne onun bunun yitik develeri ya da çalınan eşyalarıyla uğraşan bir kahin, ne de onu bunu öven, ona buna yaltakçılık yaparak yaşamını kazanan bir şair olmak istiyordu. Buna gereksinimi de yoktu zaten. O`nun gözü en tepedeydi, iktidardaydı. O, tartışılmaz tek yönetici olmak istiyordu.
İslam Öncesi Arap İnanışı:
Her ne kadar bizim kaynaklar; Muhammed`in yetiştiği döneme “Cahiliye Dönemi”, içinden geldiği topluma da “Cahiliye Toplumu” yakıştırmasını yaparak; onların yalnızca, birçok puta tapan, şarap içip sarhoş gezen, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen azgın insanlar olduklarını ileri sürseler de; bu, büyük bir iftiradır. Bu insanlar, Yahudiler ve Hrıstiyanlar`la içiçe yaşıyorlardı. Arapların çoğu da bu dinleri benimsemişlerdi. Kendilerine “Hanif” (Tek tanrıya inananlar) denilen kişiler bile kendilerini “Rahman”ın elçileri olduklarını dile getirerek, bir tür tek tanrı inancını geliştirmişlerdi. Mekkeli Kureyşliler bile “Allah”a inanıyorlardi. Putlara da yalnızca, Allah`a yaklaşma aracı olarak tapıyorlardı.
Yavaş yavaş kaba bir Arap milliyetçiliği oluşuyor; Kureyşliler, kendilerinin İbrahim ve oglu İsmail`in soyundan geldiklerine inanıyorlardı. Kabe`de hem bunların hem de Meryem ve İsa`nın resimleri bulunuyordu. Mekke`ye mal getirip götüren İranlılar`dan Mecusi dininden de haberdarlardı. Tıpkı diğer Araplar gibi ve daha çok Muhammed de insanların inançlarıyla ilgili anlattıkları bu söylenceleri dinliyor ve etkileniyordu.
Gerçekten de; ileride göreceğimiz gibi, İslamiyet`i oluşturan kavramların hemen hepsi bu dinlerden alınacaktı. Allah, Rahman, Şeytan, cinler, melekler, peygamber, resul, Kiyamet, Cennet, Cehennem, Adem-Havva, abdest, oruç, hac, kible, kurban, nazar, büyücülük….gibi İslamiyet`in temelleri, bu inançlar çerçevesinde oluşacaktı.
Muhammed Kararını Kırkından Sonra Veriyor:
Muhammed kararını vermişti. Mekke`nin tek ve tartışılmaz yöneticiliğine soyunuyordu. Kureyş`in başına, kardeşleri ve oğulları olmadığından geçememişti. Geriye bir tek seçenek kalıyordu. O da “Allah`ın Elçiliği” yani peygamberlik.
Unutmayalım ki, şimdilerde ideoloji ya da politik görüş dediğimiz partileşmeye o zaman din deniliyordu. Neden olmasındı ki? Zaten anlatılan söylencelerdeki kahramanların bir çoğu da kendisi gibi değiller miydi? Musa, köşe bucak saklanan bir kanun kaçağı iken bütün Yahudiler`i örgütleyip Firavun`un esirliğinden kurtarmamiş miydi? Davut, zavalli bir çobanken, iktidarı soylulardan eline geçirip tüm Yahudiler`in kralı olmamış mıydı? İsa, sanki kendisinden farklı mıydı?
Evet. Tüm dünyanın unuttuğu Arabistan`ın küçük bir kenti Mekke`de, Kureyşliler`in Haşim Ailesi`nden, Abdullah`ın öksüz oğlu Muhammed Ebu Kasım, kendisinin bile sonuçlarını kestirebilemediği yirmiiki yillik serüvenine başlıyordu.
Hira Mağarası`na Kapanma ve İlk Vahiy:
Uzun bir süredir -ki bu süre, bazılarına göre yedi yildir- Mekke`ye birkaç kilometre uzaklıkta bulunan Hira Dağı`nda, ancak bir kişinin sığabileceği küçük bir mağaraya kapanıyordu. Belli ki burada, ilerideki projesinin hazırlıklarını yapıyordu. Bazen bu mağarada, hiç çıkmadan, aylarca kaldığı oluyordu.
Son üç gündür yine bu mağaradaydı. Ramazan Ayı`nın 26`sındakı gece Muhammed, çılgınlar gibi evine doğru koşuyordu. Neler olduğunu kendisinden dinleyelim: “(Hira Magarası`nda) Ayaktaydım, birdenbire dizüstü düştüm. Sonra sürükledim kendimi. Göğsüm inip inip kalkıyordu. Hatice`nin evine (Kendi evi) vardım ve “Örtün beni! Örtün beni!” diye bağırdım. İçimdeki dehşet kayboluncaya kadar da örtülü kaldım.”
Tir tir titriyordu. Karısı, evde ne kadar yorgan varsa hepsini üzerine örttü. Sabah uyanınca, ilk ayetleri okudu.
Alak (Kan Pıhtısı) Suresi 1-5:
Yaratan Rabbinin adıyla oku.
O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.
O`dur kalemle öğreten.
İnsana bilmediğini öğretti.
Kutsal Kitaplar`ı çok iyi bilen, Hatice`nin akrabası, Yahudi kökenli yaşi iyice ilerlemiş Varaka İbn Nevfal de oradaydı. Muhammed; Allah`ın kendisiyle birebir mi yoksa bir aracıyla mi konuştuğunu söyleyemiyordu. Bir melek adı veremiyordu. Varaka olup bitenleri dinleyince O`na: “Bu Allah`ın Musa`ya gönderdiği Namus`tur” dedi. Daha sonraları Muhammed, bu “Namus” sözcüğünü yanlış anladığından, kendisiyle konuşanın Allah değil, adını; çok eskilerde, ilk kez Yahudi peygamberi Daniel`in kullandığı “Cebrail” olduğunu ileri sürecekti. Ne var ki Varaka, “Namus” sözcüğü ile Musa`ya inen “On Emir”i kastetmişti.
Kuran Neden Toplu Halde İndirilmedi?
Tepkileri ve sonuçları kestiremiyordu. Acaba düşündüklerini gerçek yaşama uyarlayabilecek miydi? Kureyşliler, O`nun Allah`ın elçisi olduğuna inanıp iktidarı kendisine bırakacaklar mıydı? Bu işin o kadar kolay olacağını O da sanmıyordu. Yarın ne olacağını, nasıl bir engel ya da sorunla karşılaşacağını bilemediğinden Kuran, bir kerede değil; ileride çıkacak güncel sosyal sorunlar karşısında (Ki bu sorunları yeterince işleyeceğiz) çözüm üretebilmek için; ayet ayet, sure sure inecekti. Kuran`ın neden böyle indiği sorusunun yanıtını, Allah da bizim gibi verecekti.
Furkan (İyiyi kötüden ayıran: Kuran)32, 33:
İnkar edenler dediler ki: “Kuran O`na toptan, bir kerede indirilseydi ya.
Biz böyle yaptık ki…
Onlar sana bir mesel getirdikçe, biz sana gerçeği ve en güzel yorumu getiririz.
Böylece Kuran, Muhammed`in kendisini Allah`ın elçisi olduğunu bildirdiği M. S. 610 Yılı`ndan, ölünceye kadar; M. S. 632 Yılı`na kadarki sürede tamamlanacaktı.
Ayetler Ne Zaman ve Nerede İniyordu?
Allah`ın, O`na ayetlerini gönderdiği belirli bir an ve yeri yoktu. Yemek yerken, yürürken, deve üstünde yolculuk yaparken, namaz kılarken, savaşırken, kadınlarının yanındayken, toplum içindeyken, uyurken,… her an ayetler gelebiliyordu.
İlk Bağlananlar: Ailesi ve İşortağı:
O`na ilk bağlananlar, yani müminler doğal olarak ailesiydi: Karısı Hatice, evlat edindiği kölesi Zeyd, yine yanında kalan amcası Abd Menaf (Ebu Talib)`in oğlu Ali; o dönemler on yaşlarındaydı ve kızları O`na ilk inananlardan sayıldılar. Bunlara; işortağı ve en iyi dostu, en çok akıl danıştığı, ileride kayınbabası ve İlk Halifesi olacak Ebu Bekir`i de eklemek gerekiyor.
İlk Sureler:
İlk dile getirdiği sureler, Araplar`ın hiç de yabancı olmadıkları şiirler şeklindeydi. O dönem şairlerinin okudukları gibi; kafiyeli, uyaklı, Allah`ı öven; şiirler gibi kısa dualardı. Bu şiirlerde övünülen artık bir sevgili ya da sevilen bir kişi değil, yalnızca Allah`tır.
Fatiha Suresi (Tamamı):
Rahman ve rahim olan Allah adıyla:
Hamd; Alemlerin Rabbi, merhamet eden, bağışlayan
Ve din (Ahiret) gününün sahibi olan Allah`adır.
Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz.
Sen bizi doğru yola ilet.
Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna,
Gazaba uğrayanların ve sapanlarınkine değil.

İhlas (Samimi Sevgi) Suresi (Tamamı)
De ki: “Allah birdir”
Allah Samed`dir (Hiçbir şeye muhtaç değildir) her şey
O`na muhtaçtır.
O, ne doğurmus ne de doğmuştur.
O`nun hiçbir dengi yoktur.

Nas (İnsanlar) Suresi (Tamamı):
De ki: ” Cin ve insanlardan olan ve insanların kalplerine vesvese veren,
O sinsi vesvesecinin şerrinden,
İnsanların Rabbi,
İnsanlarin maliki (kralı) ve ilahı olan Allah`a sığınırım”
Yine bu surelerde, yeni olmayan Cennet ve Cehennem`den sözediliyordu. Bu insanlar; işledikleri suç ve günahlarının bedelini Cehennem`de (Eskiden bu yer; Kudüs yakınlarında, Yahudiler`in kurbanlarını yaktıkları çukurun adıydı) acı çekerek ödeyeceklerine; eğer Allah`ın gözüne girerlerse de, iyi eylemlerine karşin ödül olarak Cennet`te zevki sefa içinde sonsuza dek yaşayacaklarına zaten inanıyorlardı ve bu, binlerce yıllık bir inançtı. Şimdi ise Muhammed`e düşen; Cennet ve Cehennem`in nasıl olduğunu, dili döndüğünce tasvir etmekti. İnsanları, kendine bağlamak için Muhammed`in onlara Cennet`i bir ödül, Cehennem`i de bir ceza olarak sunması doğaldı. Şimdiye kadarki bütün dinlerin temel malzemesi de zaten bunlardı.
Cehennem İşkencehanelerin En Kötüsü, Allah da İşkenceci Başı:
Allah, çiçeği burnundaki elçisinin elinde bir iskenceci başına, bir canavara dönüşüyordu. İskence, hakaret, zulüm, korkutarak sindirmek Kuran`ın temelini oluşturacaktı. Cehennem olarak betimlenen yer, işkencehanelerin en korkuncuydu. Daha İlk Sure`den başlayarak, her surede ve yüzlerce kez, insanlara ne gibi işkenceler ve zulümler yapilacağı anlatılacaktı.
İlk Sure`den başlayalım:
Alak (Kan Pıhtısı) Suresi 15-18:
İş sanıldığı gibi değil! Yemin olsun, eğer vazgecmezse
O alnı mutlaka tutup sürteceğiz. O yalancı, o günahkar alnı.
Haydi çağırsın meclisini.
Biz de zebanileri çağıracağız.
Zebaniler; insanlara işkence yapmaları için Allah`ın Cehennem için özel olarak yarattığı meleklerdi.
İkinci Sure; Kalem Suresi 16:
Yakında biz, onun burnunu sürteceğiz.
Yüce Rab (Büyük Efendi) işkencenin dozunu yavaş yavaş arttırıyordu.
Dehr (Zaman), İnsan Suresi 4:
Biz nankörler için zincirler, prangalar ve kızgın bir ateş hazırladık.
Hümeze (Yakıp yok eden: Cehennem) Suresi 8, 9:
Cehennemlikler, dikilmiş direklere bağlı oldukları halde, o ateşin kapıları üzerlerine kapatılmış olacaktir.
Hakka (Gerçekleşecek olan: Kıyamet) 30-32:
Tutun onu, hemen bağlayın onu.
Sonra Cehennem`e sallayın onu.
Boyu yetmiş arşın olan bir zincirle yollayın onu.
Mirac (Basamak, Merdiven) 16, 17:
Hayır! Hayır! O alevlenen bir ateştir.
Yakar kavurur deriyi…
İbrahim Suresi 16-17, 48-50:
Ardından da Cehennem. İrinli bir sudan içirilecekler.
Onu yutmaya çalışacak ama boğazından geçiremeyecek.
Ölüm her yandan üstüne gelecek de bir türlü ölmeyecek.
Ardından da dehşetli bir azap.
O gün suçluların birbirlerine perçinlenmis prangalarla çengellendiklerini görürsün.
Gömlekleri katrandır, yüzlerini ateş bürümüştür.
Allah, daha bir çok örneği bulunan bu işkenceleri, büyük bir gururla yapıyordu.
Rad (Gökgürlemesi) Suresi 32:
…İnkar edenlere biraz süre verdim ama sonunda hepsini enseledim. gördüler, nasılmış azap!
Ve büyük bir intikam duygusuyla;
Duhan (Duman) Suresi 16:
O gün büyük bir vuruşla vururuz. Şu bir gerçek ki intikam da alırız biz.
Muhammed`in İnandığı Batıl Bir İnanç:
Öldükten sonra yetmez, bu dünyada da korkutmalıyd…
Rad (Gökgürlemesi) Suresi 13:
… Yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar.
Alim Allah, böylece Araplar`a yıldırımın sırrını da açıklamış oluyordu.
İnanmayanlar: “O`na Birisi Yardım Ediyor”:
Ama bütün bu tehditlere rağmen kimse O`na inanmıyordu. İnsanlar şiir şeklindeki bu sözleri daha önceleri de sık duymuşlardı. O`nu, Mekke`de düzenlenen şiir yarışmalarındakı şiirleri çalmakla suçluyorlardı. Çünkü, bu şiirlere çok benziyorlardı. Belki de O`na şairler veya din adamları yardım ediyorlardı. Bu kişilerden biri; karısı Hatice`nin akrabasi olan Yahudi Varaka olabilirdi. Bu kişi Kutsal Kitaplar`ı çok iyi biliyor ve O da yeni bir Allah arıyordu. Yani O da bir “Hanif”ti. Bu iddiayi ileri sürenlere, Allah`ın yanıtı şöyleydi:
Nahl (Arı) Suresi 103:
Andolsun ki biz, onların: “Kuran`ı O`na bir insan öğretiyor” demekte olduklarını biliyoruz. Nispet etmeye uğraştıkları adamın dili yabancıdır. Oysa ki bu, apaçık Arapça bir dildir.
Adam, Yahudi kökenliydi ama tabi ki Arapça biliyordu. Oradaki Yahudiler`in hepsi Arapça biliyordu. Allah`ın böyle bir bahane ileri sürmesi, iddiaları doğruluyor gibiydi.
İnanmayanlar: “Bir Şairin Sözleri”:
Daha önce de değindiğimiz gibi, bu azgın çölün sert ve acımasız koşullarında yasamak zorunda olan bu insanlar uygarlıkta cok geri kalmişlardı. Üretim yok denecek kadar azdı. İnsanların, yaşamını sürdürebilmeleri için yiyecek ve içecek aramaktan arta kalan zamanları pek yoktu. Bu nedenle bilim ve sanat dallarında geri kalmışlardı. Bir dal dışında; o da “Şiir”di. Dilleri, Arapça cok zengin bir dildi. Bu zengin dille yazılan şiirler gerçekten de etkili ve güzellerdi. Şiir, çöl yaşamının ve inancının vazgecilemez ögesiydi. Yarımada`nın heryerinde bu ayaklı gazeteler çokça bulunuyordu.
Şairler, Mekke`de her yıl düzenlenen şiir festivallerine akın ederek kendi aşiretlerinde olup bitenleri anlatıyorlar, aşiretinin şeyhlerini övmede birbirleriyle yarışıyorlardı. Mekkeliler, Muhammed`i, acemi bir şair olarak ve festivallerde Kabe`nin duvarlarına asılan şiirleri çalmakla suclarken; Allah, ısrarla bunu reddediyor ve şairleri lanetliyordu.
Tur (Dagı) Suresi 30:
Yoksa şöyle mi diyorlar: “O bir şairdir…”
Şuara (Şairler) Suresi 224-226:
Şairlere azgınlar uyar.
Onların, her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?
Şairler And İçerlerdi, Peki Allah Niye And İçiyor?
Allah, şairleri lanetleyedursun, sureler; o dönem Arap şiirinde gelenek olduğu üzere, doğanın tüm nesnelerinin ve değerli olduklarına inanılan şeylerin üzerine and içilerek başlıyordu. ”Hemen belirtelim; en çok yemin eden en fazla da yalanı söyler.” Allah bazen Güneş`e, Ay´a, gündüze-geceye, yıldızlara olduğu gibi;
Şems (Güneş) Suresi 1-4:
Andolsun Güneşe ve aydınlığına,
Onu izlediğinde Ay`a,
Onu ortaya çikarttığı vakitte gündüze,
Onu örttüğü vakitte geceye.
Necm (Yıldız) Suresi 1:
Battığı zaman yıldıza andiçerim ki.
Tarık (Çoban Yıdızı) Suresi 1:
Andolsun göğe ve Tarık`a (Çoban Yıldızı, Venüs)
Bazen agaçlara;
Tin (İncir) Suresi 1:
Andolsun incire, zeytine
Bazen de Arap atlarına;
Adiyat (Savaş Atları) Suresi 1:
Gürültü ile koşan (Atlara) andolsun ki,
Ona buna, teke-çifte;
Fecr (Seher Vakti) Suresi 1-3:
Andolsun tan vaktine,
On geceye,
Her çifte ve teke,
İçinde bulunduğu çağa;
Asr (Çağ) Suresi 1:
Çağa andiçerim ki,
Kıyamet`e,
Kıyamet Suresi 1:
Kıyamet gününe andiçerim.
Andiçtiği gibi Allah, bazen de sözlerini inandırmak için; Kuran, Muhammed ve kendi üstüne bile andiçiyordu.
Şems (Güneş) Suresi 5-7:
Göğe ve onu yapana,
Yere ve onu düzeltene,
Nefse ve onu şekillendirene (Andiçerim)…
Hicr Suresi`nin 92. ve Meryem Suresi`nin 68. Ayetleri`nde de kendi üstüne andiçiyordu.
Senin Rabbine andiçerim ki,
Nahl (Arı) Suresi`nin 56. ve 63. Ayetleri`nde de:
Doğuların ve batıların Rabbine andiçerim ki…
Kuran`ın üzerine,
Duhan (Duman) Suresi 2:
Kitap üstüne andiçerim ki…
Sad ve Kaf (Harfleri) Sureleri`nin İlk Ayeti aynıydı;
Kuran üzerine andolsun ki…
Muhammed`in üzerine,
Hicr (Medine ile Suriye arasındaki bir vadi) Suresi 72:
(Ey Muhammed) Senin yaşamın üstüne andolsun ki…
Allah Beddua Eder mi?
Eger Kuran, Allah`ın sözleri değil de örneğin Muhammed`in sözleri olsaydı, kimsenin bu ayetlere bir itirazı olmazdı. Bu andiçmeler, Arap şiirinin bir geleneğiydi. Bu da; Araplar`ın vara yoğa andiçme alışkanlığının bir sonucuydu. Mekkeliler de; bu şairlerin, yalanlarını inandırmak için sıkça andiçtiklerini biliyorlardı. Şiir sanatında bu, doğal bir şeydi ama Allah neden andiçiyordu? Şairler, beddua ediyorlardı. Allah da beddua ediyordu. Muhammed, Mekke`nin varlıklı bir kişisi olan Velid Bin Muğire`yi örgütlemeye çalıştı ama başarılı olamadı. Bu kisi, ileride tanışacağımız, İslam Tarihi’ ne “Islam`in Kilici” olarak geçecek, becerikli asker Halid Bin Velid`in babasıydı. Öyküyü Kuran`la sürdürelim.
Kalem Suresi 10-15:
Çok yemin eden, alçak, çok kınayan, çokça koğuculuk eden, hayrı durmadan engelleyen, saldırgan, çok günahkar, pek katı kalpli, bununla birlikte soysuz (Piç) olan hiçbir kimseye mal ve oğulları var diye sakın itaat etme! Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: “Bunlar eskilerin masallarıdır” der. Biz yakında onun burnuna damga vuracağız.
Müdessir (Bürünen) Suresi 11-14, 18-26:
Beni şu adamla başbaşa bırak.
Ben onu (Annesinin karnında) tek başına yarattım.
Sonra ona bol servet ve yanından ayrılmayan oğullar verdim.
Ona büyük olanaklar sağladım.
Çünkü o düşündü, ölçtü biçti.
Kahrolası nasıl da ölçtü biçti?
Yine kahrolsun! Nasıl da ölçtü biçti?
Sonra baktı.
Sonra yüzünü eşkitip kaşlarını çatti.
En sonunda sırt çevirdi.
Büyüklük tasladı ve: “Bu eskilerden kalan bir sihirden başka birşey değildir. Bu, yalnızca bir insan sözüdür” dedi.
Ben onu mutlaka “Sekar” denilen cehenneme sokacağım.
İşte böyle. Allah bu kisiye, Muhammed`e inanmadığı için beddua üzerine beddua ediyordu. Bir Arap şairi, Kabe`nin duvarına astiği bir şiirinde; insanın nankörlüğünden sözediyordu: “Geberesice insan, nimete karşı ne kadar nankördür.”
Abese (Boş İşler) Suresi`nin 17. Ayeti de aynıydı:
Canı çıksın o insanın, o ne nankördür.
Muhammed bu mısrayı resmen çalmıştı. Belki bu, bir rastlantı da olabilirdi. Mekkeliler`in asıl itiraz ettikleri konu; bu misrayı bir insan yazmıştı ve bu nedenle insana beddua etmesi doğaldı. Peki Allah neden insana beddua ediyordu ve bu bedduayi kimden istiyordu? Muhammed, bu küçük ayrıntının farkına varamamıştı.
Kuran`daki Nakaratlar:
Kendisinden başka tanrı olmadığını söyleyen, buna karşın, sözlerinin etkili olması için “Ben” yerine “Biz” diyen Allah, anlatımım daha da güçlü olur düsüncesiyle tıpkı şiirlerdeki gibi nakaratlar da kullanıyordu. Bunların en ünlüsü “Hayır! Hayır! İş, bilindigi gibi değil” sözüydü. Bu deyim, hemen her surede vardı. Allah`ın, sözlerini inandırmak için yinelediği birkaç deyim daha vardı:
Kamer (Ay) Suresi`nin 17, 22, 32. ve 40. Ayetler`i, aynı tekrardı:
Andolsun ki biz, Kuran`ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?
Rahman (Acıyan) Suresi`nin her iki ayetinden biri şu nakarattı:
Rabbinizin nimetlerinden hangisini sayacaksınız yalan?
Surelerin Başındaki Sessiz Harflerin Gizemi Ne?
Ayrıca, birçok surenin başında bulunan, “El Huruf-ul- Mukattaat” denilen sessiz harfler de; yine Arap şiirinde gelenek olduğu üzere, şiire daha gizemsel bir hava vermek amacıyla, herhangi bir kavramın dolaylı olarak sembolize edilmesinden başka birşey değillerdi.
Kuran`ın alti suresinin başında bulunan, ünlü “Elif, Lam, Mim” harfleri; “Allah bana dedi ki…”, yedi surenin başında bulunan “Ha, Mim” harfleri; “Dinleyin!”, Kuran`ın bir suresine adını veren, “Ta, Ha” harfleri; “Ey Adam” (Ey Muhammed) anlamlarına geliyordu. Yasin Suresi`ne adını veren “Ya, Sin” harfleri; “Ey insanlar”, Kaf Suresi`ne adını veren “Kaf”; “Olay çözüldü”, Sad Suresi`ne adını veren “Sad” harfi de “Gerçek” anlamına geliyordu.
MUHAMMED`İN MEKKE KUREYŞ DEVLETİ DENEMESİ:
Soylu Peygamber, öncelikle kendisi gibi zengin ve asil Kureyşliler`i örgütlemeye kalkıştı. Kureyşliler`e, kendi liderliğinde olacak birliğin çağrısını yapıyordu. Onlara; kuracağı Mekke Arap Devleti`nin çekiciliğinden dem vuruyordu. Tanrılarını bir tanrı adı altında birleştiren uluslar; Yahudiler, Romalılar ve İranlılar büyük köleci devletler ve imparatorluklar kurmuşlardı. Dünya’yı onlar yönetiyordu. Şimdi ise yeni bir tek tanrılı dinle Araplar`a büyük ve zengin bir devlet kuracaktı. Tek bir din çatısı altında onları örgütlemek için onların milliyetçilik duygularını okşuyordu.
Muhammed`in Allahı Kureyşliler`in Allahı:
Muhammed`in Allahı`nın en çok sevdiği ulus Araplar´ın Kureyş boyuymuş. Onlara hep yardım etmişti. Ticarette başarılı olsunlar diye Allah, elinden geleni yapıyormuş.
Kureyşliler Suresi (Tamamı):
Kureyş`i alıştırıp ısındırdığı için,
Onları kış ve yaz yolculuğuna (Ticarete) alıştırdığı için,
Bu evin (Kabe) Rabbine ibadet etsinler.
O ki onları, doyurup kurtardı açlıktan ve kendilerini güvene çıkardı korkudan.
Muhammed daha doğmadan önce, Habeş Kralı Abraha`nın fillerle desteklenmiş ordusuna karşı Mekke ve Kabe`yi Muhammed`in bu Allah`ı korumuş, onlara ebabil kuşları göndererek bizzat yardım etmişti.
Fil Suresi (Tamamı):
Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?
Rabbin onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Rabbin onların üzerine, kızgın taşlar atan ebabil kuşlarını gönderdi.
Onları, güve yemiş ekin yaprağı gibi yaptı.
Kureyşliler O`nun İktidarı İstediğini Biliyorlardı:
Bütün bu jestlere karşın soylu Kureyşliler, bu yetim aile üyesine yaklaşmıyorlardı. Allah, Kureyşliler`i seviyor ve koruyordu. Onları nimetlendiriyordu. Bu doğruydu. Arabistan`ın hem dini hem politik liderleriydiler. Ama Kureyşliler`e yardım eden; Muhammed`in Allahı değil, Kureyşliler`in Allahı`ydı. Onlar da bu yüzden, kurbanlar kesiyorlar, secde ediyorlar, oruç tutuyorlar, sadaka veriyorlar, kutsal Kabe`yi tavaf ediyorlardı. Lat, Menat, Uzza ya da diğer putlara Allah diye değil, yalnızca Allah`a ulaşmak için birer aracı olarak tapıyorlardı. Kuran da bunu itiraf ediyordu.
Kureyş şeyhleri, Muhammed`in “Allah`ın Elçiliği” savıyla, Mekke`nin iktidarını istediğinin farkına varamayacak kadar aptal değillerdi. Ne yapsa, bu kibirli Kureyşliler`i yola getiremiyordu. İktidarı ona verecek gibi görünmüyorlardı. Allah bula bula bunu mu bulmuştu?
Muhammed Hedef Kitlesini Değiştiriyor: Köleler ve Yoksullar:
Birgün, yaşanan bir olay, Muhammed`in “Hedef kitlesi”ni degiştirmesine neden oldu. Mekke çarşısında soylu bir kişiyi örgütlemeye çalışırken yanına kör bir adam gelir ve O`nunla konuşmak ister ama Muhammed onu azarlayıp, yanından kovar. Sonuçta o soyluyu ikna edemez, kör adamı kovduğu için de pişman olur. Böylece kafasında, yoksul ve güçsüz insanlara yönelmesi düşüncesi oluşur. Zaten başka seçeneği de kalmamıştı. Allah; Elçisi`ni o köre, böyle davrandığı için de azarlayacktı.
Abese (Boş İşler) Suresi 1-10:
Yüzünü eşkitti ve öteye döndü,
Yanına kör adam geldi diye.
Nereden bilirsin, belki de o arınıp temizlenecek.
Belki de düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak.
O, kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince,
Ki sen ona yöneliyorsun;
Sana ne onun arınmasından!
Ama sana koşup gelen var ya;
Odur içine ürperti düşen.
Sen ona aldırmazlık ediyorsun.
İlk Müslümanlar:
Evet; hali vakti yerinde olan işortağı Ebu Bekir`den başka hiçbir etkin kişiyi örgütleyememişti. Artık hedef değiştirmesi gerekiyordu. Yeni hedef, “Ezilenler” yani; yoksullar, köleler ve “Asi Gençler”di. Bu asi gençler arasında Mekke`nin zengin ailelerinin çocukları da vard. Bunlardan en önemlisi, Kureyşliler`in Abd Şems soyundan gelen Halid İbn Said`di. Bu genç, rüyasında babasının onu bir ateşe atmak isterken, birisinin son anda kolundan çekip kurtardığını görmüş; Ebu Bekir, bu kurtarıcının Muhammed olduğuna genci inandırmıştı. Halid`i kardeşi Amr izledi. Bunlardan başka, ileride Üçüncü Halife olacak Osman İbn Affan vardı ki; bu tembel, kılık kıyafetine düşkün, gösteriş ve ne oldum delisi gencin Muhammed`e bağlanmasının tek nedeni, kızı Rukiye`ye olan aşkıydı. Kısa süre sonra da onunla evlenecekti. Yine gençlerden, Ebu Bekir`in akrabası Talha İbn Ubeydullah henüz onsekizindeydi.
Yoksullar ve kölelerden; adı sonradan Abd Ür Rahman olarak değişecek olan Abd Ül Kabe otuz yaşındaydı. Sünnetçi bir kadının oğlu, fakir ama iyi kılıç yapan demirci ustası Habbab İbn El Arat; özgür bırakılmış bir köle olan Süheyb İbn Sinan ve Ebu Bekir´in iki kölesi, zenci Bilal-ı Habeşi ve Emir İbn Füheyre`yi ilk müminlerden sayıldılar.
Bu Dünya Yalnızca Bir Sınav:
O zengin ve soylu Kureyşliler mallarıyla ve çocuklarıyla övünedursunlar, ne de olsa bu yaşam bir göz açıp kapamak kadar kısaydı. Ama Ahiret (Öbür taraftaki yaşam) sonsuza dek sürecekti. Muhammed`e bağlananlar “müminler” Cennet`te büyük bir bolluk içinde yaşayacaklar, bağlanmayanlar “kafirler” ise Cehennem`e atılacaklardı. Öldüklerinde, mallarını yanlarında götüremeyeceklerinden ve çocukları da onları tanımayacaklarından sahip oldukları bu şeylerin kendilerine bir faydası dokunmayacaktı. Allah`ın onları yok edeceğı zaman cok yakındı.
Beled (Belde: Mekke) Suresi 5-7:
O sanıyor mu ki, hiç kimse ona asla güç yetiremeyecek.
“Yığınlarla mal telef ettim” diyor.
Hiç kimsenin kendisini görmediğini sanıyor.
Sebe (Yemen`in ünlü kenti) Suresi 34, 35:
Biz hangi ülkeye uyarıcı göndermissek, oranın servet ve
refahla şımaranları mutlaka şöyle demişlerdir…
“…Biz malca da evlatça da çoğuz. Azaba uğratılacak olan bizler değiliz.”
Zühruf (Yaldız) 23-25:
İşte böyle! Senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, oranın servetle şımarmış kodamanları mutlaka şöyle demişlerdir:
“Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk; onların eserlerine uyarak yol alacağız.”
Bunun üzerine onlardan öc aldık. Bir bak nice olmuştur o yalancıların sonu!
Amel Defterleri:
Bu yoksul müminler sabırlı olmalıydılar. “Şu igreti hayat” bir düşten başka bir şey değildi. Allah onları sınavdan geçiriyordu. Yakında kıyamet kopacak; herkes Allah`ın huzurunda toplanıp O’na hesap verecekti. İnsanların yaşadıkları süre içinde yaptıklarının sağ ve sol omuzlarında bulunan birer meleğin yazdığı “Amel defterleri” açılacak, günahları çok olan ve müslümanlığı kabul etmeyen kafirler Cehennem`e atılacaklar; sevapları çok olan müminler ise Cennet`le ödüllendirileceklerdi.
Cennet Nasıl Bir Yer?:
Çoğu köle olan, bu yoksul, zavallı müminler, ağızları sulanarak büyük bir iştah ve can kulağıyla, gedecekleri Cennet`i anlatan Muhammed`i dinliyorlardı.
Tur (Dağı) Suresi 22-24:
Biz onlara canlarının istediği meyveden ve etten verdik.
Orada bir kadeh tokuştururlar ki, içinde ne boş bir laf vardır ne de günaha sokuş.
Çevrelerinde; kendilerinin özel hizmetine verilmiş, sanki sedeflerinde saklı inciler gibi genç uşaklar dolaşır.
Nebe (Duyuru) Suresi 32-34:
Sulak bahçeler, bağlar, üzümler;
Memeleri turunç gibi (küçücük) yaşıt kizlar,
Dopdolu kadehler vardır.
Orada herşey vardı. Yok, yoktu. Peygamber, hayal gücünü daha da zorluyordu. Araplar`ın zevklerine hitap ediyordu.
Züruf (Yaldız) Suresi 71:
Çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefslerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği herşey vardır…
Dehr (Zaman), İnsan Suresi 12-21:
Sabretmelerine karşılık olarak da onları bir bahçe ve ipekle ödüllendirmiştir.
Koltuklar üzerine yaslanarak otururlar orada. Ne güneş görürler orada ne de kavurucu soğuk.
Bahçelerin gölgeleri üzerlerine eğilmiştir. Ve bahçenin yemişleri iyice yaklaştırılmıştır.
Çevrelerinde gümüşten ve billurdan kaplar dolaştırılır…
Gümüşten kupalar ki tam diledikleri ölçüde belirlemişlerdir onlari.
Orada kendilerine, karışımı zencefil (Kokulu bir baharat) olan bir kadehten içirilir.
Bir pınar ki orada, selsebil (Birçok delikten akan pınar) diye anılır.
Dolaşır çevrelerinde sürekli görevlendirilmiş gençler, görseydin onları dizilmiş inciler sanırdın.
Oraya baktığında, nereye göz atsan büyük bir nimet, büyük bir zenginlik ve yönetim görürsün.
Üzerlerinde yeşil, ince ipeklerle, sırmalı kalın ipeklerden giysiler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Ve Rabbleri onlara tertemiz bir içki sunmuştur.
Vakia (Kıyamet Olayı) Suresi 12-37:
Nimetlerle dolu bahçelerdedirler.
Büyük kısmı öncekilerden,
Az kısmı da sonrakilerden.
Süslü, nakışlı tahtalar üzerinde,
Onlar üzerinde karşılıklı yan gelip yaslanırlar.
Gencecik uşaklar dolanır çevrelerinde. Sürekli hizmete adanmışlardır.
Sürahiler, ibrikler ve öz kaynağından içkilerle doldurulmuş kadehler eşliğinde.
Ne başları döner ondan ne de akılları karışır.
Ve meyveler, gönüllerince seçtiklerinden.
Ve kuş eti, iştahlarınca beğendiklerinden.
Ve genç kadınlar; iri ve kara gözlü,
Titizlikle korunan inciler misali;
Yaptıklarına karsılık olarak.
Ne boş bir laf işitirler orada ne de günaha sokacak birşey,
“Selam, selam” denir sadece.
Uğur ve mutluluk yaranı. Nedir uğur ve mutluluk yaranı?
Dikensiz kirazlar,
Meyve dizili muz ağaçları,
Uzayan gölgeler,
Akıp dökülen sular,
Bir çok meyveler arasındadırlar;
Ne tükenir ne yasaklanır.
Yükseğe yerleştirilmiş döşekler içinde.
Biz kadınları da güzel bir biçimde yeniden yaratmış,
Hepsini bakireler yapmışızdir,
Yaşıt ve cilveli dilberler halinde.
Kıyamet Ne Zaman Kopacak?
Muhammed`in diğer önemli silahı ise kıyametti. Yeryüzünün sonunun birgün geleceği düşüncesi de insanlığın en eski inançlarındandı. Bir fırtına veya sel geldiğinde, yazlar kurak geçip insanlar ve hayvanlar toplu halde öldüklerinde, salgın hastalıklardan kırıldıklarında, Güneş ya da Ay tutulduğunda, savaşlarda, depremlerde… İnsanlar bunun hep dünyanın sonu olduğunu sanmışlard
Muhammed de kıyametin çok yakın olduğunu ileri sürerek “Azap insanların yakasına yapışmadan” bir an önce insanların kendisine bağlanmalarını öğütlüyordu. Ne zaman kopacağını tam olarak bilemiyordu ama o gün, çok yakındı.
Şura (Meclis) Suresi 17:
…Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır.
Nebe (Duyuru) Suresi 40:
Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.
İleride de göreceğimiz gibi, Muhammed`in ileri sürdüğü tek bahane şuydu; Allah, ne zaman bir topluma bir peygamber göndermişse, oranın halkı o peygamberi yalanladıkları için o toplumu yok etmişti. Ve şimdi, eğer inanmazlarsa sıra kendilerine geliyordu.
Zümer (Zümreler, Sınıflar) Suresi 54-55:
Azap yakanıza yapışmadan Rabbinize dönüp O`na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.
Farkında olmadığınız bir sırada, azap ansızın karşınıza çıkmadan önce size Rabbinizden indirilenin en güzeline uyun.
Kıyamet Nasıl Kopacak? Kıyamet Alametleri:
Mearic (Merdiven) Suresi 6-10:
Kafirler kıyamet gününü uzak görüyorlar.
Biz ise, onu çok yakın görüyoruz.
O gün gök, erimiş maden gibi olacaktır.
Dağlar da atılmış renkli yün gibi olacaktır.
O gün dost, dostun halini sormaz.
Kıyametten önce, Ay ve Güneş tutulması olacaktı.
Kiyamet Suresi 6-9:
(İnsan):”Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorar.
Gözlerin kamaştığı, ayın tutulduğu,
Güneş’in ve Ay’ın biraraya getirildiği zaman.
Zümer (Zümreler, Sınıflar) Suresi 68:
Sura üfürülecektir. O zaman Allah`ın dilediklerinin dışında göklerde
ve yerde kim varsa düşüp ölecektir. Sonra sura bir kez daha üfürülecektir.
Bir de ne görürsün! (İnsanlar) kabirlerinden doğrulmuşlar, bakışıyorlar.
Hakka (Gerçek) Suresi 13-14:
Sura bir kez üfürüldüğü zaman.
Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp tek bir çarpışla, darmadağın
edildiği zaman.
Kıyametin en belirgin belirtisi depremdi.
Zilzal (Deprem) Suresi 1:
Yeryüzü şiddetle sarsılıp, deprem olduğunda,
Müzemmil (Örtünen) Suresi 14:
O gün yer ve dağlar şiddetle sarsılır. Dağlar savrulan kum yığınlarına döner.
Muhammed, Kıyamet için bir çok sözcük kullanıyordu. “Beklenen an, beklenen saat”; “Kuşkusuz gerçekleşecek olan”, “Beklenilen Olay”, “Gürültüsüyle kapları çalacak olan”; “Felaketiyle kaplayacak olan”, “Diriliş günü”; “Toplanma günü”; “Seçip ayırma günü”, “Aldatma günü”, “Mutlaka gelecek olan gün” gibi birçok adlar kullanıyordu.
Taha (T, H Harfleri) Suresi 105-108:
Sana kıyamet günü dağların ne olacağını sorarlar. Sen onlara şöyle
de: “Rabbim onları un ufak edip savuracaktır.
Yerlerini dümdüz, boş bir arazi halinde bırakacaktır.
Sen orada hiç bir çukur, hiç bir tümsek göremezsin.
O gün insanlar, davet edene uyacaklar, kimse yan çizemeyecektir.
Rahman olan Allah`ın büyüklüğü karşısında sesler kısılacak,
fısıltıdan başka hiç bir şey işitmeyeceksin.
Hac Suresi 1-2:
Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Çünkü kıyametin sarsıntısı büyük bir şeydir.
Onu gördüğünüz zaman, her emzikli kadın çocuğunu unutup vazgeçer; her gebe kadın çocuğunu düşürür.
Sen insanları sarhoş görürsün. Aslında onlar sarhoş değillerdir. Ama Allah`ın azabı şiddetlidir.
Enbiya (Peygamberler) Suresi 104:
O gün biz göğü, kitapların sayfalarını dürer gibi düreriz…
Kuran`a Göre İnsanlar Birbirine Eşit Değil!
Ama neden bu dünyada, bütün güçlükleri fakirler ve köleler çekerlerken; zenginler varlık içinde yasamlarını sürdürüyorlardı? Bu soruyu Muhammed`e soran insanlara, Allah`ın yanıtı belliydi.
Nahl (Arı) Suresi 71:
Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere (Kölelere) aktarıp da eşit hale gelmiyor.
Allah Neden Eşitsizlik Yapıyordu?
Enam (Davarlar; Nimetler) Suresi 165:
… Verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminiz üzerine derecelerle yükseltmistir.
İslam çevreleri, İslam`in eşitlik ve kardeşlik dini olduğunu, köleliği kaldırmayı hedeflediğini anlatadursunlar; Allah, tersini ileri sürüyordu.
Zühruf (Yaldız) Suresi 32:
Rabbinin nimetlerini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya yaşamında geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimini kimine üstün kıldık ki bazısı bazısını tutup calıştırsın..
Kader Nedir?
Evet. Bazısı bazısını tutup çalıştırsın diye, adaletli Efendi kimini zengin kimini fakir; kimini kör kimini topal; kimini hasta kimini sağlıklı; kimini çirkin kimini güzel; kimini deli kimini akıllı yapmıştı.
Allah; insanları dünyaya göndermeden önce onların nasıl olacağını, nasıl yaşayacağını, ne zaman öleceğini, her anını saptayıp öyle göndermişti. Buna, Arapça “Değer” anlamına gelen “Kader” deniyordu. İnsanlar bu duruma karşı gelemezlerdi. Eğer karşı çıkarlarsa müslümanlıktan çıkar, kafir olurlardı. Evet ama, insanların herşeyini zaten önceden saptayan Allah, neden onları dünyaya gönderip denemeye gerek duyuyordu? Bu çelişki, uzun yıllar İslam düşünürleri arasında da tartışılacak ve tabi ki doyurucu bir neden bulunamayacaktı.
Peygamberler Bile Birbirlerine Eşit Değiller:
Bırakın insanları, Allah`ın seçkin elçileri olan peygamberler bile birbirlerine eşit değillerdi. Muhammed`in, çoğunun adını bile bilmedigi Kuran`daki yirmisekiz peygamberin ve yine adı ve masalı anlatılmayan binlerce olduğu belirtilen diğer peygamberler de birbirlerine eşit değillerdi.
İsra (Gece Yolculuğu) Suresi 55:
… Andolsun ki biz, peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kılmışızdır…
Bakara (İnek) Suresi 253:
İşte Resuller! Biz onların bazısını bazısına üstün kılmışızdır. Allah onlardan bazısıyla konuşmuştur. Bazılarını da derecelerle yüceltmiştir.
Ve doğaldır ki en değerli elçisi, ” Yüzünün suyu hürmetine kainatı yarattığı” sevgili peygamberi Muhammed`di. O`nu bu kez öyle titizlikle seçmişti ki O`ndan sonra, başka peygamber göndermeye gerek duymayacaktı. O, son peygamberdi.
Kuran`a Göre Üstün Ulus Hangisidir?
Allah; bırakın insanları, kadınlarla erkekleri, peygamberleri; ulusları uluslara üstün kılmıştı. Önceleri en değerli ulusu, Yahudiler`miş.
Casiye (Diz Çökme) Suresi 16:
Andolsun ki biz, İsrailoğulları`nı… alemler üzerine imtiyazlı kıldık.
Bakara (İnek) Suresi 47. ve 122. Ayetleri aynıdır:
Ey İsrailoğulları! Size lutfettiğim nimetimi; sizi alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
Ama Muhammed`in Allahı`na göre, Yahudiler kendisini dinlemedikleri için artık O`nun gözünden düşmüşlerdi. O`nun yeni gözde ulusu, Araplar`dı.
Kuran Neden Arapça İnmiştir?
Yusuf Suresi 3:
Biz, O`nu akıl erdiresiniz diye Arapça indirdik.
Kuran Yalnızca Mekke ve Çevresine İndirilmişti.
Şura (Meclis) Suresi 6:
Mekke`yi ve çevresindekileri sakındırasın ve toplanma gününün (Kıyametin) dehşetini haber veresin diye, sana böyle Arapça bir
Kuran vahyetmekteyiz.
Meğerse Mekke Medeniyetlerin Anasıymış:
Bizim İslam alimleri o topluma, “Cahiliye Toplumu” deselerde, Allah`la ters düşeceklerinin farkına varamayacaklardı.
Fussillet (H, M Harfleri) Suresi 3:
Bilgi ile donatılmış bir toplum için ayetleri, Arapça halınde detaylandırlmış bir kitaptır bu.
Enam (Davarlar; Nimetler) Suresi 92:
Bu Kuran,…medeniyetlerin anası (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptir.
Daha önce Fil ve Kureyşliler surelerinde gördüğümüz gibi Allah, Araplar içinde bile ayırım yapıyor, Kureyş kabilesini daha çok seviyor ve onları sürekli koruyordu. Çünkü Mekke`de, kendi evi Kabe vardı.Öyle ki Kureyşli Arap Muhammed`in Allahı, işi; ilkel Arap Milliyetçiliği`ne kadar götürmekte bir sakınca görmeyecekti.
Rad (Gök Gürlemesi) Suresi 39:
İşte O`nu (Kuran`ı), Arapça hakim olsun diye Arapça indirdik.
Kuran`daki Arapça Atasözleri, Deyimler ve Benzetmeler:
Arapça hakim olsun diye, Kuran`ı Arapça indiren Rabb; düşünce ve söylemlerini desteklemek ve daha etkili biçimde vurgulamak için de Arapça`daki ünlü deyim ve benzetmelere başvuracaktı.
Allah, ne kadar bilgili olduğunu vurgulayabilmek icin şöyle bir benzetmeye kalkışıyordu.
Lokman Suresi 27:
Yeryüzünün bütün ağaçları kalem olsalar, denize yedi deniz daha eklenerek (Mürekkep yapılsa) yine de Allah`ın kelimeleri bitmez.
Müslüman olmayanların nasıl olduklarını anlatabilmek için şöyle bir Arapça benzetmeye başvuracaktı.
Bakara (İnek) Suresi 172:
O kafirler, yaygaradan başkasını duymayan, bir kulakla haykıranın durumuna benzerler; sağırdırlar, dilsizdirler ve akıl da edemezler.
Rahman, putlarla arasındaki farkı açıklayabilmek için efendiyle köle arsındaki farktan yararlanıyordu.
Nahl (Arı) Suresi 76:
Bir şeye gücü yetmeyen köle ile, gizli veya açık nafakalar veren ve kendisine güzel rızıklar verdiğimiz kimse ile eşit olur mu? Dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve sahibine ağırlıktan başka bir şey olmayıp, nereye gönderilse bir hayra yaramayan adamla; adaleti emreden ve doğru yola giden kimse birbirine eşit olur mu?
Arapların yaşamında önemli yer tutan rüzgar, su, bulut, kum, ateş, serap gibi olaylar da Allah`ın yararlandığı benzetmelerdi.
İbrahim Suresi 19:
Rabblerine küfredenlerin kazançları, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetiyle savrulan küllere benzer; kazandıklarından ellerine bir şey geçmez.
Ahiret gününe, Cennet ve Cehennem`e inandırabilmek için söyle bir delil ileri sürüyordu.
Araf (Cennet`le Cehennem Arasındaki Duvar) Suresi 57:
Allah, yağmurunun önünde müjdeci (Rüzgarı) yollar; bunlar da ağır bulutları hafif bir şeymis gibi yüklenirler. Biz onları ölmüş bir beldeye yollarız; ona su indirir ve oradan her çeşit meyveler çıkarırız. Ölüleri de böyle çıkaracağız.
Öteki dünyada Firavun, toplumunun önüne geçecek ve onları;
Hud Suresi 98:
Suya götürür gibi ateşe götürecek.
Allah, kendisinden baskasına yapılan duaların boşa gidecegini, söyle bir benzetme yaparak kanıtlamaya calışıyordu.
Rad (Gök Gürlemesi) Suresi 15:
Onlar, ancak ağzına gelsin diye iki avucunu suya dogru açana benzerler, ama su onlara ulaşmaz. Kafirlerin duası bir sapıklıktan ibarettir.
Bakalım, Allah yolundan başka mallarını harcayanlar için nasıl bir benzetme kullanmıştı.
Bakara (İnek) Suresi 265-266:
Allah`a, ahiret gününe inanmadan gösteriş için malını dağıtan adam, üzerinde az toprak bulunan bir kayaya benzer; şiddetli bir sağanaktan sonra kaya, yalçın bir halde kalır.
Ama Allah rızasını aramak, kendilerini ve kendilerinden bir kısmın
Allah yolunda korumak için mallarını nafaka olarak verenler, bir tepedeki güzel bir bahçeye benzerler ki; güçlü bir sağanak inince yemişleri iki kat olur.
İleride değineceğimiz, ünlü “Kolye Olayı”ndan sonra inen Nur Suresi`nde, Ayşe`ye iftira atanların durumu serap gören kişiyle aynıdır.
Nur (Işık) Suresi 39:
Küfredenlerin yaptıkları, düz bir arazideki serap gibidir. Susayan onu su zanneder. Ama oraya vardığında, umduğundan hiçbir şey bulamaz, yanında yalnızca Allah`ı bulur. O da onun hesabını eksiksiz görüverir. Allah, hesabı süratlı olandır.
Bu benzetmenin yeterli ve etkili olamayacağını düşünmüş olacak ki daha etkili olacağını düşündüğü başka bir benzetmeye başvuruyordu, Alim Allah.
Nur (Isık) Suresi 40:
Ya da derin bir denizdeki karanlık gibidir. Onu bir dalga bürür,
üstünden bir dalga daha, üstünden bir bulut ve öyle karanlıktır ki, birbiri üstüne; elini cıkardığı vakit onu göremez.
Allah; cinlerin, Süleyman`a ne kadar büyük tepsiler yaptıklarını anlatabilmek için ilginç bir benzetmeye başvuruyordu.
Sebe (Yemen`de Kent) Suresi 13:
Havuz gibi tepsiler yaparlar…
Suyun kullanıldığı bir karşılaştırma daha:
Tövbe, Kılıç Suresi 109:
Binasını takva ve Allah rızası üzerine kuran mi, yoksa bir sel ağzındaki uçuruma kurarak Cehennem`e yuvarlanan mı daha hayırlıdır?
Arabistan`da yaşayan çeşitli hayvanlardan yararlanır. Allah, Firavun ve toplumunu inandırmak için neler yapmamıştı ki…
Araf (Cennet`le Cehennem Arasındakı Ara Duvar) Suresi 133:
Bunun üzerine onlara; acık mucize olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik…
Ölüler , yeniden dirildiklerinde nasıl olacaklarmış, bir bakalım:
Kamer (Ay) Suresi 7:
Gözleri düşkün düşkün çıkarlar, yayılmış çekirgeler gibi çağırana koşarlar.
Cehennem ateşinin o kadar büyükmüş ki, kıvılcımları saray ya da deve kadarmıs.
Mürselat (Gönderilenler) Suresi 32-33:
Cehennem, saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar.
O kıvılcımlar, sanki sarı develer gibidir.
Ünlü Fil Suresi`nde, Kureyşliler`in yendigi Abraha`nın fillerle desteklenmiş olan ordusunun nasıl bozguna uğratıldığı güzel bir benzetmeyle anlatılır!
Fil Suresi 5:
Güve (kurtçuklar) yemiş ekin yaprağı gibi mahvetmişti.
Putatapanları hayvanlara benzetir.
Furkan (İyiyi Kötüden Ayıran: Kuran) Suresi 44:
Dört ayaklı hayvanlar gibi, belki de onlardan daha şaşkındırlar.
Bir de Örümcek Suresi`ne bakalım:
Ankebut (Örümcek) Suresi 41:
Yüce Allah`tan başkasını veli tutanların hali örümcek gibidir. Onun bir evi vardir ama evlerin en çürüğü örümcek evidir, bilselerdi!
Allah, Cennet`teki hurilerin güzelliğini anlata anlata bitiremiyordu;
Saffat (Saf Tutanlar: Melekler) Suresi 49:
Onların tenleri, sanki devekuşu yumurtası gibidir.
Cennet`teki erkek hizmetçileri de öyle.
Tur (Dagı) Suresi 24:
Sedeflerinde saklı inciler gibi gılmanlar (Erkek hizmetçiler) çevrelerinde dolanır dururlar.
Ve Allah, bir zamanlar seçkin ulusu olan Yahudiler`i eşeğe benzetiyordu.
Cuma (Toplanma) Suresi 5:
Kendilerine Tevrat yükletildiği halde, O`nu yüklenemeyenler, ciltlerce kitap taşıyan eşeğe benzer.
Kuran`i yalanlayanlar için de yine Arapça`da çok sık kullanilan, içinde yine devenin geçtiği ünlü bir deyim kullanıyordu.
Araf (Ara Duvar) Suresi 40:
… Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar Cennet`e giremezler.
Sırada, kuduz köpek benzetmesi var.
Araf (Ara Duvar) Suresi 176:
O, üzerine yürüsen de bıraksan da, dilini sarkıtarak soluyan köpeğe benzer.
Sırada, eşeğin yaban olanları var.
Müzemmil (Örtünen) Suresi 50-51:
Arslandan kaçmakta olan ürkek yaban eşeklerine benzerler.
Sırada Arabistan`da yetişen bitkiler var. Bunların en önemlisi, Araplar`ın en temel besin kaynağı olan hurmaydı. Bu meyve Araplar için aynı zamanda kutsaldı. Kahramanımızın bizi aydınlattığına göre; Allah hurmayı, Adam`ı yaratırken kullandığı çamurun arta kalanıyla yaratmıştı. Bu nedenle insanın halasıydı!
Kamer (Ay) Suresi 19-21:
Üzerlerine uğursuz bir günde sürekli ve sarsan soguk bir rüzgar salıverdık. İnsanları, kökünden deviren hurma kütükleri gibi yere seriyordu.
Hakka (Gerçek) Suresi 7:
… Eğer orada olsaydın, onların kökünden sökülmüş kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün.
Allah`tan başkasına yapılan duaların gerçek işlevi şöyleymiş:
Fatır (Yaratan) Suresi 13:
Hurma çekirdeğinin üzerindeki zar kadar bile bir şeye sahip değillerdir.
Ağac bile kullanılır,
İbrahim Suresi 24-26:
Hoş kelime, kökü sabit ve dalı gökte olan ve Allah`ın izniyle sürekli meyveler veren hoş bir agaç gibidir.
Kötü söz ise, toprak üzerinde koparılmış kötü bir ağaca benzer.
Keresteye bile gönderme yapıyordu, Muhammed`in Allahi.
Münafıklar (Dönekler) Suresi 4:
…Münafıklar, dayanmış keresteler gibidir.
Allah, Nuh`un kavmini nasıl yok etmiş, bir de ona bakalım;
Müminler (Bağlananlar) Suresi 41:
Derken o hak ettikleri çığlık onları kıskıvrak yakalayıverdi. Böylece biz onları, çerçöp haline getirdik.
Allah, kendisinin neye benzediğini anlatırken o zamanlar kullanılan en parlak ışık kaynağına benzetmeye çalışıyordu.
Nur (Isık) Suresi 35:
Allah, göklerin ve yerin ışığıdır. O`nun ışığı, içinde andil bulunan bir kandil yuvası gibidir. Kandil cam içindedir. Cam da sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ne tam doğuda, ne tam batıda yetişen mübarek bir zeytin ağacının yağıyla tutuşturulur. Yağ, neredeyse ateş değmeden bile tutuşup ışık verecek kadar saf ve parlaktır.
Buna benzer daha bir sürü benzetmelere ve deyimler kullanıyordu. Hepsini buraya almamız olanaksız. Kuran okunduğu zaman görülecektir ki Allah’ın, düşüncelerini desteklemek icin dağarcığında (Daha doğrusu Muhammed’in dağarcığında) bulunan Arapça deyim, karşılaştırma ve benzetmelere sıkça başvurduğu görülecektir.
YENİ DİNİN TEMELLERİ:
Çiçeği burnunda hazretlerinin yeni dininin, başlangıçta pek belirli temelleri yoktu. Müslüman olmak, yani yüce efendiye (Rabb) kayıtsız sartsız teslim olmak ve O’na kölelik (Kulluk) etmek için ne yapmak gerekiyordu? Henüz belirlenmiş bir namaz vakti veya süresi yoktu. Kıble; Kabe değil, Yahudiler’in kıblesi olan Kudus`tü. Şimdilik tapınmalar gelenekseldi. Hac, oruç, kurban gibi temel tapınmalar eskilerinki gibiydi. Tek fark, bunların yalnızca Allah için yapıldığıydı. Kadınlar daha çarsaf altına sokulmamıştı. Müslüman olmak için “Kelime-i Şahadet”; Allah`tan başka tapınacak tanrı yoktur ve Muhammed de O`nun temsilcisidir, demek yetiyordu. Diğer tapınmaları, Araplar`ın töreleri ve Yahudiler`in tapınmaları belirleyecekti ama Muhammed, onlardan ayrı olduğunu kanıtlamak için küçük degişiklikler yapmayı da unutmayacaktı.
Sünnet Nereden Geliyor?
Muhammed; her ne kadar ilk sünnet olan kişinin; seksen yaşına geldiğinde keserle sünnet olan İbrahim olduğunu ileri sürse de, bu geleneğin çok eski bir Afrika inancı olduğu; insanların, böyle yapmakla tanrılarına, üreme organlarının verimli olmasi yani çok çocuk sahibi olması için, cinsel organlarından bir et parçasını armağan olarak sunduklarını düşündükleri artık biliniyor. Bu Afrika geleneğini de Yahudiler, Mısır`dan almışlardı. Sünnetin; Tevrat`ta, Allah (Yehova) ile seçkin ulusu Yahudiler arasındaki antlaşmanın bir belirtisi olarak yapıldığı daha önceleri geciyordu.
Arabistan`da kadınlar da sünnet olmalarına karşın, Muhammed, daha sonraları cinsel isteği azalttığı gerekçesiyle kadınların sünnet olmasına gerek duymayacak ama yasaklamayacaktı da.
Kurban Kesme Nereden Geliyor?
Kurban tapınması da insanlığın ilk temel tapınmalarındandı. Bu tapınma gerçekte; insanın, tanrısıyla yaptığı bir sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğü yerine getirmesi veya tanrısına sunduğu bir tür rüşvet olayıydı. Tanrısından, dilediği bir isteği kabul edilirse ona, şu kadar veya şöyle birşey armağan edecekti. Bu yıl beslediği hayvanları, ölmezlerse ve çok çoğalırlarsa bir iki tanesini keserek ya da yakarak tanrısına sunacağına yemin etmişti. Tarlasındaki ürünü çok ve iyi olursa, çocukları ölmezse, hastalıktan kurtulursa, kötü bir durumdan kurtulursa,… Tanrısına armağanlar verecekti.
İnsanlar, tanrısıyla olan bu pazarlıklarında bazen o kadar ileri gitmişlerdi ki, örneğin; kahramanımızın dedesi, baş tanrı Hübel`e; eğer on erkek çocuğu olursa birini ona kurban edeceğine ilişkin söz vermişti. Yine kahramanmızın, atası olduğunu ileri sürdüğü İbrahim de oğlunu tanrısına kesmek üzereyken Allah, O`na Cebrail aracılığıyla bir koç göndermiş, böylece oğlunu son anda kurtarmıştı. Yine ileride değinecegimiz gibi, Tevrat`tan alınan masala göre kurban kesmek Adam`ın zamanına kadar varır.
Kuran`daki Büyücülük:
Eski inançlardan, müslümanlığa geçmiş diğer bir kaç ilkel inançtan da sözedelim isterseniz; ve unutmayalim ki Kuran`da geçtiği icin ve Kuran`daki her söz de Allah`in olduğundan, bunlara inanmazsanız müslüman olamazsınız. Muhammed büyüye çok inanıyordu.
Felak (Sabah Kızıllığı) Suresi 4:
De ki: “Düğümlere üfleyenlerin (Büyücülerin) şerrinden, karanlığı yaratan sabahın Rabbine sığınırım.
Bakara (İnek) Suresi 102:
…İnsanlara büyüyü ve Babil`de, Harut ve Marut denen iki meleğe indirilen şeyi (Büyüyü) öğretiyorlardı… İnsanlar bu meleklerden, kişi ile karısının arasını ayıracak şeyler (Büyü) öğreniyorlardı.
Kuran`da Nazar:
Kafirler kahramanımıza az daha nazar değdireceklerdi!
Kalem Suresi 51:
Kafirler, Kuran`ı duydukları zaman neredeyse gözleriyle seni kaydırıp devireceklerdi. “O delidir” diyorlardı.
Muhammed, Cinleri de Müslüman Etmek İçin Gönderilmişti:
Cinlere inanmayan hiç bir toplum yoktur. İslam öncesi Araplar, yeryüzünün, “Cin” diye adlandırdıkları; çoğu zaman görünmeyen ama arasıra hayvan şekillerinde göründüklerine inanılan varlıklarla kaplandığına inanırlardı. Kahramanımız da atalarının bu ilkel inancını, şimdilerde “Evrensel Din” diye yutturulmaya çalışılan İslam dinine sokuyordu. Öyle ki, Kuran`ın birçok suresinde cinlerden söz edildiği yetmiyormuş gibi, cinleri anlatan uzunca bir sureye de yer verecekti: Cin Suresi. Muhammed, yalnızca insanları değil, cinleri de müslüman etmek için gönderilmişti. Bakalım Muhammed, cinleri nasıl konuşturmuş.
Cin Suresi 1-2:
De ki: “Bana şu vahyedildi: Cinlerden bir topluluk (Kuran okumamı) dinlemiş ve şöyle demişler: Gerçekten biz; hayrete düşüren ve hidayeti gösteren bir Kuran işittik ve ona iman ettik. Artık rabbimiz olan Allah`a hiç kimseyi ortak koşmayacağız!
Bu cinler; daha önceleri Allah`ın sarayında olup bitenleri duyabilecekleri bir yerdelermiş ama anlaşıldığına göre, oradan kovulmuşlar.
Cin Suresi 8-9:
Gerçekten biz göğü yokladık. Orayı kuvvetli bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk.
Doğrusu biz daha önce, gökte olup bitenlerin işitilebileceği bir yerde oturuyorduk. Ama şimdi kim dinlemek istese, kendisini gözetleyen bir ateş parçası buluyor.
Bu cinlerin, insanlar gibi, iyi olanları ve kötü olanları varmış.
Cin Suresi 11:
Şüphesiz biz cinlerden, iyi olanlar da var daha asağı mertebelerde olanları da. Hepimiz ayrı yollar tutmuştuk.
Ahkaf (Kum Tepesi vadisi) Suresi 29-31:
Cinlerden bir takımını, Kuran`ı dinlesinler diye sana göndermiştik.
Buna hazır oldukları zaman, “Susun, dinleyin!”dediler;
Bitirildiği zaman da döndüler, sakındırmak için toplumlarına gittiler.
Sad (S harfi) suresi 19:
Allah`ın kulu Muhammed, Allah`a ibadet için namaza kalktığı zaman, cinler O`nun etrafında keçe gibi kalabalık olurlardı.
Muhammed ve Allahı`na göre bu varlıklar, ateşin alevinden yaratılmıstı.
Rahman (Aciyan) Suresi 15:
Tanrı, cinleri ateşin yalazından yarattı.
Allah`ın bu yaratıkları da ölüp, öteki dünyada insanlar gibi Allah`a hesap verecekler ve işledikleri günah ve sevaplarına göre Cehennem ya da Cennet`e gideceklerdi.
Secde (Yere Kapanma) Suresi 13:
…Elbette Cehennem`i cinler ve insanlarla dolduracağım.
Cennet ve Cehennem`e gideceklere müjde! Orada, sonsuza değin cinlerle birlikte yaşayip gidecekler…Ama kafamı kurcalayan bir sorun var: Acaba Allah, ateşin alevinden yarattığı cinleri Cehennem`de nasıl yakacaktı? Mutlaka bir düşüncesi vardı ama bunu açıklamayacaktı.
Yahudi masallarından aklında kalanları anlatırken de cinlere sık sık yer verecekti. Allah, Yahudi kralı Süleyman`ın emrine binlerce cin vermişti.
Sebe (Yeman`de Kent) Suresi 12:
Hem Rabbinin izniyle (Süleyman`ın) elinin altında çalışan cinler de vardı.
Muhammed`in ve Kuran’ın anlattıklarına göre Süleyman, Sebe ülkesiyle savaşa girişmiş, onlara teslim olmaları için bir süre tanımıştı. O sırada cinler, Süleyman`a; Sebe Kraliçesi Belkıs`ı (Kahramanımız, o sıralar kraliçenin adını anımsayamamış olacak ki Kuran`da “Belkıs” adı geçmeyecekti) tahtıyla birlikte getireceklerini söylemişler ve daha sonra da kraliçeyi, Süleyman`a getirmişlerdi.
Neml (Karınca) Suresi 40:
Cinlerden bir ifrit ben dedi, O`nu sana, sen makamına gelmeden getiririm.
Üstelik bu cinlerin de şeytanları varmiş.
Enam (Davarlar; Nimetler) Suresi 112:
Sana yaptığımız gibi her peygamber için de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar yaratmıştık.
Şeytan Kimdir?
Kuran`da “İblis” ve “Şeytan” adlarıyla anılan bu kavram da insanlığın en eski inançlarındandı. Daha önce de değindiğimiz gibi; insanın, işlediği bir suçu baskasının üzerine atmak gibi, doğuştan gelen bir alışkanlığı vardı. İyi bir tanrının yanında, sürekli onu kötü yola sürüklemek isteyen kötü bir başka tanrı da vardı.
İslam’ın Şeytan’ı, Muhammed`in temel kaynağı olan Yahudi destanlarından alındığı için orada da olduğu gibi önceleri, Şeytan da bir melekmiş. Tevrat`tan kopyalanan masala göre Allah, yerküreyi dört günde; diğer gezegenleri, uyduları, Güneş`i, yıldızları, diğer galaksileri ve buradaki yıldızları ve tüm evreni de iki günde yaratıp “Hiç bir yorgunluk duymama” başarısını gösterdikten sonra; birdenbire, canı mı sıkılmış bilinmez, meleklerine: “Ben, yeryüzünde benim elçim olacak Adam`ı yaratacağım; yarattığım zaman da hepiniz O´nun önünde diz çöküp secde edeceksiniz” demiş.
Melekler her ne kadar bunun iyi bir düşünce olmadığını, kendilerinin Allah`a dua edip secde ettiklerini, O’nu hep övdüklerini; eğer Adam`ı yaratırsa, O`nun “Yeryüzünde bozgunculuk yapacagı, Allah’a şirk koşacağı” yönünde karşı çıkmışlarsa da sonuçta Adam`a secde edeceklerini kabul etmişler. Bir melek dışında: Şeytan
İsra (Gece Yolculuğu) Suresi 61:
Meleklere, Adam`a secde edin dediğimiz zaman, secde ettiler; ama İblis, “Topraktan yaratılmış olana mı secde edeceğim” dedi.
Bu uzun masalı buyraya almaya değmez. İsteyenler Tevrat veya Kuran`dan okuyabilirler. Sonuçta bu asi melek Allah`ın huzurundan atılır. Şeytan`ın, huzurdan atılmadan son bir dileği olur Allah`tan: “Bana dünyanın sonuna kadar süre verirsen, benden üstün gördüğün insanlarin hepsini yoldan çıkaracağım”. Allah da “Sana bu süreyi veriyorum” diyerek, Seytan`la dünyanın sonuna kadar sürecek bir bahse tutuşur.
Allah`ın Yardımcıları: Melekler
“Melekler Allah`a nasıl itiraz edebilmişler” diye soramayız çünkü bu soru da diğer mantıklı sorular gibi yanıtsız kalır. Kaldı ki Kuran`a göre de bir mantığı olamaz. Çünkü yine Kuran`a göre meleklerin Allah`a hiç bir şekilde itiraz etme hakları yoktur. Ateşten yaratılmış olan bu yaratıklar ikişer, üçer, dörder kanatlılarmış.
Muhammed, Yahudiler`in dört büyük meleğinden yalnızca ve çok sonraları ikisinin adını anımsayabilecekti. Kuran`ın, Bakara (İnek) Suresi`nde geçen, adları Cebrail ve Mikail olan bu iki Yahudi basmeleği Allah`ın özel işleriyle uğraşıyorlardı. Muhammed, vahyin Cebrail aracılığıyla geldiğini, ara sira da Mikail`in kendisine uğradığını söylüyordu. Kuran`da adi geçmeyen diğer iki baş melekten Azrail, bildiğimiz gibi can almakla görevlendirilmişti. Diğer melek İsrafil`in görevi ise doğa olaylarını düzenlemek ve Kıyamet Günü borazanına üfleyip, dünyanın sonunun geldiğini bildirmekti.
Bir tür melekler de vardı ki, işleri güçleri yalnızca Allah`a ve Muhammed`e övgüler dizmek. Bunlar o kadar çokmus ki, “Kalabalıklarından gökyüzünde iğne deliği kadar bile boş bir yer kalmaz”mış. Bir kısım melekler de varmış ki insanların sevap ve günahlarını Allah`a rapor ederlermiş. Yine bunlar da o kadar çokmuş ki her insanın iki omuzunda; sağındaki sevaplarını, solundaki günahlarını yazan iki melek bulunurmuş. Ayrıca Allah`ın tahtını kusatıp koruyan ve öteki dünyada özel görevlendirilmiş cok sayıda melekler de bulunurmuş.
Allah Kimdir; Nerededir?
Peki evreni, yeryüzünü, insanları yaratan; Şeytan`ı insanlara musallat eden, cinleri ve melekleri yaratan; Cennet`i ve Cehennem`i olan herşeyin sahibi ve herşeyi bilen; “Kendisinin izni olmadan bir yaprağın bile kımıldamadığı” Muhammed`in Allah`i neredeydi? Doğal olarak, yukarılarda bir yerlerdeydi.
Mülk (Yönetim) Suresi 16-17:
Gökte olanın, sizi yerin dibine geçirmemesinden emin misiniz? O zaman yer, sarsıldıkça sarsılır.
Gökte olanın, başınıza taş yağdırmamasından güvende misiniz?…
Peki ne kadar yukarılarda?
Mearic (Merdiven) Suresi 4:
Melekler ve ruh, miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselirler O`na.
Bizim saydığımız ellibin yıl, Allah`ın katında yalnızca bir güne denk düşüyordu. Burası normaldi ama daha sonra inecek olan bir ayet bununla çelişecekti.
Hac Suresi 47:
Şu bir gerçek ki; Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir.
Allah`ın katında; neyin hizi geçerlidir, bilemiyoruz ama; işik hızıyla bile bize iki Milyon yıl uzak olan yıldızları düşünürsek, her durumda da demek ki Allah, o kadar da uzaklarda bir yerlerde değildi.
İleride, Mirac masalında da göreceğimiz gibi; Yahudiler`in ilkel inancına göre gök, kat kat yedi kattı. Her kat yine çadir şeklinde örtülü olduğundan, ilk kat olan; görünen gökyüzünden öteki katlari görmek veya delip geçmek olanaksızdı. İlk kattaki görünen çadırın üstünü de yıldızlarla süslemişti yüce Rabb.
Kaf (K Harfi) Suresi 6:
Bakmadılar mi üstlerindeki göğe ki nasıl kurduk onu, nasıl süsleyip nakışladık? Yırtığı, çatlağı da yoktur onun.
Mülk (Yönetim) Suresi 5:
Andolsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları (Yıldızları) şeytanlara atış taneleri yaptık.
Burada, herhalde yıldız kaymasının nedenini açıklamaya çalışıyordu Muhammed.
Acaba yukarıdaki Allah nasıl bir şeydi? Neye benziyordu. Her ne kadar Kuran, Allah için; “O`nun benzeri hicbir sey yoktur” diyorduysa da, Muhammed`in Allahı da bir insana benziyordu ve bir erkek tarafından düşünüldüğü için de cinsiyeti erkekti. Her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen güçlü bir erkek. O bir kraldı (Melik) ve efendiydi (Rabb). Hem de bütün dünyaların efendisi: Rabb-ül Alemin.
Allah`ın neye benzediğini daha iyi anlamak için, isterseniz “Yaratılıs Destanı”na yeniden dönelim.
Hicr (Medine ile Suriye Arasındakı Vadi) Suresi 29:
Onu (insanı), amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan üflediğim zaman, (meleklere) önünde hemen secdeye kapanın.
Bu çok eski destana göre Allah, insana kendi ruhundan üfleyerek; kendisinde olan bütün özellikleri de ona vermiş oluyordu. Ayrıca bu ayette; kahramanımızın Allahı`nın üfürükçülük yapabilme yeteneğinin olduğunu da anlıyoruz. Ancak insandaki özellikler Allah`ın özelliklerinin yaninda doğal olarak, okyanusta bir damla bile değillerdi. O, dediğimiz gibi yüce bir efendi (Rabb) ve kraldı (Melik). tahtı ve sarayı vardı (Ars-ı Ala). İnsanlar, nasıl öğrenip birşeyler bilirse Allah da bilir ama O, öğrenmeden ve herşeyi bilir. İnsan görür, O da görür. İnsanın görmesi sınırlıdır ama Allah, “Gayb” (görünmeyen) da içinde olmak üzere, herşeyi görür. İnsan duyar, O da duyar. İnsan sever O da sever. En sevdiği kişi de “Habibim” dediği seçkin kulu, son elçisi Muhammed`di. İnsan kızar, O da kızar. İnsanın öc alma duygusu vardır, O da öc alır. İnsan hile yapar, O da yapar. Bazen sevecen “Vedud”, bazen de zorbadır “Cebbar”. En güçlüdür “Aziz”dir, ezicidir “Kahhar”dır. Yüzü vardır:
Bakara (İnek) Suresi 115:
… Her nereye yönelirseniz Allah`ın yüzü oradadır.
İnsanlar gibi iki eli vardı:
Sad (S Harfi) Suresi 75:
Allah dedi: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan neydi?…
Maide (Sofra) Suresi 64:
… Söylediklerinin tersine , Allah`ın iki eli de alabildiğine açıktır…
İnsan çalışır, birşeyler üretir O da üretir ama O yalnızca üreteceği şeye “Ol” der ve o sey de oluverir. Tam krallara yakışır bir tavırdı.
Nahl ( Arı) Suresi 40:
Biz birşeyi dilediğimizde, onun hakkında söylediğimiz söz, “Ol” demekten ibarettir.
Bazen insanlarla da konuşurdu.
Sura (Meclis) Suresi 51:
Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, veya perde arkasından konusur…
Allah, sözcük kökeni olarak İbranice “İl” kökünden geliyordu. Arapça bir sözcük olan ve Türkçe`ye de girmiş olan bildiğimiz, tanrı, tapınan anlamında “İlah”ın ta kendisi. Arapça gramere göre başına “El” eklenerek özel ad yapılmış, “El İlah”tan kısaltılarak “Allah” sözcüğü türetilmişti ve yine gramere göre erkekti.
Bakara (İnek) Suresi 163:
Ve İlah`ınız tek bir İlahtır. O`ndan başka İlah yoktur.
Eğer Allah dişi cinsiyetli olsaydı, o zaman bu ayetin şöyle olması gerekirdi:
“İlahe`niz, tek bir İlahe`dir. O`ndan başka İlahe`e yoktur”.
Allah`ın sıfatları da erkekti. Örneğin, Allah dişi olsaydı “Melik” değil “Melike” olurdu. Allah`ın erkek cinsiyetli olduğu, şu ayette tam olarak açıktı.
Nisa (Kadınlar) Suresi 117:
Allah`ın dışındakilere dua edenler yalnızca dişilere dua ederler…
Bir kesin ayette Cin Suresi`nde, 3. Ayet:
Rabbinin adı cok yücedir. O ne bir dişi dost edinmistir, ne de çocuk.
Muhammed Herhangi Bir Mucize Göstermiş midir?
İki dünya serveri olmaya soyunan Allah`ın sevgili peygamberi bu tür söylemlerle örgütlemesini sürdürüyordu ama pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Allah`ın, kendisine vahyettigini ileri sürdüğü bu kavramlar eskilerin inanageldikleri şeylerdi. Bu kavramlar yeni şeyler değillerdi. Konuşulup tartışılan konulardı. İnsanlar, Muhammed`den; eğer ileri sürdüğü gibi bir peygamberse, hiç olmazsa küçük bir mucize göstermesini bekliyorlardı. Mekkeliler`in, kahramanımızı en çok sıkıştırdıkları konulardan biri de buydu. Öyle ya, Allah`ın elçiliğine soyunan birisi, yine Allah`ın yardımıyla mucize göstermeliydi. Bu doğal bir beklentiydi. Yalnız inanmayanlar değil, müritleri de bu beklenti içindeydiler. Neden peygamberleri, bir mucize gösterip de haklı olduğunu ortaya koymuyordu? O zaman, O`na herkes inanacaktı.
İslam çevrelerinin iddialarının tersine kahramanımız, hayatı boyunca bir tek mucize bile gösteremeyecekti. Musa`yı dokuz mucizesiyle destekleyen yüce Rabb; Muhammed`e, kaybolan develerin yerini bile gösteremiyordu. İsa`ya ölüleri diriltme mucizesi bahseden Rahman Allah, O`nun ne zaman öleceğini bile O`na söyleyemiyordu. Birakın ne zaman öleceğini; eceliyle mi yoksa başkası tarafindan mı öldürüleceğini bile söylemiyordu.
Al-i İmran (İmran Ailesi) Suresi 144:
Muhammed, bir resulden başkası değildir. O`ndan önce de resuller gelip geçmiştir. Şimdi O ölse veya öldürülse, gerisin geriye mi döneceksiniz?…
İnsanlar, Muhammed`i sıkıştırdıkça ve O da herhangi bir mucize gösteremedikçe, bu durum Muhammed`in Allahı`nı bahaneler bulmaya yöneltecekti.
Ankebut (Örümcek) Suresi 50:
Dediler ki: “O`na Rabbinden mucizeler indirilseydi ya” de ki: “Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim, hepsi bu”.
İsra (Gece Yolculuğu) Suresi 50:
Bizi mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin onları yalanlamasından başka birşey değildir. … Biz mucizeleri yalnız korkutup sindirmek için göndeririz
Rum (Bizanslılar) Suresi 58:
…Sen onlara bir mucize getirsen, o inkar edenler mutlaka şöyle diyecekler: “Siz, eskiyi hükümsüz kılanlardan başkası değilsiniz”.
Allah`ın, bu pek de doyurucu olmayan bahanelerine karşın, Muhammed`in bir küçük mucize bile göstermemesi o kadar da önemli değildi. Kuran başlı başına bir mucizeydi, bu yeterli olmalıydı. O, yoluna devam ediyordu.
Müslümanlara Yapılan Baskılar:
Yeni dinin müritlerinin sayısı, fazla olmasa da, artmaya başladı. Muhammed, insanları; gizli ve açık propagandayla kendisine bağlanmaya çağırıyordu. Yeraltında; gizli toplantılarla yavaş yavaş kısmi bir örgütlülük sağlayan müminler, artık görünmeye ve açık olarak örgütlenmelerini sürdürmekte bir sakınca görmediler.
Mekkeliler bu kişilere önceleri höşgörülü yaklaşmışlar, Muhammed`in önceleri bağlı olduğu Hums tarikatının bir devamı olarak saydıkları bu kişileri; Arabistan`ın dini merkezi olan Mekke için bir inanç zenginliği olarak görmüşlerdi. Bu kişiler Mekke`nin şeyhlerinin gözünde, divane birinin ardından giden, ciddiye alınmayacak kadar önemsiz ve zavallı birer tarikat üyelerinden başkaları değillerdi.
Müslüman kaynakların şişirdiği kadar katı ve vahşi olmasa da; Muhammed, Mekkeliler`in tanrı ve tanrıçalarını değersiz ilan edince, Kureyşli şeyhler karşı bir atağa geçtiler. Muhammed`i uyararak, bundan vazgeçmesi yönünde uyardılar. Burada da, her yerde olduğu gibi, yoksul ve güçsüz kişiler baskılardan paylarını aldılar. Ebu Bekir`in özgür bırakılmış kölesi; basık burunlu zenci Bilal-ı Habeşi`ye yapılan işkenceleri müslümanlar sürekli anlatageleceklerdi. Muhammed ise kendisinin mensup olduğu Haşim Ailesi ve amcası Ebu Talip sayesinde her türlü baskıdan kurtuluyordu.
Amcası Ebu Leheb:
Ancak Haşim Ailesi tarafından sağlanan bu koruma, Kureyşliler`in diğer aileleri arasında da bir karşı birleşmenin oluşmasına neden olacaktı.Kureyş`in diğer ailelerinden Abd Şemsler ve Mahzumoğulları, Haşimler`le olan ilişkilerini kesmeye başladılar. Ayrıca Haşim Ailes`inden olan amcası Ebu Leheb, iki oğlunun Muhammed`in iki kızıyla olan nişanını bozmuş, karşı tarafa geçmişti. Bu nişanların bozulmasıyla Ebu Leheb ve Muhammed`in aileleri; aralarında kavgaya tutuşmuşlar, Ebu Leheb ve karısı, ellerine geçirdikleri bir calıyla Muhammed`i hırpalamışlardı. Bu olaya çok kızan, öc alma duygusuyla yanan Muhammed`in Allahı, Ebu Leheb`ten nasıl öc alacağını biricik Elçisi`ne müjdelemekte gecikmeyecekti.
Ebu Leheb (Tebbet) Suresi (Tamamı) :
Elleri kurusun Ebu Leheb`in; zaten kurudu ya.
Ne malı kurtardı O´nu ne de kazandığı.
Alevli bir ateşe yaslanacaktır O; karısı da öyle
Odun hamalı olarak.Gerdanında bir ip olacaktır O`nun, en sağlam fitillisinden.
Dinden Dönenler ve Habeşistan`a Göç:
Kureyşliler tarafından yapılan bu karşı atak sonuçlar vermeye başladı. Müminler, yavaş yavaş Muhammed`i bırakmaya başladılar. Müslüman kaynaklarına göre; “Gerçekten yalnızca, Allah`ın kalsın dedikleri kaldı ve bunların sayısı çok azdı.”
Muhammed, bu tehlikeyi sezince, bazı müminleri Habeşistan`a gönderdi. Her ne kadar bizim kaynaklar, içlerinde Muhammed`in tembel damadı Osman`ın da bulunduğu bu kişilerin sayılarını abartsalar da, onbeş kişiyi geçmiyorlardı. O dönemler, Habeşistan`a bir hoşgörü ortamı getiren, komşularıyla iyi ilişkiler kurmuş, Hrıstiyan dininden olan Necaşi adındaki krala sığındılar. Daha sonra, buraya gidenlerden bazılarının Hrıstiyanlığı seçip buradan dönmediklerini de biliyoruz.
Hamza ve Ömer`in Müslüman Olmaları:
Muhammed`in bu dönemlerde örgütlediği en önemli kişilerden biri, düşmanı Mahzumoğulları`ndan; yirmibeş yaşında olmasına karşın etkin bir aile reisi konumundaki El Arkam İbn Abd Menaf`tı. Artık müminler bu kişinin evinde toplanıyorlardı.
Bu dönem katılanlardan önemli bir kişi de Muhammed`in Amcası Hamza`dır. İleride “Allah`ın Arslanı” ünvanını ve şehitlik derecesini ilk alanlardan olacak olan Hamza, yetenekli bir avcıydı. Hamza, kardeşi Ebu Cehl`in, yiğeni Muhammed ile ilgili dedikodu ve küfürleri duymuş ve Ebu Cehl`i elinde bulunan yayla dövmüştü. Yoksul, hiç bir etkinliği olmayan bu ayyaş kabadayının Muhammed`e sığınmaktan başka çaresi de kalmıyordu. Böylece Yoksul ve güçsüz müminlere, güçlü bir Kureyşli kabadayının katılması önemli bir kazanç oluyordu.
Diğer önemli bir katılım ise; Ebu Bekir`le birlikte, Muhammed`in en çok akıl danışacağı, aynı zamanda ileride Muhammed`in kayınbabası ve İkinci Halife olacak, yirmibeş yaşlarındaki Kureyşli Ömer İbn Hattab`ın müslüman olma öyküsü çok ilginçtir. Ömer, kavga ve şiddet düşkünü olduğundan herkes O`ndan çekinirdi. Kolay gaza gelir, çabuk parlar ama yine erken sönerdi. Bu gözü pek Kureyşli`nin, aşireti üzerinde etkin bir konumu da vardı. İlk zamanlarda bir kaç mümini hırpalamışsa da son günlerde kendisinden bir ses çıkmıyordu.
Bir gün; yine neye kızmışsa ve kim dolduruşa getirmişse, kılıcını çekmiş hızlı adımlarla, El Arkam`in evindeki müminlerin toplantısını basmaya gidiyordu. Yolda, kendi aşiretinden daha ılımlı biriyle karşılaştı. Adam; O´na böyle kızgın, nereye gittiğini sordu. Ömer de: “Kureyş`e bölücülük sokan, düşüncelerimizle alay eden, dinimize ve tanrılarımıza hakarette bulunan, Sabe`li (Güneş`e tapan) Muhammed`i öldürmeye gidiyorum” dedi. Bunun üzerine adam; “Şaşkınlığın gereği yok. Muhammed`i öldürürsen Abd Menaf`ların seni rahatça yaşatacaklarını mı sanıyorsun? Bana kalırsa evine dön ve önce kendi kızkardeşine bir çeki düzen ver. Bu sözlere çok şaşıran Ömer; kızkardeşine ne olduğunu sordu. Adam da, Ömer`den başka herkesin bildiği gerçegi söyleyiverdi; kızkardeşi ve kocası da müslüman olmuştu. Bunu duyan Ömer, yön değiştirerek doğruca evinin yolunu tuttu.
Evde; Yoksul demirci Habbab, Ömer`in kızkardeşi Fatma ve kocasına Kuran okuyordu. Fatma Kuran`ı eteğinin altına sakladı. Hışımla içeri giren Ömer; az önce duyduğu sesin ne olduğunu sordu. Korkudan titreyen Fatma ve kocası yanıt veremediler. Bunun üzerine çileden çıkan Ömer, kızkardeşini öldüresiye dövmeye başladı. Kadıncağızın her yerinden kanlar akıyordu. Öfkesini böylece dindirdikten sonra, kızkardeşinin bu durumunu görünce büyük bir pişmanlık ve vicdan azabı duydu. Bu kez, babacan ve sakin bir ses tonuyla Fatma`dan, geri vereceğine and içerek, az önce okudukları şeyi kendisine vermesini istedi. Kuran`ı alan Ömer, okur okumaz büyük bir çığlık attı.
Bu olayı değerlendirmek isteyen Habbab, gizlendiği odadan çıktı ve kurnazca bir buluşla, daha dün Muhammed`in, Ömer`in müslüman olması için dua ettiğini söyledi. Yoğun duygular içindeki Ömer, bunu duyunca daha da etkilendi. Yine dolduruşa gelmişti. hiçbir şey söylemeden kılıcını beline takip El Arkam`in evine gitti. Kapıyı korka korka açanlara Muhammed`e bağlanacağını söyledi. Müminler, bu katılımı büyük bir coşkuyla karşıladılar. Ömer`in katılması onlara öyle bir moral ve cesaret vermişti ki, artık tapınmalarını açık, hem de Kabe`nin yanında yapıyorlardı.
Muhammed`in Tek Kaynagi Tevrat:
Bu arada ayetler de durmadan iniyordu. Bu dönem gelen ayetler hep Tevrat kaynaklıydı. Muhammed, Yahudiler`in mitoloji kitabı Tevrat`tan ve Yahudi masallarından duyduklarından aklında kaldıkları kadarıyla, anlatıp Kuran`ı oluşturmayı sürdürüyordu. Muhammed, bu masal kitabında geçen kahramanları ve peygamberleri kendi hanesine geçiriyor, bunların hepsinin, başlangıçta müslüman olduklarını ve müslümanlığı yaymak için Allah tarafından gönderildiklerini ancak bu peygamberlerin ölümüyle, insanların müslümanlığı bırakarak sapkınlığı seçtiklerini ileri sürüyordu.
Bu ayetler Tevrat`takilerin küçük kopyeleriydiler, diyemeyeceğiz çünkü; Tevrat`taki masallar çok daha ayrıntılıydılar. Kahramanlarının adları vardır ve olayların oluş sırası düzenlidir. Kuran`da ise durum, tamamen “Arap Saçı” gibiydi. Muhammed, masalları detaylı olarak bilemediğinden üstünkörü bir anlatımla geçiştirmekteydi. Belki farkına varmamıştı ama, Tevrat`tan aklında kalan bu sınırlı bilgiler, her keresinde o kadar sık tekrar edilmişti ki, sonradan Kuran, bir kitap haline getirilince bu masalların ne kadar yüzeysel ve bıktırıcı bir şekilde tekrarlarla dile getirildiği daha açık olarak görülecekti.
KURAN’DAKİ PEYGAMBERLER:
Bu ayetlerde kimin, kimle konuştuğu belli değildi. Allah mı, kahraman mı, insanlar mı konuşuyor belli değildi. Dediğimiz gibi Muhammed, masalları kulaktan duyduğundan; bir kaçı dışında bütün destan kahramanlarının adlarını söyleyemiyordu.
En ayrıntılı bildiği, Yusuf`un masalıdır. En sık ve bıktırıcı olarak anlattığı masal ise Yahudiler`in atasi Musa ve kardeşi Harun`un masalıydı. Kuran`da, Muhammed`in adi üç kez geçmesine karşın, Musa`nın adı yetmiş kereden fazla geçecekti.
Muhammed, Bünyamin`in Adını Anımsayamıyor:
Tevrat`ta adı Jacob olarak geçen Yakup, Yahudiler`in oniki boyunun oluşturduğu oniki oğulunun babasıdır. Tevrat`a göre baş melek Mikail`i güreşte yenen Yakub`un oniki oğlu vardır. En sevdiği oglu ise Josef`tir. Yani bizim bildiğimiz adıyla Yusuf. Yusuf, birgün babasına şöyle der:
Yusuf Suresi 4:
Hani bir zaman Yusuf, babasına: “Babacığım! Rüyamda onbir yıldızla, Güneş ve Ay`ın bana secde ettiklerini gördüm” demişti.
Bu masalı burada anlatmaya değmez, isteyenler Kuran`dan ya da daha ayrıntılarıyla Tevrat`tan okuyabilirler. Muhammed, bu masalı, kahramanlarının adları dışında iyi öğrenmişti. Tevrat`ta, kahramanlarının adlarıyla anlatılan bu masalda, bu kardeşlerin içinde Yusuf`un en sevdiği bir kardeşi vardır. Adı, Benjamin. Yani bizim tanıdığımız adıyla Bünyamin. Muhammed bu adı bile bir türlü anımsayamamaktadir. Sürekli “Özkardeşi” demekle yetiniyordu.
Yusuf Suresi 8:
Bir zaman Yusuf`un kardeşleri, kendi aralarında şöyle konuşmuşlardı: “Yusuf ve öz kardeşi, babamızın yanında bizden daha çok sevgilidir…”
İki Kardeş Peygamber:
Ama Tevrat`ta Moses olarak gecen Musa`yı ve kardeşinin adını hatırlıyordu. Hatırlamamasına olanak yok, çünkü bu masallar o zamanlar dilden dile anlatılıyordu. Tevrat`tan alınan masala göre Yahudiler`i Mısırlılar`ın köleliğinden kurtaran Musa, bir adam öldürmüş kaçak olarak uzun süre bir adamın yanında çobanlık yapar ve onun kızıyla evlenir. Derken Musa ailesiyle Mısır`a dönme kararı alır. Yolda;
Taha (T, H Harfleri) Suresi : 10-13:
O (Musa) bir zaman (Medyen`den Mısır`a giderken) bir ateş gördü. Ailesine: Siz burada durun, ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum” dedi.
Ateşin yanına gelince, şöyle seslenildi: “Ey Musa!” Şüphesiz ben, senin Rabbin. Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen kutsal vadi Tuva`dasın.
Ben seni peygember seçtim…
Masala devamla; Allah, Musa`nın elindeki asayı yılana çevirir, yeniden de asaya çevirir. Ama Musa bu görev için kendisini yeterli bulmaz çünkü peltektir ve Allah`tan, kardeşi Harun`a da peygamberlik vermesini ister. Allah bu isteğini kabul eder ve ikisini Mısır`a; Yahudiler`i, firavunun köleliğinden kurtarmaya yollar. Allah, Musa`ya ayrıca; Firavun`u etkilemek amacıyla dokuz tane de mucize, yani sihirbazlık örneği vermiştir. Bu masalı da isteyenler detaylı olarak Tevrat`tan okuyabilirler.
Muhammed, Ne Havva`nın Adını Biliyor Ne De Çocuklarınınkini:
Muhammed, ilk insan Adem ve O`nun kaburga kemiğinden yaratılmış olan Havva masalını da Tevrat`tan almıştı. Bunların Tevrat`taki adları; simdi Türkce`de erkekler için kullanılan sözcük olan Adam, karısının adı ise Eva’ydı. Ne yazık ki Muhammed, Havva`nın adını anımsayamayacağından, Kuran`da adı geçmeyecektı. Adem`in iki oğlunun adını da unutmuştu.
Maide (Sofra) Suresi 27, 30:
Onlara Adem`in iki oğlunun kıssasını da hakkıyla oku.
Onların her ikisi de birer kurban kesmiş, birinin kurbanı kabul olunmuş, diğerinki Kabul olunmamıştı…
Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve öldürdü..
Yahudiler`in mitoloji kitabi Tevrat`a göre, Adem`in çiftçi olan oğlu Abel, yani Habil, kızkardeşiyle evlenmek ister. Ancak çobanlık yapan oğlu Kain yani Kabil; bu işin yanlış olduğunu savunarak, karşı çıkar. Tartışma büyüyünce babalarına başvururlar. Adem, oğlu Kabil`e hak vermişse de Habil`i ikna edemez. Bunun üzerine Adem; onlara, Tanrı`ya birer kurban vermelerini, kimin kurbanı kabul edilirse, onun haklı olacağını söyler. Kardeşiyle evlenmek isteyen Habil, Tanri`ya; çiftçi olduğundan ürettiği en iyi sebze ve meyvelerinden, çoban olan Kabil ise en iyi hayvanlarından sunar. Doğaldır ki, ete büyük bir düşkünlüğü olan Yahudi tanrısı Kabil`in hayvanlarını kabul ederek yukarı çeker. Böylece Tanrı, Kabil`i haklı bulur ama Habil bunu da kabul etmez ve kardeşini öldürür. Büyük bir ihtimalle de kızkardeşiyle evlenir.
Yeryüzünde; insan olarak yalnızca Adem ve ailesi varken, insanların çoğalmak için baska çaresi de yoktu zaten. Kabil`e hak veren Allah, başka bir düşüncesi olup olmadığını Muhammed`e söylemeyecekti. Zaten kimse de sormayacaktı.
Hızır`ın Adını Bile Anımsamıyor:
Muhammed`in, bütün çabalarına karşın anımsayamadığı önemli bir Yahudi peygamberi daha vardı: Hiskia, yani şu bizim ünlü Hızır. Allah`ın kendisiyle birebir konustuğu Musa`dan daha üstün ve bilgili olduğu anlaşılan bu kişi Kuran`da nasıl geçiyordu, bir bakalim.
Kehf (Mağara) Suresi 61-82:
Musa ve (Yanındaki) adamı, iki denizin birlestiği yere vardıklarında…
Tarafımızdan kendisine rahmet ve ilim öğrettiğimiz salih kullarımızdan birini buldular.
Musa, salih kula şöyle dedi…
salih kul, Musa`ya şöyle dedi:…
Derken Musa ve salih kul yola koyuldular…
Salih kul, Musaya:…
Musa, Salih kula:..
Musa ve salih kul yollarına devam ettiler.
Masal böyle sürüp giderken, Muhammed bir türlü Hızır’ın adını anımsayamayacaktı.
Kuran`daki Peygamber Zülkarneyn (İki Boynuzlu) Kim?
İnsanların, Muhammed`den öğrenmek istediği, dilden dile dolaşan bir destan daha vardı ki, bu destan ne Tevrat`ta vardı ne de İnciller`de. İki Boynuzlu`nun masalı.
Kehf (Mağara) Suresi 83:
Sana Zülkarneyn`den (İki Boynuzlu`dan) sorarlar. Onlara:”Size O`nun hakkında bazı hatıralar anlatacağım” de.
Allah`ın, kendisiyle konuştuğu, peygamberliği ileride çok tartışılacak olan kişi; gide gide batıya, güneşin battığı yere kadar gider.
Kehf (Mağara) Suresi 86:
(Gide gide) Güneş`in battığı yere ulaşınca, Güneş`i sıcak ve kara balçıklı bir göze de batıyor buldu…
Daha sonra gide gide doğuya, Güneş`in çıktığı? yere varır.
Kehf (Mağara) Suresi 90:
(Gide gide) Güneş`in doğduğu yere ulaşınca; Güneş`i, kendilerine, ondan koruyacak birşey vermediğimiz bir kavmin üzerine doğuyor gördü.
İki Boynuzlu yoluna devam eder.
Kehf (Mağara) Suresi 91-97:
…Biz O`nun bütün yaptıklarından haberdardık.
Sonra Zülkarneyn yine sebeplere sarılarak yoluna devam etti.
İki dağın arasına varınca, söyleneni hemen hiç anlamayan bir kavme rastladı.
Zülkarneyn`e: “Ey Zülkarneyn! Yeryüzünde bozgunculuk çıkaran Yecüc ve Mecüc`le (Kısa Boylu insanlar) aramıza bir set çeksen de vergi versek” dediler.
Zülkarneyn de onlara şöyle dedi: “Rabbimin bana vermiş olduğu imkan (Servet ve saltanat) sizin vereceğiniz şeyden daha hayırlıdır. Bana maddi yardımda bulunun sizinle onların arasına bir set yapayım.
Bana demir kütleleri getirin”, Zülkarneyn iki dağın arasını doldurup, düzleyen bir set yapınca: “Ateş yakıp körükleyin” dedi…
Yecüc ve Mecüc (Kısa boylu insanlar) bu seti ne aşabildiler ne de delebildiler.
Müslüman uleması bu seti, günümüzde dahi araya dursunlar; Muhammed`in, peygamber olarak yutturmaya çalıştığı; doğu ve batıyı temsil eden başlığındaki çift boynuz nedeniyle lakabı Arapça, “Çift Boynuzlu” anlamında Zülkarneyn olan bu kişi, Makedonya`lı ünlü kral; Doğu`nun ve Batı`nın fatihi Büyük İskender`den başkası değildi. Anlattığı bu set de büyük bir olasılıkla Çin Seddi’ydi. (Tabi ki bu setin İskender’le bir alakası yok)
Mağarada Hiç Uyanmaksızın 309 Yıl Uyuyan İnsanlar:
Muhammed`in, meraklılarına anlattığı bir başka destan da “Yedi Uyurlar Destanı”ydı. Bu eski Hrıstiyan maslına göre; Romalılar`ın baskısından kaçan yedi Hrıstiyan bir mağaraya sığınmışlar ve hiç uyanmaksızın yıllarca uyuyakalmışlardı. Muhammed`in Allahı da bu saçma sapan masalı tastikleyerek, bu yedi kişiyi kendisinin uyuttuğunu büyük bir işgüzarlıkla anlatıyordu. Hatta bunların, mağarada ne kadar uyuyakaldıklarını da bildirecekti.
Kehf (Mağara) Suresi 25:
Ashab-ı Kehf (Mağara insanları) mağarada üçyüz yıl kaldılar. Buna dokuz yıl daha eklediler.
İbrahim`i, Kendi Soyunun (Kureyşliler`in) Atası Yapıyor:
Tevrat`ta, Yahudiler`in atası olarak geçen; önceleri Abram olan adını Yahudiler`in tanrısının Abraham olarak değiştirdiği, ateşe tapanlarınsa Birinci Zerdüşt olarak tanıdıkları Mezepotamya`lı peygamber İbrahim`i de Muhammed, kendi hanesine geçiriyor, hatta bu kişinin Kureyşliler`in atası olduğunu ileri sürüyordu. O´na göre Kabe`yi; İbrahim`in, Allah`a kurban etmekten son anda vazgeçtiği Tevrat`ta adı İsmael olarak geçen oğluyla birlikte yaptığını ileri sürüyordu.
İbrahim Suresi 35, 37:
Bir zaman İbrahim şöyle dua etmişti: “Rabbim! Bu Belde`yi (Mekke) emin bir belde yap…
Ey Rabbimiz! Soyumdan bazılarını, Mukaddes Ev`inin (Kabe) yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştir…
İbrahim`in Tevrat`ta İsaac olarak geçen diğer oğlunu da çesitli yerlerde anacaktı.
Nuh Tufanı:
Sümerliler`den, Tevrat`a; oradan da Muhammed`in aldığı bu çok eski destanı da zaten bilmeyen yoktu. Muhammed`e göre, İslam`ı yaymak için gönderilen Nuh, bunu başaramayınca Allah`tan, onları yok etmesini ister. Masalı, Kuran`dan sürdürelim:
Hud Suresi 36- 44:
Nuh`a şöyle vahyedildi: “Daha önce iman etmişlerden başka, artık kavminden hiç bir kimse iman etmeyecektir”
Bizim gösterdiğimiz gibi gemiyi yap. Zalimler hakkında bana dua etme, çünkü onlar boğulacaklardır.
Nuh, gemiyi yapiyordu..
Emrimiz gelip su, o tandırdan fışkırmaya başlayınca Nuh`a:”Her hayvan türünden birer çift daha önce helakisine hükmettiklerimiz dısşında aile fertlerini ve iman edenleri gemiye yükle” demiştik.
Zaten onunla birlikte çok az kimse iman etmişti.
Nuh (İman edenlere) dedi ki: “Siz gemiye binin, onun yürümesi de durması da Allah`ın izniyledir.
Gemi; onlarla, dağlar gibi yükselen dalgalar üzerinde seyrediyordu…
Sonunda: “Ey yer! Suyunu yut! Ey gök yağmurunu kes! “denildi. Bunun üzerine su yerden çekildi. İş bitirildi.Gemi, Cudi denen yerde durdu….
Muhammed`in, bu efsane kahramanının yaşam süresi ile ilgili düşüncesi de Tevrat`taki gibiydi.
Ankebut (Örümcek) Suresi 14:
And olsun ki, biz Nuh`u kendi kavmine gönderdik de O, 950 yıl onların arasında kaldı.
Allah Tevrat, Zebur, İncil Diye Kitaplar Göndermemişti:
Sırada; Muhammed`in, İslamiyet`i yaymak için gönderildiğini ileri sürdüğü ancak Tevrat`a göre peygamber olmayan baba-ogul Yahudi kralları (David) Davud ve (Salomon) Süleyman var. Bunların birer peygamber olmadıklarını duymamış olacak ki Kuran`ın bir çok yerinde şöyle bir şey geçiyordu.
Isra (Gece Yolculuğu) Suresi 55:
…Davud`a da Zebur`u verdik.
Arapça, “Yazılı kağıt, mektup” anlamına gelen Zebur`un; Muhammed, Allah`ın Davud`a gönderdiğini ileri sürüyordu ancak ortada böyle bir kitap bulunmuyordu. Yalnızca, Tevrat`ın içinde “Davud`un Şarkıları” adlı bir bölüm bulunmaktaydı. Gerçekte; her ne kadar İslam tarafı “Dört Büyük Kitap” olduğunu ileri sürse de; bu insanlar, peygamberleri Muhammed`in cahillik yüzünden düstüğü yanlışı sürdüregideceklerdi.
Musa`ya, “Tevrat” diye bir kitap da inmemişti. İleri sürüldüğüne göre yalnızca ünlü “On Emir”in yazılı olduğu tabletler inmişti. Tevrat olarak bilinen kitap, Yahudi destan ve masallarının anlatıldığı Yahudi halkının bir destan kitabıydı. Her halkın, böyle efsane ve mitolojileri vardı. Bu doğal bir oluşumdu. Doğal olmayan; Muhammed`in, akla mantığa sığmayan bu ilkel mitolojileri, kendi Allahı`na mal edip, hanesine geçirmesiydi.
Muhammed`in; Allah`ın, İsa`ya indirdiğini ileri sürdüğü diğer kitap, İncil diye bir kitap da yoktu. İncil olarak bilinen kitap, İsa carmıha gerildikten sonra “Oniki Havari”den dördünün yazdığı, İsa`nin yaşamı ve söylediklerini anlatan İnciller`den oluşan kitabın adıydı.
“İslam`ı Benimsemediler Yok Edildiler”:
Ad kavmine gönderildiğini ileri sürdüğü Hud Peygamber`in kavmi, İslam`ı benimsemedikleri için yok edilmişti. Hud ve iman eden cok az kişi dışında.
Araf (Ara Duvar) Suresi 72:
Biz, Hud ve beraberindekileri rahmetimizle kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanların da kökünü kazıdık. Çünkü onlar mümin değillerdi.
Muhammed, çevresindeki bir çok eski harabelere bakıp, bu medeniyetlerin, müslümanlığı benimsemedikleri için yok edildiklerini ileri sürerek Mekkeliler`e göz dağı veriyordu. Mesaj açıktı: Ya Müslümanlığı kabul edersiniz ya da sonunuz geldi.
Yunus Suresi 137-138:
Şüphesiz sizler, sabah akşam, onların memleketlerinden geçiyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?
Kutsal Deveyi Kestikleri İçin Yok Edilen Kavim:
Medine ile Suriye arasında bulunan Hicr adlı vadideki yıkıntılara bakarak bu topluma Hud`dan sonra Salih adlı bir peygamberin gönderildiğini, bu toplumun kuyudan su içen dişi bir deveyi kestikleri için ve tabi ki yine müslümanliği seçmedikleri için helak edildiğini ileri sürüyordu.
Araf (Ara Duvar) Suresi 73-78
Semud kavmine de kardeşleri Salih`i peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ey Kavmim Allah`a ibadet edin. Sizin için O`ndan başka ilah yoktur.
Size Rabbinizden apaçık bir delil gelmiştir. İşte, Allah`ın şu dişi devesi size bir mucizedir.
Bırakın onu Allah`ın yerinde otlansın, ona bir kötülük yapmayın. Sonra sizi can yakıcı bir azap yakalar.
Hatırlayın, Allah sizi Ad kavminden sonra halifeler yaptı”
Deveyi kestiler. Ve böylece Rablerinin emrine isyan ettiler.
Ve dediler ki: “Ey Salih! Eğer gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit etmekte olduğun azabı bize getir”.
Bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı yakalayıverdi de evlerine dizüştü kapanıp kaldılar.
İki Kızıyla Yatan Peygamber:
Sırada ünlü peygamber Lut var ama hemen belirtelim; bu kişi Tevrat`a göre adı Lot olan, iki kızıyla yatan bu kişi de peygamber değildi. Kuran`a göre önemli bir peygamber olan bu elçinin kavmi ise homoseksuelmiş. Bu kötü davranışlarından kaçınmadıkları ve İslam olmadıkları için yerle bir edilmiş. Peygamber İbrahim ile aynı devrede yaşamış olan bu Lut hazretleri iki kızıyla yatmış, kavmi de yine şöyle yok edilmişti.
Araf (Ara Duvar) Suresi 81-82, 84:
Lut`u da kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Sizden önce alemlerden hiç birinin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz?
Siz, kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?…”
Biz onların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık ki; suçluların akibeti nasıl olurmuş bir bak!
Muhammed, iyi bir tüccardi. Medyen kavmine gönderilen Şuayib hazretleri de ticarette hile yaptıkları ve yine, İslam olmadıkları için, o kavim yerle bir edilmişti.
Araf (Ara Duvar) Suresi 78. ve 91. Ayetleri aynıdır:
Bunun üzerine, onları şiddetli bir sarsıntı yakalayıverdi de evlerinde dizüstü kapanıp kaldılar.
Tevrat`ta Eliya olarak geçen İlyas hazretleri de, toplumuna; Rabb yani efendi anlmına gelen Bal adlı puta tapmayı bırakmaları ve müslümanlığı benimsettirmek için gönderilmiş ancak Muhammed, bu toplumun yok edilip edilmediğini söyleyemeyecekti.
Saffat (Saf Tutanlar: Melekler) 123-126
Şüphesiz İlyas da peygamberlerdendi. O, bir zaman kavmine şöyle demişti: “Allah`tan korkmaz mısınız? En güzel yaratanı, sizin de geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allah`ı bırakıp da Bal putuna mı tapıyorsunuz?”
İdris, Elyesa ve Zülkifl peygamberlerin niçin, nereye ve hangi kavme gönderildiğini bilmiyor, yalnizca adlarını anmakla yetinecekti.
Meryem Suresi 56-57:
Kuran`daki İdris kıssasını anlat. Şüphesiz İdris, özü sözü doğru olandı ve peygamberdi.
Biz O`nu yüce bir makama yükselttik.
Sad (S harfi) Suresi 48:
İsmail`i, Elyesa`yı ve Zülkifl`i hatırla. Hepsi de seçkin kimselerdi.
Peygamber Olmamak İçin Allah`tan Kaçan Yunus:
Bir de Tevrat`ta Joha olarak gecen Yunus var. Masala göre, Allah; Bu kişiye peygamberlik vermiş ama o istememiş ve kaçmış. Masalı, Allah`ın ağzından dinleyelim:
Saffat (Saf Tutanlar: Melekler) Suresi 139- 148:
Şüphesiz Yunus da peygamberlerdendi.
Bir zaman O, kaçıp yüklü bir gemiye binmişti.
Kura cekmişti de, Yunus kurayı kaybedenlerden olmuştu.
Kınanmış bir halde iken balık O`nu yutmuştu.
Eğer O, Allah´ı tesbih edenlerden olmasaydı, insanların yeniden diriltilecekleri kiyamet gününe kadar, balığın karnında kalırdı.
Biz O`nu, balığın karnından hasta bir halde çorak bir sahile attık.
Biz, O´nun için geniş yapraklı bir bitki bitirdik.
Biz O`nu, sayısı yüzbin, hatta daha fazla olan bir kavme peygamber olarak gönderdik.
Onlar iman ettiler.Biz de, onları belli bir vakte kadar, nimetlerimizle yaşattik.
Allah`ın Oğlu Üzeyir:
Tevrat`ta Ezra olarak geçen Yahudi peygamberi Üzeyir adını da daha sonralar ve çok kısa bir şekilde anacaktı.
Tövbe, Kılıç Suresi :30:
Yahudiler: “Üzeyir Allah`ın oğludur” dediler. Hrıstiyanlar da: “Mesih (İsa) Allah`ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarında geveledikleri sözlerdir. Allah, bunları kahretsin.
İsa ve İsa`nin Akrabası Peygamberler:
İnciller`de Jesus, yani İsa`nın ve annesi Maria, yani Meryem`in masalı anlatılırken iki Yahudi peygamberinin adı daha geçecekti: Zakaria (Zekeriya) ve Johannes (Yahya).
Meryem Suresi 3-9:
Hani bir zaman Zekeriya Rabbine gizlice niyaz etmişti.
Şöyle demişti: “Rabbim! Kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı…
Doğrusu ben, kendimden sonra yerime geçecek yakınlarımdan endişelendim.
Hanımımın da çocuğu olmuyor. Bana katından, yerime geçecek bir oğul lutfet. Bana ve Yakupoğulları`na varis olsun…
Ey Zekeriya! Biz sana Yahya adında bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Daha önce de bu adı kimseye vermiş değiliz.
Zekeriya: “Rabbim! Hanımım kısır, ben de iyice ihtiyarlamışken nasıl oğlum olabilir?” dedi.
Allah, Zekeriya`ya: “Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydır.”
Allah`ın kolayca yaptığı bir şey daha vardı: Babasız olarak İsa`yı dünyaya getirmek gibi…

Meryem Suresi 16-23:
…Meryem, ailesinin bulunduğu yerin doğu tarafına çekilmişti.
Ailesiyle kendi arasına bir perde koymuştu. Biz O`na meleğimiz Cebrail`i gönderdik de O`na tam bir insan şeklinde göründü.
Meryem: “Ben senden, Rahman olan Allah`a sığınırım.
Eğer Allah`tan korkuyorsan (Bana dokunma) dedi.
Melek: “Ben, sana nezih ve kabiliyetli bir erkek çocuk bağışlamak için
Rabbinin gönderdiği elçiden başkası değilim”. dedi.
Meryem: “Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiç bir kişi dokunmamıştır. Ben namussuz da değilim” dedi.
Melek: “Bu böyle olacaktır. Çünkü Rabbin buyurdu ki, babasız çocuk vermek bana pek kolaydır…
Meryem İsa`ya gebe kaldı. Gebeyken insanlardan ayrılıp uzak bir yere çekildi.
Dogum sancisi O`nu hurma agacina yaslanmaya zorladi.
“Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim” dedi.
Masal böyle sürüp gider…
İki Efsane Kahramanı Da Peygamber Oluveriyor:
Sırada iki masal kahramanı daha var ki, müslümanlar bunların peygamber olup olmadıklarını yüzlerce yıl tartışaduracaklardı. Kuran`ın bir suresine adını veren, Lokman adlı masal kahramanı çok eski masallara dayanıyordu. Asurlular`da Ahikar, Yunanlılar`da Masalcı Aisopos, oradan da Tevrat`a Bileam olarak geçmiş olan kişiydi. Masalda, Lokman oğluna öğütler vermekteydi.
Lokman Suresi 12,13,19:
Şüphesiz biz Lokman`a hikmet verdik…
Hani bir zaman Lokman, oğluna: “Yavrum, Hiçbir şeyi Allah`a ortak koşma..
Yürüyüşünde mutedil ol, sesini kıs. Şüphesiz, seslerin en çirkini, eşeklerin sesidir.
Diğer masal kahramanı da yine Tevrat`tan aşırılmaydı. Tevrat`taki adı Hiob`du.
Sad (S Harfi) Suresi 41, 42:
Kulumuz Eyyub`u hatırla. Hani bir zaman O, Rabbine:”gerçekten Şeytan bana yorgunluk ve ızdırap dokundurdu” diye seslenmişti.
O`na: “Ayağını yere vur! İşte, yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su”…
PEYGAMBERLERIN MUCIZELERI:
Davut`a Verilen Mucizeler:
Allah mûcize olarak daglari, taslari, kuslari onun emrine vermis. Yanik sesiyle Zebûr’u okumaya baslayinca, kuslar havadan agaçlara iner, hep birlikte, okunan Zebûr’u tekrar ederlermis. Allah, O’na demiri atese sokmadan ve dövmeden istedigi sekli verebilme mûcizesi vermis. Yirtici hayvanlar, Dâvûd’un huzûruna gelip, ona tam bir baglilikla hizmet ederlermis.
Elyesa’nin Mucizeleri:
1-Eriha sehri ahâlisinin içme sulari acilasinca. Bunu duyan Elyesa acilasan suyun içine bir parça tuz atip, ”Tatli ol!” deyince, su tatli ve lezzetli olmus.
2-Borçlu ve dul bir kadin, Elyesa’ya gelip, fakirliginden sikâyetçi olmustu. ”Evinde neyin var?” deyince, kadin; ”Bir kasik kadar yagim var.” dedi. Elyesa, kadina; ”Git, o yagi bir kab içine koy.” demis. Kadin da gidip yagi bir kabin içine koymus. Elyesa mûcizesiyle o yag o kadar artmis ki, pekçok kap yag ile dolmus. Fakir kadin bundan borçlarini ödedigi gibi, zengin bile olmus.
Eyyub’un Mucizeleri:
1-Eyyûb ayagini yere vurmus… Biri sicak, biri soguk, iki pinar fiskirmis. Sicak sudan yikaninca bedenindeki, soguk sudan içince içindeki hastaliklardan kurtulmus. Kuvveti geri gelmis. Taze bir genç olmus. Elinden alinmis olan mallarini Allah geri iâde etmis. Çok sayida cocugu olmus, hatta ölmüs olan ogullari dirilmis.
2.Eyyûb’un duâsi bereketi ile koyunlarin yünleri ibrisim olurmuş.
3.Eyyûb, kavminin hâkimini îmâna dâvet ettigi zaman o da; ” Evimdeki direklerin kalkarak havada durmasini senden mûcize olarak isterim.” demis. Eyyûb duâ etmis ve sonunda evin direkleri düsmüs ve ev havada kalmis.
4. Eyyûb’un duâsiyla çöldeki seraplar ve dumanlar su olurmus.
Hizir’in Mucizeleri :
Hizir, otsuz kuru bir yerde oturdugunda, o yer birdenbire yemyesil olurmus. Öldukten sonra bile rûhu insan seklinde gözüküp, gariplere yardim edermis.
Hud`un Muziceleri
Inanmayanlar, Hud’a: ”Rüzgâri istedigin tarafa çevir!” demisler. Hûd duâ etmis Allah da O’na; ”Ne tarafa istersen elinle isâret et!” demis. O da eliyle isâret edince, rüzgâr istedigi istikâmette esmeye baslamis. Büyük kayalarin toprak olmasini istemisler. Hûd’un duâsi ile bu da olmus. Bu mûcizeleri gördükleri hâlde hala inanmayan ahali, koyunlarin yünlerinin de ipek olmasini istemisler. Hûd yine duâ etmis, koyunlarin yünü ipek hâline gelmis.
Ibrâhim’in Mûcizeleri:
Ibrâhim’in vücûduna ates tesir etmezmis. Nemrûd onu atese attiginda Allah; “Ey ates! Ibrâhim üzerine serin ve selâmet ol!” buyurunca ates onu yakmamis.
Cansiz olan, parça parça edilmis ve parçalari ayri ayri yerlere konmus olan dört kus, Ibrâhim’in çagirmasi üzerine yeniden dirilmisler. Ibrâhim’in mûcizesi ile taslar kömür gibi yanmistir.
Bazen yirtici ve yabânî hayvanlar Ibrâhim`le birlikte giderler ve dile gelerek gâyet açik bir sekilde onunla konusurlarmis. Bir defâsinda, hanimi Hacer ve oglu Ismâil’le görüsmek ve onlari ziyâret etmek için Mekke’ye gitmis. Sam’a geri dönüsünde birçok yabânî hayvan, Ibrâhim`le berâber yürüyüp, onunla açikça konusmuslar.
Ibrâhim duvarlarin ve daglarin arkasini da görürmüs. Bu mûcizesi Misir’a gittiginde karisi Sâre’yi, Firavun`a “Kardesimdir” diye tanitinca Firavun, Sâre’yi sarayina almis, Ibrâhim disardan içeriyi seyretmis. Sarayin duvarlari ona cam gibi olmus ve gözünden perde kaldirilmis. Böylece Sâre’ye el uzatmaya kalkisan Firavun’un ellerinin kuruyup, ayaklarinin tutmayarak yere yikilmis. 0 Ibrâhim`in bastigi tasin üzerinden agaç bitip yesermis.
Ibrâhim`in oturdugu yerden güzel kokular yayilirmis. Ayrilsa bile, senelerce güzel kokusu oradan çikmazmis.
Îsâ`nin Dokuz Mucizesi:
1. Besikteyken konusmus.
2.Ölüleri diriltirmis. hatta bir iki degil, tam dört ölüyü diriltmis.
3.Anadan dogma kör olanlari saglamlar gibi gördürür, bir cilt hastaligi olan baras hastaligini iyi edermis. Eliyle hastaya dokungugunda iyi oluverirmis.
4.Kavminin yedikleri veya yemek üzere sakladiklari seyleri bilirmis
5.Camurdan kus yapip üzerine üfleyince, canlanip ucarmis.
6.Îsâ ellerini kaldirip duâ edince, ekmegi ve eti bulunan bir sofra inmis havadan.
7.Îsâ uykudayken yaninda her konusulani ve yapilani bilirmis.
8.Ne zaman istese ellerini göge kaldirip duâ edince o anda yemek ve meyveler önüne gelirmis.
9.Îsâ, Yahûdîler`den uzak oldugu hâlde sözlerini ve gizli hallerini bilirmis.
Ishak`in Mûcizeleri:
1.Hayvanlar açik bir dille O´nun peygamberligine sehâdet ederlermis.
2.Dua etmesi üzerine koca dag yürümeye baslamis
3.Ishâk esegine binip bir daga çikmak isteyince esegin ön ayaklari kisalir, arka ayaklari uzarmis. Dagdan asagi inerken de tersi olurmus.
4. Ishâk duâ bereketiyle ölmüs hayvanlari diriltirmis.
5.Elini, sirtina koydugu bir koyun, hemen kuzulasmis daha sonra ard arda dokuz defâ yavrulamis.
Ismail’in Mûcizeleri:
1-Dikenli agaçlardan çesitli meyveler bitirmis.
2-Cürhümileri imâna dâvet ettigi zaman, onlar kisir koyundan süt çikarmasini istemisler. O da elini koyunun sirtina koyarak; ”Beni peygamber olarak gönderen Allahü teâlânin ismi ile…” dedigi anda koyunun memelerinden süt akmaya baslamis.
3-Ismâil`in duâsi bereketiyle koyunlarin yünleri ipek olmus üstelik sayilari da çogalmis.
4-Kendisine misâfir gelen iki yüz Yemenliye ikrâm edecek bir sey bulamayinca cok mahcub olmus. O anda duâ etmis ve yanindaki kumlar un olmus.
Lut`un Mûcizeleri:
1-Bulutsuz yagmur yagdirmis. Göge isâret edince yagmur yagmaya baslamis.
2-Duâsi bereketiyle otsuz bir dagda ot bitmis.
3-Taslar, çakillar ve kum tâneleri, Lût ile konusmuslar.
4-Kavmi, ona eziyet vermek için üzerine ufak taslar atarmis. Allah`in korumasi ile hiçbiri ona dokunmazmis.
5-Üzerine yattigi taslar dösek gibi yumusak olurmus.
6-Lût, çok uzak yerlerde olan seyleri görüp haber verirmis.
Zekeriya`nin Mûcizeleri:
1-Kalemleri, kendi kendine Tevrât’i yazarmis.
2-Zekeriyyâ, Meryem’i terbiyesi altina aldigi vakit, yazilmasi lâzim gelen kefâletnâmeyi, kalemsiz, hokkasiz yazmislar.
3-Zekeriyyâ`nin diviti (kalemi) su üstünde kalirmis, batmazmis suya.
4-Agaçlar, Zekeriyyâ`yla konusurlarmis.
5-Zekeriyyâ su üzerinde yürür ve ayaklari islanmazmis. Kendisi için suda yürümekle, karada yürümek arasinda fark yokmus.
6-Zekeriyyâ`dan mûcize istendiginde yakinindaki agaçlara eliyle isâret etmis, hemen agaçlar, köklerinden kopup, önlerine gelip kalirlarmis.
Yusuf`un Mûcizeleri:
1-Yûsuf’un konusmasi pek sirin, çok tatli oldugu için, herkesin kalbi ona meyledermis.
2-Yûsuf’un yüzü günes gibi nûrluymus. Hâtta bir kimse yüzüne bakmak istese, hemen gözlerini çevirmeye mecbur olurmus. Bu nûrun tesiriyle, yâni baskasina sirâyetiyle huzûruna getirilen körlerin hemen gözleri görmeye baslarmis.
3-Yusuf, agac yapraklarini en pahali kumasa cevirirmis.
Yusa`nin Mucizeleri:
1-Yûsâ Ürdün Nehri`ni ikiye bölmüs.
2-Bir sehri fethetmeye gittiginde duasiyla o kentin kale duvarlari kendiliginden yikilirmis.
3-Yûsâ, Kudüs sehrini fethetmek için savastayken bir cumâ günü aksam üzeri günes batarken, günesin bir müddet daha batmamasi için Allah’a yalvarmis: ”Ey Allah’im! Günesi geri al!” diye. Allah da O´nu kirmamis ve batmak üzere olan günesi yükseltmis. Bir müddet daha gündüz devâm edip Kudüs fethedildikten sonra batmis.
Yunus`un Mucizeleri:
1-Yûnus baligin karninda üç, yedi veya kirk gün yasamis.
2-Yûnus`un duâsi bereketiyle bulutlardan ates çikarmis.
3-Yûnus`un duasiyla dagdan su çikarmis.
4-Yûnus peygamberligini kanitlamak icin insanlara dagi isâret etmis. Dagdan çikan bir kocaman kertenkele dile gelerek; ”Ey insanlar! Biliniz ki, Yûnus Hak peygamberdir. Sizi Cennet’e, Rabbinizin magfiretine devam ediyor.” diye konusmaya baslamis.
5-Yûnus elini kapinin halkasina koymus, demir halka altin olmus.
6-Yûnus odun olmadigi halde su üstünde ates yakmis.
7-Yûnus güzel sesli oldugundan, tatli sesli vahsi ve yirtici hayvanlara da tesir eder, onu dinlemek için etrâfinda toplanirlarmis.
Yakub`un Mucizeleri:
1-Duâsiyla istedigi koyunun karnindan dört kuzu dogurtmus.
2-Sesi sürekli olup, üç konaklik yerden bile duyulurmus. Düsman askerine bagirdigi zaman korkularindan kaçarlarmis.
3-Yâkûb’un attigi sey, 360 km uzaga kadar gidermis…
4-Yâkûb`un duâsiyla büyük ve küçük daglar yerlerinden kalkarlarmis.
5-Ken’an ahâlisini imâna davet ettigi vakit, oturduklari yerlerde bulunan daglik ve taslik yerlerin, bütün tepe ve taslarin toprak olmasini teklif etmisler, Yâkûb duâ edince hersey toprak olmus.
Yahya`nin Mûcizeleri:
1-Birinci Herod’un emri üzerine askerler, Yahyâ`yi öldürmek icin ariyorlarmus. Bu haberi duyan Yahyâ onlardan kaciyormus. Bu sirada bir kaya dile gelmis: ”Ey Allahin peygamberi! Bana gel!” Yahyâ kayaya yaklastigi zaman içinin kovan gibi oyulmus oldugunu görmüs. O tasin içine girmis. Yahyâ´nin pesindeki kâfirler o kayaya yaklastiklari zaman, o kayadan kâfirlerin üzerine oklar atilmaya baslanmis. Bu durumu gören kafirler geriye dönüp kacmislar.
2-Yahyâ, peygamber olarak görevlendirilip Sam’a geldikten sonra insanlar ona; ”Gercekten peygambersen , bize gündüz gözü ile yildiz göster.” demisler. Insanlarin bu istegi üzerine Yahyâ duâ edince günesin çevresindeki yildizlar görünmeye baslanmis.
Süleyman`in Mûcizeleri:
1-Rüzgârlar O´nun emri altindaymis.
2-Süleymân denizi geçmek istedigi zaman, suyu çekilerek yol açilir, geçtikten sonra yine kapanirmis.
3-Bütün cinler O´nun emrindelermis. Ne zaman istese, kendisine, büyük büyük köskler, sûretler, çanaklar, sâbit çömlekler, tencereler yaparlarmis.
4-Süleymân`in bir mührü varmis. Üzerinde ism-i âzam duâsi yaziliymis. O duâ ile her istedigi kolay olurmus.
5- Karincalara varincaya kadar her hayvanin sesini isitir, dillerini anlarmis.
6-Nereye gitmek istese, rüzgâr emrinde oldugundan, tahtini kaldirir, tahtini berâberinde götürürmüs.
7-Cinler vâsitasiyla denizdeki incileri, cevherleri yerde bulunan defineleri bilirmis. Allah`in, O`na bildirmedigi birsey yokmus.
8-Neml Vâdisinde, kaldigi sirada o dagin yesillik, çimenlik olmasi için, ellerine biraz su alip, avucuyla o daga serpmis, derhâl dagin üzeri çayirlik çimenlik oluvermis.
9-Süleymân bir yere gittigi vakit, berâberinde duvarlar da gidermis.
Suayb`in Mûcizeleri:
1-Suayb`in yaptigi dua neticesinde, koyunlardan dogmus siyah kuzularin hepsi beyaz olmus.
2-Suayb`in yaptigi dua sonunda taslar toprak olmus. Söyle ki: Medyen kasabasi daglik, taslik bir yer oldugundan: ”Hak peygamber isen, duâ et, su daglar kalkip, yerimiz genis olsun.” diye teklif etmislermis. Suayb duâ edince, Allah, duâsini kabul edip, elini o dag ve taslar üzerine koy, diye emreylemis. Elini koyunca hepsi toprak oluvermis.
3-Suayb`in duâsi bereketiyle Medyen’de bâzi taslar koyun olmusmus.
4-Suayb, bir yerin taslari etrâfinda dönünce, o taslar hemen bakir olup, ahâli bununla pek zengin olmus.
5- Suayb’in duâsi bereketiyle kum tepeleri yerinden kalkmistir.
6- Suayb, bir daga çikmak istedigi zaman, dag âdeta devenin oturup kalktigi gibi, Suayb çikincaya kadar küçülür, çiktiktan sonra evvelki hâli gibi büyük bir dag olurmus.
Salih`in Mucizeleri:
1-Kayadan deve çikartmis.
2-Sâlih dua edince hamt denilen meyvesiz agaçlardan çesit çesit meyveler olmus bir anda.
3-Sâlih`in duâsi bereketiyle büyük tastan su çikmis.
4-Sâlih`in çadirina ates tesir etmemis. Söyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzi aylarini sahralarda, yaylalarda çadir kurarak geçirirlerdi. Imân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselâmin çadirini atese verince, çadir yanmaga baslamis. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; ”Hak peygamber isen, çadirindaki yangini söndür!” diye alay etmeye, eglenmeye baslamislar. Sâlih, yanginin sönmesi için duâ edince, kendi çadiri kurtulup, ates kâfirlerin çadirlarina geçmis ve hiçbir çadir kalmayip, içindeki esyâlarla berâber, yanip kül olmus.
Nuh`un Mûcizeleri:
1-Nuh bir beldede bulunan bütün taslari birden toprak yapmis. Bunun üzerine on iki kisi imân etmis.
2-Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek seyleri görüp haber verirmis.
3-Susuz yerlerden su çikarirmis.
4-Isâretiyle agaçlar kökünden sökülüp baska yere geçermis.
5-Duâsiyla kuru agaçlar hemen meyve verirmis.
6-Duâsiyla bulutsuz olarak yagmur yagarmis.
7-Kum, toprak, kil gibi seyler, onun duâsiyla yiyecek maddeleri hâline gelirmis.
8-Imân ederek gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasina ragmen, onun duâsiyla çok kisa zamanda çogalarak artmislar.
9-Eliyle yere diktigi bir agaç fidani o anda çesitli renklerde meyve verirmis.
Mûsâ`nin Mûcizeleri:
1-Asâsi ejderhâ (büyük yilan) olurmus.
2-Sag elini koynuna sokup çikarinca, günes gibi parlarmis. Bu nûru gören düsmanlari kaçisirlarmis.
3-Kavmiyle Kizildeniz’in kenarina gelince asâsini vurup denizde yol açmis.
4-Tih sahrâsinda kavminin susuz kalip, su istemeleri üzerine asâsini bir tasa vurup Beni Isrâil’in kabileleri adedince, on iki pinar akitmis.
5-Firavun ve Kipti kavmi Isrâilogullarina zulüm ettigi ve Mûsâ`ya inanmayip isyân ettiklerinde, Allah, Mûsâ’ya tûfân mûcizesini vermis. Çok siddetli yagmur yagmis. Öyle bir karanlik ve firtina olmus ki, kimse evinden disari çikamamis. Ayin ve günesin isigi görünmez olmus… Kibtilerin evlerini su basmis. Ayakta durur olmuslar. Su bogazlarina kadar yükselmis. Isrâilogullarinin evlerine ise bir damla su girmemis. Firavun ve Kibti kavmi, bu belânin kaldirilmasini ve iman edeceklerini söylemisler. Musa kaldirmis fakat yine imân etmemisler ve baska belâlara dûçâr olmuslar.
6-Kibti kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarini yiyen çekirge sürülerinin istilâsina ugramalari mûcizesi. Bu çekirgeler Istâilogullarina hiç dokunmayip, Firavun’un kavmi Kibtilere musallat olurlarmis.
7-Kumnel yâni bit ve ekin böcegi denen haseratin Mûsâ`in mûcizesi olarak kibti kavmine musallat olmus.
8- Kurbaga mûcizesi, Kibti kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldirildiginda iman edeceklerini söylemelerine ragmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutulmuslar. Kurbagalarin istilâsina ugramalari da siddetli belâlardan biridir. Kurbagalar, yiyeceklerine, içeceklerine düser, kalirlarmis. Bir söz söylemek isteseler agizlarini açarken birkaç küçük kurbaga agizlarindan midelerine girerlermis. Geceleri üzerinde toplanan kurbagalarin seslerinden uyuyamazlarmis. Firavun, bu belâ kaldirildigi takdirde, iman edecegini söylemesine ragmen, belâ kalkinca yine iman etmemis.
9-Kan belâsi. Misir’da bulunan bütün sular, Kibtilerin kaplarina doldurulurken kan hâlini alirmis. Böylece susuzluktan çâresiz kalmislarmis. Isrâilogullarina ise böyle bir sey olmazmis.
10-Isrâilogullarindan biri öldürüldügü vakit kimin öldürdügü bilinemeyince, Mûsâ`in duâsi ile ölü dirilip, kendisini öldüreni söylemis.
11-Mûsâ kavmiyle Tih çölüne geldigi zaman, kavminin yiyecegi kalmadigi için, Mûsâ`ya gelerek çoluk-çocugumuzla açliga dayanamiyoruz, dediklerinde Mûsâ duâ ettmis. Kudret helvasi ve bildircin kebabi inmis havadan. Her ne zaman isteseler önlerinde hazir olurmus.
12-Mûsâ`nin duâsi ile kurakliktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini alirmis.
13-Mûsâ Tih sahrâsinda bulunan Isrâilogullarinin durumunu merak edince bir kurt gelip onlarin durumunun nasil oldugunu Musa`ya söylemis.
14-Mûsâ’nin duâsiyla sari dikenler altin olurmus.
15-Yolculukta Mûsâ’ya uzun mesâfeler kisalir, kisa zamanda çok uzak yollar katedermis.
Ve Muhammed´in Mucizeleri:
1-Gökteki Ay´i ikiye bölmüs iki parca da Hira Dagi`nin iki yanina düsmüs.
2-Esek-katir arasi cennetten gelen bir hayvanla bir gece de Mekke´den Kudüs`e gitmis, ayni gece bir merdivenle yedi kat göge cikmis, ordan kendisine verilen bir ücan dösekle Allah`in yanina gitmis ve ayni gece Mekke`ye geri dönmüs.
3-Tükürükle agriyan gözleri iyilestirirmis.
4-Muhammed tuvalete disariya ciktiginda ona dulda olsunlar diye agaclar da onunla birlikte yürürmüs.
5-Uzun zamandir camide bulunan bir kütük onu camiden disari cikaracaklarinda, Muhammed´den ayrilmak istemeyen kütük inleyerek aglamaya baslamis.
6-Hubeydiye`de, susayan müslümanlarin susuzlugunu gidermek icin on parmagi on cesme olmus.
7-Duasiyla yiyecekler cogalirmis
8-Peygamberin bir düsmani ölünce toprak onu kabul etmemis, üc kere disariya firlatmis.
9-Gelecekte ne olacagini bilirmis.
10-Kirk erkegin cinsel gücü varmis….
TEK TANRILILAR’IN KOALISYONU:
Kahramanimiz, böylece adlarini bile bilmedigi bütün Yahudi peygamber ve kahramanlarini kendi hanesine gecirip, Kuran`in da bunlari tastiklemek için gönderildiğini ileri sürerek Yahudi ve Hrıstiyanlarla doğal bir ittifaka giriyordu: Mekke`li putatapanlara karşı tek tanrılıların koalisyonu. Güneş`e tapanlar bile bu tek tanrılı koalisyonun içine alınmıştı.
Kassas (Masallar) Suresi 52:
Ondan önce kitap verdiklerimiz, O`na (Kuran`a) da iman ederler.
Bakara (İnek) Suresi 62:
Şüphesiz, iman edenler (Müslümanlar),Yahudiler, Hrıstiyanlar ve
Sabiiler`den; Allah`a, ahiret gününe iman edenler ve salih amel
işleyenlerin Rableri katında ödülleri vardır. Onlar için bir korku
yoktur, onlar üzülmeyecekler de.
Muhammed, daha sonraları iktidarını sağlamlaştırınca bunlara da kesinlikle yaşama hakkı tanımayacaktı ama şimdilik bunlara gereksinimi vardı.
Hatice ve Ebu Talib`in Ölümleri:
Bütün bu eski masalları anlatmayı sürdürürken, 619 Yıl`ı Muhammed için hem acı hem de yaşamının dönüm noktası olan bir yıl oldu. Karısı Hatice ve Kureyşliler`e karşı kendisini hep korumuş olan amcası Ebu Talib, birkaç gün arayla öldüler. Ancak Ebu Talib`in ölümüyle koruma kalkanı kalkacak olan Muhammed bu nedenle Medine`ye göç etmek zorunda kalacak ve büyük idealini burada gerçekleştirme olanağı bulacaktı. İslam, oniki yılda birkaç yüzü geçmeyen müritleri olan küçük bir tarikatken, Medine`ye göçtükten sonra; on yılda, onbinlerce askeri gücü olan büyük bir devlete dönüşecekti.
Baskılar Artıyor, Muhammed Kaçacağı Yeri Arıyor:
Ebu Talib`in ölmesiyle müminlere yapılan baskılar arttı. Daha önceleri Muhammed`e diş geçiremeyen Mekkeliler, artık O`nu da hırpalıyorlardı. Bir gün, namaz kılarken, ”kısırlığıyla” alay etmek amacıyla üzerine koç yumurtalıkları atıldı. Daha sonra yemek yerken yine aynı şeyi yaptılar. Hışımla kapısının önüne çıktı ve Kureyşliler`e seslendi: “Ey Abd Menaf`ın çocukları! Sizin himayeniz böyle midir?” O arada yine serserinin biri duvarın arkasından başına kum attı. İçeriye kendisini zor atmıştı.
Taif`te Taşlanıyor:
Kendisine Mekke`de yaşama şansı tanımayacaklardı, bunu anlamıştı. Bu lanetli kenti terketmesi gerekiyordu. Ama nereye? İlk aklına gelen; Kureyşliler`in de mal ve mülklerinin olduğu bir dağ kenti olan zengin Taif kenti oldu. Evlatlığı Zeyd ile oraya gitti. Taif`in yönetimini elinde bulunduran Hakif Ailesi`nin üç oğluyla görüştü. Orada on gün kaldı. Düşüncelerini onlara anlatmaya çalıştı. Sonuçta bu kardeşler: “Allah senden başkasını bulamadı mı?” diye alay ettiler ve insanlara para vererek O`nu taşlattırdılar. Orada bulunan Kureyşliler`in Abd Şems soyundan iki kardeşin bahçesine kendisini zor attı. Bu iki Kureyşli de Muhammed`e karşıydılar ama bir Kureyşli`nin saldırıya uğramasını kendilerine yediremezlerdi. Muhammed, gerçekten çok onur kırıcı bir duruma düşmüştü. Sinir krizleri geçiriyordu.
Mekke`ye döndüğünde Kureyşliler, Muhammed’i kente sokmadılar. Ebu Bekir, Ömer, Hamza gibi fanatik yiğitleri bile O’nu koruyamıyorlardı. Durum gerçekten de çok kritikti. Hala güvendiği bazı Kureyşliler`e haber uçurarak kendisini koruma altına almalarını istedi. Mutim İbn Adi adındaki bir Kureyşli, aşiret dayanışması duygularıyla, ailesinin erkeklerini peşine takarak Muhammed`i kente sokup O`nu korumasına aldığını bildirdi.
Muhammed Yedi Kat Yükseğe, Allah`la Görüşmeye Gidiyor:
Bütün bunlar olurken Muhammed, bir gün ortadan kayboldu. Gece evine gelmedi. Sabah olduğunda müminleri O`nu aramaya çıktılar. En sonunda O`nu amcası Ebu Talib`in dul kalmış kızı Ümmü Hani`nin evinde buldular.
Şimdiki çocuklara masal olarak anlatılsa, çocukların; bu herhalde bir fıkradır diye gülmekten kırılacağı, hayal ürünü bir olay anlatmaya başladı. Gerçekten de böyle bir mucizeye gereksinimi vardı Muhammed`in. Düşüncesindekileri yaşama geçiremiyordu. Çok az kişiyi örgütleyebilmişti. Her taraftan baskılar artıyordu. Dinden dönenler bile vardı. Müslümanlar bile artık ondan bir mucize göstermesini istiyorlardı. Muhammed`in anlattığı Cennet, Cehennem ve diğer kavramlardan kuşku duyuyorlardı.
Ve o gün Muhammed, oracıkta bombasını patlattı… Gerisini kahramanımızdan dinleyelim: “Dün gece Cebrail yanıma geldi. Göğsümü bogaz çukurumdan, kıl biten yere değin yardı. Sonra kalbimi çıkardı. Sonra içi iman dolu altın bir leğen getirdi. Kalbimi zemzem suyuyla yıkadıktan sonra, o altın leğende olan imanı kalbime boşalttı. Kalbim iman ve hikmetle dolduruldu. Sonra kapatıldı; eski durumuna getirildikten sonra mühürlendi…”
Kalbin, duyu ve bilgi merkezi sanıldığı bu dönemde, Cebrail tarafından; yoldaşı Muhammed`e yapılan bu açık kalp ameliyatının basarıyla sonuçlanmasından sonra, Muhammed`in anlatımı sürüyor. Muhammed`in anlatımının sizi sıkacağını düşündüğümden devamını özetle size aktarmaya çalışayım:
Yine kahramanımızın anlattıklarına göre; daha sonra Cebrail, eşekten büyük, katırdan küçük; adına Burak denilen, Cennet`ten ısmarlama bir hayvan getiriyor. Muhammed; bu hayvana binerek, yanındaki refakatçısı Cebrail`le birlikte, aynı gece Mescid-i Aksa`ya (Kudus) gelirler. Bu hayvancık o kadar hızlı gidermiş ki; gözünün görebildiği yere kadar ön ayaklarını uzatıp öyle dörtnala gidermiş. Kudüs`e geldiklerinde Allah; yolcularımıza bir merdiven indiriyor. Bu merdivenle göğün ilk katına ulaştıklarında, kat bekçisi melek sesleniyor:
– Kim O?
– Benim, Cebrail.
– Ya yanındaki?
– Muhammed
-Demek O. Göğe çıkmak için vahiy ve miraç çağrısı gönderildi mi O`na?
-Evet.
Bunun üzerine bekçi melek, göğün birinci katının kapısını açar ve Muhammed`i selamlar:
-Selam! Ne iyi, ne güzel yolcudur bu gelen kişi!
Birinci katın içine girdiklerinde, Muhammed bir de ne görsün; bir adam. Durmadan, deliler gibi bir sağına bir soluna bakıyor. Sağına bakınca gülüyor, soluna bakınca ağlıyor. Muhammed merak ediyor ve yoldaşına soruyor:
– Yahu Cebrail, kim bu adam?
– Bu Hz. Adem. Sağına baktığında Cennet`teki çocuklarına bakıp sevincinden gülüyor, soluna baktığında ise Cehennem`deki çocuklarını görüp üzüntüsünden ağlıyor.
Yolcularımızın yukarı doğru yolculuğu sürüyor. Allah`ın sarayına kadar gök, kat kat yedi kat olduğu ve bu katlar da çok sıkı biçimde korunduğu için, her kat yukarı cıktıklarında; o kata girmeden önce, o katın bekçiliğini yapan meleğe kendilerini tanıtıp giriş vizesi almaları gerekiyor. İkinci katta Yahya, üçüncü katta Yusuf, dördüncü katta İsa, beşinci katta Harun, altıncı katta Musa ve en üst katta da atası İbrahim bulunuyormuş. İbrahim`le tanışma faslı bitince Cebrail; bundan sonrasının Allah`ın sarayı olduğunu söyleyerek, bundan sonrasını gitmeye yetkisi olmadığını belirterek Muhammed`e bundan sonra eşlik edemeyeceğini bildirir. İste burada; Türkçesi “En son sınırdaki kiraz ağacı” demek olan Sidretü-l Münteha denen ağacın yanında Cennet ve Cehennem`i görür.
Necm (Yıldız) Suresi 13- 15:
Şüphesiz, Muhammed O`nu bir kere daha “Sidretü-l Münteha” denilen bir yerde gördü. Cennetü`l- Meva da Sidretü-l Münteha`nın yanındadır.
Bu büyük kiraz ağacından sonra Allah, yolcumuzu yukarı, kendi sarayına çıkarmak için bir “Refref” yani bizim anlayacağımız; bir döşek gönderiyor. Ama bu döşek bizim bildiğimiz döşeklerden değil, döşeklerin uçan cinsinden. Muhammed, bu uçan döşeğe binerek, Arş-ı Ala`ya yani Allah`ın Sarayı`na gider. Burada Allah, Muhammed`e:
– Sana ve ümmetine elli vakit namaz farz kılıyorum.
Elli vakit namaz emrini alan Muhammed, yine bu döşekle, üzüntülü bir şekilde Cebrail`in kendisini beklediği aşagı kata iner. Cebrail ile dönüş yolculuğu başlar. Altıncı kata geldiklerinde Muhammed`in bu üzüntülü ve dalgın halini gören Musa, Muhammed`e sorar:
– Ne yaptın?
– Bana ve ümmetime elli vakit namaz farz kılındı.
– Ben insanları senden daha iyi tanırım. İsrailoğulları`yla çok uğraştım. Senin ümmetin kesinlikle elli vakit namazı kaldıramaz.
– Peki ne yapayım?
– Git Allah`a yalvar, sayısını düşürsün.
Bu öneri üzerine Muhammed, yeniden Allah`in huzuruna çıkar ve O`ndan namaz vakitlerini düşürmesini ister. Bunun üzerine Allah:
– Oldu o zaman, kırk vakit olsun.
Tekrar Musa`nın yanına gelince; Musa sorar:
– Ne oldu? Düşürdü mü?
– Evet, kırk yaptı.
– Kirk da çok. Git yalvar, daha da düşürsün.
Sözü uzatmayalım. Muhammed, yeniden Allah`ın yanına varır; yalvarır, yakarır. Allah otuz vakite düşürür. Musa yine çok bulur ve yine Muhammed`i dönderir. Bu git, geller sonucunda Allah, beş vakite indirir. Musa, bunu da çok bulduysa da Muhammed, artık yüzü olmadığını söyleyerek geri döner…
İsra (Gece Yolculuğu) Suresi 1:
Kulu Muhammed`i geceleyin, delillerini göstermek için, Mescid-i Haram`dan (Kabe), çevresini mübarek kıldıgımız Mescid-i Aksa`ya (Kudus`teki ünlü mescid) götüren Allah, eksik sıfatlardan münezzehtir…
Putatapanların eline büyük bir koz geçmişti. Gerçek yaşamda böyle bir şey olabilir miydi? Müminlere: “İşte bakın, peşinde koştuğunuz adamın haline. O bir deli ya da büyülenmiş biri” dediler. Muhammed`in yanıtı şöyleydi.
İsra (Gece Yolculuğu) Suresi 47:
Biz, onların seni dinlerken nasıl dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırken de o zalimlerin: “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dediklerini gayet iyi biliriz.
Müminler de inanmakta güçlük çektiler.Belki de bu bir rüyaydı. Ama Muhammed, bunun gerçekten yaşanmış bir olay olduğunu ileri sürmekte ısrar edince Ebu Bekir ve Ömer`in müslümanlara sert çıkmaları, onları inandırmak zorunda bıraktırmıştı.
Sevde İle Evliliği:
Dul kalan kahramanımız, Sevde adında Hrıstiyan bir kocadan dul kalmış, yaşlıca ve şişmanca bir kadınla evlendi. Bu evliliğe yalnizca; Sevde`nin, Muhammed`in çocuklarına ve ev işlerine bakması gözüyle bakılmıştı. Yoksa bu kadıncağızın; söylenenlere bakılırsa, elli erkeğin cinsel gücüne sahip, şehvetli peygamberin arzularını doyuracağı hiçbir yönü yoktu.
Altı Yaşındaki Ayşe`yle Nişanı:
Muhammed`i çok iyi tanıyan Ebu Bekir, O`nunla akraba olmak istiyordu. Ne var ki kızı Ayşe henüz çok küçüktü; altı yaşındaydı. Yine de düşüncesini müstakbel damadına açtı. Muhammed daha önce Ayşe`yi görmüştü. Henüz küçüktü ama güzel bir kızdı. Muhammed, Ebu Bekir`in önerisini hiç düşünmeden kabul etti. Şimdilik nişanlandılar. Ayşe ergenlik çağına girer girmez de hemencecik gerdeğe girecekler ve evleneceklerdi
MEDİNE’YE GÖÇ VE MEDİNE ARAP DEVLETİ’NİN KURUL
Müminlere yapılan baskılar sürerken, Muhammed de bu arada kaçacağı yeri arıyordu. Taif`te hüsrana uğrayan Muhammed`in Yetrib`den başka şansı kalmamişti. (Yetrib) Medine’ den mal getiren “Hanif” (Tek tanrıyı arayanlar)leri örgütlemeye koyuldu. Kuracağı büyük devletin çekiciliğini onlara da anlatıyordu. Zaten Mekke`li Kureyşliler`den nefret eden Medineliler, Kureyşliler`den baskı gören bu Kureyşli`yi destekleyerek ellerine büyük bir koz geçireceklerini düşündüler. Hem bu yolla belki de sürekli gıpta ile baktıkları, Kabe`nin muazzam gelirlerini ele geçirebilirlerdi. Bu çekici düşüncelerle örgütlediği altı kişiyi Medine`de toplantılar düzenlemek için görevlendirdi.
Gizli Yapılan Akabe Toplantıları:
İki yıllık bir çalışmadan sonra bu altı kişiye altı kişi daha katılmıştı. Mekke`ye bir kaç kilometre uzaklıktaki ”Akabe” denen yerde bu oniki kişiyle gizli bir toplantı yapıldı. Bu kişilerin başına Mekke`li bilge ve Kuran`ı iyi bilen Musab İbn Ümeyr`i verilerek yeniden Medine`ye örgütlenmeye gönderildiler. 622 Yılı`nın Haziran ayında, tarihe ”İkinci Akabe Toplantısı” olarak geçecek aynı yerdeki ikinci gizli toplantıya Medine`den yetmişbeş kişi katıldı. Burada, Medineliler`le, Peygamber arasında bir anlaşma yapıldı ve Medineliler O`na biat ettiler. O`nu koruyacaklarına dair söz verdiler. O tek söz sahibi olacaktı. Burada ayrıca Medine`ye göç kararı alındı.
Medine`ye Hicret (Göç):
Ve göç başladı. Üç ay boyunca, kadınlı çocuklu sayıları ikiyüz kişiyi geçmeyen Müminler, küçük topluluklar halinde Medine`ye göç ediyorlardı. Bazıları ise Medine`ye göç kararını benimsemediler. Muhammed, göçün organizasyonuyla bizzat ilgileniyordu. Göçmek istemeyenleri ikna etmeye çalışıyor, hatta bunlara sert davranıyordu. Bütün bunlara karşın, bazı müminler Mekke`de kalmayı yeğlediler.
Göçecek bütün müminler gittikten sonra Ebu Bekir ve Muhammed de yola cıktılar. Mekkeliler`in korkusundan, Medine`ye dolaşık yoldan gitmeyi seçtiler. Mekke`ye yakın bir mağarada üç gün saklandılar. Milat`tan Sonra 24 Eylül 622 öğle vakti Medine`ye ulaştılar. “Hicret” yani, göç tamamlanmıştı. 16 Temmuz 622; göçün baslangıcı, müslümanların ay takviminin ”Milat”ı kabul edilecek ve sıfır olarak alınacaktı.
Medine`nin Arap ve Yahudi Aşiretleri:
Mekke`nin kuzey-batisina 350 km. uzaklıktaki bu kent çok eski bir yerleşim yeriydi. Sık sık el değiştirmiş bu şehirde Yahudiler çoğunluktaydı. Bunlar üç aşiretten oluşuyordu. Kureyza, Nadir ve Keynuka aşiretleri. Avs ve Hazrec aşiretleri ise Arap nüfusunu oluşturuyorlardı. Bu aşiretler arasındaki çekişme, kavga ve hatta savaşlar sürüp gidiyordu. İnsanlar kendilerini korumak üzere kaleciklere benzeyen surların içinde evlerde yaşıyorlardı. Bunları hurma, palmiye ve diğer ağaçlar çevreliyordu.
Yeraltı suları çok olan bereketli bir vahaydı burası ve tarıma çok elverişliydi. Çok çeşitli ürünler yetiştiriliyordu. Soylar arasındaki kavgalardan bıkmış olan bazı uzak görüşlü insanlar Mekke`de, nefret ettikleri Kureyşliler`e kafa tutmuş, Allah`la konusan bu Kureyşli peygamberi, kendileri için hem bir birleştirici güç hem de Kureyşliler`e karşı bir silah olarak düşünüyorlardı. Tabi kahramanımız da bu çelişkilerin farkındaydı ve bunları kendi leyhine çevirmekte gecikmeyecekti.
Muhammed ve Ebu Bekir`e Büyük Karşılama Töreni:
Ebu Bekir ve Elçi, Medine`ye geldiklerinde büyük bir karşılama töreniyle ağırlandılar. Herkes Muhammed`i konuk etmek istiyordu. O ise kimseyi kırmamak için seçimi devesine bıraktı. Devesinin üstündeydi. Devenin yularını bırakarak istediği yöne gitmesini sağladi. Deve yürüdü ve iki yetim kardeşe ait olan boş bir tarlada durdu. Oraya en yakın evin sahibi Ebu Eyyub Halid İbn Ziyad tarafından konuk edilecekti şimdilik.
İlk Caminin Yapımı:
Devenin durduğu alan, iki kardeşten satın alındı ve burada, ilk cami olacak tapınağın inşasına başlandı. Burası hem de Elçi`nin evi olacaktı. Tabi ki bu ilk mescidin yapımında çalışanlar da yine en yoksullar ve fanatiklerdi. Muhammed`in kibarlik ve gösteriş meraklısı damadı Osman, mescidin yapımını oturduğu yerden, uzaktan seyrederken; Amr İbn Yasir gibi yoksulların sırtına, taşıyamayacağı kadar tuğla yükletiliyordu. Muhammed, Ayşe`yle evcillik oynarken, Ali gibi saf ve yürekten inanmış gençler ise canları çıkana dek çalışıyorlardı. Bu yapı hem tapınak hem Muhammed`in evi hem de bütün toplantılar için kullanılacaktı.
İlk Ezan:
Yapım işi bitirilince, insanları mescide çağırmak için nasıl bir araç kullanılacağı tartışması yapıldı. Bir mümin; “Çan çalalım” dedi. Ömer çanı, Hrıstiyanların kullandığını gerekçe göstererek, benimsemedi. Başka biri; “Boru olsun” dedi. Buna da Yahudilerinki diye karşı çıkıldı. Bazıları “Davulla çağıralım” dedi. Hamza, davul putatapanların yöntemi diye karşı çıktı ve zenci Bilal`e dönerek: “Senin sesin güzel ve gürdür, yukarı çık ve insanları buraya çağır” dedi. Bilal, en yüksek duvara çıkarak, doğaçlama olarak şöyle bağırdı:
Allah en büyüktür,
Ondan başka tapınılacak yoktur.
Muhammed O`nun elçisidir.
Namaza gelin,
Camiye gelin…
Böylece namaza çağrı işi de halledilmiş oldu.
Muhammed`in Ayşe`yle Gerdeğe Girişi:
Muhammed, cami işi biter bitmez henüz dokuz yaşında olan Ayşe`yle gerdeğe girdi. O geceyi Ayşe`den dinleyelim: “Allah`ın Elçisi benimle, ben altı yaşındayken evlendi ve tam dokuz yaşımdayken gerdeğe girdik. Medine`ye gelişimizden sonra bir ay ateşlendim, hasta yattım ve hastalık yüzünden tamamen dökülen saçlarım yeniden uzadı. Bir gün salıncakta sallanırken annem yanıma geldi. Etrafımda yaşıtım arkadaşlarım vardı. Beni çağırdı. Ne istediğimi bilmeden ona koştum. Beni elimden tuttu ve kapının eşiğinde durdu. Bar bar bağırdım, nerdeyse soluğum kesiliyordu. Medine`li kadınların doluştuğu bir eve soktu beni; kadınların hepsi bağrıştılar: “Rahmetin ve talihin bol olsun!” Annem beni onlara teslim etti. Başımı yıkadılar ve beni güzelleştirdiler. Korkmadım, sadece sabah vakti Allah`ın Elçisi`ne teslim ettiklerinde korktum”.
Küçük kıza oyuncaklarını, bebeklerini verdiler. kocası da onunla oyunlar oynuyordu. Yalın bir tören yapılmıştı. Ama Muhammed, zamanını hep onunla oyunlar oynayarak geçiremezdi.
Ensar ve Muhacirun:
Göç edenlerle ilgilenmesi gerekiyordu. Yahudiler ve Medineliler bunlara “Göçenler” anlamında Muhacirun diyorlardı. Mekke`den göçenler ise Medineliler`e “Yardımcı” anlamında Ensar diyorlardı. Muhacirler Medine`de maddi sıkıntı çekiyorlardı. Genellikle ayak işlerinde çalışıyorlardı. Bazen aç yattıkları bile oluyordu. Muhammed ve ailesi bile Medineliler yiyecek getirmedikleri zaman açlık çekiyorlardı. Kuru ve sert bir iklimden nemli bir iklime geldiklerinden, buraya alışmakta güçlük çekiyorlardı. Sık sık hastalanıyorlardı. Bütün bunların dışında, Muhacirler`in sosyal durumu da pek belli değildi. Ayrıca Muhammed`in Medine`deki pozisyonunun da açıklığa kavuşması kaçınılmazdı.

Sahife Antlaşması:
Usta bir politikacı olan Muhammed, Medineliler`le, adına “Sahife” denilen yazılı bir antlaşma yapmayı unutmamıştı. Antlaşmanın maddelerine göre Müminler, Kureyşliler ve Medineliler bir bütün ve diğer topluluklardan ayrıdır. Yahudiler, Müminlere dürüst davrandıkları ve yardım ettikleri sürece Müminlerden sayılacaklardır.Yahudiler ve Müminler omuz omuza çarpıştıkları zaman masrafları bölüşeceklerdir. Birbirlerine yardim edecekler ve her zaman birbirlerine akıl danışacaklardır. Topluluk üyeleri, Hazireti Muhammed`in rızası olmadan savaş hazırlığı yapamazlar ve sefere cıkamazlardı. Putperestler hiçbir şekilde müminlerden uzak duracaklar, müminlere karşı her türlü davranıştan sakınacaklardı. Anlaşmazlık kunularında Allah`a, dolayısıyla Muhammed`e başvurulacaktı. Çünkü Allah herkesten adil ve dikkatlidir. Ayrıca bu antlaşmanın koruyucusudur.

Muhammed`in Muhalifleri Yahudiler:
Muhammed, Medine`ye göçederken belli ki Yahudiler`e çok güveniyordu. Gerçekten de Yahudiler`in; tek tanrı inancını getirmek isteyen bu Kureyşli`ye büyük sempati besledikleri görülüyordu. Zaten Kuran`ın hemen hepsi de Yahudi Masalları kaynaklıydı. Müslümanlar Nuh`un yedi buyruğuna, İbrahim`e ve Musa`ya inanıyorlardı. Yahudiler`in bir çok törelerini de kabul etmişlerdi. Kıbleleri bile Kudüs`tü. Belli ki Yahudiler, Müslümanlar`a yardım ederek aralarında bir fark olmadığını ileri sürerek onları kendi saflarına çekmeyi düşünüyorlardı.
İleri görüşlü bir politikacı olan Muhammed bu tehlikenin farkındaydı. En büyük tehlikenin Yahudiler olduğunu biliyordu ama henüz küçük bir topluluk olan Müslümanlar için hedef, güçlü Yahudi kabileleri olamazdı.

Muhammed`in Muhalifleri Putatapanlar:
Muhammed`e karşı diğer bir muhalefet ise, cılız ama çok tehlikeli olan putperestlerdi. Bunların içinde en tehlikelileri, iki şairdi. Esma Bint Mervan adında bir kadın ile yüz yaşındaki Ebu Afak. Bu iki kişiyi, suikastlerle nasıl katlettiğini ileride görecegiz. Müslümanlar`ın “Yalancı Peygamber” dedikleri kişilerden biri de burada yaşıyordu. Lakabı “Rahip” olan Ebu Emir, Muhammed`in bir sahtekar olduğunu ileri sürerek yüz kadar taraftarıyla, O da tersine, Mekke`ye kaçmış ve Kureyşliler`le bir olmuştu.

Muhammed`in Muhalifi “Bölücü” İbn Übey:
Bunların dışında muhalif bir kişiligin özel durumu çok ilginçti. Abdullah İbn Übey, Muhammed buraya gelmeden önce Medine Aşiretleri`ni bir araya getirerek, kendisini Medine kralı ilan etmeye hazırlanmış ancak Muhammed buraya gelince bu planını şimdilik erteleyerek Müslüman olmuştu. Herhalde Muhammed`in sürekli dini lider olarak kalacağını düsunerek, O`nu da bu ideali için kullanmayı düşünmüştü. Yahudiler dahil, Medine`deki aşiretler üzerinde büyük bir etkisi vardı. Bu yüzden müslümanlığa çok büyük katkısı olmasına rağmen; Muhammed`in sadece bir ruhani lider değil de Medine`nin yönetiminde de tek söz sahibi olmak istemesinden dolayı, çoğu zaman karşı karşıya geleceklerdi.
Türkçe tam karşılığı “Bölücü” demek olan “Münafık” sözcüğü, dıştan müslümanlığı kabul etmiş ancak özde benimsememiş kişiler için ilk defa İbn Übey için kullanılacaktı. Münafık sözcüğü aynı zamanda ”Dönek” anlamına da geliyordu.

Göcenlerin Maddi Durumu:
Bütün bu muhalefetle uğraşmaktan, daha yaşamsal bir sorun vardı. O da, daha önce de değindigimiz gibi ekonomik sorundu.Göçen müminlerin hiçbir geliri yoktu. Zengin Muhammed bile onun bunun getirdiği yiyeceklerle yaşamını sürdürüyordu. Müminler, Yahudiler`den faizle aldıkları borçlar altında eziliyorlardı. Bu tehlikenin farkına varan Muhammed, “Riba” denilen faizi yasakladı. Zaten Tevrat`ta da bulunan faiz yasağını Yahudiler`e bir daha anımsatıyordu. Tabi ki Allah kanalıyla.

Bakara (İnek) Suresi 275:
Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların: “Alışveriş de aynı faiz gibidir” demelerindendir. Halbu ki Allah, alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır.

Muhammed Harami Başı Oluyor:
Ama faizi yasaklamak, sorunu çözmüyordu. Gelir getiren birşey yapılmalıydı. En pratik ve sermaye istemeyen “İş” ise, bir Arap geleneği olan “Gaza”, yani kervanlara yapılan baskınlardı. Muhammed`in hedefi ise belliydi: Zengin Kureyş kervanları. Böylelikle olay, hem de politik bir duruma bürünüyordu. Müminler hem kendilerine doğdukları topraklarda yaşama şansı tanımayan Kureyşliler`den öc alıyorlar hem de geçimlerini böyle sağlayacaklardı.
İlk saldırılar küçük çaplıydı. Muhammed`in adamlari kücük kervanlara saldiriyorlardi. Kervanlar eğer kalabalıklarsa hücum edilmiyor, büyük çatışmalardan, özellikle de kan dökmekten kaçınıyorlardı. Zamanla bu baskınlardan elde edilen ganimetlerin çekiciliği görününce, Medine`li gönüllüler bile topluluklar halinde müminlerin tarafında gazalara katıldılar.

Muhammed Haram Ayda İlk Kanı Döktü:
624 yılının Ocak Ayı`nda, Göç`ten 15 ay sonra ilk kan döküldü. Muhammed, Abdullah İbn Ceyş`in kumandasına dokuz kişi verip, onları, Taif`ten Mekke`ye giden kervana saldırmaya yolladı. Kervanı, Nahla`da kıstırdılar. Kervanı götüren dört kişiden ikisi esir edildi, biri öldürüldü, diğeri ise kaçmayı başardı. Ele geçen yüklüce ganimetle, tantanalı bir tören eşliğinde Medine`ye geldiler.
Ancak bu saldırı, Arap putperestliğinde savaşın ve kan dökmenin yasak olduğu kutsal bir ay olan Recep ayında yapılmıştı. Muhammed, şimdilik nasıl davranacağını bilmediği için bir süre ganimete hiç dokunmadı.

Cihad`a Çağıran İlk Ayetler:
Daha sonra; putperestlerin Recep ayının kutsal oldugunu kabul eden Allah, şöyle bir bahane bularak olaya çözüm getirecekti. Öncelikle bu baskınlara adam katılımını arttırmak için ayetler,
Bakara (İnek) Suresi 190-191,193:
Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın…
Onları yakaladığıniz yerde öldürün…
Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah`ın oluncaya kadar onlarla çarpışın…

Bakara (İnek )Suresi 216:
Hoşunuza gitmemekle birlikte savaş,size farz kılındı.

Allah Putataparların Kutsal Ayını Kabul Ediyor:
Ve kutsal ayda kan dökmeyi gerektiren istisna.

Bakara (İnek)Suresi 217:
Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Ama Allah yolundan alıkoymak, O`na ve Mescid-i Haram`a
(Kabe`ye) nankörlük etmek, ora halkını yerinden çıkarmak, Allah katında
daha büyük bir günahtır. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.

Ganimetin Beşte Birini Kendine Alıyor:
Sonra da ganimetin beşte birini kendine ayırarak, kalanı gazaya katılanlar arasında eşit şekilde bölüştürdü. İki Mekkeli esir, aileleri tarafından kişi başına verilen 1600 dirhem karşılığı özgür bırakıldı.

Kuran Medine Arap Devleti`nin Resmi Gazetesine Dönüşüyor:
Artık yavaş yavaş Medine Devleti`nin çekirdeği oluşuyordu. Gelen ayetler genelde, hüküm içeriyor ve yeni toplumun yasaları oluyorlardı. Yukarıdaki ayetlerle silahlı gücünü yapılandırmaya çalışan Muhammed, toplum yaşamını oluşturan töreleri de kanunlaştırmaya başlamıştı.

Kıble Değişiyor:
Öncelikle Yahudi, Hrıstiyan ve putperestlerle kendi dini arasında kesin sınırlar koyması gerekiyordu. Ömer`in tavsiyesiyle; önce, namaz kılarken yönlerini döndükleri kıbleyi değiştirdi.Önceleri Kudüs olan kıble artık Kabe oldu.

Bakara (İnek) Suresi 150:
Her nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram (Kabe) tarafına çevir. Nerede olursanız olun yüzünüzü onun tarafına çevirin ki ,insanların,
aleyhinize bir delili olmasın…

Domuz Hariç, Bütün Yiyecek Yasaklarını Kaldırıyor:
Yürürlükte olan bütün yiyecek yasaklarını kaldırıyordu. Ancak kesilen hayvan yalnız Allah adı anılarak kesilmeliydi. Yalnızca Yahudiler`de de yasak olan domuz etini yasaklıyordu.

Bakara (İnek) Suresi 173:
Şüphesiz ki Allah, size leşi ,kanı ,domuz etini, bir de Allah`tan başkası adına kesilenleri haram kıldı.
Putatapanların, deveyle ilgili inançlarına kadar bazı gelenekler de uygulamadan kaldırılıyordu.

Maide (Sofra) Suresi 103:
Allah, Bahire (putatapanların, beşinci kez doğurduğunun dişi olması halinde kulağının çentinlenilerek binilmesi ve sütü sağılması yasak deve), Saibe (Dileği kabul olan bir kimsenin putlara adadığı deve. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı), Vesile (Birisi erkek birisi dişi olmak üzere, ikiz doğuran devenin yavruları, dişinin hatırı için erkek de kesilmezdi), Ham (Bir erkek devenin soyundan on döl alınınca o deve kutal sayılıp özgür bırakılır ve kesilmezdi) diye bir şey yapmamıştır. Ama kafirler Allah’ a yalan iftira etmektedirler. Çokları da akıllarını kullanamazlar.

Kumar ve Şarap Yasağının Nedenleri:
Putperestlikle ilgili olan “Meysir” isimli kumar oynunu ve Hrıstiyanlıkla ilgisi olan şarabı da yasakladı.

Bakara (İnek) Suresi 219:
Sana şarabı ve kumarı sorarlar. De ki:”Bu ikisinde büyük günah vardır.
İnsanlar için yararlar da vardır. Ama onların kötülüğü yararlarından daha
büyüktür…”

İslam`ın Vergisi Zekat Kanunlaşıyor:
Bir tür vergi olan zekatı da kanunlaştırdı.

Bakara (İnek) Suresi 110:
Namazı kılın, zekatı verin…

Kendince ceza hukukuyla ilgili maddeler de koyuyordu.

Kisas; Öldüren Öldürülür:

Bakara(İnek) Suresi 178:
Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas, size farz kılındı.
Hüre hür; köleye köle; kadına kadın, kisas yapılır…
Miras hukukuyla ilgili maddeler de vardı.

Bakara (İnek) Suresi 180:
Sizden birine ölüm geldiği zaman eğer geride mal bırakıyorsa, ana babaya ve akrabalara uygun bir şekilde vasiyette bulunmanız, size farz kılındı…

Allah Yanılabilir mi?
Muhammed dilediğinde yasaları değiştirebilmek için “Anayasa” ya şöyle bir hüküm de koyuyordu.

Bakara (İnek) Suresi 106:
Biz bir ayetin hükmünü kaldırır veya onu unutturursak daha iyisini veya
aynısını getiririz…

Müslüman Biri Başka Bir Dinden Olanla Evlenemez:
Evlilik ile ilgili maddelerde bir müslümanın başka bir dinden kişiyle evlenmesi yasaklanıyordu.

Bakara (İnek) Suresi 221:
İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mümin bir cariye, hür olan
müşrik bir kadından daha hayırlıdır…Müşrik erkekleri de iman etmedikçe,
mümin kadınlarla evlendirmeyin…

Boşanma ve Hülle Evliliğine Neden Olan Kanun:
Boşanmayla ilgili hükümler, daha sonraları müslümanların başına bela olacaktı.

Bakara (İnek) Suresi 229-230:
Boşanma iki defadır…
Eğer erkek, bu iki boşanmadan sonra kadını bir daha boşarsa, kadın başka bir erkekle evlenmedikçe kendisine helal olmaz…
Evlilik ile diğer kanunlar Bakara Suresi’ nin devam eden ayetlerinde Anayasa’ ya kondu.

Yahudiler`den Ayrı Bir Din:
Yeni bir din ve yaşam biçimi getiren Muhammed, dediğimiz gibi Yahudiler`den kendisini ayırmaya büyük özen gösteriyordu. Kutsal gün artık Cumartesi değil, Cuma idi. Önceleri saçlarını Yahudiler gibi tararken şimdi putperestler gibi yapmıştı.

Bütün Yahudi Kralları ve Peygamberleri Müslümanmış:
Tevrat`ta geçen bütün Yahudi kralları ve peygamberlerinin hepsi müslümanlardı.

Bakara (İnek) Suresi 140:
Yoksa siz; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları Yahudi yahut
Hrıstiyandı mı diyorsunuz? Söyle onlara: “Siz mi daha bilgilisiniz yoksa
Allah mı?…
Oruç ise artık Kuran`ın inmeye başladığı ay olan Ramazan`da tutulacaktı.

Bakara (İnek) Suresi 183- 185:
Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizin üzerinize de Allah’ a karşı gelmekten sakınasınız diye sayılı günler olarak oruç farz kılındı…
O sayılı günler, Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kuran, bu ayda indirildi.
Böylece Muhammed, Yahudiler`e savaş açmıştı ama bu, henüz soğuk bir savaştı. Vakit daha erkendi ve onlara şimdilik gereksinimi vardı. Şimdilik düşman Mekkeliler`di.

Bedir Savaşı:
Kureyşliler, Muhammed var oldukça ticaretlerinin tehlikede olduğunu anlamışlardı. “Muhammed ve Haramileri” kervanlarını rahat bırakmıyorlardı. Onun için, önlem almaları gerekiyordu. Nahla baskınından iki ay sonra, Mart 624 tarihinde, hemen hemen Mekke`li bütün tüccarların mallarının bulunduğu çok zengin bir kervan Şam`dan Mekke`ye doğru yola çıkmıştı. Kervan gerçekten çok zengindi. Değeri 50.000 dinardı. Kervana, Kureyşliler`in Abd Şems ailesinden çok zeki ve kurnaz biri olduğunu ileride göreceğimiz Ebu Sufyan başkanlık ediyordu. Ebu Sufyan, Muhammed`in bu kervana baskın vereceğini öğrenmiş, Mekkeli tüccarlara haber
vermişti. Muhammed ise kervanın zenginliğini anlatarak baskına katmak üzere adam ayarlıyordu. Sonuçta 300 kişilik bir güç haziırlandı. Bunlardan yalnızca 70-80 kişi Mekke`den göç eden müminlerdi. Diğerleri, ganimetten pay almak için gelen Medineli gönüllülerdi.
Ebu Sufyan`in haberini alan Ebu Cehl, 900 kişilik bir ordu hazırlayarak yola çıktı. Muhammed`in, bu koruma gücünden haberi yoktu. O; kervanın, develerini sulaması için mutlaka Bedir kuyularına geleceğini bildiğinden, bu kuyulara yakın bir yerde pusuda bekliyordu. Ebu Süfyan ise Muhammed`in bu tuzağı yapabileceğini düşündügünden ve Mekkeliler`e güvenmediğinden susuzluğu göze alarak, bu kuyulara uzak bir yoldan Mekke topraklarına girdi. Kervan artık kurtulmuştu. Ebu Süfyan destek ordusuna haber gönderip kervanın artık güvende olduğunu bildirdi. Bu haber gelince ordunun çogu Mekke´ye geri dönmeyi yeğledi. Kervanı korumak için gelmişlerdi.O da Mekke`ye güvenli bir şekilde girdiğine göre yapacakları bir iş kalmamıştı.
Ama Ebu Cehl, hazır böyle bir güç toplamışken Muhammed`e haddini bildirmek istiyordu. Ancak Muhammed`in büyük bir kuvveti olduğundan habersizdi. Olsa olsa 50-60 kişilik bir baskın grubuydular. Büyük tartışmalardan sonra 300 kişi Mekke`ye geri döndü. Ebu Cehl kalan 600 kişiyle Bedir kuyularına doğru yola çıktı. Muhammed ise bu yardım ordusundan habersiz, Bedir kuyularının yakınında pusu kurmuş, kervanı bekliyordu. O bölgede tesadüfen yakaladığı bir sucudan durumu öğrendi. Hemen kuyulara doğru yoneldi ve Ebu Cehl`den önce yetişti. Bir yardımcısının önerisi üzerine, bütün kuyuları kapattırdı. Kalan tek bir kuyunun çevresine de kuvvetlerini yerleştirdi.
Savaş büyük bir kargaşalık içinde başladı. Mekkeliler arasında bir düzen yoktu. Her aşiret kendi bildiği gibi saldırıyordu. Muhammed`in ordusu ise düzenli savaşıyordu. O devirde gelenek olduğu üzere, teke tek dövüşlerde Hamza ve Ali gibi usta kılıçlar sayesinde üstünlük sağlamışlardı. Mekkeliler`i ok atışlarıyla bunaltıyorlardı. Sabah olduğunda Mekkeliler yüzlerini doğuya vermişlerdi. Bu onlara ayrıca bir dezavantaj sağlıyordu. Muhammed geri hatlarda bir çadırda kalıyordu. Surekli dua ediyor, heycanlı ve tedirgindi. Bir ara çadırından çıktı. Artık son vuruş vurulmalıydı. Eline bir avuç kum alarak düşmanın olduğu tarafa savurdu: “Kötülük yağsın üzerinize” ve şöyle bağırdı: “Muhammed`in ruhunun yüce sahibi büyük Allah adına konuşuyorum: Bu gün gerilemeyen, dövüşün çilelerine göğüs geren her savaşcı, eğer ölürse doğrudan doğruya Cennet`e gidecektir”.
Bunu duyan müminler düşman hatlarına daldılar. Mekkeliler, bu saldırıyı beklemiyorlardı. Sayıca üstün olduklarından, onların kaçacaklarını düşünüyorlardı. Saldıran bu Mekkeli müminlerin çoğuyla aralarında kan bağlılıkları olduğundan bunları öldürmek istemiyorlardı. Öğle üzeri, susuzluğun da etkisiyle savaş alanını terk etmeye başladılar. 70`e yakın ölü vermişlerdi. Bir o kadarı da esir olmuştu. Ölülerin arasında Muhammed’ın amcası Ebu Cehl ve Utba İbn Rabia gibi şefler de vardı. Muhammed taraftarlarının kaybı ise yalnızca 15 kişiydi. Savaştan elde edilen gelir sanıldığından daha çoktu. Gerçi kervanın yarısı kadardı ama yine de müthiş bir ganimetti.

Muhammed İki Savaş Esirini Katlediyor:
Muhammed, ganimetin beşte birini kendine ayırdıktan sonra kalanını, savaşa katılanlar arasında bölüştürdü. Ömer eldeki esirlerin hemen oracıkta öldürülmesini istedi. Muhammed ise fidye ile serbest bırakılması düşüncesindeydi. Fidye tutarı 1000 ile 4000 dinar arasında değişiyordu. Fidyesi verilmeyen öldürülecekti. Ancak Muhammed, hemen oracıkta iki kişiye hiç acımadı. Bunlar, eski kitaplar hakkındaki bilgilerine dayanarak Muhammed`e, Mekke`deyken güç sorular sormuşlar ve onunla alay etmişlerdi. İki esir yalvarıyordu; “Ey Muhammed, çoluk çocuğumuza kim bakacak?” Muhammed: “Cehennem” dedi ve öldürttü…

Muhammed`in Ganimetlerdeki Payı Kanunlaştı: Beşte Bir
Daha sonra, ganimetin beşte birinin Muhammed`in olduğunu yasalaştıran ayet indi.

Enfal (Ganimet) Suresi 1:
Sana ganimetlerden soruyorlar. De ki:”Ganimetler, Allah`ın ve
Resulünündür. Eğer gerçek müminler iseniz, Allah`tan korkun, aranızı
düzeltin, Allah`a ve Resulü`ne itaat edin.
Muhammed, bu yengiyle yalnızca yüklüce bir ganimet elde etmekle kalmıyordu. Büyük bir politik üstünlük yakalamıştı. Medine`deki yerini sağlamlaştırıyordu. Kuşaklar boyu yenilgi yüzü görmemiş olan, Mekke`yi ve Kabe`yi elinde bulunduran kudretli Kureyşliler`e yenilgiyi tattırmıştı. Bu Kureyşliler, kendi soyuydu ama kendisiyle alay etmişler, O`na baskı yapmışlar ve O´nu Mekke`den kovmuşlardı. Bu yengiyle hem onlardan öc alıyor hem de onlara, artık güçlü olduğunu kantlıyordu. O artık yetim bir aile üyesi değil, temelleri yavaş yavaş yerine oturan Medine İslam Devleti’ nin başkanıydı.

Meğer Allah Savaşmaları İçin Melekler Göndermiş:
Bu yengiyi, Allah`ın sayesinde kazanmıştı. Allah, Muhammed için savaşsınlar diye bin tane melek göndermişti.

Enfal(Ganimet) Suresi 7:
Hatırlayın, Allah o iki zümreden birinin (Kervan ve yardım gücü) sizin
olacağını vaad ediyordu da siz, kuvvetli olmayanın (Kervan) sizin olmasını
istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kafirlerin
kökünü kazımak istiyordu.

“Bütün Parmakları Doğrayın”:

Enfal (Ganimet) Suresi 9 ve 12:
Hani bir zaman Rabbi`nizden yardım dilemiştiniz de, O:”Ben size peşpeşe bin melekle yardım edeceğim” diye dileğinizi kabul etmişti. Bir zaman Rabb`in meleklere şöyle vahyediyordu: “Şüphesiz ben, sizinle beraberim. İman edenleri yerlerinde dayanıklı kılın. Ben yakında inkar edenlerin kalplerine korku salacağım. Siz hemen onların boyunlarını vurun! Ve bütün parmaklarını doğrayın.
Yani Bedir`de müminler değil, melekler savaşmışlardı.

Enfal (Ganimet) Suresi 17:
O kafirleri siz öldürmediniz. Onları Allah öldürdü. Kafirleri attığın zaman
aslında sen atmadın, Allah attı…

Enfal (Ganimet) Suresi 42,43,44:
Hatırlayın o zamanı ki, siz vadinin en yakın tarafında, kervanın süvarileri de, sizin daha aşağınızda idiler…
O zaman Allah, uykunda onları sana az gösteriyordu. Eğer onları sana çok
gösterseydi, başarı elde edemezdiniz ve savaş konusunda aranızda
tartısırdınız…
O gün düşmanla karşılaştığınızda Allah, olması gereken emri yerine getirmek için onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu.

Allah Muhammed`e Savaş Taktikleri Veriyor:
Bu zaferi sonuna kadar kullanmakta kararlıydı. Muhammed galip geldi ya, atıyor da atıyor. Allah müminlere nasıl savaşacakları ile ilgili taktik bile veriyordu.

Enfal (Ganimet) Suresi 15,16:
Ey iman edenler! Savaş için ilerlerken toplu halde kafirlerle karşılaştığınız
zaman sakın onlara arkanızı dönüp kaçmayın. Savaş için bir taktik kullanan veya başka bir birliğe katılmak isteyen hariç, içinizden kim düşmana arkasını dönüp kaçarsa Allah`ın gazabına uğramış olur…

Enfal(Ganimet) Suresi 57,60:
Eğer savaşta onları yakalarsan, arkadakileri dağıtacak bir şekilde cezalandır. Belki ibret alırlar.
Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, onunla Allah`ın düşmanını ve sizin düşmanınızı ve daha bundan başka sizin bilmediğiniz, ama Allah`ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız…

Enfal(Ganimet) Suresi 65:
Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi
çıkarsa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, kafirlerden bin
kişiye galip gelir…
Cihad böylece müslümanların temel ibadeti oluyordu.

Enfal (Ganimet) Suresi 39:
Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle Allah`ın oluncaya dek onlarla savaş.

Muhammed İki Karşıtını Suikastlerle Katlediyor:
Bedir zaferi, Muhammed için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Zafer sarhoşluğu içindeki Muhammed, artık Medine`deki muhalefetin üzerine yürüyebilirdi. İlk hedef diger muhalefete göre daha güçsüz bir topluluk olan putperestlerdi. Kurbanlar ise kendisi hakkında alaycı şiirler yazan şairlerdi. Bunlardan biri Esma Bint Mervan`dı. Muhammed çevresindekilerine sordu: “Mervan kızının zehirli dilinden beni koruyacak kimse yok mu?” Esma`nin aşiretinden olan Ümeyr İbn Adi oradaydı. Bedir Savaşi`na katılmamıştı. Muhammed`e özürünü ve bağlılığını sunmak istiyordu. “Ben varım” dedi. Küçük çocuğu henüz emzik çagında olan Esma çocuklarının koynunda mışıl mışıl uyuyordu. Ümeyr, kılıcını çekti ve Esma`yi delik deşik etti.
Diğer bir sair ise asırlık yaşlı Ebu Afak, yine Bedir Savaşı`na katılmayan Salim İbn Ümeyr tarafından öldürüldü.

Keynukalar Sürgün Ediliyor:
Artık sıra büyük muhalefete, yani Yahudiler`e gelmişti. Peygamber, Medine`deki en güçsüz Yahudi topluluğu olan Keynukaoğulları`nı hedef almıştı. Sayıca çoktular ama savaşçı değillerdi.Çoğunlukla kuyumculuk yaparak geçimlerini sağlıyorlardı. Ancak sıkıştıkları anda 700 savaşçı toplayabilecek güçleri vardı. Muhammed`in, Keynuka Yahudileri`ni seçmesinin nedenlerinden biri de, bunların münafık Abdullah İbn Übey`le işbirliği içinde olmalarıydı. Daha önce de değindigimiz gibi bu kişi, Medine`nin en etkin kişisiydi. Bu kişi Peygamber`e biat etmesine karşın bağımsız davranıyor, Muhammed`e danışmadan iş görüyordu. Her an Muhammed`e ihanet edebilirdi. O da iktidara talipti. Onun için çok tehlikeliydi ve kendisini destekleyen güçleri ortadan kaldırmak gerekiyordu.
O dönem cok yaşanan, sıradan bir kan davası, ilk çatışmanın nedeni oldu. Medine çarsısında dolaşan müslüman bir kadına Yahudinin biri sarkıntılık etmiş, olayı gören bir müslüman,o Yahudiyi öldürmüş, oradaki Yahudiler de bu Müslümani öldürmüşlerdi.
Keynuka Yahudileri korkudan, sığınak niyetine kullandıkları kaleciklerine kapandılar. Medineli dostlarının araya gireceklerini ve bir miktar kan bedeli ödeyerek sorunu çözeceklerini düşünüyorlardı. Ama Muhammed bu olayı bahane ederek hepsini katledecekti. Diğer Yahudi asiretlerinin desteğini alamayan Keynukalar onbeş günlük bir kuşatmanın ardından teslim olmak zorunda kaldılar. İbn Übey araya girdi. Muhammed, canlarını bağışladı ama Medine`den sürgün etti. Kalan evler, topraklar, bahçeler beşte biri Muhammed`e verilmek üzere ganimet olarak müslümanlar arasında bölüştürüldü.

Kureyşliler İntikam Yemini İçiyorlar:
Mekke cephesine ise, yas hakimdi. Başlarını Bedir`de kaybeden Kureyşliler`in başına Ümeyye ailesinden Ebu Süfyan geçmişti. Karısı Hind, Bedir`de babası İbn Rabia`yı, bir oğlunu, kardeşini ve amcasını kaybetmişti. Muhammed`ten, özellikle de babasının katili Hamza’ dan intikam almadan, kocasıyla yatmayacağına ve hiç yıkanmayacağına and içmişti.

Şair Kaab İbn El Eşref: “Ben Muhammed`e Ne Söylesem, Onu Kuran Diye Millete Yutturuyordu:
Ebu Süfyan Mekkeliler’in moralini yüksek tutarak savaşa hazırlıyordu. Bir de çok iyi bir propagandacı şair bulmuştu. Mümin olan Ka`b İbn El-Eşref adlı şair, Muhammed`in Bedir’ de o kadar Kureyş kanı dökmesine çok içerlenerek, Mekke`ye kaçmış oradakileri Muhammed`e karşı kışkırtmaya koyulmuş ve “Ben Muhammed`e ne söylesem, onu Kuran diye millete yutturuyordu” diyordu.
Ebu Süfyan, başarıyla Mekke`ye ulaştırdığı kervandan elde edilen geliri, savaş giderleri için kullanmayı önerdi ve kabul ettirdi. Bedir yenilgisinden tam üç ay sonra, ikiyüz kişilik bir güçle Medine`ye bir vurkaç baskını yaptı. Medine`deki durumu öğrendi. Vahanın girişindeki ekinleri ateşe vererek geri geldi.

Bir Kureyş Kervanını Daha Soyuyor:
Bu arada Kureyşliler, yine Mezopotamya yolundan bir kervan göndermişlerdi. Her ne kadar bu iş çok gizli tutulmuşsa da Muhammed, Mekke`deki istihbaratından bu kervanın haberini almışti bile. Evlatlığı Zeyd İbn Harisa kumandasında yüz kişilik bir gücü kervana baskın vermeye gönderdi. Bedir Savaşı`nın şokuyla yaşayan Mekkeliler çarçabuk dağıldılar. Elde edilen ganimet müthişti:100.000 dirhem değerindeydi. Beşte birini, tabi ki Muhammed kendine ayırdı. İyice zenginleşmişti artık.

Ömer`in Kızı Hafza`yla Evleniyor:
İki ay sonra dördüncü evliliğini yaptı. Bedir Savaşı`nda kocasını kaybeden onsekiz yaşındaki Ömer`in kızı Hafsa`yı aldı. Peygamber, ruhundaki doyumsuzluğu giderecek olanak ve şartlara kavuşmuştu artık. Erkek çocuğu olmamıştı ama oglu yerine koydugu Ali ile evli olan kızı Fatma, Hasan adında bir erkek çocuk doğurmuştu, ikinci çocuğu Hüseyin`e de gebeydi. Soyunu bunların sürdüreceğini düşünüyordu.

Şair Kaab İbn El Eşref Suikasti:
Bu sıralarda Hain şair Ka`b İbn Eşref Medine`ye dönmüş, anne tarafından akrabası olan Yahudi aşireti Nadiroğulları`ndan koruma görüyordu. Muhammed O’nu öldürmek için bir grup görevlendirdi. Bu grubun içinde Ka`b`in süt kardeşi de vardı. Şair`in kellesini koparıp Muhammed`e getirdiler. Artık ne Nadiroğulları ne de başkaları Muhammed`e karşı gelemezlerdi. Çevresindeki gözü pek fanatik müminler, Diktatör`ün özel koruma timi ve polis gücünü temsil ediyorlardı. Böylece bir diktatörün yönetimindeki Medine Arap İslam Devlet’ i kurumlarıyla oluşmaya başlamıştı.

Uhud Savaşı:
Diğer yanda, Kureyşliler ne pahasına olursa olsun öc alacaklardı. Çevredeki aşiretlerle anlaşıldı. Herkes savaşa katkıda bulunuyordu. Esirlere bile silah verildi. Ebu Sufyan`ın karısı Hind, kölesi Vahşi`nin eline mızrak tutuşturup babasının katili Hamza`yı öldürürse onu özgür bırakacağına söz verdi. 3000 savaşçı, 3000 deve ve 200 kişilik süvarı hazırlandı. Ordu, Medine`ye doğru yola çıktı. 21 Mart 625 tarihinde Medine`ye birkaç kilometre yakınındaki Uhud Dağı`na gelmişlerdi. Medine`nin etkin kişileri toplanarak savaşta takınacakları tavrı belirlediler. Savunmada kalacaklardı. Aşiretler kaleciklerine kapanıp savunma savaşı yapacaklardı. Böylece sayıca ne kadar üstün olurlarsa olsunlar Mekkeliler bu kalecikler arasında savaşı kaybetmeye mahkumdular. Ancak bazı ateşli müminler ile genç ve şan şöhret düşkünü kimseler ile ganimet meraklıları beklemek istemiyorlardı. Tarlalarındaki ürünleri Mekkeliler tarafından harap edilişti.
Cuma günü namazdan sonra Muhammed`in evinin önünde, saldırıya geçmek için gösteri yapıldı. Sonunda Muhammed onların isteğini kabul etti. Evlerinden birine girerek zırhını kuşandı. Dışarı çıktı. Kararını vermışti, saldıracaktı. Allah’ın elçisı kararsız olamazdı. Belki de çoktan pişman olmuştu ama artık ok yaydan fırlamıştı. “Er meydanından kaçmak bir peygambere yakışmazdı”. Belki yine Allah, melekler gönderip yardım edecekti. İkindi namazını kıldıktan sonra bin kişilik bir orduyla Uhud yönüne doğru yola çıktı. Yahudiler`den gelen olmamıştı. Cuma akşamı onların dinlenme günüydü. Yolun yarısına gelmişlerdi ki İbn Übey, ihanet bayrağını açıp, Medine Savaş Divanı`nın aldığı ilk karara uygun olarak 300 kişiyle Medine savunma çizgisinde kalmayı yeğledi. Muhammed, yanında kalan 700 kişiyle hava kararınca savunmaya uygun, bazalt kayalıklarına sığındı.
Mekkeliler ile Medineliler arasındaki ovada ise Halid Bin Velid`in kumandasındaki Kureyşliler`in atlıları dolaşıyordu. Savaş, gelenek olduğu üzere teke tek dövüşlerle başladı. Müslümanlar, bu teke tek dövüşlerde üstünlük sağlamışlardı ki kayalarda siperlenmiş ganimet meraklısı okcular savaşı kazandıklarını düşünerek ortaya çıktılar. Bu firsatı değerlendiren Halid Bin Velid`in atlıları müslümanların sol tarafını yararak onları kıskıvrak yakaladılar. Bu, büyük bir paniğe yol açtı. Medine sancağını taşıyan savaşçı Muhammed`in yakınında vuruldu. Onbeş kadar savaşçı, Muhammed`i koruyordu. Hem savaşıp hem de dağa doğru sığınmaya calışıyorlardı.
Muhammed burada ilk kez bizzat savaştı. Ok attı, mızrak kullandı. Atılan bir taş dudağını yardı ve dişi kırıldı. Bir başka vuruşla yanağı ezildi. Kanlar içinde kalmıştı. Bir Kureyşli`nin vuruşuyla yere yuvarlandı ve çukura düştü. Kalabalıkta bir kişi O`nun öldüğünü bağırdı. Panik, daha da büyümüştü. Neyse ki çevresindekilerin yardımıyla Uhud`un eteğindeki kayalıklara sığındı. Müslümanlar büyük bir panikle kaçıyorlardı. Pek çoğu öldürüldü. Hind`in kölesi Vahşi, Muhammed`in amcasi Hamza`yı öldürmüş, görevini yerine getirmişti. Artk özgürdü ve elini kolunu sallayarak savaş alanını, terketti. Hind, Hamza`nın cesedinin üzerine geldi ve bir hançerle göğsünü yararak kalbini çıkardı. Kalbi, ağzına koyup çiğnedi ve nefretle tükürdü.
Savaşı kazanan Kureyşliler, Mekke`ye doğru yöneldiler. Bedir`in öcünü almışlardı. Muhammed ve taraftarları büyük bir bozgun ve hüsrana uğramışlardı. Yüze yakın ölü vermislerdi. Mekkeliler ise yalnızca 20 ölü. Muhammed, korkusundan, o gece saklandığı kayalıklardan çıkamadı. Sabah olduğunda Muhammed, ölen müslümanları kazdırdığı çukurlara gömdü. Kayalıkların arasından kalkan müslümanlar Medine yönüne yöneldiler. Medine`ye ulaşan müslümanlar çabucak toplanarak Mekkeliler`in peşine düştüler. Bu hareket sadece uğradıkları büyük hüsranı gizlemek içindi.Muhammed gerçekten çok kötü bir duruma düşmüştü. Medine`deki muhalefete gün doğmuştu. Bedir`de ileri sürdüğü gibi neden bu kez Allah, melekler gönderip yardim etmemişti? Öyleyse Muhammed`in peygamberliği bir savsatadan oluşuyordu. Öyle olmasa Allah, habibini nasıl böyle onur kırıcı ve aşağılayıcı bir duruma düşürürdü.
İbn Übey ve yandaşları bu bozgunu kendi yararına kullanmakta gecikmediler. Eğer ilk baştaki savunma durumunda kalsalardı bunlar olmayacaktı. Ama Allah bu yenilgiye bir kılıf bulmakta gecikmeyecek ve yenilginin faturasını saldırıya katılmayanlara çıkaracaktı. Önce hüsrana uğramış orduyu teselli etti, Allah.

Al-i İmran (İmran Ailesi) Suresi 139,140:
Gevşekliğe ve kedere düşmeyin. Eğer iman ediyorsanız siz güçlüsünüz.
Eğer yaralanmışsanız, düşmanınız olan topluluk da yaralanmıştır.

Ölenlerin hepsi Cennet’e gitmişti.

Al-i İmran (İmran Ailesi) Suresi 169,170:
Allah yolunda öldürülenleri,sakın ölüler sanmayın. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar.
Allah`ın, kendilerine lütfundan verdiği şeylerle sevinç içindedirler. Geride kalıp kendilerine yetişmeyenlere, onlar için bir korku ve üzüntü olmadığını müjdelerler.
Al-i İmran (İmran Ailesi) Suresi 166-168:
İki topluluğun karşılaştığı o günde size gelen kötülük, Allah`ın izniyledir.
Ve müminleri ortaya çıkarması, münafıkları da belirtmesi içindir. Münafıklara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya kendinizi savunun” dendiği halde şöyle dediler: “Biz, savaşmayı bilseydik size tabi olurduk.” O gün, onlar küfre, imandan daha yakındırlar.
Ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyi söylüyorlar. Allah, onların gizlediklerini çok iyi bilir. Kendileri oturup kaldıkları halde kardeşleri için: “Eğer bize uysalardı ölmezlerdi” dediler. Onlara şöyle de :”Eğer iddanızda doğru iseniz, haydi kendinizden ölümü uzaklaştırın.

Yahudi Nadiroğulları’nın Sürgün Edilmesi:
Allah, böyle bahaneler buladursun; müslümanların tepesinde kara bulutlar dolaşıyordu. Muhalefet, dozunu iyice arttırmıştı. Mekkeliler, Muhammed`e son vuruşu yapmak üzere hazırlanıyorlardı. Yahudiler`in vurdum duymaz tavırları ve O`nun peygamberliği hakkındaki kuşkuları ve soruları Muhammed`i çileden çıkarıyordu.
Bir gün yasanan yine bir kan davası olayı, Muhammed`in Yahudiler`in üzerine gitmesine bahane oldu. Bir müslüman, Emirogulları aşiretinden iki kişiyi öldürmüştü. Yapılan anlaşmaya göre Muhammed bu kişilerin kan bedelini ödemek zorundaydı. Yine anlaşmaya göre kan bedeline katılmaları için Yahudi Nadiroğulları`na gitti. Yanında Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Nadirogulları, aralarında gizli toplanacaklarını söyleyerek, beklemelerini istediler. Bir duvarın dibine oturmuş bekliyorlardı. Birden bire Muhammed, yerinden kalktı ve tuvalete gider gibi yapıp oradan uzaklaştı. Muhammed dönmeyince, yoldaşları tedirgin oldular. O`nu aramaya koyuldular. Sordukları bir kişi, O`nu evine giderken gördüğünü söyledi. Onlar da döndüler ve Muhammed Nadiroğulları`nın kendisini orada öldürmeyi planladıklarını Allah`ın kendisine bildirdiğini söyledi.
Muhammed, Nadirogulları’na haberci göndererek onlara ültimatom verdi: Ölmek istemiyorlarsa on gün içinde Medine`yi terkedecekler. Muhammed`in çok ciddi olduğunu anlayan Nadiroğulları direnmeyeceklerdi ama bölücü İbn Übey onların aklını çeldi. Onları destekleyeceğine söz verdi. Diğer Yahudi aşireti Kureyza ve göçebe müttefiklerine güvenerek sığınaklarına çekildiler. Bunun üzerine Muhammmed, güçlerini üzerlerine gönderdi. Müttefikleri Kureyza ve göçebe müttefikleri Gatafanlar, Nadiroğulları`na yardım etmeyi göze alamadılar.
Muhammed kuşatmaya, Nadiroğulları`na ait hurma ağaçlarını kesmekle başladı. Bu davranış, o çağın Arap törelerine ve ahlak kurallarına bile aykırıydı. Yahudiler kerelerce haykırarak bu katliamı protesto ettiler. Bazı müminler bile bu olayı tasvip etmediler. Ama Allah, bunun kötü bir davranış olmadığını bildirecekti. İki haftalık bu kuşatmadan sonra Yahudiler teslim olmayı, yani sürgünü kabul etmişlerdi. 600 deveye yükleyebildikleri ne varsa yanlarına alıp kuzeye, akrabalarının bulunduğu Hayber`e doğru yola düştüler.

Ganimetin Hepsini Kendi Alıyor:
Elde edilen ganimet yine çok yüklüydü. Bir çok savaş malzemesinden başka Yahudiler`in Bağ, bahçe, tarlaları ve evleri kalmıştı. Bu kez, özel bir kanunu “Resmi Gazete”si Kuran`da yayınlayarak bütün ganimeti kendine ayırmıştı. Medineliler`e ganimetten birşey vermedi.

Haşr (Ölülerin Diriltilip Biraraya Toplanması) Suresi 2-9:
Kitap ehlinden (Yahudiler), inkar edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O`dur (Allah). Oysa siz, onların çıkacaklarını sanmıyordunuz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah`ın azabından koruyacağını sanmışlardı. Ama hiç beklemedikleri bir yerden Allah`ın azabı onları yakalayıverdi. Allah onların kalplerine şiddetli bir korku saldı da evlerini bizzat kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri! Bundan ibret alın. Eğer Allah onları sürüp çıkarmayy yazmamış olsaydı, onlara dünyadayken azap ederdi. Onlar için ahirette cehennem azabı vardir.
Bunun nedeni, Allah`a ve Resulü`ne karşı gelmeleridir. Kim Allah`a karşı gelirse, şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.
Ey Müminler! Kitap ehlinden inkar edenlerin yurtlarındaki hurma agaçlarını kesmeniz veya kökleri üzerinde dikili bırakmanız Allah`ın izniyledir ve Allah`ın emrinden çıkanları rezil etmesi içindir.
Allah`ın, Resulüne ganimet olarak verdiği, kafirlerden geri kalan mallar için, siz ne at ne de deve koşturdunuz. Fakat Allah, peygamberlerini kullarından dilediğine galip getirir. Allah her şeye kadirdir.
Allah`ın, (Fethedilen) şehir halkından ganimet olarak Peygamberi`ne verdiği mallar, Allah`a, Peygamber`e, yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir…
(Bu ganimet mallarında) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış, Allah`ın lütuf ve rızasını isteyen, Allah ve Resulü`ne yardim eden fakir muhacirlerin hakkı vardır…
Daha önce Medine`yi yurt edinip imanı kalplerine yerleştirenler, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler.
Onlara verilen ganimet mallarından dolayı içlerinde hiç bir çekememezlik duymazlar. İhtiyaçları olsa bile, onları kendilerine yeğlerler…
Sureye devamla, İbn Übey gibi bölücülere, diğer Yahudiler ve müttefiklerine göndermeler yapar.

Haşr ( Ölülerin Diriltilip Biraraya Getirilmesi) Suresi 11,12,14:
Görmez misin o münafikları ki, Kitap ehlinden inkar eden kardeşlerine şöyle derler: “Yemin olsun ki, eğer yurdunuzdan çıkarılırsanız, elbette ki sizinle birlikte biz de çıkarız. Sizin aleyhinizde hiç bir kimseye asla itaat etmeyiz. Savaşa tutulursanız mutlaka size yardım ederiz.” Allah onların yalancı olduklarına tanıklık eder.
Yemin olsun ki, eğer Kitap ehli olanlar yurtlarından çıkarılsalar münafıklar onlarla birlikte çıkmazlar. Eğer bir savaşa tutuşsalar onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile mutlaka geri dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.
Onlar, sizinle toplu olarak ancak surlarla çevrilmiş müstahkem yerlerden veya duvarların arkasından savaşabilirler. Onların kendi aralarındaki çekişmeleri pek çetindir. Sen onları birlik beraberlik içinde sanırsın. Halbuki onların kalpleri darmadağınıktır. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan bir toplumdur.

Ümmü Seleme`yle Evleniyor:
Yüklü ganimetleri elde ettikçe bir yandan da kadın almayı ihmal etmiyordu. Bu olaydan sonra, Uhud savaşında kocası Ubeydullah`ı kaybeden, otuz yaşlarında ve yetim çocukları olan Ümmü Seleme Hind ile evlendi. Hicret`in Beşinci Yılı`nda, Haziran 626 Yılı`nda aleyhinde kuvvet hazırlığı yaptıklarını ileri sürdüğü iki aşirete baskın verdi. Buradan da bir sürü genç kızı ganimet olararak Medine`ye getirdi.

Müstalıkoğulları`na Baskın Ve Güzel Cariyecik:
Aralık 626`da kendisine saldırmaya hazırlandıklarını ileri sürdüğü Mustalıkoğulları aşiretine baskın verdi. Kaçan Mustalıkogulları`nı Kızıldeniz`e yakın bir yerde, Mureysi denilen bir kuyunun başında kıstırdı. kısa bir çarpışmadan sonra düşman dağıldı. Elde edilen ganimet yine çok büyüktü. 2000 deve, 5000 davar, 700 esir…Esirler arasında 13 yaşında, güzel mi güzel; güzelliğini, Ayşe`nin bile kıskanacagı Mustalıkoğulları`nın şefi Haris`in kızı Cüveyriye de vardı. Güzel ve soylu “Cariyecik”, Sabit İbn Kays`ın payına düşmüştü. Yeni efendisine fidye ödeyip özgür olmak istediğini söyledi. Sabit O`na, bu isteğini Muhammed`e söylemsini istedi. Kizcağiz, Muhammed`in huzuruna çıktı ve isteğini O´na iletti. Muhammed`in daha iyi bir düşüncesi vardı: “Sabit`e vereceğin fidyeyi ben ödeyim, benim ol.” Cüveyriye bunu sevinçle karşıladı.

Müminler Esir Kadınların Irzına Geçiyor:
Bu evliliğin şerefine, esir alınan bütün kadınlar fidye karşılığı özgür bırakılacaktı ama günlerdir kadın özlemi çeken savaşçılar, en azından o gece esir kadınlarla yatmak istiyorlardı. Bu isteklerini Muhammed`e bildirdiler. O geceyi, o zaman orada bulunan Ebu Said El Hudri şöyle aktarıyor: “Kızları geri verip para kazanmayı elbette istiyorduk ama o gece onları koynumuza alıp rahatlamayı da istiyorduk. Peygamber`e sorduk, azl haliyle (meniyi kadının cinsel organına dökmeden geri çekmek) yetinmemiz şartıyla izin verdi.” O gece müminler esir kadınlarla böyle ilişkiye geçtiler.

Kolye Olayı: Ayşe Safvan`la Yattı mı?
Ancak bu baskının dönüşünde Medineliler`le Mekkeliler arasında ganimetlerden alınan paylar konusunda tartışmalar, kavgalar başlamıştı. Orada bulunan İbn Übey yine topluluğu birbirine karşı kışkırtıyordu. Muhammed ise olayları yatıştırmaya ve duruma hakim olmaya çalışıyordu. Dönüş yolculuğu cok hızlı oluyor, çok az mola veriliyordu ki; son verilen mola yerinde yaşanan bir olay doğrudan Muhammed`in namus ve şerefini ilgilendiren korkunç bir dedikodunun patlamasına neden oldu.
Bu sefere; sevgili karısı, o sıralar 13 yaşında olan Ayşe`yi de yanında getirmişti. Olayı Ayşe`den dinleyelim: “(Son mola yerinde) İhtiyaç dökmek için uzaklaştım. Boynumda zafir tanelerinden bir kolye asılıydı. İhtiyacımı gördüğüm sırada kolye düşmüş. Mola yerine döndüğümde kolyenin olmadığını farkettim. Yola devam etmek için hazırlık yapılıyordu. İlk gittiğim yere döndüm ve kolyeyi buluncaya kadar kumları karıştırıp aradım. Tahteravanımı deveye yükleyen adamlar, yokluğumda gelmişler, semeri vurup tahteravanı bağlamışlar. Beni içeride sanıyorlarmış. Deveyi sürüp götürmüşler. Mola yerine geldiğimde, kimseler kalmamıştı. Harmanime sarındım; yokluğumu görünce gelip beni alırlar diye olduğum yerde bekledim. Beklerken, yanıma Safvan İbn El Muattal Es-Selam geldi. Bilmediğim bir nedenden ötürü gecikmiş, öbürleriyle beraber uyumadığı için arkada kalmıştı. Beni görünce yaklaştı, epey yakınımda durdu. Yüzümüzü örtmediğimiz devirde de beni görmüştü, tanımıştı: “Allah`ın kullarıyız, yine O´nun bağrına sığınacağız; Peygamber`in kadını”. Elbiselerime sımsıkı sarınmıştım. Neden arkada kaldığımı sordu, cevap vermedim. Devesini getirdi ve “Bin deveye” dedi. Deveye bindim, deveyi çekerek yola koyuldu. Hızlı gidiyor, bir an önce kafileye yetişmeye çalışıyordu. Fakat yetişemedik ve yokluğum gün ışıyınca farkedilmiş. O zaman kafile durmuş. Mola yerinde dinlenirken onları bulduk. İste bu yüzden yalancılar yalan söylediler ve ordunun içine nifak soktular. Fakat Allah sayesinde hiç birşey işitmedim.”
Yaşli Peygamber ne yapacağını bilmiyordu, canı çok sıkkındı. Çocuk yaştaki karısını çok seviyordu ama kiskanç ruhu, onun mahsumiyetine inanmıyordu. Acaba Cüveyriye`yi kıskanıp böyle bir hata yapmış olabilir miydi? Çok zor durumdaydı. O`nun kadınları müminlerin anası sayılıyorlardı. Bu olay sıradan bir dedikodu değildi. Milletin ağzını kapatamıyordu. Nasıl oluyor da bir mümin, anasıyla yatabilir diyorlardı. Hemen herkes, Ayşe`nin o adamla yattığına inanıyordu. Babasi Ebu Bekir ve annesi Ümmü Ruman bile kızlarının mahsumiyetinden emin değillerdi. Kıskançlık duygularıyla bir gençlik hatası yapmış olabilirdi.
Ayşe, babasının evine gitmişti. Muhammed ise evinden dışarı çıkmıyordu. Güvendiği kisilere soruyor, akıl danışıyordu ama istediği yanıtı alamıyordu. Kendi oğlu saydiği, aynı zamanda damadı ve soyunun devamı Hasan ile Hüseyin`in babası, amcasi Ebu Talib`in yadigarı Ali`ye sordu. Ali: “Kadın kısmı böyledir, fırsat düştü mü yapar. Gönder gitsin. Sana kadın mı yok, yenisini alırsın”. Ama gönderemezdi Ayşe`yi. O´nu hala seviyordu. Üstelik Ebu Bekir`in kızıydı. Hem diğer müslümanlara ve müslüman olmayanlara ne diyecekti.
Ebu Bekir`in evine gitti. Sinir krizi geçiriyordu. Başının altına bir yastık koydular, üzerine de harmanisini çekti. Terledikçe terliyordu. Allah`ın Kelamı iniyordu. Kriz geçince ayağa kalktı : “Sana iyi haberim var Ayşe” dedi ve Allah`ın verdiği mahsumiyet kararını açıkladı. Önce zina edenlere uygulanacak cezayı açıkladı:

Nur (Işık) Suresi 2:
Zina eden kadınla zina eden erkek…Yüz vuruş vurun her birinin tenlerine… Müminlerden bir topluluk da onların cezalarına şahit olsun.
Daha sonra kadınlara zina iftirası atanlara verilecek olan ceza.

Nur (Işık) Suresi 4:
Namuslu kadınlara zina isnat edip de dört tanık getiremeyenlere seksen değnek vurun. Onların tanıklığını da sonsuza dek kabul etmeyin..
Daha sonra da Ayşe`nin mahsumiyetini açıklayan maddeler.

Nur(Işık) Suresi 11-13:
(Ayse hakında) O uydurma haberi size getirenler, içinizden bir gruptur. Onu kendiniz için bir kötülük saymayın. Aksine o, sizin için bir hayırdır. İftirada bulunanlardan her birinin o günahtan kazandığı vardır. Onların, günahın büyüğünü yönetenine de büyük bir azap vardır.
Onu duyduklarında, erkek ve kadın müminlerin birbirleri için iyi zanda bulunup, “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? O`na dört tanık getirilseydi ya. Madem ki tanık getiremediler, o halde Allah katında tümü yalancıdır.
Ve bu olayla ilgili konusma yasağını içeren madde:

Nur (Işık) Suresi 17:
Allah,eğer gerçek müminlerseniz, böyle bir günaha ebediyen dönmemenizi öğütler.
Bu dedikoduları gündeme getirmekle suçlanan, İbn Übey hariç herkese kırbaç cezası uygulandı. Böylece bu olay kapanmıs gibi görünüyordu ama Ayşe, Ali`nin kendisiyle ilgili sözlerini unutmayacak ve yıllar sonra O´nu bir suikastle öldürtecekti. Ancak bundan ders çıkaran Muhammed bir daha böyle bir dedikoduya neden olmamaları için hem kendi kadınları hem de diğer mümin kadınlara, örtünme ile ilgili çok sert yasalar cıkaracaktı.

Kadınların Sosyal Yaşamını Kıskançlığı Yüzünden Kısıtlıyor:

Nur (Işık) Suresi 31:
Mümin kadınlara söyle, bakışlarını (haramdan) sakınsınlar, edep yerlerini korusunlar. Görünmesi zaruri olanlar dışında, zinnetlerini (erkekleri tahrik edebilcek yerlerini) göstermesinler. Baş örtülerini yakalarının üzerlerine doğru örtsünler. Zinnetlerini(erkekleri tahrik edebilecek yerlerini) , kendi kocalarından veya babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi oğullarından veya kendi kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya kızkardeşlerinin oğullarından veya kadınlardan veya sahip oldukları cariyelerden veya cinsi iktidarı olmayan hizmetçilerden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çagda olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerini başkalarına bildirmek için ayaklarını da vurmasınlar…

Ahzap (Muhammed`e Karşı Hizipler) Suresi 32,33:
Ey Peygamber`in hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi degilsiniz. Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız, konuşurken hoş bir eda ile konuşmayın ki kalplerinde hastalık bulunan kimse tamaha düşmesin…
Evlerinizde oturun. Cahiliye Devri kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılmayın…

Ahzap (Muhammed`e Karşı Hizipler) Suresi 59-61:
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle, dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Tanınıp incinmemeleri için bu çok daha uygun bir yoldur…
İkiyüzlüler, kalplerinde maraz bulunanlar, şehirde çirkin haberler yayanlar; bu yaptıklarına son vermezlerse, elbette seni onların üzerine gitmeye teşvik edeceğiz.
Bundan sonra onlar, orada senin yakınında çok az kalabilirler. Lanetlenmiş hale gelirler. Rastlandıkları yerde enselenir, öldürülür de öldürülürler.
”Resmi Gazete” de, Peygamber’in evlerine nasıl girilmesi gerektiği ile ilgili kararlar da yayınlandı:
Ahzap (Muhammed`e Karşı Hizipler) Suresi 53:
Ey iman edenler! Peygamber`in evlerine, yemeğe buyur edilmeksizin girip de yemek vaktini beklemeyin. Yalnızca buyur edildiğiniz zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Orada sohbete dalmayın. Çünkü bu davranışınız, Peygamber`e eziyet veriyordu. O da size söylemekten çekiniyordu. Ama Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber`in hanımlarından birşey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmak, gerek sizin kalbiniz, gerekse onların kalpleri için daha temizdir. Sizin, Allah`ın Resulü`ne eziyet etmeniz ve ölümünden sonra hanımlarını nikahlamanız ebediyen yasaktır. Şüphesiz ki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır.

Peygamber`in Kadınları Müslümanların Anneleri, Ya Kendisi?
Kıskançlık nöbetlerine girmiş olan yaşlı Peygamber; Yaşlı, çocuk, genç, dul, cariye demeden istediğiyle evlenirken; karılarının, kendisi öldükten sonra bile başkasıyla evlenmesini yasaklıyordu. Neden olarak da bunların, müminlerin anneleri sayılmalarını gösteriyordu.

Ahzab (Muhammed`e Karşı Hizipler) Suresi 6:
…Peygamber`in hanımlari da müminlerin anneleridir…
Eğer böyle bir düşünce vardıysa, öncelikle O`nun kimseyle evlenmemesi gerekirdi. Çünkü herşeyden önce, O müminlerin babası sayılırdı. Bırakın müminleri Muhammed, gelini sayılan; evlatlığı olan Zeyd`in karısı, Cahş`ın kızı Zeynep`e bile aşık olmuştur…

Evlatlığının Karısını Elinden Alıyor:
Bir iş için evlatlığı Zeyd İbn Harisa`nın evine gider. Zeyd evde yoktur. Karısı Zeynep evde yari çıplak yalnızdır. O`nu içeri buyur eder. Oracıkta Zeyneb`e tutulur. İhtimaldir ki, kocasıyla arası iyi olmayan Zeynep de akrabası Muhammed`le evlenmek istiyordu. Muhammed: Şükürler olsun Allahıma ki kalplerimizdekini degiştirebiliyor” dedi ve oradan uzaklaştı. Zeynep, biraz sonra eve gelen kocasına olup biteni anlattı. Zeyd, doğruca, babası sayılan Muhammed`e gitti: “Allah`ın Elçisi, duydum ki evime gelmişsin. İçeri neden girmedin? Anam, babam değil misin? Belki de Zeynep`ten hoşlandın. Öyleyse hemen boşarım O’nu”. Muhammed o anda: “Karını yanında tut, senin olsun” dedi ama Zeyneb`i unutamıyordu. Bir süre sonra da Muhammed`in Zeynep`le evlenmesinde bir sakınca olmadığını, insanların gerekirse evlatlıklarının karılarıyla evlenebileceği, yasa maddesini “Resmi Gazete”de yayınlayarak yürürlüğe koyuyordu.

Muhammed İle Zeyneb`in Nikah Memurluğunu Allah Yapıyor:

Ahzap (Muhammed`e Karşı Hizipler) Suresi 37:
Hani Sen, Allah`ın nimetlendirdiği, senin de lütufta bulunduğun kişiye (Zeyd`e) “Karını yanında tut, Allah`tan kork” diyordun ama, Allah`ın açıklayacağı birseyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun. Oysa ki kendisinden korkmana Allah daha layıktir. Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikahladık ki evlatlıkları, eşleriyleilişkilerini kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah`ın emri yerine getirilmiştir.
O cağın ahlak kurallarına bile aykırı olan bu davranışa Allah bir de şöyle bir kılıf buluyordu.

Ahzap (Muhammed`e Karşı Hizipler) Suresi 40:
Muhammed, içinizdeki erkeklerden hiç birinin babası değildir. Ancak, Allah`ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.

”Allah, Muhammed`in İsteklerini Yerine Getirmede Pek de Hızlı':
Allah, Muhammed`e bir zorluk çıkmasın diye O`nun alabileceği kadınları ve istediği zaman istediği sırayla yatması için şu yasaları da yürürlüğe sokuyordu.

Ahzap (Muhammed’ e Karşı Hizipler) Suresi 50,51:
Ey Muhammed! Biz sana şu hanımları helal kıldık: Mehirlerini (Başlık parası) verdiklerin, Allah`ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunanlar (Köleler), amcalarının, halalarının, dayılarının, teyzelerinin kızlarından seninle birlikte hicret edenler; Peygamber kendisiyle evlenmek istediğinde, kendisini Peygamber`e hibe eden mümin bir kadını da, öteki müminlere değil, yalnız sana özgü olmak üzere helal kıldık… Sana bir zorluk olmasın diyedir bu…
Onlardan dilediğini geriye bırakırsın, dilediğini yanına alırsın. Bir süre için uzaklaştığın hanımlarından dilediğini yanına almanda da bir sakınca yoktur.
Bu kadar özel ayetlerin inmesine akıl erdiremeyen Ayşe bile dayanamadı ve Muhammed`e: “Bakıyorum da senin Allah`ın isteklerini yerine getirmekte pek hızlı” dedi ve kesinlikle sırasını kimseye vermeyeceğini söyledi.

Hendek Savaşı:
Bu tartışmalar sürerken Mart 627 tarihinde Ebu Süfyan yönetimindeki 10.000 savaşçı ile 600 kişilik atlıdan oluşan bir ordu Medine`ye doğru harekete geçmişti. Ebu Süfyan,yöredeki bir çok aşiretten ve bedevilerin de katılımıyla üç ordudan oluşan büyük bir güç hazırlamıştı. Mekke`deki istihbaratı aracılığıyla haberi alan Muhammed, ancak üçbin kişilik bir güç toplayabilmişti. Muhammed bu güçle onlarla boy ölçüşemeyeceğini Uhud Savası’nda öğrenmişti. Bu kez aynı hataya düşmeyecekti.
Artik, arpa tarlalarını savunmak diye bir sorunları da kalmamıştı. Hasat çoktan yapılmıştı. Evet, bu kez, savunmada bulunacakt. Zaten bir Arap ordusu, ne kadar büyük ulursa olsun, uzun süreli kuşatma yapamazdı. Medine`nin coğrafik konumu da buna uygundu. Şehrin Dogu, Bati ve Güney tarafları kayalık ovalar ve tepelerle çevriliydi. Düşman buralardan saldıramazdı. Açık olan bir tek yönden saldırabilirdi. Kuzey yönü. Muhammed düşmanın buradan saldırısını engellemek için, Ali`nin özgür bırakılmış kölesi, İranlı Salman Farisi`nin verdiği fikir üzerine, Kuzey yönüne “Hendek”ler açmaya başladı. Kazı işinde çocuklar da dahil herkes çalıştı. Muhammed bile. Medine`de kalan son Yahudi aşireti olan Kureyzaoğulları da. Ve altı günlük kısa bir sürede hendek işi bitirildi.
Kazı, tam zamanında bitirilmişti. Düşman, ufukta görülmüştü. İki ordu, üç hafta boyunca, bu hendeğin iki yakasında birbirlerine küfür etmekle ve ok atmakla yetindiler. Bir ara atlılar hendeği aşmayı denediler ama geri püskürtüldüler. Ali bunlardan birini, teke tek dövüşte öldürdü. 90 yaşındaki bu yaşlı, Ali için kolay bir lokmaydı. Bu atlıların arasında, henüz müslüman olmamiş Ömer`in kardeşi de bulunuyordu. Ömer`in boğazına dayadığı mızrağı geri çekmişti. Kureyşli öldürmemeye and içmiş olan kardeşi, Ömer`i öldüremezdi.
Kureyşliler`in koalisyon ordusu, vahanın güney-doğusundaki Yahudi Kureyzaoğullari`nı yanlarına çekmeye çalıştılar ama başarılı olamadılar. Muhammed ise karşı bir diplomatik atağa geçmiş, karşı koalisyonun içinde bulunan Gatafanlar`la Fezara aşiretlerine, o yılkı hurmaların üçte birini teklif ederek onları yanına çekmeye calışmış ama O da başaramamıştı.
Koalisyon, kuşatma uzadıkça kendilerini ve hayvanlarını beslemekte güçlük çekti. Hayber`den gelen yiyecek yardımı onbin kişilik orduyu doyurmaya yetmiyordu. İnsanlar açlık tehlikesiyle karşı karşıyaydılar. Bedeviler, sürülerinden uzun zaman uzak kalamıyacaklarını söyleyerek geri çekildiler ve böylece koalisyon dağılmaya başladı. Koalisyon, gruplar halinde dağılmaya başlamıştı. Kuşatma sona ermişti. Yalnızca üç beş kişinin öldüğü bu “savaş”, Muhammed`in zaferiyle sonuçlanmıştı. Muhammed başarmıştı. O artık yenilmezdi. Onbin kişilik bir ordunun yenemediği Muhammed`i artık kimse yenemezdi. Medine İslam Devleti oluşmuştu. Artık bu devletti hesaba katmadan kimse, hiçbir şey yapamazdı. Bu devlet Allah`ın devleti olduğu için kimse ona güç yetiremezdi. Çünkü Allah Medine`li savaşçılara bizzat kendisi taktik veriyordu.

Nisa (Kadınlar) Suresi 71, 94, 102:
Ey Muhammed! Savaşta müminler arasında bulunur da onlara namaz kıldırırsan, onlardan bir kısmı seninle namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secde ederken, namaza durmamış olan diğer, arkanızda bulunsun. Bunlar namazı bitirince, namaz kılmayan kısım gelsin seninle namaz kılsın. Onlar da namazda tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. Kafirler isterler ki, silah ve eşyanızdan gafil kalasınız da size aniden hücum etsinler. Eğer yağmur size eziyet verir veya hasta olursanız silahlarınızı birakmanızda bir günah yoktur.
Ey iman edenler! Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın.
Ey iman edenler! Tedbirinizi alın.Bölük bölük veya toplu olarak savaşa gidin.

Medine`deki Son Yahudi Aşireti Kılıçtan Geçiriliyor:
Ancak bu devletin içinde, birliği tehlikeye atan bir güç vardı. Kuşatma sırasında Muhammed`i sürekli endişeye düşürmüş olan Yahudi Kureyzaoğulları`nı ortadan kaldırmak gerekiyordu. Kuşatma biter bitmez üzerlerine yürüdü. Yahudiler de hemen savunmaya geçtiler. Müttefiki olan Avslar`dan yardım istediler. Avslar, Muhammed’in korkusundndan yamaşmadılar. Yahudiler için durum çok kötüydü. Muhammed bu kez, diğer Yahudi aşiretlerine davrandığı gibi yumuşak davranmayacaktı. Çünkü daha önce sürgün ettiği Keynuka ve Nadir Yahudileri, Hayber`e gitmişler ve buradaki Yahudiler`le birlikte Muhammed`in karşısına şimdi büyük bir tehlike olarak çıkmışlardı. Bu kez hepsini katledecekti.
Dört haftalık bir kuçatmadan sonra Yahudiler`den bazıları müslüman olduklarını söyleyerek teslim oldular. Kalan Yahudiler müttefikleri Avslar`ı ve onların şefi İbn Übey`i araya koyarak, Muhammed`den, herşeylerini bırakarak Hayber`e gitmelerine izin vermesini istediler. Ama Muhammed kararını vermişti. Bütün erkekleri kılıçtan geçirecekti. Avslar`ın bastırdığını görünce onlara bir hakem tayin etmeyi teklif etti. Avslar bu düşünceyi kabul ettiler. Hakem ise kuşatma sırasında ağır yaralanmış ve ölmek üzere olan Sa`d İbn Muaz olacaktı. Bir eşeğin üzerine baglayıp oraya getirdiler. Herkes, Sa`d`ın vereceği karara uyacağına dair and içti. Sa`d kararını açıkladı: Ergenlik çağındaki bütün erkeklerin kelleleri kesilecek, kadınlar ve çocuklar da esir alınıp köle edilecek, mallar da bölüşülecekti. Bu kararı duyan Muhammed sevinç cığlığı attı ve “Arş-ı Ala`daki Allah`ın verdiği karar da buydu” dedi.
Ertesi gün Medine Çarşısı`nda büyük bir çukur açıldı. Birbirlerine bağlanmış Yahudi erkekleri, birer birer kelleleri kesilerek çukura atıldılar. Kellesi kesilenler bin kişiye yakındı. Kafası kesilenler arasında bir kadın da vardı. Bu kadın bir taşla bir müslümanı öldürmüştü.
Esir edilen kadınlar ve çocuklar köle olarak satıldı. Mallar, süvarilere iki pay fazla olmak üzere paylaşıldı. Kararı veren Sa`d İbn Muaz da çok geçmeden öldüğünde de “Arş`ı Ala`daki Allah`ın tahtı sarsıldı” diyecekti.
Muhammed, kafasını kestiği bir Yahudi`nin güzel karısını da kendine ayırmıştı. Adı Reyhane`ydi. Mayıs 627 tarihindeki bu kanlı sayfayla, Muhammed`in devleti içerde de artık güvendeydi.
Bu devletin hukuk kuralları da oluşmaya devam ediyordu. Kadınlar ile ilgili yasalar:

Kadınlar İkinci Sınıf, Köle Kadınlar Dördüncü:

Nisa (Kadınlar) Suresi 3:
Eğer yetim kızlar hakkında adaleti yerine getirememekten korkarsanız, hoşunuza gidenlerden ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eger (aralarında) adaleti yerine getirememekten korkarsanız o zaman bir kadınla evlenin. Ya da sahip olduğunuz köle kadınlarla yetinin…
Görüldüğü gibi kölelik, yeni devletin temel bir kurumu olarak yerini alıyordu. Kadınlar ise ikinci sınıf vatandaş…

Nisa (Kadınlar) Suresi 24:
Savaşta elinize geçmiş kadşnlar hariç olmak üzere nikaklı kadınlarla
evlenmeniz de haram kılınmıştır.
Medine Devleti`nin tek hakimi Allah, kadınları ikinci sınıf insan yapmakla kalmıyor, esir kadınların nikahlarını hiçe sayıp onları dördüncü sınıfa yerleştiriyordu.

Nisa (Kadınlar) Suresi 34:
Erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler…

Bakara (İnek) Suresi 228:
…Erkekler kadınlardan bir derece daha üstündür…
Onun için, iki kadının tanıklığı bir erkeğinki kadardır.

Bakara (İnek) Suresi 282:
…Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek iki kadın gerekir.
Bunun nedenini ise Allah, şöyle açıklayacaktı. Bu ayete devamla:

Bu,kadınlardan biri şaşırırsa ötekisi ona hatırlatsın diyedir…
Miras Hukuku da buna göre belirlenecektir.

Nisa (Kadınlar) Suresi 11-12:
…Erkek için iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler, ölenin
bıraktıpının üçte ikisi onlarındır.
…Karılarınızın geriye bıraktığının yarısı sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa
dörtte biri onundur.
Kadınlara yalnızca, ceza uygulamakta cömert davranılır.

Nisa (Kadınlar) Suresi 15-16:
Kadınlarınızdan eşcinsellik yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin. Eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya kadar ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.
Eşcinselliği içinizde iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe edip durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah tevvabtır, tövbeleri çok kabul eder; rahimdir, merhametinde sınır yoktur.
Erkekler için merhametinde sınır olmayan Rahman, nedense aynı şeyi kadınlara göstermiyordu ve böyle kadınlara “Recm” cezası, yani taşlıyarak öldürme cezası uygulanıyordu.
Kanun, kadınları yalnızca birer tarla olarak görüyordu.

Bakara (İnek) Suresi 223:
Kadınlar sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde girin… İman sahiplerine müjde ver. (Bazı yorumcular; ayetin sonundaki ” İman sahiplerine müjde ver” ibaresiyle kadınlarla ters ilişkiye izin verdildiğini savunurlar)
Üstüne üstlük, suç işlemeseler bile kadınlar dövülebilirdi.

Nisa (Kadınlar) Suresi 34:
Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin,
sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve en sonunda onları dövün.

Medine Arap Devleti`nin tek ve tartışılmaz başkanı Muhammed`tir. O, Allah`ın temsilcisi olduğu için herşey onundur. Çünkü Allah şöyle diyordu:

Nisa (Kadınlar) Suresi 64:
Biz, bütün peygamberleri Allah`ın izniyle kendilerine ancak itaat edilsin diye gönderdik…

Nisa (Kadınlar) Suresi 69:
Kim Allah`a ve Peygamber`e itaat ederse, işte onlar, Allah`ın kendilerine
nimet verdiği peygamberler, doğru olanlar, şehitler ve salih kimselerle
beraberdirler. (Yani onlar, Cennet`e gideceklerdi).
Muhammed`in verdiği karar ve hükümlere kimse karşı çıkamazdı. Eğer çıkarsa dinden çıkmış sayılıyordu.

Nisa (Kadınlar) Suresi 65:
Rabbine yemin ederim ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip
sonra da verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun
eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.
Evet. O hem devlet başkanıdır hem başkomutandır. Kanunu koyan, uygulayan, denetleyendir. Sözün kısası O tek kişidir ama yanındaki iki kişiye; Ebu Bekir ve Ömer`e hep akıl danışıyordu. En cok da insanları savaşlar için seferber etmek için yasalar cıkarmaya devam ediyordu.

Nisa (Kadınlar) Suresi 84:
Ey Muhammed! Allah yolunda savaş. Müminleri savaşa teşvik et.

Nisa (Kadınlar) Suresi 95:
Müminlerden özürsüz olarak savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildir.

Muhammed Suresi 38:
İşte sizler, Allah yolunda mallarınızı harcamaya davet ediliyorsunuz. Ama
içinizden kimisi cimrilik ediyor.
Artık Muhammed karşıtları için çok acımasız kanunlar çıkar:

Muhammed Suresi 4:
Kafirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onları sindirip perişan edince de esir edip bağlayın…

Muhammed Suresi 35:
Üstün olduğunuz halde düşmanlarınız karşısında gevşek davranıp da barış
istemek zorunda kalmayın. Allah sizinle birliktedir.
Çeşitli sosyal sorunlar çıktıkça Allah, en küçük ayrıntılar için bile ayetler göndererek kanunlaştırıyordu.

Nur (Işık) Suresi 6-9:
Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların
şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah`ı şahit tutup
yemin etmesiyle olur.
Beşinci keresinde, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah`ın lanetinin kendi
üzerine olmasını diler.
Kadının da, kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allah`ı dört kez şahit
tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır.
Beşinci keresinde kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah`ın gazabının kendi üzerine olmasını diler.
Ancak ne olduğu belli olmayan bu kanuna göre; bazen iki taraf da beş kez yemin edip inatlaşma oluşuyordu. Bu mahkeme de bu kanunu duyan bir mümin ”yani simdi birisi benim karımın üstündeyken
şahit aramaya mı cıkmam gerekiyordu” diye şikayet etti. Ama kanun Allah’ ın kanunuydu…
Evlere nasıl girileceğiyle ilgili kanunlar da “Resmi Gazete” de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Nur (Işık) Suresi 27-29, 58, 59:
Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin almadan ve sakinlerine selam vermeden girmeyin…
Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilmedikçe içeri girmeyin. Eğer size “Geri dönün” denilirse, hemen dönün…
İçinde eşyanız bulunan boş binalara izinsiz girmenizde bir sakınca yoktur…
Ey iman edenler! Sahip olduğunuz köleler ve sizden henüz büluğ çağına
ermemiş çocuklar, şu üç vakitte yanınıza girmek için sizden izin istesinler:
Sabah namazından önce, öğle sıcağında elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar, mahrem yerlerinizin açılabileceği üç izdivac vaktidir…
Sizin hür çocuklariniz büluğ çağına erince, kendilerinden önceki büyükleri
gibi evlere girmek için izin istesinler…
Hangi kadınların örtünmemesinde bir sakınca olmadığından tutun da hangi evlerde ve nasıl yemek yeneceğini düzenleyen kanunlar:

Nur (Işık) Suresi 60, 61:
…Sizin de kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin
evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlerinizin
evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya
dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarları emanet
edilip tasarrufunuza verilen evlerde veya dostlarınızın evlerinde yemek
yemenizde de bir günah yoktur.
Birlikte veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur…
Peygamber`in bulunduğu toplantılardaki protokol adabı da bu kanunlar arasındadır:

Nur (Işık) Suresi 62, 63:
Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, Allah`a ve Resulüne iman ederler, toplanmayı gerektiren bir sorunda Peygamber`le biraraya geldikleri zaman,Peygamber`den izin almadan ayrılmazlar. Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah`a ve Resulü`ne iman edenlerdir. Eğer onlar bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver.
Peygamber`in aranızdaki davetini, bazılarının diğerlerini çağırması gibi
tutmayın. Allah içinizden, başkalarını siper edinerek sıvışıp gidenleri çok iyi bilir…

Medine`deki Yahudi, Hrıstiyan ve putatapanlar muhalefetini ortadan kaldıran Muhammed`e karşı bir tek muhalefet kalmıştı. Bu muhalefet, İbn Übey`in başını çektiği “Münafiklar”, yani döneklerdi. Muhammed, bunları hedef göstermekte gecikmedi. Onların vatan hainleri olduğunu bildiren kararlar da “Resmi Gazete” de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Münafikun (Dönekler) Suresi 1-7:
Münafıklar sana geldikleri zaman: “Biz şahadet ederiz ki, sen mutlaka
Allah`ın Resulü`sün” derler…
Onlar, yemininlerini kendilerine siper edindiler. (İnsanları) Allah`ın
yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları ne kötü bir şeydir!
Münafıkları gördüğün zaman, onların cüsseleri hoşuna gider. Konuştukları zaman da sözlerini dinlersin. Aslında onlar, bir yere dayalı keresteler gibidirler.
Onlar her gürültünün kendi aleyhlerinde olduğunu sanırlar. İşte düşman
onlardır. Onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl da haktan
döndürülüyorlar.
Onlara: “Gelin de Allah`ın Peygamber`i sizin affınızı dilesin” dendiği zaman, (Alay ederek) başlarını sallarlar ve Sen onların büyüklenerek yüz
çevirdiklerini görürsün.
Sen onlar için af dilesen de dilemesen de farketmez. Allah onları,
bağışlamayacaktır…
Onlar: “Resulullah`ın beraberinde bulunan müminlere, bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler” diyenlerdir…

İki Ünlü Komutan Amr İbn El-As ve Halid İbn Velid`in Müslüman Oluşu:
Muhammed, bir yandan döneklerle mücadele verirken bir yandan da, doğduğu kutsal şehri ve Kabe`yi elde etmenin yollarını arıyordu. Mekkeliler, O`nun gücünü, çok acı bir şekilde anlamışlardı. Mekke`den kaçıp Muhammed`e sığınanlar çoğalmıştı. Bunlardan, iki Kureyşli`nin katılımı çok önemliydi. Bu iki usta komutandan, Amr İbn El-As, ileride “Mısır Fatihi” lakabını alacaktı. İslam Tarihi’ne “İslam`in Kilici” olarak geçecek olan; Muhammed`i, Uhud`da bozguna uğratan Halid İbn Velid, kılıcını Muhammed’e sunmakla O’na biat ettiğini söyleyecek ama Muhammed; ”o, sana daha çok gerekecek” diyerek geri verecekti. Bu iki askeri dehayla ordusunun komuta kademesini güçlendiren Muhammed, Mekke`yi abluka altına almak ve desteksiz bırakmak için seferlere başladı.

Mekke`yi Kuşatmak İçin Yapılan Baskınlar:
Abdurrahman İbn Avf kumandasına 700 kişilik bir ordu vererek, Suriye yolunun üzerinde bulunan ve Hrıstiyanlar`ın yaşadığı, her yil önemli bir ticaret pazarına ev sahipliği yapan Dumat`a yolladı. Hiç bir direnmeyle karşılaşmadılar. Başlarındaki prens, bir anlaşma imzalayarak vergi vermeye razı oldu ve kızını Abdurrahman`a verdi.
Karısını elinden aldigi, manevi oğlu Zeyd`in kumandasına da başka bir ordu vererek Suriye`ye yolladı. Ancak yolda Bedeviler`in saldırısına uğradı ve canını zor kurtarak Medine`ye geri döndü. Daha sonra emrindeki 300 kişiyle bir Kureyş kervanına saldırdı ve yüklüce bir ganimet elde etti.

Muhammed`in Damadı Esirler Arasında :
Bu baskında esir aldığı köleler arasında kızı Zeyneb`le evli olan Muhammed`in putperest damadı Ebul As İbn Er Rebi de vardı. Bu kişi, Bedir Savaşı`na da esir düşmüş; Muhammed, kızını Medine`ye göndermesi koşuluyla özgür bırakmıştı.O da karısını Medine’ye gşndermişti. Burada bulunan karısı Zeyneb`e sığındı. Ancak O`nu esir eden savaşçılar bu duruma itiraz ettiler. Muhammed, bu itirazların önüne geçmek üzere damadını Mekke`ye geri gönderdi. Ebul As, Mekke`deki işlerini tasviye ederek Medine`ye geri döndü. Fidyesini ödeyerek ve müslüman olduğunu açıklayarak karısına kavuşmuş oldu.

Ali`nin İlk Hayber Baskını:
Bu dönemlerde damadı Ali`nin başında bulunduğu bir gücü, Hayber`deki Yahudiler`le işbirliği içindeki Sadoğulları`nın üzerine gönderdi. Bu baskında 500 deve ve 2000 davar ele geçirildi.

Hayber Yahudileri`ne Komplo:
Yine ayni dönemde, otuz kişiden oluşan bir timi Hayber`e gönderdi. Bu kişiler sözde,Yahudi şeyhi İbn Rasim`e elçi olarak gönderilmişti. Muhammed, İbn Rasim`i Medine`ye davet etmişti. Ancak zavallı İbn Rasim yanındaki otuz kişiyle birlikte katledildi. Medine`ye gelen Muhammed`in elçileri, Bedevi haydutlarının kendilerine saldırdıklarını ve onların elinden Allah`ın sayesinde kurtulduklarını yaydılar.

Muhammed Ani Bir Kararla Hacca Gideceğini Açıklıyor:
Artık Muhammed, Mekke`ye saldırabilirdi. Ancak akıllıca bir yol bulmuştu. Hemen saldırmayacaktı. 628 yılının Mart`ında beklenmedik bir anda; bir rüya gördüğünü ileri sürerek, Kabe`ye gidip Umre tönlerine katılacağını açıkladı. Üzerlerinde silah olarak yalnızca kılıç bulunan 1000 kadar mümin, Kabe`de kurban edilmek üzere yanlarına aldıkları hayvanlarla Mekke`ye doğru yola çıktılar. Haberi alan Mekkeliler, hemen savaş hazırlıklarına başladılar ve 200 kadar atlıyı müslümanların üzerine saldılar. Müslümanlar, Makke`nin Kuzey-Batısı`na onbeş kilometre yakınındaki büyük bir ağaç ve bir su kuyusunun bulunduğu Hubeydiye`de kamp kurdular. Kureyşli atlılar ise onlarla Mekke`e arasında mevzilendiler. Muhammed, bir ara Mekke`ye saldırmayı düşündüyse de Ebu Bekir, güçlerinin az olduğunu anımsatarak O`nu bu düşüncesinden vazgeçirdi. Buraya yalnızca, Kabe`yi tavafa gelmişlerdi.

Ağaç Altında İçilen And ve Hubeydiye Anlaşması:
Kureyşliler`in başı Ebu Süfyan bir yolculuğa çıkmıştı. Mekkeliler, nasıl davranmaları gerektiğini bilemiyorlardı. Müttefikleri olan Bedeviler`den temsilciler seçerek Muhammed`e gönderdiler. Muhammed`in gerçek niyetini anlamak istiyorlardı. Muhammed de temsilci olarak damadı Osman`ı Mekke`ye göndermişti. Kureyşliler`le akrabaları Osman arasındaki pazarlık uzamıştı. Bir ara Osman`ın öldürüldüğü ve Mekkeliler`in saldırıya geçtikleri haberleri yayıldı. İşte o zaman, orada, o büyük ağacın altında bütün müminler, Muhammed`i kanlarının son damlasına kadar koruyacaklarına söz verdiler ve and içtiler.
Sonunda Osman, yanında; Kureyşliler adına tam yetkili birisiyle geri döndü. Pazarlık artık Süheyl İbn Amr ve Muhammed arasında sürdü. Pazarlık uzuyordu. Ömer, Muhammed`in bu putperestle böyle pazarlık etmesine dayanamadı. O`na kafa bile tuttu. İkinci Halife olacak kayınbabası, bir ara Muhammed`i terk etmeyi bile düşündü. Ancak Muhammed ne yaptığını çok iyi biliyordu. Sonuçta anlaşmaya varıldı ve bu anlaşmayı kağıda dökmek için Ali çağrıldı.
Ama tartışmalar bitmek bilmiyordu. Peygamber; damadına, yazması için şöyle dedi:
“Rahman ve rahim olan Allah adıyla…”
Süheyl itiraz etti:
“Ya Allah, senin adına dersen kabul ederim”.
Muhammed onun dediği gibi yazdırdı ve devam etti:
“İş bu anlaşma, Allah`ın Elçisi Muhammed`le …”
Süheyl buna da itiraz etti: “Biz senin Allah`ın Elçisi olduğunu kabul etmiyoruz, kendi adını ve babanın adını yazdır”.
Muhammed, buna da ses çıkarmadı:
“İş bu anlaşma, Muhammed İbn Abdullah ile Süheyl İbn Amr arasında kararlaştırılmıştır”.
Anlaşmaya göre, iki toplum arasında, on yıl süreyle savaş yapılmayacaktı. Muhammed`in yanına, Medine`ye kaçan Mekkeliler, Medine`ye bırakılmayacak, sürgün edileceklerdi ama aynı şartlar Medineliler`e uygulanmayacaktı. İki taraf da istedikleri aşiretlerle anlaşabilirlerdi. Müslümanlar bu yıl Mekke`ye girmeyecekler ama gelecek yıllarda Kureyşliler Mekke`yi üç günlüğüne boşaltacaklardı. Bu üç gün boyunca Müslümanlar yanlarında, kınlarından çıkarmayacakları kılıçtan başka hiç bir silah almadan Mekke`ye girecekler ve dini törenlerini yapacaklardı.
Şartlar, gerçekten de Ömer`i ihanete itmeye yöneltecek kadar müslümanların aleyhindeydi. Ama ileriyi gören Muhammed ve Ebu Bekir bu anlaşmayla aslında büyük bir zafer elde ettiklerini çok iyi biliyorlardı. Her şeyden önce Kureyşliler, Muhammed`in büyük bir güç olduğunu anlamışlar ve O`nunla masaya oturmuşlar ve bir anlaşma imzalamışlardı. Ve anlaşmalar, denge güçler arasında yapılırdı. Daha da önemlisi; Kureyşliler, daha düne kadar “Başkalarının sözleri”, “Deli zırvası”, “Eskilerin masalları” dedikleri Muhammed`in dinini kabul etmek zorunda kalmışlar ve bu dinin de Kabe`de ibadet etme hakkı olduğunu imzalamış oluyorlardı.

Hayber Seferi:
Medine`ye geri dönen Muhammed, Mekke`ye son darbeyi vurmak amacıyla, onların yandaşları, Hayber Yahudiler`ini hedef aldı. Medine`nin 150 kilometre Kuzey`ine düşen Hayber cok zengin bir şehirdi. Medine gibi bereketli toprakların üzerinde kurulu bu şehirde, Yahudi aşiretleri bahçeler arasındaki yedi kalede kalıyorlardı. Yetiştirdikleri ürünlerin bir kısmını Bedeviler`e veriyorlar, Bedeviler de onları, saldırılar karşısında koruyordu.
Bedeviler`i, ganimetten pay vereceğini söyleyerek ayartan Muhammed, 1600 kişilik ordusuyla, desteksiz kalan Yahudi kalelerini kuşattı. Bahçelerindeki ürünlerine el koydu. Müslümanlar, gündüz kalelere saldırıyor gece kamplarına dönüyorlardı. Kalelere giden su yollarını kestiler. Yahudiler`in bir kaç yarma girişimi de başarısız oldu. Muhammed, büyük bir rahatlıkla kuşatmayı sürdürüyordu. Bazı Yahudiler, canlarını kurtarmak amacıyla teslim oldular.

Muhammed Ali`nin Gözlerini Tükürükle İyileştiriyor:
Kalan üç kaleye son vuruşu yapmak üzere Ali`yi çağırdı. Ali`nin, günlerdir gözleri ağrıyordu. Muhammed tükürüğüyle Ali`nin gözlerini ovdu ve O`na kendi kılıcı Zülfikar`ı hediye etti. Bu büyük jeste karşılık vermek üzere, gözleri iyileşen Ali, adamlarıyla Yahudiler`in arasına daldı. Kısa süre sonra da hepsi teslim olmuştu. Elde edilen ganimet şimdiye kadar elde edilenlerden çok çok fazlaydı. Kalelerde esir edilen herkes köle sayıldı.

Yahudi Güzeli Safiye:
Köleler arasında, güzeller güzeli onsekizindeki Safiye de vardı. Kocası Kinane ve kardeşi hazinelerini saklamışlardı. Aramalardan sonra bu hazineler bulundu ama Muhammed, onların sakladıkları hazinenin hepsinin bu olmadığını ileri sürerek ikisini de işkence ettirerek öldürttü. Böylece dul kalan bu asil ve dünyalar güzeli kadını müslüman ederek kendine aldı. O gece de onunla gerdeğe girdi.

Esir Zeyneb Muhammed`in Yemeğine Zehir Koyuyor:
Kendine ayırdığı köleler arasında Zeynep adında bir Yahudi kadın daha vardı. Bu kadıncağız babasının, amcasının ve kocasının gözleri önünde katledilmesine tanık olmuştu. Bunların intikamını almak için Muhammed`in en sevdiği yemek olan kuzu etinin omuz kısmına zehir koymuştu. Eti ağzına alan Muhammed, etin tadında değişiklik olduğunun farkına vardı ve hemen tükürdü. Ayni etten yiyen Beşir kıvranarak öldü. Bunun üzerine Muhammed Zeyneb`i sorguya çekti. Zeynep ise akıllıca bir bahane bulmuştu: “Aileme ve halkıma çektirdiklerini biliyorsun. Eğer gerçekten peygamberse zehir koyduğumu bilir; yok eğer degilse ölür ben de kurtulurum, diye düşünmüştüm” dedi. Bu poh pohlamayı duyan muhammed onu bağışladı.
Hayberdekiler`e yapılanları bilen çevredeki diğer Yahudi aşiretleri, Fadak ve Teyma Aşiretler`i kendiliklerinden teslim oldular. Her yıl belirli bir vergi ödemek koşuluyla, canlarını ve mallarını
kurtardılar.

Kanunlar Hızla Yürürlüğe Girmeye Devam Ediyor:
Medine`ye dönen Muhammed, yılın kalan kısmınını devlet işleriyle uğraşarak geçirdi. Gerek Medine`den gerekse çevreden gelenlerin sorunlarıyla uğraşıyordu. Bir gün bir kadın, Muhammed`in huzuruna çıkmıştı. Kadının kocası, (Zıhar) onunla bir daha yatmayacağına yemin etmiş ve “Artık senin sırtın anamın sırtı olsun” demişti. Kadın kocasını Muhammed`e şikayet ederek buna bir çözüm bulmasını rica etti. Bu olayla, kocalara “Zıhar” ı yasaklayan, eger yaparlarsa, karılarıyla yeniden ilişkiye geçmeden önce ödeyecekleri cezayı içeren kanunlar yayınlandı.

Mücadile (Çekişme) Suresi 1-4:
Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah`a şikayette bulunan o kadının sözünü işitmiştir. Zaten Allah, ikinizin arasında geçen tartışmayı
işitiyordu. Süphesiz ki Allah, herşeyi işitendir, görendir.
Sizden, karılarını annelerine benzetip zıhar yapanlar bilsinler ki, karıları
onların anneleri değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğuranlardır.
Muhakkak ki zıhar yapanlar, asılsız ve çirkin bir söz söylüyorlar. Süphesiz
Allah, çok affedendir, çok bağışlayandır.
Karılarına zıhar yapıp sonra, söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla ilişkide bulunmadan önce bir köle azat etmeleri gerekir…
(Azat edecek köle) bulamayanın ise, karısıyla ilişkiye geçmeden önce aralıksız iki ay oruç tutması gerekir. Buna da gücü yetmeyenin altmıs yoksulu doyurması gerekir.
Ayrıca gerek huzuruna çıkan kimselerin gerekse camide kendisi aleyhinde fısıldaşmaları ve giriş çıkışları düzenlemek amacıyla da kanunlar yayınlıyordu.

Mücadile (Çekişme) Suresi 8-11:
Aralarında fısıltı ile konuşmaları yasaklanmış olanları görmez misin? Ki
onlar, yasaklandıkları şeye yeniden dönüyorlar.
Günah işlemek, düşmanlık etmek, Peygamber`e karşı gelmek hususunda fısıltı halinde konuşuyorlar.
Ey iman edenler! Aranızda fısıltı ile konuştuğunuz zaman; günah işlemeyi,
düşmanlık yapmayı ve Peygamber`e karşı gelmeyi fısıldaşmayın…
Ey iman edenler! toplantı yerlerinde size: “Yer açın” denince, yer açın ki
Allah da size genişlik versin. “Kalkın” denince de hemen kalkın…

Hucurrat (İç Odalar) Suresi 1-2:
Ey iman edenler! Allah`ın ve Resulü`nün önüne geçmeyin…
Seslerinizi Peygamber`in sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi Peygamber`le yüksek sesle konuşmayın…
Muhammed, kendisiyle konuşmak isteyenlerden kazanç sağlamak amacıyla da Allah`ın ağzından rüşvet istemekte bir sakınca görmeyecekti:

Mücadile (Çekişme) Suresi 12:
Ey iman edenler! Peygamber`le gizli konuşmak istediğiniz zaman,
konuşmadan önce sadaka verin…Eğer sadaka verecek birşey bulamazsanız,
şüphesiz ki Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Yahudi Safiye İçin Ayet İniyor:
Bu arada Muhammed`in karıları arasında da sorunlar yaşanmaktaydı. Muhammed`in Hayber`den getirdiği Yahudi karısı o kadar güzeldi ki kadınlar onunla hep kavga ediyorlardi. Zeyneb Safiye`yle, “Yahudi karı” diyerek alay etti. Bunun üzerine Muhammed, Zeyneb`le; bir ay yatmayarak onu cezalandırdı. Ayşe ise O`na “cüce” dedi. Ayşe Ebu Bekir`in kızı olduğu için, ona sadece telkinde bulundu ve şöyle bir yasa maddesini yürürlüğe koydu.

Hucurrat (İç odalar) Suresi 11:
Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki de alay edilen kavim, alay
edenden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki alay
edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha hayırlıdır. Birbirinizi
ayıplamayın. Birbirinize lakaplar takmayın.
Muhammed`in Haremi`ndeki bu küçük olay böylece çozülmüştü ama yaşanan bir olay karıların, Muhammed`e karşı isyan bayrağını açmalarına neden olmuştu.

Muhammed Güzel Cariye Mariya ile Basılıyor:
Mısır Piskopos`u, Muhammed`e dört kadın köle armağan etmişti. Bunların arasında, Şemun kızı güzel mi güzel Kuzey Afrika tenli, Mariya vardı. Muhammed, bu kölesine özel ilgi gösteriyordu.
Çünkü; adını İbrahim koyduğu biricik erkek çocuk doğurmuştu kendisine. Hiç bir karısı bunu başaramamıştı. Bu çocuğa büyük ümitler bağlamıştı. Soyunu ve saltanatını O sürdürecekti ama bu oğlu da daha birbuçuk yaşında ve henüz emzikliyken ölecekti.
Günlerden, Ömer kızı Hafsa ile yatma sırası olan Muhammed, Hafsa`nın odasına gider. O`nunla yatacaktır. Ancak Hafsa odasında değildir. Babası gile gitmiştir. Orada bulunan Mariya ile sevişmeye başlar. Tam o sırada Hafsa çıkagelir. Muhammed basılmıştır. Muhammed, istediği kölesiyle yatabilirdi, bu doğaldı. doğal olmayan; Muhammed`in bunu, Hafsa`nın sırasında hem de O`nun yatağında yapmasıydı. Hafsa bağırıp çağırmaya başlar: “Benim günümde! Benim yatağımda! Hem de bir köleyle!” Hafsa, oradan uzaklaşmaya kalkar ki Muhammed O`nu tutar: “Rica ederim kızma, öbür karılara da söyleme, vallahi billahi bir daha Mariya ile yatmayacağım”.
Ama Hafsa, olayı diğer kadınlara anlattı. Ayşe, bunu fırsat bilerek nefret ettiği Mariya`yı, bundan sonra Muhammed`in onunla yatmayacağını söyleyerek kızdırıyordu. Bunu duyan yaşlı peygamber, bütün karılarını protesto ederek Mariya`yla kalmaya başladı. Madem Hafsa sözünde durmamıştı, yeminini kefaretle bozarak, kanun hükmünde bir kararname yayınladı:

Tahrim (Yasak) Suresi 1-3:
Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını kazanmak için, Allah`ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?
Şüphesiz Allah, yeminlerinizi, kefaret vermek suretiyle bozmanızı size meşru kıldı. Allah sizin dostunuzdur.
Hani Peygamber, hanımlarından birine gizlice bir söz söylemişti. Ama hanımı bu sırrı açığa vurunca, Allah da Peygamberine sırrın açığa vurulduğunu bildirmişti. Peygamber de açığa vurulan sırların bir kısmını o hanımına bildirmişti. Bir kısmını da bildirmekten vazgeçmişti. Peygamber, bu sırların açığa vurulduğunu hanımına bildirdiğinde, hanımı: “Bunu sana kim söyledi” dedi. Peygamber de: “Herşeyi bilen ve herşeyden haberdar olan Allah bildirdi” dedi.

Karılarına Toptan Boşanma Tehditi:
Ortalıkta bir yas havası hakimdi. Herkes, Peygamber`in karılarını boşadığını söylüyordu. Muhammed`in, Ebu Bekir ve Ömer`in kızlarını boşamasına en çok Ali seviniyordu. Ama Muhammed, onları boşamamıştı yalnızca boşamayla tehdit etmiş, kendisine boyun eğmeye çağırmıştı. Bu ültimatom “Resmi Gazete”de çoktan yayınlanmıştı.

Tahrim (Yasak) Suresi 4-5:
(Ey Peygamber`in Hanımlar`ı) Eğer ikiniz de Allah`a tövbe ederseniz eğilmiş olan kalpleriniz gerçeğe yönelmiş olur. Eğer Peygamber`e karşı birbirinize arka çıkarsanız, bilin ki, Allah da O´nun (Muahammed`in) dostudur. Bundan başka Cebrail, salih müminler ve melekler de yardımcısıdır.
Eğer Peygamber sizi boşarsa, yerinize Rabbi O´na, sizden daha hayırlı,
Allah`ın emirlerine boyun eğen, iman eden, itaatli, tövbekar, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verir.
Ancak araya Ebu Bekir ve Ömer girdiler. Kararından vazgeçirmeye çalıştılar. En sonunda kadınlar, Mariya`nin Harem`den çıkması koşuluyla Peygamber`den özür dilediler. Mariya ise Medine`nin başka mahallesindeki bir eve taşındı. Böylece bu olay da kapanmış oluyordu.

Muhammed`in İlk Haccı:
Hubeydiye Anlaşması`nın gereği olarak, oniki ay geçince, 2000 müminle birlikte Mekke`ye yürüdü. Mekke`ye yakın bir yerde ağır silahlarini bıraktılar. Bellerinde kılıçlarıyla, yanlarında kurban edecekleri develeriyle, Kureyşliler`in üç günlüğüne boşalttıkları Mekke`ye girdiler. Doğup büyüdüğü bu şehri yedi yıldan beri ilk kez görüyordu. Büyük bir gururla gelmişti. Arkasında 2000 taraftarıyla. Devesinden hiç inmedi. Çevre tepelerdeki Mekkeliler`in şaşkın bakışları arasında Muhammed`le birlikte 2000 müslüman “Labbeyka!” (İşte sana geldim) diye haykırıyordu. Kabe`nin çevresini dolaştılar. Kureyşliler, Kabe`nin kapısını kilitldiklerinden, içeri giremedi. Bilal-ı Habeşi yuksek bir yere çıkarak ezan okudu.

Abbas`ın Baldızıyla Evleniyor:
Buraya gelmişken fırsattan yararlanıp, amcası Abbas`ın yirmibeş yaşındaki baldızıyla evlendi. Böylece Mekke`de daha fazla kalmak istiyordu. Kureyşliler`i düğününe çağırdı ama onlar gelmek istemediklerini ve anlaşmaya bağlı kalıp şehri terketmesini istediler. Israr etmedi ve şehirden çıktı.

Bizans İle İlk Catışma:
Medine`ye döndükten sonra, Eylül 628 yılında, Zeyd`in emrindeki 3.000 kişilik orduyu Kuzey`e, Bizans sınırına yolladı. Haberi alan, bölgenin Bizans valisi Theodor, “Çapulcu sürüsü” olarak değerlendirdiği Müslüman ordusunu bozguna uğrattı. Ölenler arasında Zeyd ile Ali`nin kardeşi, Cafer İbn Ebu Talib de vardı. Ancak yenilen ordunun kumandasını alan büyük askeri deha Halid Bin Velid, daha fazla kayıp vermeden orduyu toparladı ve Medine`ye ulaştırmayı başardı.

Mekke`nin Fethi:
Kuzey´de hüsrana uğrayan Muhammed, gözlerini tamamen Mekke`ye dikti. Aralık 629 yılında Muhammed, yaşanan bir kan davasını kendi leyhine çevirmekte gecikmeyecekti. Kureyşliler`in
yandaşları, bedevi Bekiroğulları, Muhammed`in yandaşları olan Hüzaoğulları`ndan yirmi kadar kişiyi öldürmüşlerdi. Bu olay o devirde bile bir feleketti. Kureyşli şeyhler hemen toplandılar. Ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Şimdi Muhammed, kısasa kısas deyip öc alacaktı. Kureyşliler, Muhammed`i yumuşatmak üzere başları, Ebu Süfyan`i Medine`ye gönderdiler. Artık Ebu Süfyan Muhammed`in kayınbabasıydı. Muhammed, O`nun öz kizi Ümmü Habibe`yi bir yıl önce ayartmış, onunla evlenmişti.
Anlatılanlara göre, Medine’ye gelen kudretli Kureyş`in şeyhi Ebu Süfyan soğuk karşılandı. Kendi kızı bile kendisine yüz vermemişti. Zorda olsa damadı Muhammed, O`nunla görüşmeyi kabul etti. Ama bir anlaşma sağlanmadığını düşünebiliriz. Çünkü Muhammed, bir kaç hafta sonra o dönemde muazzam bir güç olan 10.000 kişiyle Mekke`ye doğru yönelmişti bile.

Ebu Süfyan Müslüman Oluyor:
1 Ocak 630 yılında Mekke`ye yakın bir yerde,orduyu konakladı. Ebu Süfyan, Muhammed`in amcası Abbas`la anlaşarak Muhammed`e Kureyşliler`in aracısı olarak geldi. Gördüğü güç karşısında Muhammed`e hayran olmamak elde değildi. Kureyş`in kudretli kişileri; Abbas, Ali, Ömer, Osman, Halid,…hepsi oradaydılar ve onların Muhammed`e nasıl bir saygı ve sevgi beslediklerini görüyordu. Bir kaç kez anlaşmak için birşeyler söylemeye çalışmişsa da Muhammed`in bu Kureyşli fanatikleri tarafından azarlandı ve susturuldu. Artık bu gücün önünde durmak olanaksızdı. Ve Ebu Süfyan, orada müslümanlığı kabul etti.
Bu kez Muhammed, şartlarını bildirmek üzere Ebu Süfyan’ı Mekke`ye geri gönderdi. Şartlar çok açıktı. Mekke kayıtsız şartsız teslim olacaktı. Eğer böyle yaparlarsa canlarını ve mallarını kurtarabilirlerdi. Herkesin silahını bırakıp evine çekilmesi veya Ebu Süfyan`ın çevresinde toplanması yeterliydi. Aksi taktirde Muhammed kimseye acımayacaktı.
Ebu Süfyan`ı dinleyen, Muhammed`in yeminli düşmanı karısı, Hind O`nu sakallarından çekerek hakaret etti ve orada bulunanlara: “Ne duruyorsunuz, bu yağ fıçısını öldürünsenenize”. Ama Ebu Süfyan Mekkeliler`i ikna etmeye çalışmayı sürdürüyordu: “Uymayın bu kadının sözlerine, bu muhteşem ordu başınıza taş yağdırır. Akıllı olun”. Gerçekten de Ebu Süfyan başarmıştı. Karısı dahil herkesi ikna etmişti. Belki bu muhteşem ordu Mekke’ yi savaşarak alamazdı ama Muhammed diplomasi ile başarmıştı.
Nitekim, İslam Ordusu 11 Ocak 630`da Mekke`ye girdiğinde, bomboş sokaklarla karşılaştı. Direnen küçük bir grup Halid İbn Velid`in süvarileri tarafından öldürüldü. Muhammed, doğruca Kabe`ye yöneldi. Devesinin üzerindeydi. Elinde bir değnek vardı. Diğer müslümanlar da onun peşindeydiler. Elindeki değnekle Kabe`ye dokundu ve “Allahü Ekber” dedi. Onbin tane ses onun bu dediğini tekrarlıyordu. Safa ve Merve arasını dolaştı. Diğerleri de O`nu taklit ediyordu. Kabe`nin anahtarlarını getirdiler. İçeride bulunan ve gelen hacıların adadıkları hazineye dokunmadı. Bütün putları parçalattı. Freskleri kapattırdı. Ancak İbrahim, İsa ve Meryem`inkilerini öylece bıraktı.
Sefa taşının üzerine çıkarak, Kureyşliler`e; kendisinin Allah`ın Elçisi olduğunu kabul etmelerini ve kendisine boyun eğmelerini söyledi. Bu konuşmasından sonra Mekkeliler, büyük kuyruklar oluşturarak hemen O`nun aşağısında bulunan Ömer`e el sürerek Muhammed`e bağlılıklarını bildirdiler. Muhammed onların eski suç ve günahlarını bağışlamıştı. Sayıları on kişi olan bir kaç kişi hariç. Bunlar kendisine daha önceleri hakaret etmiş olanlardı. Mekke`de kendisine hakaret dolu şiirler yazmış olan bir şair ve bu şiirleri toplantılarda okuyan bir kadınla, Muhammed`in kızlarına eziyet etmiş iki üç kişi de vardı; oracıkta öldürüldü.
Öldürülecekler arasında Muhammed`in eski Kuran katiplerinden olan Abdullah İbn Sa`d de vardı. Abdullah, bir gün kendi kendine Kuran üslubunda yazılar yazmış sonra da bunun Allah`ın sözleri olamayacağını anlayıp Mekke`ye sığınmış ve Mekkeliler`e bu düşüncelerini anlatarak Muhammed`e karşı propaganda yapmıştı. Abdullah, süt kardeşi olan Osman`ın devreye girmesiyle bağışlandı. Abdullah tövbe etmiş yeniden müslüman olmuştu. Daha sonra İslam Devleti`nin en yüksek derecelerine kadar yükselecekti.
Ebu Süfyan`ın karısı Hind de bağışlanmıstı. Muhammed`in amcası, “Allah`ın Aslanı” Hamza`nın kalbini hançerle yerinden çıkarmış ve çiğnemişti. Üstelik bu kadının oğlu ve torunu devletin en büyük derecelerine getirileceklerdi. Yezid Teyme Valiliğine atanacak, sonraları devletin başkanı olacak Muaviye ise Muhammed`in katibi olacaktı. Muhammed, Kureyşliler`in canlarını bağışlamıştı ama onlardan yüklüce bir savaş tazminatı almayı ihmal etmiyecekti. Fetih`e katılanlardan en çok bağlılık gösteren 2.000 mümine 50`şer dirhem verdi.
Ve Allah Elçisi`ni bu fetihle taçlandırmış oluyordu.

Fetih (Zafer) Suresi 1-3:
Ey Muhammed! Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.
Allah, bu fethi sana, geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak, üzerine olan nimetini tamamlamak, seni dosdoğru bir yola iletmek ve seni şanli bir zaferle muzaffer kılmak için ihsan etti.
Mekke`nin fethinde kendisine katılmayan bedevilere de uyarı veriyordu.

Fetih (Zafer) Suresi 16:
Savaş`a katılmayıp geride kalan Bedeviler`e sen şöyle söyle: “Yakında güçlü kuvvetli bir kavimle savaşa çağrılacaksiniz. Onlarla ya savaşacaksınız veya müslüman olacaksınız. Eğer bu davete uyarsanız Allah, size güzel bir ödül verecektir. Eğer daha önce yüz çevirdiğiniz gibi yine de yüz çevirecek olursanız
sizi can yakıcı ağır bir azapla cezalandıracaktır”
Ve kimlerin askerlikten muaf olduğunu bildiren yasa maddesi:

Fetih (Zafer) Suresi 17:
Köre bir günah yoktur.Topala da bir günah yoktur. Hastaya da bir günah
yoktur…
Mekke`de iki hafta kaldı. Muhammed`in Mekkeliler`e olan bu hoşgörüşü, Medineliler`i ikilikte bırakmıştı. Acaba Muhammed Medine`ye dönmeyecekmiydi? Kendisini kötü günde hep desteklemiş olan Ensar’ı yüzüstü bırakıp buraya mı yerleşecekti? Ancak Muhammed buraya yerleşmeyecekti. Çadırda kalıyordu ve “Sizinle birlikte yaşamak ve aranızda ölmek istiyorum” diyerek onların yüreğine su serpti.

Huneyn Ganimetleri Rüşvet Olarak Dağıtılıyor:
Ancak Muhammed, hiç beklemediği bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştı. Taif kentindeki Takif aşiretiyle de birleşmiş bulunan Havazinler aşiretleri çok büyük bir güçtüler ve öteden beri Kureyşliler`in düşmanıydılar. Muhammed`in büyüyen bu bu devletini de dogaldır ki Kureyşliler`in bir devletı saymışlar ve bu devletin daha fazla büyümesini engellemek için saldırıya hazırlanıyorlardı.
Muhammed, yeni fethettiği Mekkeliler`in de içinde bulunduğu 12.000 kişilik bir ordu hazırladı. 27 Ocak 630 tarihinde, dağerli bir komutan olan Malik yönetimindeki 20.000 kişilik Havazinler ordusuyla Huneyin`de karşı karşıya geldiler. İlk saldırıda Havazinler başarılı olmuşlarsa da Muhammed`in bizzat ordunun başına geçmesi savaşçılara büyük bir moral olmuş, müslümanlar saldırıya geçerek düsmanı püskürtmeyi başarmışlardı. Muhammed ilerleyerek Taif`i kuşattı ama elindeki silahlarla bu korunaklı kenti düşüremeyeceğini anladığından, onbeş gün sonra kuşatmayı kaldırdı. Kazandıkları bu zafer için de Allah melekler göndermiş ve bu melekler savaşmışlardı:

Tövbe, Kılıç Suresi 25-26:
Şüphesiz ki Allah, size, bir çok yerde ve Huneyn Savaşı yapıldığı günde yardım etmişti. O gün sayınızın çokluğu sizi gururlandırmıştı. Fakat size bir fayda sağlamamıştı da, o geniş yer yüzü size dar gelmeye başlamıştı. Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız.
Sonra Allah, Peygamberi`nin ve müminlerin üzerine emniyetini indirdi.
Görmediğiniz askerler gönderdi. Kafirleri azaba uğrattı. İşte kafirlerin cezası budur!
Elde edilen ganimet yine çok büyüktü. Muhammed burada yeni müslüman olmuş Mekkeliler`e ganimetten daha çok pay verdi. Büyük itirazlar ve kargaşalık yaşanıyordu. Muhammed`i bile o kargaşada bir çalının içine ittiler. Elbisesi paramparça olmuştu. Sonuçta Muhammed`in dediği oldu. Kureyşliler`e en büyük pay verildi. Öyle ki Ebu Süfyan`a yüz deve verdiği yetmezmiş gibi Yezid ve Muaviye`ye de yüzer deve bağışlamıştı. Henüz Müslüman olmamış Kureyşliler `e bile ganimetten pay vermişti. Bu ise İslam Arap Devleti`nin ilk rüşvetiydi. Üstelik “Resmi Gazete”de de yayınlanacaktı.

Tövbe, Kılıç Suresi 60:
Zekat, Allah`tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekatı toplayan
memurlara, kalpleri müslümanlığa ısındırılmak istenenlere, kölelere,
borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir…

Devletin İlk Valisi:
Mekke`de Kabe`yi son bir kez tavaf ettikten sonra Attab İbn Esed`i Mekke`ye vali olarak atadı. İslam Devleti`nin bu ilk valisine günde bir dirhem maaş bağlamıştı. Muaz İbn Cebel de Mekke`de kalacak ve Mekkeliler`e İslam`i öğretecekti.

Persler`in Bizanslılar`a Yenilgisi İslam`a Arabistan`ın Kapılarını Açıyor:
18 Mart 630 günü büyük bir görkemle Medine`ye ulaşmıştı. Aynı yıl, Persleri büyük bir bozguna uğratmış olan Bizans imparatoru Heraklius Kudüs`e hac ziyaretine gidiyordu. Ve Persler`in uğradığı bu bozgun tüm Arap Yarımadası`nın kapılarını İslam`a açacaktı.
Muhammed, ömrünün kalan kısmında bu avantajları kullanmak için harcayacaktı. Hem siyasi hem askeri üstünlüğünü kullanarak durumu kendi leyhine dönderecekti. Medine, Arabistan`ın çeşitli yerlerinden gelen elçilerle dolup taşmaktaydi. Müslüman olan aşiretler eskisi gibi artık, olur olmaz için kendi aralarında savaşmıyorlardı. Müslüman olan, bir anda birinci sınıf vatandaş oluyor ve iyi şartlarda yaşıyordu. Müslüman olan aşiretler belirli bir zekat veriyorlar olmayan müttefikler ise bir tür vergi vererek kendilerini Muhammed`in koruması altına koymuşlardı. Bu durumun çekiciliğini gören diğer aşiretler de Muhammed`e bağlanmak için sanki birbirleriyle yarış ediyorlardı. Böylece Medine Arap Devleti`nin temelleri giderek daha da sağlamlaşıyordu.

Yasalar Daha da Sertleşiyor :
Diğer yandan da bazı yasaları “Resmi Gazete”sinde yayınlayarak yürürlüğe koymayı sürdürüyordu.

Maide (Sofra) Suresi 33:
Allah ve Resulü`ne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya calışanların cezası ancak, öldürülmeleri veya asılmaları ya da el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir….

Maide (Sofra) Suresi 38:
Hırsızlık yapan erkekle hırsızlık yapan kadının yaptıklarının karşılığı ve
Allah tarafından bir ceza olarak, ellerini kesin…

Maide (Sofra) Suresi 51,55:
Ey iman edenler! Yahudi ve Hrıstiyanları gönül dostları edinmeyin. Onlar
birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur…
Sizin dostunuz yalnızca Allah, O`nun Peygamberi ve Allah`a boyun eğerek
namaz kılan, zekat veren müminlerdir.

Yalancı Peygamber Maslama`nın ülkesi Yamama:
Arabistan Yarımadası`nın orta yerinde, Yemen ile İran`ı bağlayan yollar üzerinde bulunan Yamama denilen geniş bölge, İranlılar`ın müttefiki olan Hanefi aşiretlerinin kontrolundeydi ve halkın çoğunluğu Hrıstiyandı. Sasaniler`in Bizanslılar`a yenilmesiyle, Muhammed`le anlaşarak müslüman oldular. Bu ülkede, Muhammed`in ilk söylediği surelere benzeyen şiirler yazan ve kendisini peygamber ilan etmiş, müslümanların lakap olarak Müslümcük adını taktıkları Maslama adında bir kişi de yaşıyordu. Maslama her ne kadar Muhammed`le anlaşmak istemmişse de başaramamış ve Muhammed O`nu sahtekarlıkla suçlamıştı. Maslama, Muhammed öldükten sonra da dinini yaymaya çalışmayı sürdürmüşse de başarılı olamamış ve tarihin karanlıklarına gömülmüştü.

Tebbuk Seferi: Muhammed Bizans`a Meydan Okuyor:
Mekke`nin alınışından on ay sonra,20.000 kişilik büyük bir orduyla Kuzey`e, Bizans sınırına doğru sefer düzenlendi. Bu sefer için gerçekten çok büyük bir hazırlık yapılmıştı. Adeta seferberlik ilan edilmişti. İnsanlardan, savaş için büyük paralar toplandı. Ancak Medine`de yavaş yavaş beliren muhalefet bu sefere karşı çıktı. Damadı Ali bile bu sefere katılmamıştı. Savaşa katılımı arttırmak için durmadan kararnameler yayınlanıyordu.

Tövbe;Kılıç Suresi 41-14:
Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla savaşın.
Onlarla savaşın ki, Allah sizin elinizle onlara azap etsin. Onları rezil ve
rüsvay etsin…
Savaşa katılmak için, gerekirse babalarını ve kardeşlerini bile dinlememeleri gerekir:

Tövbe;Kılıç Suresi 23-24:
Ey müminler! eğer inkarı, imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar,
zalimlerin ta kendileridir.
De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler sizin için Allah`tan, Peygamberi`nden ve Allah yolunda savaşmaktan daha fazla sevgili ise, Allah; emrini getirinceye kadar bekleyin.

Tövbe;Kılıç Suresi 38-39:
Ey iman edenler! Size ne oldu ki: “Allah yolunda savaşa çıkın” denildiğinde; ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemediniz?..
Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi can yakıcı bir azapla cezalandırır. Sizin
yerinize başka bir kavim getirir…
Aslında kararname çok açıktı:

Tevbe; Kılıç Suresi 111:
Şüphesiz ki Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, cennet karşılığında
satın almıştır. Çünkü onlar, Allah yolunda savaşırlar. Öldürürler ve
öldürülürler…
Bütün karşı görüşlere karşın yine de çok kalabalık bir ordu hazırlandı. Gidilecek yer çok uzaktı. Mevsim çok sıcak olduğundan yalnız geceleri yürüyebiliyorlardı. En sonunda, Bizans sınırının başladığı Tebbuk`a vardılar. Bu muhteşem ordunun varlığı bile çevredeki küçük prenslikleri korkutmaya yetti. Kızıldeniz`in Kuzey ucunda bulunan Hrıstiyan Eyla kralı Yohanna ile o bölgedeki üç Yahudi prensliği ve Dumat vahasının Hrıstiyan krali, Muhammed`e vergi vereceklerini kabul ettiler.

Muhammed Medine`deki Muhalefetin Üzerine Gidiyor:
Böylece büyük bir başarı ile Bizans`la çatışmadan ordu Medine’ye dönüyordu. Muhammed`in dönüş yolculuğunda kafasındaki tek şey Medine`deki kendisine karşı müslüman muhalefetti. Medine`de başlamış olan muhalefetin boyutları çok büyüktü. Öyle ki, yüzyıllar boyunca İslam içinde çok büyük kanlı savaşlara ve çatışmalara yol açacak derin çeliskiler burada filizlenmeye başlamıştı. Huneyn ganimetlerinin bölüşülmesinde, kötü günlerde hep Muhammed`in yanında olan Medineliler`e ganimetlerden pay verilmemesini; buna karşın, daha düne kadar Muhammed`in ve müslümanların yeminli düşmanı olan Kureyşliler`e ve Ümmeye Ailesi`ne büyük ganimetler bağışlanmasını ve onların önemli görevlere atanmasını Medineliler hazmedemiyorlardı ve kendileri gibi düşünen Kureyşli Ali`nin çevresinde toplanmaya başlamışlardı.
Bu muhalefet, Ümmeye Ailesi`nden o kadar nefret ediyordu ki, onlarla biraraya gelmemek için kendileri için ayrı bir cami bile inşa etmeye başlamışlardı. Muhammed bu muhalefete gününü göstermeye kararlıydı. Artık özür beyan edemeyeceklerdi. Savaşa da katılmamışlardı.
Allah önce, savaşa çıkmak istemeyenlere gözyumduğu için Elçisi`ni azarlayacaktı.

Tövbe; Kılıç Suresi 43:
Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana belli olmadan ve yalan
söyleyenleri bilmeden savaşa çıkmamalarına neden izin verdin?

Tövbe; Kılıç Suresi 87:
Savaştan geri kalarak, kadınlarla beraber olmayı kendilerine yakıştırdılar.

Tövbe; Kılıç Suresi 66,94:
(Savaştan) Döndüğünüzde, onlar sizden özür dilerler. Onlara de ki: “Özür
beyan etmeyin. Biz asla size inanmıyoruz. Çünkü Allah bize, haberlerinizi
bildirdi…”
Özür beyan etmeyin. Çünkü iman ettikten sonra, inkar ettiniz. İçinizden bir
zümreyi affetsek de, suç işlemiş olduklarından dolayı diğer bir zümreye azap edeceğiz.

Tövbe; Kılıç Suresi 73:
Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla cihad et. Onlara karşı sert davran…
Muhammed iki kişiyi, bu camiyi yakmakla görevlendirdi. Sefere katılmayanlar hakkında soruşturma başlatıldı. Bunlardan üçü karantinaya alındı, elli gün boyunca kimseyle görüştürülmediler.

Tövbe; Kılıç Suresi 17-18:
Müşrikler, kendilerinin kafirliğine şahitlik ederken, Allah`ın mescidlerini
imar edemezler. İşte onların yaptıkları boşa çıkmıştır.
Allah`ın mescidlerini ancak, Allah`a ve ahiret gününe iman eden, namazı
gereği gibi kılan, zekat veren ve yalnız Allah`tan korkan kimseler imar ederler.

Tövbe; Kılıç Suresi 107-108:
Zarar vermek, inkar etmek, müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah ve Peygamberi`ne karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için bir mescid yapanlar: Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk” diye yemin ederler. Allah da şahittir ki, bunlar yalancıdır.
Bu mescidde asla namaza durma! …
Daha sonra, karantinaya alınan üç kişiye af kararı çıktı.

Tövbe; Kılıç Suresi 118:
Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini de, bütün genişliğine rağmen
yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhlarının son derece sıkıldığı ve
Allah`ın cezasından kurtulmak için, Allah`tan başka bir sığınak olmadığını
anladıkları bir zamanda kabul etti…
Bu arada, bölücübaşı İbn Übey öldü. Peygamber durumu yatıştırmak amacıyla cenaze törenine katıldı ve İbn Übey`in mezarı başında dua etti. Müminlerin bazıları buna karşı çıktı. Daha sonra Allah, Muhammed`i şöyle azarlayacaktı;

Tövbe, Kılıç Suresi 84:
O münafıklardan biri ölürse, sakın cenaze namazını kılma. Kabrinin başında durma. Çünkü onlar, Allah ve Peygamberi`ni inkar etmişler ve dinden çıkmış olarak ölmüşlerdir.
Alınan bu önlemler ve İbn Übey`in ölümü şimdilik muhalefetin sesinin bastırılmasına yetti. Çoğu da pişman olduklarını beyan ettiler. Muhammed de onları affetmişti.

Tövbe, Kılıç Suresi 117:
Yemin olsun ki Allah, Peygamber`in ve sıkıntılı zamanda Peygamber`e tabi
olan muhacirlerle ensarın içlerinden bir takımının kalpleri kaymak üzere
iken, tövbelerini kabul etti. Sonra da tövbeleri nedeniyle onları bağışladı.

Muhammed`in Başarılı Olmayan İki Evliliği:
Peygamber,artik, iyice yaşlanmıştı. Bu arada başarılı olmamış iki evlilik daha yapmıştı. Numan kızı Esma`nın deli olduğunu farketti ve gerdeğe girmeden babasına yolladı. Zeyd kızı Amre`nin babasını müslümanlar öldürmüştü. Bu yüzden Muhammed’den nefret ediyordu ve kendisine dokundurtmadı. Bunun üzerine Muhammed, onu da göndermek zorunda kaldı.

Kafirlere Son Ültimatom:
Muhammed, 631 yılının hac törenlerine katılmayacaktı. Kendisinin yerine topluluğa ve törenlere başkanlık etsin diye Ebu Bekir`i seçmişti. Topluluk henüz yola çıkmışti ki, Ali atıyla dörtnala arkadan yetişti. Son vahyin emirlerini getirmişti. İslam olmayanlar artık Hacca katılmayacaklardı. Müslüman olmayanlara son kez o yıl hacda hoşgörü gösteriliyordu.Yapılan antlaşmaların hepsi ortadan kalkmıştı. Onlara dört aylık süre tanınıyordu:

Tövbe; Kılıç Suresi 1,2,5:
Bu; Allah ve Resulü`nden, kendileriyle antlaşma yaptığınız müsriklere bir
ültimatomdur:
(Ey müşrikler) Dört ay daha yeryüzünde özgürce dolaşın. Allah`ı hiç bir
şekilde aciz bırakamayacağınızı ve Allah`ın, kafirleri mutlaka rezil ve rüsvay edeceğini de bilin.
Haram aylar çıkınca, müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayıp çember içine alın. Her gözetilecek yerden onları gözetleyin.

Veda Haccı:
Ertesi yıl, Mart 632`de Hac törenlerini kendisinin yöneteceğini bildirdi. Bunu duyan, her tarafan müslümanlar Mekke`ye koştu. Büyük hazırlıklar yapıldı. Muhammed, 3 Mart`ta Mekke`ye vardı. Bütün ailesi ve bütün yoldaşlarıyla gelmişti. Kurban etmek için yüz tane deve getirmişti. Safa ve Merve arasındaki yedi gidiş gelişi yaparak Umre ibadetini yerine getirdi. Safa ve Merve`ye her geldiğinde devesinden iniyor ve: “Allahü Ekber” diye bağırıyordu.
Üç gün sonra Hac törenleri başladı. Herkes gözünü Muhammed`e dikmişti. O ne yaparsa bundan sonraki hac törenleri için birer kanun olacaktı. Mina`da, Müzdelifa`da ve Arafat`ta dualar ediyor, Şeytan taşlıyordu. Yüz tane deve kesti. Saclarını kazıttı. Ve son kez müslümanlara hitap etti. Törenler biter bitmez Medine`ye döndü. Artık Mekke`yi ve Kabe`yi bir daha göremiyecekti.
Muhammed`in Hastalanması ve Ölümü:
Medine`ye döndükten sonra, tam da yine Kuzey`e, Bizans sınırına doğru bir sefere hazırlanıyordu ki, hastalandı. Sürekli baş ağrısı çekiyordu ve ateşleniyordu. Zatürre olmuştu. Ama yoldaşları onun insani bir hastalığa tutulup da ölebileceğini düşünememişlerdi.
26 Mayıs 632`de, Salı günü, Zeyd`in oğlu Ussame`yi yanına çağırdı ve O`nu sefere çıkacak ordunun komutanlığına getirdi. İki gün sonra Perşembe günü de ordu sancağını Ussame`ye vererek zafer için dua etti. Ertesi gün, diğer karılarından izin alarak Ayşe`nin yanında kalacağını söyledi. Kafası sarılıydı. Ali ile Abbas`ın oğlu Fadıl`ın omuzlarında ve ayakları sürüklenerek Ayşe`nin odasına getirildi. Bu arada Muhammed`in, böyle önemli bir seferin başına genç ve tecrübesiz Ussame`yi getirmesi şaşkınlık yaratmıştı. Ordu, O`nun komutanlığını kabul etmiyor gibiydi. Bunu duyan Muhammed, sürünerek de olsa dışarı çıkıp herkesin önunde bu kararını yineledi.
8 Haziran 632 Günü sabahleyin, Muhammed kendini çok iyi hissetmişti. Ayağa kalktı. Pencereden avluya bakarak burada namaz için abdest alanlara bakıp gülümsedi. Ancak daha sonra yatağına dönünce yine kötüleşti. Ayşe`nin kucağındaydı. Biraz sonra da sayıklamaya başladı. Odada bulunanlardan kağıt kalem istedi. Müminlerin, doğru yoldan ayrılmamaları için birşeyler yazacaktı. Bunun üzerine tartışma çıktı. En çok karşı çıkan da Ömer oldu. Peygamber bile olsa bu haldeki hasta bir adama güven olmazdı. Ya Kuran`a ters düşecek bir şey yazarsa? Tartışma öyle gürültülü bir durum almıştı ki, Muhammed vazgeçti ve odayı terketmelerini işaret etti.
Gittikçe güçsüzleşiyor, sürekli sayıklıyor, birbirini tutmayan sözler ediyordu. Ayşe`nin anlattığına göre Muhammed son şu sözleri söyledi:
-Sen, yoldaşların en yücesi, en ulusu…
Ayşe Cebrail`in geldiğini anlamıştı. O’ nu almaya Azrail değil; Cebrail gelmişti. Yoldaşı`na bu son sözleri belli belirsiz mırıldanınca birdenbire Ayşe`nin kollarının arasında bulunan kafası ağırlaştı. Gözlerini tavana dikmişti ve sabittiler. Kocasının öldüğünü anlayan Ayşe, kafasını yavaşça yastığının üzerine bıraktı. Kafasını ve döşünü yumruklayarak avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Bu haykırışa diğer kadınların bağırtı ve ağlaşmaları karıştı. Akşam üzeriydi…
Ortalığa büyük bir yas havası hakimdi. Ağlamalar, bağırmalar, çagırmalar… Ömer, O`nun öldüğüne bir türlü inanamıyordu. Heberi duyup gelen insanların “Öldü mü?” demelerine kızıp onları azarlıyordu. En sonunda Ebu Bekir çıkıp geldi. Evet ne kadar acı da olsa, Peygamber ölmüştü. Ömer`i yatıştırdı ve kalabalığa otoriter bir sesle söyle seslendi:
-Ey insanlar! Muhammed`i sevenler bilsinler ki, Muhammed ölmüştür. Ama Allah`ı sevenler ve Allah`a inanlar bilsinler ki Allah ölmez, Allah yasamaktadır.
Ömer, yere devrildi. çevrede büyük bir sesizlik oluştu. Sessizlik vardı ama politikadan biraz anlayan herkes, şimdi bir tek şeyi düşünüyordu: Simdi ne olacak? Muhammed`in kurduğu bu kocaman devletin başına kim gelecekti? Bu eseri kim sürdürecekti?
Medineli`ler durumu kendi leyhlerine çevirmek için Saideoğullarının ambarında çoktan toplanmışlardı bile. Muhammed öldüğüne göre artık bu yabancılara yani Mekkeliler`e iktidarı vermek istemiyorlardı. Hazrec aşiretinden, Sa`d İbn Übade`yi, halife seçmeye karar vermişlerdi ki, Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Übeyde içeri girdiler. Hemen arkasından Avs aşiretinin şeyhi de içeri girdi. Ebu Bekir`in içeri girmesiyle ambara sessizlik hakim oldu. Evet Peygamber`in en yakın arkadaşı O’ydu. Peygamber`den sonra en çok sözü geçen de O’ydu. Peygamber`in olmadığı yerde işleri O yönetiyor, cemaate namazı O kıldırıyordu. Ebu Bekir, politik bir manevrayla halife olarak Ömer ya da Ebu Übeyde`nin seçilmesini teklif etti. Tartışma sürdükçe sürdü. En sonunda Ömer, Ebu Bekir leyhine çekildi. Ve gecenin geç saatlerinde Ebu Bekir, Muhammed`in vekilligine; halifeliğe seçildi.
Unuttukları Muhammed`in cenazesinin başında damadı Ali, amcası Abbas, manevi torunu Ussame ve kölesi Şükran`dan başka kimse yoktu. Ali taraftarları Ebu Bekir`in halifeliğini kabul etmeyecekler, Muhammed`in manevi mirasının ve halifeliğinin doğal mirasçısı olarak Ali`yi ve oğullarını göreceklerdi.
Muhammed, büyük bir törenle ve büyük bir ihtimalle, Baki Mezarliği`na gömülecekti. Ama Ebu Bekir`in, bu cenaze törenini kendi leyhine kullanıp, böylece halifeliğini meşrulaştıracağını bilen Ali ve taraftarları, cenazeyi oracıkta yıkadılar. Diğer kadınlardan birinin yanında yatan Ayşe`ye bile haber vermediler. Ne de olsa Ebu Bekir`in kızıydı. Cesedi üç harmaniye sararak, orada açtıkları çukura yerleştirerek, üzerini toprakla örttüler.
Kureyşli Muhammed İbn Abdullah`ın macerası sona eriyordu ama kurduğu dinin; cihadlarla, fetihlerle, katliamlarla, mezhep çatışmalarıyla dolu macerası daha yeni başlıyordu…

ALI USTA
X
KURAN ALLAH SOZUDUR
Bu kitapta sonuc bolumune kadar inceledigimiz tum bilgiler, bizlere acik bir gercegi gostermektedir:
Kuran oyle bir kitaptir ki, icinde verilen haberlerin hepsi dogru cikmistir. Bilimsel konularda, gelecekten verilen haberlerde ya da matematiksel sifrelemelerde o donemde hicbir insan tarafindan bilinemeyecek gercekler ayetlerde haber verilmistir.
Bu bilgilerin o donemin bilgi duzeyiyle ve teknolojisiyle edinilmesi mumkun degildir.
Elbette ki bu durum, Kuran’in bir insan sozu olmadiginin apacik bir ispatidir. Kuran, her seyi yoktan var eden ve ilmiyle tum varliklari kusatan Yuce Allah’in sozudur. Allah bir ayetinde, Kuran’la ilgili olarak, “Hala Kuran uzerinde geregi gibi dusunmeyecekler mi?
Eger o, Allah’tan baskasinin katindan olsaydi, kuskusuz icinde bircok celiskiler bulacaklardi” buyurmaktadir. (Nisa,82).
Kuran’da hicbir celiski olmadigi gibi, icinde yer alan her bilgi, gun gectikce bu Ilahi kitabin yeni mucizelerini ortaya koymaktadir. Insana dusen ise, Kuran’i insani ve tum alemleri yaratan, bizi bizden daha iyi bilen Allah’in indirdigi bilinciyle bu kitaba sarilmak ve onu kendisine yol gosterici olarak kabul etmektir. Allah, bir ayetinde bizlere soyle seslenir:
“Bu indirdigimiz mubarek bir Kitap’tir. Su halde O’na uyun ve korkup-sakinin. Umulur ki esirgenirsiniz.” (Enam,155)
“Onlar Kuran’i dusunmuyorlar mi? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed, 24)
“Suphesiz ki bu Kuran en dogru yola iletir; iyi davranislarda bulunan muminlere kendileri icin buyuk bir mukâfat oldugunu mujdeler.” (Isra, 9)
“Eger biz Kuran’i bir daga indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan bas egerek, parca parca olmus gorurdun. Bu misalleri insanlara dusunsunler diye
veriyoruz.” (Hasr, 21)
“(Resulum!) Sana bu mubarek Kitab’i, ayetlerini dusunsunler ve akli olanlar ogut alsinlar diye indirdik.” (Sâd 29)
“Nitekim biz (Kuran’i) kisimlara ayiranlara azabi indirmisizdir.” (Hicr, 90)
“Hakikaten biz Kuran’da insanlar icin her turlu misali sayip dokmusuzdur. Fakat tartismaya en cok duskun olan varlik insandir.” (Kehf, 54)
“Sen, sana vahyedilene simsiki saril. Suphesiz sen, dosdogru yoldasin.” (Zuhruf,43)
“Suphesiz Allah katinda hayvanlarin en kotusu,
dusunmeyen sagirlar ve dilsizlerdir.” (Enfal,22)
“Kendilerine okunmakta olan Kitab’i sana indirmemiz onlara yetmemis mi? Elbette iman eden bir kavim icin onda rahmet ve ibret vardir.” (Ankebut,51)
“Iste bu (Kur’an), bizim indirdigimiz mubarek bir kitaptir. Buna uyun ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin.” (En’am,155)
(From: HARUN BAYRAK)

http://historicalsense.com/Archive/Fener20_1.htm

x
Ganimetler: “Ganimetler Allah’ın ve Peygamberindir.” (K. Enfal. 8/1)
“Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ındır.” (K. Enfal. 8/41)
“Mezmur’lardan 116’sının başlığı vardır. Bunlardan 73’ü İ.Ö. 1011-971 yıllarında egemenlik süren İsrail Kralı Davut’a aittir. Başlıklarda belirtilen öteki yazarlardan bazıları ise Asaf, Korahoğulları, Musa ve Davut’un oğlu Süleyman’dır. “ (Zebur (Mezmurlar) Kitabı Mukaddes Şirketi, 1. Basım, Ocak 1996. Önsöz.)
Tevrat’ta bulunan “Süleyman’ın Özdeyişleri (Meselleri)’nin yazarı tek başına İsrail Kralı Süleyman değildir. Süleyman’ın yanı sıra İ.Ö. 715-686 yıllarında İsrail’de egemenlik süren kral Hizkiya yanında, İsrail bilgelerinden Agur’un, Kral Lamuel’in sözleridir.” (Süleyman’ın Özdeyişleri. Yeni Yaşam Yayınları-Kitabı Mukaddes Şirketi ortak yayını. 1. Basım. 19896. Önsöz)
Yukarıda adı geçenlerden yalnız ikisine Peygamber denir. Diğerlerine Peygamber denmez. Buna karşı söyledikleri, Kuran’da bile, Tanrı Sözü olarak kabul edilir.. Ne var ki Tevrat ile Zebur’da baştan sona Tanrı’dan dilekte bulunanlar insandır. Aşağıda bulunan bir insanın yukarda sandığı Tanrı’ya yakarışlarıdır; tıpkı, Kuran’daki Fatiha süresi gibi…. Demek oluyor ki sözleri dile getiren insan…
İncil’e gelince; İncil, İsa’nın ölümünden 60-70 yıl sonra Matta, Markos, Luka, Yuhanna adlı çırakları tarafından yazılmıştır. Bunlar İsa ile yaşadıkları olayları ve İsa’dan duydukları sözleri yazıya almışlardır. Bu dört çırağın yanında İsa’yı tanımamış olan, öyle ki bir zamanlar Hıristiyanların çoğunu Romalılara öldürten ve Hıristiyanlar aleyhinde çalışan Yuhanna’nın sözleridir. Yuhanna bu gerçeği Korintislulara yazdığı 1. mektubunda şöyle açıklamaktadır. “Rab (İsa) değil, ben söylüyorum.” (İncil. Kor. 1. Mek. 7/12”
Şimdi yukarda adı geçenlerin ki bunların çoğu peygamber bile değildir, sözlerine Tanrı Sözü denirse İslam Peygamberi’nin sözlerine de dinsel gelenek nedeniyle Tanrı Sözü denmiştir. Bu gerçeği de Kuran’dan öğreniyoruz: “Bu söz şanlı şerefli bir elçi’nin sözleridir.” (Bak Kuran. 69/40. Ömer Rıza Doğrul ve Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi).
Bu konuda Osmanlı İmparatorluğunun en büyük din bilginlerinden Şeyh Bedrettin Simavi de şöyle demektedir: “Kuran, Peygamber Muhammed’in sözleridir; ama, Tanrı sözü demeyen kâfir” olur.” (Varıdat) Anlamı: Kuran ‘daki sözler Tanrısaldır ve yücedir…

Kuran
Kuran, gerçekten Allah’ın kelamı (sözleri) mi?
Nisa/4:82. Hâla Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.
Müslümanlara göre Kuran; Allah’ın kelamıdır. Yukarıdaki ayette de söylendiği gibi, Kuran, Allah tarafından gelmişse, Allah o sözleri söylemiş gibi okunmalıdır. Ayrıca, Kuran, Allah tarafından gönderilmiş ve Allah’ın sözlerini içeriyorsa, Kuran’da asla herhangi bir yanlış ve tutarsızlık bulunmamalıdır.
Halbuki, gerçek böyle değildir.
Ilk olarak, Kuran’ın bazı ayetlerine bakarak, bu sözlerin Allah değil, fakat Muhammed’in kendisi tarafından söylendiğini anlayabiliriz:
Fatiha/1:1-7: 1:1. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
1:2. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
1:3. O, rahmândır ve rahîmdir.
1:4. Ceza gününün mâlikidir.
1:5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.
1:6. Bize doğru yolu göster.
1:7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!
Bu ifadeyi okuyan her okur yazarın kolaylıkla anlayabileceği üzere, bu sözler Allah’a hitaben söylenmiştir.. Bir dua şeklinde Allah’a söylenmektedir. Bunlar, duacı olan Muhammed’din, Allah’a söylediği ve doğru yolu bulmak için Allah’tan yardım istediği sözlerdir. Kuran, böylece, Allah’ın değil, fakat Muhammed’din sözleriyle başlamaktadır.
Enam/6: 104. (Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.
Bu ifadede de, “Rab” ve “Bekçi” olarak iki özne bulunmaktadır. “Ben bekçiniz değilim” diyen herhalde Muhammed’dir, Allah değil..
Tekvir/81: 15. Simdi yemin ederim o sinenlere ,
Burada da yemin eden Muhammed’dir, Allah olamayacağına göre..
Inşikak/84:16-19 84: 16. Hayır! Şafağa, yemin ederim ki ,
84:17. Geceye ve onda basan karanlığa,
84:18. Dolunay olmuş aya ,
84:19. Ki,siz elbette halden hale geçeceksiniz.
Burada da yemin eden Allah olamayacağına göre Muhammed’dir.. Muhammed burada islam öncesi inanışlarını da ortaya koymaktadır. Güneş ve ay, islam öncesi Arap’larca kutsal sayılırdı.
Enam/6: 114. (De ki): Allah’dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab’ı açık olarak indiren O’dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur’an’ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!
Tercümeye “de ki” diye bir ilave yapılmış.. Bu ilave Arapça Kuran’da bulunmamaktadır. Burada da sözlerin sahibinin Allah değil, Muhammed olduğu anlaşılıyor.
Kuran’daki Sayısal Hatalar:
Kuran’da bol miktarda sayısal hatalar da bulunmaktadır. Allah (varsa eğer), basit aritmetik işlemlerde bile hata yapamayacağına göre (ne de olsa kainatı yattığına inanılıyor, yani bilgisi her konuda yüksek olmalı..), bu hataları Kuran’ın yazarı olan ve hesap yapma kabiliyeti olmayan Muhammed’in yaptığı anlaşılmaktadır:
Cennet ve dünyayı yaratmak kaç gün aldı?
Araf/7:54. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
Yunus/10:3. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!
Hud/11:7. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): “Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz” desen, kâfir olanlar derhal “Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir” derler.
Furkan/25: 59. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden (ona hükmeden) Rahmân’dır. Bunu bir bilene sor.
Evet, yukarıdaki ayetlerin tümünde, yer ve göğün altı günde yaratıldığı söyleniyor. Halbuki, aşağıdaki ayetlerde ise, yer ve göğün sekiz günde yaratıldığı anlaşılıyor ki, bu ayetlerle yukarıdaki ayetler bir çelişki içindedir..
Fussilet/41:9. De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
Fussilet/41:10. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
Fussilet/41:12. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah’ın takdiridir.
Hesap edelim:
2 gün(yer)+ 4(gıdaların oluşumu)+ 2(gökler)= 8 Gün (6 değil!..)
Muhammed’in ya hesabı zayıftı, ya da Kuran’ı yazdırırken daha önce ne söylediğini unutuyor ve böylece çelişkili ayetler oluşturuyordu..
Kuran’daki Miras Hukukunda Sayisal Hatalar:
Kadinlarin cenaze namazi kilip kilmamasi konusunda bile büyük eksikliklere sahip olan Kuran’da, miras konularina nedense büyük yer ayrilmiş ve bu konuda çok detayli ayetlere yer verilmiştir.
Asagidaki ayetler, “miras” hukuku ile ilgilidir. Bu ayetlere göre hesap yapildiginda, mirasçilarda, “sona kalan dona kalmakta”dir, çünkü, mirasin paylari toplandiginda, toplam, mirastan “fazla” olmaktadir!
Önce ayetlere bakalim, sonra iki ayri örnek üzerinde mirasi paylastiralim ayetlere göre:
Nisa/4:11. Allah size, çocuklariniz hakkinda, erkege, kadinin payinin iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadin iseler, ölünün biraktiginin üçte ikisi onlarindir. Eger yalniz bir kadinsa yarisi onundur. Ölenin çocugu varsa, ana-babasindan her birinin mirastan altida bir hissesi vardir. Eger çocugu yok da ana-babasi ona vâris olmuş ise, anasina üçte bir (düşer). Eger ölenin kardeşleri varsa, anasina altida bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacagi vasiyetten ve borçtan sonradir. Babalariniz ve ogullarinizdan hangisinin size, fayda bakimindan daha yakin oldugunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafindan konmuş farzlardir (paylardir). şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
Nisa/4:12. Yapacaklari vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eger çocuklari yoksa, biraktiklarinin yarisi sizindir. Çocuklari varsa biraktiklarinin dörtte biri sizindir. Çocugunuz yoksa, sizin de, yapacaginiz vasiyetten ve borçtan sonra, biraktiginizin dörtte biri onlarindir (zevcelerinizindir). Çocugunuz varsa, biraktiginizin sekizde biri onlarindir. Eger bir erkek veya kadinin, anababasi ve çocuklari bulunmadigi halde (kelâle şeklinde) mali mirasçilara kalirsa ve bir erkek yahut bir kizkardeşi varsa, her birine altida bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktirlar. (Bu taksim) yapilacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara ugramaksizin (yapilacak)tir. Bunlar Allah’tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkiyle bilendir, halîmdir.
Nisa/4:176. Senden fetva isterler. De ki: “Allah, babasi ve çocugu olmayan kimsenin mirasi hakkindaki hükmü şöyle açikliyor: Eger çocugu olmayan bir kimse ölür de onun bir kizkardeşi bulunursa, biraktiginin yarisi bunundur. Kizkardeş ölüp çocugu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kizkardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) biraktiginin üçte ikisi onlarindir. Eger erkekli kadinli daha fazla kardeş mevcut ise erkegin hakki, iki kadin payi kadardir. şaşirmamaniz için Allah size açiklama yapiyor. Allah her şeyi bilmektedir.
Varsayalim ki, bir adam öldü ve geride üç kiz evlat, bir ana, bir baba ve eşini birakti.. Yukaridaki ayetlere göre miras paylaşimi şöyle olacaktir:
Üç kiz evlata mirasin 2/3’ü, ana ve babanin her birine 1/6, karisina 1/8 kalacaktir.
Bu durumda, matematik yapalim:
(2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8)= 27/24 = 1,125 bulunur! (1,0 olmasi gerekirdi!..)
Yani, miras paylaşildigi zaman herbir mirasçinin aldiginin toplami, mirastan fazla çikmaktadir!..
Allah, miras paylaşiminda böyle büyük bir hesap hatasi yapamayacagina göre, ayet Allah’a ait olamaz, Muhammed’e aittir..
Hesap bilmeyen Muhammed’e..
Bir diger örnek verelim:
Bir adam ölür ve geride anası, karısı, ve iki kızkardeş kalır. Kuran’in yukarida verilen ilgili miras ayetlerine göre; ana’ya mirasin 1/3’ü, karisina mirasin 1/4 ‘ü, iki kızkardeşe de toplam 2/3’ü kalacaktir:
Hesap yapalim:
(1/3)+(1/4)+(2/3)= 15/12= 1,25 !..
Burada da, miras paylaşiliyor, paylar toplaninca, mirastan daha büyük, %25 daha büyük çikiyor!..
Allah-varsa eger- bu kadar hesap bilmez olabilir mi? Bu yanlış paylaşım oranları ile dolu ayeti Allah gönderemeyecegine göre,
Muhammed kendisi yazmiş olmaktadir..
Not: Okul önlerinde, Allah’in örtünme emri gerekçesi ile, “basörtüsü eylemi” yapan bayanlarin; inandiklari Allah’tan gelmis olduguna inandiklari Kuran’in bu ayetlerine göre, medeni kanunun miras haklarini kadinlarin aleyhine düzenlenmesi için eylem yapmalarini, bir erkek olarak çok arzu ederim..(:->>
(Malum, bu ayetlere göre erkekler daha avantajli da..)
Allah’in 1 günü 1.000 yil mi, 50.000 yil mi?
Kuran’daki bazi ayetlerde Allah’in bir gününün kaç dünya yilina eşdeger oldugu konusunda da çelişkiler bulunmaktadir:
Hacc/22:47. (Resûlüm!) Onlar senden azabin çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vâdinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarinizdan bin yil gibidir.
Secde/32:5. Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yil tutan bir günde O’nun nezdine çikar.
Yukaridaki ayetlerde, Allah’in bir gününün, dünyanin 1.000 yilina denk oldugu söyleniyor.
Halbuki, aşagidaki ayette ise, Allah’in bir gününün, dünyanin 50.000 yilina denk oldugu ifade ediliyor:
Mearic/70:4. Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktari (dünya senesi ile) ellibin yil olan bir günde yükselip çikar.
Peki, bunlardan hangisi dogru? Bu birbiriyle çelişen ayetlere göre, Allah’in bir günü, dünyanin 1.000 yilina mi, 50.000 yilina mi eşdeger? Bu hatayi Allah-varsa eger- yapmiş olabilir mi, yoksa, Kuran Muhammed’in mi kelamidir? Allah versa eger, boylesine bir hatayi yapmayacagina gore, Kuran’in insan elinden cikma bir kitap oldugu, Allah’in degil, Muhammed^’in kelami oldugu anlasilmaktadir.
Kuran’daki çeliskilerden biri de, “cennet” sayisidir
Bir tane mi cennet var, yoksa, birden çok mu cennet var?
Muhammed, Kuran’i yazdirirken bu konuya pek dikkat etmemis.. Bazan tekil, bazan cogul ifede kullanmis..
Bu da, Kuran’in, Allah’in kelami degil, fakat Muhammed’in kelami oldugunu gösteriyor. Ayetlere bakalim:
Zümer/ 39/73. Rablerine karsi gelmekten sakinanlar, boluk boluk cennete goturulurler. Oraya varip da kapilari acildiginda, bekcileri onlara: “Selam size, hos geldiniz! Temelli olarak buraya girin” derler.
Fussilet/ 41/30-2. “Rabbimiz Allah’tir” deyip sonra da dogrulukta devam edenler, onlari, melekler, olumleri aninda: “Korkmayiniz, uzulmeyiniz, size soz verilen cennetle sevinin, biz dunya hayatinda da, ahirette de size dostuz. Burada, canlarinizin cektigi, umdugunuz seyler, bagislayan ve aciyan Allah katindan bir ziyafet olarak size sunulur” diyerek inerler. *
Hadid/ 57/21. Ey insanlar! Rabbiniz tarafindan bagislanmaya, Allah’a ve peygamberine inananlar icin hazirlanmis, genisligi yerle gogun genisligi kadar olan cennete kosusun; bu Allah’in diledigine verdigi lutfudur. Allah, buyuk lutuf sahibidir. Naziat/ 79/40-1. Ama kim Rabbinin azametinden korkup da kendini kotulukten alikoymussa, varacagi yer suphesiz cennettir.
Yukaridaki ayetlerde, “cennet”, “tekil” olarak yazilmis.. Yani, bir “adet” cennet anlaminda..
Halbuki, asagidaki ayetlerde ise tam tersi yazilmis: Cennet degil, ama “cennetler”den sözediliyor:
Kehf/18/30-1. iyi hareket edenin ecrini zayi etmeyiz. Dogrusu, inanip yararli is yapanlara, iste onlara, iclerinden irmaklar akan Adn cennetleri vardir. Orada altin bilezikler takinirlar, ince ve kalin ipekliden yesil elbiseler giyerek tahtlari uzerinde otururlar.
Ne guzel bir mukafat ve ne guzel yaslanacak yer! *
Hacc/ 22/23. Dogrusu Allah, inanip yararli is isleyenleri, iclerinden irmaklar akan cennetlere koyar. Orada altin bilezikler ve inciler takinirlar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.
Fatir/ 35/33. Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altin bilezikler ve incilerle suslenirler, oradaki elbiseleri de ipektir.
Nebe/78/31-4. Dogrusu, Allah’a karsi gelmekten sakinanlara kurtulus, bahceler, baglar, yasitlar ve dolu kadehler vardir.
Hangisine inanacaksiniz?
Kuran, Allah’in-varsa eger- kelami olsa idi, böyle yanlislar yapar miydi?
Ama, Muhammed’in kelami olunca, bu tip yanlislari yapmis Muhammed..
Kuran’a Göre Daglar Deprem’leri Onlemek İçin(mis)..
Tüm dünyada zaman zaman deprem oluyor. Müslüman olmayan topraklar, müslüman olan topraklar demeden, dünyanın belirli bölgelerinde depremler oluyor.
1999 yılınının 17 Ağustos ve 12 Kasım günlerinde de Türkiye’de olan depremlerde onbinlerce kişi öldü, milyarlarca dolar maddi kayıp oluştu.
08.10.2005 tarihinde islami şeriatla yönetilen Pakistan’ın dağlık Keşmir bölgesinde meydana gelen 7,6 şiddetindeki deprem, onbinlerce kişinin ölümüne neden olmuştur.
Peki, niye deprem oldu? Muhammed’in Kuran’inda, deprem olmasin, insanlar sallanmasin diye, Allah’in daglari yarattigi yazmiyor mu?
Bu bilimsel(!) gerçege ragmen, niye deprem oluyor?
“Enbiya/21/31. Yeryuzune, insanlar sarsilmasin diye sabit daglar yerlestirdik; rahat gidebilsinler diye aralarinda genis yollar varettik.”
“Nahl/16/15-6. Yeryuzunde, sarsilmayasiniz diye, sabit daglar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve isaretler meydana getirmistir. Onlar yildizlarla da yollarini bulurlar.”
“Lokman/31/10. Allah gokleri gordugunuz gibi direksiz yaratmis, sizi sallar diye yeryuzune sabit daglar koymus; orada her turlu canliyi yaymistir. Gokten su indirip orada her hos ciftten yetistirmisizdir.”
İrdeleyelim: 1) Allah, yarattigi daglarda imalat hatasi yapmistir.. Daglar, yeterince agir olmamistir, onun için yerin sallanmasini önleyemiyor.. 2) Muhammed, bilmediği bir konu hakkında konuşarak, asırlar sonra haksız çıkmıştır ..
Her konuyu bilen(!), tüm zamanlara(!) hitabeden Kuran’in Muhammed’in kelami oldugu bir kez daha anlasiliyor..
İslamiyet ve deprem hakkında bilgilenmek için burayı tıklayınız.
Kuran’a göre dünya yuvarlak mıdır? Güneş nasıl batar?
Kuran’da yapılan bilimsel hatalardan birisi de, dünyanın yuvarlak olmadığının ima edilmesi ve güneşin balçık içinde batmasıdır. Kehf Suresi’nden ayetlere bakalım:
18/83. Sana Zulkarneyn’i sorarlar, “Onu size anlatacagim” de. 18/84. Dogrusu biz onu yeryuzune yerlestirmis ve her seyin yolunu ona ogretmistik. 18/85. O da bir yol tuttu. Kehf/18/86. Sonunda gunesin battigi yere ulasinca onu, kara balcikli bir suda batiyor gordu. Orada bir millete rastladi. “Zulkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin” dedik. 18/87-8. “Haksizlik yapana azap edecegiz, sonra Rabbine dondurulur, onu gorulmemis bir azaba ugratir; ama inanip yararli is isleyene, mukafat olarak guzel seyler vardir, ona buyrugumuzdan kolay olani soyleriz” dedi. 18/89. Sonra yine bir yol tuttu. Kehf/18/90. Sonunda gunesin dogdugu yere ulasinca, gunesi, kendilerini elbise, bina gibi seylerle ortmedigimiz bir millet uzerine doguyor buldu.
Görülüyor ki, Kuran’a göre insan dünya üzerinde yürüyerek güneşin battığı yere ulaşabiliyor ve güneşin kara balçıklı bir suda battığını görüyor.. Bu ifadeden Muhammed’in dünyayı tepsi gibi düz sandığı anlaşılıyor. Dünyanın yuvarlak olduğunu bilseydi, kişinin dönüp dolaşıp yola çıktığı noktaya geleceğini söylerdi.. Ayrıca, gfüneşin batma yerinin de, günümüz astronomi bilgisine göre yanlış verildiği görülüyor.
Önce Gök mü yoksa Yer mi yaratıldı?
Kuran’daki çelişkilerden birisi de önce göğün mü yoksa yerin mi yaratıldığıdır. Bakara suresi 29.cu ayette önce yerin yaratıldığını yazarken, Naziat suresi 27-32.ayetler arasında önce göğün yarattıldıktan sonra yerin yaratıldığı yazmakta ve böylece apaçık bir çelişki ortaya çıkmaktadır.
Bakara 29. O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Naziat 27-32: Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı, ki onu Allah bina etti, 28. Onu yükseltti, düzene koydu, 29. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı. 30. Ondan sonra da yerküreyi döşedi, 31. Yerden suyunu ve otlağını çıkardı, 32. Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Bu çelişki de Kuran’ın insan sözü olduğunu gösteren delillerden birisidi
http://www.geocities.com/islamiyetgercekler/25Yıldızlar neden yaratıldı?
Kuran’a göre yildizlarin neden yaratildigi da, her zamanki “bilimsellik”(!) ile açiklaniyor. 1500 yil öncesinin Bedevi’si belki kanardi ama, 1998 yilinin insani için bir masaldan ibaret:
“Mulk/ 67/5. And olsun ki, yakin gogu kandillerle donattik, onlarla seytanlarin taslanmasini sagladik ve seytanlara cilgin alev azabini hazirladik.”
“Saffat/ 37/6. suphesiz Biz, yakin gogu bir susle, yildizlarla susledik.”
“37/7. Onu, inatci her turlu seytandan koruduk.”
“37/8-9. Onlar yuce alemi asla dinleyemezler. Her yonden kovularak atilirlar. Onlara surekli bir azap vardir.”
Kuran’a göre, yildizlar, şeytana atiş yapacak üsler olarak hazirlanmiş!.. Böylelikle şeytandan korunmuş olunacakmiş.. Bu ayetten de Kuran’in Allah tarafindan gönderilmedigini, Muhammed’in bir bilim kurgu yazari gibi hayal gücünü çaliştirarak yazdigini söyleyebiliriz. (Herşeyi dogru bilen Allah böyle komik gerekçeler göstermezdi..)
Hristiyanlar cennete gidebilir mi?
Kuran’daki ayetlerden Bakara/2:62 ve Maide/5:69’a göre “evet”, gidebilirler.
Ama, yine Kuran ayetlerinden Maide/5:72 ve Aliimran/3:85’e göre ise “hayir”, gidemezler.
Demek ki, bu konuda da Kuran’da çeliski vardir.
Diyanet tercümesinden ayetleri veriyorum:
“Bakara/2/62. suphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, hiristiyanlar ve sabiilerden Allah’a ve ahiret gunune inanip yararli is yapanlarin ecirleri Rablerinin katindadir. Onlar icin artik korku yoktur. Onlar uzulmeyeceklerdir.”
Maide/5/69. Dogrusu inananlar, yahudiler, sabiiler ve hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, yararli is yapan kimselere korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.”
“Maide/5/72. And olsun ki, “Allah ancak Meryem oglu Mesih’tir” diyenler kafir oldular. Oysa Mesih, “Ey israilogullari! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin; kim Allah’a ortak kosarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacagi yer atestir, zulmedenlerin yardimcilari yoktur” dedi.”
“Aliimran/3/85. Kim islamiyet’ten baska bir dine yonelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.”
Nuh’un ailesine “Tufan”da ne oldu?
Nuh’un ailesinin tufanda başına gelenler, Kuran’in ayrı ayetlerinde ayrı şekilde hikaye edilmektedir. Kuran’ın Enbiya/21:76 ayetine göre, Nuh’un ailesi kurtulur. Saffat/37:77, soyunun devam ettiğini söyler. Halbuki, ayet Hud/11:42-43 ise Nuh’un oğlunun tufanda boğulduğunu söyler.
Hangisine inanacaksınız? Diyanet tercümesinden:
Enbiya/21/76. Nuh da daha onceleri Bize yalvarmisti, onun duasini kabul edip, kendisini ve ailesini buyuk sikintidan kurtardik.
Saffat/37/75. And olsun ki, Nuh Bize seslenmisti de duasina ne guzel icabet etmistik. Saffat/37/76. Onu ve ailesini buyuk sikintidan kurtarmistik. Saffat/37/77. Ancak onun soyunu surekli kildik.
Hud/11/42. Gemi, daglar gibi dalgalar icinde onlari otururken, Nuh, bir kenarda ayri kalmis olan ogluna “Ey ogulcugum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma” diye seslendi. Hud/11/43. Oglu: “Daga siginirim, beni sudan kurtarir” deyince, Nuh: “Bugun Allah’in buyrugundan O’nun acidiklari disinda kurtulacak yoktur” dedi. Aralarina dalga girdi, oglu da bogulanlara karisti.
Insan “ne”den yaratildi?
Insan, “yaratildi” ise, “ne”den yaratildi? Önemli bir soru.. Dinciler ile bilimciler farkli görüşteler.. Bakalim, Kuran’da bu konuda neler yaziyor? Okuyunca akliniz karişacak, çünkü Kuran bu konuda farkli farkli şeyler söylüyor. Diger bazi konularda oldugu gibi, bunda da çelişkili ifadeler var.
Ne kadar çok çesitli maddeden yaratildigini söylüyor insanin, Kur’an.. Bu kadar degisik ve akil karistiran ifadelerin, Allah’in -varsa eger-kelami olmasi mümkün mü? Yoksa, Muhammed’in kelami midir?
“Kan pihtisi”ndan (96:1-2), “su”dan (21:30, 24:45, 25:54), “toprak”tan (15:26, 3:59, 30:20, 35:11), “hiç”ten (19:67), sonra bunu “inkar etmek” (52:35), “nutfe”den (16:4) ve de “meni”den (75:37)
Diyanet tercümesinden:
Alak/96/1. Yaratan Rabbinin adiyla oku! 96/2. O, insani pihtilasmis kandan yaratti.
Enbiya/21/30. inkar edenler, gokler ve yer yapisikken onlari ayirdigimizi ve butun canlilari sudan meydana getirdigimizi bilmezler mi? inanmiyorlar mi?
Nur/24/45. Allah butun canlilari sudan yaratmistir. Kimi karni uzerinde surunur, kimi iki ayakla yurur, kimi dort ayakla yurur. Allah diledigini yaratir, Allah suphesiz herseye Kadir’dir.
Furkan/25/54. insani sudan yaratarak, ona soy sop veren O’dur. Rabbin herseye Kadir’dir.
Hicr/15/26. And olsun ki, insani kuru balciktan, islenebilen kara topraktan yarattik.
Aliimran/3/59. Allah’in katinda isa’nin durumu kendisini topraktan yaratip sonra ol demesiyle olmus olan Adem’in durumu gibidir.
Rum/30/20. Sizi topraktan yaratmasi O’nun varliginin belgelerindendir. Sonra hemen birer insan olup yeryuzune yayilirsiniz.
Fatir/35/11. Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmis, sonra da sizi ciftler halinde varetmistir. Disinin gebe kalmasi ve dogurmasi, ancak O’nun bilgisiyledir. Omru uzun olanin cok yasamasi ve omurlerin azalmasi suphesiz Kitap’dadir. Dogrusu bu Allah’a kolaydir.
Meryem/19/67. Bir insan kendisi onceden bir sey degilken onu yaratmis oldugumuzu hatirlamaz mi?
Tur/52/35. Onlar, yaratan olmaksizin mi yaratildilar yoksa yaratanlar kendileri midir?
Hud/11/61. Semud milletine kardesleri Salih’i gonderdik. “Ey milletim! Allah’a kulluk edin; O’ndan baska tanriniz yoktur; sizi yeryuzunde yaratip orayi imar etmenizi dileyen O’dur. Oyleyse O’ndan magfiret dileyin, sonra da O’na tevbe edin. Dogrusu Rabbim size yakin ve dualari kabul edendir” dedi.
Akraba Evliliği Kuran’da Onaylanmıştır
Bilindiği gibi akraba evliliği, sakat çocuklara neden olmaktadır. Teyze, dayı, hala ve amca çocukları arasında yapılan evliliklerden doğan çocuklarda kalıtımsal nedenlerden dolayı zeka geriliği ya da bedensel sakatlık meydana gelmesi ihtimali çok büyük olduğundan akraba evlilikleri tıbben uygun değildir. Akraba evliliğ sakat doğum ihtimalini dokuz misli arttırmaktadır. Kuzen evlilikleri tıbben son derece tehlikelidir. Günümüzün tıp bilimi akraba evliliğine onay vermez.
Halbuki, bu bilimsel gerçek, Kuran’ın Ahzab suresinin 50. ayetinde Muhammed’e akraba evliliği izni verilerek bilimdışı bir tablo sergilenmektedir. Kuran, bilime ters düşmektedir. Bu durum, Kuran’ın bilimdışı ayetlerine bir başka örnektir:
Ahzab 50. Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helal kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lazım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Bu ayette, yakın akraba evliliğine onay verilerek bilimsel bir gerçeğe ters düşülmesi yanında, Muhammed’in zaten karı ve cariye olarak sahip olduğu kadınların sayısını daha da arttıracak bir bencilliktir. Başka erkeklere verilmeyen izinler kendisine bir erkek olarak serbest!…
Muhammed’e göre, yaz neden sıcak; kış neden soğuktur?
Bunun cevabını Muhammed şöyle veriyor: Yaz sıcağının şiddeti cehennemin kaynamasındandır.. (Anlaşılan, cehennemde iyi bir izolasyon yok, içeride yanan odunların ve kaynar sıvıların sıcaklığı dışarı kaçıp dünyaya ulaşıyor, böylece de yazın hava bazan çok sıcak oluyor!)
Kışın ise, cehennemde ateş sıcaklığı düşmüş olmalı ki, (belki de tatil yapıyor ocakçılar) dünyada hava soğuyor.
Şimdi, bu yazıyı okuyanlar, “nereden çıktı bu?” diyecekler.. Benim iddiam değil bu, ama, islam peygamberi Muhammed söylemiş bunu… Güneşin kızgın olduğu zamanlarda öğle namazını serinliğe bırakması için söylediği hadisten alınmadır: “Sicak siddetlendigi vakitte salat (i-Zuhru) serinlige birakiniz. Zira sicagin siddeti cehennemin kaynamasindandir. Nar (i-cehennem) Rabbine arz-i sekva etti: “Ya Rab, beni ben yiyorum (izin ver)” dedi. Allahu Teala da iki defa nefes almasina izin verdi. Nefesin birisi kisin, digeri yazin. En cok maruz oldugunuz sicak ile sizi en ziyade usuten zemherir (iste budur).”
Goruluyor ki Muhammed’in soylemesine gore, mevsimlerin sicak ya da soguk oluslarinin nedeni, cehennimin “kaynamasindan” ve “nefes almasindan”dir; cehennemin kaynamasi siddetli sicaklara sebep olmaktadir. Ote yandan fazla kaynamaktan dolayi cehennem kendi kendini yemeye, kemirmeye baslar ve Tanri’ya sikayette bulunur: “Ya Rab” der, “Beni ben yiyorum!” Ve cehennemin bu sikayeti uzerine Tanri ona, iki kez nefes almasi icin izin verir, ki bu da sicak ve soguk mevsimleri olusturur!
Evet, bu sözler, Buhari’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettigi bir hadistir ki, Diyanet isleri Baskanligi’nin Sahih–i Buhari Tecrid-i Sarih Tercumesi adli yayinlarinin ikinci cildinin 476-7 sayfalarinda 321 sayili hadis olarak yer almistir.
Islamiyet’in bilimdışı ve akıldışı temelleri, mevsimler ve cehennem konusunda bununla da kalmıyor. Meğerse, “cehennem konusuyor”mus da:
Cehennem Konusuyor..
Muhammed’in soylemesine gore cehennem Cuma’dan gayri her gun parlatilmaktadir. Ve parlatildigi sirada gunes zeval vaktinde bulunmus olur. Gunes zeval vaktinde iken yeryuzunun sicak olusu, cehennemin o sirada parlatilmakta olusundandir. Ve cehennem, Cuma gununden gayri haftanin her gunu, gunes zeval vaktinde iken parlatildigi icin, o saatlerde namaz kilinmasi yasaklanmistir. Cehennem sadece Cuma gunu parlatilmadigi icindir ki Cuma gunu gunes zeval vaktinde iken namaz kilmak gerekir. (Bkz imam Gazali Kimya-i Saadet, ist 1979 s 107).
Ote yandan Kuran’da cehennemin Tanri ile sik sik konustugu ve Tanri’nin sorularini cevaplandirdigi yazilidir. Ornegin Kuran’in Kaf suresinde, gunahkarlar atese atildikca, Tanri’nin cehenneme “Doldun mu?” diye sordugu ve cehennemin de bu soruya “Hayir, dolmadim. Daha var mi?” diye cevap verdigi anlatilmistir. (Kaf suresi Ayet 30). Anlasilan cehennem insanlari yemekten pek hoslaniyor olmali ki bir turlu doyamamaktadir.
Bu arada aklıma da gelen sorulardan biri şu: Hani, kıyamet olacak da, kötü insanlar cehenneme gönderileceklerdi.. Kıyamet olmadığına göre, demek ki cehennem boş bulunuyor.. Kaf suresindeki olay ne zaman olmuş(!) peki? Ayrıca, daha kıyamet kopmadan cehennem boşu boşuna yanıyor ve parlatılıyor ise bu boşu boşuna enerji ve emek israfı değil mi?
Günümüzde bilimdisi ve akildisi hurafelere inanmayi kim bekleyebilir? “iman”i, “akil”a üstün tutanlar bu devirde nasil olabilir? insanlar bilgilendikçe, azalacak dincilerin sayisi dogal olarak..
Yukarida siralanan bircok akildisi ve bilimdisi ifadeler ile günümüz bilim ve gerceklerine uymayan anlatimlar, Kuran’in 1400 yil onceki durumu ile günümüzde kullanilamayacagini gostermektedir. Dahasi, eger var ise, her seyi mükemmel yarattigina inanilan bir Tanri’nin, bu denli acik hatalarla dolu bir kitap gonderdigini düsünmek mümkün olamayacagina gore, geriye tek bir sonuc kaliyor: Kur’an, Muahhammed ve arkadaslari tarafindan yazilmistir.
Şeytan Hakkındaki Ayetler
A’raf suresinin 27. ayetinde, “SEYTAN”dan söz edilirken: “…Sizin onlari görmeyeceginiz yerlerden,o ve toplulugundan olanlar, sizi görürler.” deniyor.
Bundan su çikiyor açikça: – Seytan ve toplulugundan olanlar, insanlari görürler. – insanlarsa ne seytani, ne de onun toplulugundan olanlari görebilirler. “Seytan ve toplulugu ( huve ve kabiluhu )” anlatiminin kapsami içinde, Kur’an yorumculari, “cin”leri de görürler. ( Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyan fi-Tefsiri’l-Kur’an, 8/113, F. Razi, e’t- Tefsiru’l-Kebir, 13/54.) Böyleyken, Elmali Hamdi Yazir, “müfessirin (Kur’an yorumculari) demislerdir ki bundan, insanin seytani hiç göremeyecegi zannedilmemelidir…” diyor. (Bkz. Hak dini Kur’an Dili, 3/2147.). Oysa, ayetteki açik anlatim nedeniyle, “Kur’an yorumculari”nin tümü bu görüsü paylasmaz. (Bkz. Taberi, ayni yer; F. Razi, ayni yer; Celaleyn 1/132;Tefsiru’n-Nesefi, 2/50.)
Fahruddin Razi, su nedenlerle “cin”lerin, “seytan”larin insanlara görünmemesi gerektigini yazar: ( Bkz. F. Razi, ayni yer.) Baska kiliklara bürünerek bile olsa “cin-seytan” insana gözükür olsa: – insan örnegin karisinin, çocugunun, gerçekte “CiN” oldugunu düsünebilir. – insan her gördügü kimse için de bu saniya( cin oldugu sanisina) kapilabilir. – Ve böylece kimseye güven kalmaz.
-……… Gelin görün ki, Muhammed, “SEYTAN”i, “CIN”i, hem de somut bir biçimde gördügünü söyler.
“Seytani yere yatirdim, boguyordum”
Nesei’nin Aise’den aktardigi bir hadise göre Muhammed söyle der: “Namaz kilarken seytan geldi. Hemen yakaladim, yere yatirdim, boguyordum onu. O denli ki, onun dilinin soguklugunu elimin üzerinde duydum.”. ibn Teymiyye, bu hadisi saglamlikta Buhari’nin kosullarini tasidigini belirtir. (Bkz. Takiyyundin ibn Teymiyye, izahu’d Delale fi Umumi’r-Risale, Misir, 1369, s. 41. Bu hadis için ayrica bkz. Kamil Miras, TEcrid-i Sarih Ter., 288 no.’lu hadisin “izah”indaki 2 no.lu not.) Seytanin “yatirilmasi”, “bogulmasi” ve “dilindeki sogukluk, bu soguklugun elde duyulmasi”, “bes duyu” içine giren, somut durumlardir. Muhammed’in “seytani bogarken onun salyasinin eline bulastigini, elinde bunu duydugunu(hissettigini)” anlattigi da aktarilir. (Bkz. Ahmet ibn Hanbel, Müsned, 3/82. )
Cinin-seytanin direge baglanmasi
Ayni hadiste, Muhammed’in “seytani yakaladiginda, bir direge baglamak istedigini, buna güç yetirebildigini, ama bu tür seylerin Süleyman peygambere özgü kalmasi gerektigini düsünüp direge baglamaktan vazgeçtigini” anlattigi belirtilir. Yine bu hadiste Muhammed’in “…Direge baglardim ve Medine çocuklari onunla oynarlardi yoksa.” dedigi de aktarilir.(Bkz. Ayni kaynaklar.) Bu hadis, Buhari’nin ve Müslüm’in e’s-sahihlerinde de -biraz degisikliklerle- yer aliyor. Müslim’deki bir aktarmaya göre Muhammed söyle anlatmakta: -“Tanri düsmani iblis, yüzümü yakmak amaciyla, bir ates aleviyle geldi. Bu nedenle ben üç kez: “Senden Tanri’ya siginirim!” dedim. Sonra “Tanri’nin tam lanetiyle seni lanetlerim!” diye ekledim. Yine üç kez. Geriye gitmedi. Yakalamak istedim sonra. Tanri’ya antiçerek söylerim ki, kardesimiz Süleyman’in (bu tür seyleri yapmanin kendisine özgü kilinmasina iliskin) istegi olmasaydi baglanacakti o. Ve Medine halkinin çocuklari onunla oynayacaklardi.” (Bkz. Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Mesacid/40, hadis no: 542.)
Bir baska aktarmaya da, Buhari ve Müslim, birlikte söyle yer verirler: “Dün gece, CiNLERDEN iFRiT, namazimi bozdurmak içn bana ansizin saldirdi. Tanri, bana, onu yakalama olanagi verdi. Ve onu, Mescid’in direkelrinden bir direge baglamak istedim. Sabah olunca, tümünüz ona bakip seyredesiniz diye…Ne var ki, kardesim Süleyman’in:”Tanrim beni bagisla, bana benden sonra kimsenin ulasamayacagi bir egemenlik ver!”(Sad, ayet:35) biçimindeki sözünü animsadim ( ve onu direge baglamaktan vazgeçtim).” (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’s-Selat/75; Tecrid, hadis, no: 288; Müslüm, e’s-Sahih, Kitabu’s,Selat/75; Tecrid, hadis no: 288; Müslüim, e’s-Sahih, Kitabu’l- Mesacid/39, hadis no: 541.) “Cin-seytan” için, hadislerde baska somut seyler de anlatilir. Örnegin “Seytan”in “zart” diye “sesli olarak yellenmesi”.
“Seytan zart diye ses çikararak yellenir”
Muhammed’in söyle dedigi aktarilir: “Namaza çagrildiginda(ezan), SEYTAN geri geri gidip uzaklasir. VE ZART (zurat) diye sesli yellenerek gider. Ezan sesini isitemeyecegi yere degin uzaklasir… (Bkz. Buhari, e’s- Sahih, Ezan/4; Tecrid, hadis no: 360; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’s-Selat/16-19 hadis no:389.) Kimileri bunun bir “temsil” oldugu görüsünde. (Bkz. Kamil Miras, bu hadisin “izahi”ndaki 2 no’lu not.). Ne var ki, “temsil” için “Seytan”in yellenirken ZART diye ses çikardigini” söylemeye gerek olmadigi düsünülebilir. Su da var: Muhammed, “cinin-seytanin, yemesinden-içmesinden” söz eder. (Bkz. Müslim, e’s-SAhih, Kitabu’l Esribe/102-106; hadis no: 2017-2020.) ibn Melek de Nevevi’ye dayanarak “bu yeme- içmenin gerçek anlamdaki bir yeme içme oldugunu” savunur. ( Bkz. Mebakiru’l-Ezhar fi Serhi Mesariki’l-Envar, 1/100.)”Yemesi-içmesi” olanin, “sesli olarak yellenmesi” de dogal degil mi? Yani Muhammed’in sözlerini “tevil” etmeye gerek bulunmamakta.
(2000’e Dogru, 8 Nisan 1990, Yil 4, Sayi 15’ten alinmistir)
x
Kuran’daki Bilgiler Islamiyet’ten Önce Zaten Biliniyordu
İslamcılar, Kuran’ın bilimsel bir kitap olduğunu , Kuran’da yazılı olan bazı bilgilerin o zamandan önce insanlarca bilinmediğini ve böylece Kuran’ın Allah’tan-varsa eğer- geldiğini iddia ederler.
Muhammed’in Kuran’ı hazırladığı zamanda Muhammed’in de içinde bulunduğu Arap toplumunun bilimsel konularda cahil olduğu bellidir. Öyle ki, Kuran’dan önce diğer gelişmiş toplumlarca zaten bilinen bilgiler Kuran’da yer alınca ilk müslümanlar ve onları takip eden müslümanlar bu bilgileri yeniymiş gibi sanmışlar ve Kuran’ın insan elinden çıkamayacağına ancak ve ancak Allah’ın sözü olabileceğine kanaat getirerek büyük yanılgıya düşmüşlerdir.
Kuran’dan önce yaşamış olan Vikingler dünya akarsuları ve denizleri arasında mekik dokuyarak değişik coğrafi bölgeleri tanıyorlardı. hangi denizin tuzlu, hangi denizin daha az tuzlu suya sahip olduğunu biliyorlardı. Sümerler, Asurlular ve Babilliler büyük şehirler ve medeniyetler kurmuşlardı. Romalılar o muhteşem Roma İmparatorluğpu’nu oluşturmuş, metal ve taş ilemesinin büyük ustalığıyla Roma’yı ve Roma ordusunun silahlarını mühendislik harikası olarak yaratmıştı. Mısırlılar, bugün bile nasıl inşa edildiği tartışılan muhteşem piramitleri mühendislik ve mimarlık bilimlerinin en üst seviyesindeki bilgilerle inşa etmişlerdi. Yine Mısırlılar, Muhammed’den yüzlerce yıl önce ölü insanları mumyalayarak insan bedeninin en bilinmez sanılan sırlarını ortaya çıkarmışlar, insanın üremesinin embriyodan bebek oluşumuna kadar olan safhaları resimlerle açıklar duruma gelmişlerdi.
Şimdi de bazı somut örneklere bir göz atalım:
YAZININ BİLİNEN İLK ÖRNEĞİ BASRA’DA
Bilinen ilk yazı örneği yaklaşık MÖ 3300 tarihinden kalma Basra yakınlarında bulunan Uruk kil tabletleri üzerinde yer alıyor. Yazı bu tarihte bile 700’ün üstünde değişik işarete sahip bütünsel bir sistemdi. İlk tabletler, tahıl, bira ve canlı hayvan gibi malların alışverişine ilişkin kayıtları ya da yazmayı yeni öğrenen yazmanların kullandığı listeleri içeriyordu.
4 BİN YIL ÖNCE BİLEŞİK FAİZ HASABI YAPIYORLARDI
Geometri Mısır’da cebir Mezopotamya’da doğdu. Mezopotamyalılar MÖ 2000’lerde olağanüstü bir matematik bilgisine sahiptiler. Çarpma ve ters sayı cetvellerinden başka kare, karekök, küp ve küp kök cetvellerini kullanıyorlar, bileşik faiz hesaplarını yapabiliyorlardı. Pi sayısını bulmuşlardı ve 3.125 olarak uyguluyorlardı. Hesaplarında iki tabanlı logaritma kullanıyorlardı.
Klasik matematiğin esaslarını MÖ 700-600’lü yıllarda yaşayan Yunanlı Pisagor ve Tales’ten 1400 yıl önce biliyorlardı. Babilliler, ünlü Pisagor Teoremi’ni, ondan 1400 yıl önce 15 ayrı çözümde bulmuşlardı. Mezopotamyalıların Tales teoremini Yunanlılardan önce bildiklerini gösteren bir tablet halen Vatikan’da bulunuyor.
BABİLLİLER’İN MÖNÜSÜNDE 20 ÇEŞİT BİRA VARDI
İlk bağcılık burada yapılmış, ilk şarap kadehi burada kaldırılmıştı. Biranın da doğum yeri burası olmuştu. Bira ile ilgili en eski belgeler 6 bin yıl öncesine dek uzanıyor. Birayı Sümerler ortaya çıkarmış, Babilliler de çeşitlendirmiş. Babillilerin mönüsünde tam 20 farklı bira olduğu tespit edilmiş. Bira ile ilgili ilk yasayı koymak da yine aynı Hammurabi’ye nasip olmuş. Hammurabi, kişi başına günlük bira istihkakı konusunda da bir yasa çıkarmış. Buna göre, sıradan bir işçiye 2 litre, devlet memuruna 3 litre ve idarecilerle yüksek makamlardaki din adamlarına 5 litre bira veriliyormuş. Para ile satılmaz, satan da idamla cezalandırılırmış.
BÜTÜN İNANÇLAR BURADA YEŞERDİ
Eski Mezopotamya’da yüzlerce tanrıya tapılır, her etnik grubun, hatta her kentin kendi tanrıları bulunurdu. Aynı topraklarda daha sonraki dönemlerde tek tanrılı dinler ortaya çıktı. Ama çok tanrılı dönemlerde de hoşgörü hakimdi. Bir yörenin tanrıları çoğu kez bir başka bölgenin tanrılarına dönüşür ya da özdeşleştirilirdi. Böylece Babil ve Asur geliştikçe Marduk ve Aşşur öne çıktı. Tanrılar insan biçimindeydi, olağanüstü güçleri vardı, ama tıpkı insanlar gibi duygulara ve ihtiyaçlara da sahipti. Kimi iyi, kimi kötü olan cinler, ruhlar, doğaüstü güçler çeşitli biçimlere girer ve çoğu kez de hem insan hem de hayvan özelliklerine sahip olurdu. Bugün Anadolu’da yer yer devam eden cin ve perilere ilişkin inançların kökeninde eski Mezopotamya efsanelerinin önemli bir yeri var. Eski Mezopotamyalılar da kötü ruhları ve cinleri kovalamak, insanı nazardan korumak için kurşun dökerler nallar asarlardı.
Bugün “semavi dinler” olarak adlandırılan Yahudilik, Hristiyanlık ve Islamiyet’in sanki dünyanın başka yerlerinde insanlar yaşamıyormuş gibi bu bölgede ortaya çıkmasının nedeni de budur. Semavi dinler, eski çok tanrılı Sümer dininin değişmesi ile meydana gelmişlerdir.
HARRY POTTER VE YÜZÜKLERİN EFENDİSİ DE MEZOPOTAMYALI
Mezopotamya’dan yayılan inançlar Batı düşüncesinin ve hayal gücünün şekillenmesinde hálá etkisini sürdürüyor. Bilimkurgu romanlarında ve filmlerde görülen doğaüstü kahramanların neredeyse tümü Mezopotamya inançlarının bir başka versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Son dönemde dünyanın ilgisini çeken Harry Potter ya da Yüzüklerin Efendisi gibi roman ve filmlerde hemen tüm kahramanların prototipini Mezopotamya efsaneleri ve inançlarında bulmak mümkün.
BİR ÇEŞİT PİL KEŞFETTİLER TIP ALANINDA KULLANDILAR
Mezopotamyalıların elektriği de bilinenden yaklaşık 2 bin yıl önce keşfetmiş olabilecekleri düşünülüyor. 1938’de Alman arkeolog Wilhelm König Bağdat’ın biraz dışında bir toprak kap buldu. 13 santim yüksekliğindeki kabın içinde demir bir çubuğu saran bakır bir silindir vardı. O zaman König bunun bir pil olduğuna kanaat getirmişti. Günümüzde bu konu üzerine kafa yoran birçok uzman pillerin tarihini MÖ 200 yılı civarındaki Pers ya da Sasani kültürüne dayandırıyor. Uzmanlar aynı teknikle laboratuvar ortamında pillerin taklitlerini ürettiler. Bu sayede Bağdat pillerinin 0,8 ile 2 volt arasında bir güçte elektrik üretebildiği anlaşıldı. Bu pillerin hangi amaçla kullanıldığı konusunda iki ihtimal ortaya atılıyor. Bir ihtimale göre pillerin ürettiği elektrik akımı tıpta bir tür ağrı kesici gibi kullanılıyordu. Diğer ihtimalde ise altın ve gümüş gibi değerli metalleri parlatmak için pilin ürettiği akımdan faydalanılıyordu. Bağdat’taki pillere inanan uzmanlar elektrolit madde olarak da üzüm suyunun kullanıldığını öne sürüyorlar.
Babil devleti, bölgedeki uygarlıklar arasında en ileri olanı. Babil’in en büyük kralı, şüphesiz Hammurabi’ydi. Onun düzeninin hüküm sürdüğü Babil’de tek eşlilik esastı. Kadın dava açmak, çeyizinin gelirini veya kocasından kalan mirası yönetmekte özgürdü. Miras kız ve erkek çocuk arasında eşit paylaştırılırdı.
Kaynak: Hürriyet, 20.04.2003
Ku’ran, Sigara ve Uyuşturucular
Günümüzde sigara ve uyuştucuların sağlığa ne kadar zararlı olduğu ispatlanmıştır. Modern toplumlarda, kapalı mekanlarda sigara içmek yasaklanıyor. Sigara ambalajlarının üzerine öldürücü olduğuna dair uyarı ibareleri konuluyor. Uyuşturucu maddelerin kullanımı yasaklanıyor, uyuşturucu içeren ilaçlar özel reçetelerle sayılıyor. Çünkü, tıbben sigara ve uyuşturucu maddelerin sağlık için bir felaket olduğu ispatlanmıştır.
Hal böyle iken, Kuran’da, sigara ve uyuşturucu haram edilmemiştir. Domuz etini haksız yere haram eden Kuran, sigara ve uyuşturucuyu haram etmemiştir, yasaklamamıştır.
Günde bir bardak içilen kırmızı şarabın sağlığa faydalı olduğu bugün tıbben ispatlanmışken, Kuran, sigara ve uyuşturucuyu haram etmemiştir, yasaklamamıştır.
Kuran’ın ne denli “bilimsel(!) olduğu bu örneklerden de görülmektedir. Bu örnekler de göstermektedir ki, Kuran, Allah’ın-varsa eğer- sözleri değil, insan ürünü, Muhammed ve arkadaşlarının hazırlamış olduğu bir kitaptır.
X
Aynı Allah’a inanmıyoruz – 25.10.2007-
Mahmut Toptaş
Bütün İslam dünyasından beşi Türk 138 kişi bir araya gelmişler ve Papaya bir mektup yazarak “İkimiz de aynı Tanrı’ya karşı sonsuz bir sevgi duyuyoruz, gelin barışalım” demişler.
Demişler ama Papa bu oyuna gelmemiş ve onlara “Buraya kadar gelmişken gelin hepiniz Hıristiyan olun” demiş.
Bütün hahamlar, papa ve papazlar “yorulan” bir tanrıya inanırlar. Buyurun okuyun:
“Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü’nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim.” (Tevrat, Yar, 2/1-3; Çık, 31/7)
Yorgun tanrı o sinirle Şabat/Cumartesi günü çalışanların öldürülmesini istemiş. Buyurun okuyun:
“Şabat Günü çalışan herkes kesinlikle öldürülmelidir.” (Tevrat, Çık.31:14)
Bütün hahamlar, papa ve papazlar, Yakup aleyhisselama güreşte yenilen bir tanrıya inanırlar.
Buyurun muharref Tevrat’tan okuyun:
yar.32:22 Yakup o gece kalktı; iki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı’nın sığ yerinden karşıya geçti.
yar.32:23 Onları geçirdikten sonra sahip olduğu her şeyi de karşıya geçirdi.
yar.32:24 Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti.
yar.32:25 Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. yar.32:26 Adam, «Bırak beni, gün ağarıyor» dedi.
Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı.
yar.32:27 Adam, “Adın ne?” diye sordu.
“Yakup.”
yar.32:28 yar.35: Adam, «Artık sana Yakup değil, İsrail denecek» dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.”
yar.32:29 Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu.
Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı.
yar.32:30 Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel adını verdi.
yar.32:31 Yakup Peniel’den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. yar.32:32 Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakup’un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı.”
Yahudi ve Hıristiyanlarca kabul edilen Tevrata göre Yakub aleyhisselamla güreşe tutuşan ve sonunda Yakub aleyhisselama yenilen tanrı ile yerin göğün hakimi Allah aynı değildir.
Bizim iman ettiğimiz Allah, “Allah’ın size verdiği rızklardan helal ve temiz olarak yiyin ve Allah’ın nimetleri için Allah’a teşekkür edin” (Kur’an-ı Kerim Nahl suresi 114) derken onların uydurdukları tanrı:
“Ve milletlerin sütünü emeceksin ve kralların memesini emeceksin…” (İşaya 60/16) diyor ve bunlar da milletlerin kanını ve ülkelerin yeraltı ve yerüstü servetlerini emiyorsa onların tanrısı ile bizim iman ettiğimiz Allah aynı değildir.
Oryantalistlerin makalelerinden İslam dinini öğrenen biri bana “Bizim ilahımızla sizin ilahınız tektir” (Kur’an-ı Kerim Ankebut suresi 46) ayetini delil getirmeden ayetin tamamını okusun.
Bu ayet “Bizi ve sizi yaratan, yaşatan, yöneten Allah birdir. Siz, tutuyorsunuz Hz. İsa’yı “Allahın oğlu yaparak kafir oluyorsunuz” anlamınadır.
İsterlerse şu ayetin tefsirine bir baksınlar: “And olsun ki “Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir oldular. Bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerine bir son vermezlerse onlardan kâfir olanlara acıklı azap şüphesiz dokunur.” (Kur’an-ı Kerim Maide suresi 73)
Kur’an-ı Kerim’in davetine uygun hareket etmek istiyorsanız buyurun mektubunuza Allah’ın davet ayetini yazınız:
“De ki: “Ey kitap ehli, Allah’tan başkasına kulluk yapmamak, hiçbir şeyi Ona ortak koşmamak, Allah’tan başka ba’zımız ba’zımızı Rab edinmemek için, bizimle sizin aranızdaki ortak bir kelimeye geliniz. -Eğer yüz çevirirlerse- “Şahit olun biz Müslüman’ız” deyin.” (Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran 64)
Örnek olarak sevgili peygamberimizi alırsanız o takdirde Vatikan’da para yönetiminden başka hiçbir şeye gücü yetmeyen, makama değil, sevgili peygamberimizin Bizans, İran, Habeşistan imparatorlarına yazdığı gibi siz de mektubunuzu Amerika cumhurbaşkanına yazınız ve mektubunuzu mutlaka bu son ayetle sonlandırınız.
Not: Bu ayetlerin tefsiri için “Şifa Tefsiri”ne bakınız. Telefon (0212) 511 10 85A
X
“Rab (İsa) değil, ben söylüyorum.” (İncil. Kor. 1. Mek. 7/12”
x

Anayasa:
Birileri bize insan hakları öğretmeye kalkmasın olur mu… Edibe Yazar
MURAT HAN’IN OĞLU, MEHMET DAİMÎ MUZAFFER!
28 MAYIS 1463 MILODRAZ DÜNYA FATİHİ, HAŞMETLİ VE ULU SULTAN’IN İMZALI VE PARLAYAN MÜHÜRLÜ FERMANI AŞAĞIDADIR.
BEN FATİH SULTAN HAN, BÜTÜN DÜNYAYA İLÂN EDİYORUM Kİ; KENDİLERİNE BU PADİŞAH FERMANI VERİLEN BOSNALI FRANSİSKENLER HİMÂYEM ALTINDADIR VE EMREDİYORUM:
HİÇ KİMSE NE BU ADI GEÇEN İNSANLARI NE DE ONLARIN KİLİSELERİNİ RAHATSIZ ETMESİN VE ZARAR VERMESİN. İMPARATORLUĞUMDA HUZUR İÇERİSİNDE YAŞASINLAR VE BU GÖÇMEN DURUMUNA DÜŞEN İNSANLAR ÖZGÜR VE GÜVENLİK İÇERİSİNDE YAŞASINLAR. İMPARATORLUĞUMDAKİ TÜM MEMLEKETLERE DÖNÜP KORKUSUZCA KENDİ MANASTIRLARINA YERLEŞSİNLER.
NE PADİŞAHLIK EŞRÂFINDAN, NE VEZİRLERDEN VEYA MEMURLARDAN, NE HİZMETKÂRLARIMDAN, NE DE İMPARATORLUK VATANDAŞLARINDAN HİÇ KİMSE BU İNSANLARIN ONURUNU KIRMAYACAK VE ONLARA ZARAR VERMEYECEKTİR.
HİÇ KİMSE BU İNSANLARIN HAYATLARINA, MALLARINA VE KİLİSELERİNE SALDIRMASIN, HOR GÖRMESİN VEYA TEHLİKEYE ATMASIN. HATTA BU İNSANLAR BAŞKA ÜLKELERDEN DEVLETİME BİRİSİNİ GETİRİRSE ONLAR DA AYNI HAKLARA SAHİPTİR.
BU PADİŞAH FERMANINI İLÂN EDEREK BURADA, YERLERİN, GÖKLERİN YARATICISI VE EFENDİSİ ALLAH, ALLAH’IN ELÇİSİ AZİZ PEYGAMBERİMİZ MUHAMMED VE 124 BİN PEYGAMBER İLE KUŞANDIĞIM KILIÇ ADINA YEMİN EDİYORUM Kİ; EMRİME UYARAK BANA SADIK KALDIKLARI SÜRECE TEBAAMDAN HİÇ KİMSE BU FERMANDA YAZILANLARIN AKSİNİ YAPMAYACAKTIR.
Başka dinden, ırktan olanlara özgürlük ve hoşgörü sağlayan bu ferman, Fatih Sultan MEHMET’in Bosna-Hersek’i fethinden sonra 28 Mayıs 1463 tarihinden Milodraz’da yazdırılmıştır. Aslı Bosna-Hersek Fojnica şehrinde Fransisken Katolik Kilisesi’ndedir. Ferman, yeni ortaya çıkarılmış olup, Kültür Bakanlığı’nca Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunun 700. Yıldönümü nedeniyle yayımlanmıştır. Tarihte bilinen insan hakları hareketlerinden en eskisi; Fransız İhtilâli’nden 326, 1948 Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesinden 485 ve Amerika’nın keşfinden 29 yıl önce uygulamaya konmuştur.
VE
Türkiye Cumhuriyeti anayasası
Kanun önünde eşitlik
MADDE 10 . – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek: 7.5.2004–5170/1 md.)Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
XI. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
MADDE 11 . – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Temel Haklar ve Ödevler
Genel Hükümler
I. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği
MADDE 12 . – Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.
II. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
MADDE 13 . – (Değişik: 3.10.2001–4709 /2 md.) Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
III. Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması
MADDE 14 . – (Değişik: 3.10.2001–4709/3 md.) Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
X
Vahiy
Allah’ın vahyettiği bu kişi Peygamber midir?
-Nahl 68 : Rabbin bal arısına vahyetti.
-Zilzal 5 : Rabbin yerlere vahyetti.
Allah’ın sadece Peygamberlere vahyetmediği bu ayetlerle kesinlik kazanıyor. Her devirde Allah’ın üst düzey evliyaları Allah ile konuşurlar yani Allah onlara vahyeder.
Ahmed Yesevi Hz.leri “Hakk’ tan işitip bunları dedim işte” diyor bir şiirinde.
Yunus “Çalap tır söylettirir”, bizi konuşturan Allah’tır diyor.
Mevlana hz.leri; Mesnevi, Allah’ın izniyle inmiştir diyor.
X
Bunun gibi yüzlerce Kuran hükmü var ki bunların en az 234 hükmü yurdumuzda uygulanmamaktadır. Daha bunun gibi günümüz anlayışına uymayan hükümler var. İnsan, Müslüman değildir; kafirdir diye bir insanın canına nasıl kıyar? Şimdi sen şeriatta bu yoktur diyeceksin, şu aşağıda verdiğim örneğe ne diyeceksin? Dikkatle oku:
“İnsanlar ‘Lailahe illallah’ deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum, şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bkz. Sahih-i Müslüm. İst.1401.C.1.s 51-52, Had. No. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler, Ank. 1992, s.30-31, Had. No.4). Ne var ki bu tür Hadis’leri yadsımak sizler için kolay. Bu Hadis’tir, değiştirilmiştir, deyince sanırsınız ki biter olay…
Öyleyse bu Hadis’in kaynağı olan bu tümceye de (ayete de) değiştirilmiştir diyemezsiniz ya… Öyle ise oku: “Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşsın.” (K.Tövbe, 9/29).
X
İslam’a Göre Cinsel Hayat. Ali Rıza Demircan. Sözlük bölümü:
KÂFİR: Kuran ve Sünnet’le belirlenmiş îman esaslarının, ilâhî emirler ve yasakların bütününe veya herhan¬gi birine inanmayan kişi, laik in¬san
Laik : Kuran ve Sünnet yönetimini kabul etmeyen
X
D. Mehmet Doğan. Vadi Yayınları:laik. [Lat. Fr. S. Fel.] 1. Dünya işlerini din işlerin¬den ayıran, lâdinî, seküler. Ziya Gökalp’ın âşinâ olunmayan Fransızca laiaque deyimini anlatmak için dinsiz anlamına gelebilecek lâ-dinî sözcüğünü kullanmak zorunda kalma¬sı, belki bir talihsizlik idi-B.Lewis
2. Dini ol¬mayan, dinsiz, dindışı, lâdinî, profan: Laik okul, laik sanat.
3.Dine karşı olan, din karşıtı.
4. [i.] Laik görüşe sahip kimse.
X
Türkçe’ye fransızca’dan geçen “lâik” sözcüğü, yunanca “lâikos”tan gelmektedir. Halk anlamına gelen “laos” adılından türetilmiş ve din adamı olmayanları belirtmek için kullanılmıştır. Aynı zamanda; dinî olmayan şey, fikir, kurum anlamına geliyordu. Eski çağlarda bu sözcük “rahipler sınıfı”na mensup olmayan anlamında kullanılıyordu. Hıristiyanlıkta da kilise adamlarına “clerici”, bunların dışında kalan halk yığınlarına “laici” deniyordu. Zamanla bu sözcük, devlet ile din arsındaki ilişkileri anlatmak için kullanılmaya başlamıştır.
Din işleri ile devlet işlerinin ayri olmasi .
X
Pejoratif anlamda laiklik din dusmanligi olarak yorumlanir (bkz: yanilgi).
Oysa (bkz: laiklik/1)’de etimolojik aciklamasi verilen laiklik, doktrinal anlamda laik hareketlere/cereyanlara, fikir akimlarina baglilik demektir ve bundan baska da bir sey degildir.
X
Ha, bundan baska bir seydir, o da sudur: din hurriyeti (din secme hakki – vatandaslar, memurlar, devlet baskanlari vs herkes icin gecerli olan) ve devlet ogretiminin tarafsizligi.
X
Din hurriyeti ise ikiye ayrilabilir:
– vicdan hurriyeti
– ibadet hurriyeti
X
Ülkemizde sözde uygulanan kavram. Benim verdiğim vergiyle kilometrekare başına 5 cami yapılıyorsa ve devletin din işlerine ayıracak bakanlık ve diğer kadroları mevcutsa, şu bu dine inanmak serbest, satana matana inanmak ta suçsa bu ülkede olmadığı iddia edilebilecek olgudur
Ataturk’un; “laiklik asla dinsizlik olmadigi gibi, sahte dindarlik ve buyuculukle mucadele kapisini actigi icin gercek dindarligin gelişmesi imkanini temin etmiştir.”
“laiklik, yalniz din ve dunya işlerinin ayrilmasi demek degildir. Butun yurttaşlarin vicdan, ibadet ve din hurriyeti demektir
“din bir vicdan meselesidir. Herkes, vicdaninin emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygi gosteririz. Duşunuşe ve duşunceye karşi degiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle kariştirmamaya calişiyor, kasit ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakiniyoruz” sozleriyle acikladigi ilkesi.
X
1928’de ilgili kanunun anayasaya eklenmesi ile turkiyede var oldugunu belirlenmiştir (yada napilmiştir kanun bir şeyi belirler sanirim, set olsa ona sorardik)
X
Devletin dinlere eşit uzaklıkta durması gereken ve dinlerin devlet tarafından kontrol edilmesi gereken bir devlet anlayışı. Ayrıca
1- din işlerinin sadece o ülkenin diniyle ilgilenmemesi gerekir. Ve bulunabilecek resmiyette üyesi bulunan tüm dinleri kapsayan bir kurumsal bütün olması gerekir.
2- semavi din (musevilik-hıristiyanlık ve islama) lere saygı gösterirken semavi olmayan dinlere de saygı göstermesi gerekir. (wiccan, budist, panteist veya politeist vb)
X
Türkiye’de din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her ay 80 bin imama maaş ödeyen bir devlet demektir.
X
Kelimelerle ifade edilemeyen siyasal olgu.
X
Bunlari biliyormuydunuz? Hristiyan toplulugu olmadigini iddia eden avrupa toplulugu dahilindeki 15 ulkenin arasinda anayasasinda laiklik maddesini bulunan tek ulke fransa dir. (bkz: fransiz anayasasi birinci madde). Shayet birgun kabul edilirse turkiye cumhuriyeti anayasasinda laikligi benimsemish ikinci ulke olacaktir. (bkz: birinci kisim, ikinci bolum madde iki)
Ruhban sınıfı da yoktur.
Bir devletin bakanının hakkında bilgi sahibi olmadığı ya da bilse de işine gelmediği durumda şu şekilde beyanatlar verebildiği kavram. Http://www.ntvmsnbc.com/news/246759.asp
Aynı mantık ile ben devletten yezidilik ya da mecusilik eğitimi alabilmeliyim, haydi hodri meydan? Versenize.
Türkiye ‘‘müslüman demokrat’’ olduğunu söyleyen bir iktidarın türkiye’yi doğu’ya döndürüp döndürmeyeceği şeklindeki ‘‘anlamsız’’ soruya yanıt ararken, çevremizdeki gelişmeler ‘‘doğu’’ olarak adlandırılan ülkelerin yüzlerini ‘‘batı’’ya çevirmek için nasıl bir uğraş içinde olduğunu gösteriyor.
‘‘türkiye bir islam ülkesi mi olacak?’’ sorusu türkiye’deki zihinleri kurcalarken, ‘‘hakiki’’ bir islam ülkesinin ‘‘batılılaşma’’ arayışlarıyla ilgili ilginç gelişmeler oluyor.
Birkaç gün sonra, ayın 17’sinde cidde’de ilginç bir toplantı var: cidde ekonomik forumu.
X
Birisi Zünnûn-ı Mısrî’yi rüya¬sında görür:
“Allah, sana nasıl davrandı?” diye sorar.
Zünnûn:
“Beni huzurunda durdurdu ve şöyle dedi: ‘Ey iddiacı! Beni sevdiğini iddia ettin, ama benden gafildin!’ dedi…”
+
Sen gaflet içindesin, kalbinse yanılmakta,
Ömür geçti, günahlar olduğu gibi durmakta!
(Semerkand Takvimi, 9.1.2009)
+
Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Mevlana, (Semerkand Takvimi, 10.1.2009)
+
Sert taştan ve mermerden bile ol¬san, gönül erine yetişebilirsen cevher olursun.
Her ele el vermek layık değildir. İn¬san suretinde nice şeytanlar vardır. (Hz. Mevlana. Semerkand Takvimi, 11.1.2009)
X
HİKMETLİ SÖZLER

Affetmek fazilettir.
Emanete sahip olmak imandandır.
Kanaat insanı zengin yapar…
Yerin¬de kullanılmayan zenginlik azdırır.
Akıllı kimse, günahlarını tövbe ile örtendir.
Cömert, kötülük yapana iyi¬likle karşılık verendir.
Âlim; sözü, .işine uygun olandır.
Âlim ilme doymaz.
Akıllı; şehvetten uzaklaşan, âhireti dünya ile değişmeyendir.
Akıllı, yalnız ihtiyacı kadar konuşur.
Allah’a kavuşmak, kötü insanlar¬dan uzak durmakla olur.
(Hz. ALİ’NİN (R.A) Semerkand Takvimi, 24.1.2009)
X
11.10.2007 tarihinde nilufer < nilufer.mimar@ gmail.com> yazmış:
Ensest bence…
X
—– Original Message —-
From: METİN HASIRCI <metinhasirci@ gmail.com>
To: akilcagi@yahoogroups.com
Sent: Friday, October 12, 2007 12:36:04 AM
Subject: Re: [AKIL CAGI] Re: sn hasirci Neden seriata karsiyiz?
Sevgili Yamtar;vak’ayı bu akşama bırakma sebebim sizi meraklandırmak olmadığına emin olmanızı istirham ederim. Ahmed Mithad Efendinin Tercüman-ı Hakikatde çıkan tefrikaları için kâriileri sabahı bekleyemediklerinde n,sandala binerler Beykoz’a kürek çekerek giderler ve yalı’sının önünde balkona da-vet ederler sabredemediklerini söyleyip,yazısı nı okumalarını rica ederler,Ahmed Mithad Efendi de yazıyı alıp balkona çıkar gümbür gümbür ifadesiyle okurmuş.Neyse Efendim,Yalova Güneyköyde şimdi medfun o dönemlerde ikamet eden Şeyh Şâmil Hazretlerinin hem yeğeni hem de damadı olan ve Eyüb sabrü beyin meseleyi taşıyacağı Şeyhin adını Cemaleddin diye verdiğimde ben de bir tereddüt meydana geldi notlarıma bakmak için bu akşama baktım. Efendim tereddütüm doğru çıktı. Şeyh Şerafeddin Efendi olacağını notlarımda tesbit ettim. Bunda da bir hikmet varmış demekki..Efendim Ohri Mebusu Eyüb Sabri Bey Şeyhine gider İngiliz elçisinin sorusunu ve sadrazamın da ricalarını najkleder.Şeyh Efendi:Eyübe Bey,şimdi ben size bunu söyleyeceğim. Siz gidip söyleyeceksiniz. Fakat elçi size bir soru soracak siz yine apışıp kalacaksınız.der. İyisimi beraber gidelim yüz yüze konuşalım.Ertesi sabah İstanbul’a geçerler. Makamı sadarete gelirler. Öğle sonrasında buluşurlar. Şerafeddin Efendi derki: Cenâb-ı Nice nebi’lere kitap ve suhuflar verdi.İncil,Tevrat ve Zebur’da verilen bu kitaplar arasındadır. Ancak onları ezber tekniğine uygun olarak nebi’lere nüzul (indirme)ettirmedi. Böylece bu kitaplar muhafızsız kaldı. Din adamları dedğimiz ruhbanlar ve bilhassa yahudiler bu suhuflar ve kitaplar ile istedikleri gibi oynadılar ve tahrif ettiler. Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Azimüşşanı ise hem ezber tekniğine uygun hem de insan hafızasının alabileceği uyum ve şifrelerle indirdi. Bir ayet de mealen bu kitapda yaş ve kuru her şeyden bahsedilmiştir demektedir. Hakikaten Kur’an ezberlemeye çok müsait bir yapı gösterir. Normal bir kişi yaşı yirmiye gelmeden önce dört yaşından tutunuzda daha ileri yaşlara kadar üç ayda Kuran-i kerimi ezberliyebiliyor. Bunu hafızlara da sorabilirsiniz. Yukarıdaki işaret ettiğimiz ayette her şeyi bahseder diyen meale göre nice esrarı bâzı ayetlere şifrelemiştir. İşte Cenab-ı Hakk bâzı kullarına bu şifreleri bildirir ve onlar bu işaret edilen ayetlerle o mânayı efkârı umûmiyeye duyurur dedikten sonra. Şerafeddin Efendi İngiliz B.elçiye fasih bir ingilizce ile bakın der siz kendiniz dahi bilmezsiniz fakat ben size ailenizin bin yıldan bu tarafa gelmiş reislerinin adlarını sayacağım der ve başlar saymaya. Elçi evvelâ lakayt çünkü gerçekten bilmediği kişiler sayılır ve son iki asıra gelindiğinde şeyhin söylediği isimlerin çoğunun evlerindeki aile defterinde ve şatolarının duvarlarında yağlı boya ile yapılmış resimleri ve altlarında isimleri yer almaktadır. Elçinin dede ve babasını söyledikten sonra elçi şaşkındır şeyh Efendi devam eder: der ki,şimdi de senden sonra gelecekleri sayacağım. O zaman elçi sen bir büyücüsün demekten kendini alamaz. Bu kadar şaşırtıcı husus hidayet erişmediğinden elçide bu sözü sarf etmesine sebeb olur. Evet efendim,Allah akılla bilinir fakat iman hidayetle nâsip olur. Hidayet de, biraz ilmihal okumakla mümkün olabilir. Yoksa Allah’a inanmak yetmiyor,Allah’ın emirlerine uymak gerekiyor. Onun emirlerini almak gönderdiği elçiyi kabul ve inanmaya bağlıdır. Bakın Kemaloğlu diye bir bey akraba evliliğine cevaz verilmiştir diyor. Elbette öyle bir şey yok diyenler dini açıdan söylemezler geleneklerinden öyle söylerler. Meselâ Hz.Ali(KV)Efendimiz ,Peygamberin amcasının oğlu ve Hz.Fatıma ile izdivaç yaptı. Meselâ Çerkes kardeşlerimiz asla akraba evliliği yapmazlar ve hâtta aynı köyden bile evlenmezler ama bunu adetlerinden dolayı yaparlar,din yasakladı asla demezler. Tıp işin kolayında aqkraba evliliğinde sakatlıklar oluyor diyor neden sakatları sorguladığında akrabamıydınız diyor evet dediğinde istatistike dâhil etmiyor. Meselâ benim eşim Ebe Hanım Okmeydanı hastanesinde 27 sene ebelik yaptı. özürlü çocukların istatistiğinin benim söylediğim gibi olduğunu tabii sohbetlerimiz içinde beyan buyurmuştur. Size hayırlı bayramlar geçirmenizi temenni ederken sağlık dolu nice bayramlar temenni ederim.Fiemanillah.
Metin Hasırcı, 12.10.2007
X
Bakınız sayın Yamtar siz zekânıza güveniyorsunuz fakat onun sizi aldatabileceğini düşünemiyorsunuz. Siz Allah’ın yaptıklarında zaaf arıyorsunuz. Ve onun keyfince davranışını bakın ş3air ne güzel söylüyor:”O’ mülkünde hüküm sürer keyfemayeşa” bunu çözemiyorsunuz ona hesap sorulamayacağını anlamak istemiyorsunuz. Anlarsanız kendinizi köle zannedeceksiniz diye korkuyorsunuz. Hayır köle değilsiniz kulu’sunuz ve sizi çok seviyor. Sizin ona bu kadar sataşmanızdan istese sizi halden hale sokar. biraz müstehcen amma pek mânidar bir fıkra: efendim papaz klisede vaaz veriyor. konu,hâlimize şükretmek cümleler insanların çoğunu mutmain kılarken,parkinson hastalığına yakalanmış orta yaşlı biri,tabii elleri titrerken ben demi diye işaret etmiş.papaz,biraz sonra odama gel demiş. hasta papazın yanına gelmiş. Papaz,bak demiş tanrı iki elin bir ileri bir geri gidip gelirken cinsel organını eline verseydi günde kaç defa istimna yapmış olurdun?Der.Allah zaman zaman benden korkunuz demek lüzumunu duyuyor kur’an da. bakın Şeyh Şâmil Hz.lerinin damadı olan şeyh Şerafettin Efendiyi hiç ağzınıza almıyor fakat bana sanki benim anlattığımda allahın eksikliğini anlattığımı söylemeye çalışıyorsunuz. Hayır o sizin çıkardığınız sonuç Benim isteğim,Allahın kuvvet ve kudretinin payansız olduğudur.Yâni niyet okuyuculuğu yapar gibisiniz. Halbuki el amali biniyat ameller niyetlere göredir. Ben Allahın yüceliğini düşünerek misallere başvuruyorum. siz ise onlardan kendi mantığınıza uygun mânalar istinbat ediyorsunuz.
X
2007/10/15, yamtar kara <yamtarkara@yahoo.com.tr>:
Sayin Hasirci,
“İncil,Tevrat ve Zebur’da verilen bu kitaplar arasındadır. Ancak onları ezber tekniğine uygun olarak nebi’lere nüzul (indirme)ettirmedi. Böylece bu kitaplar muhafızsız kaldı.”
diyorsunuz;
Bu iddia Allahın/Tanrinin dogru yolu ancak uc denemeden sonra bulabildigini ileri surmektir ki yaratici gucun buyuklugunu ve idrakini inkar etmek demektir.
Dinin dediklerinin dogrulugunu sorgulatmamak ugruna; yaraticinin gucu ve idrakini sorgulatiyorsunuz manasindadir….
Yani yaratici yarattiklarinin kapasitesini bilmiyor, idrak etmiyor ve ancak uc denemede basarisizliga ugrayinca dogru yolu bulabiliyor iddiasindasiniz.
Ustelik gonderdigi iddia edilen kitaplar yeryuzunun kucucuk bir cografyasinda yasayan, dilleri yaygin olmayan, son derecede kisitli bir nufusa hitap ediyor?
gene:
“Yoksa Allah’a inanmak yetmiyor,Allah’ın emirlerine uymak gerekiyor. Onun emirlerini almak gönderdiği elçiyi kabul ve inanmaya bağlıdır.”
diyorsunuz….
Hangi emrin Allah’in/Tanrinin emri oldugunu nasil ayird edecegiz?
Zaten sorun burada
Siz Allahin/Tanrinin emrinin ne olup olmadigini ayirt etmek icin once birilerine inanmayi sart kosuyorsunuz bense hangi emrin Allah’in/Tanrinin emri oldugunu anlamak icin akli sart kosuyorum. Zaten farklilastigimiz noktada burada basliyor.
Ben her insanin aklini kullanarak yaraticini yada yaratilisin kurallarini anlayabilecegini dusunuyorum. hatta kemiklesmis bazi inanclarin yaratici ve yaratilisin kurallarini anlamadaki en buyuk sorun oldugunu da iddia ediyorum.
Daha onceki e postalarimda
Tanrinin olmasi yada olmamasinin ispati imkansiz bir husus oldugunu bu yuzden tanrinin olmamasi ihtimalini tartismadan ayirarak tanrinin var olmasi halinde hangi kurallarin tanri kurali olabilecegini tartismanin cok daha anlamli olacagini soylemistim.
Bu dusunceden hareketle tanrinin var olmasinin; herhangi bir inanc sisteminin dediklerinin tanrinin kurallari yada istekleri oldugu iddiasi ile ilgisi olmadigini soyluyorum.
Yani tanri var diye ; hinduizmin onerdigi kadinin olen kocasi ile birlikte yakilmasi emri tanrinin emri degildir.
Tanrinin varligi ile ilgili tartisma konusu ise su noktaya gider:
Netice itibari ile kendi varligimiz disindaki hic bir seyin var oldugunun ispati yoktur. Sadece kendi varligimizi bilebiliriz; kendi varligimizi bilebilmemizin tek nedenide dusunebilmemizdir…..
Mademki dusunuyorum o halde varim…..
bu noktada iki olasilik var:
1- Benim disimda baska hic bir sey yoktur algiladiklarimi ben dusunsel olarak uretiyorum o halde tanri benim…
2- Benim disimda baska seyler de var o halde var olmayi saglayan bir guc de var .

Her iki olasilik da esdegerdir ve %50, % 50 olasiliktadir.

Tanrinin ben oldugum olasiliginda zaten tartisilacak bir konu yok, zaten sizde yoksunuz ben bu maili kendi kendime yaziyorum. Bu yuzden bu olasiligi tartismamiz anlamsiz.

Sorun ikinci olasilikta
Siz varsiniz, ben varim ve bir de Tanri var.
Nasil bir tanri?

Bu gune kadar pek cok inanc sistemini inceledim okudum 43 yillik omrumde geldigim nokta; var olan herseyin toplaminin tanri oldugu ve bir varlik olarak benimde Tanrinin cuzzi bir parcasi oldugum dusuncesi.
Kullun cuzzi bir parcasi olarak o kulden hem etkilenmekteyim hem de o kullu etkilemekteyim onunla devamli iletisim halindeyim; isteyerek yada istemeyerek, bilincli yada bilincsiz olarak. Sadece bende degil ; var olan her cuz kul ile etkilesim halinde, yerdeki ot parcasi da gokteki guneste.
Bu benim dusuncem elbette dogru yada yanlis oldugunun ise ispati yok…
Dinler ise Tanridan ziyade yeryuzu egemenlerinin ereklerine hizmet eden kurumlar buyuk olcude. Dinler arasinda belkide samanizm yeryuzu egemenlerine en az pirim veren inanc sistemi. Bu yuzden de samanizmden buyuk olcude etkilenmis olan sufi inanc sistemi , Mevlevilik ve Bektasilik o yuzden benim gorusume daha yakin.
Saygilarimla
Yamtar, 15.10.2007
x