GAZİANTEP’İN GÖRÜNTÜSÜ…

GAZİANTEP’İN GÖRÜNTÜSÜ…

İçeriden çıkar çıkmaz kapının önünde annesinin “ellerini yıka” uyarısıyla karşılaştığım küçük kız çocuğunun ardından tuvalete girdim.
Küçücük alanda yerdeki su birikintisinden kurtulabileceğim bir alan olmadığı için ister istemez üzerine bastım. Bastığım suyun kaynağını ararken, tesisata ya da gidere mal ettiğim birikintinin ne giderle, ne su borusuyla ne de klozetle bağlantısı olmadığını şaşkın gözlerle bakarken kolumda olan kabanımın bir kısmı da yerdeki birikintiden nasibini aldı. Pantolon paçalarımı çekeyim derken iyice bulaştığım birikintiden kendimi dışarı atarak kurtuldum.
Küçük kızın klozeti kullanamadığı, olduğu yere çömelip işini gördüğünü anlayınca, Ankara’dan Gaziantep’e giderken havaalanında ilk şaşkınlığı yaşamış oldum.
Doğduğum yere, memleketime gidiyordum, mutluydum. Şehir merkezine gitmek için bindiğim otobüste, sağlı sollu gördüğüm, şehirleşme adına çoğalan yapılaşma üzüm bağlarının, fıstık bahçelerinin yok olmasına neden olmuştu. Dönüşümde memleketimden bir şeyler götürmek için yapacağım alışverişlerde fıstık bahçelerinin yok oluşunun, baklavanın ve kavrulmuş tuzlu fıstığın fiyatını ne kadar yükselttiğini hayretle karşılayacaktım.
Özlediğim yakınlarımla kucaklaşmak, lezzetli, zengin mutfağımızın yemeklerine biran önce kavuşmak istiyordum. Lahmacunu yazın sebzeli, kışın kuru soğanlı olarak ikiye ayrıldığını bilirdim de, cevizli, ekşili, soğanlısını ilk defa yedim. Önce nasıl olur böyle bir tat diye merak ederken, acının, ekşinin, tuzlunun zırhlanmış etin hamurda birleştiği tadı, her öğün yesem bıkmam diyerek ifade edebilirim.
İklimi ılıman memleketimde kış sürekli yağan yağmurla sürüyordu. Yürüyüşe çıktığımda daha bir gün önce yeğenimin başına gelen şeyin aynısı benim başıma gelmişti. Yaya olarak geçtiğim yeşil ışık kavşağında baştan aşağı ıslanmış, saç baş kalmamış, hatta yerdeki birikintinin ağzımda bile tadı kalmıştı. Memleketimin yağmur suyu da mı meşhurdu acaba, ben mi bilmiyordum?
Bir hışımla eve gidip, üzerimdekilerden kurtulmuş, yeğenime dikkatsizliği için kızarken arabaya binince tek sözün sürücülerin olduğu kararlılığı ile araçlarını kullandıkları söylenebilirim. Bir iki kez bindiğim taksinin kırmızı ışık da neymiş dercesine dinlemeden geçtiğini, ön koltukta oturduğumda taktığım emniyet kemerine müşterilerin taktığına alışık olmadığı için garipseyerek baktığını fark ettim.
Her zaman hayret ve şaşkınlıkla, bir o kadar da hoşuma giden şeyi bu seferde birkaç kez daha yaşadım. Yerli esnafı, yaşayanı ile merhabalaşma ile başlayan küçük sohbetlerde bile tanıdık çıkan, akrabalarla karşılaşmak bir ayrıcalıktı… Hele ki köklü ve bilinen bir soyada sahipsen!.. Şehrin bu özelliğini seviyorum.
Gaziantep’te gördüğüm, sayıları çok fazla olan kara çarşaflı kadınlara şaka yollu imrenerek; birer tane almalı, ne giyim derdi, ne bakım, ne de baş, üzerimize geçirir çıkarız diye aramızda espri yaptığımız kadınların tüm bastırılmışlığını, sindirilmişliğini, bu kadar benimseyişlerini bir kez daha sorguladım…
Savaştan kaçan Suriyelilerin şehrin üzerinde etkisinin büyük olduğunu görmek, esnafın camekanlara yapıştırdığı Arapça yazılar, dilenen sersefil çocuklu kadınlar, varlıklı olanların kendi lükslerini her nerede olurlarsa sürdürebildikleri yabancı bir şehir haline dönüştüğü güzel memleketim!..
İlerleyen zamanın olumlu yönde etkileyemediği, şehirleşmek adına daha da bozulan, yerli turizm adına tarihi eserlerin doğallıktan uzak yenilenmeleri, çocukluk anılarımda kalan manzaraları aratır oldu…
Dönüşüm otobüs terminalinde son bulurken; bir yerden mi duydum, bir yerde mi okudum diye düşünürken, sanırım kendi düşüncem olan sözü mırıldandım; “Bir yerin insanını öğrenmek istersen o yerin otobüs terminaline gideceksin. İşte o şehrin insan kesimi bu!” dedim kendi kendime…
Hala terminallerimizde vazgeçilmeyip devam edilen, kendi firmasının çığırtkanlığını yapan kişiyi de “nereye gideceğimi sen sorma istersen, nereye gideceksem kendim sorabilirim” diyerek geçerken paylamıştım.
Yine Suriyelilerin çoğunlukta olduğu, üzerinde kadife elbisesi, ayağı çıplak, saçı kınalı küçük kızın ayakkabısını sağında solunda arasam da bulmamın imkansız olduğunu, soğuk metal bekleme koltuklarında insanların kıvrılarak uyuduğunu, açıkta duran yiyeceklerin o pis ortamda nasıl satılabildiğini, kapalı alanlarda içilmesi yasak olan sigaranın nasıl da tüttürüldüğünü, yerleri paspas eden temizlik görevlisinin önüne kattığı pisliği birkaç kez avuçlayarak çöp kutusuna attığını görünce, daha gelişmek için, ilerlemek için çok çaba sarf etmemiz gerektiğini düşündüm.
Yener Balta, 16 Şubat 2015