ARKASI DÖNÜK ADAMLAR

ARKASI DÖNÜK ADAMLAR

 

Ramazan ayı akşamlarından birinde, Kızılay’dayım. Sokakta hızlı adımlarla insanlar koşuşturmakta. Herkes iftar olmadan eve dönme telaşında. Ankara’nın en eski sokaklarından birinde arabamı bıraktığım otoparka doğru gitmekteyim. Sokağın sessizliğini akan bir su şırıltısı bozarken, kafamı sese doğru çevirdiğimde gördüğüm manzaraya o kadar alışık olduğum halde, “bu kadarı ayıp doğrusu” diyebilmiştim. Aramızda bir araba boyu mesafe vardı. Kaldırımın kenarında, park halindeki arabanın yanında bulunan ağacın dibine, her iki eli önünde yola arkası dönük, ihtiyacını gideren bir adamla karşılaşmıştım. Aslında şaşırmamalıydım. İki eli önünde, arkası yola dönük adamlarla o kadar çok karşılaşmaktaydım ki…

 

Daha bu görüntüyü hazmedememişken, bir başka akşam köpeğim Tarçın’la birlikte yaşadığım mahallenin parkında geziniyorduk. Tarçın’ın ihtiyacını ağaç ve çalı diplerinde gidermesi ne kadar normalse, bulunduğu banktan kalkıp, diğer bankta oturan kızlı erkekli gençleri hiçe sayıp, basketbol sahasında basketbol oynayanları ve onları izleyenleri, benim gibi parkta dolaşanları da görmemezlikten gelip, parkın tam ortasında bulunan insan boyu çalılıklara iki eli önünde yine arkasını dönen adamın yaptığı da kendine göre o kadar normaldi. İşi bitirip banktaki arkadaşlarının yanına gidip kaldığı yerden, yere bıraktığı bira şişesini eline alıp kafasına dikmişti…

 

Bazı akşamlar Batıkent’ten Varlık mahallesine arabayla giderken, Ergazi Köyü ile Batıkent İnönü Mahallesi arasında sağlı solu, arabasını durdurup iki eli önünde, yola arkası dönük birçok adamı görürken, yürüme mesafesinde bu işi yapanlara tahammül edemez oldum. Bir, iki, üç derken bu sayıyı öyle çoğaltabilirdim ki, iki eli önünde arkası dönük adamların haddi hesabı yoktu.

 

Belki de erkeklerin boşaltım organlarının dışarıda oluşu, her mekanda ihtiyacını giderme kolaylığı mı mekan fark ettirmiyordu? Yoksa bu semtlerde yaşayan erkeklerin eğitim düzeyi mi bunu yaptırtıyordu? Anlamış değildim! Yıllar önce bir arkadaşımın, bir akşam erkek arkadaşının kendisini evine kadar eşlik etmesinde, “pardon” deyip kendisinden uzaklaşıp, cami avlusunda gözden kaybolup, geri gelmesiyle “çok sıkışmıştım” deyip yola devam etmelerini benimle paylaştığı ve o günden sonra o arkadaşı ile bir daha görüşmediğini söylemesi, aklıma gelmişti.

 

Bu işin eğitimle de ilgisi yoktu. Belki de, parklarda tuvaletlerin olmayışı mıydı? Ulu orta ihtiyacını gideren birilerinin, o herkese açık olan tuvaletlerin ne durum alacağını şimdiden tahmin edebiliyordum. Bu iyi niyet düşüncemi yine kendim çürüterek, hadi parkta tuvalet yok, her adım başı yaya trafiği olmayan yerlerde de mi tuvaletler konmalıydı!.. Belki de araba içlerinde, ağaç altlarında, kaldırım kenarlarında ya da çimlerin üzerlerinde içilen alkoller mi erkekleri bu duruma düşürüyordu? Bu durumda kadınları görmek imkansızdı!.. Ayıp kelimesi en çok kadınları mı bağlıyordu? Kadın fizyolojisi bu tür ihtiyaçlarını sokakta gidermesi için uygun mu değildi?

 

Alacakaranlık bir akşam, evimin perdelerini çekmek için bina girişinin en uç köşesinde olan odamın penceresinin önündeyken, üç gencin sakınarak bahçeye doğru girdiğini gördüm. Pencereden kafamı uzatarak; “ne oluyor, bir sorun mu var deyip,” telaşlarını sordum. Aralarından biri; “arkada, otoparktaki arabayı çekecek de arkadaş” dedi. “Ne arabası?” dedim. Arkada duran zaten iki araba vardı, biri benim, diğeri komşunun arabası idi… “Ne yapıyorsunuz?” diye bir kez daha sordum. Lafı eveleyip gevelerken, birinin elleri önünde birleşmiş, benim duvarımın dibine iyice sokulmasıyla, ne yapacağını tahmin ederek kendimi içeri çektim. Tekrar cama yanaştığımda üst katta oturan iri yarı komşu, iki eli önünde arkası yola dönük gencin omuzlarına yapışmış, durumundan kurtulamayan çocuğun şaşkınlığına aldırmadan anlayamadığım küfrüyle onu silkeliyordu. “Yer mi yok ulan?” deyip sesini yükseltmişti. Korkak, titrek, cılız bir sesle “asker, asker uğurluyoruz, içkiliyiz…”, diyerek savunmaya geçmişti… “Yürü git!” diyerek itelemişti elindeki genci… Gözcü konumunda olan diğer ikisi, çoktan, yolun karşısına kaçmışlardı.

 

Bir kez daha imrendiğim kaba erkek kuvvetinin biz kadınlarda olamayışına yazıklanmıştım. Ben, bir şey yapamamış, kendimi pencereden içeri çekmişken, erkek olmanın verdiği güven ve kuvvetle geçerken bile bu duruma müdahale edebilmişti komşu…

 

Erkek eğemem bir toplumda, egemenliğin bu tür davranışlarda hüküm sürmesi ne üzücüydü. Gece karanlığında sokaklar onların mekanları olabiliyor, her türlü ihtiyaçlarını evleri gibi sokaklarda giderebilen erkeklerin özgürlükleri olumlu yönde olabilseydi; sanırım o zaman sokaklar sadece onların olmaz, korkacak, kaçacak, ürkecek bir durum olmadığı için kadınlar da erkekler kadar özgür olabileceklerdi sokaklarda…

 

Yener Balta, 12 EYLÜL 2011

+

 

Sevgili Yener,

Öykün ne desen değer.

Konu da güzel

Anlatım da güzel.

Bakalım okuyucuların,

Bu öykün için ne der?

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

 

Av. Hayri Balta, 12.9.2011