Hayri

LAİKLİK 8, 9

8 NEREYE KAÇALIM?

Usta yazar, böyle yazar.

Görünce EB böyle usta yazar

Saygıyla ayağa kalkar.

Bırakır köşesini usta yazara

saygı göstermiş olur böylece:

Hem yazara hem okura…

+

Suçumuz: Halkımızın refahını istemek

İşte asıl milliyetçilik bu demek

Olur mu, sen kâfirsin, sen komünistsin diye kendi yurttaşını öldürmek…

Dahası yurttaşını öldüren katille fotoğraf çektirmek?

Seni gidi gidi…

Ne yapayım ben senin gibisini…

Okursanız Bekir Coşkun’un yazısını,

Ayıplamazsınız beni…

Nereye kaçalım ey usta yazar.

Bu devlet, nereye kaçsak bizi yakalar…

Eren Bilge, 2.2.2007

 +

9

DEVLETİ GÖRÜNCE KAÇIN…

SUÇ örgütleri ele geçirildiğinde, devlet yakalanıyor.

Devletin suçluları yakalaması daha normalken, bir örgüt çökertildiğinde, bir de bakıyorsunuz ki enselenen devlet…

(…..)

Diyelim ki gümrüklerde bir akaryakıt kaçakçılığı ortaya çıkartılıyor, suçlananlara bakın:

- Genel Müdür Vekili.

- Bölge Başmüdürü.

- Müşteşar.

- Bakan.

Acarkent’te ormanın çalınması suçu işleniyor, bir orman yağması örgütü çökertiliyor diyorlar, zan altındakiler:

- Orman bölge görevlileri.

- Belediye.

- Bilirkişiler.

- Devletin hukukçuları.

Hrant Dink suikastından hemen sonra zan altında kalıp da durumu kötü olanlar:

- Trabzon Emniyet Müdürü.

- Trabzon Valisi.

- İstanbul Emniyet Müdürü.

- İstanbul Valisi ve Yardımcısı.

- Polis.

+

Yolsuzluklardan, yağmalardan cinayetlere kadar…

Ne zaman bir suç işlense, sanıklar arasında devlet kurumları ve adamları yerlerini alıyorlar.

Son birkaç yılda böyle karşımıza çıkan “devletin adamlarını” bir araya toplasanız, bu arkadaşlardan en az iki devlet kurulur.

Peki; bu nasıl devlet?..

Böyle devlet mi olur?..

Bizim başımız derde girdiğinde “devlet” sanıp koştuğumuz devletin kurumları ve devletin adamları bunlar.

Ortaya çıkan her suçun içinde mutlaka ve mutlaka; devletin adamları, koltukları, makamları, görevlileri çıkıyorsa…

Bu kadar kirletilmişse devlet…

Bu kadar elden-ayaktan çıkmışsa…

Her suç örgütü ele geçirildiğinde, devletin bir kısmı yakalanıyorsa…

Ve gidecek başka devletimiz yoksa…

Bizler ne yapabiliriz?..

Devleti görünce kaçmaktan başka…

Bekir COŞKUN,  bcoskun@hurriyet.com.tr 2.2.2007

 

LAİKLİK 7

7 AKILCI OLMALI İNSAN

   KAÇINMALI TABULARDAN

Değerli Tansel Semir,

Önce sevgiler sunarım.

Sonra içtenlikle kutlarım.

Gerçekten doğru ve güzel düşünüyorsun.

Düşünce açıklamalarınla ezber bozuyorsun.

Elbette düşünen, üreten, yaratan insandır.

İnsanoğlu önce TABULARDAN kurtulmalıdır.

Sonra laik olmalıdır.

Laik olmakla yetinmemeli “Yeniden Doğmalıdır!”

Yeniden doğmak demek

Aklın, sağduyunun,  vicdanın sesine göre gitmek…

 

Bizlerin yaptığı da budur.

Öncelikle  uyuyanlar uyandırılmalıdır.

İslam dünyası, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi:

“1400 yıldır uykuda hala…

Uyarmazsan uyanacak gibi değil…”

Beynine, ellerine sağlık “Ezber Bozan’ım”

Düşüncelerine, çalışmalarına hayranım.

Şimdi kal sağlıcakla,

Saygılar, sevgiler sana…

Av. Bilge Balta, 1.2.2007

 

8 NEREYE KAÇALIM

LAİKLİK 6

6 ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞINA

19.1.2007

Karşıyaka mezarlığının girişinde “Mezarlık personeline bahşiş vermeyiniz” dendiği halde; ölüyü toprağa verdikten sonra görevlilerin hepsi, sineklerin leşe üşüştüğü gibi, bahşiş için ölü sahiplerinin başına üşüşüyor.

İmamlar; ölüyü toprağa vermeden önce ölüm raporunu istiyor; ama bahşiş almadan ölüm raporunu iade etmiyor… İmamlar; bahşişi az bulursa surat asıyor, suratı ile ölü sahiplerini dövüyor, ölüye ve yaptıkları işe zerre kadar saygı duymuyor. O kadar ki, görevliler,  bahşiş vermeyenlerin mezar yerini bildiren çıtaları ve geçici taşları ölü sahipleri gittikten sonra topluyorlar. Dahası toprağı yeni atılmış mezarların üzerlerinde saygısızca dolaşıp para paylaşımı yapıyorlar. Bir önemli husus daha var ki imamlar, insanlara yukardan bakıyor ve cemaati azarlıyor.

İmamlara ve görevlilere yaptıkları işin karşılığı verilmek isteniyorsa; bunun; mezar parası alırken, “mezarlık görevlileri ödeneği” adı altında mezar parasına ek olarak  alınması daha iyi olur kanaatindeyim. Böylece ölü başında dine aykırı bu bahşiş kargaşası olmaz.  (Bak: Aşağıdaki ayetler…)

Kaldı ki Kuran’da şöyle emreder: “… de ki sizden bir ücret istemiyorum” ve yine “Sizden ücret alanların ardına düşmeyin” (K. 6/90. 10/72. 11/29 51. 25/57. 26/109., 127, 145, 164, 180. 34/47. 42/23) Daha bunun gibi onlarca ayet var….

Bir de şu var: Türk halkı bu gün kutsal kitabi Kuran’ı, Türkçe’sinden okuduğu halde; imamlar Türk’ün ölüsü başında Arapça dua ediyorlar ve bundan kimse bir şey anlamıyor. Oysa Türk vatandaşı bir gayr-i Müslim öldüğünde papazlar, hahamlar Türkçe dua okuyarak ölülerini toprağa veriyor.

Hıristiyan’ın, Yahudi’nin; ya da bir Ermeni’nin, Rum’un ölüsü Türkçe dua ile toprağa veriliyor da; bir Türk’ün ölüsü, niçin anlamadığı bir dil olan Arapça ile toprağa veriliyor. Ne zaman dilimize sahip çıkacağız? Ne zaman bundan rahatsız olacağız?..

İmam ve görevlilerin; din ve ahlak dışı bu davranışlarına bir çeki düzen verilmesi ve ölü başında okudukları duaların Türkçe okunmasının zamanı gelmiştir.

Mezarlığınız imamları ile görevlilerinin bu davranışları herhangi bir televizyon programında yayınlandığında; bu durumdan, en çok zararı görecek olan siz yöneticiler olacaktır. 19.1.2007

Saygılarımla,

Av. Hayri Balta

LAİKLİK

5 DİYANET’E GÖRE İRTİCA…

İyileşme döneminde olduğum için yazım kısa olacaktır.

Bakalım şeriatçılar buna ne diyecektir…

İşte haber: “Diyanet işleri Başkanlığı, AKP’nin sürekli “siyasi bir kavram” diye nitelediği irticaya “resmi tanım” getirdi.

İrticanın “Genel ve meşhur kullanımıyla geriye doğru hareket” olduğunu belirtti.

Bu tutumu benimseyen kişinin de “mürteci” olduğunu bildirdi.”

(Cumhuriyet, 20 Aralık 2006)

Bilindiği gibi AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat da “İrtica siyasi bir terimdir. Muğlaktır. Her şeyi içine alabilir. Kim kime göre mürtecidir. O bakımdan devlet diye bunu tehlike olarak algılıyorsak, ki algılıyoruz, o zaman bunu belirlememiz lazım. Şu şu olaylar ya da şu davranışlar irticai davranışlar dememiz lazım. Bunu herkesin kendisine göre tefsir edebilmesi mümkün değil. Yerine oturtulması lazım.” demişti. (Cumhuriyet. 20 Aralık 2006)

Bu Cumhuriyet Osmanlı Saltanatının yerine kurulmuştur.

Hilafet kaldırılarak yerine laiklik getirilmiştir.

Şeriat hukukundan Medeni hukuka geçilmiştir.

Şimdi Saltanatın, Hilafetin, Şeriatın geri gelmesi için militanlık yapmak irticai hareket sayılır.

Bu yolda propaganda yapan, bu amaçla siyasi parti kuran, örgüt oluşturan, herkesin içtiğine, giydiğine, yediğine karışan geçmişi özlediği için, gerici sayılır.

Elbette geçmişle ilgili bağlarımızı koparamayız.

Ancak geçmişin günümüz ahlak anlayışına, hukukuna ters düşmeyen ahlaki, terbiyevi, hoşgörüyü, sevgiyi almalıyız…

Örnek çok da bir örnekle yetineceğim; Örneğin   şer’i hukukta hırsızlık yapanın eli kesilir.

Şimdi hırsızlık, sahtecilik, yolsuzluk dosyaları bulunan ve dokunulmazlık gerekçesi arkasına sığınan ve bu arada da oy için dini politikaya alet edenlerin şeriat hukukunu istemeleri ne kadar samimidir…

Bunlar; şeriat hukukunun gelmesini senden benden daha çok istemez.

Çünkü şerit hukuku geldiği takdirde Ali Diboluk yapanlar eli kesilmiş olarak gezemez.

Ne demişti bir ilimizin valisi: “Bu ülkenin % 90’nı Müslüman ama; % 60’şı da hırsızdır.”

Bu durumda nüfusumuzun yarısından çoğunun elleri kesilecektir.

Demek ki şeriat hukuku istemeleri gerçekçi değildir.

Şeriat gelirse caddelerde, sokaklarda çolaklardan geçilmeyecektir…

Eren Bilge, 24.12.2006

LAİKLİK

4 VARSA OKUYANLARIMA AÇIKLAMA

 Niçin böyle bir başlık kullandım.

Önce bunu açıklamalıyım:

Okuyanlarımın bildiği gibi önceleri bu köşede “Gaziantep Ekspres”e gönderdiğim  yazıları günü gününe aktarıyordum.

Yalnızca Pazar günleri dinleniyordum.

Gaziantep Ekspres’te 2.2.2006’dan – 11.11.2006 arası, birkaç aksaklık dışında, her gün yazdım.

Gaziantep gibi bir kentte yazılarım okunur sandım.

Şimdi yanıldığımı anladım…

10.11.2006’da ağır bir kalp krizi geçirdim.

Daha önce de 11.2.1991 tarihinde geçirmiştim.

O tarihte doktorlarım (Doçent Dr. Cavit Kocakavak, Dr. Kemali Beyazıt ve İstanbul Kalp Vakfında beni muayene eden bir doktor..) kalp nakli önerdi.

Kalbin yüzde yetmişi ölü, pompalama oranı % 30 dendi.

 

Öyle ki doktorlarım benim için eşime ve çocuklarıma: “Dikkat edin. Başından ayrılmayın.

Üç aylık bir ömrü var, başucuna bir bardak su koyun…”

Ne var ki ben 15 yıldır yaşıyorum.

Verilen ilaçlar böbreklerimi çürüttü, yakalandım Kronik böbrek yetmezliğine.

Aynı zamanda ilaçlar bir de Gasrit mi, Ülser mi ne baş ağrısı ise bu hastalığı da yükledi bize…

Derken 10.11.2006’da ikinci bir kalp krizi…

Doktorlar şok tedavisi ile diriltti beni…

Şimdi kalbinin pompalama kapasitesi % 15 dediler.

İki saatlik bir ameliyatla kalp pili taktılar, beni Pilli Dede ettiler.

Şimdi sürprize hazır olun.

Gaziantep’ten bir okuyucum olsun;

“Abi! Geçmiş olsun!” diye beni aramadı.

Belki gazeteye yazmışlar da Gazete bana aktarmadı.

Bu durumda anladım ki biz “suya çizik çiziyoruz.”

Biz yazıp biz okuyoruz. Biz çalıp biz oynuyoruz.

Kaldı ki her gün yazı yazacak gücüm de kalmadı.

Ve dikkatli olup kendimizi yormamalı.

Derler ya can çıkar huy çıkmaz…

Yazma hastalığına yakalanan yazmadan duramaz.

 

Yazmadan duramıyoruz.

Biz de stresimizi böyle atıyoruz…

 

Bu nedenlerle Gaziantep’e günlük yazı gönderemeyeceğim.

Ancak gücüm yettiği oranda, SİTEMDE,  GÜNCE başlığı altında yazmayı sürdüreceğim.

Bu arada Sitemiz okuyucuları yanında e-posta okurlarımdan da geçmiş olsun diyenler oldu…

Bu okurlarıma teşekkürüm boldu.

Bu okurlarıma yeniden teşekkür ediyorum.

Ve “geçmiş olsun” iletilerini de özenle saklıyorum…

Varsa okuyanlara böyle bir açıklama yapmayı zorunlu görüyorum.

“GÜNCE” de buluşmak umudu ile izin istiyorum.

Eren Bilge, 16.12.2006

LAİKLİK

3 ŞU HARİKA ADAMLARA BAKINIZ!..

İşte gelen ileti.

Kimler yönetiyor bu milleti…

Yazmaya elim varmıyor.

Yazarken içim sızlıyor.

Bilmem yalan, bilmem doğru,

Yalansa, bundan “TEMPO Dergisi” sorumlu…

 Daha çok meraklandırmayalım sizi,

İşte ileti:

“Şu Harika Adamlara Bakınız

500’den biraz fazla çalışanı olan ve bu çalışanların şimdi okuyacağınız suçları işlediği bir kurum düşünün:

3 kişi tecavüzden yatmış.

29 kişi eşine karşı şiddet kullanmakla suçlanmış.

7 kişi sahtekarlık suçundan tutuklanmış.

19 kişi karşılıksız çekten suçlu.

117 kişi doğrudan veya dolaylı olarak en az iki işinde iflas etmiş.

84 kişi geçen yıl içinde sarhoş olarak araç kullanmaktan tutuklanmış.

71 kişi kötü kredi geçmişi nedeniyle kredi kartı alamıyor.

14 kişi uyuşturucu ile ilgili suçlardan tutuklanmış.

8 kişi mağazada hırsızlık yaptığı için tutuklanmış.

21 kişi halen bir davada sanık olarak yargılanıyor.

Bunun hangi kurum olabileceğini tahmin edebilir misiniz?

Vaz mı geçtiniz?

Devam edin öyleyse…

???

(Burada hangi kurum olduğu açıklanıyor.

Yazarınızın ise bu kurumu açıklamaya eli varmıyor.)

Arife tarif ne hacet

Hangi kurum olduğunu anlamışsınızdır elbet…

İşte böyle bastıran  parayı saygın oluyor.

Konumları gereği kimse hesap sormuyor.

İşin cılkı çıkmış…

Asayiş suçları yüzde 61 artmış.

Her 4 saniyede bir suç patlamış…

Hem cana, hem mala saldırı artmış

Kapkaç ise ikiye, üçe katlanmış…

Hani bir deyim vardır çok dillenir:

“İmam geğirirse cemaat yellenir…”

Balık hepten kokuyor.

Yurttaşlar, “Balık kokuyor!” demeye korkuyor.

Halkımız bakıp duruyor…

Bunun adı da demokrasi oluyor…

Eren Bilge, 23.2.2007

LAİKLİK

2  LAİK’İM

Radikal gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmet Berkan’ı kutluyorum. Kutlamamın nedeni:

Evrim kuramını savunmaktaki direnci…

 

“İsmet Berkan ‘Yaradılış Masalları Radikal’e de Sızmaya’ Başladı” başlıklı bir yazı yazdı.

Kendisinin ve gazetesinin görüşünü açıkladı…

Semavi dinleri kabul etmediğini; hem kendi köşesinde, hem de aynı gün yayınladığı makale ile gösterdi.

Berkan, bir gün sonra yazdığı yazı ile de dile getirdi gelen tepkileri…

Gelen tepkileri hafifletmeye çalıştı.

İnancının “Evrim Teorisi’nden yana olduğunu açıkladı.

 

İşte İsmet Berkan’ın semavi dinlere bakışını ortaya koyan yazısından bazı alıntılar:

“Burada tekrar etmeme gerek var mı bilmiyorum ama bütün semavi dinlerin fanatiklerini bir araya getiren yegane ortak nokta bu: İnsanlar ve evrendeki diğer canlılar evrim yoluyla bu gün oldukları hale gelmediler.

Onlar Tanrı tarafından bu gün oldukları gibi yaratıldılar!

Bendeniz, çoğu kişi öyle olmadığını hatırlar.

Aslında laiklik konusunda çok ama çok hassas bir kişiyim.

Başkalarından ve Türkiye’deki laikçilerden farkım, dinsel doğmaların bilimin yerine geçirilmesiyle tehlikeye düşeceğini bilen biriyim.

O görüşlerin Radikal’e sızmaması için de elimden geleni yaparım.

Yaradılışı savunan makalelerin gazetemde yayınlanmasına izin vermem, çope atarım…

O makaleleri başka gazeteler isterlerse yayınlayabilirler.” (Yeniçağ, Medya köşesi. 27.6.2005. Bazı satırların altını ben çizdim…)

Çünkü İsmet Berkan’ın dediği gibi bu gün Türkiye’deki laiklerimizin bir bölümü; din ile bilimin çelişmediği konusunda korkunç bir yanılgı içindedirler.

Bunlar, Evrim kuramı ile birlikte yaratılış kuramının okullarımızda okutulmasından zerrece irkilmediler.

Bu öğreti ise öğrencilerimizi çatışma  içine çekmektedir.

Bir yanda bilim, bir yanda din, çelişmektedir.

Bu iki dünya görüşü, yapısı gereği, tarih boyunca birbirine terstir.

Bilim; kuşkucudur, araştırıcıdır, bir tezin doğruluğunu yanlışlığını gündeme getirir.

Deneyler sonunda onun doğruluğunu ya da yanlışlığını kanıtlayabilir.

Yani bilim doğru diye bilineni yalanlayabilir…

Ne var ki inançta yalanlama yoktur.

Söyleneni doğru olarak kabul etmek vardır.

Araştırmayacaksın.

Soruşturmayacaksın,

İnanacaksın…

Bu nedenledir ki asırlarca dünyanın evrenin merkezi olduğunu, diğer gezegenlerin dünyanın çevresinde döndüğünü kabul edip durdular.

İnanmayanları da diri diri yaktılar.

Ama gerçek sonunda kendini kabul ettirdi.

Yani islamî deyimle “Hak geldi, batıl gitti.”

Bu konuda ODTÜ Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Kence aynen şöyle diyor:

“Bu gün Kopernik; Kepler ve Galileo’nun Dünya’nın Güneş sistemi hakkındaki savları nasıl gerçeklik taşıyorsa, canlıların bir evrim geçirdiği de o denli gerçeklik taşıyor.

Kopernik’in kuramı ilk kez oraya atıldığında kutsal kitaplarda anlatılanlara uymadığı için din adamları tarafından yasaklanmıştı.

Oysa bu gün ne Dünya’nın Güneş‘in etrafında dönen bir gezegen olduğundan ne de Dünya’nın yuvarlık olduğundan aklı başında hiç kimse kuşku duymamıştı.

Öyle ki Vatikan bile bu bilginlerden özür dilemeye kalktı.

Bu gün evrimsel biyolojinin tarımda, tıpta, antropolojide, hatta ekonomide sayısız uygulamaları vardır. ” (Radikal, Yorum sayfası.  29.6.2005)

Şeriatçılar,  dünya çapında, evrim teorisine karşı cephe almışlardır.

Yaratılışçıların evrim kuramını berkitmek için trilyonlara varan fonlar ayırmışlardır.

 

Yaradılışçıların sözcülüğünü ise yurdumuzda Harun Yahya takma adı ile Adnan Oktar yapmaktadır.

Amaç insanların bilimsel düşünmesini önlemek, hakkını aramaktan aciz, bırakmaktır.

Miskin, pasif bir yurttaş topluluğu saağlamaktır…

Ama boşuna. Bütün dünya evrim kuramının gerçekliğini ve doğruluğunu anlayacaktır…

Şu veri savımın doğruluğunu kanıtlayacaktır.

Bu gün dünya akademileri her geçen yıl evrim teorisini işleyen dersleri müfredatlarına almaktadır.

Örneğin “1980 yılında, dünyada, 46 tane akademik birim, adında evrim sözcüğünü taşırken; 1999 yılında bu rakam 233’e çıkmaktadır.”

(Aynı gazete, aynı yazı…)

Şu gerçeği önemle vurgulamak istiyorum ki evrimci olmayan laik olamaz.

Çünkü evrimci olmayan yaratılışçılığı kabul ediyor demektir.

Yaratılışçılığı kabul eden ise dininin emirlerinden dışarı çıkamaz.

Bu nedenle de laikliği benimseyip uygulayamaz.

Ne var ki yaratılışçılığın bayraktarlığını yapan dinciler; oy kazanmak için, halkı kendi yanlarına çekme çabasındadırlar.

Sanki dinli dinsiz olup olmamak çok önemli imiş gibi, “Laiklik dinsizliktir” diye halkı laiklikten soğutmaya çalışmaktadırlar…

Oysa laiklik inançsızlık değildir;

Laiklik de başlı başına bir dünya görüşünü içerir…

Din de bir dünya görüşü değil midir?..

Ancak laiklik akılcı ve bilimsel dünya görüşü olduğu için dinsel terimle ifade edilemez.

Eğer dinsel terimle ifade edilecekse; Hayri Balta laiklikten vazgeçemez.

Yaratanı maddedir..

Allah, (Tanrı) ise; aklın, sağduyunun, vicdanınsesidir.

Yine erdemleri oluşturan genel doğrular, olumlu kavramlar, üstün değerler ve yüce duyguları yansıtan ilkelerdir.

Önderlerim ise başta Atatürk olmak üzere evrimci materyalist düşünürlerdir.

Kutsal kitabım ise Beni doğruya, güzele, iyiye yönlendiiren kitaplardır…

Eren Bilge, 1.7.2005

LAİKLİK

1  ŞERİATA ÖZGÜRLÜK LAİKLİĞİ BİTİRİR…

Koca koca adamlar, meydanı boş bulmuşlar.

Yok karşılarında karşı düşünce, tek kale oynarlar…

Uydurmada uyuşurlar, yalanda yarışırlar…

Üstelik bir de birbirlerini onaylayıp kutlarlar…

Neymiş de “Dinle ve Bilim çelişmezmiş.

Şeriat demokrasiye ve laikliğe ters düşmezmiş.

İran bu oluşuma güzel bir örnekmiş…

Bu nedenle şeriata özgürlük verilmeliymiş…”

Laiklik olmuş şeriatın koruyucu kalkanı.

İsterler ki laiklik şeriata hizmet sunmalı.

Kaynatırlar cad kazanını fokur fokur…

“Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur…”

Laiklik “vicdan özgürlüğü” demektir…

Şeriata özgürlük demek değildir.

Şeriata özgürlük laikliği çökertir…

“Vicdan özgürlüğü” bir kişinin istediği dini seçmesidir.

Bu kişinin tercihidir; buna kim ne diyebilir…

Ancak şeriatta “vicdan özgürlüğü” yoktur.

Şeriata göre “vicdan özgürlüğü” yozdur…

Şeriata göre: “Allah katında din İslam’dır. (K. 3/19, 85. 5/3. 9/33. 48/28. 61/9)

“İslam’dan başka bir dine tabi olanlar zarara uğrayanlardır.” (K. 3/85)

Öyle ki bir gayri Müslim, “kafa parası (cizye) ödemediği takdirde yaşaması hharamdır. (K. 9/29)

Böyle bir dünya görüşüne özgürlük nasıl verilir.

İşte bu nedenle laiklik gereklidir.

Laiklik, bir dinin diğer  dine tasallutunu önler.

Bu nedenle, şeriatçıya, “Sen devlet ve toplum yönetimine karışamazsın!

Geçti artık dönemin, Otur oturduğun yerde…” denmelidir…

Politikacılar; oy hatırına şeriata özgürlük verirse;

Ne demokrasi kalır ortalıkta, ne de özgür düşünce…

Şeriatçı, her şeye, herkese posta kor, inancı gereğince…

Bunun için şeriata özgürlük verilmemelidir.

“İnancını kendin yaşa, kimseye dayatma denmelidir.”

Çünkü şeriate özgürlük laikliği bitirir…

Eren Bilge

KIZMAK YOK

132- BAHRİYE ÜÇOK ve ÖLÜM TÖRENİ… 

SHP Parti Meclisi üyesi Bahriye Üçok’un siyasî bir cinayete kurban gidişini anlatmaya gerek görmüyorum.

Çünkü olayı ayrıntıları ile gazetelerde okumuşsunuzdur.

Ancak olayın anlamsızlığı üzerinde durmak istiyorum.

.

Bahriye Üçok bir din bilgini idi.

Yıllarca İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmıştı.

Binlerce öğrenci yetiştirmişti.

İslâm ve İslâm tarihi konusunda uzmandı ve bu konuda kitaplar yazmıştı.

Bahriye Üçok’u yakinen tanıyanlardan biriyim. Atatürkçü Düşünce Demeği kurucu üyelerindendi.

Birkaç kere kokteyllerde, sohbet toplantılarında, panellerde karşılaşmıştık.

Ara sıra telefonla fikir alışverişi yapardık.

Olaylar konusunda, birbirimizi bilgilendirirdik…

Bahriye Üçok, ılımlı ve olumlu davranışları ile hepimizin saygınlığını kazanmıştı.

Atatürkçü görüşü de, İslâmi görüşü de bir arada yürütmeye çalışırdı.

Düşmanlık kazanmasının nedeni de Atatürkçü kişiliğinden ödün vermemesi ve bardağı taşıran damla da tesettür konusundaki kararlılığı idi.

O’na göre insan çarşafa girmekle Müslümanlıkta mesafe alamazdı.

Din insanın vicdanına karşı bir hesaplaşması idi.

Dindarlık insanın tutum ve davranışında kendini belli ederdi…

Bu düşüncede olduğu içindir ki Bahriye Üçok İslâmiyet’e toz kondurtmamıştır.

İslâmiyet’e yaşamında ve düşüncesinde üstün bir yer ayırmıştır.

İslâmiyet’le Atatürkçülüğü, çağdaşlığı bağdaştırmaya çalışmıştır.

Kitaplarını okuyanlar, makalelerini okuyanlar Bahriye Üçok’un İslâm’ı şirin gösterme çabası ile çırpınıp durduğunu görürler.

Ama başaramadı. Yalnız kendi bildiklerini doğru sananlar, yeni bir düşünce, görüş istemeyenler, İslâm dinini çağdaşlıkla bağdaştırmak istemeyenler bombalı bir paketle işini bitirdiler.

Oysa İslâmı sevenler onu yaşatmalı idi…

+

Bahriye Üçok’un ölüm törenindeyiz. Başta Erdal İnönü…

Ölüm törenine katılanları polisler çepeçevre sarmışlar.

Her ne denli ölüm töreninde slogan atılmayacak diye karar alınmışlar…

Bayan öğreticileri öldürülmüş gençleri, nasıl susacaklar?..

Gençler, gençler…

Hele kızlar, hele kadınlar…

Öfkeyle, kinle dolu alkışlar…

Olacak iş mi bu?

Ölüye alkış tutulur mu?

Ölüm töreninde alkış, alkış, alkış…

Nerede görülmüş bu…

Ölüye alkış tutulmaz ağıt yakılır.

Ağlamak yok, hayır!..

Kadına kalkan ellere nefret var…

Başta Erdal İnönü demiştim.

Ölü arabasının ardı kalabalık…

Ellerinde bezden afişler, yukarı kalkık…

.

Sloganları şu:

“Lâik, Demokratik, Çağdaş Türkiye

SHP!..”

Sonra demokratik kitle örgütleri…

Öğrenci dernekleri…

Sosyalist Partisi,

Türkiye Birleşik Komünist Partisi,

Demokratik Merkez Partisi…

 Gençlerin elinde çelenkler. “Katiller bulunacak. Hesap sorulacak!” diye slogan atıyorlar.

“Zam, zulüm, işkence, işte faşizm” diyorlar…

Bulvarlar dolu, caddeler dolu, sokaklar dolu, meydanlar dolu, cami avlusu dolu, yanındaki pazar alanı dolu…

Yakalarda Bahriye Üçok’un fotoğrafı, sağlı sollu…

Ellerde güller, gözlerde nefret.

Bunun hesabı sorulur elbet…

Kenetlenmiş insanlar sel gibi akıyor.

Bahriye Üçok’u toprağa vermeye gidiyor…

Pencerelerde yurttaşlar, alkış tutuyorlar.

Bunlar ölüm törenine katılamamış olanlar…

Kimileri pencereden sarkıyor…

Ölü arabasına karanfil, gül atıyor…

Pencereden gözyaşları sel olup akıyor…

Ankara, o gün anlamlı bir gün yaşadı.

Bahriye Üçok, toprağa verilinceye kadar alkışlandı.

Genç, yaşlı, erkek, dişi.

Hiçbiri beğenmiyor bu gidişi…

Gaziantep’te Bugün, 20 Ekim 1990

+

KIZMAK YOK adlı dosyamız burada bitiyor.

Yarından itibaren LAİKLİK adlı dosyamız geliyor…

15.6.2015

KIZMAK YOK

128- ÇIKMAZ YOL…

Her yıl 8 Eylül günü Uluslararası Okur-yazarlık Günü olarak kutlanır.

Bu gün, UNESCO tarafından dünyada cehaletin sona erdirilmesi amacıyla “Okur-yazarlık Günü” olarak kabul edilmiştir…

Okur-yazarlıktan amaç nedir?

Amaç, okumakla dünya görüşünü geliştirmek, yazmakla da düşüncelerini, duygularını dile getirmektir.

Bu nedenledir ki Anayasalarda düşünce özgürlüğü vardır.

Yoksa amaç eskilerin düşüncelerini aktarmaksa bundan yarardan çok zarardır…

Bu nedenledir ki atalarımız “Taklit ile var olan hakikatte yok imiş” demiştir.

Atalarımız: taklit yolundan tahkik, (araştırma, inceleme, düşünme) yoluna gidilmesini salık vermiştir.

“Fikirlerin çarpışmasından gerçek ortaya çıkar” demişlerdir.

Böylece insanların düşüncelerini dile getirmelerini istemişlerdir.

Bütün bu düşünceler insanların güzel gelenek ve göreneklerinin bir parçasıdır.

Ama günümüzde ne görüyoruz. Düşünen insanlar, düşüncelerini açıklayan insanlar, ucuna susturucu takılmış silahlarla susturuluyorlar.

Düşünmesin, konuşmasın, yazmasın, araştırmasın, istiyorlar.

Çünkü yeni düşünceler geleneksel akışı değiştirir.

Her yeni değişiklik yepyeni sorunlar getirir.

“Yeni sorunlar ise bizim huzurumuzu bozar” diyerek ucuna susturucu takılmış silahlardan medet umuyorlar:

Böyle davranarak insanları korkutacaklarını sanıyorlar…

İnsan, zaten doğumundan ölümüne korku ile yaşar.

Öyle ki korku insanın gölgesidir, insanın korkusuz bir anı bile yoktur.

Bu korku hayvanlarda daha çoktur.

Balkonunuza konan bir serçeye bakınız.

Ondaki korkuyu görünce gider aklınız.

Yine, sokakta bile yolun bir yanından diğer yanma geçerken acaba arabanın altında kalır mıyım korkusu ile sağa sola baklır…

Evinde gaz ocağını yakarken bile acaba parlar mı diye ocak korku ile yakılır…

İnsan, kırda giderken, ıssız dağ başında bile korku yanı başındadır.

Tek kaygısı acaba ayağıma yılan sarılır mı, bir eşkıya yolumu keser beni soyar mı korkusudur.

Demek istediğim öldürmek yol değildir.

Çocukça bir iştir.

Hem bu denli öldürmeler gelişmeyi önledi mi ki…

Böyle bir çaba boşuna bir çaba…

Bu yol çıkmaz yol değil mi?

Gaziantep’te Bugün, 13 Eylül 1990

129-SOLCULAR CEHENNEMLİK Mİ?