LAİKLİK 39

 

39 SATILAN VATANIMIZDIR!

Yazıyı e-posta ile üyelere gönderen “Mukadder Arslantas <mukadderarslantas@yahoo.com> wrote” bir yurttaşımızdır. Adını, adresini saklamamıştır. Demek ki gerçeklik payı vardır.

Öyle anlaşılıyor ki bütün sağcı solcu partilerimiz (DYP-SHP/ DYP-CHP/ANAP-DYP/REFAH PARTİSİ-DYP/ANAP-DYP-DSP/ANAP-DYP-DSP/DSP-MHP-MHP-ANAP/AKP: Bunlarn sattıklarına bakabilirsiniz: Google…) vatanın üretim kuruluşlarını satmakta bir sakınca görmemişlerdir. Bu gidişle öyle anlaşılıyor ki ülkemizdeki üretim kuruluşları sata sata tükenecektir.

+

Satan satana, yazık vatana….

Ne demişti büyük şairimiz halka:

 

Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. 

Mehmetçik, Kabar, Kandil dağlarında bir karış vatan toprağı için canını verirken bizim siyasilerimiz vatanın altını üstüne getirmişler.

Elde avuçta bir üretim kuruluşu bırakmamışlar.

Ben inanamıyorum.

Yalan olmasını umuyorum.

Satış listesine baktıkça şaşıyorum.

Nasıl olmuş da bunlar satılmış da bizim kılımız bile duymamış diyorum.

Yalnız Kemal Unakıtan değil; kendisinden önceki bütün siyasilerimiz de “Paşa paşa satılmış…!” da bizim kılımız bile duymamış…

+

Toprak Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır.

Şimdiyse, Eğer Satılırsa Vatan, Vatandır…

Yok mu yukardaki satırlara yalan diyecek bir yurttaş?..

Vatan elden gitti gidecek; yok, hiç birinde telaş…

Bir çare bulalım vatan elden gidiyor yavaş yavaş…

Yani şimdi bizim Mehmetçik,

Gavurların çıkarını korumak için mi ediyor savaş

İşte beni üzen satırlar…

Elbet bunun hesabını soran biri çıkar…

“Yaş yetmiş iş bitmiş!” derler hesap sormaya kalksam…

Oturup ağlasam mı; yoksa saçımı başımı mı yolsam…

Yalan söyleyenleri yalanlamayı seven Başbakanımız nerede?

Bu konularda da açıklama yapsa, birkaç söz söylese…

Eren Bilge, 5.4.2008

LAİKLİK 38

 

38 YARGI BAĞIMSIZLIĞI ve UTANMAK

“Madde 138: Mahkemelerin bağımsızlığı: Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve huku­ka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkeme­lere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dâva hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz    veya    herhangi    bir    beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların ye­rine getirilmesini geciktiremez.”

+

Anayasa’da böyle der.

Anayasa’yı kim okur kim dinler…

+

Utanmak…

“BU devirde parti kapatmak utanılacak bir şey” diyorlar.
Ki ben onları gazete köşelerinde olsun, televizyonlarda olsun, orada-burada olsun görüyorum, bir gözleri küçülmüş:

“Neyi var arkadaşın?..”

“Utandı…”

“Neden?..

“Bu devirde parti kapatılmasından…”

*

Ama bu devirde laik cumhuriyete karşı suçlar işlenirken; suç işleyen partiye yalakalık yapmaktan utanmadılar.

Suçun işlenmesinden değil de, suça ceza verilmesinden utanıyorlar.

Siz hiç duydunuz mu; diyelim ki mahkemenin huzurunda hırsız utanmıyor. Ama hákim utanmış masanın altında, mübaşir çıkartamıyor…

Şimdi de cezadan kurtulmak için ilgili ceza maddesini çıkartmaya çalışıyorlar Anayasa’dan.

Dünyada görülmüş şey değil.

Suç duruyor da ceza kalkıyor.

Bundan da utanan yok.

*

Belki arkadaşlar hukuktan utanmıyorlar da demokrasiye karşı hassasiyetleri mi var desem…

Değil…

Çünkü demokrasimizin yüz karasıdır; genel seçimlerde kömür-nohut ile oy toplamak.

Ama utanmamışlardı.

Pekiiii…

Demokrasinin “dokunulmazlık” zımbırtısının altına; zimmet, suiistimal, evrakta sahtecilik, kayıp trilyonlar, rüşvet, hile ile çıkar sağlama gibi suçları doldurup… “Dokunulmazlık” adı altında yüz kızartıcı suçlardan kaytarmak utandırmaz mı insanı?..

Utanan yoktu…

+

*Bakın; herkes AB’ye kavuşacağımızı beklerken, Arabistan’a döndü Türkiye…

Tepeden tırnağa gericilere teslim olmuş, yarından endişeleri ve korkuları olan bir ülkenin fertleriyiz artık.

Bunda gericilerin eteğine tutunmuş ahmak Türk demokratlarının payı yok mu?

Ama ne yapacaksınız, bu ülkenin ufkunu karartmaktan utanmadılar da, suç işleyen varsa hesap sorulmasından utanıyorlar…

Utanmanın utanılmazlığıdır bu…

Bekir COŞKUN, Hürriyet, 27 Mart 2008

LAİKLİK 37

 

37 İNSANLIKLA BÜTÜNLEŞMEK

16.3.2008 tarihli Vatan’dan: “Suudî Arabistan’ın en etkili din adamı Şeyh Abduhrahman Al Barrak, Al Ryad Gazetesi’nin iki yazarı hakkında ölüm fetvası çıkardı:

Abdullah bin Bejad ve ismi açıklan­mayan bir başka yazar; geçen haftalarda gaze­tede çıkan makalelerinde; ”Müslümanların başka dine mensup insanlara “kafir” denmesinin doğru olmadıkları­nı savunmuştu.“

+

Ne demek istiyor şeyh hazretleri? Müslüman olmayan kafirdir.

Katli vaciptir.

Bu durumda; Yahudi’si de, Hıristiyan’ı da, ateisti de, dinsizi de, laik’i de kafir midir ki hakkında “Ölüm Fetvası” verilir…

Bu zihniyete ne denir?..

Bu yazıdan bir gün sonra Süleyman Ateş Hoca’mızın 17.3.2008 tarihli Vatan’da bir yazısı çıkıyor.

Bir okuyucusuna diyor ki: “Müslüman olmayanlar ikiyi ayrılır:

Biri:

Tamamen müşrik; yani ateist, dinsiz veya putlara tapan gruptur.  Bu gayrimüslimlerle evlenmek yasaktır…

Diğeri de Hz. Muhammed’in dinine girmemiş ama daha önceki Peygamberlerin yolundan giden kitap sa­hipleridir. Bu gayrimüslimlerle evlenmek yasaklanmıyor.…”

Suudi Arabistan’daki şeyh efendi Süleyman Ateş’imizin bu görüşlerini okumuş olsaydı bir ölüm fetvası da Süleyman Ateş hakkında çıkarırdı.

Bereket Süleyman Ateş Hoca’mız Türkiye’de yaşıyordu…

+

Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AKP aleyhine açtığı kapatma davası iddianamesinden:

“Vatan, 16.3.2008: DENİZLİ Endüstri Mes­lek Lisesi’nde sınıf tahtasına “şeriat gelecek, zulüm bite­cek” diye yazan ve namaz kıl­dığı için derslere geç giren öğrencisi İmdat Niyaz’ı uyardığı için öldürülen Öğretmen Yusuf Batur’un bir caddeye verilen ismi AKP’li Denizli Beledi­ye’si tarafından “Meclis Cadde­si” olarak değiştirildi, adının ya­zılı olduğu tabelalar yerinden söküldü.”

Gazeteler, İddianameden alıntılar yaparak yayınlamasaydı benim bu olaydan haberim olmayacaktı. Demek ki medya olayın önemi kavramamış.

Ne oluyor?

Denizli’de laikliği korumak isteyen bir öğretmen öldürülüyor…

Bir caddeye verilen ismi siliniyor. Demek ki bizleri yavaş yavaş alıştırıyor…

Oysa bu olay Malatya’daki Zirve Matbaası, Trabzonda Rahip Zantora’nın ve Hirant’in Dink’in öldürülmesi olayı kadar korkunç.

Demek ki sıra kafirlerden sayılan laiklere geldi.

Şu zihniyete bir bakın. Bir okuyucum bana gönderiyor noktasına virgülüne dokunmadan olduğu gibi aktarıyorum:

“Kuranın ve sünnetin. bir noktasini bir harfini yok sayan kafir olur, dinden çikar. onun için çok dikkat etmek lazim. Tek yol var kayitsız şartsiz kurana ve beygambere itaht.yoksa cehennemın o azabidan kurtulamaz…”

Bir de şu ayete bakalım:

“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte kafirler onlardır. (K. 5/44)

Şimdi, Türk ulusu adına egemenliği kullanan yetkili organlar Allah’ın indirdiği ile mi hükmediyorlar?..

Ülkeyi din kurallarına uymayan kurallarla yönetiyorlar…

 

Milleti dindar olanla olmayanlar diye ikiye ayıranlar laikliği kendi anlayışlarına uydurarak,

Şimdi yaptıkları gibi, laikliği sokarak,

Ülkeleri yavaş yavaş şeriatın hizmetine sokacaklar…

Başsavcımız AKP hakkında bu davayı açmamış olsaydı bu zihniyet tepemize çökecekti.

Her davranışımız bu tür zihniyettekilerin süzgecinden geçirilecekti.

Bu dava; Türk ulusu için bir yol ayrımıdır: Ya laiklik ilkesini koruyacağız.

Ya da laik olduğumuz için katli vacipler arasında sayılacağız…

İslam anlayışına göre kafirlere ne bu dünya da ne de öldükten sonra rahat ve huzur vardır.

Daha ne zamana kadar bu zihniyette olanlar devletin televizyonlarında konuşacaklar?..

Ne demek yahu! Müslim gayrimüslim…

Adamların bilgisayarına, televizyonunu, radyosunu kullan. Sonra gel kafir diyerek bu adamların kafasına çullan…

İnsanlık Müslim, gayri Müslim demeden insanlıkla bütünleşmelidir.

Yalnızca insan olmakla yetinmelidir…

Eren Bilge, 20.3.2008

LAİKLİK 36

36 BAŞÖRTÜSÜ

Nebahat hanım, başörtüsü ile günün en ilgi çeken ki­şileri arasına girdi. Eh, bu da kendinden söz ettirmenin bir başka yolu. Hem de geleceğe dönük, siyasal yatırım yapmak da işin cabası..

Ege üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü Yar­dımcı Doçenti Nebahat Koru hanım derslere baş ör­tüsü ile girmekte… Fakülte yönetimin bu konudaki uyarılarına karşı direnerek “Görevimden atılsam bile tu­tumumdan vazgeçmem. Bu benim yaşam felsefem” de­mekte…

Yardıma Doçent Nebahat Koru hanımın başörtülü fotoğraflarına bakıyorum. Yaşam Felsefesi, “başörtülü olarak derse girmek” olan Doçent hanımın gözlüğü dik­katimi çekiyor. O gözlükler hiç de öyle başörtülü dindar hanımların kullanacakları cins gözlüklerden değil.

Bu tür gözlükleri Holiwood yıldızları takıyorlar gü­nümüzde. Yurdumuzda da bu tür gözlükleri kullananlar arasında AJda Pekkan, Bülent Ersoy gibi tanınmış sanatçılar var.

Demek istediğim, Nebahat Ko­ru hanım, geriye dönük bir kişi niteliğinde de görünmü­yor. “- Ben ABD’de iki yıl kaldım. Amerikalı ve diğer ül­kelerden gelen bütün bilim adamları benim başörtüsü takmamı saygı ile karşıladılar…” dediğine göre Amerika, Avrupa görmüş hanımlarımızdan.

Ama bilmediği bir konu var ki, biz de başörtüsü ta­kıp ortaya çıkmak siyasal bir anlam içerir. Atatürk ilke ve devrimlerine karşı olmayı ansıtır. Bir direnişin, bir tepkinin simgesi Atatürk ilkelerine karşı koyma amacı­nı taşır.

Hiçbir olayda bağnaz olmanın anlamı yoktur. İnsan gerekirse başörtüsü de giyer. Ama bunun siyasal değil de toplumsal bir gerekçesi olmalıdır. Örneğin kadın olarak sokaktaki tozdan, dumandan rahatsız olabi­lir.

Başım kirlenmesin diye başörtüsü takabilir. Banyosunu geciktirmiş olabilir, saçları kepekli olabilir. Bu durumda saçlarım çirkin görünmesin diye başörtüsü takabilir. Yani davranışın toplumsal, ya da sağlık bakımından bir gerekçesi olmalıdır. Kadın olarak, daha çekici göste­riyorsa, daha güzel gösteriyorsa başörtüsü takabilir… Ya da soğuya, sıcağa kar­şı bir önlem olarak başörtüsü takabilir. Bu durumda söylenecek bir söz yoktur. Ancak böyle değil de, Ata­türk Cumhuriyetinde başörtüsü takarak derslere girme­yi bir yaşam felsefesi olarak öne sürerse ileriye dönük bir toplumda buna sessiz kalınmaz, kalınamaz…  Çünkü bu Cumhuriyet’in laiklik ilkesine ve Kılık Kıyafet Yasasına  bir başkaldırı sayılır…

Bu sayın Doçentimize sormak gerek, acaba İslamiyet’te baş örtme konusunda ayetler hangi olay üzerine gelmiştir? Öğrenmek isterse konuyu Ankara Üniver­sitesi İlahiyat fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Neşet Çağatay’ın gerçek yayınlan, arasında çıkan 100 Soruda İslam Tarihi adlı kitabının 85. Sayfasına bakabilir…

 “Şehirlerde cariyelerin durumları çok kötü idi. Bazı cariyelerin sahipleri onları fuhşa sürükler, bu yolla kazandıkları paraları ellerinden alırlardı. Kadının namu­suna saygı, çölde, şehirdekinden çoktu. Şehirliler özel­likle cariyelere yolda, sokakta bile sataşılır, her türlü muamelede bulunurdu. Hz. Mulıammed (S.A.V.) Medine’ye göç ettikten sonra kadının başını örtmesine dair gelen ayetin manası, hür kadını cariyeden fark ettirip O’nu sataşılmaktan korumaktır. Yani bu bir kıyafet ko­nusudur. Şimdi sanıldığı gibi kadını erkek gözünden saklamak için değildir. Öyle olsaydı, kadının en güzel yerleri olan, yanağı, dudağı ve yüzü örtülürdü. Ayette sadece başlarını örtecekleri yazılıdır. Doğal olarak o zamanki giyim kuralı bugüne tatbik edilmez, tatbik edi­lecekse erkeklerin de Peygamber gibi, başa yaşmak, ayağa nalın, üste de entari giymeleri gerekir.”

Bilmiyorum, “Yaşam felsefesi Başörtüsü giymek” olan Doçent hanımımız Prof .Dr. Neşet Çağatay’ın yukarıdaki açıklamaları karşısında ne diyecektir?

Biz ken­disinin ne diyeceğini bilemeyiz. Ama eski Danışma Meclisi üyesi Prof. Mihriban Türe Tunçbay’ın şu sözünü söyleyelim:

“Kişisel felsefeler, toplumun düzenini bo­zarak eylem durumuna geçirilemez.”

Av. Hayri Balta, Ankara, Barış. 3 Ağustos 1984

xxx

LAİKLİK 35

35 ATATÜRK DEVRİMLERİNİN KÖKENLERİ…

Her toplumsal dönüşümün bir kökü vardır. Hiçbir sosyal devrim yoktur ki geçmişi olmasın.

Örneğin Atatürk’ün devrimlerinin kökleri Osmanlı döneminde aranmalıdır.

27 Mayıs Millî Devrim Derneği Genel Başkanı Hüseyin Avni Gürel’in bana verdiği bir sayfalık “Genç Osman’ın İlkeleri” başlıklı notu olduğu gibi aşağıya alıyorum:

+

Genç Osman’ın İlkeleri:

1. Yeniçeri ve Sipahi ocakları kaldırılıp yerine; Anadolu, Suriye, Mısır Türkleri ile Türkmenlerden oluşan bir ordu kurulacak.

2. Din adamı sınıfı devlet idaresinden uzaklaştırılacak Din Ocağı haline getirilecek.

3. Harem tasfiye edilecek. Saray gelenekleri değiştirilecek. Hanedan mensuplarının Türk ailelerinden nikahlı kız almaları yolu açılacak.

4. Fatih ve Kanunî yasaları yeni koşullara uygun olarak değiştirilecek.

5. Başkent, İstanbul’dan Anadolu’ya taşınacak. Gayr-i millî bir çevreden millî bir çevreye  dönüştürülecek.

6. Kıyafette yenilikler yapılacak. (Lamartin Osmanlı Tarihi. 2. Cilt. S. 608-692)

Genç Osman’ın;

Doğum tarihi                     : 1604

Padişah olduğu tarih        : 1618

Boğularak öldürülmesi     : 1622

+

Görüldüğü gibi Atatürk’ün devrimleri ile Genç Osman’ın düşünüp de gerçekleştiremediği ilkeler arasında ne kadar benzerlik vardır. Neredeyse aradan 400 yıl geçmiş. Halâ Genç Osman’ın ilkelerini yerleştirmeye çalışıyoruz.

Din adamı sınıfı neredeyse bütün devlet dairelerinde yönetici olmak üzere…

Tesettürlü hanımlardan neredeyse bir hanedan oluşturulmak üzere.

Fatih’in ve Kanunî’nin yasalarından da geriye; neredeyse, şeriat yasalarına dönüş özlemleri var.

Genç Osman; Başkentin Ankara olmasını istemiş; şimdi ise Başkent’in İstanbul olmasını isteyenler var. İlk adım olarak Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması tartışmaları yapılıyor…

Bütün bunlara ek olarak kadınlarımızın özenmeye başladıkları giyim tarzında eskiye dönüş yasalaşmış durumda…

Görülüyor ki eskiye özlem bitmiş değil. Genç Osman’ı hacelete uğratarak öldürenlerin izinden gidenler neredeyse Atatürk’ü mezarında boğacaklar.

Hemen hemen devlet kurumlarının hepsini ele geçirmişler. Tamamen ele geçmeyen bir Ordu, Bir Üniversiteler, bir de Yargı mercileri kalmış. Onların da altı oyulmuş durumda…

Trend yeteri kadar aşağıya doğru gitmiş. Umarım bundan sonra trend yükselişe geçer…

Toplumun gelişmesi böyle inişli çıkışlıdır. Önemli olan; trend’in inişinde mi, çıkışında mı yer almak.

Toplumun gelişmesi bir toplumsal gelişimin birikimi sonucu olduğuna göre ne mutlu trendin yükselişinde yer olanlara…

Eren Bilge, 25.2.2008

LAİKLİK 34

 

34 LAİKLİK İLKESİ DELİNDİ Mİ BİR KERE…/ŞERİAT ZİHNİYETİ BİNER TEPEMİZE…

Aşağıdaki yazıyı okumakta yarar var.

Ne yaptığını biliyor mu bunlar.

Anlaşılan içki içen genç alkoliktir.

Alkolik olan kişi asılacağına tedavi edilir.

Ortaçağ toplumunda alkolikliğin bir hastalık olduğu bilinmezdi.

Alkoliklik gibi daha bir çok hastalığın nedeni cinlerdi.

Bu nedenle Şeriat cezaları bilimsel değildi.

Bilim gelişmediği için Atalarının verdiği cezalar benimsenmişti…

İran’da şerit kuralları uygulanmaktadır.

Ülkemiz ise İran’a imrenmektedir.

Şeriat yoluna girildi mi bir kere

Şeriat, insanları benzetir kendisine.

Şeriat tesettür kuralı ile yetinmez,

Şeriata ödün verildi mi bir kere

Arkasından ne geleceği bilinmez…

Ülkemizdeki  Şulebaş, sıkmabaş modası başörtüsü değildir.

Şulebaş, sıkmabaş hem siyasî hem de dinsel bir simgedir.

Laik bir ülkede kimse inancını bir bayrak gibi dalgalandıramaz.

İnancını bayrak gibi dalgalandıranlar

Diğer inançtakilere hayat hakkı tanımaz.

Geleneksel başörtüsü kadınlarımızı, kızlarımızı güzelleştirir.

Çarşaf, kadımızın, kızımızın güzelliğini gizler…

Şulebaş, sıkmabaş ise kadınlarımızı, kızlarımızı çirkinleştirir…

Aydınların siyasete katılmadığı bir ülkede

Şulebaşların, sıkmabaşların sözü geçer elbette.

Şeriatçılarımız arada bir celallenir.

Üçüncü Selimden bu yana bu gelenektir.

Şeriatçılar şerbeti kabardıkça otuz kırk yılda bir…

Zinde güçlerin tokadı enselerinde belirir…

Laiklik ilkesi delindi mi bir kere…

Şeriat zihniyeti biner tepemize…

Eren Bilge, 6.2.2008

+

Şeriat dünyasında neler oluyor neler?…

İşte haber:

“İçki İçen İranlı Genç İdama Çarptırıldı

İran’da içki içen bir kişinin idam cezasına çarptırıldığı bildirildi.

Öğrenci ajansı İsa’nın haberine göre, başkent Tahran’da yaşayan 22 yaşındaki Muhsin adlı bir İranlı, içki içmek suçundan idama mahkûm edildi.

Kararı veren Tahran Ceza Mahkemesi yargıçlarından Celil Celili, “İran Ceza Yasası’na göre, iki kez içki içtiği saptanan ve ikisinde de kırbaç cezası uygulanan kişinin, üçüncü kez de aynı fiili işlemesi durumunda öldürülebileceğini…” söyledi.

Celili, “İdama mahkûm edilen kişinin içki içme suçunu 4 kez işlediğinin belirlendiğini…” kaydetti.

İdama mahkûm edilen kişinin avukatı Aziz Nokendei de müvekkilinin “İçki yüzünden daha önce 3 kez tutuklandığını ve her defasında da kırbaçlandığını…” söyledi. (6.2.2018, Gazeteler)

LAİKLİK 33

33 YENİ BİR LİDER

Milliyette çıkan aşağıdaki yazıyı görüşlerinize sunuyorum. Yazıdaki öneriye ben de katılıyorum.

İşte Yazı:

+

“Arzuhan Yalçındağ: Yakın geleceğin ve Modern Yaşam hedeflerinin siyasi lider adayı…

Son günlerde duruşu, sorunlara yaklaşımı, esnekliği, disiplini ile göz kamaştıran bir kadın portresi ortaya çıkmaya başladı.

Güzelliği, kendine özgü beden dili ve topluluk karşısında yaydığı enerji Arzuhan Yalçındağ’ı geleceğin “modern başbakanı” veya “modern yaşam idolü” profili olarak öne çıkarıyor.

Eğitimi, tecrübeleri ve yönetim yaklaşımları ile bir liderden beklenen birçok özelliği bir havuzda tutuyor ve kullanmaktan sakınmıyor.

Günümüzün en temel problemi olan “kişiliksiz” ve “kimliksiz” duruş sergileyen sol, demokrat ve sosyal demokratlardan sıkılmış olan önemli sayıda kitle Kemal Derviş’ten sonra içini yeniden ısıtan, kıpır kıpır ettiren bir lider adayına kavuşuyor görünüyor.

Duruşunda, ilk kadın başbakanın çizdiği samimiyetsiz görüntü olmayan –belki de Tansu Çiller’in zaaflarını iyi incelemiş – Arzuhan Yalçındağ, ülkemizde modern yaşamı kesintiye uğratan takiyyeci ve inançsız kadronun hızını kesebilecek toplumsal rüzgarı arkasına alabilir.”

+

Nasıl olsa; soldan, solculardan kitleleri etkileyebilecek karizmatik bir adayın çıkacağı yok.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın kitleleri arkasına takacak bir rüzgarı da yok. Ne olursa olsun yüzde 20’den daha çok oy alacağı da yok. Kaldı ki CHP içinden çıkacak bir lider adayı da yok.

Arzuhan Yalçındağ’ın ise karizmatik bir görüntüsü var. Yeni bir parti kurup başına geçeceğine; CHP’nin başına geçse daha başarılı olacağı kanısındayım.

Öyle sermaye temsilcisi diye burun kıvıracak zaman değil. Tayip Erdoğan rüzgarının önünü kesecek bir lider gibi görünüyor.

Konuşmaları ile Atatürk’e, Atatürk’ün ilke ve devrimlerine sahip çıkıyor. AKP’yi ve MHP’yi her konuşmasında silkeleyip duruyor.

Yeni bir parti kurulmasındansa CHP’nin başına geçerse şeriatçı ve ırkçı milliyetçi akımın önünü tıkayacağı kanısındayım.

Hiç de öyle “Sermaye temsilcisinin arkasına mı düşeceğiz!” deme zamanı değil… Eğer bu düşünceye kapılırsanız  kendinizi; anarşi, terör ve de askeri darbelere  hazırlayınız…

Zaman sermaye – emek ayrımı yapacak zaman değil… Zaman karizmatik bir liderin arkasına düşme zamanıdır. Arzuhan Yalçındağ ise bu boşluğu dolduracaktır.

Bilmem bu görüşüme katılan çıkar mı?

Eren Bilge, 4.2.2008

X

Sayın Eren Bilge,

Yazınızı okudum, görüşün fena değil ama  bizim gibi ülkelerde  Tayyip Erdoğan’ın kullanma tarihinin dolduğunu karar verirseler olur.

Zaten CHP değil mi bunların değirmenine su taşıyan.

Özel kanun çıkardılar, muhtar olamazken başbakan bile yaptılar.

Bizim halkımızın çoğu muhafazakar;  ileriyi görecek gözü yok  olsa zaten bunlar başımıza  gelmezdi.

Erdoğanı getirenler isterseler  Arzuhan Yalçındağ’ı   getirirler  diyorum

Saygılar…

İsa Kartal, 4.2.2008

LAİKLİK 32

 

32 TANRI YANILGISI

(The God Delusion)

2007 Yılının Yazarı: Richar Dawkins…

Tutkulu bir ateizm savunucu olarak ün kazanan Richard Dawkins, (doğumu 1941), İngiliz uyruklu etolog, yazar, evrim kuramcısı ve Oxford Üniversitesi’nde zooloji profesörüdür. Aynı zamanda bilimin halkça anlaşılması için oluşturulmuş Oxford Üniversitesi Charles Simonyi kürsüsünde profesör; New College bilim kurulu üyesi. Gen Bencildir (The Selfish Gene)

Richard Davvkins’i üne kavuşturan ve halihazırda en çok okunan kitabıdır. 2006’da kaleme aldığı The God Delusion adlı kitabı ise evrimi ve ateizm savını anlamak isteyenlerin başucu kitabı haline geldi (Sunday Telegraph).

Bu kitabında tanrının varlığı ve dinlerin gerekliliği doğrultusunda öne sürülen geleneksel savlara karşı çıkan ve ateist bir dünya görüşünü savunan Davvkins, kitabının önsözünde bu kitabı yazma nedenini şöyle açıklıyor:

“Etrafta şu ya da bu dinin öğretileriyle yetiştirilmiş olan, içinde mutsuz olan, bunlara inanmayan veya din adıyla yapılan bir sürü kötülükten endişe eden, ailelerinin dinini bırakmak için belirsiz arzular duyan ve bunu yapabilmeyi dileyen ama terk etmenin gerçek bir seçenek olduğunu fark edemeyen birçok kişi olduğundan şüpheleniyorum (aslında olduğundan eminim). Eğer siz onlardan biriyseniz, bu kitap sizin için…. Bir ateist olmanın gerçekçi, cesur ve görkemli bir istek olduğu konusunda bilinci artırmayı amaçlar….”

“Belki de agnostizmin (Bilinmezcilik olarak tanımlanan, Tann’nın varlığının ya da yokluğunun şu an için bilinmeyeceğini öngören felsefe akımı) makul bir görüş olduğunu, ancak ateizmin en az dinsel inanç kadar dogmatik olduğunu düşünüyorsanız Bölüm 2, Tanrı varsayımının kainatla ilgili bilimsel bir varsayım olduğunu ve bunun da tıpkı diğerleri gibi kuşkucu bir bakış açısıyla analiz edilmesinin gerektiğini ikna ederek fikrinizi değiştireceğini ümit ediyorum….”

Önsözde “Yanılgı-delusion” teriminin ne anlama geldiğini de açıklayan Davvkins “Zen ve Motosiklet Bakımı Sanatı”nın yazarı Robert M.Pirsig’den aldığı şu alıntıyla terime açıklık getiriyor:

“Yanılgıdan bir kişi acı çekiyorsa buna delilik denir. Yanılgıdan birçok insan acı çektiğinde ise buna Din denir”

Yazan: Richard Davvkins. Çeviren: Kalisto Tunç – Tuncay Bilgin

Yayınevi: Kuzey Yayınlar. (www.kuzeyyayınları.com)

+

NOT: Hani halk arasında bir söz vardır. “Bir adam başında şapkan yok!” dediği zaman elini başına atıp yoklamalısın…” denir…

İşte bu kitap da “Tanrı’ya inanıyorum; ama acaba yanılıyor muyum?” diye düşünebilenler içindir.

Şahsen ben Tanrı’ya inanma konusunda hiçbir kuşkum yok. Bana göre Tanrı; Erdem, genel doğrular, olumlu kavramlar, yüce duygular vedüşünceler )Görünmeyen Tanrı) yanında Evren’dir (Görünen Tanrı) (K.57/3)

                                                                                                                                                                                                                                                                                 3)Öyle Peygamber gönderen, kitap indiren bir Tanrı yoktur. Bu söylemler yalan değil; ama, anlamı halkın ve bizim allamelerin anladığı gibi değildir. Bütün bu söylemlerin simgesel anlamı vardır…

Kitap benim bu görüşlerime değinmemekle birlikte Tanrı yanılgısını çok güzel kanıtlamaktadır.

Kitap okuduğunda yanılgılarımızın kaynaklarını göreceksiniz…

Eren Bilge, 13.1.2007

+

Merhaba baba,

Kitabı çok güzel tanımlamışsın.

Ben de “acaba tanrı var mı?”yı çoktan geçtiğim için okumasam da olur
diyeceğim ama bu bir şaka.

Sen bitirdiğinde sıra bende,

Eğer A. İ’nin yazdığı gibi bir kitapsa sanırım okuyamam, ama bir Osho’nun kitapları gibi ise okurum.

Senin yazı şeklinle kıyaslamıyorum; zira senin, anlatımın gibi kolay ve anlaşılır olanıyla henüz karşılaşmadım.

Teşekkürler baba…

Yener Balta, 13.1.2008

LAİKLİK 31

 

31 BU REZALET TAKSİM’DE…

“Yeni yıl kutlamalarındaki rezaletler bu yılda devam etti…

Yeni yıl tacizcileri, Taksim’de yine işbaşındaydı

100 kişinin çembere aldığı 4 kadın zor kurtarıldı…”

(01 Ocak 2008 Salı. Gazeteler…)

+

Bunlardır insanlığın yüz karası!

Bunlar: Cüdam mı, insan mı, insanımsı mı?

Sorsan bu yüz kişiye; “İnsan mısın?” diye.

Der: “Bu nasıl soru, insanım elbette….”

Öyle anlaşılıyor ki aynı zamanda sen; “Atatürkçüsün de!..”

“Elbette Atatürkçüyüm! Ne mutlu Türküm diyene…”

Bir soru daha: “Sen dini bütün bir Müslüman’sın!”

Öfkelenir: “Elbette Müslüman’ım, sen ne sandın!”

Son bir soru daha: “Öyle sanıyorum ki sen Türk’sün aynı zamanda!”

“Elbette Türküm, bir Türk bedeldir cihana…”

100 tacizciye de sorsan bu soruları…

Yüzü de “Elbette!” der, üç aşağı beş yukarı…

Oysa bunların yüzü de; ne Atatürkçü, ne Türk,  ne Müslüman, ne de insan…

Bunlar, insan görünümlü hayvan…

Bunlara insan değil insanımsı denir aynı zamanda…

Acaba ne derlerdi bir başkası

Sarkıntılıkta bulunsaydı bunların kızlarına…

Bunlar insan değil, insanlığın  yüz karasıdır…

İlk yapılacak iş bunların toplumdan dışlanmasıdır…

Bunlardır insanlığın yüz karası!

Bunlar: Cüdam mı, insan mı, insanımsı mı?

Av. Bilge Balta, 3.1.2008

+

Evet az ve öz özetlemişsin durumu. Onlar insan değil bence de… Onları hayvana benzetmek de hata;  zira Tarçın’dan (Köpeğimin adı.) bilirsin. O bile karşı cinsine zorlamıyor…

Eline sağlık baba

Yener Balta, 3.1.2008

LAİKLİK 30

30 BİR  İNSAN BUNU NASIL YAPAR?

Kanada Toronto kentinde Pakistan uyruklu baba Muhammed Pervez (57); 16 yaşındaki kızı Aksa Pervez’den başını örtmesini istedi. Ancak ısrarlarına rağmen başını örtmeyen  kızını elleriyle boğarak öldürdü.” (SÖZCÜ, 13.12.2007)

+

Yukarıdaki satırları okudunuz.

“Böyle bir şey olur mu?” dediniz.

Bir insane böyle bir şeyi nasıl yapar?

Bir insan; kızını nasıl olur da boğar?..

Bu bir başka kategori…

Adını siz koyun gayri…

İnsan; “kâfir, mümin!” diye nasıl ikiye ayrılır.

Kâfir diye bir insanın canına nasıl kıyılır?

Tanrı, “Rabbil alemin değil mi?”

Din adına katliama cevaz verir mi?..

Kaldı ki kafiri de yaratan Allah değil mi?

Bakınız; Kuran’da Allah:

“Onların hidayete ermesi senin üzerine bir yükümlülük değildir.

Zira Allah dilediğini doğru yola getirir. “ (K. 2/272) diye Peygamberini paylar…

Ve yine Allah’ı Peygamberini:

“Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi top yekun iman ederlerdi. O halde insanların hepsini mümin olsunlar diye sen mi zorlayacaksın!” (K. 10/99) diye azarlar?

İşte laikliğin önemi buradadır.

Kâfir mümin ayrımını ortadan kaldırır.

Demokrasi’de de bu vardır…

Öyleyse dinlerde de öldürme olmamalıdır…

Din adına insan öldürenler en ağır cezayı almalıdır…

Bunlar; demokrasiye ve laikliğe niçin düşmandır,

Çünkü laiklik; bunların öldürme hakkını elinden alır…

Av. Hayri Balta, 12.12.2007