TABULARA, TALANA, YALANA BALTA

TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA

IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..

Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
+
e-mail adresi:
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
site adresi:
www.tabularatalanayalanabalta.com
X

BARIŞ ve SAVAŞ AYETLERİ

Yaşar Nuri Öztürk Star gazetesinde: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.” diyor ve şu ayeti kanıt olarak sunuyor: “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitaptır.” (K. 2/2)
İnanışa göre Kuran “Allah kelamı” olduğuna göre; Kuran da Allah şöyle diyor kendisi hakkında:
“Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.4/82)
ve yine:
“Allah… kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/1)…
Ne var ki Kuran’ı okuduğumuzda birbiri ile çelişen ayetlerle karşılaşıyoruz. Belki de bizim imanımız zayıf, itikadımız bozuk olduğu için bize öyle geliyor. Bu durumda ilahiyatçı profesörlere bu çelişkileri açıklamak düşüyor.
Elbette tarafsız bir açıklama yapabilmek için insanın aklını dine – imana kurban etmemiş olmak gerekiyor… Aklını; Allah’a, dine, imana, Peygamberine kurban etmiş kişi gerçekleri göremez ve tarafsız olamaz…
Bu nedenle yazımız (sözümüz) aklını imana kurban etmeyen gerçek aydınlaradır…
+
Yine Yaşar Nuri Öztürk, 25.1.2002 tarihli Star gazetesinde “KUR’ANSIZ İSLAM
ARAYIŞLARI” başlıklı yazısında yine “Hadissiz, Kıyası Fukaha’sız, İcma-i ümmetsiz İslam Olmaz” deyenlere çatıyor.
Bilmeyenler için söylüyorum: Yaşar Nuri Öztürk İslamiyeti yalnız Kuran’a dayandırmak istiyor. Karşıtları ise “Hayır, diyor. Yalnız Kuran yetmez, Hadis de gerek, Kıyası Fukaha da gerek, İcmai ümmet de gerek.” diyor ki doğrusu da budur…
Yaşar Nuri Öztürk, sözünü ettiğim yazısında, şöyle bir tümce kullanıyor: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.” (K. 2/2).
Öyle bir laik ülkede yaşıyoruz ki; dinlere ilişkin efsaneleri, hurafeleri, masalları, akla, mantığa, gerçeklere ve bilime aykırı söylenceleri söylemek ve övmek alabildiğine serbest ve yasaksız; ama bu söylenenleri eleştirmek TCK m. 175’e tabi…
Örnek verirsek; Devlet ve Hükümet büyüklerimiz gibi “İslam; en akılcı, en mükemmel ve en son dindir!” dersek ses yok; ama, “En akılcı din, en mükemmel din, en son din böyle kural koyar mı?” demeye kalkarsak, ölümlerden ölüm beğenmek zorunda kalırız ve de kendimizi TCK’ya aykırılıktan savcının karşısında ve mahkemede buluruz.
Yine gazetelerde sık sık okuyoruz; falan bilgin ya da kişi, İslamiyet’i seçmiş ve İslamiyet’i seçerken de şöyle şöyle demiş diye onların sözlerini sergilersek bir şey yok. Buna karşılık “Arkadaş İslam’ı bırakıp başka dini seçenler de var. Bu da dinini değiştirirken İslamiyet hakkında şöyle şöyle demiş…” dersen kıyamet kopuyor…
Bir örnek daha Müslüman Zekeriya Beyaz’ın, kendi dinini övme hakkı var; ama, karşısındaki Hıristiyan’ın, Yahudi’nin ise kendi dinini övme hakkı yok. Sanki onlar İslamiyet’i seçmemiş oldukları için suç işlemişler gibi sus-pus oturmak zorunda kalıyorlar… Hani Anayasamız, “herkes düşünce ve kanatlarını serbestçe açıklar” diyordu, Hani devletimiz laiklikti ve herkesin inancını sergilemesini güvence altına almıştı…
Şimdi de Yaşar Nuri Öztürk, Kuran için: “Çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap!” diyor. Dayanak olarak da Kuran’ı gösteriyor.
“Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.2/82)
ve yine:
“Allah… kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/1)… diyor…
Kuran ve Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’da çelişme ve tutarsızlık yok deyince; düşünen bir insanın acaba gerçekten böyle mi? Gerçekten “Kuranda; çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk var mı, yok mu?” diye düşünerek araştırma hakkı yok mu? Acaba demek gereğini duymaz mı?
Kuran kendini övünce ve Yaşar Nuri Öztürk de “Kuran böyle söylüyor” deyince hemen inanmalı mıyız? Doğa bize bu aklı niye vermiş öyleyse?… Hem Yaşar Nuri Öztürk, sık sık, hem de Kuran’a dayanarak:
“Aklını kullanmayanlar azaba uğrar!” (K. 10/100) demiyor mu, ki bence çok doğru bir tümce. Çünkü İslam dünyasının geri kalmış olmasının tek nedeni aklını kullanmamış olmasıdır…
Bir de şöyle bir tümce yok mu Kuran’da: “Aklını kullanmayanlar gerçeği işitemezler!” ( 10/42) diye…
Şimdi gerçeği işitmek ve işittirmek ve de hem kendim, hem de okuyucularımı azaba uğratmamak için birlikte düşünmeyi öneriyorum…
Kuran da birbirleri ile çelişen tümceleri (ayetleri) aşağıya alıyorum. Barış ve Selamet, Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini alt alta sıralıyorum. Önce Barış ve Selamet tümcelerini; sonra da Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini yazıyorum.
Şimdi karşı karşıya ve alt alta sıraladığım bu tümcelerini gerçek saygımız gereği (Dinde buna Allah için denir) dikkatle okuyalım
+
1. Barış Tümceleri:
1. “Ey inananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır.” (K. /208)
2. “Dinde zorlama yoktur.” (K.2/256)
3. “Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir.” (K.2/272)
Savaş Tümceleri:
1. “…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (K. 2/85)
2. “Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları bulduğunuz yerde öldürün.” (K. 2/191)
3. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (K. 2/193)
2. Barış
1 “Ey Muhammet! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.’ de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: ‘Siz de İslam oldunuz mu?’ de. Şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür.” (K.3/20)
Savaş:
1. “Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” (K. 3/28)
2. “Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahrette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şahâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.” (K. 3/85-86)
3. .”Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.” (K. 3/117)
4. “Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık.” (K. 3/118)
5. “İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır.” (K. 3/178)
6. “İnkâr edenlerin diyâr diyâr gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır.” (K. 3/196-197)
7. “Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. K. 4/80″
8. “Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında azâbı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.” (K. 4/56)
9. “O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz.” (K. 4/74)
10. “Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
11. “… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik.” (K. 4/9l)
12. “Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!” (K. 4/115)
13. “O, size Kitapta ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (K. 4/140)
14. “Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” (K. 4/144)
15. .”Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır.” (K. 4/150-151)
16. “…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.” (K. 5/44)
17. “Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.” (K. 5/45)
3. Barış:
1. “Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyete ererseniz, delâlete düşen size zarar vermez.” (K. 5/105)
Savaş:
1. “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir.” ( K.5/10)
2. “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhrette büyük azâb vardır.” (K. 5/33)
3. “Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. 5/51)
4. “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliktir.” (K. 5/86)
4. Barış:
1. “Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim. K. 6/104″
2. “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O şüphesiz işitir ve bilir.” (K. 8/61)
Savaş:
1. “Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar
cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.” (K. 7/36)
2. “Allah’ın doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimseler ise, işte onlar mahvolanlardır.” (K. 7/178)
3. “Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. 8/12)
4. “Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Alla, bunu inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu, o işitir ve bilir.” (K. 8/17)
5. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.” (K. 8/39)
6. “Ey Peygamber! Müminleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.” (K. 8/65-66)
7. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
7. “Eğer, antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler.” (K. 9/11)
8. “Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. “ (K. 9/14-15)
9. “Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar.” (K. 9/23)
10. “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)
11. “Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhreti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhrete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azapla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.” (K. 9/38-39)
12. “İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır.” (K. 9/41)
13. “Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür.” (K. 9/73)
14.”Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.” (K. 9/111)
15. “Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir.” (K 9/123)
5. Barış:
“Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/99)
2. “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir.” (K. 10/100)
3. “De ki: ‘Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır.” (K. 10/108)
4. “Ey Muhammed! Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir.” (K. 10/109)
5. “Ey Muhammed! Onlara vaat ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliği etmektir. Hesap görmek bize düşer.” (K. 13/40)
6. “Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” (K. 16/9)
7. “Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz.” (K. 16/37)
8. “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.” (K. 16/125)
Savaş:
1. “…İnkârcılara, inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı âzâb vardır.” (K. 10/4)
2. “Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan müminlere büyük ecir olduğunu, âhrete inanmayanlara can yakıcı bir âzâb hazırladığımızı müjdeler.” (K. 17/9-10)
3. “Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onlar için Allah’tan başka dostlar bulamazsın. Biz onları kıyâmet günü yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşr ederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız.” (K. 17/97)
6. Barış:
1.”De ki: Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…” (K. 18/29)
Savaş:
1. “…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız. Onlar yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!” (K. 18/29)
2. “İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defâsında oraya geri çevrilirler: ‘Yakıcı azabı tadın’ denir.” (K. 22/19-22)
7. Barış:
1. “De ki: ‘Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kuran okumakla emrolundum’ Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine etmiş olur. De ki: Ben sadece, uyaranlardan biriyim.’” (K. 27/91-92)
2. “Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.” (K. 28/56)
3. “Sen sadece bir uyarıcısın.” (K. 35/23)
4. “Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkla olanları doğru yola sen mi eriştireceksin?” (K. 43/40)
Savaş:
1. “Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız.” (K. 32/22)
2. “…Azâbı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezâsını çekerler?” ( K. 34/33)
3. “Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır.” (K. 36/8)
4. “…Vay ateşe uğrayacak inkârcıların haline!” (K. 38/27)
5. “Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: ‘Allah’ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?’ denir…” (K. 40/70-74)
6. “Doğrusu, günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan, erişi maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına -azâb olarak- kaynar su dökün’ denir, sonra ona: ‘Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir.” (K.44/46-50)
7. “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.” (K. 47/4)
8. “Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir.” (K. 47/35)
9. “Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır.” (K.48/16)
10. “Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde. Serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.” (K. 56/4l-46)
11. “Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” (K.60/1)
12. “Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!.” (K. 66/9)
13. “İlgililere şöyle buyrulur: ‘O’nu alın bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi.’ Bu sebeple burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.” (K. 69/30-37)
8. Barış:
1. “Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir.” (K. 72/23”
Savaş:
1. “Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirce ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır.” (K. 72/23)
9. Barış:
1. “Şüphesiz ona (insana) yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük. “ (K. 76/3)
Savaş:
1. “Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.” (K. 76/4)
10. Barış:
1. “Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esâsen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin.” (K. 88/21-22)
Savaş:
1. “Ama kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azâba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir.” (K. 88/23-26)
2. “Kitap ehlinden ve puta tapanlardan inkâr edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler.” (K. 98/6)
11. Barış:
1. “Ey Muhammed! De ki: ‘Ey inkârcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. “ (K. 109/1-6)
Savaş:
1. “Ebû Leheb’in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi. Alevli ateşte yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır.” (K. 111/1-5)
+
Her ne değin bizzat Kuran’ın kendisi ve yurdumuzda Kuran Müslümanlığını uygulamak için çırpınan Yaşar Nuri Öztürk ve diğer tüm ilahiyatçılar; Kuran’da; çelişki (tezad), tutarsızlık ve uyumsuzluk (ahenksizlik) yok diyorlarsa da; yukarıda okuduklarımız içinde birbirine karşıt birçok tümcelerle (ayetlerle) karşılaşmaktayız.
Tanrı (Allah) bazı ayetlerde:
“Allah’ın izni olmadıkça kimse inanamaz!” (K. 120/100)
“Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…” (K. 18/29) derken; bazan da:
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” (K.8/39) diyor…
Tanrı (Allah) bir yandan;
“Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin; ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.” (K. 28/56) derken; bu tümcenin (ayetin) hemen yanında:
“Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.” (K. 76/4)
“Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır.” (K. 36/8) diyor…
Bunun gibi daha yüzlerce, binlerce örnek gösterilebilirken Kuran’da nasıl çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk yok diyebiliriz.
Sonra: “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun” tümceleri varken Müslümanlıkta; savaş dini değil barış dini denebilir mi?
Bu boyun vurarak öldürmek günümüz anlayışı ile ne oranda bağdaşır?..
Şeriatla yönetilen ülkelerde idam cezaları hükümlünün boynu vurularak yerine getirilirken dehşete kapılmayan aklı başında bir insan gösterilebilir mi? Bu nedenle yurdumuzda uygulanan idam cezaları kapalı yerlerde yerine getirilirken; 1984’ten bu yana, kapılı yerde bile, idam cezaları uygulanamamaktadır ve şimdi de büsbütün kaldırılmıştır.
Kuran’daki bu tümceler (ayetler) Allah’ın emri olarak kabul edilirken Yaşar Nuri Öztürk ile Zekeriya Beyaz Kuran Müslümanlığını kendi kafalarına göre uygulayabilirler mi?
Eğer Yaşar Nuri Öztürk ve diğerleri: “Kuran Müslümanlığını uygulamaya başlarlarsa; “Kuran’da bu da yazıyor, bu da Allah’ın emri!” diyenler karşısında Kuran’ı harfi harfine uygulayamamazlık edebilirler mi?
Gerçeği bilmek insanı Hak’ka (Doğruya, gerçeğe…) eriştirir ve gerçek insanı güçlü yapar. Gerçek saygımız gereği (dinde buna Allah korkusu denir) doğruları söyleyelim.
Eğer yukarıdaki o dehşet sahnelerini Allah’a yakıştırırsak; akıl, bilim ve insandaki acıma ve vicdan duygusuna, çağımız anlayışına, sosyal gerçeklere, saygısızlık ve hatta hakaret etmiş oluruz…
Şimdi biz aydınlar bu gerçekleri insanlara açıklamazsak kendi kendimize yadsımış olmaz mıyız. Gerçeği tepelemiş sayılmaz mıyız…
Bir aydın inandığı ve doğru bulduğu gerçekleri yaşarken söylemezse ne zaman söyleyecek… Bir aydın halkına gerçekleri anlatmazsa kim anlatacak?…
Çünkü söylenmiştir: “Cümle halkın vebali evliyanın boynunadır.” Bu güzel sözü günümüz Türkçesine çevirirsek: “Bütün halkı aydınlatma sorumluluğu aydınların boynundadır.”
Av. Hayri BALTA, 17.5.2006
X
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.”(K. 2/193)
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 8/39)
“Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)

SAVAŞ AYETLERİ: (ALLAH BÖYLE DER Mİ?)

“…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (K. 2/85 ve 5/44,45)
“Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir.” (K. 2/191)
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”(K. 2/193)
“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” (K. 3/28)
“Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahrette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şahâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.” (K. 3/85-86)
Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.” (K. 3/117)
“Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık.” (K. 3/118)
“İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır.” (K. 3/178)
“İnkâr edenlerin diyâr diyâr gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır.” (K. 3/196-197)
“Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. K. 4/80″
“Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında azâbı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.” (K. 4/56)
“O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz.” (K. 4/74)
“Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
“Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.” (K. 4/91)
“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!” (K. 4/115)
“O, size Kitapta ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (K. 4/140)
“Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” (K. 4/144)
“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır.” (K. 4/150-151)
“…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.” (K. 5/44)
“İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir.” ( K.5/10)
“Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.” (K. 5/45)
“Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhrette büyük azâb vardır.” (K. 5/33)
“Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. 5/51)
“İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliktir.” (K. 5/86)
“Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar
cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.” (K. 7/36)
“Allah’ın doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimseler ise, işte onlar mahvolanlardır.” (K. 7/178)
“Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. 8/12)
“Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Alla, bunu inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu, o işitir ve bilir.” (K. 8/17)
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.” (K. 8/39)
“Ey Peygamber! Müminleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.” (K. 8/65-66)
“Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
“Eğer, antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler.” (K. 9/11)
“Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. “ (K. 9/14-15)
“Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar.” (K. 9/23)
“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)
“Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhreti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhrete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azapla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.” (K. 9/38-39)
“(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (K. 9/41)
“Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (K. 9/73)
“Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.” (K. 9/111)
“Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir.” (K 9/123)
“…İnkârcılara, inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı âzâb vardır.” (K. 10/4)
“Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan müminlere büyük ecir olduğunu, âhrete inanmayanlara can yakıcı bir âzâb hazırladığımızı müjdeler.” (K. 17/9-10)
“Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onlar için Allah’tan başka dostlar bulamazsın. Biz onları kıyâmet günü yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşr ederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız.” (K. 17/97)
“…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız. Onlar yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!” (K. 18/29)
“İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defâsında oraya geri çevrilirler: ‘Yakıcı azabı tadın’ denir.” (K. 22/19-22)
(Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik..) O halde, kafirlere boyun eğme ve bununla (Kuran ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!” (K. 25/52)
“Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız.” (K. 32/22)
“…Azâbı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezâsını çekerler?” ( K. 34/33)
“Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır.” (K. 36/8)
“…Vay ateşe uğrayacak inkârcıların haline!” (K. 38/27)
“Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: ‘Allah’ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?’ denir…” (K. 40/70-74)
“Doğrusu, günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan, erişi maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına -azâb olarak- kaynar su dökün’ denir, sonra ona: ‘Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir.” (K.44/46-50)
“Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin…” (K. 47/4)
“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” (K. 47/35)
“Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır.” (K. 48/16)
“Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde. Serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.” (K. 56/4l-46)
“Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” (K.60/1)
“Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” (K. 66/9)
“İlgililere şöyle buyrulur: ‘O’nu alın bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı. Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi.’ Bu sebeple burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.” (K. 69/30-37)
“Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirce ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır.” (K. 72/23)
“Doğrusu İnkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.” (K. İnsan. 76/4)
Bu da ayetin altına düşülen not: “Buna göre Müslümanlar düşman karşısında üstün durumda iken, sulh isteğinde bulunamazlar. Aslolan düşman karşısında gevşememek, eziklik hissederek paniğe kapılmamaktır.
(Bu da Diyanet Vakfının Açıklaması ve yorumu…)
Hani İslam barış dini idi. Üstün durumda iken barışa razı olmayan bir dine nasıl olur da barış dini denebilir? Ne zamana değin insanları ve kendimizi aldatmaya devam edeceğiz?..
“Ama kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azâba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir.” (K. 88/23-26)
“Kitap ehlinden ve puta tapanlardan inkâr edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler.” (K. 98/6)
“Ebû Leheb’in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi. Alevli ateşte yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır.” (K. 111/1-5)
X
İSLAM BARIŞ ve HOŞGÖRÜ DİNİ MİDİR?

Kutlu Doğum haftası nedeniyle bizimkiler fırsatı yakaladılar. İktidarda olmanın verdiği güçle bilip bilmeden anlatıp durdular. Kürsülere çıkıp ağlayıp durdular. İslam “Barış ve esenlik dinidir!” diye tek kale oynadılar. Bunları söylerken kimi zaman ağladılar, kimi zaman duygulandılar.
Bir Allah’ın kulu da karşılarına çıkıp; “Güzel söylüyorsunuz ama arkadaşlar; tarihsel gerçekler sizi yalanlıyor. Kuran ve Hadis kitapları sizini söylediklerinizin tam tersini söylüyor. Siz bunları bildiğiniz halde mi İslam barış, esenlik ve merhamet dinidir. Bütün dinlere hoş görülüdür, saygılıdır” diyorsunuz.
Eğer bu gerçekleri bildiğiniz halde tamamen tersini söylüyorsanız “Hakkı tepelemiş oluyorsunuz; yok, bilmediğiniz halde böyle söylüyorsanız cehaletinize bizi ortak ediyorsunuz…”
Aynı sözleri bizim Atatürkçü ve laiklerimiz de söylüyor. “İslam sulh ve selametten gelir. Barış ve esenlik dinidir…” diyorlar. Kendilerine aşağıdaki ayetleri gösteriyorum; ”Bunda bir yanlışlık var!” diyorlar.
Bizlerin bu anlayışta bulunması elbette sulh ve selamet açısından olumlu bir gelişme. Ancak unuttuğumuz gerçekler var. Örneğin İslam peygamberi, daha ölüsü toprağa verilmeden, hem de cennetle müjdelenmiş sahabeler birbirine girdiler.
Sonra İslam Peygamberinin eşi Ayşe ile kızı Fatima birbirine girdiler. İçlerinde sahabeler de olmak üzere birbirlerini öldürdüler. Bu savaşa Deve (Camel) savaşı denir.
Bu olayın arkasından 4. Halife Ali ile Muaviye tarafları birbirine girdiler. Taraflar arasındaki bu dalaşma çocuklarına da intikal etti. Muaviye’nin oğlu Yezid Peygamberin torunları, Ali’nin ve Fatima’nın çocuklarından Hasan’ı zehirleyerek ve Hüseyin’i ve aile bireylerini de Kerbelada susuz koyarak öldürdüler.
İslam dini; dinler arası diyalogdan, “Barış ve Esenlik” ten çok uzaktır. Bu konuda bir görüş sahibi olmak için yalnızca şu ayetleri okumak yeter:
1. “Sen onların dinine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (K. Bakara. 2/120)
2. “Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, ayetleri size açıklamış bulunuyoruz. (K. Al-i İmran. 3/118)
3. “Kimi Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir.” (K. Maide. 5/44, 45)
4. “Ey İnananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da o da onlardan dır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. Maide; 5/51)
5. “Müşrikler ancak bir pisliktir.” (K. Tevbe. 9/28)
6. “Kendisine Rabb’inin ayetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (K. Secde. 32/22)
7. “Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse söylediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidir. Ve gürültüyü korkularından aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın. Allah kahretsin onları! Hakk’tan nasıl çevriliyorlar.” (K. Münâfıkun. 63/4
Bu konuda daha geniş bilgi edinilmek isteniyorsa Hakikat Dergisinin Temmuz 2004 tarihli 130 sayfasına bakılabilir. Adı geçen dergi Fethullah Gülen’i; Amerika’da oturduğu için İslam’dan çıkmış olmakla suçlayarak, yukarıdaki ayetler gibi daha birçok ayetler gösteriyor.
İslam’ın Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyenlere İlhan Arsel’in Kaynak yayınlarında çıkan “Kuran’daki Kitaplılar” adlı kitabını okumalarını öneririm. Bu kitap 200 sayfalık olup bir günde bitirilebilir.
Araştırmadan, okumadan, bilmeden halkı yanlışa yönlendirmek iyi bir davranış olmasa gerek. Kim ki İslam “barış ve esenlik” dini der; o, İslam’ı bilmiyor demektir. İslam’da “barış ve esenlik” İslamiyet’i seçmiş olanlaradır. Böyle demek bile sakıncalıdır. İslam tarihini incelediğimiz zaman görürüz ki daha peygamberlerinin ölüsü toprağa verilmeden Mekke ve Medine’dekiler birbirlerine düşmüşlerdir. Örneğin; Ömer, Osman, Ali taraftarları birbirlerine suikast düzenlemişlerdir.
İslam Peygamberinin eşi (Ayşe) ile kızı (Fatma) taraftarları Fedek hurmalığı yüzünden Sahabeler başta olmak üzere Deve (Cebel) savaşı adı verilen savaşta birbirlerini öldürmüşlerdir. Hemen arkasından; Sünniler, Şiiler, Hariciler olmak üzere üçe bölünerek birbirlerini öldürmüşlerdir. Bütün bu olaylar Peygamberlerinin ölümünün hemen arkasından başlamış olup Kerbela savaşı ile bile son bulmamıştır. Bundan sonra mezhep ve tarikat kavgaları adı altında camilerde bile 70 yılı süren bir küfürleşme ve Ehl-i Beyti’in sürgün dönemi yaşanmıştır.
Bütün bu olayları değerlendirmeden “İslam barış ve esenlik dinidir” demek halkımızı yanlış yönlendirerek Müslüman dünyasını ateşe atmaktan ve geri kalmasına neden olmaktan başka bir işe yaramaz.
İslam, savaşçı (cidalci) bir dindir. Öyle ki savaşı gelir kaynağı olarak seçmiştir. Bu nedenle İslam; dünyayı, ikiye ayırmıştır: “Darül İslam”, “Darül harp!”
İslam dinine göre; Darül harptekilerle “boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşılmalıdır.” (K. 9/29)
Şimdi de Müslümanları kafirlerle (Hıristiyan-Yahudi ve diğer tek tanrılı dine mensup olanlar…) müşriklerle (Allah’a ortak koşanlar, puta tapanlar) savaşmaya çağıran (motive eden) ayetleri okuyalım:
1. “Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. (K. Bakara. 2/ 193)”
2. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin.Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin. (K.Nisa. 4/89)
3. “Eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. (K.Nisa. 4/91)
4. “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek ve asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahrette büyük bir azap vardır.” (K. Maide. 5/33)
5. “Rabbin meleklere ‘Ben sizinleyim, inananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben inkar edenlerin kalplerine korku salacağım., artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. Enfal. 8/12)
6. “Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” (K. Enfal. 8/39)
7. ”Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin. Her gözetleme yerlerinde onları bekleyin.” (K. Tevbe. 9/5)
8. “Kitap verilenlerden Allah’a, ahret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” ( K. Tevbe. 9/29)
9. “Ey Peygamber! İnkarcılarla ve iki yüzlülerle savaş. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür.” (K. Tahrim. 66/9)
10. “Doğrusu İnkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.” (K. İnsan. 76/4)
Bütün bu savaşlar “kafirleri imana getirmek” gerekçesi ile yapılmıştır. Semerkant’ten Madrid’e, Bizans İstanbul’undan Umman denizine kadar olan ülkeleri, iki-üç yüz yıl süre ile, kılıçtan geçirerek fethedilmiştir..
Fethettikleri ülkeleri; ganimet adı altında talan ederek mallarını mülklerini yağmalamışlar; kadınlarını cariye, erkeklerini köle yaparak alıp satmışlar, satmadıklarını kendi mülklerinde kullanmışlardır. Bu zihniyet Osmanlı devleti yıkılıncaya kadar sürmüştür. Atatürk’le birlikte “Yurtta sulh cihanda sulh!” dönemi başlamıştır.
Gelelim şu Türklerin misyonerler aracılığıyla Hıristiyanlaştırılmalarına. Türklerin büyük çoğunluğu, hiç bir zaman Hıristiyanlığı benimsemez. Çünkü Türkler akılcı ve laik insanlardır.
Türklerin çok azının Hıristiyanlığı benimsemesi ise bir şey ifade etmez. Çünkü aklı başında olan Türkler Atatürk sayesinde; İslam’ın bile bu günün ihtiyaçlarını karşılamayacağını bilerek laikliğe yönelmiş; 80 yıldan beri de bütün bağnazlığa karşın laikliği korumuş dünyadaki ilk ve tek ülkedir. Eğer laik devletimiz Sünniliği pompalayıp finanse etmemiş olsa idi laiklerin sayısı çok daha yüksek olurdu.
Bütün bunlara karın bizimkiler her vesile ile Atatürkçü laiklerimizi İslam’a yönlendirmeye çalışıyorlar. Bu işi yalnız şeriatçılarımız yapmıyor; milliyetçilerimiz bile bu işe yöneliyorlar. Oysa şeriatçı düşünce milliyetçiliği kabul etmez ve ümmetçiliği esas alır. Eski Kültür Bakanlarından Namık Kemal Zeybek, “İslam Peygamberi de Türk!” diye makale döşemedi mi? Bu bile Türkleri İslam’a yönlendirme çabasından başka bir şey değildir. Bunların aklını peynir ekmekle yediği anlaşılıyor. Bizim illiyetçilere göre dünyada Türk olmayan hiçbir insan yok. Hepsinin kökeni Türk… İşte bunlar da Türk-İslam düşüncesiyle kafayı yemiş bağnazlardır.
Bilmiyorlar ki artık ırkçılığın da dinciliğin de çağı geçmek üzeredir. Neymiş de İslam dini sayesinde birliği bütünlüğü sağlıyormuşuz, gerektiğinde büyük bir manevi bir güç olarak yararlanıyormuşuz. Bu savın da temelsiz olduğunu Atatürk’ün büyük nutkunu okuyanlar bilir. Kaldı ki eğer İslam milli bütünlük sağlamış olsaydı; Araplar kendi aralarında bir birlik oluştururdu. Yine çoğunluğu Türk olan uluslarda din sayesinde bir araya gelmiş olurdu. Oysa bunun tam tersini görüyoruz.
Artık dini bağlar, ırkî bağlar değil de bir devlete hukuksal bağlılık esas alınmaktadır. Artık insanlar inanmayı değil düşünmeyi yeğlemektedir.
Şimdi anlıyor musun benim niçin dışlandığımı… Hani ne demişler doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar… Beni ise; doğruları söylediğim için, yüz köyden kovdular. Ne var ki onurlu gerçek saygısı olan aydınların yazgısıdır bu.
İnsanlık sorumluğunu ve duyarlılığını gösteren insanların çabası ile aydınlığa çıkmıştır.Yalanla, halkımızı gaza getirmekle çağdaşlık yakalanamaz. “Yalancı Allah’ın (Gerçeğin, Hakk’ın) en büyük düşmanıdır.”
“Sen yanmazsan, ben yanmazsam karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa…”
Gerçekler söylenmezse yalanlar kök salar ortalığa. Yanlış anlaşılan din düşüncesi insanlarımızı sokar karanlığa…
Karanlığı aydınlatmak için; duyarlılığı ve sorumluluk duygusu gelişen her aydın bir mum yakmalıdır. Din konusunda da cahil olanlardan korkmamalıdır.
Şimdi kal sağlıcakla,
Av. Hayri Balta, 17.4.2006
X
K I L I ÇLI DEMOKRASİ

Bu yazı Karikatürist Nuri Kurtcebe’nin 18.1.2002 tarihli Cumhuriyet’te çıkan bir karikatürünün altına yazılmıştır
Karikatürdeki iki bayanla üç şeriatçı siyasetçinin başları üzerindeki Arap harflerine benzetilerek yazılan yazıyı belirtiyorum: “DEMOKRASİ”.
Dikkat edilirse, “Demokrasi” sözcüğünün içinde iki tane kılıç var. D harfi ile K harfi… İkisi de kılıca benzetilmiş. İlk bakışta Karikatüristtin, İslam demokrasisini kılıçla özdeşleştirmesi yadırganabilir. Ama aşağıdaki alıntıları okuyunca; İslam denince akla, ilk önce kitap ve kılıç geleceğini ve böylece İslam şeriatının ancak kılıçla gerçekleşebileceğini görürüz.
Şimdi şu alıntılara dikkat edelim. Bu ayetler Allah kelamı denilen Kuran’da geçiyor:
“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın..!” (K. 9/29 )
Bu da Peygamber sözü denilen Hadis: “İnsanlar ‘la ilahe illallah’ deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum. Şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bk. Sahih-i Müslüm. İst. 1401. C.1. s. 51-52. Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler. Ank. 1992. s. 30-31. Had. No. 4 ve bu Hadis Veda Hutbesinde de var. Yine: (Bk. K. Tevbe, 9/29)
Bu tür ayetler ve Hadisler çoktur ve İslam Literatüründe bu tür ayet ve hadislere cihat, kılıç, kıyam anlamında “Şiddet ayetleri” denir…
Bu da Vakit gazetesi yazarı Abdullah Büyük’ün sözleri: “Yazımızı Muhammed İkbal’in bir sözü ile bitirmek istiyorum: Benden selam olsun mollaya, hocaya… Onlar bize İslâm’ı öğrettiler. Gel gör ki; öyle bir yorum yaptılar ki, Allah’ı, Cebrail’i ve Peygamber’i hayrete düşürdüler. Allah (cc), “Ben böyle bir din göndermedim!” derken; Cebrail, “Ben böyle bir dini getirmedim” derken; Peygamber de, “Ben böyle bir din etmedim” diyor. (VAKİT GAZETESİ. 18.1.2002. Abdullah Büyük. s. 2)
Yazar bu sözleri ile “İslam’da şiddet yok!” diyor ama yukarıda verilen örnekler kendisini yalanlıyor. Hadis’e uydurma denebilir; ya Hadisin kaynağı olan K. 2/29 ayetine de uydurma denebilir mi?
Peki, Allah, “Ben böyle bir din göndermedim…”; Cebrail, “Ben böyle bir din getirmedim!”; Peygamber, “Ben böyle bir din etmedim (Böyle bir söz söylemedim)!” demişse; yukarıdaki tümceleri (âyetleri) Kuran’a kim koymuş? Hadis’i kim söylemiş?..
Ya şu kit’al (Muhammed) bölümündeki (suresindeki) tümceye (âyete) ne demeli? “Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin. Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürenlerin işlerini boşa çıkarmaz…” (K. Muhammed-Ki’tal. 47/4)
Görüldüğü gibi Muhammet suresinin bir adı da Ki’tal’dır. … Ki’tal: Cihat, savaş, kılıç, öldürmek… anlamlarına gelir (Bk. Türkçe Sözlük. TDK) ve bu nitelikteki âyetlere Kılıç âyetleri denerek Barış tümcelerini (âyetlerini) kaldırdığı (neshettiği) söylenir.
Bunun yanında şeriat ülkelerinin; örneğin; İran’ın, Suudi Arabistan’ın bayraklarında kılıç görülür. Yine Ali’nin meşhur Zülfikar’ı ki, iki çataldır… Her çatalından da kan damlar. Bizim Aleviler de Ali’nin adı geçince hüngür hüngür ağlar.
Hani İslam barış dini idi. Hani İslam’da düşünce ve inanç özgürlüğü vardı?.. Hani İslam’da öldürme yoktu! Hâlâ akıl edemeyecek misiniz? Hâlâ körü körüne inanacak mısınız; bu Allah adına, din adına imana davet edin, kabul etmezse öldürün sözlerine… Bu düşünceler günümüz hukuku ile Anayasamız ile İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile ne oranda bağdaşır?..
Bu da beğenmediğiniz, kâfir dediğiniz gayri-Müslimlerin; yani insan sözü denilen insanların aptıı yasaya bakalım…. Örneğin İnsan Hakları Evrensel Bildirisi: “Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları söz konusu olmaksızın malûmat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek ve yaymak hakkını gerektirir.” (İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ. MADDE. 18).
Şimdi burada bir saptama yapalım: Yukarıdaki sözlerden hangisi Allah’a yakışan bir sözdür? Kuşkusuz; İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde geçen sözler Allah’ın isteğine daha uygundur, daha akla uygundur, daha barışçıdır ve daha insancıldır, daha yücedir… Çünkü bu sözlerde insan haklarına, insanın düşünce ve inançlarına saygı vardır… Allah’a ve Peygamberine de bu güzellikte sözler söylemek yakışır…
“Kafirlere; boyunlarını eğerek cizye vermeyi kabul etmeyenlere yaşam hakkı vermeyen” (K. 9/29) ayetini Allah’ın emri, Peygamberin sözü, olarak kabul ediyorsanız ey Süleyman Ateş, ey Yaşar Nuri Öztürk, Ey Zekeriya Beyaz ve ey İmam Hatipliler, Yüksek İslam enstitüsü bitirmişler, ey ilahiyatçılar ve ilahiyat fakültesi bitirmişler; dünyamızda barış nasıl gerçekleşebilir.
Siz inanın; kabul da… Bu güzelim Türk insanından, bizlerden ne istiyorsunuz… Servetinizi bizimle bölüşmüyorsunuz da; peki, inancınızı niçin bizimle bölüşmeye niçin kalkışıyorsunuz…
Niçin “Kanlı mı olacak kansız mı olacak!” (Bu sözler Erbakan’ın sözleridir) diyorsunuz? Niçin “Laiklik gidecek, şeriat gelecek. Kan akacak fıstık gibi olacak!” diyerek inancınızı bize dayatıyorsunuz?
İslam’ın saygın kitaplarından aktardığım tümceler (âyetler), Hadisler gibi daha yüzlercesi yazılıp dururken ve de bu inanç gereği Amerika’daki İkiz Kuleler yerle bir edilerek üç dakikada üç bin kişi öldürülürken Müslüman olmayanlar kendilerini korumak için önlem almak zorunda kalırlarsa haksızlar mı?..
Dünya ile ters düşmemek için İslam dinini; akla, bilime, günümüz gerçeklerine ve hukukuna koşut durumuna getirmeliyiz… Aksi takdirde Afganistan, Taliban ve diğer şeriat ülkeleri gibi bilgisiz, geri, yoksul, miskin kalarak karanlıklara gömüleceğimiz gibi terörist olarak anılarak dünyadan da dışlanırız.
Bu yazılar en yakın ve birinci tehlike olan irtica: (Devleti ve toplumu şeriat kurallarına göre yönetmek…) ya karşı bir savunmadır… Savunma hakkı en saygın (kutsal) haklardandır… Bu memleketin aydınları olarak bizler; gerçekler üzerine eğilerek, düşüncelerimizi şimdi açıklamayalım da ne zaman açıklayalım? Bizler açıklamasın da kimler açıklasın?..
Bu savunmaları; düşüncelerini, kalemini dolarlarla satanlardan beklerseniz daha çook beklersiniz… “Elhamdülillah ben de Müslüman’ım. Benim de anam başörtüsü giyerdi!” diyen Atatürkçülerin, aydınların, solcuların ve de “Sevgili Peygamberimiz!” diyen Çetin Altanların arkasına düşerseniz bir de bakmışsınız ki karikatürdeki siyasetçiler iktidara gelerek (Bu sözüm şimdi gerçekleşmiştir. Çünkü üç kere kapatılan bir partinin en hızlıları şimdi iktidardadır: AKP) Anayasa mahkemesini kapatmaya kalkar.
Taliban zihniyetindekilerin direncini Afganistan olaylarında gördük… Bu nedenle Laik devletimiz, laiklik gereği, Sünniliği de diğer inanç mensupları gibi aynı kategoride değerlendirmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla şeriatçı zihniyet örgütüne birçok bakanlıktan daha çok para aktarılarak onların gelişmesine ve güçlenip şımarmalarına ortam hazırlanmamalıdır.
Devlet, diğer inanç sahiplerini nasıl kendi cemaatlerinin desteğine bırakmışsa Sünnileri de kendi cemaatlerinin desteği ile yaşamaya zorunlu kılmalıdır. Laikliğin en başat koşulu budur.
Devlet yetkilileri; herhangi bir savaşta düşmana karşı potansiyel güç olarak şeriatçıları cepheye sürme düşüncesi ile Sünniliğe prim vermekten kaçınmalıdır. Gelişen bilim ve teknik karşısında şeriatçı savaşçıları cepheye sürmek çözüm yolu değildir. İnsan yurdunu, malını, canını, namusunu ve bağımsızlığını korumak için şeriatçılardan daha iyi savaşır. Bağımsızlık uğruna gözünü kırpmadan ölüme giden gençlerimizi unutmayalım.
Bilinmelidir ki yurdumuza saldıran düşmana karşı ancak bilinçlenmiş insanlar direnebilir…
H. B. 10.5.2006
x
BASINDA ŞİDDET HABERLERİ

İslamcı terör örgütleri tarafından suikasta uğrayan fikir adamları ve yazarları hepimiz tanıyoruz. Turan Dursun başta olmak üzere yazar ve fikir adamları susturulmak istendi. Değerli gazeteci ve yazar Uğur Mumcu’nun, İran destekli bir İslamcı örgüt olan Selamcılar tarafından öldürüldüğü belirlendi ve katilleri cinayetten 7 yıl sonra Mayıs 2000’de yakalandı.
Günümüzde de başta Hizbullah olmak üzere çeşitli İslamcı terör örgütleri insanları kaçırıyor ve öldürüyor.. Nitekim, 19.01.2000 günü, Hizbullah’ın kaçırdıktan sonra işkence ederek öldürdüğü 10 kişinin toplu mezarı İstanbul’un Üsküdar ilçesinde bulundu. Ayrıca, Ankara, Konya ve Tarsus ta da İslamcı terör örgütü tarafından işkence ve boğularak öldürülen kişilerin toplu mezarları bulunuyor.. Hizbullah, 24 Ocak 2001 günü, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve 5 polis memurunu alçakça pusuya düşürüp katletti.
Hizbullah örgütünün, Mısır’da kurulu Müslüman Kardeşler örgütü ile bağlantısı olması ihtimalinden yine alçakça bir bombalı suikast sonucu katledilen yazar Uğur Mumcu söz ediyordu..
Türkiye’de son yıllarda yaşanan en vahşi İslamî şiddet uygulaması, hatırlanacağı üzere 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta görüldü. Sivas’taki Madımak Oteli’ne Aziz Nesin’in düşünce ve davranışları bahane edilerek saldırıldı ve 35 kişi diri diri yakılarak, 2 kişi de ateşli silah ile vurularak, toplam 37 kişi katledildi.
Iran ve Bangladeş gibi İslam şeriatı ile yönetilen ülkelerde, İslamiyet’e aykırı düşüncelerini açıklayan Salman Rüşdi ve Teslime Nesrin gibi yazarları ölüme mahkum eden “fetva”lar çıkarılıyor.
Türkiye’de de, Hizbullah adlı İslamcı örgüte bir zamanlar hizmet etmiş İslamcı bir kadın yazar olan Konca Kuriş, İslamiyet’in gerçeklerini zamanla görmeye başladı ve İslam şeriatına yönelik eleştirileri ile “Müslüman kadınlara kötü örnek” olduğundan, 1998 yılının yaz aylarında kaçırıldı ve 22.01.2000 tarihinde Konya’da İslamcı terör örgütü Hizbullah’ın toplu mezar olarak kullandığı evlerden birinin bodrum katında cesedi bulundu. Konca Kuriş’in, Hizbullah tarafından önce işkence edilerek sonra da boğularak öldürüldüğü anlaşıldı.
11 Eylül 2001 tarihinde de Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyaca meşhur New York kentindeki WTC (Dünya Ticaret Merkezi) binalarına kaçırdıkları iki adet yolcu uçağı ile vahşice intihar saldırısı yapan Müslüman teröristler ile, yine aynı gün kaçırdıkları diğer iki adet yolcu uçağının birisini ABD Savunma Bakanlığı’na yine vahşice intihar dalışı yapmakta kullanan, diğerini hedefe varamadan içindeki yolcularla düşüren Müslüman teröristler, “İslami terör”ün ne olduğunu bütün dünyanın görmesini sağladılar. Bu Müslüman teröristler, Allah yolunda bu intihar eylemiyle cennete gideceklerine inanarak binlerce kişiyi öldürdüler.
Pakistan’da 2002 yılının Ocak ayında aşırı İslamcı bir örgüt tarafından kaçırılan The Wall Street Journal gazetesinin muhabiri Daniel Pearl, boğazı kesilerek öldürüldü. Bu vahşi cinayet videoya çekildi ve dehşet görüntülerinin yer aldığı kaset Pakistanlı bir gazeteciye gönderildi. Video kasette, 23 Ocak’ta Pakistan’da kaçırılan Pearl’ün, birisiyle konuştuğu sırada, arkasından yaklaşan bir başkası tarafından boğazı bıçakla kesilerek öldürüldüğü görüldü. Pearl, son söz olarak, kendisinin ve babasının Musevi olduklarını söylüyordu.
Şubat 2002’de Hindistan’ın batısında bulunan ve Müslüman nüfusun yoğun olduğu Gucarat eyaletinde Hintli eylemcileri taşıyan bir trenin yakılması sonucu 56 kişi öldü.
Yine Pakistan’da 2002 yılı Mart ayında İslamabat´ta bir uluslararası Protestan kilisesine bombalı saldırı düzenlendi. İki kişinin 6 adet bomba attığı saldırıda 2´si Amerikan vatandaşı 4 kişi öldü, aralarında Amerikalıların da bulunduğu 45 kişi yaralandı.
Terörün dini olmaz diyenlerin kulakları çınlasın.. İslami terör merkezlerinden birisi olan cami:
Nazi üssünden radikal İslam’a – Hürriyet 13.07.2005
Amerikan Wall Street Journal Gazetesi, ilk planlarını Nazilerin yaptığı, soğuk savaş yıllarında komünizme karşı CIA ve MI6 gibi gizli servislere hizmet eden Münih İslam Merkezi’nin nasıl bir terör üssüne dönüştüğünü yazdı. Gazeteye göre Mısır kaynaklı Müslüman Kardeşlerin etkisi altına giren cami radikal İslam’ın Avrupa’ya kök salmasını sağladı.
İLK planlarını Nazilerin yaptığı, soğuk savaş döneminde de gizli servislerin hakimiyet savaşı verdiği Almanya’nın ünlü Münih Camisi’nin, şimdi aşırı dinci teröristlerin üssü olduğu iddia edildi. Amerikan Wall Street Journal gazetesi, El Kaide saldırılarını gerçekleştiren teröristlerin bir çoğunun Alman İslam Konseyi denetimindeki camiden geçtiğine dikkat çekerek, terörün finansörlüğünü de yine cami ile özdeşleşen İslam Konseyi’nin sağladığını yazdı.
Gazetenin araştırmasına göre, geçmişi Nazilere kadar dayanan camiye önce Türk kültürü araştırmacısı bir Alman profesör, ardından eski Nazi SS subayı Türk imam, daha sonra Mısır merkezli Müslüman Kardeşler örgütünün ideologu ve son olarak da El Kaide’ye maddi destek sağlamak suçuyla hakkında soruşturma açılan bir banker kontrol etti.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 5 milyon Sovyet esir içindeki bir milyona yakın Müslüman Türkü, kendi saflarına katan Alman ordusu, Türkoloji profesörü Gerhard von Mende’nin tavsiyesiyle Türki cumhuriyetler kökenli askerleri Münih’te üslendirdi. Savaş sonrasında yine Profesör Mende’nin önderliğinde Münih’te Sovyet kökenli Müslümanlara ev sahipliği yapacak bir cami inşaatı planları yapıldı.
Amerikan gizli servisi CIA ve İngiliz Gizli Servisi MI-6 soğuk savaş yıllarında Münih’te cami inşaatı konseyi etrafında toplanan eski Müslüman Nazi askerlerini komünizmle mücadele operasyonlarında kullandı. 1957 yılında cami inşaat konseyine CIA için çalışan Kafkasya kökenli İbrahim Gocaoğlu ve ardından da yine CIA için çalışan Nazi ordusunun eski imamı Özbek asıllı Nurettin Nakibhoca Namangani liderlik yaptı.
1973 yılında ise, inşaatı tamamlanan cami ve örgüt üyelerinin liderliğini, Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu Hasan el-Banna’nın damadı Said Ramazan üstlendi. CIA için çalıştığı ileri sürülen Ramazan, inşaat tamamlandıktan sonra Alman İslam Konseyi adını alan örgütü Müslüman Kardeşler’in ‘fiili diplomatik misyonu’ haline getirdi.
11 Eylül saldırılarına katılan teröristlerden 4’ünün Münih Camii ve Alman İslam Konseyi bağlantıları ortaya çıkınca, ABD o dönemde cami yöneticisi Galib Himmet’in malvarlığını dondurdu.
İslami Terör’ün son yıllardaki saldırıları:
11 Eylül saldırılarıyla adını tüm dünyaya duyuran Usame Bin Ladin’in lideri olduğu El Kaide terör örgütünün eylemleri 1993 yılında başladı. Müslüman teröristler cihad için şu saldırıları yaptılar:
1993 26 Şubat – ABD: New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik bombalı saldırıda 6 kişi öldü, 1000 kadar kişi yaralandı.
1995 13 Kasım- SUUDİ ARABİSTAN: Başkent Riyad’daki Ulusal Suudi Muhafız binası önünde bomba yüklü araç havaya uçtu, 5 ABD’li asker, 2 Hintli asker öldü.
1996 25 Haziran- SUUDİ ARABİSTAN: Dahran yakınlarından Hobar Amerikan Üssü girişinde bomba yüklü kamyonla düzenlenen saldırıda tamamı ABD’li 19 asker öldü, 386 kişi yaralandı.
1998 7 Ağustos- KENYA-TANZANYA: Nairobi ve Darüsselam’daki Amerikan Büyükelçilikleri yakınlarında bomba yüklü 2 araç havaya uçtu, 12’si ABD’li 224 kişi öldü, binlerce kişi yaralandı.
2000 12 Ekim- YEMEN: Amerikan destroyeri USS Cole’a Aden açıklarında düzenlenen intihar saldırısında 17 ABD askeri öldü, 38 kişi yaralandı
2001 11 Eylül- ABD: 4 uçak kaçırıldı. İkisi New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kulelerine daldı, üçüncü uçak ABD Savunma Bakanlığı’na dalarken, dördüncü uçak Pennsylvania’da düştü. Son rakamlara göre olaylarda 297 kişi öldü.
2002 11 Nisan – TUNUS: Cerba adasındaki Ghriba Sinagogu’na yönelik intihar saldırısında 14’ü Alman 21 kişi öldü
8 Mayıs – PAKİSTAN: Fransız gemi yapım şirketi çalışanlarını taşıyan otobüse yönelik intihar saldırısında 11’i Fransız 14 kişi öldü
6 Mayıs – YEMEN: Fransız petrol gemisi Limburg, Yemen açıklarındaki saldırıda hasar gördü, mürettebattan 1 kişi öldü.
12 Ekim- ENDONEZYA: Bali’de bir diskoteğe yönelik, bombalı araçla yapılan saldırıda 202 kişi öldü, 300 kişi yaralandı. Kurbanların çoğu Avustralyalıydı.
28 Kasım – KENYA: Mombasa’daki bir otele yönelik intihar saldırısında 18 kişi öldü. Aynı saatlerde bir İsrail ticari uçağı Mombasa’dan kalkışından sonra fırlatılan 2 füzeden kurtulmayı başardı.
2003 12 Mayıs- SUUDİ ARABİSTAN: Riyad’da düzenlenen eşzamanlı 3 saldırıda 9’u intihar komandosu 35 kişi öldü, 200 kadar kişi yaralandı.
5 Ağustos – ENDONEZYA: Cakarta’daki Amerikan Marriott oteline yönelik intihar saldırısında 12 kişi öldü, 150 kadar kişi yaralandı.
8 Kasım – SUUDİ ARABİSTAN: Riyad’da bir mahallede bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 17 kişi öldü, 100’den fazla kişi yaralandı.
12 Kasım – IRAK: Ülkenin güneyindeki Nasıriye’de İtalyan askeri üssüne yönelik, kamyonla düzenlenen saldırıda 19’u İtalyan 28 kişi öldü.
15 Kasım – TÜRKİYE: İstanbul’da iki sinagoga yönelik çifte saldırılarda 2’si intihar komandosu 30 kişi öldü, 300 kadar kişi yaralandı.
20 Kasım – TÜRKİYE: İngiltere Başkonsolosluğu ile İngiliz sermayeli HSBC bankasına yönelik çifte saldırıda İngiliz Başkonsolosu dahil 33 kişi hayatını kaybetti. 5 gün arayla düzenlenen saldırılar İBDA-C ve El Kaide tarafından üstlenildi.
2004 9 Mart- TÜRKİYE: İki intihar komandosu, İstanbul Kartal’daki mason locasına bombalı saldırı düzenledi, biri saldırgan 2 kişi öldü.
11 Mart- İSPANYA: Madrid’de trenlere yönelik bombalı saldırılarda 198 kişi öldü, 1400 kadar kişi yaralandı.
2005 07 Temmuz – İNGİLTERE: Londra’da 3 metro ve 1 otobüse düzenlenen bombalı saldırılarda 50 kişi öldü, 700 kişi yaralandı.
İslamiyet’i eleştiren sinema yönetmeni T. Van Gogh öldürüldü Hürriyet 03.11.2004
İslam’da kadına yönelik şiddeti konu olan ‘Submission-İtaat’ filminin ardından tehditler yağdırılan Hollandalı yönetmen Theo Van Gogh, Amsterdam’da sokak ortasında öldürüldü. Geleneksel Fas kıyafetli Müslüman saldırgan, yönetmene 3 el ateş edip, defalarca bıçakladı. Hollanda televizyonlarında gösterilen 10 dakikalık ‘Submission-İtaat’ filminin senaryosunu, zorla evlendirilmek istendiğinden ülkesi Somali’den kaçan, Liberal Partili milletvekili Ayaan Hirsi Ali yazdı. Film zorla evlendirilen, amcasının tecavüzüne uğrayan, kocasının zulmüne katlanan Müslüman bir kadının öyküsünü anlatıyor.
Mini eteğe karşı olanlar beni taşladı Hürriyet 15.09.2004
Güzin Ablacım, günüm çok güzel başlamıştı ama akşam sinirlerim bozuk bir şekilde, hem de bacaklarımda üç kocaman taş yarasıyla eve dönmek zorunda kaldım. İstiklal Caddesi’nin orta yerinde, güpegündüz sapanlı bir grup aşırı İslamcı gencin saldırısına uğradım. Olay tam da Galatasaray Lisesine gelmeden hemen önce, İstiklal Caddesi’nin sol tarafında oldu. Birden bire bacağıma bir taş isabet etti. İlk başta tesadüf olduğunu düşündüm. ‘40 yılda bir mini etek giydik, bacaklarıma nazar değdi’ dedim. Sonra bacaklarıma ardı arkası kesilmeyen irili ufaklı taşlar isabet etmeye başladı. Belli ki organize bir grup planlı bir şekilde hareket ediyordu. Bu şekilde giyim özgürlüğümüzü kısıtlamayı planlayan bu zihniyeti esefle kınıyorum ve istediğim gibi giyinme özgürlüğümü istiyorum. Sizden dileğim de olayın basına yansıtılarak hemcinslerimin uyarılması. Ayrıca bu olaydan sorumlu, sorunlu kişilerin de bu vesileyle yakalanarak ilgililere teslim edilmesi.
Irak’ta, El Kaide katili Zarkavi’nin kasapları, elleri bağlı savunmasız Türk şoför Durmuş Kumdereli’nin kafasını kesti. (Hürriyet 14.09.2004)
Irak’ta kaçırılan Türk kamyon şoförü Durmuş Kumdereli, ‘Cellat’ lakaplı terörist Zarkavi’nin örgütü tarafından başı kesilerek öldürüldü. bağlantılı Tevhid ve Cihad örgütü, 17 Ağustos tarihli korkunç infazın görüntüsünü bir internet sitesinde yayınladı. El Kaide bağlantılı terörist El Zarkavi’nin grubu Tevhid ve Cihad örgütü, Kumdereli’nin boğazının bıçakla kesildiğini gösteren insanlık dışı korkunç görüntüleri dün internet sitesinde yayınladı. Teröristler, 14 Ağustos günü kaçırdıkları Kumdereli ve diğer kamyon şoförü Mustafa Köksal’ı önce tarihi belli olmayan bir video kayıtta gösteriyorlar. Bu kayıtta Kumdereli, Türk kamyon şoförlerine Amerikalılara mal taşımaması için çağrıda bulunuyor. Burada Durmuş Kumdereli’nin gözleri bağlı değil ve hayli sakin. Önce ismini söylüyor: ‘Adım Durmuş Kumdereli. Tarsus’tanım. Kamyon şoförüyüm. Tikrit yakınındaki bir Amerikan üssü için Türkiye’den inşaat malzemesi ve makine parçaları getirdim.’ Ardından şöyle devam ediyor: ‘Yanlış yaptım. Benim şoför arkadaşlara tavsiyem, para kazanmak için Amerikalılara malzeme taşımasınlar. Bilmelisiniz ki, Amerikalılara malzeme gönderen firmalar, şoförlerin ve işçilerin hayatıyla ilgilenmiyor. Onlar sadece kazandıkları paraya bakıyorlar. Daha önce bir Türk’ün öldürüldüğünü biliyorum. Ancak bana bir şey olmaz diye düşündüm. Yanılmışım, hata yapmışım.’
Sonra sahne değişiyor ve 17 Ağustos tarihli video bantla devam ediliyor. Arkada yine aynı tablo var. Yüzünü maskelerin ardına gizlemiş üç terörist. Mustafa Köksal serbest bırakıldığı için, önlerinde sadece gözleri bağlı Durmuş Kumdereli var. Ortadaki terörist bir kağıttan okumaya başlıyor. Bitirdikten sonra kağıdı hızla katlayıp giysilerinin içine tıkıyor, aynı anda üçü birden silah ve bıçağa davranıyor, Kumdereli’yi yere yatırıp, üzerine çullanıp, İslam adına kanlı eyleme girişiyor. Ve bu sahne sanki sonsuza kadar sürüyor…… Kuran’dan surelerle başlayıp kamyon görüntüleriyle devam eden videoyu yüreği korkuyla atarak izleyen Hürriyet’in yazı işleri ve dış haberler kadrosundan pek çok kişi, bu sahneleri izleyemedi. Kumdereli orada öylece, kaderine razı olmuş bir şekilde dudaklarından dualar dökülerek gözleri bağlı beklerken, arkasındaki teröristler bildiriyi bitirir bitirmez silah ve bıçaklarına davrandılar. Kumdereli’nin duaları, boğazına inen bıçağın derin darbesiyle dehşet verici hırıltılara dönüştü. Sonra her yeri kan kapladı
(Buradaki fotoğrafta üç militan önünde bir rehinenin fotoğrafı ve boğazlanan birinin resmi var. Çok kötü bir görüntü olduğu için sildim…)X
Müslüman teröristler bombaları atmadan dua ettirdiler
Kuzey Osetya’da 1 Eylül 2004 günü okul basan Müslüman Çeçen teröristler, mimik öğrencileri ile velilerini rehin aldılar ve iki gün sonra bombaların patlaması ile 394 kişi öldü, yüzlerce kişi de yaralandı. Aşağıda, bu islami terör saldırısından sağ kalan rehineleri aklattıkları bulunuyor. (Hürriyet 06.09.2004)
Sasha Pogrebov (13) Teröristler bize çok zalimce davrandı. Su içmemize izin vermediler. Hemen hemen hepimiz idrar içtik. Çıplaktık. Bir tanesi boynumdaki haçı gördü ve silahının ucuyla dürterek ‘Sen, gayrimüslimsin! Dua et bakalım!’ dedi. Ben de yüksek sesle İsa’ya dua ettim. Sonra kalabalığın ortasına el bombaları atmaya başladılar.
(Burada sildiğim fotoğrafta; ölen bebeğinin baş uçunda ağlayan bir anne görüntüsü var…)
Zalina Vazagova (13) Korkunç bir patlama duydum. Gözümü açtığımda etrafımdaki herkes öldü sandım. Üstüm başım kan içindeydi. Yanımda yatan bir ninenin kafasında delik vardı. Öğretmenimin cansız bedeni üzerime düştü. Çocuklar çığlık çığlığa, ‘Ateş etmeyin! Bizi öldürmeyin!’ diye bağırıyordu. Fakat teröristler dinlemiyordu. Bir pencerenin kenarına geldim ve aşağı atladım. 10 yaşındaki kardeşim Lena içeride kaldı. Öldü mü, sağ mı bilmiyorum. Diana Gadzhieva (14) Annemi, sürekli ağladığı için kendilerini sinirlendiren 3 yaşındaki kardeşim Medina birlikte serbest bıraktılar. 11 yaşındaki diğer kardeşim Alinathen ile korkuyorduk ama anneme yine de gitmesi için yalvardık. İçerisi çok sıcaktı, elbiselerimizi çıkardık. Bizi yüz üstü yere yatırdılar başını kaldırıp bakanı vurmakla tehdit ettiler. Cuma günü panik başladığında bazı çocuklar camdan atladılar. Patlamalar olunca etraf kan gölüne döndü. Cesetlerin yanı sıra birçok kopmuş kol gördüm. Bombalar birbirine bağlıydı ve art arda patlayarak bize yaklaşıyordu. Alina’nın elinden tuttum ve pencereden atladık.
Tekbir getirip kestiler Hürriyet 11.07.2004
Irak’ta rehin alınan, serbest bırakıldıktan sonra ülkesine geri dönen Pakistanlı, üç rehinenin kesilmesine tanık olduğunu öne sürdü. Amcad Hafız, ‘Zavallıların yalvarışlarına aldırmayan şişman bir adam tekbir getirip, üçünü de kesti. Bir süre bana ne yapacaklarını tartıştılar. Beni niye öldürmediklerini bilmiyorum’ dedi.
IRAK’ta İslamcı bir örgüt tarafından rehin alınan ve serbest bırakıldıktan sonra ülkesine dönen Pakistanlı, üç rehinenin kesildiğine tanık olduğunu söyledi.
İslamabad Havaalanı’nda ailesiyle gözyaşları içinde kucaklaşan 26 yaşındaki Amcad Hafız adlı Pakistanlı şoför, rehin tutulduğu 8 dehşet gününü BBC’ye anlattı. Irak’ta Kellogg, Brown & Root şirketinin sürücüsü olarak çalıştığını belirten Hafız, 24 Haziran günü Balad’daki Amerikan üssü yakınlarında kaçırıldığını belirtirken, ‘Silahı başıma doğrultup, susmamı işaret ettiler. Bir minibüse bindik, bana iğne yaptılar. Sonrasını hatırlamıyorum’ dedi.
Gözlerini, bilmediği bir yerde bulunan evde açtığını belirten Hafız, kendisini CIA ajanı sandıkları için, militanların üç gün boyunca sürekli dövdüklerini söyledi. Dayak olayı bittikten kısa bir süre sonra, militanların, ‘Hazırlan ve son duanı et. Sıra sende. Seni keseceğiz’ dediklerinde, her şeyin bittiğini düşündüğünü ve ağlamaya başladığını belirten Pakistanlı şoför, tanık olduğu dehşeti şöyle anlattı:
‘Beni bir odaya soktular. Yerde elleri ve ayakları bağlı üç kişi yatıyordu. Milliyetlerini bilmediğim ikisi, beyaz tenliydi ve İngilizce konuşuyorlardı. Diğeri ise sanıyorum, Iraklıydı. Kısa bir süre sonra, içeri elinde kocaman bir bıçak olan şişman bir adam girdi. Yerdeki adamlar, bağışlanmaları için ağlayıp, yakarmaya başladılar. Zavallıların yalvarmalarına aldırmayan şişman adam, tekbir getirip, üçünü de sırayla kesti. Korku ve dehşet içindeydim ve hiç birşey düşünemiyordum. Bir süre bana ne yapacaklarını tartıştılar. Niye öldürmediklerini bilmiyorum.’
Ertesi gün, militanların aniden değiştiklerini ve kendisine karşı iyi davranmaya başladıklarını belirten Hafız, ‘Öyle sanıyorum ki, Pakistanlı bir şoför ve Müslüman olduğumu anladılar ve bu yüzden beni serbest bıraktılar’ diye konuştu.
Cihada gidiyoruz şehit olacağız..
Hürriyet 20 Mart 2004
İstanbul Kartal’da Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Masonlar Locası Derneği lokaline düzenlenen intihar saldırısı soruşturmasını derinleştiren polis, Diş Hekimi Yasef Yahya’yı öldürdüğünü itiraf eden Adem Çetinkaya’nın evinde, intihar bombacıları Nihat Doğruel ve Engin Vural’ın ailelerine bıraktığı vasiyetnameleri buldu.
Tetikçinin evinde bulundu
Radikal dinci oluşumun lideri olduğu belirtilen Çetinkaya’nın Mason Locası’na yapılan saldırıyı planladığı, bomba düzeneklerini de kendisinin hazırladığı ileri sürüldü. Teröristlerin cephaneliği Beykoz’da ormanlık alanda gömülü halde ele geçirildi. Nihat Doğruel ve Engin Vural’ın eylemden önce ailelerine hitaben el yazısıyla yazıp zarfa koydukları vasiyetnameler de Çetinkaya’nın evinde bulundu. Besmele ile başlayan vasiyetnamede, canlı bombaların alacak ve borçlarının yazılı olduğu belirtildi. Vural’ın vasiyetnamesinde, ‘‘Bir daha dönmemek üzere cihad yoluna gidiyorum. 3 çocuğuma iyi bak. Çocuklarımızı Allah yolunda yetiştir. Hakkınızı helal edin. Sizi bulacaklar, parasız bırakmayacaklar’’ yazdığı bildirildi. Eşi hamile olan Doğruel’in ise vasiyetnamesine Kuran’dan ayetler eklediği ve ‘‘Cihada gidiyoruz, şehit olacağız. Doğmamış çocuğum sana emanet. Hakkınızı helal edin’’ yazdığı ifade edildi. Çetinkaya tutuklandı.
Bu sefer kadın bomba (Hürriyet 18.01.2004)
İsrail ile Gazze Şeridi arasındaki Erez geçiş noktasında dün sabahki intihar saldırısı dört İsraillinin ölümüne yol açarken, Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Ahmed Yasin, “İlk kez bir kadın kulandık. Bu düşmana karşı direnişte yeni bir gelişmedir. Direnişimiz tırmanacaktır” diyerek övündü. Yedi kişinin de yaralandığı saldırıyı, 22 yaşındaki iki çocuk annesi Reem El-Reyashi’nin gerçekleştirdiği açıklandı. Daha önce İslami Cihad kadın canlı bomba kullanmıştı. İki çocuk annesi Reem El-Reyashi, eylemden önce çekilen video’da “Allah’ı çocuklarımdan daha çok sevdiğim için bu eylemi yapıyorum” dedi.
2003 Yılında İstanbul’un göbeğinde oruç tutmayana saldırı
(Yalçın Bayer – Hürriyet, 06.11.2003)
Taksim’den bindiği otobüste başına gelenleri anlatan gencin ‘‘Türkiye’ye nereye gidiyor?’’diye soruyor:
‘‘Taksim-Bahçeköy hattından Bebek’e gitmek üzere halk otobüsünün arka koltuğa oturdum. Taksim’de Dunkin Doughnots’tan aldığım ve bir kese kağıdı içindeki kahveme şeker atıp içmeye başladım. Bu sırada ‘kapat onu lan!’ biçimindeki sese baştan dikkat etmedim. Az sonra bağrı açık madalyonlu bir adam önüme çıkarak ‘‘Utanmıyor musun lan kafir oruçlu insanların önünde kahve içmeye’’ diye bağırdı, yanındakiler de aynı şekilde söylendiler. Kibarca ‘Özür dilerim beyefendi, kokusu rahatsız ediyorsa kapağını kapatayım, sonra içerim’ dedim. Adam cevap olarak ‘Kapatacaksın tabii kafir, Müslüman değil misin?’ diye üsteledi. Ben agnostiğim, Anayasal hakkım… ‘‘Hayır dine inanmıyorum‘‘ dedim. Belki de hatam buydu. Adam bunun üzerine ‘Saygı göster o zaman hayvan!’ dedi. Ben de ‘İsterseniz ineyim, saygı gösteriyorum tabii ki’ dedim. O da ‘İneceksin tabii kafir!’ diyerek yerimden kaldırdı. Herkesin cimcik ve dirsekleri arasında durdurulan otobüsten tekme ile dışarı attı beni.
Atatürk’ün resimleriyle bezeli bir güzergah olan Beşiktaş’ın gurur duyduğum caddesinde, 80 yıl önce kurulan Cumhuriyet’in tanıklarının huzurunda bugünün ve geçmişin arasındaki farkı utançla gördüm.
Ben ‘dine inanmıyorum’ diyerek hata yaptım ama ya bu bir turistin başına gelseydi? Ya Ramazan ayından habersiz bir insan bunu yapsaydı? O zaman bu kişi ona bıçak çekse…
Bu ülke nasıl tanınır?
Suudi Arabistan’dan ne farkımız kalır.’’
Pakistan’da kiliseye saldırı düzenlendi: 16 kişi öldü (28/10/2001)
Pakistan’ın doğusundaki Bahavulpur’da bir kiliseye düzenlenen silahlı saldırıda ilk belirlemelere göre 16 kişi hayatını kaybetti. Polis kaynakları, Bahavulpur’daki Katolik Kilisesi’nde pazar ayini için toplanan kalabalığa motosikletle gelen silahlı kişilerce aniden ateş açılması sonucu en az 16 kişinin öldüğünü belirtti. Ölenler arasında kadınların da bulunduğunu belirten polis, çok sayıda kişinin yaralandığını ve yaralılardan bazılarının durumunun ağır olduğunu kaydetti. Saldırganlar kiliseye geldiğinde polislerin uyuduğunu ve vurulan polislerden birinin öldüğünü belirten görgü tanıklarına göre, silahlı kişilerden2’si dışarıdan beklerken, 4’ü içeri girerek pazar ayini için toplanan kalabalığa ateş açtı.
Aaron Cohen’e ölüm fetvası (Cumhuriyet, 27.10.2001)
Usame bin Ladin’in El-Kaide adli terör örgütü, alternatif rock grubu Jane’s Addiction’ın lideri Perry Farrell’ın eski arkadaşı ve aynı zamanda da yine Farrell’ın ‘Jubilee Foundation’ projesinin yürütücüsü olan Aaron Cohen’in hakkında ölüm fetvası verildi. Daha önce U2’nun solisti Bono ve gitarcı The Edge ile birlikte Cenova’daki G-8’e katılarak lobi kuran popun aktivist adamı, kaçak olarak Sudan’a girerek burada yaptığı çekimleri Amerika dış ilişkiler komitesine sunmakla suçlanıyor. Aaron’un bu çekimleri yapma konusundaki iddiası, kuzeydeki Müslümanların elindeki esir Hıristiyanlar. 13 telefon ve 200 değişik isimli tehdit e-posta alan Aaron Cohen, El-Kaide tarafından Siyonist olarak görülerek İsrail’le özdeşleştiriliyor. Tehditlere pek kulak asmadıklarını söyleyen Aaron ve Farrell, bu esirlerin ailelerine kavuşmaları halinde, Sudan’a dönerek tribal bir parti vermek istiyorlar. Red Hot Chili Peppers’ın basçısı Flea ve Peter Gabriel de bu parti için onları yalnız bırakmayacaklarını söylüyorlar.
Kaplancıların ölüm militanı Frankfurt’ta yakalandı (Cumhuriyet, 24.10.2001)
Kaplan’ın sağ kolu Harun Aydın, İran’a giderken Frankfurt Havaalanı’nda yakalandı. Harun Aydın’ın çantasında nükleer, biyolojik ve kimyasal maddelere karşı korunma elbisesi ve intihar girişimlerinin görüntülerinin yer aldığı CD’lerin bulunduğu kaydedildi.Ele geçirilen belgeler arasında Aydın’ın eşine yazdığı bir veda mektubu ve vasiyet de çıktı. Mektupta, ‘Usame bin Ladin’in Batı dünyasına karşı başlattığı kutsal savaşı desteklediği ve bu yolda şehit olmayı göze aldığının’ yazılı olduğu öğrenildi.
İran’a gidiyordu
Almanya’nın Köln kentinde “Kara ses” olarak bilinen Cemalettin Kaplan ile mahkûm bulunan oğlu Metin Kaplan‘ın sağ kolu olan ve Kaplan’ın yargılandığı davada delil yetersizliğinden serbest bırakılan Harun Aydın , terörist zannıyla tutuklandı.
Frankfurt Savcılığı, Harun Aydın’ın, Frankfurt Havalimanı’ndan Tahran’a gitmek üzere bindiği İran Air’e ait yolcu uçağından indirilerek tutuklandığını açıkladı. Aydın’ın çantasında “uyuyan teröristler” için tipik malzemeler bulunduğu belirtilerek, bunlar arasında nükleer, biyolojik ve kimyasal maddelere karşı korunma elbisesi ve radikal dinci militanların eğitim programını gösteren bir CD bulunduğu kaydedildi. Diğer bir bilgisayar diskinde de intihar girişimlerinin görüntülerinin yer aldığı ifade edilerek ayrıca patlayıcı maddelerin ateşleme mekanizmalarında kullanılan cıvaya benzer bir sıvının ele geçirildiği bildirildi.
Frankfurt Savcılığı, ele geçirilen belgeler arasında Aydın’ın eşine yazdığı bir veda mektubu ve vasiyet de bulunduğunu, bu nedenle kendisinin radikal dinci militanlara katılarak, “Batı dünyasına karşı mücadeleye girmeye hazırlandığının” tahmin edildiğini açıkladı. Harun Aydın’ın, eşine yazdığı veda mektubunda, Usame bin Ladin ‘in Batı dünyasına karşı başlattığı kutsal savaşı desteklediği ve bu yolda şehit olmayı göze aldığının yazılı olduğu öğrenildi. Savcılık, Harun Aydın’ın, kamu barışını bozmak, suça teşvik etmek, suç örgütü oluşturmak ve cinayete teşebbüs suçlarından yargılanacağını belirtti.
Aydın’ın avukatı Michael Murat Sertsöz ise, müvekkilinin suçlu olmadığını savunarak “Müvekkilim, fazla bavulu olduğu gerekçesi ile bir başka kişinin bagajını paylaşmıştır. Muhtemelen bu kişi, müvekkilimin çantasına bu suç malzemelerini koymuş” dedi.
Kaplan’ın sağ kolu
Köln kentinde İslam Cemaat ve Cemiyetleri Birliği’nin (İCCB) kurucusu Cemalettin Kaplan ile oğlu Metin Kaplan’ın sağ kolu olan 28 yaşındaki Harun Aydın, örgütün yayın organı Ümmet-i Muhammed adlı gazetenin yazıişleri müdürlüğünü yaparak örgütün basın ve halkla ilişkiler görevinde de bulunmuştu. Aydın’ın 1998 yılında Anıtkabir’e düzenlenmek istenen, fakat daha önce açığa çıkarılan saldırının planlayıcıları arasında yer aldığı da öne sürüldü.
Silivri’de şeriat kampı (Cumhuriyet, 24.10.2001)
İstanbul Haber Servisi – Silivri’de “hücre” cezası ve “sopayla dayak” gibi ceza uygulamalarıyla çağdışı eğitim verildiği belirlenen çiftlik evine dün Jandarma ekipleri tarafından baskın düzenlendi. Baskında yaşları 10 ile 18 arasında değişen 19’u yabancı uyruklu, 60 gence şeriat kuralları doğrultusunda dini eğitim verildiği ortaya çıkarken, çiftlik evinde ders verdiği bildirilen 6 “hoca” gözaltına alındı. Sorgularının ardından Cumhuriyet Savcılığı’na sevk edilen 6 zanlı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, çiftlik evi izinsiz dini eğitim verildiği gerekçesiyle mühürlendi. Baskında evde bulunan 60 gençten yabancı uyruklu olan 19 kişi sınırdışı edilmek üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’ne gönderilirken, yaşları 10-18 arasında değişen diğer çocuklar ailelerine teslim edildi.
Silivri’ye bağlı Akören Köyü’ndeki bir çiftlik evinde şeriat eğitimi verildiği yönündeki ihbarları değerlendiren jandarma ekiplerince eve baskın yapıldı. Jandarma, baskın sonucunda yaşları 10 ile 18 arasında değişen 60 gence söz konusu evde izinsiz olarak dini eğitim verildiğini belirledi.
Jandarma ekipleri operasyonda 19’u Yunan, Rus, Gürcü ve Çeçen kimlikleri taşıyan gençlerin kaldığı 3 katlı evin üst katının mescit, orta katının dershane, alt katının ise mutfak, yemekhane, hücre ve yatakhane olarak düzenlendiğini belirledi. Gençlere burada “sopayla dayak” ve “hücre” cezası gibi uygulamalar eşliğinde para karşılığı dini eğitim verildiği iddialarını da araştıran jandarma, evde “eğitim” verdiği gerekçesiyle 6 “hoca” yı gözaltına aldı. Bu kişilerin yapılan sorgusu sonucunda kamuoyunda “Mahmut Hoca” olarak bilinen Mahmut Ustaosmanoğlu ‘nun tarikatına bağlı olduğu öğrenildi.
Jandarmadaki sorgularının ardından Cumhuriyet Savcılığı’na sevk edilen zanlılar buradaki sorgularının ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Evde bulunan 60 gençten yabancı uyruklu olan 19 kişi sınırdışı edilmek üzere yabancılar şubesine gönderilirken, diğerleri ailelerine teslim edildi.
Yüksekokulda oruç baskısı
Cumhuriyet, 07.12.2000
Kırşehir Eğitim Fakültesi ve Meslek Yüksekokulu’nda öğrenim gören bir grup öğrenci oruç tutmadıkları için okulda ve yurtta faşistlerin saldırısına uğradıklarını açıkladı. Kendilerine zorla Ülkü Ocakları için düzenlenen bir etkinliğin biletlerinin satıldığını belirten öğrenciler, “Fakülte, yüksekokul ve yurtları, yöneticiler değil, reisler yönetiyor” dediler.
Atatürkçü Düşünce Derneği’ne (ADD) başvuran Kırşehir Eğitim Fakültesi’nden bir grup öğrenci, oruç tutmadıkları için okulda ve yurtta, “reis” adı verilen kişilerin saldırısına uğradıklarını belirttiler. Ülkü Ocakları Gecesi’nin biletlerinin okulda ve yurtta zorla satıldığını, almak istemeyenlerin dövüldüğünü ve okuldan uzaklaştırılmakla tehdit edildiklerini iddia eden öğrenciler, “Fakülte, yüksekokul ve yurtları, yöneticiler değil reisler yönetiyor” diye konuştular.
Son günlerde kendilerine başvuran öğrenci sayısının büyük rakamlara ulaştığına dikkat çeken ADD Şube Başkanı Avukat Adil Vahaboğlu şöyle konuştu: “Son dönemlerde Kırşehir’deki fakülte ve yüksekokulda Ülkü Ocakları etkinliklerinin biletlerini zorla satmışlar. Almayanları korkutmuşlar. Yurttan ve okuldan kovmakla tehdit etmişler. Oruç tutmayan öğrencileri dövmeye, sövmeye ve tehdit etmeye başlamışlar. Her yatakhanede bir reis varmış. Bu reisler, aynen 12 Eylül öncesinin tosunları gibi ortalıkta terör estiriyorlarmış. Bayan öğrencinin sigarasını elinden alarak totaliter bir yöntemle dövmüşler. Dini, çirkin emellerine alet eden haytalara neden polis ses çıkarmıyor. Neden fakülte, yüksekokul ve yurt yönetimleri bu tür zorbalıklara göz yumuyor?”
Hürriyet, 11.10.2000
Kezzap zoruyla eylem
Erzurum’daki türban eylemlerinin, tehdit zoruyla sürdürüldüğü anlaşıldı. Velilerin de, öğrencilerin de eylemden yana olmadıklarını belirten Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Sütbeyaz, ‘‘Türban sorunu sadece İlahiyat Fakültesi’nde var.Kezzap tehdidinden korkan öğrenciler eyleme çaresiz devam ediyor’’ dedi.
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuyan 200 kadar kız öğrencinin, ‘yüzlerine kezzap atılacağı’ tehdidiyle türban eylemine zorlandıkları ortaya çıktı. Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yaşar Sütbeyaz, çevreden gelen, ‘Türbanı açanın yüzüne kezzap atarız’ tehditlerinin giderek yoğunlaştığını ve bu yüzden sessiz türban eylemi yapan öğrencilerin çaresiz kaldıklarını açıkladı. Türban yasağı uygulaması yüzünden kendisinin de tehditler aldığını belirten Sütbeyaz, eyleme katılan türbanlı öğrencilerden bazılarının çaresiz durumda kaldıklarını ve yardım istediklerini söyledi. Sütbeyaz, ailelerin, ‘‘Kızım, türbanını açarak derslere girmek istiyor. Aile olarak biz de doğru yapacağını söyledik. Ancak eylemin arkasında olanlar, ‘Eğer türbanı açarsanız, yüzüne kezzap atarız’ diye tehdit ediyorlar’’ diye başvurduğunu söyledi.
Cumhuriyet, 12.10.00
Kırıkkale Üniversitesi Rektörü Prof. Durlu, “…Kaldıkları tarikat yurtlarında türbanını çıkarmaması için baskı gören bir kız öğrenci yanıma geldi, yardım istedi….”
Ramazan 1998 Olayları:
15 Ocak 1998, Cumhuriyet’ten:
1)Oruç tutan, tutmayanı bıçakladı:
Malatya’da bir üniversite öğrencisinin (Ümit Cihan Tarho), oruç tutmadığı için, oruç tutan bazI öğrencilerce öldürülmesinden birkaç gün sonra, bu sefer de Sakarya Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu’nda, dün karşıt görüşlü öğrenciler arasında oruç tutup tutmama tartışması yaşandı. İnşaat Bölümü 3.sınıf öğrencilerinden Erhan Özer’in, “İsteyen tutar, isteyen tutmaz,” seklindeki çıkısı üzerine tartışma kavgaya dönüştü. Bu sırada, ayni bölümün 1. sınıf öğrencilerinden İbrahim Baran, Özer’i kalçasından bıçakladı. Özer, Sakarya Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alindi.
2) Öğretmenler oruç nedeniyle yumruklaştı:
Samsun Kazım Özdemir İlköğretim Okulu’nda, İngilizce öğretmeni Baki Sezgin ile, din dersi öğretmeni Halit Önem, oruç tutup tutmama yüzünden okul müdürünün odasında yumruklaştı. Burnundan darbe alan Önem, samsun Devlet Hastanesi’nde ayakta tedavi edildi.
3) Körfezde Namaz Cinayeti:
Oruç saldırılarının yoğunlaştığı ramazan ayında bu kez de namaz yüzünden korkunç bir cinayet islendi. Kocaeli’nin Körfez ilçesinde 24 yaşındaki Muharrem Sancar, namaz kıldığı sırada saz çalan ağabeyi 29 yaşındaki Ali Sancar’I baltayla öldürdü.
19.01.1998, Hürriyet
Oruç tutmayan öğrenci okul kantininde dövüldü
Volkan YÜKSEL / IZMIT
İzmit’in Köseköy Beldesi’nde oruç tutmayan 13 yaşındaki ortaokul üçüncü sınıf öğrencisi arkadaşları tarafından dövülerek hastanelik edildi. Kafa travması geçiren Yasin, olayın sokunu üzerinden atamadı. Kantinden alışveriş yaparken “Herkes oruç tutacak” diyen bir grubun saldırısına uğrayan Yasin’in başında ve vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar oluştu.
Hürriyet 26 Ocak 1998
Doktora oruç tehdidi
Pendik Belediyesi’nde görevli iki doktorun, dinlenme odasında çay ve sigara içtikleri için başkan yardımcıları tarafından tehdit edildikleri öne sürüldü. İstanbul Tabip Odası, savcılığa başvuran doktorlara, “Burası RP’li belediye. Bu son uyarımız’ denildikten sonra silah gösterdiğini bildirdi. İstanbul Tabip Odası, Pendik Belediyesi’nde görevli 2 doktorun, dinlenme odasında çay ve sigara içtiği gerekçesiyle, belediye başkan yardımcıları tarafından silahla tehdit edildiğini ileri sürdü. Can güvenlikleri olmadığını söyleyen doktorlar Seval Özergin ve Nurali Binay Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Başkan Yardımcıları Mehmet Akıncı ile Fikri Ilgar ise suçlamanın amaçlı olduğunu ileri sürdü. İstanbul Tabip Odası tarafından yapılan yazılı açıklamada, Pendik Belediyesi’nde çalışan Dr. Özergin ile Dr. Binay’in, dinlenme odasında sigara ve çay içtikleri gerekçesiyle, Başkan Yardımcıları Mehmet Akıncı ve Fikri Ilgar tarafından silahla tehdit edildiği bildirildi. Belediye
Başkan Yardımcısı Akıncı’nın, doktorların bulunduğu odaya girerek, “Buranın Refahlı belediye olduğunu bilmiyor musunuz? Bir daha burada sigara içmeyeceksiniz. Bu size son uyarımız” diyerek, belindeki silahı doktorlara gösterdiği ileri sürülen açıklamada, söyle denildi: “Meslektaşlarımız, olayı şikâyet etmek ve can güvenliklerinin sağlanmasını istemek için Kaymakamlık ve Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdular. Zaman zaman inanç özgürlüğü kisvesine bürünen, son zamanlarda bir siyasi partinin kapatılması nedeniyle demokrasi ve insan hakları havarisi kesilen bir anlayışın temsilcileri olan bu kişilerin, sigara ve çay içen hekimlere böylesi bir terör uygulamasını son derece düşündürücü buluyor ve kınıyoruz.”
Tehdit değil, rica
Pendik Belediyesi Basın Danışmanı Ekrem Okutan ise suçlamaların asilsiz olduğunu belirterek söyle dedi: “Başkan Yardımcılarımız Mehmet Akıncı ve Fikri Ilgar, 23 Ocak Cuma günü Belediye Sağlık Müdürlüğü’nde çalışan görevlileri ziyarete gittiler. Doktor Seval Özergin, bu sırada sigara içiyordu. Olay kesinlikle dinlenme salonunda olmadı. Başkan Yardımcısı Mehmet Akıncı, doktordan kapalı yerde sigara içmemesini rica etti. Doktor Seval Özergin’in, ‘Siz bana karışamazsınız’ demesi üzerine Akıncı da ‘Lütfen biraz saygılı olun’ dedi. Bu sırada, ayni yerde görevli doktor Nurali Binay geldi ve Başkan Yardımcısı’na, ‘Saygısız sizsiniz’ dedi. Başkan Yardımcısı’nın silah göstermesi gibi bir durum da kesinlikle söz konusu değil, çünkü üzerinde silah yoktu.” Pendik Belediye Başkanı Erol Kaya da, “Dr. Nurali Binay söz konusu yerde sigara içilmemesi konusunda bir kanun olmadığını söyleyerek, Başkan Yardımcılarına ‘Terbiyesiz’, ‘Saygısız’ seklinde yakıştırmada bulundu. Ne silah çekildi ne gösterildi, ne de herhangi bir saldırıda bulunuldu” dedi.
Şubat 1998, Perşembe
İki gencin aşkı savaş çıkardı Genç kızın adi Sabu, delikanlının Kanvar. Pakistan’ın Karaşi kentinde iki gencin aşkı, binlerce kişinin birbirine girmesine, iki kişinin ölümüne, 8 kişinin yaralanmasına, doktorların ve otobüs şoförlerinin greve gitmesine neden oldu. Sabu, 11 milyon nüfuslu Karaşi’nin 3’üncü büyük etnik grubu olan Pestun kökenli bir genç kız. Kanvar Ahson ise, kentte çoğunluktaki Müslümanlardan. Kentteki ikinci büyük etnik grup ise, Şii Müslümanlar. Sünni Muhacirler ile Şiiler arasında yıllardır kanlı mezhep çatışmaları sürüp gider. Pestunlar ile Muhacirler ise, araları soğuk olmasına rağmen 1985’ten bu yana barış içinde yaşıyorlar. Ta ki, Kanvar geçtigimiz günlerde Sabu’yu kaçırana kadar. Karaşi’nin Romeo ve Juliet hikayesi böylece kanlı bir şekilde başladı. Dün binlerce Pestun kentte ayaklandı. Otomobilleri ateşe veren, yolları kapatan, dükkanları yağmalayan Pestunlar, Muhacirlerin yaşadığı mahallelere saldırdı. Pestunlar kendilerine engel olmaya çalışan 8 polisi de araçlarından indirerek feci şekilde dövdü. Muhacirler de silahla karşılık verdiler. Çıkan çatışmalarda iki kişi öldü. Çoğu Pestun olan otobüs şoförleriyle, genellikle uhacir olan esnaf ve doktorlar greve gidince, kentte hayat durdu. Çatışmalara neden olan delikanlı Muhacirler arasında saygın bir aileye mensup. Muhacirler, ‘Gelinimizi vermeyiz’ derken, Pestunlar, ‘Bizden kız kaçıramazsınız. Zorla geri alırız’ diye direniyor. Genç sevgililerin nerede saklandıkları bilinmiyor. Polis çatışmaların şiddetlenmesinden endişe ediyor. İki etnik grup 1985 yılında 1000 kişinin ölümüne sebep olan çatışmalardan beri barış içinde yaşıyordu. 1985’teki benzer olaylar da Pestun bir taksi şoförünün bir muhacir kıza çarpmasıyla başlamıştı
Cumhuriyet, 10 Ocak 1998
Okullarda ramazan uygulaması..
Yatılı öğrenciler zorla sahura kaldırılıyor..
Erzurum’da Atatürk Üniversitesi ve Kredi Yurtlar Kurumu’na bağlı yurtlardaki bütün kantinler, öğretmen evi lokalleri kapatıldı. Tüm orta dereceli okullardaki kantinler de kapatılırken, dersler bir saat öne alindi. Erzurum’daki yatılı okullarda öğrencilerin zorla sahura kaldırıldığı belirtilirken, tarikatların etkin olduğu milli eğitimde öğretmenlere makyaj yapmamaları yolunda uyarıda bulunduğu belirtildi.”
Cumhuriyet:12.01.1998
Sünni-Şii çatışması:
Pakistan’da, Lahor kentinde bir Şii grubun üzerine ateş açıldı. 22 kişi öldü. Şii’ler protesto gösterileri yapıyor. Pakistan’da, Şii ve Sünni mezhepler arasındaki çatışmalarda, 1997’de 200 kişi ölmüştü..
14 Mayıs 1987, Edirne:
Beypazarı’nda, Ertan Gökçen, evi barkı olmadığı için bir arabada yatıp kalkan 56 yaşındaki Necmeddin Yedikardesler’in üzerine ispirto döküyor ve yakıyor..Gerekçesi; Necmettin’in ramazan ayında içki içmesi..(Güneş, 15 Mayıs 1987)
Ocak 1979, Trabzon:
Ülkücü Gençlik imzalı bildiri: “Türkiye’deki çatışma, İslam ile küfrün çatışmasıdır. Bugün Türkiye, bir Bedir savaşının öncesini yasamaktadır. Müslümanlar, cihada çağrıldığınızda koşunuz. Bir komünisti öldürmek, yüz kere hicaza gitmekten iyidir..”
09 Temmuz 1979, Tokat:
Bildiri yayınlanıyor: “Allah rızası için baş koyduğun davadan hiçbir güç seni geri döndüremeyecektir..Sesimizin ulaşamadığı yere kurşunlarımız ulaşacaktır..Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız.”
16 Aralık 1979, İstanbul:
Beşiktaş vapur iskelesi yanındaki Barbaros kafeteryada bir saatli bomba patlıyor. İmza, Türk İslam Birliği. Beş ölü, 22 yaralı.
Aralık 1978, Maraş:
Kış bastırmış..Duvar ve dükkan camlarına sloganlar yazılıyor:”Allah için savaşa!” Ve cihada kalkılıyor. TRT, öldürülen 111. Kişiyi de verdikten sonra, yeni saptanan cinayetlerin haberini durduruyor. Bu cihad denemesinin bilançosu böylece tam belli olmuyor..Ama, tüyler ürperten bir olay hep hatırlanacak: Kalaycı Şah İsmail’in kafasına baltayla vurup, beynini çıkarıyorlar..Kız kardeşinin ise memelerini kesip bir sürü işkenceden sonra hunharca öldürürler..Yürük Selim Mahallesi’nde de kadınların bir kısmı memeleri kesilerek öldürülür, altı aylık çocuklar, hamile kadınlar kurşunlanır, gözlere sisler sokulur, bazılarının da kol ve bacakları çapraz kesilir..(1990’li yıllarda Cezayir’de olanlar ne kadar da benziyor..)
Şubat 1969, İstanbul:
Camilerde günlerdir “Cihad” namazları kılınıyordu. 16 Şubat 1969 günü, Beyazıt, Dolmabahçe ve Finlikli camilerinde cihad namazları kılındıktan sonra, topluluklar halinde Taksim’e çıkıldı. Olaylar.. Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan öldürüldü. Yüzlerce yaralı. .Gazetelerin manşeti: Kanlı Pazar..
Rüşdi’ye yeni ölüm tehdidi
Hürriyet, 9.1.2000
500’den fazla İranlı, Salman Rüşdi’nin öldürülmesinde kullanılmak üzere para toplamak için böbreklerini satışa çıkardı. Rüşdi için ölüm fetvası hatırlanacağı gibi yaklaşık on yıl önce çıkartılmıştı.
Böbrek satışı, Maşad şehrinde İslamcı milisler tarafından yapılıyor. İran’ın günlük gazetelerinden Kayhan bu satışla ilgili haberi dünyaya duyurdu. Gazetenin haberine göre 8’i İran dışında yaşayan 508 Müslüman, bu katliam için para toplamak üzere böbreklerinden birini satmaya söz verdi.
İran yasalarına göre isteyenler organlarını satışa çıkartabiliyor. Devlet organ bankası da bu satışları denetliyor. Kayhan’ın haberine göre bu satışla ilgili daha detaylı bilgi uluslararası destek sağlamak amacıyla yakında İnternet’te açılacak bir sitede duyurulacak.
Ayetullah Humeyni, 1989 yılında yazar Salman Rüşdi hakkında “Şeytan Ayetleri” kitabı nedeniyle ölüm fetvası vermişti.
Geçen yıl İran hükümeti, yazara bir zarar verilmeyeceğini açıklayınca Rüşdi de on yıllık zorunlu gizlenmesini sona erdirerek normale yakın bir hayat sürdürmeye başlamıştı.
Ancak Kayhan’ın haberi fetvanın birçok İranlı için hálá geçerli olduğunu ortaya koydu.
İran hükümetinin fetvayı yürürlükten kaldırması reformcu başkan’ın ticaret ve yatırımı artırmak üzere Avrupa’yla ilişkilerini düzeltmesinin bir adımı olarak yorumlanmıştı. Ama Cumhurbaşkanı Hatemi ile İran’ın katı bir şeriat devleti olarak kalmasını isteyen İslamcı püritenlar arasındaki mücadele salman Rüşdi’nin kaderini de etkiliyor.
Hatemi hükümetinin fetvayı yürürlükten kaldırmasından kısa bir süre sonra muhafazakár bir İslamcı Vakıf Salman Rüşdi’nin kellesi için 1.5 milyarlık bir ödül koydu. Tahran Üniversitesi Hizbullahlı Öğrenciler Birliği de Rüşdi’nin öldürülmesi için yaklaşık 178 trilyonluk başka bir ödül koydular. Bu da fetvanın bazıları için hálá geçerli olduğunun diğer kanıtları.
Hatemi hükümetinin fetvayı yürürlükten kaldırmasından sonra ünlü yazar,”sanırım bu iş bitti. Bu benim için her şey demek, özgürlük demek,”diye konuşmuştu. İngiliz Havayolu şirketi British Airways bunun üzerine yazarı taşımama kararını kaldırdı, Hindistan kökenli yazara Hindistan hükümeti ilk kez vize vermeyi kabul etti ve Londra ile Tahran arasında da diplomatik temaslar başladı. Ama Rüşdi’nin emniyeti ve Hatemi hükümetinin gücü konusundaki kuşkular baki kaldı. 1997 yılında seçilen Hatemi için önemli sınav şubat ayında yapılacak parlamento seçimlerinde verilecek. Salman Rüşdi’nin kaderi de biraz Hatemi’nin bu seçimden nasıl bir sonuç alacağına bağlı olarak belirlenecek.
Diğer Ülkelerde Islami Şiddet ve Cinayetler
Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Hikmet Çetinkaya’nın 30.01.2001 tarihli makalesinde açıklandığına göre;
12 Ekim 1990 yılında Mısır Millet Meclisi Başkanı Rıfat El Mahçup , Kahire’nin en işlek caddelerinden birinde Müslüman Kardeşler Örgütü tarafından yapılan bir suikast sonucu öldürüldü…
Müslüman Kardeşler Örgüt’ü, 1928 yılında Mısır’ın İslamiye kentinde, öğretmen olan Hasan El Benna tarafından kurulmuş, birçok kanlı eyleme imzasını atmıştır.
1948’de önce terör suçlarına bakan bir yargıcı öldüren Müslüman Kardeşler militanları, ardından Başbakan Nokraşhi Paşa ‘yı katletti…
26 Ekim 1954 günü, Mısır Devlet Başkanı Nasır , İskenderiye’deydi. Nasır’a suikast düzenlendi. Nasır suikasttan kıl payı kurtuldu… Ama, 6 Ekim 1981’de Nasır, suikast sonucu yaşamını yitirdi…
Enver Sedat ‘ı öldüren Üsteğmen İslamboli , Müslüman Kardeşlerin bir kolu olan ‘Cemaat-İslamiye’ den kaynaklanan ‘Ankud’ örgütündendi…
X
CEHENNEMİN DÜNYAMIZA YANSIMASI

Bilindiği gibi cehennem, zahiri anlamda, büyük günah işleyenlerle hak din İslam’ı kabul etmeyenler için öldükten sonra gidecekleri yerde verilecek cezayı hatırlatır.
Sözü uzatmadan kısaca cehennemde verilecek cezaları İslam’ın temel kitabı Kuran’dan birkaç tane olmak üzere aktaralım:
“Allah ve Peygamberleriyle savaşanların ve cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklarını kesmek yada yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünya a rezilliktir. Onlara ahrette büyük azap vardır. (K. 5/33).
“…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır. Onlar yardım istediklerinde erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!” ( K. 18/29)
“İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkar edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür ve bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir.. (K. 22/19-22).
“… İnkar edenlerin boyunlarına demir halkalar vurunuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler.” (K. 34/33)
“Doğrusu günahkarların yiyeceği Zakkum ağacıdır: karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra ona: ‘Tadın bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir. (K. 44/43-50).
“Doğrusu, inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.” (K. 76/4)
Görüldüğü gibi Müslüman olmayanlara ve de Müslüman olup da büyük günah işlemiş olanlara ahrette büyük azap vardır. Bunlara ateş hazırlanmıştır, başlarına demir topuzlar geçirilecektir, demir halkalar içinde cehennemin ortasına doğru sürüklenecektir…
Aydın ve ilerici niteliği olan şeriatçılar kitaplarında yukarıdaki cehennem tümceleri genellikle gözlerden saklamaya çalışırlar. Örneğin bakınız: Kuran’daki Buyruk ve Yasaklar, Erdoğan Bakkalbaşı, Hukukçu, CHP Senatörü,TESAV Yayınları. Emre Basımevi, 1995, s. 46.
Senatörümüz, Kuran’daki; 19/70, 71; 20/74, 21/98 cehennemle ilgili tümceleri almış da; yukarıdaki K. 22/19-22; 34/33, 44/43-50; 76/4 tümcelerini almamış kitabına…. Neden acaba diye sorulmamalı mı?
Bu sorunun yanıtını verelim: Çünkü gözden kaçırdığı tümceleri okuyan aklı başında bir okuyucu; “Olmaz, şefkat ve merhamet timsali Tanrı bu kadar acımasız olamaz! Tanrı, böyle işkence yaptırmaz, yapmaz!” deyeceklerdir…
Ne var ki aklını kullanarak yargılama ve düşünme aşamasına gelmemiş şeriat kuralları ile yönetilen ülkelerdeki şeriatçılar cehennemde olacakları dünyada uygulama yoluna gitmişlerdir ve bundan da büyük bir zevk duymuşlardır. Cehennemi dünyamıza yansıtarak Müslümanların Tanrısı ve Peygamberleri ile uğraşanları ve de Müslümanlığa karşı savaş açanlara karşı cehennemdeki uygulamaları uygulamaktan çekinmemişlerdir. Daha geçen haftalarda Suudi Arabistan’da şeriat buyruğu gereğince iki hırsızın elleri kesilmiş; cinayet işlediği gerekçesiyle bir Mısırlının boynu vurulmuştur (GÖZCÜ, 15.8.2002).
Öyle ya Tanrı cehennemde günah işlemiş olanlara yukarıdaki cezaları verir de dünyadaki kulları büyük günah işlemiş bir insana ceza vermekte Tanrı’dan geri kalırlar mı?
Şimdi Tuncay Özkan’ın 4 Mart. 2002 tarihli Milliyet’te çıkan Başsız Cesetlerin Çırpışı adlı aşağıdaki yazısını okuyalım:
BAŞSIZ CESETLERİN ÇIRPINIŞI
Önce yakalanarak esir alınan kişinin yanında bir ateş yakılıyor. Sonra o ateşte geniş ağızlı bir demir levha kor oluncaya kadar kızdırılıyor. İzleyenler, olayın sonrasında neler olacağını bildikleri için sessiz bir heyecan içindeler. Tıpkı çok merak edilen bir filmi izleyecek olmanın sabırsızlığı var üzerlerinden. Birazdan sahnelenecek gösteri, onları için sıkça tekrarlanan ama seyrine doyum olmayan bir olay! O, başına neler geleceğinin farkında bile değil. Şaşkın… Korkak.. Çaresiz…
Onun yanında duran eli satırlı adam demir levha kızgınlaşınca, birden sanki bir karpuza vururcasına, sanki her gün yaptığı bir işi yapıyormuşçasına, öyle acımasız indiriyor satırını esirin boynuna.. Onu öldürüyor sanıyorsanız, kalabalığın da bu vahşet anını izlemeye geldiğini düşündüyseniz büyük yanılgı içindesinin. Çünkü bu vahşet gösterisi bitmiyor, daha yeni başlıyor.
KIZDIRILMIŞ DEMİR LEVHA
Satırla boynu bir darbede koparılıyor esirin. Herkes bu anı izliyor. Tıpkı Arenada aslanların yediği insanları on binlerin izlemesi gibi. Esir insanın başı yere düşüyor. Elinde kızdırılmış demir levhayı taşıyan adam devreye giriyor o anda. Hemen gelip, inanılmaz bir süratle, başın koptuğu boyna, daha kan çıkmadan yapıştırıyor elindeki kızgın demiri. Bir nevi kaynak yapıyor kesik damarlara. Kan dışarı çıkamıyor. Kesilen baş gövdenin yanında. Gövde hiç kan kaybetmeden neredeyse çırpınarak başsız, etrafta dolaşmaya başlıyor.
İzleyenlerin en büyük eğlencesi de bu an… Kahkahalar, çığlıklar, alkışlar çınlıyor ortalıkta. Gövde çırpındıkça, eller, kollar, ayaklar o şuursuz şiddetin darbesiyle savruldukça izleyenlerin heyecanı artıyor. Çığlıklar büyüyor.
Hele o gövde üstlerine doğru ilerledikçe daha da bir eğleniyorlar. Korku, vahşet, dehşet, insan uygarlığının bütün tanımları, hastalıkları orada bulunuyor.
Buraya kadar anlattıklarımın hiçbiri bir eski çağ tarihinden alıntı değil. Bunların hepsi bu çağda, bu anda, yanı başımızda yaşanıyor.
BAŞI KOPAN İNSAN
Bu yüzyılda yapılan araştırmalar başı kopartılan insanların gözlerinin o dehşet anı şiddeti nedeniyle daha açıldığını ve beynin algısının saniyelerle de olsa sürdüğünü gösteriyor. Gövde ise kan kaybı nedeniyle çoklukla hareketsiz kısa zamanda ölüyor. Ama ya kanın çıkması engellendiğinde?
Başsız kalan gövde, yerde öylece durmakta olan ve yapılanları algılayan gözlerin yanı başında öylece savruluyor, savruluyor, savruluyor…
Bu olay Afganistan’da yaşandı. Olaya bir Türk tanık oldu. Ankara’ya aktardı. Avrupa basınında da bu işkencelerle ilgili haberler sıkça yer alıyor. Bu işkencelerle ilgili haberler sıkça yer alıyor. Afganistan’a medeniyet götüreceği iddia edilen savaşın, oradaki insanları getirdiği nokta. Sizce bu çılgınlığın ulaştığı boyutu, hastalığın derinliğini yaşayanlara ve yaşatanlara insan denilebilir mi?
Modern dünyanın kapitalistleri bununla mücadele ederler mi? Hayır.. Onlar bununla mücadele etmemek için şimdi Afganistan’dan kaçıyorlar. Çıldırmış insanların, vahşet makinelerine dönüşmüş yaşamlarının kendilerine dönecek öfkesini gördükleri için o bataklığı terk ediyorlar. Çünkü gördükleri bu sahneler, onların değerli evlatlarının altında kalkamayacağı kadar büyük…
AFGAN GERÇEĞİ
Bunu göremeyenlerin gördüğü sıradan bir başka Afganistan gerçeği ise esir alınan kişilerin üzerine sürülen tanklar gerçeği. Tank paletlerinin altında can veriyor esirler. Bunu tıpkı bir araba yarışını izler gibi izliyor Afganistan. Alkışlar, çığlıklar, kahkahalar içinde.
Bu denli derin bir şok anlatılabilir mi bu sürede? Afganistan bir daha kendine gelebilir mi? Sistemli ve düzenli bir kararlılıkla evet. Milyarlarca dolarla evet. Ama bunları oraya bomba yağdıranlar yapabilecek mi? Hayır. Onlar istediklerini aldılar. Orada kendi güdümlerinde hükümet kurdular. Düşman diye tanımladıklarını kovdular. Şimdi oralarda sembol olarak tutacakları birlikleri olacak. Ama kendileri adına Afganistan’da bu vahşete direnecek güç istiyorlar. Türkiye’den, Afganistan’da askeri varlığıyla devralmasını istedikleri şey budur.
Türk askeri başsız gövdelerin çırpınışına dur diyecek! İyi de hangi parayla, hangi olanakla, hangi yardımlarla…
BATAKLIK PATLAMAK ÜZERE
Sonra orada savaş yeni başlıyor. Türk Genelkurmayı’nın yaptığı tahlil doğru çıktı. Afganistan kan ve bütün pisliklerle dolu bir bataklık oldu. Bu bataklıkta biten bir şey yok. Herkes vahşetin silahlarının namlusuna sürmüş, barbar eller tetikte, hasta gözler hedefte, öldürecekleri anın kan kokusunu soluyor. Türk askeri Afganistan’da bu vahşetle savaşmaya gidecek. Türk askeri Afganistan’da bu barbarlığa karşı duracak. Kaç Mehmet şehit olacak? Kaçı bu denli işkenceye maruz kalacak? Kaç Amerikalı bunları göze alabilir? Kaç İngiliz, Alman…
Neden Türk askerinin Afganistan konusunda bu denli yavaş davranıp planlar yaptığını, oradaki yapılanmayı, askeri varlığı devralmak noktasında ağır durduğunu şimdi daha iyi anladım.
Modern dünyanın gözleri önünde insanlık tarihinin hiçbir döneminde tanıklık edilmeyen olaylar yaşanıyor. Başsız gövdelerin dansı orada olanlar. Çırpınan gövdeler ve kesik başların dehşeti.
TUNCAY ÖZKAN, 4 Mart 2002 MİLLİYET, perde arkası.
+
Anlaşılan o ki yakalanan Taliban veya El Kaide üyelerine, Taliban ve El Kaide üyesi olmayan Afganlılar bu işkenceleri uyguluyor…
Tuncay Özkan uyarıyor; diyor ki: “Böyle bir cehenneme niçin Türk askerleri sürülüyor? Yarın, Taliban ve El Kaide üyelerinin eline bir Türk askeri geçerse onların da verecekleri ceza böyle bir cezadır.”
Bu cehennem uygulamasına nasıl seyirci kalınabilir… Amerikan, İngiliz, Alman ve diğerleri kaçıyorlar ve Türk askerini Afgan’ın şeriat nedeniyle geri kalmış bu işkenceci insanlarının önüne sürüyorlar.
Tanrı, cehenneminde günahkar insanlara demir topuzlar, demir halkalarla işkence uygularsa; onun kulları olan Afganlılar Tanrı’yı öykünürlerse çok mu?
Gerek Talibanlar, gerek Taliban olmayan Afganlılar ellerine geçirdiklerine bu işkenceleri uygularken nereden esinleniyorlar acaba?
Bu yazı Milliyet’te yayınlandıktan sona 5 ay geçti. Ne şeriatçı medyada ne de şeriatçı olmayan medyada bu konu ile ilgilenen bir kişi çıkmadı… Bu duyarsızlık da şark toplumlarına özgü bir nitelik olsa gerektir…
Av. Hayri Balta, 18.8.2002
X
RİDDET, İRTİDAT VE MÜRTED

Riddet ve irtidad kelimelerinin anlamı İslam dinini terk etmektir. Mürted’in kelime anlamı ise İslam’ı terk eden manasınadır. Kuran’a göre, İslam’ı terk eden cehenneme gidecek ve orada ebedi olarak kalacaktır. Bakara 217 ayetin son satırlarında bu açıkça ifade edilmiştir.
Bakara / 217. Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’ı inkâr etmek, Mes-cid-i Haram’ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan karmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahrette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.
Nahl / 106. Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.
Her fırsatta İslam dininin hoşgörü dini olduğunu vurgulamayı kendine vazife edinen din ulemalarımız, her nedense bu ayetleri görmezden gelirler. Ali İmran / 90. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.
Allah Nisa 137 ayete göre bağışlayan olmadığı ve salt İslam’ı terk ettiler diye onları doğru yola iletmediği gibi,
Nisa / 137. İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.
Dinden dönenler biraz da, şeytanın suçu gibidir ve Allah onları şeytanla baş başa bırakmıştır.
Muhammed / 25. Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir.
İslam’ın genel anlayışında ise, dinini değiştirmenin cezası ölümdür. Bu hadislerde açık şekilde belirtilen konulardan biridir.
Resulullah (SAV) şöyle buyurdu: “Kim dinini değiştirirse onu öldürün. Buhari, Cihad ve’s-Seyr, 2794 1585 Zeyd Ibni Eslem ( radıyallahu anh ) anlatıyor : Resulullah ( SAV) buyurdular ki, Dinini değiştirenin boynunu vurun.
İmam Malik, bu hadisi Muvatta’da ( Akdiye 15- 2736) kaydeder ve hadis hakkında şu açıklamayı sunar : Bu hadisin manası şudur, herkim İslam’dan bırakarak zındıklık ve benzeri bir dine girecek olursa kendisine galebe alındığı taktirde öldürülür. Öyle birine tevbe teklif edilmez. Zira gerçekten tevbe edip etmediği bilinemez. Çünkü bunlar ( galebeden önce ) küfürlerini gizleyip, Müslüman olduklarını iddia ediyorlardı. Ben böylelerinin küfrü, delille sübut bulduğu taktirde, tevbe etmeye çağrılmalarını uygun bulmam, ( tevbe etse de kabul edilmemeli ) Devamla der ki, “ Bizim nezdimizde esas olan şudur : Bir kimse irtidat ederse tevbeye ağrılır, ( kendisine galebe çalınmazdan önce ) tevbe ederse hayatı bağışlanır, aksi taktirde öldürülür.
İmam Malik devamla der ki, Resulullah, Dinini terkedeni öldürün hadisinin manası: Kim İslam’dan çıkıp başka dine geçerse demektir. İslam’dan başka bir dinden çıkarak bir diğer dine geçerse demek değildir. Sözgelimi, Yahudiliği terkederek Hristiyanlığa veya mecusiliğe geçen kastedilmemiştir. Bundan dolayı, ehl-i zimme’den herhangi biri böyle bir din değiştirmesi yapacak olsa ne tevbeye çağrılır, ne de öldürülür.
İrtidad, büyük günahlardandır. Kişinin bütün hayır amellerini sevabını yok eder. Hadisi açıklayan İmam Malik, esas itibariyle zındık oldukları halde Müslüman görünen kimselerin irtidad etmeleri halinde, yakalanınca tevbesine güvenilmeyeceği kanaatindedir. Bu sebeple Malik’e göre onlara tevbe teklif edilmez, tevbekar olup, İslam’a geldiklerini beyan etseler bile bu tevbe onlardan kabul edilmez. İmam Şafi tevbelerinin makbul olduğuna hükmeder. Ebu Hanife’nin onlar hakkında iki ayrı görüşü olmuştur.
Zındık, Kamus’da, Ahiret’e veya Rububiyet’e inanmayan veya küfrünü gizleyerek iman izhar eden kimse diye açıklanır. (Kütüb-i Sitte Cilt/6 Sayfa 189)
İbni Abbas’ın, kadın mürted de öldürülür sözü delil getirilerek Hanefilerin hükmüne itiraz edilmiş ve ilaveten Ebu Bekir’in hilafeti sırasında irtidad etmiş olan bir kadını, henüz pek çok sahabe hayatta iken öldürttüğü, kimsenin buna itiraz etmediği gösterilmiştir.
Hz. Muaz Yemen’e giderken Resulullah kendisine bu mevzu ile alakalı olarak şunu söylemiştir : İslam’dan herhangi biri vazgeçecek olursa, onu tekrar davet et, dönerse ne ala, dönmezse boynunu vur. Herhangi bir kadın İslam’dan irtidad edecek olursa, onu da geri çağır, dönerse ne ala, dönmezse boynunu vur.
Zürkani,” Kaydedilen bu muaz hadisi, sadedinde olduğumuz ihtilafta nasdır, hükmüne uyulması gerekir” der.
Buhari ve başka bir kısım kaynaklarda rivayet edilen bir kıssa da konumuza şık tutar. İkrime’nin rivayetine göre, Hz. Ali’ye bir kısım Zındık getirilmişti. O bunları yaktırdı. Haber ibni Abbas’a ulaşınca, Onun yerinde ben olsaydım yaktırmazdım. Çünkü Hz. Peygamber’in yasağı var, Allah’ın azabı ile azab vermeyin. Fakat öldürtürdüm zira efendimiz, kim dinini değiştirirse öldürün, diye emrediyor. (Kütüb-i Sitte Cilt/6 Sayfa 190)
Muhammed’in İrtidad Üzerine Öldür Emirleri
İbni Abbas ( ra ) anlatıyor, Abdullah ibni Sad ibni Ebi’s Sarh, Hz. Peygamber’e katiplik yapıyordu. Şeytan ayağını kaydırdı, adam irtidad ederek kafirlere sığındı. Resulullah, Fetih günü onun öldürülmesini emretti, ancak Hz. Osman onu himayesi altına aldı. Resulullah da bu himayeyi tanıdı. (Ebu Davud, Hudud 1-4358, Nesai, Tahrimu’d-Dem 15, ( 7-107 )
Hernekadar Bakara 256’da dinde zorlama yoktur ifadesi varsa da bu ifade, slam’ın şartlarını yerine getirmede zorlama yoktur manasınadır. Bakara 217 ‘nin son satırındaki ifadeler bu düşünceyi kanıtlar.
X
İSLAMDA ÖLDÜRME YOKTUR DİYENLERE…

Hizbullah’ın vahşetini her gün televizyonlardan görüp duyuyoruz. Gazetelerden okuyoruz. Bu güne kadar 54 ceset çıktı ölüm evlerinden. Gazetelerin yazdığına göre kaybolanların sayısı bine yaklaşıyor… Daha da çıkacağı anlaşılıyor…
İnsanın aklına ister istemez bu katliamlar neye dayanılarak yapılıyor sorusu geliyor. Şeriatçı militanları yalnızca Hizbullah’la sınırlayanlar büyük yanılgı içindedirler.
Bugün yurdumuzda “hak nizamını” kabul ettirmek ve hatta “dünyaya nizam vermek” amacıyla kurulan partiler, ocaklar, dernekler vardır.
Bunlar, “Kanımız aksa da zafer İslam”ın diyerek Malatya’da, Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta şeriat adına yüzlerce insanımıza kıymışlardır ve kıyım sırasında : “Şeriat gelecek, laiklik gidecek” sloganı yanında “Muhammed’in ordusu, laiklerin korkusu” biçiminde amaçlarını açıklayan sloganlar atmışlardır.
Bunların temsilcileri TBMM’de çoğunluğu sağlamaktadır ve asıl önemlisi irticaya karşı alınması gereken önlemler MGK kararına karşın bugüne değin alınmamıştır… En liberal olanı bile: “Şeriata karşın yürünmez, şeriata ancak saygı duyulur.” (Mesut Yılmaz) demiştir.
Bu girişten sonra şimdi gelelim Hizbullahçıların gerekçelerine… Gerekçelerin başında görüyoruz ki bunlar; kendilerini, Allah’ın memuru sayıyorlar. Hizbullah’ın menzil kanadının liderlerinden Mansur Güzelsoy’un 4 Kasım 1996 tarihli vasiyetnamesinden bir bölüm aktaralım: “…Siz İslam’ın davasına sahip çıktığınız zaman, ciddi ve samimi olarak sahip çıkınız. Kendinizi Allah’ın memuru olarak telakki ediniz.”
Öyle anlaşılıyor ki bunlar kendilerini şu ayet ve hadise göre Allah’ın memuru olarak cihatla yükümlü sayıyorlar. Önce âyeti görelim: “… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik.” (K.Nisa, 4/91)
Şimdi de Hadisi: “İnsanlar ‘Lailahe illallah’ deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum, şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bkz. Sahih-i Müslüm. İst.1401.C.1.s 51-52, Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler, Ank. 1992, s.30-31, Had. No.4. Yine: Bk. K.Tevbe, 9/29. Bu ayetin tamamı bundan sonraki 2. paragraftadır…)
Bu Hizbullah lideri vasiyetnamesinde şöyle diyor. (Bkz. 22.1.2000 Cumhuriyet): “….ya islamın tamamını alınız ya da tamamını bırakınız.” Bu buyruğun kaynağı da şu ayet olsa gerektir: “Yoksa siz, kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?” (k. Bakara,2/85).
Kitabın tamamını uygulayamazsanız dinden çıkmış sayılırsınız. Öyle Cumhurbaşkanı Demirel gibi : “Cumhuriyet’le benimsenen hukuk, Kuran’ın getirdiği 230-232 ayetin yerine başka kurallar koyuyor.” diyemezsiniz. İslam’a göre bu küfürdür. Bunu söyleyen devlet başkanının yönettiği ülke, Darül Harp sayılır: yani savaşılması gereken ülke, düşman ülke olur…
İşte Hizbullah ayaklanmasının bir kaynağı da budur. Çünkü bu konuda emir vardır: “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler kafirdir.” (K.Maide, 5/45) Yine: “Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşsın.” (K.Tevbe, 9/29)
Bunlara göre Atatürkçüler, laik düşüncede olanlar kafirdir. Okuyalım: “Kafir: Kuran ve sünnetle belirlenmiş iman esaslarının, ilahi emirler ve yasaklarının bütününe veya herhangi birine inanmayan kişi, laik insan…” (İslam’a göre Cinsel Hayat, Ali Rıza Demircan, İstanbul Piyale Camisi imamı. Sözlük bölümü… RTÜK Yön. Kurulu üyesi Mehmet Doğan da sözlüğünde aynı kanıdadır…)
Her ikisi de laik devletten; yani kendi ifadeleri ile Kafir dedikleri Devletten maaş alır ve bundan zerre kadar rahatsız olmazlar. “Bu nasıl olur? Yakışır mı bir din adamına?” derseniz; dinleri, buna da çıkış yolu bulmuştur. Bu samimiyetsizliğin adı: “Takiye’dir!” Anlamı: Kâfire yalan söylenir, kafir olanlar için her türlü desise haktır… Oysa gerçek bir Müslüman takiyeye; yalnızca, ölüm tehlikesi söz konusunda olduğunda başvurabilir… Bunda da yadırganacak bir yan yoktur.
Ama bunların yaptıkları yadırganır… Bunların sözlüklerine göre Atatürkçü laik insan kâfir sayılır. Hele ilericiler, materyalistler, solcular şeksiz-şüphesiz kâfirler mağulesindendir… Bunların katli vaciptir… Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, Sivas Madımak’ta tekbir getirilerek karnı deşilerek öldürülenler, cayır cayır yakılanlar bu inanış gereğince öldürülmüştür.
Laik devletimiz yine de bunlara Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla birçok Bakanlıktan çok para aktarır ve böylece karşı devrimcilerini besler sonra da irtica geliyor diye feryat! eder… Hem okullarında sünniliği öğretir, hem de öğrettiği Sünnilik gereği başörtüsü-türban giymek isteyenleri okullara almaz…
Şimdi de kafirler hakkında verilen emirlere bakalım: Önce 22.1.2000 tarihli Cumhuriyet gazetesinden şu haberi okuyalım: “Hizbullah militanları son yıllarda satırlı saldırılarını yoğunlaştırdı. militanlar hedefe yaklaştıklarında satırı çekerek boyun ve kafa kısmına vuruyor.”
Acaba neden başka yerlerine vurmuyorlar da boyunlarına vuruyorlar… Sakın bunun da kaynağını kitaplarında bulmuş olmasınlar.. Kitaplarında yazmasa böyle yapmazlar. Kendilerini günahkâr sayarlar… Hele bir bakalım: “Kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun” (K. Muhammed. 47/4 ve yine Enfal. 8/12)
Bir de şu ayete bakalım, biz Atatürkçü aydınların, ilericilerin, laiklerin, solcuların karşı karşıya olduğu tehlikeyi görelim: “Kafirleri öldürmek müminlerin kalplerine serinlik verir.” (K. Tevbe, 9/14).
Ya şu ayete ne dersiniz “İslam’da öldürme yoktur” diyenler? “Kafirleri öldürmek, müminlerin yüreklerindeki öfkeyi giderir.” (K. Tevbe, 9/15). (Son üç ayet için Dr. Abdülvehhap Öztürk’ün Kur’an-ı Kerim fihristi kafirler bölümüne bakınız.)
Görülüyor ki Hizbullahçılar kendileri gibi inanmayanların boyunlarına vururken ve onları iple boğarken, zincire vurarak öldürüp öldürüp ölüm evlerine gömerken “kalplerine serinlik geliyor” ve de “Yüreklerindeki öfkeyi gideriyorlar”…
Şimdi kimi aklı evveller : “Onlar kafirler hakkında inen ayetler!”dir diyerek İslam’ın emirlerini savunmaya kalkarlar. Tam: “Merd-i kıptı şecaat arz ederken sirkatin söyler” gereğince ne kadar ilkel görüş ve inanışta olduklarını gösterir şekilde kendilerini ele verirler. İnsaf yahu! Kafirler insan değil mi?… Nerede Anayasa kuralları, nerede uluslararası sözleşmeler? Nerede İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi?…
Şimdi de 20.01.2000 tarihli Sabah gazetesindeki şu fotoğraflı haberi okuyorum. Fotoğrafı buraya aldığım takdirde yer kalmayacağı düşüncesi ile yalnızca fotoğrafın altında yazılı olanları alıyorum: “1. Boyundan ip geçirilip sıkılarak kurban öldürülür. 2. Boyundan sarkan ip bacakların arasından arkaya geçirilerek eller bağlanır. 3. Aynı ip ayak bileklerine dolanıp bacaklara sarılıyor. 4. İp bütün vücuda dolanıp ceset soğumadan önce iyice sıkıştırılıyor.” (Adı geçen fotoğrafı görmek için Sitemizin 7. sırasında “FOTOĞRAFLI YAZILAR” bölümüne bakabilirsiniz).
Böylece: ellerinde , ayaklarında, boynunda ip olduğu halde doğru çukura… Şimdi ben, acaba diyorum bunlar bu işlemi yaparken de mi Kuran’a bakıyorlar? Çünkü bunlar kitaplarına aykırı iş yaparlarsa kendilerini günahkar sayarlar da… Öyleyse bir bakalım bu konuda da hüküm var mı Kuran’da, araştıralım. Hayret, bu konuda da ayet var. Maşallah hiçbir şey unutulmamış. Hem “Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık!” ( K. En’am. 6/38) diye yazmıyor mu? Var, işte: “Boynunda hurma lifinden ip olduğu halde cehenneme girecek.” (K. Ebu leheb,111/3,4,5).
Bir de şu uygulamaya bakalım. DGM savcısı Nuh Mete Yüksel anlatıyor (Bk. 22.1.2000 tarihli bütün gazeteler) “Cesetleri zincirlemişler: Ellerinden, ayaklarından bağlamışlar ve kilitlemişler. Zincirleri kaynak makinesi ile kestik. ”
Acaba bunun da mı kaynağı Kuran’da var? diyorum. Araştırıp buluyorum. Dedik ya, bunlar Kuran’a aykırı bir iş yaparlarsa kendilerini günah işlemiş sayarlar ya. “Biz de kafirlerin boyunlarına zincirleri takarız.” (K:Fatır. 34/33).
Bir de şuna bakalım: “Biz onların boyunlarına çenelerine kadar zincirler taktık.” (K. Yasin, 36/8). Bir tane daha var zincir konusunda : “O vakit boyunlarında zincirler takılı olduğu halde sürüklenecekler” (K. Mümin, 40/71).
Kim bilir Hizbullahçılar, boyunlarına zincirler taktıkları kurbanlarını, bu durumda, ne denli sürüklenmişlerdir? Çünkü yazılmıştır: “Allah şöyle buyurur: ‘O’nu alın bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın’. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü O yüce Allah’a inanmazdı…” (K.Hakka,69/30-33).
Hani İslam’da inanç özgürlüğü vardı? Ne inanç özgürlüğü? Bu nasıl inanç özgürlüğü?.. Allahsızlara, dinini değiştirenlere ve de İslam’ı eleştirenlere ölüm var ölüm!..
Bunları okuduğu halde yine de “İslam’da inanç özgürlüğü var!Barış var, hoşgörü var, sevgi var!” diyenlerle karşılaşacaksınız. Ne yazık ki buna inanan Atatürkçülerimiz, aydınlarımız, ilericilerimiz de var ve ayrıca bizlerin bu açıklamaları İslam düşmanı olduğumuz için yaptığımızı sananlar var.
Anlaşılan bunların kafasına soğuk geçmiş… Bu yazıyı yazarken Hürriyet gazetesi (23.1.2000) geldi. 1.sayfada şu haberi okudum: “fitne yapıyor gibi nedenlerle ölüm emri istendiği saptandı.” Hemen aklıma FİTNE ayeti geldi. “Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” (K. Bakara, 2/193). Benzeri bir tümce (ayet) K. Enfal, 8/39’da da var… Yine bu konuda daha başka ayetler de var. Bunların adı İslam literatüründe ŞİDDET AYETLERİ diye geçer. (Bakınız: K.2/191, 193, 4/89, 91.5/33. 8/12, 39, 9/5,15,29,111,123. 32/22. 34/33. 40/71. 66/9.)
Burada şu önemli noktaya dikkatinizi çekerim: Şiddet âyetlerinin ki bunlar Cihat ve Kılıç âyetleri olup Kuran’da diğer Barış âyetlerini kaldırdığı (neshettiği) söylenir…
İslam’da öldürme yokmuş da Kuran’da ki bu ayetlere ne diyeceğiz? Onların “İslam’da öldürme yoktur?” diyerek halkımızı aldatma hakkı var da; bizim, “Hayır, yalan söylüyorlar, doğrusu budur!” deme hakkımız yok mu?.. Bunları yazarsak, söylersek; kâfir, dinsiz, islam düşmanı mı oluruz.
Hani İslam’da: “Sizin en hayırlınız Kuran’ı okuyup anlatandır!” diyordu?… Eğer yalansa bu yazdıklarım, söylediklerim yalansa o zaman bana kızın. Aksi takdirde bana kızacağınıza “Biz ayetleri bunları yüz kere okuduğumuz halde niçin görememişiz!” diyerek kendinize kızın…
İslam’da öldürme yokmuş da bir harfinin değişmediği ileri sürülen Kuran’da bu öldürme, zincire vurma, boynunu vurma tümceleri ne oluyor? İslam’da öldürme yokmuş da bu tümceler niçin konmuş? Bu “Katl-i vacipler” nereden çıkmış…
Ya islam tarihindeki ve de şeriatla yönetilen ülkelerdeki katliamlara ne diyeceksiniz? Ya Almanya’daki Metin Kaplan’a, ya “Tatlı mı kanlı mı olacak” diyen Erbakan’a… Ya Fethullah Gülen?… Ya Müslüm Gündüz, ya İBDA-C, Ya “Kanımız aksa da zafer islamın!” dır diyen ülkücüler… Ya Cüppeli Ahmet’e ne derler?..
Sitemin Konuk Defterine girerek bana: “Şerefsiz, Allah belanızı verecek!” diyenler, ya Erman Kutlu gibi bana “Haşlanmış beyinli, kafadan bacaklı. Avukat olmuşsun ama adam olmamışsın!” diye e-mail çekenler…
Yani ben bunları dile getirmemiş olsaydım, hem adam hem de avukat mı olmuş olacaktım.. Olmaz olsun, öyle avukatlık, öyle adamlık… Şerefli mi olacaktım.. Aman Allah’ım bu nasıl mantık, bu nasıl düşünce, bu nasıl inanış!..
Kuran’da şu tür ayetler de vardır.. “Ey Muhammed! Rab’bin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Diy. Çev.,K.Yunus/ 10/99)
Yine : “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış.” (K. Nahl,16/125).
Bunlar gibi barış ayetlerinden de daha çok var. Örneğin: Bk. K.2/272, 3/20, 13/40, 88/21,22,26, 109/1-6. Ne var ki İslam tarihinde bu tür ayetlere uyan bir kişi bile çıkmamıştır.
Eğer bu Barış ayetlerine uyulsaydı: Allah, Muhammed, Kuran ve din adına bu kadar kan dökülmezdi, cinayet işlenmezdi… Ama bu ayetlere uymak işlerine gelmez. Çünkü talan gerek… Çapul gerek…ganimet gerek, servet gerek, cariye gerek, köle gerek, yağma gerek.
Bu âyetlere uyulmamasını nedeni az yukarda belirttiğim gibi Cihat-Kılıç-Şiddet âyetlerinin Barış âyetlerini kaldırdığı (neshettiği) anlayışıdır… 27 Ocak 2000, ATV 19.00 ana haberlerinde gördüm, Metris cezaevinde yatan şeriatçı militanlar tabanca kurşunları yapmışlar. Güvenlik güçleri kurşunların üzerinde Arapça yazılar görmüş. Bir bilene okutmuşlar. Her kurşunun üzerinde Arapça olarak : “Bu kurşunu siz atmadınız, Allah attı.” Bu sözleri Kurandaki şu ayete dayanarak yazmışlardır. Okuyalım: “Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın fakat Allah atmıştı.” (K. Enfal, 8/17)
Bu ayet Bedir savaşında ok atarak savaşan Müslümanlara okunmuştur. İşte görüyorsunuz Kuran’ı nasıl da kötü amaçlarına alet ediyorlar. Abdurrahman Dilipak’ın da dediği gibi: “Kuran zalimlerin elinde her zaman bir cinayet aletine dönüşebilir.” (Akit, 21.1.2000).
Bunları açıklamaktan amacım: Kuran’ın zalimler elinde cinayet aletine dönüşmekte olduğunu belirterek bunları önlemeye çalışmaktır. Bu çabalarım niçin dine hakaret olsun? Kuran’ın bu zalimler elinde cinayet aletine dönüşmesi nasıl önlenecektir?.. Bunun yolu demokrasi ve laiklik ilkesine dört elle sarılarak bütün dinleri eleştirenler aydınlara özgürlük, güvence sağlamakla olacaktır.
Ne var ki bu cinayetleri önlemek için çalıp-çabalayanların kimi öldürülüyor, kimi yurt dışına kaçırılıyor… Yakın tarihimiz bu öldürmelerle doludur. Halen yurt dışında bu tür düşüncelerini açıkladıkları için üç-dört kişi bulunmaktadır.
Biliyorum, İslam dünyasında bu tür yazılar yazmak, ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARTMAKTIR. Ama ben sorumluluk duygum gereği gerçekleri açıklamayı görev biliyorum… Benim korkum gerçekleri söylememektir ki din de gerçekleri gizleyenlere Kâfir denir. İsterseniz İslamsal sözlüklere bakınız.
Ben gerçekleri gizlemekten korkarım… Ben de insanım, niçin korkusuz olayım.. Korkmayan bir canlı mı var… Bitkiler, hayvanlar bile korkar… Ama kötülük yapacaklar diye gerçekleri söylemeyelim mi? Aynı ağlayarak gelin giden kız gibi? Nasıl gelin giden kız, hem ağlar hem de gider… Biz de hem korkar hem de söyleriz…
Eşek değiliz ya gözümüzün önünde bu kadar düşünceleri nedeniyle katledilmiş Atatürkçü laik aydınlar var… Örneğin: Muammer Aksoylar, Bahriye Üçoklar, Turan Dursunlar, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar… Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için yurt dışında yaşayanlar: Prof. Dr. İlhan Arsel, Arif Tekin, Abdullah Rıza Ergüven…
Biliyoruz bunların sıfatı galebeleri yani üstün nitelikleri öldürmek. Bunlar öylesine bağnaz insanlardır ki öldürdükleri takdirde “Allah’a hizmet arz ettiklerini ve de ödül olarak cennete gideceklerini” sanırlar…
Bunların kurda varanlarından olan 1960’larda “Katlimizin vacip olduğuna ve de namazımızın kılınmamasına karar vermişlerdir!” Bu konuda Ülkücüye Notlar’ın yazarı Necdet Sevinç ile O’nun mürşidi Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın geniş bilgileri vardır. İsteyenler beni bu bitirim ikiliden sorabilirler… Her ikisi de Gaziantep Emniyetine ajanlık ve muhbirlik yapmış kişilerdir ve benim 72 yıllık yaşamımı burnumdan getirmişler ve yaşamı bana zehir etmişlerdir…
Şunu da haber vereyim ki taa Almanyalardan faksla ölüm tehdidi almaktayım… Bana yapılan tehdit Kuran’daki şu tümceye dayandırılmaktadır: “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklarının kesilmesi ya da yerinden sürüklenmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azap vardır.” (K. Maide, 5/33)
Bana yapılan bu tehditle ilgili kovuşturma ve soruşturma Ank. DGM Savcılığınca yapılmaktadır… (Dosya No: Hz. 1997/465) İslam’da öldürme yokmuş ta bana bu tehdit niçin yapılmış? Kahramanmaraş, Çorum, Malatya katliamını kimler niçin yapmıştır? Madımak otelini kimler yakmıştır? Tekbir getirerek bu katliamları yapanlara “Onlar Müslüman değildir!” diyebilir misiniz? Onlar Müslüman değilse dönemin Adalet Bakanı onları cezaevinde niçin ziyarete gitmiştir? Bütün bu yazdıklarıma karşın yine de “İslam’da öldürme yoktur!” diyebilecek misiniz?..
Deve kuşu gibi başımızı kuma gömmeyelim. Gerçeği görelim. Önlemini alalım, politikacılara, özellikle meclisteki politikacıların oyalama taktiklerine aldanmayalım. “YAŞANAN BİRİNCİ ve YAKIN TEHLİKEYİ” (Gnel Kurmay Bildirisinden…) görelim. Oysa Hizbullahçılar, İBDA-C’ler, diğer irticai örgütler yukarıda belirttiğim ayet ve hadisler gereğince “İslamda öldürme vardır” diyerek öldürmeye devam etmektedirler ve edeceklerdir!… Öyle ki Hizbullah gibi şeriat örgütü İBDA-C’nin yayın organı olan haftalık dergilerde: “İslam’da öldürme yoktur!” diyenleri “kafir” ilan ediliyor. İsterseniz yayın organlarına bakabilirsiniz.
Bu nedenlerle şunu da önemle belirteyim ki Şeriat devletini kurunca da ilkin siz “islamda öldürme yoktur” diyenleri öldüreceklerdir. Asıl önemlisi Hizbullahçılar şimdi Çeçenistan’dadır. Çeçenistan’dan sonra sıra bize gelecektir….
Ey “İSLAMDA ÖLDÜRME YOKTUR!” diyenler hala ve hala İSLAMDA ÖLDÜRME YOKTUR diyebilecek misiniz?
+
Not: Bu yazı 2 Şubat 2000 tarihinde yazılmıştır. Daha ortalıkta ne Afganistan, ne Taliban ve ne de Usame Bin Ladin olayları vardır. O günlerde yazılan bu yazı Sitemiz için yazılırken çok az değişiklik yapılarak güncelleştirilmiştir.
Av. Hayri BALTA. 2 Şubat 2006
X
BİR ELDE PUSAT, BİR ELDE KİTAP / BUNLAR KİME EYLER ACEP HİTAP
Ey beni İslam’a hakaretle suçlayan yobaz; sana ne desem az…
Bak Almanya’daki Federe İslam Devletini kuran Cemalettin Kaplan’la halifesi oğlu Metin Kaplan…
Bu Metin Kaplan hasmını öldürtmekten hapis yatan… Acaba kimdir İslam tarihinde hasmını öldürterek ortadan kaldıran… (Örneğin Eşrefoğlu Ka’b’ı… Merak edenler: Buhâri, Cihat/58/1,Rehn/3, Tecrid, hadis no:1578; Müslim, Cihad/119, hadis no:1801; Ebu Davûd, cihad/169, hadis no: 2768). Gibi gerçek (sahih) hadis kitaplarına bakabilirler. Umarım yine bana cahiller, İslam’a hakaret ediyorsun demezler…
Biliyorsunuz bu gün Irak’ta İslamî direnişler, Tevhit ve Cihat örgütleri kâfir Müslim demeden boğaz kesiyor. Çok güzel bir şey yapıyorlarmış gibi bu yaptıklarını da Internet sitelerinde ve Televizyonlarda gösteriyorlar.
Acaba hiç düşündünüz mü bunlar bu boğaz kesmenin referansını nereden alıyorlar? Öyleyse şu ayetlere bakın. Ama yine sizler Kuran’a karşın “İslam’da bu yok! Sen İslam’a hakaret ediyorsun!” diye işkenbe-i kübradan atın.
“Ben inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın. Bu, onların Allah’a ve peygamberine karşı koymalarındandır. Kim Allah’a ve peygamberine karşı koyarsa, bilsin ki Allah’ın cezâsı şiddetlidir.” (Kuran, Enfâl/12-13. Ayrıca Muhammed/4’e) bakın… Muhammed suresinin bir adı da Kitâl (Öldürmek)’dir unutmayın… Hadi hadi durmayın, HB İslâm’a hakaret ediyor diye birbirinize destek çıkın…
Bir de Kerbela vakası var. İslam’da kafa kesmek başlangıcından beri var. İslam Peygamberinin torunlarının kafası kesilirken Allah dedikleri sevgili Peygamberinin torunlarını kurtarmaktan kaçar… Hadi hadi durmayın HB İslam’a hakaret ediyor deyin.
Bir de şu var. Arap şairleri halifelere kasidelerini okurken bir elinde kılıç tutar; diğer elindeki şiirle de Halifeye yalakalık yapar. Kasidesini bitirirken de “Söylediklerime inanmayanları inandırmak için de elimdeki kılıç var…” diye atar tutar.
İslam’da çok söylenen bir hadis veya deyim var. Bilen de bilmeyen de bu hadisi tekrarlar: “Cennet kılıçların gölgesi altındadır.” Bu sözün ne demek olduğunu arif olanlar anlar. Cahiller ise bu sözlerin ne demek olduğunu anlamaz, kulağının üstüne yatar…
Açıklayalım bu hadisi veya deyimi şimdi: “Kim ki Hak din olarak İslam’ı kabul etmez; onu kılıç paklar…”
Erinmezseniz bir de Suudi Arabistan’ın bayrağına bakın. Göremezseniz eğer bir de gözlük takın. Arap’ça yazıyı okuyamıyorsanız bir bilene danışın. Suudi Arabistan bayrağının altındaki kılıca dikkat. Eşref-i mahlukat diye yarattığımın boynunu vurun, parmaklarını doğrayın der mi Hilkat…
Şimdi bile Suudi Arabistan’da idam mahkûmlarının kafası kılıçla kesilir. İnfaz sahnesi kan görmeye alışmış binlercesi tarafından zevkle izlenir.
Ey beni İslam’a hakaretle suçlayan laik hormonlu yobazlar. Ey beni İslam’a hakaretle suçlayan şeriat hormonlu bağnazlar. Ey iki tarafı da kazanmaya çalışan aymazlar. Aklı başında olanlar kendilerine ayna olana kızmazlar…
Sizler bu kafada oldukça çağın dışında kalacaksınız. Eller ay’a gidecek siz yaya kalacaksınız. Belanızı benden değil Allah’tan bulacaksınız. Allah dedikleri intikamını abd ile abd’dan alır. Amerika’yı, İngiltere’yi kullanarak başınıza bomba yağdırır. HB sizleri akla, bilime uymaya ve de gerçekçi olmaya çağırır…
Ey beni İslam’a Hakaret eden biri olarak gösteren bedbahtlar; ben kafir-müşrik, Müslim diye ayıran biri olamam. Benim gibi inanıp, düşünüp davranmayan bir insanın canına kıyamam. Ben bu kadar gaddar olamam. Ben nasıl düşünürse düşünsün, nasıl inanırsa inansın, nasıl yaşarsa yaşasın karışamam. Ben güzelim insanlara hiç mi hiç kıyamam…
Şeyh Bedrettin, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş gibi kâfir-müslim ayırmayan, 72 milleti kardeş sayan; eline, diline, beline sahip olan Müslümanlıktan yanayım… Bunların yarattığı Allah’a da, insan sevgisine dayanan dinine kurban olayım…
Ey benim sevgili yobazlarım, yobazları kazanmak için çabalayanlarım, başkaları taş atarken bana gül atanlarım, bir de yobazlara yağ yakan aymazlarım… Sizlere ne söylesem azdır.
Gerçekleri söylemezseniz, eleştirilmesi gerekeni eleştirmezseniz doğru yolu bulamazsınız… İnsanları karanlıkta bırakmaya devam edersiniz Hak yoldan saparsınız…
Gerçekten sizler kulakları olduğu halde duymayanlardan mısınız? Gözleri olduğu halde görmeyenlerden misiniz? Gerçekleri görmek istemezseniz HB sizlere ne desin?
HB, 25.9.2004
X
+
İSLAM KÖLELİĞİ KALDIRDI MI?

Dikkat edilirse yazılarımın köşe başlığı. “TABULARA, TALANA,YALANA BALTA”dır…
Tabuları, talanı, yalanı görünce tepki göstermeden duramıyorum. Alın size tabulaştırılmış bir yalan daha…
Önce Akit gazetesinde çıkan şu yazıyı gelin hep birlikte okuyalım: “…Biz biliyoruz ki, kölelik İslamiyet’ten önce varmış. İslâm dini gelince kölelik kalkmış. İlk kaldıran da Hz. Muhammed (sav.) Efendimiz olmuştur. Kendi kölesini serbest bırakmıştır. Durum buyken, Kur’an’ın hangi ayetinde ve hadisi şerifte, kölelik teşvik ediliyormuş? Bu zavallı adamlar ne yapmak istiyor?…” (Akit. 17 Şubat 2001. Mehmet Nar/Yalova. Sizin Sesiniz köşesi. s. 18).
26 Kasım 2001 Pazartesi günü de Star TV’de Sabahattin Önkibar’ın sunduğu “Alternatif” programında “Din ve Laiklik” konusunda bir tartışma yapıldı. Tartışmaya: Doğu Perinçek, Nazı Ilıcak ve İsmail Nacar katıldı. Tartışmanın konusu kölelikti…
Doğu Perinçek’in: “İslam, köleliği kaldırmamıştır.” sözlerine karşı, İsmail Nacar atılarak: “Yalan söylüyorsun. İslam’da kölelik yoktur. Tersine İslam köleliği kaldırmıştır…” deyince tartışma kızıştı.
Doğu Perinçek: “Kuran’da var. İşte Kuran, okuyacağım…” deyince İsmail Nacar: “Oku bakalım! Yalan söylüyorsunuz. Milletin kutsal dini ile uğraşmaktan usanmadınız. Bu millete ve dinine hakaret etmeyi bir marifet sanıyorsunuz…” gibisinden sözler söyledi.
İşte bu tartışmalar üzerine “İslam Köleliği Kaldırdı mı?” konusuna değinmek gereğini duydum. Bildiğim kadarıyla İslam köleliği kaldırmamış, tersine onaylamış ve yasallaştırmıştır… Ancak şu gerçeği de belirtmemek Hak’ka saygısızlık olur. O da İslamiyet kölelere iyi davranılması koşulunu da getirmiştir.
İslam’da köleliğin olup olmadığını incelemek için önce şu olay üzerinde duralım. 2. Halife Ömer’in Kudüs’e girişini inceleyelim. Halk arasında çok anlatılan bu öykü şöyle. “Kudüs, İslam ordularınca fethedilmiş. Ömer ordularının başında, atının üzerinde Kudüs’e giriyor. Yerli halk Ömer’i karşılamak için sokaklara dökülüyor. Atın üzerindekini Ömer sanarak alkışlıyorlar. Bunun üzerine komutanlar açıklama yapıyor: “Atın üzerindeki Ömer değildir; Ömer, atın yanında yürüyendir. Atın üzerindeki Ömer’in kölesidir…” deyince Kudüs halkı İslam’ın ve dolayısıyla Ömer’in adaletine ve İslam’daki özgür ile köle arasındaki eşitliğe hayran oluyor…
Ömer’in adaletine ve İslam’ın eşitliğine örnek olarak sunulan bu öyküye göre; Ömer; kendisinin at üzerinde, kölenin de yaya olarak yürümesini İslam adaletine aykırı bulduğu için nöbetleşe ata binmişler ve biniş sırası Kudüs’e girerken köleye geldiği için Kudüs’e böyle girilmiş. Halk da atın üstündekini Ömer sanmış, alkışlamış…
Görüldüğü gibi İslam’ın ve Ömer’in adaletini açıklayalım derken İslam’da kölelik kurumunun var olduğunu açıkladıklarının ayrımında değiller… Bu öykü; belki uydurmadır, belki gerçektir. Ama ne olursa olsun bu olay 2. Halife Ömer zamanında köleliğin varlığına ve köleliğin kaldırılmadığına güzel bir örnektir.
Şimdi şeriatçlar: “Bu fıkra halk tarafından uydurulmuştur, aslı yoktur” diyebilir. Çünkü onlar İslam’ın hiçbir şekilde eleştirilmesini kabul etmiyorlar. Onlara göre: Kuran-da yok yok!.. Bilimsel buluşlar, keşifler, yerçekimi yasası, suyun kaldırma kuvvetinden ceninin ana karnında geçirdiği aşamalar, televizyondan radyoya, trenden uçağa, bilgisayardan uzay teknolojine değin ne varsa hepsi Kuran’da var. Oysa Kuran’da bu konularda ayet yok. Olsaydı, Kuran’ı ezbere bilen hafızlarla İslam alimleri bütün buluşları Batılılardan çok önce bulup İslam cemaatinin yararına sunarlardı. Öyle ki Müslümanlığı kabul etmeyenlerin buldukları teknik buluşlara verek paralarını kaptırmazlardı.
Kuran ne bir fizik, ne de bir kimya kitabıdır… Kuran bir ahlak ve edep kitabıdır ve insanın nefsini terbiye etmesinin önemine değinir ve yollarını gösterir. Nefsine hakim olanın Allah’a ulaşacağını anlatmaya çalışır. “Kendini bilenin Rabbini bileceğini” söyler. Buradan anlıyoruz ki İslam dininin asıl amacı: İnsanın kendini tanıması, olgun bir insan olması ve huzur içinde mutlu olarak yaşamasıdır. Bu demektir ki Müslüman; başkalarının eksiklerini göreceğine önce kendi eksiklerini gidermelidir.
İslam’ın gerektiği şekilde anlaşılmamasının bir nedeni de İslam’da eleştiri olmamasıdır. Oysa eleştiri olmadan gerçek bulunmaz. Bu konuda yapılan eleştiriyi öğrenmek isterseniz bu ay yayınlanan Bilim ve Ütopya adlı dergiyi (2001 Kasım) muhakkak alınız. Dergi piyasada satılmaktadır ve “Din tele voleleri, ‘Bilinçli Tasarım’cılar vs. POSTMODERN İSLAMCILIK” adlı çok güzel ve bilimsel olan yazıyı okuyunuz…
Şimdi sözü uzatmadan İslam kaynaklarına bakalım. Ancak yazıyı uzatmamak için her kaynaktan birer örnek sunuyorum:
I- “Mâlik olduğunuz kölelerle câriyeleriniz hakkında Allah’tan korkun. Onlara yediğinizden yedirin. Güçlerinin yetmeyeceği işleri onlara teklif etmeyin. Sevdiğiniz köleleri saklayın, hoşunuza gitmeyenleri satın. Allah’ın yarattıklarına eziyet etmeyin. Allahü Teâlâ’nın sizi onlara malik kıldığını unutmayın. Allah dileseydi, onları size mâlik kılardı.”
Dipnot bölümünde şu açıklama yapılıyor: (789): “Bu hâdis, birkaç hadisten toplanmıştır. Ebû Davud; bir kısmını Buhari ile Müslim Ebû Zer’den, diğer kısmını sahih sened ile rivayet etmişlerdir.” (“Hüccetül-İslâm. İhyâu ‘Ulûmid’d-Dîn” Bedir Yayınevi. Tercüme eden: Ahmed Serdaroğlu. Diyânet İşleri Başkanlığı Müfettişi. 1985. Cilt. 2. s. 556)
Bu Hadisteki şu iki tümceye dikkatinizi çekerim: “Sevdiğinizi saklayın, hoşunuza gitmeyeni satın.” demek ki İslam Peygamberi köle alış-verişine (ticaretine) izin veriyor. Müminler köle, cariye alıp satabiliyorlar… Öyle ki İslam Peygamberinin de köle ticareti yaptığı ve 40 tane kölesi olduğunu hadis kitapları yazmaktadır. İnanmayanlar İlhan Arsel’in “Şeriat ve Kadın” adlı kitaba bakmalıdır.
“Allah-ü Telâ’nın sizi onlara malik kıldığını unutmayın. Allah dileseydi, onları size mâlik kılardı.” dendiğine göre de; kölelik kurumu, Allah’ın bir takdiri olarak kabul ediliyor ve bu nedenle yasallaştırılıyor?..
Bu Hadis’te, olumlu olanı, kölelere iyi davranılması ve kaldıramayacağı yükü yüklememeli sözcüğüdür. Ama unutmayalım bir köy muhtarı bile eşeğinden verim alabilmek için onu beslemek ve kaldıramayacağı yükü yüklememek zorundadır…
II- “Köle satın alın, onlara rızklarında ortak olun. Sakın zenci köle almayın, çünkü onların ömürleri kısa, rızkları ise az olur.” (Taberânî, Mu’cemu’l Kebir ve’l-Evsaf’ta zayıf bir senetle.) (Büyük Hadis Külliyatı. Cem’ul-fevâid. RÛDÂNÎ. 2 Kaynak yayını. Cilt: 2. s. 385)
Yukarıdaki hadis sahih; bu ise zayıf… Hangisine inanalım… Aslında bu da sahihtir. Ama; kölelerin rızklarına ortak olmayı, zenci kölelerinin ömürlerinin kısa ve rızklarının az olmasını İslam’a yakıştıramadıklarından olsa gerek kabul etmeye yanaşmamaktadırlar…
Ne var ki bütün dünyada kölelik kurumu en son İslam ülkelerinde; o da kâfirlerin baskısı sonucu, ancak elli yıl önce kaldırılabilmiştir. Bu gün bile Afrika’nın kimi Müslüman ülkelerinde kölelik uygulaması vardır… (Bakınız: Meydan Larousse Ansiklopedisi).
Ne ise konuyu dağıtmadan asıl konumuza dönelim. İslamcıların sık sık başvurdukları bir savunma daha var. “İslam köleyi azat etme geleneği geliştirmiştir” derler. Oysa köleliği azat etme kurumu eski uygarlıklarda da vardır. Yunan ve Roma tarihlerine bakılırsa köle azat edenlerin daha çok olduğu görülür. Onlarda köle azat edilince gerçekten özgür (hür) olur. Ne var ki İslam’da kölenin azat edilmekle sahibinin (kendisini azat edenin) velayetinden kurtulamadığını görülür…
Okuyalım: “Kim kendisini âzât edenlerin veliliğinden başkasının velâyetini tanırsa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah ondan ne farz, ne de nâfile ibadet kabul etmez” (EL’LÜ’LÜÜ VEL MERCÂN ÎMÂM-Î BUHÂRİ ve MÜSLİM’İN İTTİFAK ETTİKLERİ HADİSLER. Muhammed Fuâd Abdül Bâki.Sebat. 1984. Cilt: 2. s. 194)
Yanlış anlamıyorsam köle azat edilmekle kurtulmuyor; azat edilen köle sahibinin köleliğinden kurtuluyor ama, velayeti altında kalıyor. Yani bir çocuk gibi… Kaldı ki İslam’da köle azat etmek “Kıyamet alameti” olarak görülür. (Bakınız: Şeriat ve Kölelik, İlhan Arsel. s. 71).)
Şimdi de İslam Peygamberinin ne kadar kölesi olduğuna bakalım: “Resûl-i Ekrem’in altmış kadar kölesi ve yirmi kadar câriyesi olduğu halde irtihâl-i Peygamberî (ölümü) sırasında hiç birinin bulunmaması, bunlardan bir kısmının Resûl-i Ekrem’den önce vefât etmiş, bir kısmını da âzât edilmiş olmasındandır.” (4. SAHÎH-İ BUHARÎ MUHTASARI TECRÎD-Î SARÎH TERCEMESİ VE ŞERHİ. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. 8. Cilt. 8. baskı. 1987. s. 206)
20 kadın köle (cariye), 60 erkek köle. Tam 80 tane köle… İnanılacak gibi değil. Ama gerçektir. “Tanrı elçisinin eşlerine, kendisinden sonra da yaşayan ve kendisi sağken ölenlere, boşadığı kadınlara ve boşamasının sebebine dair haberler, bölümünde 27-28 kadar kadını olduğu anlatılmaktadır. (Milletler ve Hükümdarlar Tarihi. Taberî. MEB Şark-İslâm Klasikleri. İ992. Cilt. V. S. 834-849)
Her birinin hizmetine bir cariye verilse bile, 20 cariye yetmez bile. Bilindiği gibi İslam Peygamberinin Fedek Hurmalığı, Hayber ve Kurayza arazileri, Ureyne köyleri ki bu taşınmazların çok, çok büyük olduğu söylenir. (Şeriat ve Kölelik. İlhan Arsel. Kaynak yayınları. 1. Baskı. 1997. s. 30)
Bu arazilerde kimler çalışacak? 60 köle az bile… Hadislerden alıntıyı bitirmeden önce son bir gerçeğe daha değinelim. Her ne kadar İslam’ın köleleri azat ettiği ileri sürülürse de; İslamiyet köle azatlamayı olumsuz bir davranış olarak niteler:
“A) Muhammed, Meymune’nin Köle Azatlamasını Olumsuz Bir Davranış Olarak Tanımlar: ‘Azâd edecek yerde dayılarına hediye etseydin ecrin (Ahiret Mükâfatın) daha büyük olurdu’ der.” (Şeriat ve Kölelik. İlhan Arsel. Kaynak yayınları. 1. Baskı. 1997. s. 64)
Bütün bu saydıklarıma aklını imana kurban etmiş İslamcılar: “Bunlar hadistir. Uydurma olabilir…” diyebilir. Öyle ise bir örnek de Kuran-dan verelim:
“Allah hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarf eden kimseyi misâl gösterir :Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe lâyık olan Allah’tır, fakat çoğu bilmezler.” (K.16/75. Diyanetin…).
Tümcelerin (âyetlerin) söyleniş nedeni (Nüzul Sebepleri) açıklayan kitaplara göre, şöyle: İslam peygamberi, müşriklere sesleniyor: “Putları Allah’a ortak koşarak; onları Allah’la aynı düzeyde (seviyede) görüyorsunuz. Oysa sizler kölenizle kendinizi eşit görüyor musunuz. Nasıl kölelerle sizler eşit değilseniz; putlarla Allah da eşit olamaz. İyisi mi aklınızı başınıza toplayın…”
Tümceden açıkça görüleceği gibi köle ile özgür kişi bir tutulmuyor. Burada da kölelik takdir-i ilâhi olarak gösteriliyor ve yasallaştırılıyor (meşrulaştırılıyor)…
Hadisleri kabul etmeyebilirsiniz ama Kuran’ı da kabul etmezseniz dinden imandan çıkmış sayılırsınız. İslam’da köleliğin kaldırılmış olup olmadığını öğrenmek istiyorsanız Kuran-da kölelik hakkındaki şu tümcelere (âyetlere) bakınız: 2/177,221; 3/35; 4/24, 25, 39, 69, 92; 5/89; 9/60; l6/70,71, 75, 76; 30/28.
Şimdi Kuran’a da uydurma diyemezsiniz ya!.. Bir dünya görüşünün temel kuralı gerçeklere saygılı olmak ve gerçekleri dile getirmektir. Müslümanlığın aslı (esası) gerçeğe teslim olmak olduğuna göre İslam’da kölelik yoktur demek Allah’a (gerçeğe) ortak (şirk) koymuş olarak da dinden çıkmış olursunuz.
Yapılacak iş yalan değil gerçeği sahiplenmektir. İslam, gerçeğe sahip çıktığı takdirde yücelebilir, yalana sarılmakla değil. Yalana sahip çıkmakla İslam’ı yaşatamayız… Çünkü Kuran ve Hadis kitapları inanmaya yanaşmayanları yalanlamaktadır. Siz bakmayın “İslam’da kölelik yoktur” diyerek sözde İslam’ı yüceltmeye kalkanlara. Bunlar her şeyden önce gerçeğe (Allah’a) karşı çıkmaktadırlar.
Aldatmaya, dayatmaya, yalana dayanan hiçbir dünya görüşü yaşayamaz… Gerçeği yadsımak (inkâr) ise gerçeği (Allah’ı) tepelemek demektir. Biz bu konuya niçin değindik: Yalana karşı olduğumuz için. Yoksa kimsenin inancına karıştığımız yok.
Bizim dayanamadığımız husus gözünün içine baka baka halkımızın ve bize yalan söylenmesidir. Ama bunlar milletin gözünün içine baka baka yalan söylemeyi Tanrı’ya ve Din’e hizmet sanıyorlar. Bir de İsmail Nacar’ın yaptığı gibi gerçeği söyleyeni milletin dinine, imanına saldırmakla suçluyorlar.
İslam’da kölelik vardır, diyenler “millete ihanetle, dine saldırmakla suçlanırsa” gerçekleri açıklamak bir aydının birincil görevidir…
İslam’daki kölelik konusunu çok geniş olarak ve ayrıntıları ile öğrenmek isterseniz. “İlhan Arsel’in Şeriat ve Kölelik” adlı kitabına bakınız. Kaynak yayınları arasında satılmakta olup 96 sayfalık küçük ve ucuz bir kitaptır. Bir okuyuşta bitirilir.
Siz, “araştırmacı” olarak ortaya çıkarak: İslam’da kölelik vardır. İslam köleliği kaldırmamıştır…” diyenleri: “Din düşmanı, Millet düşmanı…” diye suçlamaya kalkarsanız; karşınıza işte böyle Kuran’la, Hadis’le ve diğer kaynaklarla İslam’da kölelik de, cariyelik de vardır, diyerek karşı çıkarlar…
İslam’a kötülük yapanlar asıl bu bilgisizlerdir (cahillerdir)… Şeriatçılar, eğer bizlere kızıyorlarsa; İslam kaynaklarından alıntı yapan bizlere değil; İslam Kaynaklarını yüzlerce yıl önce yazanlara kızsınlar…
Şimdi ben bu yalan söyleyerek halkı aldatanlara ne söyleyebilirim. İyisi mi onlara Kuran’ın dili ile sesleneyim: “Yalancılığı itiyat edenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canları çıksın!” (Diy. K. 51/10-11)
Ya işte böyle siz yalanlarınızla halkı aldatır mısınız? Ben de Kuran dili ile size böyle derim:
“Ey Muhammed! De ki: ‘Bilenlerle bilmeyen bir olur mu?’ Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Diy. K. 39/9)
Av. Hayri Balta, 18.4.2006
X
TÜRKLERİN MÜSLÜMANLAŞTIRILMASI

İlkokulu 1939 – 1945 tarihlerinde laik eğitimin en yoğun öğretildiği dönemde ilkokulu okudum. 4. ve 5. sınıfta okuduğumuz tarih kitaplarında bizlere; “Türklerin kendi istekleri ile Müslümanlığı seçtikleri…” okutulmuştu. Ne var ki sonradan okuduğumuz kitaplarda; gerçeğin hiç de tarih kitaplarında bizlere anlatıldığı gibi olmadığını gördük. Anlayacağınız laik devletimiz bile bize şeriat propagandası yapmıştı…
Aşağıdaki Taberi ve Zekeriya Kitapçı’nın kitaplarından derlenen bir makaleyi sunuyorum. Bu yazarlar İslam tarihçisi ve yazarıdır. Bu iki kitaptan ve daha başka kaynaklardan yararlanarak hazırlanan bir kitap daha vardır ki o da Dr. Sabri Gündüz tarafından yazılmıştır. Adı: “İSLÂMLIK – TÜRKLÜK ve BUNLARIN MÜNASEBETLERİNDEN MÜLHEM İNTİKÂDİ NOTLAR. İstanbul, Kenan basımevi-1943”
Kimileri Cumhuriyet ilkelerinin şeriat karşıtı olduğunun ayrımında değildir. Cumhuriyetin; İslam şeriatının maddi ve manevi temelini yıkarak kurulduğunu ve Cumhuriyetin ne anlama geldiğini bilmemektedir.. Şeriatın maddi temeli saltanat; manevi temeli ise, Hilafettir. Laik Devletimiz ise şeriatın maddi temelini değilse bile manevi temelini finanse etmektedir. Manevi temeli finanse edilen şeriat ise maddi temeli olan saltanatı ve hilafeti yeniden getirecektir.
Ömer Malik’in derleyip İslam Pencereleri adlı sitesinde yayınladığı “Türklerin Müslümanlaştırılması” adlı makalesini; şeriatın manevi temellerini finanse ederek laik devleti koruduklarını söyleyenler için Siteme alıyorum.
Biliyorum ki şeriatçılar akıllarını imana kurban etmişlerdir. Bu Araplaşmış Türklere ne desem boştur. Onların Arapçılığı Türklüklerinin daha güçlüdür…
Aşağıdaki yazımız aklını imana kurban etmemiş, sağduyusunu yitirmemiş, basireti bağlanmamış olan Cumhuriyetçiler yanında şeriatın manevi temelini finanse eden laik devlet yanlıları için Siteme alıyorum. Bunlar “İslamiyet sulh ve selamet dinir!” ve de “Türkler seve seve İslam’a koşmuşlardır” diyerek Cumhuriyet yasalarının yasakladığı şeriatın propagandası yapmaktadırlar ki Atatürk’ün devrimlerine, ilkelerine, ülkülerine en büyük zararı bunlar vermektedir….
hayri@bilgebalta.com – 14.6.2006
+
TÜRKLERİN MÜSLÜMANLAŞTIRILMASI

Aşağıdaki Yazı aynı zamanda bu adresteki Site’de yayınlanmaktadır

http://www.geocities.com/islampencereleri/

Sitenin Kurucusu
ÖMER MALİKTİR
Giderek daha çok siyasete bulaştırılmak istenen İslam, ilk olarak Türklere ne şekilde ve hangi şartlarda gelmiştir pek bilinmez, sanki bilinmesi de pek istenmez. Ancak, bir çoğumuzun bilmediği, yada bilmek istemediği bu tarih, en çok bilmemiz gereken konuların başında gelmektedir..
Aşağıdaki doküman tamamen İslam kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslam tarihçi ve yazarlardan düzenlenerek hazırlanmıştır.
Türklerin ilk Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670’li tarihlere dayanan bilgiler maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş,, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740’lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir.
İslam’ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670’lerden başlayarak 740’lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini; bu kısa tarihi öğrenince, biraz daha anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım..
MÜSLÜMAN ARAPLARIN TÜRKLERE İLK SALDIRILARI
Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi ipek yolu üzerindedir.. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşerek deri imal ediyor ve pamuktan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı..
Bu üretimlerinin yanı sıra Altın madenleri çalıştırıyorlardı.. Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir..
Bu zenginlik öteden beri Talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.. Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslam’ı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.. Ancak daha sonraları Muaviye tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamıyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu..
BUHARA’NIN TALAN EDİLMESİ
Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır.
Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım isterse de bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlerse de tam anlamıyla talan ederler..
Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır.. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır..
Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir.. (Bu sayı kimi tarihçilere göre 50 kimine göre de 80’ dır… )
Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir..
Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü…. (Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir…)
Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır; fakat, püskürtülerek geri çekilirler..
Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.. Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler.. Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır.. (Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir..)
HACCAC VE RUTBİL
İslam’da ilk asimilasyon 685 yılında Abdülmelik ile başlar.. Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya adı İslam tarihine kan dökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar…
Abdülmelik önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.. Haraç karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan gayri Müslimlerin bütün haklarını geri aldı.. Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı..
Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış oldu.. Haccac ilk olarak Ubeydullah ibni Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb ibni Ebi Sufra’yi da Horasan’a vali yapar..
O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir ve Araplara vergi vermektedir.. Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam olarak teslim olmasını ister..
Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.. Bunun üzerine Ubeydullah Rutbil’in üzerine yürür.. Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına alır..
Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700.000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır.. Buna çok kızan Haccac 40000 kişilik büyük bir ordu toparlayarak, Abdurrahman ibn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir..
Rutbil’i yenemeyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır.. Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac, Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri kalanları da Basra’ya kadar sürer.
Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e sığınır.. Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.. Vermediği taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini, verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler..
Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa girmesini istemeyen Rutbil, 7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.. Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata yaptığını daha sonra anlayacaktır..
Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir ordu düzenleyerek 699 yılında Muhelleb bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine gönderir.. Hocente, Kes, Sogd ve Nesef’i ele geçirirsede Türkler direnirler..
Horasan valiliğine Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.. Yezid ibni Muhelleb’de Türk şehirlerini talan eder. Yezid’in savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında satarlar..
Bu tarihlerde, Araplar Türklerin yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan ettilerse de kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar, elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türlere geri vermek zorunda kalmışlardı..
KUTEYBE İBNİ MÜSLİM
705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer.. Ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur..
Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir. Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur.. Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar..
Merv’de askerleri toplayarak, “Allah kendi dininin aziz olmasi için size bu toprakları helal kıldı!” der.. Sanki:
“Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın…” (K. 2/193) yada
“Din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (K. “8/39) ayetlerini savaşçılarına hatırlatarak Arap ordusunu Türklerin üzerine sürer..
Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır.. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler.. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar.. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar..
Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar. Baykent’de karışıklıklar başlar.. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek ne kadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür.. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..
Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur.. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler..
Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir.. Muhafız birlikleri oluşturulur.. Valilikten vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplar’dan oluşturulur..
Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır.. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir..
Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır.. Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır.. Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına..
BUHARA’NIN TEKRAR KUŞATILMASI VE İLK TÜRK KATLİAMI
Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer..
Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner..
Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka alması için Kuteybe’ye emir verir.. Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar..
Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler.. Direnen bütün Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler..
Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar..
Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünseler de bu dini kabul etmek istemezler..
Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslam kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir.. Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslam kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar.. (Bugün, bazı İslam yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam’ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkça ifade ederler.. Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur..)
Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halktan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar.. Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar.. Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür..
Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200.000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10.000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar..
Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İşte “Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın…” (K. 2/193) yada “Din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” (K. “8/39) diyen ayetler Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..
Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi/50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarını da ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar.. Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Gene de Türklerden rağbet görmez. Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslam’ın etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye gidenler olur..
BÜYÜK KATLİAM ( TALKAN KATLİAMI )
Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..
Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir..
İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akıbete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır..
Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptığı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır..
İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir.. Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terk eder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler..
Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur..
Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. Erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar..
Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler..
Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür..
Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar..
Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur.. Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür!”der..
Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.. Kuteybe sanki Kuran’daki ayetleri yerine getirmiştir..
“Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.” (K. 9/123)
Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır..
Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..
Bu olay, Ziya Kitapçı’nın, “İslam Tarihi ve Türkler” adlı kitabında aynen şöyle anlatılır:
Bu harblerden birinde, et-Taberi’nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe’ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harplerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır:
“Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.
Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenler de o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. ( Sayfa 314 )”
Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür.. Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır:
“Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece her şey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı.. Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür.. Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler.. Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..
Bu anlaşmaya göre,
1. Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2. Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3. Şehirde Cami yapılacaktır..
4. Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5. Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..
Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler..
Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler..
Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..
BÜYÜK KATLİAM.. ( CURCAN KATLİAMI )
Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir..
Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..
Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur..
Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10.000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar..
İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler..
Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır..
Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır..
Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehre akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmende un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir..
Katliamdan geriye kalan kız ve kadınların beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanları askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..
Kaynaklar Curcan katliamında, Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..
717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz..
717 yılında Ömer ibni Abdulaziz halife olur.. İki yıl sonra hastalanır yerine, 719 da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır..
721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb ölür.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter…
Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar.. Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsa da başarılı olamaz..
Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer..
Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslam’ı yaymaya çalışın” demiştir..
Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıklarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştır..
Türkler, Arapların istilasına karşı direnişlerini Çin’den yardım isteyerek sürdürürler.. Daha önce Araplarla işbirliği içinde olan Tugsad da, 718 yılında Çin imparatorundan yardım ister.. Çin, Türklere yardım göndermez..
Turgis Kaani Sulu, Bati Göktürk Boylarının başına geçerek, 720 yılında Sogd’daki Türklerin Araplara karşı isyanını desteklemek için bir birlik gönderir.. Sulu’nun, Kur-Sul adındaki komutanı, Seyhun nehrini geçerek, Sogd’a gelir ve oradaki diğer Türklerle birleşerek, Semerkant’a doğru yürür..
Arap Valisi, Said ibni Haris, Türkleri durduramaz ve Semerkant’a çekilir.. Ancak Türkler Semerkant’ı kuşatamazlar.. Bu arada Said ibni Haris yerine 721 yılında Horasan’a Said ibni Harasi atanır.. 722’de Hisam Halife olur, Said ibni Harasi’yi görevden alarak yerine Müslim ibni Said’i atar.. Müslim ilk olarak Afşin’i haraca bağlar.. Seyhun’u geçerek bütün ekinleri ve ağaçları yakarak ilerler.. Bunun üzerine Turgis Hakanı Sulu, Müslim’in üzerine yürür..
Sulu’nun üzerine geldiğini öğrenen Müslim geri çekilmeye başlar.. Seyhun nehri yakınlarında, bir başka Türk birliği tarafından durdurulur.. Bir yandan yukardan Sulu’nun birlikleri ilerlediği için acele eden Müslim, zayiat vermesine rağmen, Seyhun nehrini geçerek Semerkant’a çekilir.. Bu yenilgi üzerine, Müslim görevden alınır, yerine Esed ibni Abdullah atanır..
Esed ilk olarak Hoten şehrini ele geçirerek yağmalar.. Ancak, Turgis Hakanının Müslim’i kovalamasından cesaret alan halk Araplara karşı ayaklanır.. 726 yılında Turgis Hakanı Sulu kararlı bir şekilde Esed’in üzerine yürür.. Huttal’da çarpışırlar.. Esed, Sulu karşısında ağır bir mağlubiyet alır.. Bunun üzerine 727’de Esed’de görevden alınarak yerine Esres ibni Abdullah atanır.. Esres halk üzerinde baskı uygulayarak denetim kurabileceğini düşünürse de başarılı olamaz..
Bir kısım halk Müslüman olduklarını söyleyerek vergi vermek istemezler ve Turgis’lerden yardım isterler. Turgis Hakanı Sulu 728 yılında Buhara’yı zapteder.. Bu arada Esres’in yerine Cüneyt ibn Abdurrahman geçer.. Araplar Semerkant’a çekilir..
Hakan Sulu ve Kur-Sul idaresindeki Turgis kuvvetleri 729 yılında 58 gün süreyle Arapları Kemerce kalesinde kuşatma altında tutarlar.. Açlıktan ölme noktasına gelen Araplar Kemerce’den çıkarak teslim olurlar, yapılan anlaşma gereğince teslim olanlar Debusia’ya gönderilirler..
Daha sonra Hakan Sulu, Semerkant’ı kuşatır.. Semerkant’ın işgal komutanı Savra ibni Hurr, Cüneyd ibni Abdurrahman’dan yardım ister.. Cüneyd yardıma gelmeden Savra ve Hakan Sulu Semerkant yakınlarında savaşırlar.. Araplar savaşı kaybeder, Semerkant’ın Arap Karargah komutanı Savra bu savaşta ölür..
Halife Hisam, Kufe ve Basra’dan 20000 kişilik ek bir kuvveti Cüneyd ibni Abdurrahman’a gönderir.. Hakan Sulu 732’de Buhara’yı terk ederek çekilir.. 734’de Cüneyd ibni Abdurrahman ölür, yerine Asım ibni Abdullah geçer, bir yıl sonra onun da yerine Halid ibni Abdullah geçer..
HAKAN SULU’NUN ÖLÜMÜ VE CUZCAN BEYİNİN İHANETİ
Hakan Sulu, 737 yılında Halid’in üzerine yürür.. Araplar zayiat vererek Ceyhun’un güneyine çekilir.. Türkler Ceyhun nehrini geçerek Arapları Belh’e kadar çekilmeye zorlar, ancak Cuzcan önderi, Arap’larla birleşerek Hakan Sulu’nun ülkesine çekilmesine sebep olur..
Göründüğü kadarı ile eğer Cuzcan önderi Araplarla işbirliği yapmamış olsaydı Hakan Sulu’nun ordusu muhtemelen Arapları Türk topraklarından temizleyecekti.. Hakan Sulu ülkesine döndükten sonra bir zamanlar Araplara karşı beraber savaştığı Kur-Sul tarafından şahsi nedenlerden dolayı öldürülür.. Bu gelişmenin biraz da Çin tarafından tezgahlandığı, ve tarihte Çin’in Türk Beyliklerini birbirine düşürme siyaseti olarak görülür..
Hakan Sulu’nun ölmesi Araplar arasında sevinçle karşılanır.. Öyle ki Horasan Valisi Araplara Hakan’ın öldürülmesinden dolayı şükür orucu tutulmasını ister.. Haberi Halife Hisam’a ulaştırırsa da, Halife bu haberin doğruluğunu anlamak için güvendiği adamlarını yollayarak haberin doğruluğunu öğrenmelerini ister..
Hakan Sulu’nun öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar.. Arapların Türk yurtlarından temizlenmeleri ile ilgili umutları bir anda söner.. Öncelikle Dikhanlar denen yerel egemenlikler Araplara büyük tavizler verirler.. Müslümanlığı kabul eden kişilere büyük ekonomik çıkarlar sağlanır.. Cizye olarak alınan vergilerin miktarları düşürülerek önceki zorlamalara göre çok daha yumuşak bir sömürü politikası uygulanır..
Buraya kadar ki tarihte Türklerin zorla Müslümanlaştırılmalarına hizmet etmiş olan en önemli 2 isim, Arap Komutanı Kuteybe ve Hakan Sulu’nun tam önemli bir darbe indirmek üzereyken kendini Araplara satarak onlarla işbirliği içine giren hain Cuzcan Beyi’dir.. Kur-Sul’da, Turgis Hakanı Sulu’yu şahsi çıkarları uğruna öldürerek ister istemez Arapların korkulu rüyasını ortadan kaldırmış, Müslümanlığın Türk topraklarında daha rahat bir şekilde yayılmasına neden olmuştur..
KUR-SUL’UN ÖLÜMÜ VE TÜRK ORDULARININ DAĞILMASI:
Emevilerin son valisi, Nasır ibni Seyyar’ın valiliğe gelmesi ile birlikte Güney Türkistan’da Arap güçlerinde bir toparlanma başlar. Nasır, Arap hakimiyetinin yumuşak bir politika ile daha kolay bir şekilde yayılabileceği bilinci ile güçlü bir ordu kurarak Türk topraklarına yayılır.
739 yılında Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler.. Ancak, Seyhun nehrini geçmeye çalışırlarsa da, Kur-Sul komutasındaki Türk ordusu tarafından durdurulurlar..
Sayı olarak Kur-Sul’un ordusundan daha kalabalık olmalarına rağmen, nehrin öte tarafına geçmeye cesaret edemezler.. Ancak bu arada Araplar için hiç beklemedikleri bir gelişme olur.. Araplara karşı saldırı düzenlemeyi planlayan ve bu nedenle nehrin etrafında keşif yapan Kur-Sul, Arap askerlerine yakalanır..
Nasır, Kur-Sul’u hemen öldürerek cesedini Türklerin görebileceği şekilde Seyhun nehrinin kenarına astırır.. Bu manzara çok geçmeden Türkler üzerinde beklenen etkiyi yapar ve Türk ordusu zaten sayıca üstün olan Araplar karşısında dağılır.. Taşkent ve Fergana da teslim olur..
Nasır,bundan sonra Arap hakimiyetini daha yumuşak politikalar uygulayarak sürdürür.. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir.. Halk içinden Müslüman olanlara bazı ekonomik ve sosyal çıkarlar sağlanarak, onların kendiliğinden Müslümanlığı seçmeleri teşvik edilir.. İslam’ın taraftar bulabilmesi için, gerek korkutarak, gerek teşvik ederek gereken her türlü tedbiri alınır.. Bu alınan tedbirler yavaş da olsa sonuç verir.. Türk topraklarındaki son Emevi Arap valisi Nasır ibni Seyyar Türklere İslam’ı kabul ettirtmeyi başarmıştır..
Bizi ilgilendiren tarih buraya kadardır.. Bundan bir süre sonra Arap topraklarında, Emevi Hanedanının egemenliği son bulur ve Abbasilerin devri kendini gösterir..
749’da Abbasiler Emevi Hanedanını zorlamaya başlar.. Arap topraklarında başlayan iç savaş, Emevilerin dışarı yayılmaları için gerekli olan kuvvetin bölünmesine yol açar..
Abbasilerle birlikte, Müslümanlaştırılan halklar üzerinde daha uyumlu, onların örf ve ananelerine uyan bir İslam uygulanır.. Emevilerden sonra İslamiyet’in evrensel bir din olduğu şeklinde uygulamalar yapılarak İslam’ın daha geniş kitlelere yayılmasına özen gösterilir.. Bu şekilde önceleri Arap dini olarak kurulan din, giderek daha bir evrensel görünüm kazanır.
Bu arada Araplar arası çatışmalar da giderek şiddetlenir.. Araplar arası kavgada Mevaliler, yani azat edilmiş köleler de belli bir önem kazanırlar.. Bu çatışmaların içinde olan Arap şefleri Mevali’yi kendi taraflarına çekmek isterler.. Ancak, bütün Müslümanları eşit gören İslam karşısında Mevali’nin durumu belirsizdir..
Mevali, eşitliği öngören İslam adına, Arap üstünlüğüne karşı çıkar.. Ali tarafı ve Peygamberin amcası Abbas’ın soyu, Emeviler tarafından kendilerinden hile ve zorbalıkla alınan iktidarlarının asıl sahipleri olarak görünmeleri, beraberinde bir takım siyasal sorunları da başlatır.. Bu arada, sınıfsal farklılıklar ve beraberinde yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak, ezilen sınıf tarafından İslam’ın kendisi değil, Emevi hanedanın iktidarı sorumlu tutulur..
MÜSLÜMAN ARAPLAR TÜRKLERE NEDEN SALDIRMIŞTIR
Genelde, bu tarihi bilen İslam çevreler, Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak, onları İslam’a boyun eğdirmeye zorlamak şeklinde yorumlarlar.. Ancak tek neden bu değildir..
Bu konu da ayrıca Zekeriya Kitapçı’nın Yeni İslam Tarihi ve Türkler adlı Kitabında anlatılmıştır.. Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür.
Değişen Arap Toplumunun Yeni Hayat Anlayışı
a-) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği
Arapları, Orta Asyayı fethe zorlayan bir diğer faktör de harbeden askerlerin kısa zamanda büyük servet ve zenginliklere sahip olmaları idi. Değil daha sonraki devirler, ilk devirlerdeki fetih hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır.
Genellikle Bedevi, çölde yaşayan, fakru zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde yoğrulan Araplar, daha İslam’ın ilk devirlerinde harbeden askerlerin verilen yüksek maaş ve ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir. Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu kabil Arap bedevilerinin o zamanki durumu, bugün Anadolu’nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya’ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatında da meydana gelen baş döndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır.
Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine’ye çok büyük kafileler halinde akın akın gelmeye başlamışlardır. Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani’nin ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.
Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü, Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam etmiş, sadece İran’a değil, Türkistan’ın Buhara, Baykent, Semerkant gibi daha birçok büyük şehirlerine önemli ölçüde Arap aileleri yerleştirilmiştir.
Özellikle Buhara’ya yerleştirilen bu kabil muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de muvaffak da olmuştur.
Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu göçler, bir taraftan İran ve Türkistan’ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.
B-) YAYGIN GEÇİM SIKINTISI
Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistan’ı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır.. Nitekim, el-Mesudi’nin en güzel kitap olarak tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objectif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden Belazuri’nin Fütuhu’l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır. ( Sayfa 299..)
X
TABERİ ANLATIMLARI

Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.
Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)
Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi Müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübalağa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.
Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.
Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler. (Syf-344)
Kuteybe dedi: – Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler. (Syf-347) Kuteybe deve palanı demek olur. (Syf-351)
Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip Semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı Semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve lüzumu kadar harp aleti verip, Abdullah’a dedi: Kafirlerden hiç kimseyi Semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o balçığın üzerine mühür vur. (Syf-353)
KUTEYBE’NİN HAVARİZEM ŞEHRİNE GİTMESİ HABERİ
Havarizem melikinin adı Çaygan idi. Ondan küçük Havarizad adlı bir kardeşi vardı. Çaygan’ın üzerine galebe etmiş idi ve onun bütün işini tutmuş idi. İşitse ki Çaygan’ın eline güzel bir cariye girmiş, yahut bir nefis bir kumaş almış derhal adam gönderip aldırırdı.
Yine işitse ki bir kişinin güzel kızı var yahut güzel bir avreti var derhal mecal vermez, çekip alırdı.Hiç kimse men edemezdi. Ve Çaygan’a ondan şikayet etseler ben ona bir şey diyemem, derdi. Çaygan da onun elinden bunalmış idi. Bu işi bu şekilde uzatınca Çaygan’ın tahammül etmeye takati kalmadı. El altından Kuteybe’ye adam gönderdi. Havarizem şehirlerinden üç şehrin kilitlerini bile gönderdi.
Ve Kuteybe’ye dedi: Havarizem’e gelip kardeşimi öldürürsen her ne dilersen vereyim, dedi. Lakin bu haberi hiç kimseye bildirmedi. Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca gaza vakti idi. Kuteybe kavmine Segat gazasına varırız diye bildirdi. Çaygan’ın adamını geri gönderdi.
Havarizad’e haber verdiler ki Kuteybe Segad’a gazaya gider. O da gayet sevindi. Ve kavmine bildirdi ki bu yıl cenkten eminsiniz, zira Kuteybe Segad’a gidermiş. Ve bizde iş’e meşgul olalım dedi. Bilmedi ki Kuteybe kendi üzerine gelir.
Bu esnada Kuteybe ansızın bin atlı ile Medinetül Fil ki Havarizemin ulu ve muazzam şehridir. Zira Havarizem ülkesi üç şehirdir. Ondan ulusu yoktur. Kuteybe çıkıp geldi. Havarizem halkı Kuteybe’yi görüp korktular.
Kuteybe doğru Çaygan’ın yanına geldi.Ve Havarizad’a haber verdiler ki ne gafil durursun işte Kuteybe erişip alemi fesada verdi. Havarizad anladı ki bu iş Çaygan’ın başı altındadır. Diledi ki Çaygan’ı öldüre.Lakin fırsat ve mecal bulamadı. İmdi hazır bulunan sipahi ile sürüp Medinetil Fil’e geldi. Çaygan o üç şehri Kuteybe’ye verip kendisi de Kuteybe’nin yanına geldi. Ve Havarizad şaşkına döndü. Nihayet Kuteybe’ye adam gönderip aman diledi.
Kuteybe dedi: Amanı kardeşinden dile eğer o aman verirse benden emin ol. Havarizad dedi: – İmdi bildim ki benim ölmem lazım. Zira benim kardeşime boyun eğmem ölmek demektir. Belki ölmek muti olmaktan iyidir, dedi. Bunun üzerine cenge koyuldu. Bir saat cenk edip sonunda tutuldu. Kuteybe’ye getirdiler. Kuteybe dedi: Kendini nasıl görürsün.
Havarizad dedi: – Ey emir, beni melamet etme ki ben kılıca eli onun için vurdum ki seninle benim aramda bir hüküm zahir ola. İmdi fırsat senin oldu, bana ne öğünmek gerek, ne dilersen et. Bunun üzerine Kuteybe buyurdu. Dışarı çıkıp boynunu vurdular.
Çaygan dedi: – Ey emir, henüz gönlüm şifa bulmadı. Kuteybe dedi: – Daha ne dilersin? Çaygan Dedi: – Dilerim ki onunla bile olan kimselerin hepsini öldüresin.
Kuteybe dedi: – İmdi sen benim yanıma topla, ben öldüreyim. Çaygan da hepsini tutup getirdi. Kuteybe cümlesini öldürüp mallarını aldı. Çaygan şöyle şart etmiş idi ki: Bin baş esir ve nice bin kumaş vere. İmdi Kuteybe Medinetül File girip o malı Çaygan’dan aldı.
Çaygan Kuteybe’den yardım diledi. Zira Camhüd meliki daima gelip Çaygan ile cenk ederdi.Ve Çaygan’ı gayet incitirdi. Kuteybe Abdurrahman’ı ona yardıma gönderdi. Ve Abdurrahman varıp muharebe etti ve o meliki öldürdü. Çaygan o yerleri fethedip dört bin baş esir aldılar. Kuteybe buyurdu. Hepsini öldürdüler. (Syf-349-350)
– Şaş askeri bize gece baskın etmek dilermiş, imdi varın onların yolunda filan yerde pusuda durun.Ve onlar çıktığı vakit üzerlerine sürünüz. Ola ki bir fetih edesiniz, dedi.
– Muslih b.Müslim’I bunlara kumandan tayin etti. Muslih de gelip o 700 adamı üç bölük etti. Bir bölüğünü yolun sağ yanına, bir bölüğünü sol yanına koydu ve kendisi bir bölükle yolun üzerine durdu. Gece yarısı geçince Şaş askeri çıkıp geldiler.Muslih’i yol üzerinde görünce cenge meşgul oldular. Ve o iki bölük gaziler de iki taraftan hamle edip aç kurdun koyuna girdiği gibi kafirleri tarumar ettiler.
Gazilerde Şübe adlı bir bahadır yiğit vardı. Kendisini Şaş güruhuna ve kalabalığına vurdu. Onların ortalarında bir melikzadeleri vardı. Yetişip Şübe onu kulağı tözünden kılıç ile çaldı. Öyle bir çaldı ki başı top gibi havaya uçtu. Şaş askeri bu heybeti gördüklerinde hepsi bozguna uğradılar. Müslümanlar ardına düşüp onları hesapsız kırdılar. Onlardan kurtulan pek az oldu. Ve onların ekserisi Melikzadeler idi. Ziynetli ve silahlı kimselerdi. Onların başlarını ve silahlarını ve elbiselerini hepsini aldılar geri dönüp Sürür ile Kuteybe’nin yanına geldiler. Ertesi gün Kuteybe hükmetti ki cenge atılalar.
Gavrek Kuteybe’ye adam gönderip dedi:
– Bu ettiğin harbi öyle zannetme ki Arapların kuvveti ile edersin belki acemden benim kardeşlerimdir ki sana yardım edip cenk ederler. Yoksa harbe Arapları gönder. Gör ki biz de neler ederiz, dedi.
Kuteybe bu sözü işitip gadaba geldi ve münadilere çağırttı. Müslüman mübarizleri (savaşçıları) toplanıp kafirlerin üzerine yürüyüş ettiler ve buyurdu ki mancınık kurdular ve bir burcu döğe döğe yıktılar. Ve Müslümanlar o yıkılan yerden hücum ettikte kafirlerden bir bahadır er gelip o gedikte durdu her kim ileri gelse mecal vermez öldürürdü.
Müslümanlarda silahşorlar çok idi. Kuteybe onları çağırtıp dedi ki: Sizden kim ki o şahsı ok ile vurursa ben ona on bin dirhem veririm. O silahşorlardan biri ileri yürüyüp ok ile o şahsı atıp gözünden vurdu ve ensesinden çıktı, derhal düştü. O kişi Kuteybe’nin yanına gelip on bin dirhemi aldı. (Syf-351-352).
+
Omer Malik’in İslam Pencereleri adlı sitesinden aldığımız yazı burada bitti. Görülüyor ki Araplar birbirlerini öldürdükleri gibi Türkleri de öldürmekte ve bunun adını da “Dine davet!” koymakta… Bu arada da Türklerin malını mülkünü yağmalamakta ve kadınlarını, kızlarını cariye olarak hem kullanmakta ve hem de pazarlarda satmakta ve böylece hazineye gelir sağlamakta..
Bizim Araplaşmış Türkler de “Türkler, İslam’ı isteyerek kabul etti!” demekte ve Arap din, dil ve kültürüne hizmet etmekte ve asıl önemlisi de “İslam’da zorlama yoktur; İslam barış ve hoşgörü dinidir!” demekte…
hayri@bilgebalta.com – 21. 6.2006
X
YALANINIZ BATA SİZİN

15 Kasım 2003 günü Ülkemiz için kara bir gündü. El Kaide’ye özenen Hizbullah adlı İslam savaşçısı bir örgüt İstanbul’da iki yerde 25 yurttaşımızı, ki bunun 19’zu Müslüman (İkisi Müslüman canlı bomba); 6’sı Musevi idi, paramparça edip kara toprağa gömdü.
Bu korkunç terör olayı ertesinde bizim İslâmcı allameler televizyonlarda göründü. Ağızlarından bal kaymak döküldü. Neymiş de: “İslâm barış, huzur, mutluluk dini imiş” (Zekeriya Beyaz, ATV, A takımı, 16.11.2003). Kuran 4/93 âyetinde diyormuş ki “Kim bir insanı haksız yere öldürürse Allah onu en büyük ceza ile cezalandırırmış.”
Benim bildiğime göre bu âyette bir müminin bir mümini öldürmesi yasaklanmıştır. Öyle ileri sürdükleri gibi inancı ne olursa olsun bir insanı demiyor.
Okuyalım: “Kim de bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazâbetmiş, onu lânetlemiştir.” (Açıklaması: Kasten bir mümini öldürmenin dünyadaki cezası kısas, yani idamdır. Afetme yetkisi veya diyet alma yalnız maktulün ailesine aittir. Bkz.2/178-179, 5/53) (Feyz’l Furkan Kur’ân Meâli. Hasan Tahsin Feyizli. Akit Yayınları.) Bu arada 4/92 ve 49/10. âyetlerinin okunması halinde konu daha iyi anlaşılır.
Terör saldırısında ölen Müslüman yurttaşlarımızın ölüm törenine katılan İmam da bu ayeti okuyarak “Bir insan bir insanı öldüremez. Allah’ın verdiği canı Allah alır!” diyordu. Oysa görüldüğü gibi Allah’ın verdiği canı Allah almıyor; tineri alıyor, gaspcı alıyor, İslâm nizamını bütün dünyada hakim kılmak isteyen El Kaide adlı terör örgütünün Türkiye’deki uzantıları alıyor.
İslâm nizamını hakim kılmak isteyen örgüt yalnız El-Kaide değil. El kaidenin yanında daha birçok islâmi terör örgütü var. Ör. Millî Görüş, İBDA C, Hizbullah, Anadolu Federe İslam Devleti, İslâm’i Hareket örgütü ve ayrıca Kuran Nizamını hakim kılmak için terörü seçen bu örgütlere destek verenler de var.
Bunların dışında bir de tebliğciler var. Ör. Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman ateş, M. Nuri Yılmaz, Zekeriya Beyaz ve daha binlerce ilahiyatçı ve ilahiyatçı olmayan profesör… Bunlar her gün medyada Kuran Müslümanlığının yurdumuzda hakim olması halinde hemen kalkınacağımızı ileri sürüyorlar…
Hele Ramazan ayında olmamız nedeniyle atış serbest. Karşılarına bir aydın çıkıp da “Hayır, efendim pek öyle dediğiniz gibi değil! İşte Alev Erkilet’in sözleri: ‘Radikal İslâm’i hareketleri ortaya çıkaran İslâm’i hükümlerin kendisidir.’ demektedir.” diyemiyor (Yardımcı Doç. Alev Erkilet, bu sözleri içeren bir kitap yazdığı için Kırıkkale Üniversitesinden kovulmuş olup şu an Başbakanlıkta Danışman olarak çalışmaktadır…).
Alev Erkilet’in bu sözlerinde gerçeklik payı çoktur. Çünkü İslamiyet’e göre Müslüman olmayan ülkeler Savaşılacak Ülke (Darül Harb) sayılır. Nedeni de, kendi anlayışlarına göre, Allah; kendilerini, Müslüman olmayanları “Hak dine davet etmekle” görevlendirmiştir. Bu amaçla mallarıyla-canlarıyla mücadele ettikleri takdirde cenneti garantileyeceklerini sanıyorlar. İşte birkaç örnek:
1. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. K. 2/191, 193″
2. “Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” K. 3/28″
3. “O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz. K. 4/74″
4. “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhrette büyük azâp vardır. K. 5/33″
5. “Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz? K. 4/144″
“Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. K. 5/51″2.
6. “Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin” diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi. K. 8/12″
7. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. K. 8/39″
8. “Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. 9/14-15″ (Anlaşılan Allah, El-Kaide örgütü eliyle kâfirleri cezalandırdığında kimi müminlerin de gönülleri ferahlanıyor… Arap ülkelerinde terör örgütlerinin eylemlerinden sonra sokaklarda Allah-u Ekber diye gösteri yapanları hatırlayınız… Peki yaşamını parçalanarak yitiren 19 Müslüman’a ne diyeceğiz?)
9. “Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi-küfrü imana tercih ediyorlarsa – dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar. K. 9//23″ (Hani Babaya-anaya saygı sevgi vardı. İnancı başka diye babayla ana dostluktan çıkarılır mı?)
10. “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. K. 9/29″
11. “Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır. K. 9/111″
13. “Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir. K 9/123″
14. “Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir. K. 47/35″
Daha bunun gibi yüzlerce âyet var. Şimdi soruyorum Yaşar Nuri Öztürk’e, Süleyman Ateş’e, M. Nuri Yılmaz’a, Zekeriya Beyaz ve diğer Kuran Müslümanlığı için tebliğ yapanlara. Bu radikal örgütler İslam hükümlerine aykırı mı hareket ediyorlar. Bunlar İslam hükümlerine göre Kuran nizamını hakim kılmak için ölüp öldürmüyorlar mı?
Şimdi diyelim sizler Kuran Müslümanlığını yurdumuzda hakim kıldınız. Yukarda âyetleri uygulamamazlık edebilir misiniz? Ör. “Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimseyebilir misiniz?”
Özetlersek: Kuran’ın bir kısmına inanıp da bir kısmına inanmamazlık edebilir misiniz? Bu şiddet âyetlerini hükümden kaldırabilir misiniz? Bu takdirde gerçek Müslümanlar sizleri kâfir oldular diye öldürmez mi?
Kuran’daki şu hükmü nasıl görmezden gelebilirsiniz? “…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. K. 2/85″
Yine “…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir. K. 5/44, 45″
Gelin Alev Erkilet, Abdurrahman Dilipak ve aşağıda İslam Mücahitlerinin belirttikleri kadar olsun gerçeği açıklamaktan korkmayın. Ne diyor Abdurrahman Dilipak: “Kuran, zalimlerin elinde her zaman bir cinayet aletine dönüşebilir.” (Akit, 21.1.2000) Şimdi düşünelim Kuran zalimlerin elinde niçin cinayet âletine dönüşüyor? Bunun nedeni: Cihat içeren, fetih içeren, gayri Müslimlere karşı yönelik şiddet âyetleri değil mi?
Şimdi Kuran Nizamını hakim kılmak için öldürüp ölenleri kınayabilir miyiz? Bunlar kendi inanışlarına göre “Allah yolunda canları ve malları ile savaşarak, kafirleri hak dine davet etmek için ölüp öldürürlerse cenneti satın almış olmuyorlar mı?”
Samimi bir Müslüman olarak: “İnancımız bizlere kâfirlerle mücadeleyi öneriyor.” demek dururken, “İslam; barış, huzur, mutluluk dinidir; İslam’da; hoşgörü, sevgi, şefkât ve barış vardır! Bu tür terör olayları İslam’da yoktur!” derseniz Allah’a karşı yalan söylemiş olmaz mısınız? Çünkü Kuran’da Allah şöyle demektedir: “Düşmana karşı zaaf göstermeyin. Siz daha galip durumda iken sulha talip olmayın.” ( K. 47/35) Hani İslam Barış ve hoşgörü dini idi?
Ne var ki bizimkiler “İnancımız bize kâfirlerle mücadeleyi emrediyor!” demeye yanaşmıyorlar ama bu gerçekleri dile getirmekten çekinmeyen Müslümanlar da var. Birkaç örnek:
A. 1999 yılında Türkiye’yi mezar evlere çevirerek 500 kişiyi öldürdüğü tahmin edilen Hizbullah militanları, ki bunların öldürüp mezar evlere gömdüklerinin hepsi de Müslüman’dı: “Öldürme yetkisini Kuran’dan aldıklarını savunan Hizbullahçılar buna kanıt olarak şu ayetleri sıralamışlardır:
1. “Bilinmeli ki Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.” (K. 3/4)
2. “Allah daima galiptir, öç alandır.” (K. 5/95)
3. “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine (verilecek) cennet karşılığından satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda öldürürler, ölürler.” (K. 9/111)
4. “Çünkü Allah mutlak üstündür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.” (K. 14/47)
5. “Kendilerine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra yüz çevirenden daha zalim kim olabilir. Muhakkak biz, günahkârlara, lâyık oldukları cezayı veririz.” (K. 32/22)
6. “Allah kime hidayet ederse, artık onu saptıracak kimse yoktur. Allah, mutlak güç sahibi ve intikam alıcı değil midir?” (K. 39/37)
7. “Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız.” (K. 43/41)
8. “Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız, kesinlikle intikamımızı alırız.” (K. 44/16)
9. Allah elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır.Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.” (K. 58/21) (Bk. Cumhuriyet, 4.7.1999)
B. Ankara Keçiören İmam-Hatip Lisesinden “izinsiz gösteri yaptıkları” gerekçesiyle okuldan atılan 1’i kız 3 öğrenci ifadelerinde şöyle demişlerdir: “Şeriat devleti istiyoruz. Dinimizin kurallarına göre yaşamak istiyoruz, siz bizi engellemek istiyorsunuz. Devleti yaratan Allah’tır. O nedenle Allah’ın emirlerine göre yaşayacağız. Gerekirse bu yolda şehit oluruz. Allah bize elçilik görevi vermiştir. Çevremizi uyarmak bizim görevimizdir.” (Cumhuriyet, 19.6.2001)
C. El-Kaide örgütü Amerika’daki İkiz Kuleleri yerle bir edip 3 bin masum insanı öldürdüğünde İngiltere’de yaşayan Müslüman bir cemaat lideri: “Kafirlerle mücadele bize dinimizin emridir!” demiştir.
Filistin asıllı ilahiyatçı Dr. Abdullah Azam masum insanların öldürülmesini şöyle meşrulaştırıyor: “Çok açık ve net konuşacağım. Bizler Müslümanlara karşı çok yumuşak ve zelil, Allah’ın düşmanlarına karşı teröristiz.” (Vatan. 18.11.2003)
Ç. Yine İtalya’da Torino’nun Carmagnola İlçesi’nde oturan Abdülkadir Mamur adlı Senegal vatandaşı bir imam; vaazlarında sık sık cihat ilan edip kanlı saldırılar ve ölümlerden söze ederek İtalya’nın 19 askerinin öldüğü bir dönemde “Cihat uğruna canlı bomba olacağını” söylediği için İtalya’dan sınır dışı edilmesine karar verilmiştir (Hürriyet, 19.11.2003).
Şimdi, İslam’ı olduğundan başka gösteren bizim sağlıklı düşünme yeteneğini yitirmiş ilâhiyatçı olan ve olmayan profesörlerimiz, aydınlarımız; bu kadar okuyorlar, yazıyorlar da Alemlerin Rabbi olan bir Tanrı’nın nasıl olup da Müslümanlara “Kâfirleri bulduğunuz yerde öldürün!” der diyemiyor. (K. 9/5)
Ne var ki sağduyusunu yitiren bizimkiler diyecekler ki “Bütün bu öldürme ayetleri düşmanlar için ve savaşta söz konusudur!” Öyle ama İslam dünyasında daha doğar doğmaz bir Müslüman çocuğunun kulağına kâfirlerin düşman olduğu fısıldanmıyor mu? Ama kabul edemedikleri bir olgu var. İslam’da din uğruna cihat ve fetih akidesi var. Okula başlar başlamaz kâfirlere karşı düşmanlık, kin ve nefret öğretisi dayatılmıyor mu? Bütün okullarda, kurslarda ve camilerde yedisinden yetmişine kâfir denilen Hıristiyan ve Musevi dünyasına düşmanlıkla eğitilmiyor mu?
Şimdi İspanyollar, Bizanslılar, İranlılar, Türkler Müslümanlara savaş mı açtılar. Hayır onlar durup dururken, Müslümanlar onlara, “İmana geleceksiniz!” diye saldırdılar. Mallarını yağmaladılar. Eli silah tutanları tutsak aldılar, kadınlarını cariye, erkeklerini köle yaptılar.
Bu iş Mekkeli müşriklerin, Bedir’de, kervanlarını yağmalamakla başladı. Bir Müslüman için düşman yaratmak için neden mi yok…
Tarihi dikkatle incelersek İslam’ın ilk yayıldığı yıllarda Müslümanlara bir tek saldırı olmuştur. O da Bedir’de malları yağmalanan Mekkeli Müşriklerin oluşturdukları kalabalıkla Uhud’da Müslümanlara saldırmasıdır. Taa ki Haçlı savaşlarına kadar Müslümanlar savaşı, genellikle, bir geçim yolu olarak kabul etmişlerdir.
Evet İslam’da barış, hoşgörü, huzur, mutluluk, sevgi, şefkât vardır. Ama bu yalnız müminler içindir… İslam’da Müslüman olmayanlara dostluk yoktur. İşe kanıtı: “Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. 5/51)
İslâmiyet’ten altıyüzyirmi yıl önce gelen İsa’ya “Düşmanlarınızı sevin!” diye vah yeden bir Tanrı sonradan fikrini değiştirir mi?
Gerçek saygısı denen bir şey var yahu! Bu allâmeler de hiç mi gerçek saygısı yok! Niçin bu masum halkımıza gerçekleri söylemiyorlar da olmayanı var gösteriyorlar. Müslümanlara göre gayr-i Müslimlerin ülkeleri “Darül Harb” değil mi? Türkiye Cumhuriyeti bile Laiklik ilkesi gereği dinsel hükümleri devlet ve toplum yönetiminde uygulamadığı için radikal İslamcılar tarafından “Darül Nifak” ve hatta “Darül Harb” olarak kabul edilmiyor mu?
Evet, bu İslam terörünün ayyuka çıkmasında; başta Amerika, İsrail olmak üzere Hıristiyan ülkelerin İslam’ı aşağılaması (Hor görmesi) petrollerine ve diğer doğal kaynaklarına göz koymasının da önemli rolü vardır.
Yurdumuzdaki terör olayları ile Hükümetimize de mesaj verilmektedir. Bu mesaj: ABD ve İsrail ile işbirliğine girersen, AB girmek istersen, verdiğin sözü tutarak türbanı ve çarşafı kamu alanından dışlarsan, İmam Hatip Liselerinin önünü açmazsan olacağı budur…
Ne var ki işlediğimiz konu bu değildir. Konumuz İslam’ı şirin göstermek amacı ile gerçekleri saptıranlara gerçekleri göstermektir. Ama şu konuya açıklık getirmekte yarar varır: Dünya çapında oluşan bu İslam’i terörün amacı: İslâm’a karışan öldürülecektir. (Bk. K. 5/33)
İslam uğruna sağlıklı düşünme yeteneğini yitirmiş allâmelerin yukarıda örneklediğim âyetleri bu güne değin dile getirdiklerini gördünüz mü? Şimdi ben bu allamelere “Yalanınız bata sizin!” dersem haksız mıyım?
Av. Hayri Balta, 19.11.2003
X
GANİMET

İslam adına yapılan savaşlar ve gece baskınlarından elde edilen ganimetler, savaşa ya da gece baskınlarına katılanlar arasında paylaştırılırdı. Zaten yapılan gece baskınlarının asıl amacı da ganimet toplamaktı. (Bakınız Seriyye)
Bu çatışmalardan birinde Muhammed alınan ganimetleri paylaştırmayınca kendisine ganimetlerin ne olduğunu sorarlar. Ganimeti paylaştırmak istemeyen Muhammed’in imdadına, sana savaş ganimetlerini soruyorlar şeklinde başlayan Enfal Suresinin 1. ayeti yetişir.
Enfal/1. Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber’e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.
Burada sorulmayacak mıdır ki, Allah ganimeti ne yapacaktır?
İslamilerin, bu konuda yaklaşımları, alınan ganimetlerin İslam yolunda kullanılacağı şeklindedir. Yani, İslam’ın yayılması için Allah’ın alınan ganimetlere ihtiyacı vardır!
İstediği herkese fazlasıyla rızk veren Allah, burada İslamı yaymak için çaba veren Müslümanlara yeterince rızk vermek yerine, onların savaşlardan, muhtemelen masum insanlardan elde edecekleri ganimetlerle nasiplenerek kuvvetlenmelerini daha uygun bulmuştur hernedense.( Diyanet Vakfı Mealinde, bu ayetin açıklaması: Ganimetlerin Allah’a ait olması demek, savaşta alınan mal ve mülkün İslam Devletine ait olması demektir. şeklindedir.)
Diyanet de herhalde Allah’ın ganimete ihtiyacı olamayacağının farkındadır ki, ayette kullanılan açık ifadeleri es geçerek, böylesine bir saptırma ile olayı geçiştirme yolunu seçmiştir. Bu arada, Allah’a ait olan ganimetlerin, aslında İslam Devletine ait olduğu tezini ortaya atan Diyanet’e Kuran’a göre kadınların da bir ganimet olduğu konusunu hatırlamalıdır. (Bakınız Kadın ve Ganimet Bu durumda, bu tezi ortaya atanların, İslam Devletinde kadınların paylaşımı konusunda bir açıklama getirmeleri de gerekecektir.)
Tekrar konumuza dönecek olursak, Muhammed daha sonra, ganimetin tamamına el koymanın pek mümkün olamayacağını anlamış olacak ki, bu pay beşte bire indirilmiştir.
Enfal/4l. Eğer Allah’a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
10.000 kişi arasında dağıtılacak bir ganimetin beşte biri, 10.000 payda 2000 pay almak demektir ki, bu hiç te küçümsenecek bir rakam değildir.
Ayete göre her ne kadar bu beşte bir pay, Resul ve akrabalarından başka Allah’ı, yetimleri, yoksulu ve yolcuyu da içeriyorsa da, bunlara verilecek pay gene Resul’ün inisiyatifindedir.
Daha sonra aynı surenin 69. ayetine baktığımız zaman, herkes aldığı paydan memnun olmuş gibidir.
Enfal. 69. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin. Ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir.
Buraya kadarki ganimet dağılımı konusunda savaşta elde edilen ganimetlerin paylaşımı söz konusudur. Eğer ortada savaş yapılmadan, at koşturmadan elde edilen bir ganimet varsa, bu ganimet doğrudan Allah’ın Resulüne aittir, çünkü Allah bu ganimeti Resulüne vermiştir ve burada diğerlerinin bir hak iddia etmesi söz konusu değildir. Haşr suresi 6. ayette bu konuya çözüm getirir.
Haşr/6. Allah’ın, onlardan (mallarından) Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir.
Bunun dışında geri kalanlar için verilecek bir pay yoktur. Ancak, peygamberin gönlünden ne koparsa odur.
Haşr/7. Allah’ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.
Bütün bunlara ilaveten ganimetlerin gerisi artık ya gelecek seferlerde ya da cennettedir.
Fetih/20. Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimet vâdetmiştir. (Bu ganimetlerden) işte şunları hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, müminlere bir işaret olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin. 21. Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah’ın bilgi ve kudreti dahilindedir. Allah, her şeye kadirdir.
Ayhan Onay, 26.1.207
x
Hocam peki senin de bu ganimetten bi alacağın vardı da, alamadın
da, o yüzden mi yırtınıyorsun.)
Burak, 26.1.2007
x

Yırtınmıyorum, düşünsene; madem Allah güçlü, ganimete neden ihtiyaç duysun?
Ayhan Onay, 26.1.2007
X
On 1/28/07, burak81h <burak81h@yahoo.com> wrote:
Milyarlarca insanın inandığı Kur’an-ı Kerim’e inanmayıp da ne udugu
belirsiz birinin yazdığı bu yazıya mi inanıyorsunuz yani?
İste buna gülerim ben ;)))))
Burak81h, 28.1.2007
+
BURAK KARDAŞA BİR SORU:

Dünyanın nüfusu 7 milyar…
Kuran’a inanan 1.5 milyar.

Kuran, İslam geleli nerdeyse 1500 yıl olmuş…
1500 yılda 1.5 milyar Müslümanlığı bulmuş.
Gerisi Hıristiyan,Yahudi, dahası Tanrısız dinlerde karar kılmış.

Merak ediyorum Burak,
Nasıl açıklama yapacak…

Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana
Av. Bilge Balta, 29.1.2007
X
Bildiğim kadarıyla İslam Dini iyiliği ve yardımlaşmayı emrediyor, kötülükten ve fuhşiyattan insani men ediyor….
Burak, 28.1.2007
+
Sevgili Burak Kardaşım,
Tek Tanrılı ve tek tanrısız Dinler de “iyiliği ve yardımlaşmayı emrediyor,
kötülükten ve fuhuştan insani men ediyor.”
Gösterebilir misin bana hangisi “kötülüğü, fuhşu men etmiyor ve yardımlaşmayın…” diyor…
Bütün dinler gerçeği simgesel olarak anlatır. Allah kavramı başta olmak üzere bütün dinsel terimlerin (Cennet, Cehennem, Vahiy gibi) simgesel anlatımı vardır. Peygamberler simgesel anlam kullanarak cahil insanların gazabını atlatır.
Örnek verirsek Ganimet ayetlerinde geçen
“Ganimetler Allah’ın ve peygamberindir” (K. 8/21) ve
“Ganimetlerin 1/5’i Allah’ın ve peygamberindir…” (K. 8/41) ayetlerinde geçen Allah kavramı da simgesel bir anlatımdır.
İslam inanışında “Göklerdeki ve yerlerdeki her şey Allah’ındır.” Bu durumda Allah’ın ganimete ihtiyacı var mıdır?
Bu ayette geçen Allah kavramı “Resul ve akrabalarının ihtiyaçlarının görülmesinden başka; yetimlerin, yoksulların, yolcuların ihtiyaçları gibi hayır işlerini ifade eder.”
Bütün dinler de Allah kavramının değişik simgesel anlatımları vardır. Din ilminde mesafe almak isteyenler bunların simgesel anlatımını bulmalıdır. Bu anlamları bulanlar “yaratılmışı sever yaratandan ötürü” ve diğer insanların canına kıymaz inanışından ötürü.

Din ilminin sırlarına vakıf olanlar: 2/193 ve 9/29’a değil 2/272’ye itibar eder. Bunların ikisini de alt alta veriyorum. Takdiri sizlere bırakıyorum:
“Bakara. 2/272. Onları hidayete erdirmekle mükellef değilsin. Allah dilediğini hidayete (doğru yola) erdirir.” (Bunun gibi daha 70 ayet vardır…)
“Tevbe. 9/29. Kitap verilenlerden, Allah’a, ahret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.”
Kuranda şöyle bir ayet vardır ve İslamcılar bunu sık sık söyler: “Bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir.”(K. 5/32)
Böyle diyen bir din nasıl olur da;
“Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın…” (K. 2/193) veya:
“…hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29) der.
Yazımı şöyle bağlamak istiyorum: “Allah, pisliği (azabı rezilliği) aklını kullanmayanlara verir. (K. 10/100)
Günümüz şeriatçıları akıllarını kullanmadığı için bütün İslam ülkelerindeki halk, yoksulluk ve yoksunluk içinde çırpınmaktadır.
Biz ise bu İslam dünyasını yoksulluk ve yoksunluktan kurtarmak ve de gerçeği anlatmak çabasındayız; yoksa bizim dinle imanla bir alıp vereceğimiz yoktur.
Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana..
Av. Bilge Balta, 30.1.2007
x
Sayın Hocam
Önce sevgi sunuyorum.
Burak kardeş düşünmemek için direniyor.
Kendisi Burak’lıktan çıkmış İslam olmuş ve kendisi olamamıştır.
Umarım sözleriniz biraz da olsa düşündürür Burak kardeşi.
Sevgiler…
Tansel semir, 30.1.2007
X
ŞİDDET AYETLERİNDEN BÂZILARI

1. Bakara 2/191. Onları bulduğunuz yerde oldurun. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kotudur. Mescidi Haram’ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İnkar edenlerin cezası böyledir.
2. Ali Imran 3/85. Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahrette de kaybedenlerdendir.
3. Ali Imran 3/118. Ey İnananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, Kabelerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size ayetleri açıkladık.
4. Ali Imran 3/119. İste siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve Kitabların bütününe inanan kimselersiniz. Size rasladıkları zaman: “Inandık” derler, yalnız kaldıklarında da, size öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden çatlayın”. Allah kalplerde olanı bilir.
5. Maide 5/33. Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahrette büyük azab vardır.
6. Maide 5/35. Ey İnananlar! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız.
7. Maide 5/38. Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Güçlü’dür, Hakim’dir.
8. Maide 5/51. Ey İnananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
9. Tevbe 9/5. Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde oldurun; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
10. Tevbe 9/29. Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savasın.
11. Tevbe 9/41. İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. Bilirseniz bu sizin cin hayırlıdır.
12. Tevbe 9/73. Ey Peygamber! İnkarcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karsı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür.
13. Tevbe 9/113. Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygamber’e ve müminlere yaraşmaz.
14. Tahrim 66/9. Ey Peygamber! İnkarcılarla ve ikiyüzlülerle savaş; onlara karsı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür…
G. T. 12.4.2006
X
BENİ KUREYZA YAHUDİ KATLİAMI

Hendek Savaşı bitmiş, müşrikler geri dönmüş, Muhammed eve gelip istirahate çekilmiştir. Tam bu sırada Cebrail, bir katıra binmiş vaziyette kılıcını kuşanmış, ter ve toz duman içinde Muhammed’ in yanına varıp kendisine “Bak, biz melekler kırk gündür düşmanlarınızla savaşıyoruz, gördüğün gibi silahlarımızı hala da bırakmış değiliz. Kalk, hepiniz Beni Kureyza Yahudilerinin bulunduğu diyara gidin onları öldürün.; ben de hemen önden gidip evlerini üzerlerine yıkarım” diyor. (Tecrid-i sarih, Diyanet Tercümesi, No: 512, 1191,1565)
Cebrail’ in bu açıklamasından sonra Muhammed Müslümanlara, “İkindi namazımızı Beni Kureyza’ da kılacağız, haydi savaşa” talimatını veriyor (Kureyzalılar, Hendek Savaşında Mekkelileri desteklemişti-ADMIN). Çoluk çocuk dahil yaklaşık 1500 kişilik bir Yahudi kitlesini ele geçiriyorlar (kısmen sağ, kısmen ölü olarak). Ele geçirilen bu insanların elleri boyunlarına bağlanıyor ve onların akıbeti hakkında Muhammed, daha önce Yahudi olup da sonradan Müslüman olan Sad Bin Muaz’a yetki veriyor. Sad’ın Hendek Savaşı’nda bir damarı kesilmişti ve kanaması devam ediyordu. Muhammed’in talimatıyla Sad bir eşeğe bindirilip onun huzuruna getiriliyor. Muhammed ona, “Bu insanların kaderini sana bırakıyorum. Acaba bunlar hakkında kararın nedir?” diye soruyor. Sad’ın verdiği yanıt aynen şu: “Eli silah tutan her erkeği kılıçtan geçireceğiz. Kadın ve kızları cariye (iş ve seks kölesi); ergenlik çağına gelmeyen erkek çocukları da köle muamelesine tabi tutacağız.” diyor.
Muhammed, Sad’ın bu yanıtına karşı, “Senin verdiğin bu kararAllah’ın emrine tam uygundur ve sen bu kararda tam isabetli davrandın. Zaten seher vakti Cebrail de aynı ifade doğrultusunda Allah’tan bana vahiy getirdi” diyor. (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercümesi, No:289 hadis şerhiyle 1575 ve 1591 nolu hadisler)
Bu esirlerden erkek olanlar “Üsame Bin Zeyd” evinde; kadınlar ve çocuklar ise “Remle Binti Haris” evinde toplatılırlar. Muhammed erkeklerin idam kararını verdikten sonra Medine’ nin bugünkü pazaryeri olan semtte hendekler-çukurlar kazılarak mezar gibi hazır hale getirilir. Daha sonra erkekler eli kolu bağlı bir vaziyette ve kafileler halinde oraya yanaştırılıp başları kesilir ve o çukurlara atılır. Muhammed bu kesim işleminde Hz. Ali ve Zübeyr bin Avam’ı görevlendirmişti. Bilindiği gibi ikisi de Muhammed tarafında cennetle müjdelenmiştir. Ali ve Zübeyr kesim işine devam ederlerken Muhammed de bir yerde oturmuş onları seyrediyordu. Ayşe (Hz.) nin aktardığına göre, bu kesim işi sabahtan akşama kadar sürmüş. Erkekler idam edilirken, Yahudi kadınlar ve çocuklar da buna feryat edip saçlarını başlarını yolmuşlar.(Vakıdi, Meğazi, 2/512-517)
İdamlar yapılmadan evvel Muhammed, sanki çok önemli bir büyüklükte bulunuyormuş gibi “Arkadaşlar, onları şimdi idam etmeyelim; çünkü hava sıcaktır. Ayrıca eğer canları istiyorsa kendilerine hurma yedirin gibi” traji-komik talimatta da bulunuyor. İdamlıkların önüne atılan birkaç hurma da hayvana yem atılır gibi atılıyor. (Vakıdi, Meğazi, 2/512-14; Serahsi, Siyeri Kebir Şerhi, 3/1029 No: 1900)
Yaygın olan görüşe göre idam edilenlerin sayısı 800 ile 900 arasında değişiyor (Nesefi, Taberi, Alusi, İbni Kesir) . En düşük rakamı veren İslamcı yazarlara göre (Begavi, Suyuti, İbn’il Cezvi) ise 400 ila 600 arasında Yahudi idam edilmiştir.
Muhammed, o insanları teslim aldıktan sonra bir yerde toplayıp kendilerine, “Ey domuz ve maymun kardeşleri! Yediniz mi! İşte haliniz; görün bakalım” diyerek hakaret ediyor. Onlar da buna karşı, “Ey Muhammed, biz senden bunu beklemezdik, neden böyle haksızlık yapıyorsun?” şeklinde yanıt veriyorlardı (Bu kısım pek çok İslami Kaynakta yer alır örnek olarak, Taberi, Ahzap Tefsiri, ayet 26-27) (İdamlar konusunda en büyük eleştiri, yargılama olmaksızın idamların gerçekleştirilmesine atfedilebilir. Beni Kureyza kabilesinin her ferdi suçlu muydu? Aralarında suçsuz olan yok muydu? Neden hepsi birden, ayırt edilmeksizin, yargılanmaksızın idam edildi? Savaş esirlerinin idam edilmesi doğru mudur? -ADMIN.)
Muhammed, bu Yahudilerin karıları ve kızlarından 16 tanesini özel olarak ayırıyor ve bunlardan Reyhane’yi kendine seçip geriye kalan 15 tanesini de diğer önemli dostlarına dağıtıyor. Bir Yahudi:
“Artık her şeyimize el koydunuz, hiç olmazsa gözlerimizin önünde namusumuza el uzatmayın” diyor. Fakat, Muhammed bunu dinlemiyor (Kaynak: Vakıdi, Meğazi, 2/250)
Muhammed, ihtiyaç fazlası kadın ve erekek çocukların bir bölümünü, Sad bin Zeyd’e teslim edip onları satmak için Necd bölgesine, bir kısmını da şam tarafına gönderiyor. Müslümanlardan Muhammed bin Mesleme:
“Beni Kureyza Savaşı’nda kadınlar bölüşülürken bana üç tane düştü; hepsini de sattım” diyor. (Kaynak: Diyarbekiri, Tarihi Hamis,1/499 ve Vakıdi age 2/523-25)
–Arif Tekin’ in Yazısının Sonu–
Konu Hakkında İslamcıların Soru ve Açıklamalarına Yanıtlar:
İslamcı: Yahudiler, bu olaydan yıllar evvel Muhammed ile Medine’nin ortak savunması üzerine antlaşması yapmışlardı. Oysa Hendek Savaşı sırasında bu antlaşmaya ihanet etmişlerdir.
Yanıt: Muhammed’ in Medineye hicret ettiği ilk zamanlarda böyle bir antlaşma yapıldığı tarihi kayıtlarda geçer. Ancak bu döneme kadar Müslümanlar Mekke’de azınlıkta olan ve mağdur oldukları için Medineye hicrete muhtaç bir topluluk görünümündeydi. Henüz silahlanmamışlar ve çete savaşına başlamamışlardı. Yahudiler bu koşullarda antlaşma yapmışlardı. Oysa kısa bir süre sonra Müslümanlar çete savaşına ve yağmalamalara girişti. Mekkelilerin ticaret konvoylarını kesmeye çalıştı. Baht-i Nahle olayı ile Müslümanlar ilk kez Mekke müşriklerine saldırarak silahsız dört kişiden bir kişiyi ödürüp ikisini ise tutsak aldılar. Bu tutsağa karşılık olarak fidye istediler. Müslümanların bu davranışları Medineli Yahudilerin tepkisini çekti.
Muhammed, Kurezya olayından evvel zaten iki Yahudi kabilesini ortadan kaldırmış idi (Bu olayların traji-komik yanı Muhammed’ in Medine’ye misafir olarak gelmiş ama Medine’nin esas sahiplerinden olan Yahudileri kovmuş olmasıdır). Bu olaylardan sonra artık Medine antlaşmasının fiili olarak hiç bir geçerliliği kalmamıştı.
Muhammed, Medineli Yahudilerin Müslüman olması için çalıştı. Bunu başaramayınca onlarla arasına mesafe koymak için kıbleyi Kudüs’den Mekke’ye çevirdi. Çünkü Kudüs Yahudilerin kutsal şehriydi. Bu olayla birlikte Müslümanlar ile Medineli Yahudiler arasındaki eski antlaşma fiilen ortadan kalkmış idi. Medine’deki misafir Müslümanlar ile Yahudilerin arası iyice gerilmişti. Yahudiler, misafir olarak Medine’ye gelen Müslümanları artık sevmiyor ve düşman biliyordu, huzurları bozulmuştu.
Tüm bu nedenlerden dolayı Medineli Yahudiler Hendek Savaşı’nda Mekkelilere yardım etmiştir.
İslamcı: Yahudi erkeklerin idam kararı Tevrat’a göre yapıldı.
Yanıt: Katliamın sorumluluğu altında kısmen vicdan azabı duyan Müslümanların sorumluluğu Tevrat’a yıkmak için uydurdukları bir iddiadır bu.
Sad Bin Muaz kararını açıkladıktan sonra Muhammed:
“Yaşa! Allahın hükmü de senin verdiğin hüküm ile aynı doğrultuda idi.” demiş ve zaten verilen kararın önceden kendisine vahiy olarak indirildiğini söylemiştir. Dolayısıyla karar İslam’ın “tanrısının” kararıdır, Sad Bin Muaz’ın değil.
Yahudiler müşrikleri desteklerken kendilerine göre haklı idiler. Dolayısıyla kendilerini haklı bulurlarken Tevrat şeriatının aleyhlerinde kullanılması mantıksız olurdu.
İslamcı: Yahudi erkek esirler idam edilmeyip ne yapılabilirdi ki? O dönemlerde esir kampları da olmadığına göre, öldürülmeyip beslenecekler miydi? Eğer serbest bırakılsalardı tekrar düşman saflarda yer alırlardı.
Yanıt: Sanki başka seçenek yokmuş gibisinden yapılan bu iddialar aslında suç savmak amacıyla yapılmış bir savunma mekanizması değil mi? Çünkü, nasıl ki Yahudi kadınlar ve çocuklar esir olarak özellikle o dönemin ünlü Şam Esir Pazarı’nda satıldı iseler erkekler de aynı şekilde satılabilirlerdi. Ya da bir kısmı Müslüman ailelere köle olarak verilebilirdi (Bunu köleliği hoş gördüğümüz için değil daha o dönemde bile esirleri idam etmek ile serbest bırakmak haricinde başka bir seçeneğin daha varolduğunu göstermek için belirtiyorum). Demek ki Muhammed’ in böyle bir seçeneği de var idi. Ama o bu seçeneği seçmek istememiş, “tanrının” bir elçisi gibi değil, tarihteki pek çok kral ve komutan gibi düşmanına karşı kin ve intikam duyguları ile davranmıştır.
X
DİNDE ZORLAMA YOK MU?

Gelin önce “İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ 8. SINIF. MEB Yayınlarından. Komisyon. Birinci Basım. 2002. s. 93’teki şu satırları birlikte okuyalım:
+
5. Dinde Zorlama Yoktur
Din; insan yaşamına anlam kazandırır, ona yol gösterir. İnsanı her zaman iyi, güzel ve doğru olana yönlendirir.
Din duygusu, insanın doğasında vardır. Din insanlara doğruyu ve yanlışı gös¬termiş; fakat, hiçbir zaman onları inanma konusunda zorlamamıştır. Bu durum Kuranı¬kerim’de şöyle dile getirilir:
“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ve eğrilik birbirin¬den ayrılmıştır…” (K. 2/256)
“Hak Rabb’inizdendir. Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (K. 18/29)
Yüce Allah, Peygamberimize de dinde zorlama yapmamasını öğütlemiş şöyle buyurmuştur:
“Resule düşen (vazife) ancak duyurmaktır.” (K. 5/99)
“O hâlde Resulüm, öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onlar üzerinde bir zorba değilsin.” (K. 88/21-22)
“Eğer Rabb’in dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi. O hâlde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (K. 10/99)
Peygamberimiz yaşamının hiçbir döneminde insanlara karşı zor kullanmamıştır.
Mekke fethedildiği ve insanların telâş içinde olduğu bir zamanda o, Mekkelilere şöyle seslenmiştir:
“Bugün artık hiçbir şekilde hor görülmeyeceksiniz. Haydi şimdi dağılın. Hepiniz hür ve serbestsiniz.” (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, C, I, s. 68.)
+
Öyle mi, gerçekten Dinde Zorlama Yok mu? Peki, öyleyse aşağıdaki şu ayetlere ne deyeceğiz?..
+
1. “Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir.” (K. 2/191)
2. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”(K. 2/193)
3. “Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
4. “Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.” (K. 4/91)
5. “Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. 8/12)
6. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.” (K. 8/39)
7. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
8. “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)
9. “(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (K. 9/41)
10. “Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (K. 9/73)
11. (Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik..) O halde, kafirlere boyun eğme ve bununla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!” (K. 25/52)
12. “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin…” (K. 47/4)
13. “Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” (K. 47/35)
14. “Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır.” (K. 48/16)
15. “Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” (K. 66/9)
+
Dinde zorlama yokmuş da şu şeriatla yönetilen ülkelerde “İyiliği Teşvik ve Kötülüğü Men Komiteleri”ne ne deyeceğiz?
Yine bunun yanında İran’da ve Suudi Arabistan’da görev yapan “Din Polisleri”ne ne deyeceğiz?..
Biliyorum, hemen: “Efendim, onlar şeriatı yanlış uyguluyorlar…İslam’da böyle şey yok!” deyeceksiniz. Öyleyse ben de size şu ayetlere bakmanızı öneririm. Bu ayetlere “Emr-i maruf nehy-i münker ayetleri” denir:
“K. 3/104, 110, 113, 114. 4/114, 135. 5/2, 63, 78, 79. 7/165, 9/71. 11/116. 22/41. 31/17. 49/9”
Bu ayetlere örnek olmak üzere ilk baştaki ayeti alıyorum:
“Allah’a ve ahret gününe inanıp makbul ve güzel şeyleri emredip fena ve kötü şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar.” (K. 3/104)
Daha dün Mersin’de kadınlarımızın kızlarımızın bacağına yanıcı madde sıkılmıştır şırınga ile: “Niçin açık geziyorsunuz!” diye.
Bütün bunların kaynağı “İyiliği teşvik, kötülüğün men” anlayışıdır.
Bu konuyu tarihten bir örnekle bitirmek istiyorum.
Peki İslam’da zorlama yokmuş da Atalarımız olan Türkler; hangi amaçla 670-740 tarihleri arasında 70 yıl kılıçtan geçirilmiştir?
Aşağıdaki satırlara dikkatinizi çekerim:
1. BUHARA’NIN TEKRAR KUŞATILMASI VE İLK TÜRK KATLİAMI
Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler.. Direnen bütün Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler..
2. BÜYÜK KATLİAM ( TALKAN KATLİAMI )
Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur..
Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. Bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır…
3. KUTEYBE’NİN KATLİAMI
“Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi.
Tahtının üzerine mağrur bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden 1000 tanesinin sağına, 1000 tanesinin soluna, 1000 tanesinin arkasına ve 1000 tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklere saldırarak kafalarının koparılmasını emretmiştir.
Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. (Bakınız: Ziya Kitapçı İslam Tarihi ve Türkler. Taberi Tarihi ve Asım Gündüz Türklerin Tarihi adlı kitabı…)
4. TÜRKLLERİN KANI İLE DÖNDÜRÜLEN DEĞİRMEN
Tören şöyle başlamış ve böyle bilmişti:
Kahraman gençlerin ayrı ayrı elleri ayakları bağ¬lanmıştı. Şehrin kenarında bir değirmen vardı. (12.000) masumu o değirmen arkının kenarına karşılıklı dizdikten sonra boğazları arkın kenarına gelmek suretiyle boylu bo¬yunca da yatırılmışlardı. Elleri kanlı cellâtlar emrin ye¬rine getirilmesi için bir işaret bekliyorlardı.
Neye uğradıklarını anlayan (şaşıran) Türklerin ahları, inilti¬leri kahramanlar yatağı olan ulu dağları inletiyordu. O dağlar ki sanki mağrur başlarını eğmişler ayaklarının dibinde yapılan faciaya bakıyorlardı, Duydukları iniltile¬re binlerce artığıyla karşılık veriyorlar ve böylelikle, – bir vakitler omuzlarımızda, tepelerimizde taşıdıklarımızın elemleriyle, ıstıraplarıyla bizde matemli olduk – dernek isliyorlardı…
Dünya kurulalı din vesilesiyle birçok cinayetler işlen¬miş, fakat failleri (hesabı) sorulmamıştı. Bu cinayetleri de sorma¬da fayda mı aramalıydı?
Tüyler ürpertici cinayetlere Türkler kurban edilir¬ken seyirciler içinde biri vardıki cinayetlerinin (müey¬yide) si olan kanlı ekmeği düşünüyordu. Bu adam şüphe¬siz Yezid’den başkası değildi.
Tanrı onun andını binlerce suçsuz Türkün kanları pahasına olsa da her halde yerine getirmeli idi.
Tevekkeli, kan içmeye alıştırılmış bir Tan¬rı hâlâ şu medenî asırda bile kan ile tatmin edilmiyor mu? Onu kandırmak için her sene milyonlarca kurban veril¬miyor mu?
Beklenen işaret verilmişti. Her biri analarının kuca¬ğında naz ve sevginin en ince duygularıyla büyütülen Türk kahramanları alçak bir maksat uğrunda boğazlan¬mışlar ve bin minnet karşılığı taşıdıkları çileli canlarını sahihine geri verip dertli dünyadan kurtulmuşlardı…
Birdenbire fışkıran kandan koca ark kıpkırmızı olmuştu. Arkın kaynağı Türkün sanki şah damarıydı…
Bu kızıl sel, değirmeni döndürmüş, öğütülen undan ekmek pişirilmiş. Yezit bin Muhallep en son kanlı ekmeği yiyerek andını yerine getirmişti…
Kalktı namaz kıldı. Tanrısına şükretti…
Törenin bitimini müteakip elde yedek bulundurduk¬ları dört bin kılıç artığı vardı ki çoğunu çoluk çocuk ve ihtiyarlar teşkil ediyordu. Üstelik sayıya gelmez talan ma¬lı da ellerinde saklıydı. O kadar çoktu ki hiçbir savaşta misline tesadüf edilmemişti. (Dr. Sabri Gündüz. “İSLÂMLIK – TÜRKLÜK ve BUNLARIN MÜNASEBETLERİNDEN MÜLHEM İNTİKÂDİ NOTLAR. s. 136-137)
Daha bunun gibi binlerce olay var kitaplarda. Binlerce kadın-kız, erkek; köle ve cariye olarak pazarlarda satılmıştır. Mallarına mülklerine el konulmuştur.
42 kilometre uzunluğundaki yol kenarlarında karşılıklı kurulan darağaçlarında binlerce Türk genci asılmıştır. Dahası Türklerin kanı ile döndürülen değirmenlerde un öğütülmüştür…
Ataları bu şekilde Müslüman edilenlerin torunları bundan niçin rahatsız olmamaktadır?..
Allah için de, Din için de olsa 13-14 yaşındaki çocuklara gerçekler tek yanlı anlatılır mı?
Yalan üstüne din bina edilir mi?
Ne zamana değin sürecek bu Arap hayranlığı?
Tek tesellim; halkımıza yalan söylemekten çekinmeyen bu ilahiyatçılarla türban bayrağı altında şeriat savaşı veren militanları nasıl olsa bir gün ölecekler…
Öbür dünyada kendilerini; dar ağaçlarında can veren, köle pazarlarından cariye ve köle olarak satılan atalarımız karşılayacak..
Kim bilir o zaman atalarımıza nasıl hesap vereceklerdir.
Devam devam iyi gidiyor yalanlar.
Gün gelir Türk ulusu gerçeği anlar…
Eren Bilge, 18.2.2008
X
TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMASI

Türklerin Müslüman olmasını yukarıdaki başlık altında veriyor “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi. Dr. A. Ali Kemal ÖZDEMİR – Arif ASLAN 7. SINIF. Gaye Ders Kitapları. Ankara 1995. s. 68-69”da. Önce bir okuyalım:

“İlk olarak tam anlamıyla İslâmiyet’i kabul eden Türk Devleti, 932-1212 yılları arasında hüküm süren Karahanlılar olmuştur. Daha sonra bugünkü Hindistan ve Pakistan taraflarında kurulmuş olan Gazneliler (912-1183) Müslümanlığı kabul etti. Bunları Büyük Selçuklular takip etti. 1058’den sonra ise, Türkler artık İslâm ülkelerinin idarecisi ve hâkimi durumuna geçtiler. 10. Yüzyılın ilk yarısında artık Türkler ve özellikle Oğuz boyları tamamen Müslüman olmuşlardı.”
Yazının sonuna doğru özetliyor: İşte özet:
“Hiçbir zorlama olmadan, kendi gönülleri ile İslâmiyet’i kabul eden Türklerin Müslü¬man olmasında önemli iki büyük sebep vardır. Bunlar:
a. İslâm Dini ve medeniyetinin üstünlüğü.
b. Türklerin eski dinî inançları ile, İslâm inançları arasındaki benzerlikler.
Bu benzerlikler de şöyle özetlenebilir :
* Türkler, tek tanrıya inanıyorlardı. Tanrıdan söz ederken, “Tengri teg tengri” diyorlar¬dı. Bunun anlamı, sadece kendine benzeyen tanrı demekti. Bu da, İslam’ın tek Allah inancına uygun düşüyordu.
* Türkler, kadere ve ruhun ölümsüzlüğüne inanıyorlardı. Bu da, İslam’ın kader ve âhiret inançlarına uygundu.
* Türkler, cennet ve cehennemin varlığına, günah ve sevaba inanıyorlardı. Cennete “uç¬mak”, cehenneme “tamu”, günaha “yazuk” diyorlardı.
* Türkler, gerek tanrılara, gerekse ölmüş atalarına kurban kesiyorlardı. Yoksullara yardım etmek, yedirip giydirmek gibi töreleri vardı. Irz, namus, şeref düşkünlüğü, ailenin kutsallığı, ruh ve beden temizliği, dürüstlük gibi hususlar, Türk töresinin temelini oluşturuyordu.
* Türkler, doğuştan kahraman ve cesur bir yapıya sahip idiler. Yiğitlik ve cengâverlik duygulan ağır basıyordu. Bu da, İslâm’ın “cihad”, “şehitlik” ve “gazilik” anlayışlarıyla ya¬kın benzerlikler arz ediyordu.
İşte din, ahlâk, aile ve toplumsal hayat, açısından mevcut bulunan bu benzerlikler, Türk¬lerin İslâmiyet’i kabulünde önemli bir rol oynamış ve kitleler halinde Müslüman olmalarına se¬bep olmuştur.”
+
Ne bilsin 12-13 yaşlarındaki Türk çocuğu Türklerin asırlarca süren katliam sonucu Müslüman olduğunu. Yüz binlerce Türk askerinin kılıçtan geçirildiğini, esir pazarlarında köle olarak satıldığını, mallarının, mülklerinin, mabetlerindeki altın heykellerin ganimet altında çapul edildiğini, karısının kızının, kız kardeşinin, çocuklarının köle pazarlarında cariye ve köle olarak satıldığını…
Sözlerimin; doğru mu, yanlış mı olduğunu test edebilmeniz için aşağıda adını verdiğim kitaplara bakmanızı öneririm.
Önce Erdoğan AYDIN’IN Başak yayınları arasında çıkan “NASIL MÜSLÜMAN OLDUK?” “(Türklerin Müslümanlaştırılmasının Resmî Olmayan Tarihi)1. Baskı . Mart 1994 baskı tarihli kitabının içindekiler bölümünü okuyunuz.:
İÇİNDEKİLER
1- Önsöz……………………………………………………………………………9
2- Türklerin Müslümanlaştırılmasının Tarihsel Çerçevesi………… 27
3- İslamî Genişlemenin İlk Dönemi ve Gerekçeleri…………………. 33
4- Gerçek İslamiyet Türkleri Nasıl Görüyor?…………………………..49
5- Türk Yurtlarına Arap Saldırılarının İlk Dönemi…………………… 61
6- Araplar Türk Yurtlarını İşgal Ederken Türkler Direniyor………..71
7- Kuteybe Türk Direnişini Katliamlarla Kırmaya Çalışıyor………. 83
8- “Hidayetten” Türklerin Payına “Kılıç ve Kırbaç” Düşüyor…….. 93
9- Türklerin Müslüman İşgalini Kırmak İçin Büyük Atilin,…….. 107
10- Abbasi Devrimi ve İslamiyet’in Kavimsel Karakter Değişimi. 121
11- Abbasiler Döneminde Türkler………………………………………. 133
12- Türk Köleler İslam Lejyon Ordusunun Temel Gücü Oluyorlar………………………………………………………. 143
13- Arapların Hazar Yurtlarını İşgali ve Geri Atılmaları…………. 157
14- Müslüman işgali öncesi Türkistan’da Dinsel Panorama…… 175
15- Türklerin İslamiyet’e İdeolojik Direnişi ve Dönüşümü……….. 191
16- Türklerin Müslürnanlaşması Sürecinin Siyasal Biçimlenişi… 219
17- Müslümanlaşan Selçuklular İslam’ın Siyasal Egemenliğine Yükseliyor……………………………………………………………………… 233
18- İslamlaşmanın Türkler Üzerindeki Kültürel Etkileri…………… 259
+
Sonra İlhan Arsel’in geçtiğimiz hafta Kaynak Yayınları arasında çıkan son kitabı “ŞERİATÇIYLA MÜCADELENİN EL KİTABI!”nın 47. sayfasındaki “Türklerin Kılıçla Müslümanlaştırılmaları da Muhammed’in Getirdiği Cihad Buyrukları Yoluyla Olmuştur” başlıklı bölümünü okuyunuz.
Bütün bu katliamlar Kuran’daki şu ayetlere dayanılarak yapılmıştır:
1. “Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir.” (K. 2/191)
2. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”(K. 2/193)
3. “Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
4. “Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.” (K. 4/91)
5. “Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. 8/12)
6. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.” (K. 8/39)
7. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
8. “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)
9. “(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (K. 9/41)
10. “Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (K. 9/73)
11. (Fakat evrensel uyarıcılık görevini sana verdik..) O halde, kafirlere boyun eğme ve bununla (Kur’an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!” (K. 25/52)
12. “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin…” (K. 47/4)
13. “Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” (K. 47/35)
14. “Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır.” (K. 48/16)
15. “Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” (K. 66/9)
Bir Müslüman Kuran dışı bir eylem yapmaz. Kuranda dayanağını olmamış olsaydı Türkler bu şekilde katliamla karşılaşmazlardı. Şimdi bu katliamlardan ÜÇ örnek:
1. BUHARA’NIN TEKRAR KUŞATILMASI VE İLK TÜRK KATLİAMI
Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler.. Direnen bütün Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler..
2. BÜYÜK KATLİAM ( TALKAN KATLİAMI )
Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur..
Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. Bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır…
3. KUTEYBE’NİN KATLİAMI
“Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi.
Tahtının üzerine mağrur bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden 1000 tanesinin sağına, 1000 tanesinin soluna, 1000 tanesinin arkasına ve 1000 tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklere saldırarak kafalarının koparılmasını emretmiştir.
Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. (Bakınız: Ziya Kitapçı İslam Tarihi ve Türkler. Taberi Tarihi ve Asım Gündüz Türklerin Tarihi adlı kitabı…)
4. TÜRKLLERİN KANI İLE DÖNDÜRÜLEN DEĞİRMEN
Tören şöyle başlamış ve böyle bilmişti:
Kahraman gençlerin ayrı ayrı elleri ayakları bağ¬lanmıştı. Şehrin kenarında bir değirmen vardı. (12.000) masumu o değirmen arkının kenarına karşılıklı dizdikten sonra boğazları arkın kenarına gelmek suretiyle boylu bo¬yunca da yatırılmışlardı. Elleri kanlı cellâtlar emrin ye¬rine getirilmesi için bir işaret bekliyorlardı.
Neye uğradıklarını anlayan (şaşıran) Türklerin ahları, inilti¬leri kahramanlar yatağı olan ulu dağları inletiyordu. O dağlar ki sanki mağrur başlarını eğmişler ayaklarının dibinde yapılan faciaya bakıyorlardı, Duydukları iniltile¬re binlerce artığıyla karşılık veriyorlar ve böylelikle, – bir vakitler omuzlarımızda, tepelerimizde taşıdıklarımızın elemleriyle, ıstıraplarıyla bizde matemli olduk – dernek isliyorlardı…
Dünya kurulalı din vesilesiyle birçok cinayetler işlen¬miş, fakat failleri (hesabı) sorulmamıştı. Bu cinayetleri de sorma¬da fayda mı aramalıydı?
Tüyler ürpertici cinayetlere Türkler kurban edilir¬ken seyirciler içinde biri vardıki cinayetlerinin (müey¬yide) si olan kanlı ekmeği düşünüyordu. Bu adam şüphe¬siz Yezid’den başkası değildi.
Tanrı onun andını binlerce suçsuz Türkün kanları pahasına olsa da her halde yerine getirmeli idi.
Tevekkeli, kan içmeye alıştırılmış bir Tan¬rı hâlâ şu medenî asırda bile kan ile tatmin edilmiyor mu? Onu kandırmak için her sene milyonlarca kurban veril¬miyor mu?
Beklenen işaret verilmişti. Her biri analarının kuca¬ğında naz ve sevginin en ince duygularıyla büyütülen Türk kahramanları alçak bir maksat uğrunda boğazlan¬mışlar ve bin minnet karşılığı taşıdıkları çileli canlarını sahihine geri verip dertli dünyadan kurtulmuşlardı…
Birdenbire fışkıran kandan koca ark kıpkırmızı olmuştu. Arkın kaynağı Türkün sanki şah damarıydı…
Bu kızıl sel, değirmeni döndürmüş, öğütülen undan ekmek pişirilmiş. Yezit bin Muhallep en son kanlı ekmeği yiyerek andını yerine getirmişti…
Kalktı namaz kıldı. Tanrısına şükretti…
Törenin bitimini müteakip elde yedek bulundurduk¬ları dört bin kılıç artığı vardı ki çoğunu çoluk çocuk ve ihtiyarlar teşkil ediyordu. Üstelik sayıya gelmez talan ma¬lı da ellerinde saklıydı. O kadar çoktu ki hiçbir savaşta misline tesadüf edilmemişti. (Dr. Sabri Gündüz. “İSLÂMLIK – TÜRKLÜK ve BUNLARIN MÜNASEBETLERİNDEN MÜLHEM İNTİKÂDİ NOTLAR. s. 136-137)
Gerisini siz, aşağıdaki adını verdiğim kitaplardan okuyabilirseniz. Eğer gözünüz yaşarmadan ve de vicdanınız sızlamadan okuyabilirseniz…
Bakalım, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisiyazarları Dr. A. Ali Kemal ÖZDEMİR ile Arif ASLAN efendiler bu gerçekler karşısında kendilerini nasıl savunacaklar…
Halâ; “Hiçbir zorlama olmadan, kendi gönülleri ile İslâmiyet’i kabul eden Türkler!” deyebilecekler mi?
Ne zamana kadar sürecek bu Arap hayranlığı… Kim giderecek bu aymazlığı?
Eren Bilge, 22.2.2008
+
Alfabetik olarak:
1. Erdoğan AYDIN, “NASIL MÜSLÜMAN OLDUK?” “(Türklerin Müslümanlaştırılmasının Resmî Olmayan Tarihi) Başak Yayınları. 1. Baskı . Mart 1994
2. İlhan ARSEL. “ŞERİATÇIYLA MÜCADELENİN EL KİTABI!” Kaynak Yayınları
3. Dr. Sabri Gündüz. “İSLÂMLIK – TÜRKLÜK ve BUNLARIN MÜNASEBETLERİNDEN MÜLHEM İNTİKÂDİ NOTLAR.
4. Taberi: Milletler ve Hükümdarlar Tarihi
5. Ziya Kitapçı: İslam Tarihi ve Türkler.
X

Sayın Eren Bilge,
Kuşkum Yok, sana yolladığım aşağıdaki özetin tümünü okumuşsundur sen. Hem de kim bilir kaç kaynaktan. Ama yine de yazılı özet formun kullanma amacıyla gereksinme duyabileceğini düşünerek sana yolluyorum.
Eğer, evet işime yarar, kalanını gönder diyorsan, bunun gibi elimde 10 kadar ileti daha var. Onları da yollayayım.
Gerek görmüyorsan yollamayacağım. Bu bilgileri www.antoloji.com sitesindeki üyesi olduğum guruplardan alıyorum. Gerekirse o gruba senin de üye olmanı sağlayabilirim.
Sağlıkla kal.
Saygı, sevgi,…
Bir Okuyucunuz, 9.2.2008
x

Gönderen: Mehmet Ali YAZICI
Alan: Grup: Yaşama Karşı ÇIĞLIK
Tarih: 08.02.2008 13:46:00
Konu: NASIL MÜSLÜMAN OLDUK?

NASIL MÜSLÜMAN OLDUK?
Bu soru, içinde yaşadığımız bu toplum için pek’ağır’kabul edilir ve sorulmaz.Bin yıldan fazladır,’Türklerin Nasıl Müslüman Olduğunu? ‘sormadık kendimize ve tarışmadık/tartıştırmadılar.Sadece inandık,gönül rahatlığıyla.’İnanç sorgulanamaz’dı çoğumuz için.Neden sorgulanamasın ki? Gerçekler karşısında inancın hükmü nedir ki? Her konuda olduğu gibi,tarihimiz konusunda da ketüm davrandık hep.Nasıl müslüman olduğumuzu öğren(e) medik hiç bir zaman. Ve din konusunda soru sormaktan ısrarla kaçındık.Bildiğimiz ve öğrendiğimiz tek şey,’din ve hidayet aşkıyla’,kendiliğinden ve isteyerek müslüman olduğumuzdur.Semerkant’ta,Taşkent’te müslüman olmamak için direnen kaç bin Türk’ün hünharca ve hem de din adına katledildiğinden kaç insanımızın haberi var ki? İslâm Peygamberi Muhammed’in, Türkler hakkında neler söylediğini anlatan hadisleri kaçımız okuduk? Türkleri nasıl aşağıladığını bilen kaç kişidir şu 70 milyonluk ‘Türk’ ülkesinde?
Sağlıklı bir toplumsal bilinç,tarihi doğruları ortaya çıkartmak,bilmek ve öğrenmekle olur.Kandil kutlamalarını bir kenara bırakın,dine sığınarak iyilik temennileri göndermeyin birbirlerinize; doğruları arayın ve açın bakın,Türklerin nasıl müslüman yapıldığına…Göreceksiniz ki,bugün çok masum olarak anlatılan o inanaçlar adına ne katliamlar yapılmış,ne vahşetler yaşanmıştır.Türklerin zorla müslüman yapıldığı süreç,insanı irkilten ve kanını donduran bir süreçtir.
Bugünü anlamak,özgür ve demokratik bir Türkiye’yi yaratmak,doğru bir tarih bilincinden geçecektir.
Türklerin Müslümanlaştırılmaları
Giderek daha çok siyasete bulaştırılmak istenen İslam, ilk olarak Türklere ne şekilde ve hangi şartlarda gelmiştir pek bilinmez, sanki bilinmesi de pek istenmez. Ancak, bir çoğumuzun bilmediği, yada bilmek istemediği bu tarih, en çok bilmemiz gereken konuların başında gelmektedir..
Aşağıdaki döküman tamamen İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami tarihçi ve yazarlardan düzenlenerek hazırlanmıştır.
Türklerin ilk Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670 li tarihlere dayanan bilgiler maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740 lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir.
İslam’ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670 lerden başlayarak 740 lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım..
Müslüman Arapların Türklere İlk Saldırıları
Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi ipek yolu üzerindedir.. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar, deri imal ediyor ve pamukdan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı.. Bu üretimlerinin yanı sıra Altın madenleri çalıştırıyorlardı..Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir.. Bu zenginlik ötedenberi Talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.. Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslamı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiysede Türkler tarafından yok edilmişlerdi.. Ancak daha sonraları Muaviye tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamiyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu..
Buhara’nın Talan Edilmesi
Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım istersede bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlersede tam anlamıyla talan ederler.. Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır.. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir.. (Bu sayı kimi tarihcilere göre 50 kimine göre de 80’ dir…) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü….(Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir) Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler.. Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.. Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler.. Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır.. (Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir..)
Haccac ve Rutbil
İslam’da ilk asimilasyon 685 yılında Abdülmelik ile başlar.. Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya adı İslam tarihine kandökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar.. Abdülmelik önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.. Harac karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan gayri müslimlerin bütün haklarını geri aldı.. Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı.. Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış oldu.. Haccac ilk olarak Ubeydullah ibni Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb ibni Ebi Sufra’yi da Horasan’a vali yapar.. O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir ve Araplara vergi vermektedir.. Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam olarak teslim olmasını ister.. Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.. Bunun üzerine Ubeydullah Rutbil’in üzerine yürür.. Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına alır..Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır.. Buna çok kızan Haccac 40000 kişilik büyük bir ordu toparlayarak, Abdurrahman ibn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir.. Rutbil’i yenemiyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır.. Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac, Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri kalanları da Basra’ya kadar sürer. Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e sığınır.. Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.. Vermediği taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini, verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler.. Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa girmesini istemeyen Rutbil, 7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.. Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata yaptığını daha sonra anlayacaktır.. Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir ordu düzenleyerek 699 yılında Muhelleb bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine gönderir.. Hocente, Kes, Sogd ve Nesef’i ele geçirirsede Türkler direnirler.. Horasan valiliğine Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.. Yezid ibni Muhelleb’de Türk şehirlerini talan eder.Yezid’in savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında satarlar.. Bu tarihlerde, Araplar Türklerin yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan ettilersede kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar, elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türlere geri vermek zorunda kalmışlardı..
Kuteybe ibni Müslim
705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer.. Ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur.. Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir.
Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur..Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar.. Merv’de askerleri toplayarak, Allah kendi dininin aziz olmasi için size bu toprakları helal kıldı der.. Sanki, Bakara suresi 193’ü…. “Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın…” yada “8.Enfal /.39’u “din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! ”. ayetlerini savaşçılarına hatırlatarak Arap ordusunu Türklerin üzerine sürer..
Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır.. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler.. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar.. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar.. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar.. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek nekadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür.. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..
Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur.. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler..
Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir.. Muhafız birlikleri oluşturulur.. Valilik den vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplar’dan oluşturulur.. Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır.. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir.. Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır.. Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır..Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına..
Buhara’nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı
Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünselerde bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir..Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar.. (Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam’ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkca ifade ederler.. Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur..)
Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halkdan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar..Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar.. Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarınıda ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar..Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Genede Türkerden rağbet görmez. Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye gidenler olur..
1. Büyük Katliam (Talkan Katliamı)
Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah (24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.. Kuteybe sanki Kuran’daki ayetleri yerine getirmiştir..
9 Tevbe. 123. Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.
Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..
Bu olay, Ziya Kitapçı’nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır; Bu harblerden birinde, et-Taberi’nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe’ye, 4.000 esirle gelmişti.
Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağrur bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harplerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,
Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.
Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenler de o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. (Sayfa 314)
Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamıyacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlasmaya göre,
1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..

2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..
Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir
(devam edecek, 9.2.2008)
x
5. Dinde Zorlama Yoktur
Din; insan yaşamına anlam kazandırır, ona yol gösterir. İnsanı her zaman iyi, güzel ve doğru olana yönlendirir.
Din duygusu, insanın doğasında vardır. Din insanlara doğruyu ve yanlışı gös-termiş; fakat, hiçbir zaman onları inanma konusunda zorlamamıştır. Bu durum Kuranı¬kerim’de şöyle dile getirilir:
“Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ve eğrilik birbirin¬den ayrılmıştır…” (K. 2/256)
“Hak Rabb’inizdendir. Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (K. 18/29)
Yüce Allah, Peygamberimize de dinde zorlama yapmamasını öğütlemiş şöyle buyurmuştur:
“Resule düşen (vazife) ancak duyurmaktır.” (K. 5/99)
“O hâlde Resulüm, öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onlar üzerinde bir zorba değilsin.” (K. 88/21-22)
“Eğer Rabb’in dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederdi. O hâlde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (K. 10/99)
Peygamberimiz yaşamının hiçbir döneminde insanlara karşı zor kullanmamış¬tır.
Mekke fethedildiği ve insanların telâş içinde olduğu bir zamanda o, Mekkelilere şöyle seslenmiştir:
“Bugün artık hiçbir şekilde hor görülmeyeceksiniz. Haydi şimdi dağılın. Hepiniz hür ve serbestsiniz.” (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, C, I, s. 68.)
(İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ 8. SINIF. MEB Yayınlarından. Komisyon. Birinci Basım. 2002. s. 93)
+
Sanki, Bakara suresi 193’ü….
“Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın…” yada
“8.Enfal /.39’u “din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! ”.
+
Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağrur bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harplerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,
Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.
Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenler de o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. (Sayfa 314)
1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
1- TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMASI
İslâmiyet evrensel bir dindir. Yüce Allah, bu dini bütün insanlığa göndermiştir. Sevgili Peygamberimiz, hayatı boyunca İslamiyet’i insanlara tanıtmak, gönüllere hâkim kılmak için uğraşıp didinmiştir. Ama sağlığında Arap yarımadasının büyük bir kısmı İslâm’a girip Müslüman olduğu halde, Türkler henüz İslâm Dİnİ’ne girmemişlerdi.
Türklerin İslâmiyet’le ilk tanışması Emevîler zamanına rastlar. Fakat o zaman yönetimden kaynaklanan bazı yanlış tutumlar yüzünden Türkler, İslâmiyet’i tanımakta ve Müslüman olmakta tereddüt gösterdiler. Emevîlerde, İslâm’ın ruhuna aykırı olan milliyetçilik hâkimdi. Arap olmayanlara fazla ilgi göstermiyorlardı. Ne var ki bu davranışlar herkes tarafından beğenilen şeyler değildi. Bu yüzden yönetim de gitgide zayıflıyordu. Derken Emevîlerin rakibi olan Abbasîler, yönetimi ele geçirmek için isyanlar çıkardılar. Bu arada Horasanlı Müslüman bir Türk olan ve aynı zamanda Türklerin, İranlıların ve azınlıkların lideri durumunda bulunan Ebu Müslim de Abbasîlerin yanında yer alıp yardım etti. Böylece 750 yılında Emevî idaresi yıkılıp yerine Abbasîler geçti.
751 yılında, Abbasîler Çinlilerle savaşmak zorunda kaldılar. Türkler bu savaşta Abbasilerin yanında yer aldı ve onlara yardım ettiler. Talaş Irmağı yakınlarında yapılan bu Çin ordusu mağlup edildi. Savaş sırasında Türklerin cesaret ve yiğitliğini, kahramanlık ve cengaverliğini, savaştaki maharetlerini gören Abbasîler, Türklere daha çok ilgi göstermeye başladılar. Ordu ve devlet yönetiminde daha geniş görev ve imkânlar verdiler. Böylece Müslüman Araplarla Türkler arasında sıkı bir ilişki dönemi başlamış oldu. Çok geçmeden Türkler İslamiyet’e ısındılar ve kitleler halinde Müslüman olmaya başladılar. Mısır’dan Orta Asya’ya uzanan bölgede çeşitli devletler kurdular.
İlk olarak tam anlamıyla İslâmiyet’i kabul eden Türk Devleti, 932-1212 yılları arasında hüküm süren Karahanlılar olmuştur. Daha sonra bugünkü Hindistan ve Pakistan taraflarında kurulmuş olan Gazneliler (912-1183) Müslümanlığı kabul etti. Bunları Büyük Selçuklular takip etti. 1058’den sonra ise, Türkler artık İslâm ülkelerinin idarecisi ve hâkimi durumuna geçtiler. 10. Yüzyılın ilk yarısında artık Türkler ve özellikle Oğuz boyları tamamen Müslüman olmuşlardı.
Hiçbir zorlama olmadan, kendi gönülleri ile İslâmiyet’i kabul eden Türklerin Müslü¬man olmasında önemli iki büyük sebep vardır. Bunlar:
a. İslâm Dini ve medeniyetinin üstünlüğü.
b. Türklerin eski dinî inançları ile, İslâm inançları arasındaki benzerlikler.
Bu benzerlikler de şöyle özetlenebilir :
* Türkler, tek tanrıya inanıyorlardı. Tanrıdan söz ederken, “Tengri teg tengri” diyorlar¬dı. Bunun anlamı, sadece kendine benzeyen tanrı demekti. Bu da, İslam’ın tek Allah inancına uygun düşüyordu.
* Türkler, kadere ve ruhun ölümsüzlüğüne inanıyorlardı. Bu da, İslam’ın kader ve âhiret inançlarına uygundu.
* Türkler, cennet ve cehennemin varlığına, günah ve sevaba inanıyorlardı. Cennete “uç¬mak”, cehenneme “tamu”, günaha “yazuk” diyorlardı.
* Türkler, gerek tanrılara, gerekse ölmüş atalarına kurban kesiyorlardı. Yoksullara yardım etmek, yedirip giydirmek gibi töreleri vardı. Irz, namus, şeref düşkünlüğü, ailenin kutsallığı, ruh ve beden temizliği, dürüstlük gibi hususlar, Türk töresinin temelini oluşturuyordu.
* Türkler, doğuştan kahraman ve cesur bir yapıya sahip idiler. Yiğitlik ve cengâverlik duygulan ağır basıyordu. Bu da, İslâm’ın “cihad”, “şehitlik” ve “gazilik” anlayışlarıyla ya¬kın benzerlikler arz ediyordu.
İşte din, ahlâk, aile ve toplumsal hayat, açısından mevcut bulunan bu benzerlikler, Türk¬lerin İslâmiyet’i kabulünde önemli bir rol oynamış ve kitleler halinde Müslüman olmalarına se¬bep olmuştur.
(Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi. Dr. A. Ali Kemal ÖZDEMİR – Arif ASLAN 7. SINIF. Gaye Ders Kitapları Ankara 1995. s. 68-69)
+
Ayrıca Bakınız:
1. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Kitabı A. Reşid Çığnarlı – Kemalettin Kadimoğlu. Meram Yayıncılık s. 86-87
2. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 7. sınıf. Talip Arışahin – Mehmet Doğru. Damla Yayınevi.1994/8. s. 80-81
X
BENİ KUREYZA YAHUDİ KATLİAMI
Hendek Savaşı bitmiş, müşrikler geri dönmüş, Muhammed eve gelip istirahate çekilmiştir. Tam bu sırada Cebrail, bir katıra binmiş vaziyette kılıcını kuşanmış, ter ve toz duman içinde Muhammed’ in yanına varıp kendisine “Bak, biz melekler kırk gündür düşmanlarınızla savaşıyoruz, gördüğün gibi silahlarımızı hala da bırakmış değiliz. Kalk, hepiniz Beni Kureyza Yahudilerinin bulunduğu diyara gidin onları öldürün.; ben de hemen önden gidip evlerini üzerlerine yıkarım” diyor. (Tecrid-i sarih, Diyanet Tercümesi, No: 512, 1191,1565)
Cebrail’ in bu açıklamasından sonra Muhammed Müslümanlara, “İkindi namazımızı Beni Kureyza’ da kılacağız, haydi savaşa” talimatını veriyor (Kureyzalılar, Hendek Savaşında Mekkelileri desteklemişti-ADMIN). Çoluk çocuk dahil yaklaşık 1500 kişilik bir Yahudi kitlesini ele geçiriyorlar (kısmen sağ, kısmen ölü olarak). Ele geçirilen bu insanların elleri boyunlarına bağlanıyor ve onların akıbeti hakkında Muhammed, daha önce Yahudi olup da sonradan Müslüman olan Sad Bin Muaz’a yetki veriyor. Sad’ın Hendek Savaşı’nda bir damarı kesilmişti ve kanaması devam ediyordu. Muhammed’in talimatıyla Sad bir eşeğe bindirilip onun huzuruna getiriliyor. Muhammed ona, “Bu insanların kaderini sana bırakıyorum. Acaba bunlar hakkında kararın nedir?” diye soruyor. Sad’ın verdiği yanıt aynen şu: “Eli silah tutan her erkeği kılıçtan geçireceğiz. Kadın ve kızları cariye (iş ve seks kölesi); ergenlik çağına gelmeyen erkek çocukları da köle muamelesine tabi tutacağız.” diyor.
Muhammed, Sad’ın bu yanıtına karşı, “Senin verdiğin bu kararAllah’ın emrine tam uygundur ve sen bu kararda tam isabetli davrandın. Zaten seher vakti Cebrail de aynı ifade doğrultusunda Allah’tan bana vahiy getirdi” diyor. (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercümesi, No:289 hadis şerhiyle 1575 ve 1591 nolu hadisler)
Bu esirlerden erkek olanlar “Üsame Bin Zeyd” evinde; kadınlar ve çocuklar ise “Remle Binti Haris” evinde toplatılırlar. Muhammed erkeklerin idam kararını verdikten sonra Medine’ nin bugünkü pazaryeri olan semtte hendekler-çukurlar kazılarak mezar gibi hazır hale getirilir. Daha sonra erkekler eli kolu bağlı bir vaziyette ve kafileler halinde oraya yanaştırılıp başları kesilir ve o çukurlara atılır. Muhammed bu kesim işleminde Hz. Ali ve Zübeyr bin Avam’ı görevlendirmişti. Bilindiği gibi ikisi de Muhammed tarafında cennetle müjdelenmiştir. Ali ve Zübeyr kesim işine devam ederlerken Muhammed de bir yerde oturmuş onları seyrediyordu. Ayşe (Hz.) nin aktardığına göre, bu kesim işi sabahtan akşama kadar sürmüş. Erkekler idam edilirken, Yahudi kadınlar ve çocuklar da buna feryat edip saçlarını başlarını yolmuşlar.(Vakıdi, Meğazi, 2/512-517)
İdamlar yapılmadan evvel Muhammed, sanki çok önemli bir büyüklükte bulunuyormuş gibi “Arkadaşlar, onları şimdi idam etmeyelim; çünkü hava sıcaktır. Ayrıca eğer canları istiyorsa kendilerine hurma yedirin gibi” traji-komik talimatta da bulunuyor. İdamlıkların önüne atılan birkaç hurma da hayvana yem atılır gibi atılıyor. (Vakıdi, Meğazi, 2/512-14; Serahsi, Siyeri Kebir Şerhi, 3/1029 No: 1900)
Yaygın olan görüşe göre idam edilenlerin sayısı 800 ile 900 arasında değişiyor (Nesefi, Taberi, Alusi, İbni Kesir) . En düşük rakamı veren İslamcı yazarlara göre (Begavi, Suyuti, İbn’il Cezvi) ise 400 ila 600 arasında Yahudi idam edilmiştir.
Muhammed, o insanları teslim aldıktan sonra bir yerde toplayıp kendilerine, “Ey domuz ve maymun kardeşleri! Yediniz mi! İşte haliniz; görün bakalım” diyerek hakaret ediyor. Onlar da buna karşı, “Ey Muhammed, biz senden bunu beklemezdik, neden böyle haksızlık yapıyorsun?” şeklinde yanıt veriyorlardı (Bu kısım pek çok İslami Kaynakta yer alır örnek olarak, Taberi, Ahzap Tefsiri, ayet 26-27) (İdamlar konusunda en büyük eleştiri, yargılama olmaksızın idamların gerçekleştirilmesine atfedilebilir. Beni Kureyza kabilesinin her ferdi suçlu muydu? Aralarında suçsuz olan yok muydu? Neden hepsi birden, ayırt edilmeksizin, yargılanmaksızın idam edildi? Savaş esirlerinin idam edilmesi doğru mudur? -ADMIN.)
Muhammed, bu Yahudilerin karıları ve kızlarından 16 tanesini özel olarak ayırıyor ve bunlardan Reyhane’yi kendine seçip geriye kalan 15 tanesini de diğer önemli dostlarına dağıtıyor. Bir Yahudi:
“Artık her şeyimize el koydunuz, hiç olmazsa gözlerimizin önünde namusumuza el uzatmayın” diyor. Fakat, Muhammed bunu dinlemiyor (Kaynak: Vakıdi, Meğazi, 2/250)
Muhammed, ihtiyaç fazlası kadın ve erekek çocukların bir bölümünü, Sad bin Zeyd’e teslim edip onları satmak için Necd bölgesine, bir kısmını da şam tarafına gönderiyor. Müslümanlardan Muhammed bin Mesleme:
“Beni Kureyza Savaşı’nda kadınlar bölüşülürken bana üç tane düştü; hepsini de sattım” diyor. (Kaynak: Diyarbekiri, Tarihi Hamis,1/499 ve Vakıdi age 2/523-25)
–Arif Tekin’ in Yazısının Sonu–
Konu Hakkında İslamcıların Soru ve Açıklamalarına Yanıtlar:
İslamcı: Yahudiler, bu olaydan yıllar evvel Muhammed ile Medine’nin ortak savunması üzerine antlaşması yapmışlardı. Oysa Hendek Savaşı sırasında bu antlaşmaya ihanet etmişlerdir.
Yanıt: Muhammed’ in Medineye hicret ettiği ilk zamanlarda böyle bir antlaşma yapıldığı tarihi kayıtlarda geçer. Ancak bu döneme kadar Müslümanlar Mekke’de azınlıkta olan ve mağdur oldukları için Medineye hicrete muhtaç bir topluluk görünümündeydi. Henüz silahlanmamışlar ve çete savaşına başlamamışlardı. Yahudiler bu koşullarda antlaşma yapmışlardı. Oysa kısa bir süre sonra Müslümanlar çete savaşına ve yağmalamalara girişti. Mekkelilerin ticaret konvoylarını kesmeye çalıştı. Baht-i Nahle olayı ile Müslümanlar ilk kez Mekke müşriklerine saldırarak silahsız dört kişiden bir kişiyi ödürüp ikisini ise tutsak aldılar. Bu tutsağa karşılık olarak fidye istediler. Müslümanların bu davranışları Medineli Yahudilerin tepkisini çekti.
Muhammed, Kurezya olayından evvel zaten iki Yahudi kabilesini ortadan kaldırmış idi (Bu olayların traji-komik yanı Muhammed’ in Medine’ye misafir olarak gelmiş ama Medine’nin esas sahiplerinden olan Yahudileri kovmuş olmasıdır). Bu olaylardan sonra artık Medine antlaşmasının fiili olarak hiç bir geçerliliği kalmamıştı.
Muhammed, Medineli Yahudilerin Müslüman olması için çalıştı. Bunu başaramayınca onlarla arasına mesafe koymak için kıbleyi Kudüs’den Mekke’ye çevirdi. Çünkü Kudüs Yahudilerin kutsal şehriydi. Bu olayla birlikte Müslümanlar ile Medineli Yahudiler arasındaki eski antlaşma fiilen ortadan kalkmış idi. Medine’deki misafir Müslümanlar ile Yahudilerin arası iyice gerilmişti. Yahudiler, misafir olarak Medine’ye gelen Müslümanları artık sevmiyor ve düşman biliyordu, huzurları bozulmuştu.
Tüm bu nedenlerden dolayı Medineli Yahudiler Hendek Savaşı’nda Mekkelilere yardım etmiştir.
İslamcı: Yahudi erkeklerin idam kararı Tevrat’a göre yapıldı.
Yanıt: Katliamın sorumluluğu altında kısmen vicdan azabı duyan Müslümanların sorumluluğu Tevrat’a yıkmak için uydurdukları bir iddiadır bu.
Sad Bin Muaz kararını açıkladıktan sonra Muhammed:
“Yaşa! Allahın hükmü de senin verdiğin hüküm ile aynı doğrultuda idi.” demiş ve zaten verilen kararın önceden kendisine vahiy olarak indirildiğini söylemiştir. Dolayısıyla karar İslam’ın “tanrısının” kararıdır, Sad Bin Muaz’ın değil.
Yahudiler müşrikleri desteklerken kendilerine göre haklı idiler. Dolayısıyla kendilerini haklı bulurlarken Tevrat şeriatının aleyhlerinde kullanılması mantıksız olurdu.
İslamcı: Yahudi erkek esirler idam edilmeyip ne yapılabilirdi ki? O dönemlerde esir kampları da olmadığına göre, öldürülmeyip beslenecekler miydi? Eğer serbest bırakılsalardı tekrar düşman saflarda yer alırlardı.
Yanıt: Sanki başka seçenek yokmuş gibisinden yapılan bu iddialar aslında suç savmak amacıyla yapılmış bir savunma mekanizması değil mi? Çünkü, nasıl ki Yahudi kadınlar ve çocuklar esir olarak özellikle o dönemin ünlü Şam Esir Pazarı’nda satıldı iseler erkekler de aynı şekilde satılabilirlerdi. Ya da bir kısmı Müslüman ailelere köle olarak verilebilirdi (Bunu köleliği hoş gördüğümüz için değil daha o dönemde bile esirleri idam etmek ile serbest bırakmak haricinde başka bir seçeneğin daha varolduğunu göstermek için belirtiyorum). Demek ki Muhammed’ in böyle bir seçeneği de var idi. Ama o bu seçeneği seçmek istememiş, “tanrının” bir elçisi gibi değil, tarihteki pek çok kral ve komutan gibi düşmanına karşı kin ve intikam duyguları ile davranmıştır.
X
2/208, Ey inananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır.
2/256, Dinde zorlama yoktur. ”
2/272, Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. ”
2/85, kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
2/191,Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescidi Haram’ın yanında onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları
bulduğunuz yerde öldürün. 2/193, Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.
K.3/20, Ey Muhammet! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.’ de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: ‘Siz de İslam oldunuz mu?’ de. Şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür.
+
3/28, Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır
3/85-86, Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahrette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şahâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.
3/117, Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.
3/118, Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık.
3/178, İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır.
3/196-197, İnkâr edenlerin diyâr diyâr gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır.
4/56, Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında azâbı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.
4/74, O halde, dünya hayatı yerine ahireti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz.
4/80,Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik.
4/89, Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.
4/9l … eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik.
4/115, Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!
4/140, O, size Kitap’ta ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını
işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.
4/144, Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?
4/150-151, Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırtmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır.

5/105, Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyete ererseniz, delâlete düşen size zarar vermez.
5/10, İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir.
5/33, Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhirette büyük azâb vardır.
5/44, “…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.
5/45, Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.
5/51, Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
5/86, İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliktir.

6/104, Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim.
8/61, Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O şüphesiz işitir ve bilir.
7/36, Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar
cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.
7/178, Allah’ın doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimseler
ise, işte onlar mahvolanlardır.
8/12, Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin” diye vah yetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.
8/17, Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Alla, bunu inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu, o işitir ve bilir.
8/39, Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.
8/65-66, Ey Peygamber! Müminleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.
9/5, Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
9/11. Eğer, antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz-belki vazgeçerler.
9/14-15, Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. 9//23, Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi-küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar.
9/29, Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.
9/38-39, Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhreti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhrete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azapla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir
9/41, İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır.
9/73, Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür.
9/111Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.
9/123, Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir.

10/99, Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?
10/100, Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir.
10/108, De ki: ‘Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır.
10/109, Ey Muhammed! Sana vahye dilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir.
13/40, Ey Muhammed! Onlara vaat ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliği etmektir. Hesap görmek bize düşer.
16/9, Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.
16/37, Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz.
16/125, Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.
10/4,”…İnkârcılara,inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı âzâp ” vardır.
17/9-10, Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan müminlere büyük ecir olduğunu, âhrete inanmayanlara can yakıcı bir âzâp hazırladığımızı müjdeler.
17/97, Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onlar için Allah’tan başka dostlar bulamazsın. Bin onları kıyâmet günü yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşr ederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız.

18/29, De ki: ‘Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin… 18/29, “…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız. Onlar yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!
22/19-22, İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defâsında oraya geri çevrilirler: ‘Yakıcı azabı tadın’ denir.

27/91-92, De ki: ‘Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kuran okumakla emrolundum’ Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine etmiş olur. De ki: ‘Ben sadece, uyaranlardan biriyim.
28/56, Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir
35/23, Sen sadece bir uyarıcısın.
43/40, Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkla olanları doğru yola sen mi eriştireceksin?
32/22, Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız.
34/33, “…Azâbı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezâsını çekerler?
36/8, Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır.
38/27, “…Vay ateşe uğrayacak inkârcıların haline!
40/70-74, Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: ‘Allah’ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?’ denir…
44/46-50, Doğrusu, günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan, erişi maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına-azâp olarak-kaynar su dökün’ denir, sonra ona: ‘Tat bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir.
47/4, Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.
47/35, Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir.
48/16, Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır.
56/4l-46, Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde. Serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı.
60/1, Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.
66/9, Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!.
69/30-37, İlgililere şöyle buyrulur: ‘O’nu alın bağlayanı. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi. ” Bu sebeple burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.

72/23, Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir.

72/23, Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirce ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır.

K. 76/3, Şüphesiz ona (insana) yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.

76/4, Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık
88/21-22, Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esâsen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin.
88/23-26, Ama kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azâba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir.
98/6, Kitap ehlinden ve puta tapanlardan inkâr edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler.

109/1-6, Ey Muhammed! De ki: ‘Ey inkârcılar!Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
111/1-5, Ebû Leheb’in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda
vermedi. Alevli ateşte yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır.

X
BARIŞ ve SELAMET – DÜŞMANLIK ve ŞİDDET TÜMCELERİ

1. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey inananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır. K. 2/208″
b.”Dinde zorlama yoktur. K.2/256″
c.”Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
+
1-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. K. 2/85″
b.”Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescidi Haram’ın yanında onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları
bulduğunuz yerde öldürün. K. 2/191″
c.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. K. 2/193″
2. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammet! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.’ de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: ‘Siz de İslam oldunuz mu?’ de. Şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür. K.3/20″
+
2. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” K. 3/28″
b.”Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahrette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şahâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. K. 3/85-86″
c.”Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır. K. 3/117″
d.”Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık. K. 3/118″
e.”İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azap onlaradır. K. 3/178″
f.”İnkâr edenlerin diyâr diyâr gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır. K. 3/196-197″
g.”Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında azâbı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. K. 4/56.”
h. “O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz. K. 4/74″
ı. .”Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. K. 4/80″
i. “Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
k.”… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. K. 4/9l”
l.”Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! K. 4/115″
m. “O, size Kitap’ta ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını
işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. K. 4/140″
n.”Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz? K. 4/144″
o.”Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır. K. 4/150-151″
3. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyete ererseniz, delâlete düşen size zarar vermez. K. 5/105″
+
3. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. K.5/10″
b.”Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhrette büyük azâ vardır. K. 5/33″
c.”…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir. K. 5/44″
d.”Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir. K. 5/45″
c.Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. K. 5/51″
d.”İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliktir. K. 5/86″
4. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim. K. 6/104″
b.”Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O şüphesiz işitir ve bilir. K. 8/61″
+
4. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar
cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır. K. 7/36″
b.”Allah’ın doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimseler
ise, işte onlar mahvolanlardır. K. 7/178
c.”Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin” diye vah yetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi. K. 8/12″
d.”Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Alla, bunu inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu, o işitir ve bilir. K. 8/17″
e.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. K. 8/39″
f.”Ey Peygamber! Müminleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. K. 8/65-66″
g.”Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. K. 9/5″
h.”Eğer, antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz-belki vazgeçerler. K. 9/11″
ı.”Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. 9/14-15″
i.”Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi-küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar. K. 9//23″
k.”Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. K. 9/29″
L. “Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhreti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhrete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azapla azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir. K. 9/38-39″
m.””İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır. K. 9/41″
n.”Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür. K. 9/73″
o.”Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır. K. 9/111″
ö.”Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir. K 9/123″
5. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″
b.”Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâp verir. K. 10/100″
c.”De ki: ‘Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. K. 10/108″
d.”Ey Muhammed! Sana vahye dilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir. K. 10/109″
e.”Ey Muhammed! Onlara vaat ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliği etmektir. Hesap görmek bize düşer. K. 13/40″
f.”Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. K. 16/9″
g.”Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz. K. 16/37″
h.”Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. K. 16/125″
+
5. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…İnkârcılara, inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı âzâp vardır. K. 10/4″
b.”Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan müminlere büyük ecir olduğunu, âhrete inanmayanlara can yakıcı bir âzâp hazırladığımızı müjdeler. K. 17/9-10″
c.”Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onlar için Allah’tan başka dostlar bulamazsın. Bin onları kıyâmet günü yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşr ederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız. K. 17/97″
6. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…’ K. 18/29″
+
6. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız. Onlar yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır! K. 18/29″
b.”İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defâsında oraya geri çevrilirler: ‘Yakıcı azabı tadın’ denir. K. 22/19-22″
7. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kuran okumakla emrolundum’ Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine etmiş olur. De ki: ‘Ben sadece, uyaranlardan biriyim.’ K.27/91-92″
b.”Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. K. 28/56″
c.”Sen sadece bir uyarıcısın. K. 35/23″
d.”Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkla olanları doğru yola sen mi eriştireceksin? K. 43/40″
+
7. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız. K. 32/22″
b.”…Azâbı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezâsını çekerler? K. 34/33″
c.”Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. K. 36/8″
d”…Vay ateşe uğrayacak inkârcıların haline! K. 38/27″
e.”Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: ‘Allah’ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?’ denir… K. 40/70-74″
f.”Doğrusu, günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan, erişi maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına-azâp olarak-kaynar su dökün’ denir, sonra ona: ‘Tat bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir. K.44/46-50″
g.”Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz. K. 47/4″
h.”Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir. K. 47/35″
ı.”Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır. K.48/16″
i.”Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde. Serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı. K. 56/4l-46″
k.”Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır. K.60/1″
L.”Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!. K. 66/9″
m. “İlgililere şöyle buyrulur: ‘O’nu alın bağlayanı. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi. ” Bu sebeple burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur. K. 69/30-37″
8. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. K. 72/23″
+
8. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirce ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır. K. 72/23″
9. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Şüphesiz ona (insana) yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.
K. 76/3″
+
9. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. K. 76/4″
10. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esâsen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin. K. 88/21-22″
+
10. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.-“Ama kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azâba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir. K. 88/23-26″
b.”Kitap ehlinden ve puta tapanlardan inkâr edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler. K. 98/6″
11. Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! De ki: ‘Ey inkârcılar!Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. K. 109/1-6″
+
11. Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “Ebû Leheb’in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda
vermedi. Alevli ateşte yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır. K. 111/1-5″
x
BARIŞ AYETLERİ

“Dinde zorlama yoktur.” (K.2/256)
“Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir.” (K.2/272)
“Ey Muhammet! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.’ de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: ‘Siz de İslam oldunuz mu?’ de. Şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür.” (K.3/20)
“Resule düşen (vazife) ancak duyurmaktır.” (K. 5/99)
“Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyete ererseniz, delâlete düşen size zarar vermez.” (K. 5/105)
“Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim. K. 6/104″
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O şüphesiz işitir ve bilir.” (K. 8/61)
“Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/99)
“Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir.” (K. 10/100)
“De ki: ‘Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır.” (K. 10/108)
“Ey Muhammed! Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir.” (K. 10/109)
“Ey Muhammed! Onlara vaat ettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliği etmektir. Hesap görmek bize düşer.” (K. 13/40)
“Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” (K. 16/9)
“Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz.” (K. 16/37)
“Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.” (K. 16/125)
“De ki: Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…” (K. 18/29)
“De ki: ‘Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kuran okumakla emrolundum’ Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine etmiş olur. De ki: Ben sadece, uyaranlardan biriyim.’” (K. 27/91-92)
“Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.” (K. 28/56)
. “Sen sadece bir uyarıcısın.” (K. 35/23)
“Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkla olanları doğru yola sen mi eriştireceksin?” (K. 43/40)
“Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir.” (K. 72/23”
“Şüphesiz ona (insana) yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük. “ (K. 76/3)
“Gerçi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Allah her şeyi bilir, hikmet sahibidir.” (K. 76/30)
“Sen öğüt ver ve hatırlat. Sen sadece öğüt verensin.” (K. 88/21)
“Onları zorlayan bir zorba değilsin.” (K. 88/22)
“Onları hesaba çekmek bize aittir.” (88/26)
“Ey Muhammed! De ki: ‘Ey inkârcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. “ (K. 109/1-6)
X
İSLAM BARIŞ ve ESENLİK DİNİ MİDİR?
Sayın …
Önce sevgi.
Gönderdiğiniz yazıyı dört kere okumama karşın yazarın ne demek istediğini anlayamadım. Yazarımız:
“Efendimiz Medine’ye geldiği zaman Medine Bildirgesiyle farklı din mensuplarını diyaloğa çağırıyor. (…) dedikten sonra Fethullah Gülen’in su sözlerini aktarıyor:
Bizim diyalog ve hoşgörü hareketimiz tamamen Türk milletine aittir ve Türkiye orijinlidir, diyalog faaliyetlerini kendi maksatları doğrultusunda yapanlara eklenmiş değildir.” (Milliyet, 27 Ocak 2005, M. Gündem)” diyor.
Acaba yazarımız; diyalog, Türk kaynaklı değil de Peygamber kaynaklı mı demek istiyor? Eğer böyle demek istiyorsa Kuran’daki Hıristiyanlık ve Yahudilik aleyhindeki ayetler kendisini yalanlar. Sonra; yazarımız, dinler arası diyaloğun nesinden rahatsız oluyor? Dinlerin birbirlerine karşı kötü niyet beslemesi daha mı iyi?
İslamiyet, dinler arası diyaloğdan, “Barış ve Esenlik” ten çok uzaktır. Bu konuda bir görüş sahibi olmak için yalnızca şu ayetleri okumak yeter:
1. “Sen onların dinine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (K. Bakara. 2/120)
2. “Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, ayetleri size açıklamış bulunuyoruz. (K. Al-i İmran. 3/118)
3. “Kimi Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kâfirlerdir.” (K. Maide. 5/44, 45)
4. “Ey İnananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da o da onlardan dır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. Maide; 5/51)
5. “Müşrikler ancak bir pisliktir.” (K. Tevbe. 9/28)
6. “Kendisine Rabb’inin ayetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (K. Secde. 32/22)
7. “Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse söylediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidir. Ve gürültüyü korkularından aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın. Allah kahretsin onları! Hakk’tan nasıl çevriliyorlar.” (K. Münâfıkun. 63/4
Bu konuda daha geniş bilgi edinilmek isteniyorsa Hakikat Dergisinin Temmuz 2004 tarihli 130 sayfasına bakılabilir. Adı geçen dergi Fethullah Gülen’i; Amerika’da oturduğu için İslam’dan çıkmış olmakla suçlayarak, yukarıdaki ayetler gibi daha birçok ayetler gösteriyor.
İslam’ın Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyenlere İlhan Arsel’in Kaynak yayınlarında çıkan “Kur’an’daki Kitaplılar” adlı kitabını okumalarını öneririm. Bu kitap 200 sayfalık olup bir günde bitirilebilir.
Araştırmadan, okumadan, bilmeden halkı yanlışa yönlendirmek iyi bir davranış olmasa gerek. Kim ki İslam “barış ve esenlik” dini der; o, İslam’ı bilmiyor demektir. İslam’da “barış ve esenlik” İslamiyet’i seçmiş olanlaradır. Böyle demek bile sakıncalıdır. İslam tarihini incelediğimiz zaman görürüz ki daha peygamberlerinin ölüsü toprağa verilmeden Mekke ve Medine’dekiler birbirlerine düşmüşlerdir. Örneğin; Ömer, Osman, Ali taraftarları birbirlerine suikast düzenlemişlerdir.
İslam Peygamberinin eşi (Ayşe) ile kızı (Fatma) taraftarları Fedek hurmalığı yüzünden Sahabeler başta olmak üzere Deve (Cebel) savaşı adı verilen savaşta birbirlerini öldürmüşlerdir. Hemen arkasından; Sünniler, Şiiler, Hariciler olmak üzere üçe bölünerek birbirlerini öldürmüşlerdir. Bütün bu olaylar Peygamberlerinin ölümünün hemen arkasından başlamış olup Kerbela savaşı ile bile son bulmamıştır. Bundan sonra mezhep ve tarikat kavgaları adı altında camilerde bile 70 yılı süren bir küfürleşme ve Ehl-i Beyti’in sürgün dönemi yaşanmıştır.
Bütün bu olayları değerlendirmeden “İslam barış ve esenlik dinidir” demek halkımızı yanlış yönlendirerek Müslüman dünyasını ateşe atmaktan ve geri kalmasına neden olmaktan başka bir işe yaramaz.
İslam, savaşçı (cidalci) bir dindir. Öyle ki savaşı gelir kaynağı olarak seçmiştir. Bu nedenle İslam; dünyayı, ikiye ayırmıştır: “Darül İslam”, “Darül harp!”
İslam’a göre; Darül harptekilerle “boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşılmalıdır.” (K. 9/29)
Şimdi de Müslümanları kafirlerle (Hıristiyan-Yahudi ve diğer tek tanrılı dine mensup olanlar…) müşriklerle (Allah’a ortak koşanlar, puta tapanlar) savaşmaya çağıran (motive eden) ayetleri okuyalım:
1. “Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. (K. Bakara. 2/ 193)”Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin.Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin. (K.Nisa. 4/89)
2. “Eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. (K.Nisa. 4/91)
3. “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek ve asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahrette büyük bir azap vardır.” (K. Maide. 5/33)
4. “Rabbin meleklere ‘Ben sizinleyim, inananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben inkar edenlerin kalplerine korku salacağım., artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. Enfal. 8/12)
5. “Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” (K. Enfal. 8/39)
6. ”Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin. Her gözetleme yerlerinde onları bekleyin.” (K. Tevbe. 9/5)
7. “Kitap verilenlerden Allah’a, ahret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” ( K. Tevbe. 9/29)
8. “Ey Peygamber! İnkarcılarla ve iki yüzlülerle savaş. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür.” (K. Tahrim. 66/9)
9. “Doğrusu İnkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.” (K. İnsan. 76/4)
Bütün bu savaşlar “kafirleri imana getirmek” gerekçesi ile yapılmıştır. Semerkant’ten Madrid’e, Bizans İstanbul’undan Umman denizine kadar olan ülkeleri, iki-üç yüz yıl süre ile, kılıçtan geçirerek fethedilmiştir..
Fethettikleri ülkeleri; ganimet adı altında talan ederek mallarını mülklerini yağmalamışlar; kadınlarını cariye, erkeklerini köle yaparak alıp satmışlar, satmadıklarını kendi mülklerinde kullanmışlardır. Bu zihniyet Osmanlı devleti yıkılıncaya kadar sürmüştür. Atatürk’le birlikte “Yurtta sulh cihanda sulh!” dönemi başlamıştır.
Gelelim şu Türklerin misyonerler aracılığıyla Hıristiyanlaştırılmalarına. Türklerin büyük çoğunluğu, hiç bir zaman Hıristiyanlığı benimsemez. Çünkü Türkler akılcı ve laik insanlardır. (Ekteki kupürlere bakınız. 5.2.2005 tarihli gazetelerden…)
Türklerin çok azının Hıristiyanlığı benimsemesi ise bir şey ifade etmez. Çünkü aklı başında olan Türkler Atatürk sayesinde; İslam’ın bile bu günün ihtiyaçlarını karşılamayacağını bilerek laikliğe yönelmiş; 80 yıldan beri de bütün bağnazlığa karşın laikliği korumuş dünyadaki ilk ve tek ülkedir. Eğer laik devletimiz sünniliği pompalayıp finanse etmemiş olsa idi laiklerin sayısı çok daha yüksek olurdu.
Ben o yazar arkadaşa bir şey diyemem… Daha dün, eski Kültür Bakanlarından Namık Kemal Zeybek, “İslam Peygamberi de Türk!” diye makale döşemedi mi? Bu bile Türkleri İslam’a yönlendirme çabasından başka bir şey değildir. Aklını peynir ekmekle yediği anlaşılıyor. Ona kalırsa, benim teyzem oğlu Necdet Sevinç gibi dünyada Türk olmayan hiçbir insan yok. Hepsinin kökeni Türk… İşte bunlar da Türk İslam düşüncesiyle kafayı yemiş bağnazlardır.
Bilmiyorlar ki artık ırkçılığın da dinciliğin de çağı geçmek üzeredir. Neymiş de İslam dini sayesinde birliği bütünlüğü sağlıyormuşuz, gerektiğinde büyük bir manevi bir güç olarak yararlanıyormuşuz. Bu savın da temelsiz olduğunu Atatürk’ün büyük nutkunu okuyanlar bilir. Kaldı ki eğer İslam milli bütünlük sağlamış olsaydı; Araplar kendi aralarında bir birlik oluştururdu.
Artık dini bağlar, ırkî bağlar değil de bir devlete hukuksal bağlılık; yani hukuksal vatandaşlık esas alınmaktadır. Artık insanlar inanmayı değil düşünmeyi yeğlemektedir.
Şimdi anlıyor musun benim niçin dışlandığımı… Hani ne demişler doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar… Beni ise; doğruları söylediğim için, yüz köyden kovdular. Ne var ki onurlu gerçek saygısı olan aydınların yazgısıdır bu.
İnsanlık sorumluğunu ve duyarlılığını gösteren insanların çabası ile aydınlığa çıkmıştır.Yalanla, halkımızı gaza getirmekle çağdaşlık yakalanamaz. “Yalancı Allah’ın (Gerçeğin, Hakk’ın) en büyük düşmanıdır.”
“Sen yanmazsan, ben yanmazsam karanlıklar nasıl aydınlığa çıkacaktır. Karanlığı aydınlatmak için; duyarlılığı ve sorumluluk duygusu gelişen her aydın bir mum yakmalıdır.
Şimdi kal sağlıcakla,
Av. Hayri Balta, 1.1.2005
X
K I L I ÇLI DEMOKRASİ

Bu yazı Karikatürist Nuri Kurtcebe’nin 18.1.2002 tarihli Cumhuriyet’te çıkan bir karikatürünün altına yazılmıştır
Karikatürdeki iki bayanla üç şeriatçı siyasetçinin başları üzerindeki Arap harflerine benzetilerek yazılan yazıyı belirtiyorum: “DEMOKRASİ”.
Dikkat edilirse, “Demokrasi” sözcüğünün içinde iki tane kılıç var. D harfi ile K harfi… İkisi de kılıca benzetilmiş. İlk bakışta Karikatüristtin, İslam demokrasisini kılıçla özdeşleştirmesi yadırganabilir. Ama aşağıdaki alıntıları okuyunca; İslam denince akla, ilk önce kitap ve kılıç geleceğini ve böylece İslam şeriatının ancak kılıçla gerçekleşebileceğini görürüz.
Şimdi şu alıntılara dikkat edelim. Bu ayetler Allah kelamı denilen Kuran’da geçiyor: “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın..!” (K. 9/29 )
Bu da Peygamber sözü denilen Hadis: “İnsanlar ‘la ilahe illallah’ deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum. Şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bk. Sahih-i Müslüm. İst. 1401. C.1. s. 51-52. Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler. Ank. 1992. s. 30-31. Had. No. 4 ve bu Hadis Veda Hutbesinde de var. Yine: (Bk. K. Tevbe, 9/29)
Bu tür ayetler ve Hadisler çoktur ve İslam Literatüründe bu tür ayet ve hadislere cihat, kılıç, kıyam anlamında “Şiddet ayetleri” denir…
Bu da Vakit gazetesi yazarı Abdullah Büyük’ün sözleri: “Yazımızı Muhammed İkbal’in bir sözü ile bitirmek istiyorum: Benden selam olsun mollaya, hocaya… Onlar bize İslâm’ı öğrettiler. Gel gör ki; öyle bir yorum yaptılar ki, Allah’ı, Cebrail’i ve Peygamber’i hayrete düşürdüler. Allah (cc), “Ben böyle bir din göndermedim!” derken; Cebrail, “Ben böyle bir dini getirmedim” derken; Peygamber de, “Ben böyle bir din etmedim” diyor. (VAKİT GAZETESİ. 18.1.2002. Abdullah Büyük. s. 2)
Yazar bu sözleri ile İslam’da şiddet yok diyor ama yukarıda verilen örnekler kendisini yalanlıyor. Hadis’e uydurma denebilir; ya Hadisin kaynağı olan K. 2/29 ayetine de uydurma denebilir mi?
Peki, Allah, “Ben böyle bir din göndermedim…”; Cebrail, “Ben böyle bir din getirmedim!”; Peygamber, “Ben böyle bir din etmedim (Böyle bir söz söylemedim)!” demişse; yukarıdaki tümceleri (âyetleri) Kuran’a kim koymuş? Hadis’i kim söylemiş?..
Ya şu kit’al (Muhammed) bölümündeki (suresindeki) tümceye (âyete) ne demeli? “Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin. Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürenlerin işlerini boşa çıkarmaz…” (K. Muhammed-Ki’tal. 47/4)
Görüldüğü gibi Muhammet suresinin bir adı da Ki’tal’dır. … Ki’tal: Cihat, savaş, kılıç, öldürmek… anlamlarına gelir (Bk. Türkçe Sözlük. TDK) ve bu nitelikteki âyetlere Kılıç âyetleri denerek Barış tümcelerini (âyetlerini) kaldırdığı (neshettiği) söylenir.
Bunun yanında şeriat ülkelerinin; örneğin; İran’ın, Suudi Arabistan’ın bayraklarında kılıç görülür. Yine Ali’nin meşhur Zülfikar’ı ki, iki çataldır… Her çatalından da kan damlar. Bizim Aleviler de Ali’nin adı geçince hüngür hüngür ağlar.
Hani İslam barış dini idi. Hani İslam’da düşünce ve inanç özgürlüğü vardı?.. Hani İslam’da öldürme yoktu! Hâlâ akıl edemeyecek misiniz? Hâlâ körü körüne inanacak mısınız bu Allah adına, din adına imana davet edin, kabul etmezse öldürün sözlerine… Bu düşünceler günümüz hukuku ile Anayasamız ile İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile ne oranda bağdaşır?..
Bu da beğenmediğiniz, kâfir dediğiniz gayri-Müslimlerin; yani insan sözü. Örneğin İnsan Hakları Evrensel Bildirisi: “Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları söz konusu olmaksızın malûmat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek ve yaymak hakkını gerektirir.” (İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ. MADDE. 18).
Şimdi burada bir saptama yapalım: Yukarıdaki sözlerden hangisi Allah’a yakışan bir sözdür? Kuşkusuz; İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde geçen sözler Allah’ın isteğine daha uygundur, daha akla uygundur, daha barışçıdır ve daha insancıldır, daha yücedir… Çünkü bu sözlerde insan haklarına, insanın düşünce ve inançlarına saygı vardır… Allah’a ve Peygamberine de bu güzellikte sözler söylemek yakışır…
“Kafirlere; boyunlarını eğerek cizye vermeyi kabul etmeyenlere yaşam hakkı vermeyen” (K. 9/29) bir emri Allah’ın emri, Peygamberin sözü, olarak kabul ediyorsanız ey Süleyman Ateş, ey Yaşar Nuri Öztürk, Ey Zekeriya Beyaz ve ey İmam Hatipliler, Yüksek İslam enstitüsü bitirmişler, ey ilahiyatçılar ve ilahiyat fakültesi bitirmişler; dünyamızda barış nasıl gerçekleşebilir.
Siz inanın; kabul da… Bu güzelim Türk insanından, bizlerden ne istiyorsunuz… Servetinizi bizimle bölüşmüyorsunuz da; peki, inancınızı niçin bizimle bölüşmeye kalkıyorsunuz…
Niçin “Kanlı mı olacak kansız mı olacak!” (Bu sözler Erbakan’ın sözleridir) diyorsunuz? Niçin “Laiklik gidecek, şeriat gelecek. Kan akacak fıstık gibi olacak!” diyerek inancınızı bize dayatıyorsunuz?
İslam’ın saygın kitaplarından aktardığım tümceler (âyetler), Hadisler gibi daha yüzlercesi yazılıp dururken ve de bu inanç gereği Amerika’daki İkiz Kuleler yerle bir edilerek üç dakikada üç bin kişi öldürülürken Müslüman olmayanlar kendilerini korumak için önlem almak zorunda kalırlarsa haksızlar mı?..
Dünya ile ters düşmemek için İslam dinini; akla, bilime, günümüz gerçeklerine ve hukukuna koşut durumuna getirmeliyiz… Aksi takdirde Afganistan, Taliban ve diğer şeriat ülkeleri gibi bilgisiz, geri, yoksul, miskin kalarak karanlıklara gömüleceğimiz gibi, terörist olarak anılarak dünyadan da dışlanırız.
Bu yazılar en yakın ve birinci tehlike olan irticaya (Devleti ve toplumu şeriat kurallarına göre yönetmek…) karşı bir savunmadır… Savunma hakkı en saygın (kutsal) haklardandır… Bu memleketin aydınları olarak bizler; gerçekler üzerine eğilerek, düşüncelerimizi şimdi açıklamayalım da ne zaman açıklayalım? Bizler açıklamasın da kimler açıklasın?..
Bu savunmaları; düşüncelerini, kalemini dolarlarla satanlardan beklerseniz daha çook beklersiniz… “Elhamdülillah ben de Müslümanım. Benim de anam başörtüsü giyerdi!” diyen Atatürkçülerin, aydınların, solcuların ve de “Sevgili Peygamberimiz!” diyen Çetin Altanların arkasına düşerseniz bir de bakmışsınız ki karikatürdeki siyasetçiler iktidara gelerek Anayasa mahkemesini kapatmaya kalkar. (Bu sözüm şimdi gerçekleşmiştir. Çünkü üç kere kapatılan bir partinin en hızlıları şimdi iktidardadır: AKP)
Taliban zihniyetindekilerin direncini Afganistan olaylarında gördük… Bu nedenle Laik devletimiz, laiklik gereği, Sünniliği de diğer inanç mensupları gibi aynı kategoride değerlendirmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla şeriatçı zihniyet örgütüne birçok bakanlıktan daha çok para aktarılarak onların gelişmesine ve güçlenip şımarmalarına ortam hazırlanmamalıdır.
Devlet, diğer inanç sahiplerini nasıl kendi cemaatlerinin desteğine bırakmışsa Sünnileri de kendi cemaatlerinin desteği ile yaşamaya zorunlu kılmalıdır. Laikliğin en başat koşulu budur.
Devlet yetkilileri; herhangi bir savaşta düşmana karşı potansiyel güç olarak şeriatçıları cepheye sürme düşüncesi ile Sünniliğe prim vermekten kaçınmalıdır. Gelişen bilim ve teknik karşısında şeriatçı savaşçıları cepheye sürmek çözüm yolu değildir. İnsan yurdunu, malını, canını, namusunu ve bağımsızlığını korumak için şeriatçılardan daha iyi savaşır. Bağımsızlık uğruna gözünü kırpmadan ölüme giden gençlerimizi unutmayalım. Bilinmelidir ki yurdumuza saldıran düşmana karşı ancak bilinçlenmiş insanlar direnebilir…
X