MEKTUPLAR 2

 

 

MEKTUPLAR

 

İçindekiler:

Suat

Sayın Suat

Önce saygı, sevgi…

Beğendim sayın … gönderdiğiniz iletiyi.

Eğer bütün inananlar sizin verdiğiniz şu yanıtı verebilseydi. “Allah bile insanları, hayatları son bulmadan yargılamıyor. O halde  sana ne oluyor ?…” diyebilseydi; dinli dinsiz bütün insanlar barış içinde yaşar giderdi.

Bu yanıtınız bana Fatih Sultan Mehmet’in şeriatçı din adamlarına verdiği yanıtı hatırlattı. Fatih, İstanbul’u fethettiğinde: “Şeriatçı din adamları, şevet-i Muhammediye’nin kuvvet ve kudreti bu derece yükselmişken, Hıristiyanları, kılıç ile İslam’ı kabul etmeleri arasında bırakmaya ne mani var?” diye dayatmıştı.

Şeriatçı din adamları şöyle demek istiyordu: “Dayayalım kılıcı boyunlarına, davet edelim kendilerini Hak  din İslam’a, kabul etmezlerse ‘vuralım boyunlarını’ (K. 47/4) akıtalım kanlarını kara toprağa…

Fatih’in verdiği yanıt ilginçtir. Gerçek inançlı bu yanıtı kendisine ilke edinmelidir: “Din-i Mübini, hazreti Allah’tan ziyade himaye iddiasında bulunmak ne büyük haddini bilmezliktir?” (Fatih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler. Erdoğan Aydın, Doruk Yayıncılık. 1997. s. 181)

Tanrı’nın dinini korumak insanların harcı değildir. Tanrı kendi dinini korumaktan kaçıcı değildir.

Geçen gün bir toplantıda yapıyorduk söyleşi. SHP’den da milletvekilliğine adaylığını koymuş biri, sözümü kesti. Tanrı’nın nedir ve nerededir olduğunu anlatıyordum. Herkes Tanrı’yı inkar etse ben etmem, diyordum.

Verdiğim yanıtı beğenmemiş olacak ki, sözümü kesti, beni kendine çekti. Hiç de yeri değilken “Tanrı’nın dediği olur!” demesin mi?.

Baktım bizim milletvekili olma sevdasında olan aydınımız Tanrı konusunda bilgisiz. Aynı zamanda da ağzından çıkanın ne demek olduğundan habersiz. Oysa din demek “Den” demektir. Dindarım deyen bir adam konuşan birinin sözünü kesmemelidir. Bu bir edep gereğidir.

Baktım klasik Aristo mantığına göre hüküm veriyordu. Şöyle bir mantık yürütüyordu. “Kuşlar iki ayaklıdır. Hayri Balta da iki ayaklıdır. Öyle ise Hayri Balta kuştur” diyordu.

Bu önermesini çürütmem gerekti. Önermesi bir totoloji (kısır döngü) idi.

Hak ettiği yanıt verildi.  Kendisine: “Bak, arkadaş değil mi ki Tanrı’nın dediği oluyor. Göstereyim sana Tanrı’nın dediği mi oluyor; benim dediğim mi oluyor?” denildi.

Masada duran kağıdı aldım elime. “Şimdi bak ben bu kağıdı yırtacağım kendi ellerimle. Eğer senin Tanrı’nın dediği oluyorsa bu kağıdı yırttırmasın!” dedim kendine.

Kağıdı yırtıp ufaladıktan sonra dedim kendisine: “Tanrı’nın da dediği olur, insanın da dediği olur. İnsanın değerini bu denli küçültme ne olur?”

Doğa yasalarının önüne geçilmez. Doğa; yasalarını yürütürken insan mı, hayvan mı, Müslüman mı kâfir mi demez. (Aklı kül dedikleri). Ama insanın da bir iradesi vardır (Akl-ı cüz’i dedikleri) bu da küçümsenmez…

Ne var ki dinciler bunu kabul etmez. Dinciler insana, hiç mi hiç değer vermez. İnsanın yaptığını bile insana mal etmez.

İşte bir örnek. Bedir savaşında mı, Uhud savaşında mı; okçuların attığı ok sayesinde müşrikler kaçtı. Müslüman okçular sevinir. Bu sevinç bile insanlara çok görülür.

Bunun üzerine vahiy  gelir: “Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı.” (K. 8/17. Diy. Çev.) denir. Şimdi bana: “Kağıdı sen yırtmadın Allah yırttı. Yırttığın zaman sen yırtmamıştın, fakat Allah yırtmıştı!” denebilir mi?

İnançlı; ama mantıklı dostum;  Allah’ı, dini, Kuran’ı aşağılamak değildir kastım.

Demek istediğim şu ki: Amerikan emperyalizmi gözünü Ortadoğuya, Türkiye’ye dikmişken; Afganistan’ı, Irak’ı yerle bir etmişken“ Tanrı’nın dediği olur!” diyerek yan gelip yatmamalıyız. Aklımızı kullanarak önlem almalıyız. Laiklik ilkesine dört elle sarılmalıyız. Gerçekleri ve gelen tehlikeyi görmeliyiz. Zaman geçirmeden önlemini almalıyız.

Dinleri, inançları insanların kendi takdirine bırakmalıyız. Şeriatçı din adamlarını devlet ve toplum yönetiminde söz sahibi etmemeliyiz.

Dine-imana sarılarak memleketimizi koruyamayız. Koruyabilseydi koskoca Osmanlı imparatorluğu korurdu, bu olguyu unutmamalıyız.

Bu amaçla şeriatçı din adamlarını devlet ve toplum yönetiminden dışlamalıyız… Bunlara, Fatih Sultan Mehmet’in dediği gibi: “Din-i Mübin’, hazreti Allah’tan ziyade himaye iddiasında bulunmak ne büyük haddini bilmezliktir?” demeliyiz. Allah dururken Allahlığa soyunmamalıyız.

İşte Sayın Suat arkadaşa “Allah bile insanları, hayatları son bulmadan yargılamıyor. O halde  sana ne oluyor ?…” demeniz, bana yukarıdaki satırları yazdırttı… Bir de bana “Cahiliye döneminde kızlar diri diri gömülüyordu; İslamiyet kadınları cahiliye dönemindeki zorluktan kurtardı!” söz konusu olduğunda verdiğim sözümü hatırlattı.

Şimdi sözümü yerine getiriyorum. Konunun geçtiği kitabı ve sayfalarını bildiriyorum. Eğer bu konuda bilgi sahibi olmak istiyorsan “Muhammed ve Kurmayları’nın Hanımları. Arif Tekin. Kaynak Yayınları. Birinci Baskı 2001. s. 71-80’de geçen “24) Kız Çocuklarının Diri Olarak Gömülmesi Hikâyesi” bölümünü okuyunuz diyorum.

Bu kitapta kadınların konumunu; cahiliye döneminde nasılmış,  İslam’ın gelişiyle nasıl olmuş göreceksiniz. Öyle sanıyorum ki ya bu kitaptaki yazılanlara ya da diğer kitaplarda yazılanlara hak vereceksiniz.

Erdal arkadaş’ın İncil’den naklettiği gibi: “Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak”tır. Eğer insan oğlu özgür olmak istiyorsa; önce, gerçeği bulacaktır, bu nedenle de bol bol okuyacaktır.

Sanma ki sizi ikna ederek kazanmak istiyorum. Hayır, böyle olsun istemiyorum.

 Dünyada var 1,5 milyar Müslim; kalanı, gayr-i müslim. Bu miktara bir tane eklenmiş ya da bu miktardan bir tane eksilmiş. Bu, okyanustan bir damla su almak gibiymiş…

Herkesin inancı kendine. Kimsenin gücü yetmez bir insanın inancını değiştirmeye, eğer öldürmekle tehdit etmezse…

 Ben de sizin gibi “inancımı kimseye dayatmam”; hele hiç mi hiç kimseye yersiz tartışmam. Ama karşımdaki beni ateist-dinsiz  olarak suçlarsa onlara da yanıt vermeden duramam.

Saygılar, sevgiler sana ve senin gibi iman sahibi olgun insanlara ve inancına bir başkasına dayatmayanlara.

Şimdi kal sağlıcakla,

Av. Hayri Balta, 11.4.2004

X

Melek

Sevgili Meleğimiz

Okuyorum bütün yazdıklarını dikkatle, bilesiniz…

Giriştiğin bu gerçek arayışında başarılı olmandır dileğimiz.

Atatürk kızı sizin gibi olmalıdır. Bir bayan Cumhuriyetin kendisine sağladığı haklara sizin gibi ölümüne sahip çıkmalıdır.

Bir bayan İslam’ı savunmaya kalkmadan önce İlhan Arsel’in “Şeriat ve Kadın” adlı kitabını okumalıdır. Bu kitabı okuduktan sonra türbanını çıkarıp önüne koymalıdır… Ondan sonra, Tanrı’ya: “Sen bu işlemleri  kadına nasıl lâyık görebildin?” diyebilmelidir.

Bir bayan arkadaş; köle Zeyd ile hür ve soylu Zeynep evlendi diyerek İslam’a pay çıkarıyor. İslam, hür ile köle arasında ayrım yapmadı demek istiyor. Bu nedenle İslam Peygamberi halasının kızını Zeyd’e verdi diyor.

Zeynep’in; bir köle ile değil, kölelikten azat edilmiş ve de İslam Peygamberinin evlatlığı ile evlendirildiğini söylemiyor.

Hadi diyelim, türban Allah’ın emri… Ama Allah’ın emri yalnız Türban değil ki…

Kadına dayak da var Allah’ın emri olarak. Ayrıca kocası isterse getirir üstüne üç tane  ortak.

Ayrıca boşamak erkeğin hakkıdır. Erkek, dört dört boşamak koşulu ile istediği kadar alabilir.

İslam’da kadın tarla olarak görülür. Tarlasına dilediği gibi girmek isteyen erkeğini engelleyen kadın kadın bir güzel dayak yiyebilir.

Bu tarla meselesi de nasıl oluyor diyenler Arif Tekin’in Kuran’ın Kökeni  adlı kitabı ile Humeyni’nin kitaplarını gözden geçirmelidir. Türban mücadelesi veren kadın; başına, Hulle olayının da geleceğini bilmelidir…

Aklı başında bir kadın Hulle’yi kabul edebilir mi? Din uğruna Hulle’yi kabul eden bir kadına onurlu bir kadın denebilir mi?

İslam’la demokrasi ve laikliği bağdaştıran allameler: Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman Ateş gibiler… Sorarım kendilerine yukarıdaki Allah’ın emirlerinden niçin söz etmezler? Neden İslam’ın güzel yanlarını gösterirler de çağımıza uymayan ayetlerini göstermezler? Durmadan Kuran’a uyduğumuz takdirde refaha ereceğimiz yalanını söylerler. İslam cumhuriyeti kurulduğun da Kuran’ın kadınlar hakkındaki hükümlerini nasıl önleyebilirler.

Bunların sözlerine aldanlar İslam şeriatı geldiğinde çarşafa gireceklerdir. İslamcılar yönetime geldiklerinden türbanla yetinmeyeceklerdir.

Müslüman’ım deyenler Kuran’a harfi harfine uymak zorundadır. Eğer Kuran’ın bir ayetine bile uymazlarsa  dinden çıkarak kâfir olacaklardır.

Hem türbanlı kızlarımızın eli-yüzü görülmektedir. Oysam İslam şeriatı tarafından kadınlara şöyle emir verilmektedir: “Kadının değil eli-yüzü; tırnağının bir ucu, saçının bir teli bile görülmemelidir. Kadının yeri; evinin, dip köşesidir!”

Bu nedenle şeriatçı din adamları tesettür kadınlar için Allah’ın emridir, derler. Kadınlar da çarşaf giyerek yüzlerini peçe ile gizledikten sonra gözlerine kara gözlük geçirirler. Ellerini göstermemek için eldiven giyerler. Afganistan’da ve şeriatla yönetilen diğer ülkelerde kadınları bu nedenle gözlerden gizlerler.

Bakanlarımızın eşleri, peşlerine düşenleri, bu gerçekleri bilmelidir. Eğer gerçekten İslam’a sahip çıkmak istiyorlarsa kürk manto giyerek ellerini ve yüzlerini göstererek gezmemelidir.

Yalnız türban takmakla Müslüman olunmaz. Müslümanlığın bütün koşullarını yerine getirmeyen Cennete giremez. .

Sonuç olarak: Tek başına sürdürdüğün kadın haklarını savunma yolunda sana takdirler.

Şimdi kal sağlıcakla; sana saygılar, sevgiler…

Hayri Balta, 15.4.2004

+

Vecdi Tamer

Sayın Vecdi Tamer,

Alem FM Konuşan Gazete Programcısı,

 

Önce saygı, sevgi… Beklerim işinde başarı göstermeni.

Hafta içi Alem FM radyosunda yaptığınız programı dinliyorum. Konusunda uzman kişileri konuşturuyorsunuz; onların da, sizin de görüşlerinden istifade ediyorum. Pratik zekanız sayesinde  sorduğunuz sorularla konukları deşmenize imreniyorum.

16 Nisan 2004 Cuma günü yaptığınız programda aynı günkü Hürriyet gazetesinin Felluce Cehennemi başlığı altında ki “İki direnişçi, Kalaşnikofları bana doğrultu. Basın kartımı uzattım, liderleri ismimi okudu. ‘Sebati.Yahudi ismi’ dedikten sonra ‘Allahu ekber’ diyerek silahlı adamlarına, eliyle, boğazımı kesmelerini işaret etti. Yanımdaki Irak’lı, ‘Vallahi Müslüman’ diye bağırınca Sebati boğazı kesilmekten kurtuldu.”  haberini yorumladıktan sonra şöyle dediniz:

“Dinimizde kitap ehline düşmanlık yok. Peygamberimiz onlar için ‘Bunlar da Allah’a inanıyorlar, bunlarında hak kitabı var. Bunlara karşı iyi davranınız ve bunları dost biliniz!” dedikten sonra bu konuda ayetler bile var!” dediniz. Elbette sözleriniz tamı tamına böyle değil ama bu anlamda…

Bu sözleri duyunca aklıma Kuran’daki şu ayetler geldi:

”Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur” (K. 3/28)

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin.” (K. 4/144)

Bu iki ayet yanında daha başka ayetler de vardır ki Müslümanları kitap ehline karşı savaşa motife etmektedir. Gayri Müslimler boyunlarını eğerek cizye adında bir vergi vermelidir.

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini (İslam dinini) kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye (kafa parası) verinceye kadar savaşın” (K. 9/29)

Belki benim gözümden kaçmış ayetler vardır.  Eğer İslam’ın kitap ehline karışmayın; onlar da Allah’a inanıyorlar gibi ayetlere ve hadislere dayanan bir bilginiz varsa bana bildirmeniz halinde size teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

Gerçek, söylediklerinizin tamamen tersidir. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isterseniz İlhan Arsel’in Kaynak yayınları arasında çıkan “KURAN’DAKİ KİTAPLILAR” ve “İSLAMA GÖRE DİĞER DİNLER” adlı kitaplara bakabilirsiniz.

Ayrıca İslamiyet hakkında gerçekleri öğrenmek istiyorsanız başta İlhan Arsel olmak üzere; Turan Dursun, Arif Tekin, Erdoğan Aydın ve Faik Bulut’un kitaplarına bakabilirsiniz.

Bütün dinler batıl inanç, hurafe ve yalan üzerine kurulmuştur. Adını verdiğim bu kitapları okursanız söylediklerimin gerçekliğini görürsünüz.

Adlarını ve yazarlarını bildirdiğim bu kitapları okuduktan sonra gerçekleri radyoda dile getirmeye kalkmayınız. Dile getirmeye kalkarsanız sizi ekmeğinizden ederler ve hiçbir yerde de iş vermezler…

Çünkü toplumumuz aydın denilen din adamlarınca bile  yalana yanlışa kodlanmıştır. Onların sözlerine inanır ve söylenenleri gerçek sanır.

Ülkemizde doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar… Yalan da olsa, uydurma da olsa inançlarının doğrulanmasından hoşlanırlar.

Toplumu yönlendiren sizin gibi zeki programcıların gerçekleri bilmesinde yarar vardır. Hiç olmazsa dinleyicileriniz karşısında zor duruma düşmezsiniz; çünkü, dinleyicileriniz arasında İslam’ın çağımız hukukuna uymayan yönleri de vardır.

Aydın kişiliğimiz ve ülkemizin geleceği için şeriatçı din adamlarının yalanlarına alet olmayalım. Taliban kafalı din adamlarının yalanlarına aldanmayalım.

Saygılarımla,

  1. B. 18.4.2004

X

CTC

Sayın CTC

Önce sevgi… Merak ettim nasıl yorumladınız şu söz konusu ettiğim egemenleri?

Irak’ın, Vietnam’ın başına çökenler Amerika’daki şirketler imparatoru egemenlerin hizmetindekiler değil mi?

Vietnam’da yapılanlar karşısında “o Irak hapishanelerinde çekilen resimler masum kalır.” demişsin; doğrudur, bu masum kalan resimlerden daha beterinin çekilmesine neden olanlar da komünist egemenler değil mi? Ancak bu, kapitalizmin paralı askerlerinin yaptığı işkence ve tecavüz olayını mazur gösterir mi?

Sor bakalım yanında çalışan felsefe hocasına: “Amerikan işgalcileri ile işbirliği etmiş mi, etmemiş mi?” Yoksa durup dururken mi çekmiş o çektiklerini…

İşgalcilere karşı savaşan vatansever komünist teğmen Ho’nun kafasına tabancasını dayayarak, caddenin ortasında, ateş edip öldüren işbirlikçi General LOAN değil mi? Bu işbirlikçi general şu an Newyork caddelerinde pizzacı fırını İşletiyor mu, işletmiyor mu?

Yazımdan yaptığın şu alıntıda: “…Dünyanın savaşan ve savaşmayan pek çok ülkesinde sermayeye hizmet  eden egemenler işkence ve tecavüz uygulamasını sistematik bir uygulama haline getirmişlerdir….” denmemiş mi? Alıntıladığın bu yazımda komünist ülkelerde işkence yapılmıyor denmiş mi?

Bu gün dünyanın pek çok ülkesinde, kapitalist-komünist ülkeler dahil, sistematik olarak işkence yapılıyor mu, yapılmıyor mu? Hem yazdığım yazı da ve aşağıya aldığım paragrafta “…İşkencecilerin şerrinden kurtulmanın yolu doğanın yarattığı insan denen varlığı işleyerek hamlıktan kurtarıp; bilge, erdemli, olgun bir şekilde eğitmektir…” denmiyor mu?

Demek istiyorum ki insan hamlıktan kurtulup olgunlaşırsa; Şeytanın çocuğu değil, Allah’ın çocuğu olursa, işkence yapmayacağı gibi işkencecilere de kor posta…

Yazımda İslam dünyasına seslenmişim; emperyalizm belasından kurtulmak istiyorsanız aklı, bilimi, tekniği kullanın demişim. Bu iş “dinle imanla, İmam-Hatiplerin önünü açmakla, Kuran kurslarını yurt yüzeyine yaymakla olacak iş değil!” demişim.

Yazımda; kapitalizmin insanın doğasını tahrip ederek, insanı insanlıktan çıkardığını vurgulamışım. “Ne kendini aldatmışım, ne de başkasını aldatmışım!”, düşüncelerimi açıkça anlatmışım…

Hayret nasıl oldu da senin gibi aydın, bilgili, hem de işveren konumundaki bir insan;  fikrini açıklayan bir insana “Hadi surdan sen de.” Der, budur beni şaşırtan…

Ben de bir insanım, elbette yanılırım; öyle ki sizler kadar bilgili de değilim. bilgisizim. Sizler gibi aydın, bilgili işverenler arasında dünya görüşünü açıklama yürekliliğini gösteren, “dünyadan habersiz!” biriyim? Bir önemli özelliğim var: Yanılgılarım efendice bana hatırlatılırsa; sevinir, teşekkür ederim…

Tatlı tatlı görüşlerini açıklamak dururken “Hadi surdan sen de. Ne kendini aldat, ne de başkasını.” diyerek bir fikir adamı aşağılanır mı? Sizin gibi aydın, bilgili, işveren bir kişiye bu yakışır mı?

Şimdi kal sağlıcakla, sevgi saygı, sana ve yanında çalışan Vietnamlı felsefe hocasına…

H.B. 7.5.2004

X

Hayri bey ben sizin gönderdiğiniz yazıdaki alıntı yaptığım cümlenize tepki gösterdim, sizi kişisel olarak aşağılamak gibi bir şey aklimin ucundan dahi geçmiş değil. Bunun nedeni ise gayet acıktır.

“Önce sevgi. Merak ettim nasıl yorumladınız su söz konusu ettiğim
egemenleri?”

Ben Viet-Kong “Halk ordusunu” sermayeye hizmet eden egemenler olarak algılamam. Kimin sermayesine hizmet ettiler komünist gerillalar? Sanırım 100 kişiye sorsanız 99’u da öyle  algılamaz.

Tüm bunları Amerikalı gardiyanların Irak’ta yaptıklarını “mazur” göstermek için yazmadığım da acıktır. Bunu da siz söylüyorsunuz, ve hayretle okuyorum. Bush dahi gösterecek bir mazeret bulamazken, kim kalkıp da o rezilliği “mazur” gösterecek nedenler ileri sürebilir?

Benim vurgulamak istediğim, insanlık dişi eylemlerin “sermaye” ile o  kadar açık ve doğrudan bir ilişkisi bulunmamasıdır. İnsanin insana değer vermemesi ile ilgilidir olay, insanin kendi değerlerinden yoksun kalmasıdır, savaş psikolojisi içinde insanin düştüğü rezil durumun bir aynasıdır.

“Sor bakalım yanında çalışan felsefe hocasına: “Amerikan  işgalcileri ile işbirliği etmiş mi, etmemiş mi? Yoksa durup dururken mi çekmiş o çektiklerini.”

Bu soruyu kendisine yönelmeye hiç gerek yok, on yıldır yanımda çalışıyor daha sesini yükselttiğini duymadım. Sessiz sakin kendi halinde efendilerin efendisi bir insandır. Eğer Saygon’da bir lisede felsefe hocalığı yapmak Amerikan işgalcileri ile işbirliği olarak algılanıyorsa, o da o kadar işbirlikçidir iste. Onu kalkıp da general Loan ile karsılaştırmak düşünülemez bile. Ama dediğim gibi, felsefe hocasıdır, zehirli fikirler asılar, dolayısı ile komünistler için general Loan’dan bile daha tehlikeli, bası ezilmesi gereken bir işbirlikçi olarak algılanmıştır, buna hiç şüphe yok…

Alıntıladığın bu yazımda komünist ülkelerde işkence yapılmıyor denmiş mi? Hayır, ama yapılmıyor da denmemiş.Nitekim aşağıdaki alıntıda da  insan doğasını tahrip edenin “kapitalizm” olduğunu vurgula missiniz.

“Yazımda; kapitalizmin insanin doğasını tahrip ederek, insani insanlıktan çıkardığını vurgulamışım.” Ne anlıyoruz biz bundan? İnsan doğası sosyalist bir sistemde tahrip olmaz mi?

Siz hiç Sovyetler Birliğine gittiniz mi? İşgalci Kızıl Ordu askerlerinin Polonya’da yaptıkları hakkında bir bilginiz var mi? Benim “ne kendinizi ne de başkalarını aldatmayın” dememin nedeni budur. Yanıltıcı ve eksik bir şekilde yazıyorsunuz. Arkasında kapitalist güçler de olsa, komünist güçler de olsa, ulvi ve de dini
nedenler de bulunsa savaş iste bugün Irak’ta gördüğünüzdür, dün doğu  ana doluda yasadıklarınızdır, pistir, insani insanlıktan çıkarır. Bu kadar basit.

Ben de bir insanim, elbette yanılırım; öyle ki sizler kadar bilgili  de değilim. bilgisizim. Sizler gibi aydın, bilgili işverenler arasında dünya görüsünü açıklama yürekliliğini gösteren, ‘dünyadan habersiz!’ biriyim?^”

Ben sizin bilgisiz biri olduğunuzu ne düşündüm, ne de bu manaya gelecek herhangi birsek söyledim. Sadece bilgiyi tek yanlı vermenize doğan tepki ile karsılaştınız.

Bu arada birkaç kez yazınızda vurgula missiniz, benim “İşveren”  konumunda bulunduğumu nereden çıkarttınız? Vietnamlı meslektaşımın “yanımda” çalıştığını söylememden mi? Yoksa özellikle vurgulamak istediğiniz başka bir şey mi var? Fikir isçisiyim efendim, bu gün işveren yol verse yarin is ve isçi bulma kurumunun önünde
kuyruktayım. Bilmem anlatabildim mi?

Selamlar,

CTC, 7.5.2004

X

Çetiner Çalış

Çok teşekkürler sayın ve sevgili Hayri bey,

General Loan’i hatırlayınca aklıma bir başka zalim geldi.

Idi Amin.

Hatırlayacaksınız onu.

Uganda devlet başkanı. Dışişleri bakanı kadını Paris Orly havaalanı tuvaletinde seks ilişkisinde bulundu diye pişirip yemişti.

Dediklerine göre en sevdiği yemek çocuk dolması imiş.

Suudi Arabistan Bu Profesöre sinesini açmış kabul etmişti memleketinden kovulunca.

Cidde’de yasıyordu.

Ben orada iken Kraliyetten ayda 50 000 dolar yardim istemişti çocuklarını okutmak ve geçimini sağlamak için.

Son günleri söyle oldu.

“sürgünde öldü

Cidde – Suudi Arabistan’da sürgünde yasayan Uganda’nın eski devlet başkanlarından idi amin öldü. Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki kral faysal hastanesi yetkilileri, 18 temmuz’dan bu yana hayat destek ünitesine bağlı olan idi amin’in hayatini kaybettiğini bildirdiler. hastane yetkilileri, 78 yasındaki idi amin’in yüksek tansiyon teşhisiyle hastaneye getirildiğini ve uzun süre komada kaldığını belirtirken bir başka yetkili ise idi amin’in böbrek rahatsızlığı olduğunu söyledi.
tam adi idi amin dada oumee olan Uganda eski devlet başkanı, 1999 yılında bir Uganda gazetesiyle yaptığı mülakatta akordiyon çalmayı, balık tutmayı, yüzmeyi, kur’an-i kerim ezberlemeyi ve okumayı sevdiğini söylemişti. idi amin’in, Cidde’deki günlerinde genellikle sahil kenarında aksam yürüyüşlerine çıktığı, bazen de cuma namazı için kaldığı yer yakınındaki bir camiye gittiği bildiriliyor. ”

İste dincilerin dindar geçinenlerin hali.

Asil amaçları paradır onların kik yalamak can alıp din adına katil olmak pahasına dahi olsa.

Saygılar ve sevgiler sunuyorum size. Hoşça kalınız.

Cetiner, 7.5.2004

x 

  1. Sinan Mısırlı

Selamlar efendim

Size Konya’dan yazıyorum.Sitenizi yeni keşfettim.Size gördüklerim hakkında bir iki şey söylemek istiyorum.Sitenizin;

http://www.geocities.com/hayribalta2002/fotografliyazilar.htm adresli bölümünü inceledim de bazı fotoğraflar ve onlara dayalı olarak yazılmış eleştirir nitelikteki şiirleri gördüm.Yüksek affınıza sığınarak bir kaç görüş belirtmek istiyorum:

*Özellikle 26.03.2003 tarihinde konulmuş Amerikalı asker resimleri dikkatimi çekti; acaba bu askerleri Irak halkı zevk için mi öldürdü?Acaba böylesi kanlı bir savaş olmasını Irak halkı kendimi istedi? Onların tek amaçları ülkelerine gelen bu işgalci güçleri atabilmek.

*Daha sonra 9.04.2003 tarihli resim hakkında bir iki şey söylemek istiyorum; siz bu Irak halkının veya daha genele alırsak “Müslüman kesimin” gerçekten de bu kadar her şeyi kadere bağlayan bir toplum olduğunu mu düşünüyorsunuz? Onlar aslında her gün ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Bir savaş halinde,ellerinde silahları olmamasına rağmen direniş gösteriyorlar. Filistin de öyle, Irak da! Gerçi size de hak vermiyor değilim; bu Saddam soysuzu sayesinde Irak halkında direnecek güç de kalmadı ki!

*2.5.2003 tarihli kadınlar hakkında yazılmış şiiriniz benim de hoşuma gitti.Gerçekten de kadınlara kötü davranmak insanlık dışı bir harekettir. İşte bu yüzden kadınlara kötü davrananların ne dinle ve ne de İslam’la zaten alakaları kalamaz.Bu dinen yasak olan bir eylemdir. Bu yüzden hem kadınlara işkence eden, hem de durup şeriatı savunan bir adamın laflarına zaten ehemmiyet verilmez ve İslamiyet’le bir alakası aranmaz.

Her şey bir yana, sitenizdeki çoğu görüşe katılıyorum. Bu millet bir an önce uyandırılmalı ve kendi üzerinde oynanan oyunlara yine kendisi karşı çıkmalıdır.İnsanlarımızın en temiz şekilde yaşamayı hak ettiği bu hak din olan İslam, kendini bilmez şeriatçılar tarafından ağza sakız edilerek yozlaştırılmamalıdır.

En derin saygılarımla,

Konya’dan, A. Sinan Mısırlı, 1.6.2004

X

Sayın Mısırlı,

Önce saygı, selam… Aldım, denli, edepli mektubunu…

Bir haftadır Gaziantep’teydim, bu nedenle yanıt veremedim. Gelir gelmez posta kutumu açtığımda nazik mektubunu görünce sevindim. İlk olarak da sana mektup yazdım.

Ben Iraklı askerlerin öldürdüğü Amerikan askerlerine değil de onların analarına acıyorum. Aynı şekilde o fotoğraflardaki Müslüman analara da acıyorum.

Amerika, dünyanın en acımasız, en ahlaksız, en paracı kişilerin oluşturduğu bir topluluktur. Onlarda insanlığın zerresi yoktur.

Ama, Amerikan halkının hepsi böyle değildir. Her toplumda iyiler de vardır; kötüler de vardır.

Ben İslâm anlayışına karşı değilim. Ben, ilahî ayetlere değil de beşerî ayetlere karşıyım.

İslam literatüründe beşeri ayetler de vardır. İlâhi ayetlerde vardır. Eğer biz bu toplumun terörist damgasından kurtulmasını istiyorsak; görevimiz, insanlara ilâhi ayetleri sunmaktır.

Burada size beşeri ve ilahi ayetlerin yüzlercesinden  yalnızca birer örnek vermek istiyorum.

İşte ilâhî ayete bir örnek: “Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (K. 15/99)

Bu ayeti “ölüm gelinceye kadar” anlayışı ile yorumlarlar. Oysa böyle değildir. İnsanlar bin kere dünyaya gelse ve her gelişinde ölünceye kadar da ibadet etse Allah’a ulaşamaz. Bu ayetten amaç insanın Allah’a ulaşmasıdır. İşte insanlık “Allah nedir? Önce bunu anlamalıdır…”

Beşeri ayetlerden bir örnek: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)

Bu ayette günümüz anlayışına ters gelen yönler vardır. Bu ayette ne düşünce ve inanç özgürlüğü vardır; ne de insan haklarına saygı vardır. Eğer sen günümüzde bu ayeti insanlığa dayatırsan; insanlık da seni tımarhaneye kapatır…

Şimdi kal sağlıcakla, eğer bir diyeceğin olursa sor bana!..

Av. Hayri Balta, 10.6.2004

X

Levent Ertürk

Dostlar,

Aşağıda, felsefeci dostumuz Levent Ertürk’ün bu gün gönderdiğim “17. İNCİL’DEN” bölümü için yazdığım yazı hakkında görüşlerini iletiyorum.

Kendisine teşekkür ediyorum. Niçin mi? Ne demek istediğimi çok iyi anladığı için…

Hem batı, hem doğu felsefesine vakıf olan dostumuzun yazısını; yazılarımı çıkış alarak biriktirenler için gönderiyorum ve Sitemizin İncil’den bölümündeki ilgili yazının altına yerleştiriyorum.

Saygılarımla,

H.B. 14.5.2004

+

Değerli dostlar;

Önce sevgiler hepinize.

Bir süredir yazamıyordum size.Ve bu arada Hayri Balta hocama sataşmalar var yine.

Ne yapalım; bunlar hep başımıza gelecek.

Tek nizam = İslam diyenler ne savunursa savunsun,sevgili dünyamız dönecek.

Sivil anayasa ve Yeni Toplum gruplarında yazıp, şeriat özlemi çekenleri sakince uyarmaya çalışıyordum.

Bir sürü yazı gönderdim. Sağ olsunlar pek çok arkadaştan övgü içeren cevaplar aldım. İnsanın dünyada yalnız olmadığını anlaması çok güzel. Bu arada “American atheist and agnostic connection” (Amerika Ateistler ve agnostikler zinciri) grubuna üye oldum. Dünyadaki ve Türkiye’deki din karşıtlarının meselelerini görüşüyoruz.

Bana özel olarak yazan Birsen Erdogan isimli arkadaşımıza AISDB grubundan bahsettim. O da üye olmak istediğini belirtti. Sayın moderator gereken işlemi yaparsa memnun olurum. Bilgiler aşağıdadır:

Birsen Erdogan birsene@hotmail.com

Birsen arkadaşımız küçük yaşından itibaren kendini hep bir ateist olarak hissetmiş ve elbette insanlara bağırıp çağıran, lanetler yağdıran Allah ismindeki varlığa hiç inanmamış.

Biliyorum, böyle tek tek insan bulmak çok zor; ama ne yapalım, kaderimiz bu. Insanlar “Yüce Allaaaah demiştir kiii” diye başlayan zırvalıklara kapıldığı sürece, bizler milyonlarca tozun, pisliğin içinden elmas değerindeki dostlarımızı bulup çıkarmak zorundayız.

Yeri gelmişken Hayri Balta hocama “geri kafalı” diyenlere, alaylı bir şekilde şak şak alkışlayanlara bir çift sözüm var.

Ayıptır. 70 yaşını geçmiş ve ülkemizin sefalet dolu yıllarını görmüş, yaşamış bir insana saldırmadan önce, ne dediğine kulak verilir. Büyüğümüze saygı göstermek bizim en güzel örflerimizden biridir. Nerde kaldı İslam edep ve ahlakı ?

Kimseler yardım etmese de ben sonuna kadar sayın hocamın yayındayım. Bir gün hakka yürürse, onun anlattıklarını savunacağım ve görüşlerini yaşatmaya çalışacağım.

Hayri hocama çatanlar, kendilerini güdecek bir çoban olmadan yaşayamazlar; ya bir şeyh efendi ararlar veya Allah icat ederler.

Ama Hayri hocam gibiler kendilerine yeter.

Çamurlarda sürünen solucanlar, yıldızlara zarar veremez; kendi acziyetlerini sergilerler sadece.

Hayri Balta hocam anlatıyor; kararmış kalpler ona yönelemiyor. Olsun, her zaman anlayacak birileri bulunur.

Aklıma Sadi’nin bir şiiri geldi:

“Kelamın kadrini bilene söyle ey Sadi;

Şalgam pazarında cevher satılmaz.”

Saygılar, sevgiler hepinize.

Levent Erturk, 21.11.2002

+

Değerli Dostum Levent Ertük,

Önce saygı, sevgi. 21.11.2002 tarihli mesajın çok sevindirdi beni.

Beni dünya görüşümü sahiplenerek, bana “geri kafalı” deyen, süper zekalılara çok güzel yanıt vermişsin. Ancak onlar çok süper zekalı olduklarından benim gibi geri kafalıların sözlerine niçin eğilsin. Onlar benim gibi geri kafalıların uçtuğu mâna âleminde kanat çırpamazlar.

Onlar bizim uçtuğumuz sahalarda uçamazlar. Onların üstün nitelikleri (sıfat-ı galibeleri) kendilerinde bulunan Allah’ı dışarıda aramaktır. Tek marifetleri; kendilerine: “İçinizde bulunan Allah’ı niçin dışınızda arıyorsunuz?” (Kuran, 8/24, 50/16) deyenlerin kellesini vurmaktir.

Tarih bunların yaptığı kanlı cinayetlerle, katliamlarla duludur. Bunlar ise döktükleri kanlardan olusun nehirlerin üzerinde yüzen saltanat kayığına
kurulur. Bunlara ne desen kâr etmez. Bunlar kendi kitaplarının deyimiyle “ölü”dürler. Ölüler, dirilerin sözlerinin değerini ne bilsinler…( Matta, 7/6)

Bunları kendi karanlık dünyalarında bırakmak gerek. İncil’de geçen bir deyimle: “Domuzun önüne inci atmamak gerek!” Domuza, hoşlandığı yeyecekleri vererek kızdırmamak gerek.

“Kelamın kadrini bilene söyle ey Sadi;

Şalgam pazarında cevher satılmaz.” Demiş Seyh Sadi…

O günden bu yana sürmüş gitmiş bu çekişme… Aman, karanlıkta kalmaktan ötürü ışığa duyarsız olanlar ışık verme…

Bana “geri kafalı” deyenler hangi dinden bilmiyorum; ama kendilerine: “Din, edeptir, terbiyedir, nezakettir! Din öncelikle kendini bilmektir!” diyorum. Beni “Geri Kafalı” olarak niteleyenlere acıyorum. Bir de söyle demekten kendimi alamıyorum: Nerede bir aşağılayan, bir suçlayan görürsen bil ki orada bir şeytan vardır. Bizim yapacağımız tek şey Allah kurtarır… elbette bunlar Allah’ın neyi simgelediğini bile bilmezler. Bunlar o denli din bilgisinden habersizler ki Allah peygamber gönderdi, kitap indirdi derler… Bu nedenle bizlerin ne demek istediğini bunlar bilmezler…

Değerli Dostum Ertürk Levent, lütfen bu satırları bana “geri kafalı” deyen süper zekalılara ilet. Sözün ettiğin nitelemeyi kim yapmış bilmiyorum. Eğer sözünü ettiğin mesajı bana gönderirsen sevineceğimi bildiriyorum. Büyük olasılıkla yarin aksama doğru Gaziantep’e gidiyorum. Bir hafta kadar kalmak istiyorum.

Simdi kal sağlıcakla, saygılar sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 21.11.2002

x

Değerli hocam,

Kaleminize, dilinize sağlık. Azminize, sabrınıza hayranım.

Allah inancını bir insana, bir kavme, bir ümmete mal eder de geride kalanları görmezden gelirsek, asla varolmayan bir Allah’ın olmayan dini ile uğraşır dururuz.

Sizin S.S.S (Sevenlere, Soranlara, Sövenlere) kitabınızda anlattığınız Allah inancına benim ekleyeceğim hiçbir şey yok.  Allah’ı gökten (!) kitaplar indiren bir tür evrensel yönetici, kral vs gibi görürsek, bir sürü suale cevap veremez oluruz. Sanki Allah kutsal mekanında otururken ara sıra aklına esip, “yahu şu kullarım yine çok azdılar, bir elçi göndereyim de hallerini düzeltsin” diyen, zırt pırt hatalar yapan, sonra yaptığı hataları düzeltmek için yeni hatalar yapan bizim gibi eksikli, kusurlu bir varlık olur çıkar.

+

Mesela Müslümanlar Tevrat ve İncil’in Allah kelamı olduğuna fakat hahamlar ve rahipler tarafından tahrif edildiğine (!) inanırlar, bunu savunurlar.

O zaman sorarım: O nasıl bir Allah’tır ki bir yanda gücü arşı sarar, gökleri direksiz tutar, asla uyuklamaz ve kendisine tüm bunlar zor gelmezken; diğer yanda iki tane kitabına sahip çıkamaz!!!  (Kaynak: Kur’an Bakara suresi. 255 ayet-el kürsi bölümü.) Yine O nasıl bir Allah’tır ki biricik oğlunun kan revan içinde ölümünü seyretmiş, Roma’lı bir valiye söz geçirememiştir? Yok, eğer Allah (Yahova) Israiloğullarının ve seçilmiş Yahudilerin soylu efendisi ise, neden milyonlarca Yahudi’nin asırlarca Babil sürgünü yaşamasına, Almanlar tarafından fırınlarda yakılmasına izin vermiştir ?

+

Allah’ı bu şekilde sınırlamak, hakka saygısızlıktır. O, Allah, aynen değerli Hayri hocamın anlattığı gibi, afakta ve enfüste (içimizde ve dışımızda) bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyi, tüm ümitlerimizi, korkularımızı tek kelime ile ifade ettiğimiz bir semboldür. Mecaz isimdir. Bileşik kelimedir. Madde olarak mevcut değildir; fakat mana olarak mevcuttur.

Sizi koyun gibi gütmek, merkezden kontrol etmek anlamında YOKTUR; fakat evrensel kaideler, yasalar aracılığı ile (sırasında en acımasız şekilde)
üstünlüğünü göstermesi bakımından VARDIR.

Ne olursanız olun; ister Yahudi, ister şaman, ister nakşı, ister Caferi … doğaya saygısızlık eder, boş verir, çaba sarf etmeden en beleş yoldan Allah’tan isterseniz sonuçlarına katlanırsınız. İşte depremler, tabi afetler ve diğer felaketler.

+

Her tür şeriatçı, günümüzde Allah ilmine bilerek veya bilmeyerek kayıtsızdır. Sadece İslam şeraitçileri değil, Yahudi şeriatçıları, Hıristiyan fanatikler de böyledir. Bu kafada oldukları sürece birbirlerini öldürmeye, daha yüzlerce yıl evlatlarını katletmeye mahkumdurlar.

Onların cehenneme layık gördükleri ateistler; şüpheciler her zaman kendilerini geliştirir, yeni fikir ve ilhamlara kucak açarken, bu şeriatçı biraderler Allah’ı kendi özel hizmetçileri zannetmekten öteye gidemezler. Ve elbette yüzlerce soruya cevap veremezler, Allah’ın hikmeti deyip işin içinden çıkmaya çalışırlar.

Bakalım Allah fikrini daraltan bu dinler daha kaç yüz yıl etkili olacaklar ?

Saygılar sizlere.

Levent Ertürk, 14.5.2004

X

Ertürk Dostum,

Önce sevgi sundum. Dinlenme uykusundan kalkar kalkmaz yazını okudum, hayran kaldım.

Birisi için: “- Efendi! Madem ki din hassas bir konudur, ne diye her fırsatta dinsel söylemlerle yola çıkıyorsunuz!!!” demişsin…

Din hassas konu ise neden Müslümanlar saldırıyorlar Yahudiler’e, Hıristiyanlar’a ve de başka dinlere. Neden “.. Hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (K.5/29) deniyor betiklerinde…

Yine Kuran’ın 2/120, 4/189. 5/51 ayetlerinde niçin “Hıristiyanları Yahudileri dost edinmeyin!” deniyor. Niçin “… din yalnız Allah’ın Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” deniyor. Peki sen onlarla savaşmayı Allah’ın emri sayarsan, onlar kendilerini savunmazlar mı? Elbette duşman düşmana gazel okumaz, elinden geleni yapar…

Şu an dünyada  460’ın üzerinde dinin olduğu söyleniyor. Hepsi de “Kendi dinlerinin Hak din olduğunu söylüyor!” Bunun ölçüsü ne? Bu Hak dinin hangisinin Hak din olduğunu ölçecek bir alet, kişi ve yer göstersene.

İslam dünyasının geri kalmış olmasının nedeni eleştiri ve hoşgörü anlayışının olmamasıdır. Böylece İslam dünyası koyu bir karanlık içinde kalmıştır. İçinde bulundukları karanlıktan o denli hoşnutturlar ki kendileri gibi inanmayanları; inandırmaya çalışmayı Allah’a hizmet sanıyorlar.

Bunlar işin ayrımında değillerdir. Bir olaydan, bir buluştan bir saniye içinde dünyanın haberdar olduğundan haberdar bile değiller. O yasaklamaya çalıştıkları karikatürler ınternette fink atıyor. Sen yasaklasan ne çıkar.

Asıl önemlisi Batı’nın bu iletişim sayesinde İslam’ın zihniyetini iyiden iyiye anlamış olmalarıdır. Artık bu tür olaylar artarak sürecek. Kıran kırana bir savaş başlayacak. Adama “Silahın kadar, paran kadar, tekniğin kadar, ordun kadar, uygarlığın kadar konuş!” deyecekler. İşte o zaman bunların aklı başına gelecek…

Neyse sıkma canını. Gerçekleri kimseyi tahrik etmeye çalışmadan usulüne göre anlatmalıyız… Ne olursa olsun bizim gibi düşünmeyenlerin de bu toplumun insanları olduğunu unutmamalıyız…

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana ve aile efradına…

Bilge Balta, 3.2.2006

(G. T. 14.2.2006)

x

 

Şeytanın Avukatı

Sayın Şeytanın Avukatı,

Seni tanımıyorum; ama, bu güzel yazından ötürü, saygılar sevgiler sana.

Benim saygım, sevgim adam gibi adam olanlara.Yazıklar olsun şeriatçılara yalakalık yapanlara…

Düşünce açıklamalarına saygımız var,  amenna! Ama; yurdumuza karanlığı getirecek olan bağnazlara, yobazlara,  hakaret eden, küfreden, kelle keserim diye tehdit savuran şeriatçı militanlara da saygı duyacak değiliz ye…

Ya bu, kendisine aydın-demokrat yaftası takıp; hakaretçilere, küfürcülere, tehditçilere sahip çıkanlar; hoşgörü gösterenler? Bunlardır ortalığı velveleye verenler…

Bunlar insanlığın yüz karalarıdır; içimizden önce, bu acayip yaratıklar atılmalıdır. Sizin gibi aklı selim sahibi (muhakemesi güçlü olan) aydınlar ayrılıp da bu topluluğu öksüz-yetim bırakmamalıdır…

Yok efendim ben de; bu kadar ağır yazmamalıymışım şeriatçı militanlara. Niçin “soğuk” yazmışım, özür dilemeliymişim hoşgörü diyerek şeriatçılara ortam hazırlayanlara.

Ye şu üniversite öğretim üyelerine ne deyeceğiz. Kim olursa olsun; şeriatçı militanlara yalakalık yapanlara  haddini bildirmeliyiz, bildireceğiz.

Ulan ne biçim aydınsın sen. Aydın değil karanlıksın sen. “Allah kurtarsın!” diyeceğim; yok ki dedikleri gibi bir Allah, olsaydı çoktan kurtarırdı insanlığı bu din delilerinin şerrinden…

Hoşgörü diye, şeriat yanlılarını oturttunuz en tepeye… Yemin ederim sizler layıksınız köteğe… Ulan Atatürk yaşasaydı Yunan ordusundan önce sizleri dökerdi denize…

Yazdığınız yazı şeriat meczuplarının marifetlerini özetlemektedir. Bu nedenle HB sana teşekkür etmektedir. Gitme; kal, demektedir…

Saygılarımla,

Hayri Balta, 6.10.2004

x

Thomas Cosmades

Çok sevgili Hayri Balta,

Selam!

Son yazını okudum.  İsa’nın silah konusunda yazdığın sözlere esef duydum.  Luka 22:36’da Isa elbiseni sat ve bir kılıç al sözünü çok somut biçimde yorumlaman senin gibi geniş bilgili bir aydının düşüncesi ötesinde..

Daha önce belirttiğim gibi Isa Mesih bazı yerlerde ince nükteli dille konuşur.  Bu da O’nun nükteli konuşmalarından biridir.  Haça çıkmadan önce öğrencilerinin imanını sarsılmakta gördü ve bu nükteli sözü söyledi.

Elbisenin satılarak bir kılıç satın alınması kuskusuz sağduyulu kavram ötesindedir.  Bu nedenle O’nun bu nükteli konuşmasını somutlaştırman her tur kavram ötesindedir.

Peygamberler kılıç kullanılmasını salık verdi; ama Rab Isa Mesih hiçbir zaman!  O bunun tam tersini bildirdi Mesih’in kılıç konusunda başka kullanımlarını lütfen İncil’den araştır (bkz. Matta 10:34; Yuhanna 18:11; Luka 2:35; Efesoslular 6:17).

Okurlarını bu gözlemimle aydınlatmana sevineceğim.  Hasretle gözlerinden öperim.

Sevgiyle,

Thomas Cosmades, 6.8.2004

X

Dost Cosmades,

Önce saygı, sevgi derim. Yanıtımı geciktirdiğm için özür dilerim.

Biliyorsun uğraşılarım çoktur. Gerçekleri anlatmaya çalışıyorum; anlayan, yoktur.

Gelelim asıl konuya. Ben o yazımda İsa, “ATMA DİN KARDAŞIYIZ” diyor dememişim.  “Hiç bir dinde cana kıymak yok!” deyen Prof. Dr. Süleyman Ateş’e yanıt vererek bütün dinlerde “cana kıyma var! demişim. “Bütün dinlerde cana kıyma var” diyerek Kutsal kitaplardan örnek göstermişim. “Tevrat’ta: “Kemikleri kırarak öldürme!”; İncil’de: “Elbiseyi satıp kılıç alarak savaşa girme…”; Kuran’da: “…düşmanın boyunlarını vurup parmaklarını doğrama…” (K. 8/12) var demişim…

Şimdi sözünü ettiğim ayetler adı geçen kitaplarda var mı, yok mu önce ona bakalım. Ondan sonra açıklama yapalım. İşte ayet: “Fakat şimdi, kesesi olan onu alsın, ve torbası olan da alsın ve olmayan esvabını satsın ve kılıç alsın.” (İncil. Luka. 22/36-37)

Ve devamında: “Ya Rap; işte, burada iki kılıç, dediler. İsa onlara ‘Yeter!’ dedi.”

İncil’de kılıçla ilgili ayetler yalnız bu kadar da değil. Şöyle ayetler de var: “Lâkin üzerlerine kral olmamı istemeyen o düşmanlarımı buraya getirin ve önümde öldürün…” (İncil. Luka. 19/27)

Ya şu ayete ne denecek? Bütün milletler esir edilecek, kılıçtan geçirilecek. Sıradan insanlar bunları nasıl değerlendirecek? Okuyalım: “Vay o günlerde gebe ve emzikli olanlara! Çünkü memleket üzerine büyük sıkıntı ve bu kavme gazap olacaktır. Ve onlar kılıçtan geçirilecek ve bütün milletler.” esir olarak götürüleceklerdir” (İncil. Luka. 21/23-24)

İçinde kılıç sözcüğü geçen bu sözler İsa’ya yakışmayan sözler. İsa, “öldürün” sözlerini nasıl söyler? Gözünü kan bürümüş kinciler bu ayetleri hangi anlama çeker?

Bu ayetleri kara ruhlu cahil insanlar nasıl anlar. Bu karanlık ruhlu caniler din adına, İsa adına; Ortaçağ’da dünyayı kana buladılar. Avrupa’da din savaşları, Sen Bartelmi katliamı, Haçlı seferleri, Engizisyon uygulamaları… Bu olaylar; değil Hıristiyanlın, insanlığın yüz karası…

Benim temiz yürekli, benden büyük, benden bilge dostum. İsa’yı ya da diğer Peygamberleri kötülemek değildir kastım. Gerçekleri anlatmaktır amacım. Kaldı ki İsa’ya, şu ve daha benzeri birçok sözler söylediği için hayranım. “İşte, İsa ile birlikte olanlardan biri el atıp kılıcını çekti. Ve baş kâhinin hizmetçisine vurup kulağını düşürdü. O zaman İsa ona dedi: “Kılıcını tekrar yerine koy; zira kılıç tutanların hepsi kılıçla helâk olacaklardır.” (İncil. Matta. 26/51..)

Ayrıca ben İsa ile Muhammed’i kıyaslamadım. Yaratan’a değil Muhammed’e tapanlar arasında ben nasıl olur da İsa ile Muhammed’i kıyaslarım? Kendini dine- imana kurban etmiş bu fanatiklere gerçekleri nasıl açıklarım?

Yoksa ben bilmez miyim İsa’nın “Sağ yanağına vurana sol yanağını çevir” dediğini. Oysa Muhammed de  “Kısasa kısas”; en azından “misli ile karşılık verme” var.

Muhammed’de “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün” var (K. 9/5) İsa’da “Düşmanlarınızı sevin ve size eziyet edenlere dua edin!” var (İn. Mat. 5/44).

Şırasını da belirteyim ki yalnız İncil’de değil bütün kutsal kitaplar da simgesel anlatım vardır. Dinin ne demek istediğini anlamak isteyen öncelikle bu simgesel anlatımlarla ne denmek istediğini anlamalıdır. Ayrıca bütün dinler bir avam’a bir  havasa, bir de havasül havasa hitap eder. Bunlar içinde dinin asıl amacını havasül havas olanlar anlar.

Avam; dini, kendi yarattığı hayal alemine göre anlar; Cennet-Cehennem hayalleri ile yaşar. Havas, tapınma kurallarını yerine getirdiği takdirde Cehennemden kurtulacağını sanar.  Havasül havas olanlar  Yaratanı da, dini de, Cennet’i, Cehennem’i de  kendi içinde arar. Bütün hurafeleri, batıl itikatları, ritüelleri, korkuları, kaygıları fırlatıp atar…

Ne var ki bu anlattıklarımı kim anlar? Hayri Balta cam’a su atar. Cama atılan su; hiçbir etki bırakmadan aşağı kayar. Akıldaneler söylediklerimi anlamaya çalışacaklarına dönüp bana iftira atar… Ama bilinsin ki bana atılan iftiralar döner iftirayı atanı yaralar…

Şimdi kal sağlıcakla; sizi üzdümse eğer, kusuruma bakma!

Av. Hayri Balta, 10.8.2004

X

Sevgili Hayri Balta,

Çeşitli kişilerle mektuplaşmalarını incelikle izlerken bazılarının kaba ve aşırı kudurgan tepkisi içimde derin kaygı oluşturuyor.  İnsan inanç konularını tartışırken sövgü, kargış, tehdit, ilenme sözlerine sığınmayı acaba neden gerekli buluyor?

Efendice tartışma üslubu niçin yeğlenmiyor?  Benim inandığım Tanrı’nın özelliği kesin kutsallığıdır. Böyle bir Tanrı’ya ilişkin söz ederken her tur kirli, kokmuş, orta mali olmuş sözlere sığınmayı gerekli sayanlar hiç kuskusuz Tanrı’nın zorlanamayan kutsallığını ayaklar altına alıyor.  Benim yüreklendirildiğim İncil’de su dikkate yaraşır buyruğu anımsatmak herhalde o taşkın kişilere yararlı olabilir.  “Ağzınızdan hiçbir çürük – düşük söz çıkmasın.  Tam tersine, durumun gerektirdiği yapıcılığa katkısı olan sözler kullanın.  Boylelikle dinleyenlere kayra aktarin.“  Efesoslular 4:29.

Sevgiyle,

Thomas Cosmades, 19.8.2004

X

Sevgili Hayri Balta,

Yanıtına ve aydınlatmana teşekkürler.  Daha önce belirttiğim gibi Modern Türkler Şamanlığı sahneye getirirlerse birçok bakımdan yansıttığın görüşlere dolayısıyla yararlı olacak.  Bir önyargıda bulunayım: Er-geç bu din eski Türklüğe merak salanlar tarafından gündeme getirilecektir.  Avrupa’nın birçok ülkesinde görülen, Türkiye’de de görülecektir.  Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.  Komünist partisi kurulabildi; bu da olacak.

Bir sorum var:  İslam Peygamberinin Esleri adli yazında Fatima (Ummu Sureyk) Surayh kızının sonu temiz çıkmamış.  Şöyle diyor: ya….li olduğunu görünce hemen boşamıştır.  Sv, 3.  Bu da anlaşılamıyor.  Ye…li acaba yaralı yoksa yaşlı olarak mi okunmalı.  Yanıt verirsen sevineceğim.

Meliha hanıma çok selam.

Sevgiyle,

Thomas, 17.1.2005

X

Çok sevgili Hayri Balta,

Evet, hakkin var; birçok kişi alıp yararlandıkları yazılara bir teşekkür notu atmıyorlar.  Gelişmemiş insanin huylarından biri de bu.  Teşekkür etmezler, özür dilemezler.

Evet, ben yazılarını ilgiyle okuyorum; elbette her noktada görüş birliğinde deyiniz; ama ne yapalım, sen Hayri Balta’sın ben de Thomas Cosmades.

Ama dostluğumuz çok derin.  Daima dua ediyorum, Tanrı Türkiye’de en azından yüz Hayri Balta yükseltseydi…

Meliha hanıma sevgi ve selamlar.  İlişikteki yazım iki halkın köklü ayrımlarına ışık saçıyor sanırım.  Çook sevgiyle,

Thomas Cosmades, 22.4.2005

+

Sayın Cosmades,

Önce sevgi sundum. İletini ve ekini aldım, daha okumadım ama muhakkak okurum. Gönderdiğin için de çok memnun oldum.

İlk fırsatta okuyup duygu ve düşüncelerimi sana bildireceğim. Şu an çok meşgulüm. Bir çok dostumu ihmal ettim… Bir yandan kitap çalışmaları, bir yandan Site yazıları, bir yandan günlük mektuplaşmalar, bu arada gazete ve dergiler ve kitap okumalar derken akşam oluyor. Akşamın da kendine göre meşguliyetleri çıkıyor. Örneğin; haberler, futbol maçları, güzel filmler…

Sevgili dostum, elbette siz Cosmades’siniz, ben ise Hayri Balta. Siz ideailst, ben materyalist. Siz ruha inanırsınız, ben maddeye (ahlakî anlamda değil felsefî anlamda materyalist…. Ahlakî anlamda materyalist olsaydım, barda pavyonda, karı kız derdinde, şöhret ve mal mülk peşinde olurdum…) Siz bir İsevî’niz; benim ise ne olduğum belli değil. Bu ayrılık uzar gider… Bu nedenle kısa kesiyorum.

Bütün bu ayrılıklar insanlıktan bir parça nasibi olanlar için önemli değil. Çünkü sen de ben de insanız, sevgi taşıyoruz. Sevgi çok önemlidir, sevgi hoşgörüdür, anlayıştır, dostluktur. İncil  Yuhan’na 1’de şöyle der:: “Sevmeyen adam Allah’ı bilmez. Çünkü Allah sevgidir.”, “Allah sevgidir. Sevgide duran Allah’ta durur ve Allah da onda durur.”  (İncil, Yuhanna 1. 4/8, 4/16)

Bu ne demektir. İnsan nefret, küsü, düşmanlık yerine sevgiyi yeğlemelidir (tercih etmelidir). Çünkü sevgi çok yüce bir duygudur. İlahî’dir. Yani nefret duygusundan iyidir. Her yüce olan, her iyi olan da Tanrı olarak nitelenir. Kaldı ki Tanrı; bütün güzellikleri, doğrulukları, iyilikleri ilahir kapsayan simgesel bir anlatımdır.  Yoksa öyle senin benim dışımda bir Tanrı yoktur. Peygamber gönderen, kitap indiren bir varlık yoktur. Tanrı içimizdedir, bizi gözlemektedir. “İnsan Tanrı’nın tapınağıdır.” (Yani evidir)… (Tevrat ve İncil…)

Şimdi noktalıyorum: Senin İsevi, benim de ne olduğumun belli olmaması önemli değildir. Yeter ki haksız olmayalım, haksızlık etmeyelim, kötü olmayalım, kötülük etmeyelim, kendimizi bilelim, haddimizi bilelim. Kimseyi incitmeyelim, üzmeyelim…İlahir…

Senin dinli, benim ne olduğu belirsiz bir kişi olmam; sen lacivert giymişsin, ben ise siyah giysi giymişim gibidir. Hiç insan; sen lacivert giydin, yok, sen siyah giydin diye birbirine küser mi? Hiç insan sen benim gibi düşünmüyorsun diye ona düşmanlık eder mi? Ona kâfir der mi, katli vacip der mi?

İnsan küsmez mi? Küser elbette. Ama kötüye karşı küser, alçağa, kendine ve başkasına kötülük edene küser…

İyi insan kötüyü kötülüğü ile baş b; çünkü kötülüğü ile seni incitir. Onu kötülüğü ile baş başa bırakmalıdır ki; aklı başına gelsin.

Kötü olanla dostluk edilmemelidir O insan toplumdan dışlanmalıdır. Eğer kötülük yaparken; yani yasalara karşı gelirken yakalanırsa   toplum (Devlet) tarafından da cezalandırılır…

Bu ceza sorunu (meselesi) insanoğlunu çok meşgul etmiştir. Kimilerinin kötülük ettiği halde cezasız kalmasını kabul edememiştir. Bunlar için de öbür dünyayı icat ederek kendini aldatmıştır. Bu ise Allah’ı bilmemek ve anlamamaktan gelir.

Tanrı bilgisine erişenler kötülük yaptığı andan itibaren cezasını görmeye başlar ve bu ceza da yalnızca tövbe etmekle (yani bir daha yapmamakla) biter.

Bizim inandığımız Tanrı cezamızı öte dünyaya ertelemez. Anında vererek bizi diriltir. Kötülüğün karşılığı “ölüm”dür. Her kötülükte ısrar eden duyarlılığını yitirir. Dinsel anlamda “Ölür”…

Ölüler de, Ölen insanlar da “Sen kafirsin, sen dinsizsin, sen mürtetsin” diye kendisi gibi düşünmeyenleri öldürür.

Bu konular uzar gider. Bu nedenle artık yeter.

Ne demek istediğimi anlamışsındır. Çünkü ilahiyat fakültesi bitirmiş bir ilahiyatçısındır…

Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi size ve eşiniz Lila Cosmades hanıma…

Hayri Balta, 22.4.2005

X

Sayın Cosmades,

Önce sevgi sundum. Gönderdiğin yazıdan memnun oldum. Daha okuyup bitiremedim. Ancak konu bakımından çok beğendim.

Şimdi kal sağlıcakla, teşekkürler sana ve eşiniz hanımefendiye…

Hayri Balta, 26.7.2005

X

Cok sevgili Hayri Balta,

Selam!  Sen ve Meliha hanim nasılsınız?  Yazılarını gönderdiğine seviniyorum.  Ömer’in adaleti (!) ile ilgili yazın dikkatle incelenmeli ve gerçeğe yaklaşık asamaya getirilmeli.  641’de İskenderiye’yi aldığında oranın dünya çapında en ustun kitaplığını yaktırmaya emir verdiğine deyinilmiyor.  Başka kopyası olmayan çok değerli klasikler hamam ateşini besledi.  Burada adalete rastlanır mi?

Yazında konusunu ettiğin iki anne ile çocuklarına ilişkin olay.  Nerede yazılıyor?  Kuran’da yoktur.  Hadislerde de olamaz.  Bu nereden uyduruldu?  Bunun aslini öğrenmek isterseniz, Eski Antlaşma’da I. Krallar 3:3-28’i okuyun.  İslam’ın çıkısından yaklaşık 1600 yıl önce Süleyman’la ilgili bu bilgelik olayı nasıl oluyor da, Ömer’e atfediliyor?  İslam’ın sayısız puf noktasını duymuştum, ama bunu ilk kez duyuyorum.  İnancın kopyacılığına ilişkin yeni bir kanıt!  Bu uydurmanın nereden çıktığına bir bakin!  Asilsiz sahip çıkmalar önlenebilirse bu da senin yeni bir katkın olacak gerçeğe.  Turan Dursun, Din Bu kitabında Ömer’le ilgili nice gerçeği sergiliyor.

Çok sevgiliye,

Thomas Cosmades, 17.8.2005

X

Çok sevgili Hayri Balta,

Bekliyordum.  Senin gibi uygar davranış eksikliği çekmeyen bir aydını ne denli sevsek azdır.  Övgüye yaraşır atılımına koşut olarak Mesellerde su yerleri oku: 31:8,9 ve 24:11.  Ermeni jenosidi ile ilgili o kronikleşmiş kanser vaktinde ele alınsaydı, Türkler buğun alnı acık tutumla dünyaya bakabilirdi.  Bu ilişkide su ayetlere de bir bak: Luka 12:2 ve Meseller 28:13, 17.  II Cihan Savaşı sonrası Almanların derin sancıyla gerçeğin buyruğuna uymaları onlara ulusal travmadan arınma ve terapi sağladı.  Keşke Türkler ayni uygar davranışla esenliğe çıkaran yolu seçse!  Ne var ki, inançta alçalma, ikrar af dilemeye yanaşma yoktur.  Bilirsin.

Sen de çığır açanlar arasındasın.  Bunun sonrasını görmeni yürekten dilerim.  Ermeni tehcirinin yüzüncü yılı 2015’te senin bugünkü tutumuna katılan pek çok insan bulunacak o ülkede.  Bunun başka yolu ve çıkarı düşünülemez.  Daima iyi düşüncelerle dolu anılarımızdasın.  O eski acımazlıklardan anlatan yazıların bir tekini sana iletiyorum.

E-mail listesinde adim Thimas olarak gedmekte.  Bunu Thomas olarak değiştirebilirsen sevinirim.  Meliha hanim sana iyi bakıyor; daima aynisini yapabilmesini dilerim.

Sevgiyle,

Thomas Cosmades, 3.10.2005

X

Thomas Cosmades Dostum,

Önce sevgi sundum. Eşiniz hanımefendiye de aynısını sundum.

Övgünüz için teşekkür. Ne var ki gerçek saygısı olanların doğruyu söylemesi gerektir. Tanrı bilgisine erdiğinim söyleyen bizler doğruyu söylemezse kim söyler?

İncil’de bir söz vardır: “Siz dünyanın tuzusunuz; tuz tadını yitirirse ona ne ile tat verilir.” Bu nedenle hiç olmazsa bizler tuzun tadını yitirmesini önlemeliyiz.

E-posta kutusundaki adınızı düzelttim. Bir yanlışlık olmuş, özür dilerim.

Eklerin biri dışında diğer üçü İngilizce… Oysa benim İngilizce’m yok. Rica etsem onların Türkçemsini gönderebilir misiniz? Çünkü Ermeni Sorunu adında bir dosya hazırlıyorum. Göndereceğiniz Ermeni Sorununa ilişkin yazılar bu dosyaya yerleştirilecektir.

Eşimin size ve eşiniz hanımefendiye sevgisi, selamı var. Benim de…

Şimdi kalınız sağlıcakla,

Bilge Balta, 4.10.2005

X

Çok sevgili Hayri Balta,

Mektubun bizi duygulandırdı.  Lila hanimin sana ve Meliha hanıma selamını ve sevgisini iletirim.  Doğrusu sasırdım!  1917 yılında New York’un tanınmış New York Times gazetesinde Ermeni jenosidi ile ilgili bir tanık gözlemini hem o orijinal yazının, hem de düzgün biçimde yazılmış İngilizce, Almanca ve Türkçe metinlerini e-mail  ile göndermiştim.  Umarım buğun yeniden gönderdiğim Türkçe metni alırsın.  Lütfen bildir.  Elimde bu konuyla ilgili pek çok İngilizce yazı vardır.  İstersen göndereyim, İngilizce bilen kişilerle paylaşırsın.  Daima sağ ve sağlıklı olasın.

Sevgiyle,

Thomas Cosmades, 5.10.2005

X

Çok sevgili Hayri Balta,

Selam!  İlerisini görememek illeti belaların basındadır.  Çok dert açacak daha.  Lütfen yeni adresimizi kaydet ve yazılarını gönder.  Bekliyorum.  Bu mektupla birlikte sana son yazdığım ferahlandırıcı bir yazıyı gönderiyorum.  Sana ve Meliha hanıma en iyi dileklerime.

Thomas Cosmades, 24.4.2007

X

Dost Cosmades,

Önce sevgi…

Bilemezsin başımıza neler geldi.

Ben ikinci kalp kırizi geçirdim,

Beş aydır öldüm öldüm dirildim.

Ben ölümle penceleşirken

Melihe hanımı da kaybettim.

İşte böyle durum.

Takdir-i ilahiye karşı olamaz zorum…

Şimdi kal sağlıcakla

Sevgi sana ve eşiniz hanıma…

Av. Hayri Balta, 28.4.2006

+

Not. Gönderdiğim iletiler geri gelince göndermedim.

Bundan böyle gönderirim.

X

Çok sevgili Hayri Balta,

Selam!

Son yazını okudum.  İsa’nın silah konusunda yazdığın sözlere esef duydum.  Luka 22:36’da Isa elbiseni sat ve bir kılıç al sözünü çok somut biçimde yorumlaman senin gibi geniş bilgili bir aydının düşüncesi ötesinde..

Daha önce belirttiğim gibi Isa Mesih bazı yerlerde ince nükteli dille konuşur.  Bu da O’nun nükteli konuşmalarından biridir.  Haça çıkmadan önce öğrencilerinin imanını sarsılmakta gördü ve bu nükteli sözü söyledi.

Elbisenin satılarak bir kılıç satın alınması kuskusuz sağduyulu kavram ötesindedir.  Bu nedenle O’nun bu nükteli konuşmasını somutlaştırman her tur kavram ötesindedir.

Peygamberler kılıç kullanılmasını salık verdi; ama Rab Isa Mesih hiçbir zaman!  O bunun tam tersini bildirdi Mesih’in kılıç konusunda başka kullanımlarını lütfen İncil’den araştır (bkz. Matta 10:34; Yuhanna 18:11; Luka 2:35; Efesoslular 6:17).

Okurlarını bu gözlemimle aydınlatmana sevineceğim.  Hasretle gözlerinden öperim.

Sevgiyle,

Thomas Cosmades, 6.8.2004

X

Dost Cosmades,

Önce saygı, sevgi derim. Yanıtımı geciktirdiğm için özür dilerim.

Biliyorsun uğraşılarım çoktur. Gerçekleri anlatmaya çalışıyorum; anlayan, yoktur.

Gelelim asıl konuya. Ben o yazımda İsa, “ATMA DİN KARDAŞIYIZ” diyor dememişim.  “Hiç bir dinde cana kıymak yok!” deyen Prof. Dr. Süleyman Ateş’e yanıt vererek bütün dinlerde “cana kıyma var! demişim. “Bütün dinlerde cana kıyma var” diyerek Kutsal kitaplardan örnek göstermişim. “Tevrat’ta: “Kemikleri kırarak öldürme!”; İncil’de: “Elbiseyi satıp kılıç alarak savaşa girme…”; Kuran’da: “…düşmanın boyunlarını vurup parmaklarını doğrama…” (K. 8/12) var demişim…

Şimdi sözünü ettiğim ayetler adı geçen kitaplarda var mı, yok mu önce ona bakalım. Ondan sonra açıklama yapalım. İşte ayet: “Fakat şimdi, kesesi olan onu alsın, ve torbası olan da alsın ve olmayan esvabını satsın ve kılıç alsın.” (İncil. Luka. 22/36-37)

Ve devamında: “Ya Rap; işte, burada iki kılıç, dediler. İsa onlara ‘Yeter!’ dedi.”

İncil’de kılıçla ilgili ayetler yalnız bu kadar da değil. Şöyle ayetler de var: “Lâkin üzerlerine kral olmamı istemeyen o düşmanlarımı buraya getirin ve önümde öldürün…” (İncil. Luka. 19/27)

Ya şu ayete ne denecek? Bütün milletler esir edilecek, kılıçtan geçirilecek. Sıradan insanlar bunları nasıl değerlendirecek? Okuyalım: “Vay o günlerde gebe ve emzikli olanlara! Çünkü memleket üzerine büyük sıkıntı ve bu kavme gazap olacaktır. Ve onlar kılıçtan geçirilecek ve bütün milletler.” esir olarak götürüleceklerdir” (İncil. Luka. 21/23-24)

İçinde kılıç sözcüğü geçen bu sözler İsa’ya yakışmayan sözler. İsa, “öldürün” sözlerini nasıl söyler? Gözünü kan bürümüş kinciler bu ayetleri hangi anlama çeker?

Bu ayetleri kara ruhlu cahil insanlar nasıl anlar. Bu karanlık ruhlu caniler din adına, İsa adına; Ortaçağ’da dünyayı kana buladılar. Avrupa’da din savaşları, Sen Bartelmi katliamı, Haçlı seferleri, Engizisyon uygulamaları… Bu olaylar; değil Hıristiyanlın, insanlığın yüz karası…

Benim temiz yürekli, benden büyük, benden bilge dostum. İsa’yı ya da diğer Peygamberleri kötülemek değildir kastım. Gerçekleri anlatmaktır amacım. Kaldı ki İsa’ya, şu ve daha benzeri birçok sözler söylediği için hayranım. “İşte, İsa ile birlikte olanlardan biri el atıp kılıcını çekti. Ve baş kâhinin hizmetçisine vurup kulağını düşürdü. O zaman İsa ona dedi: “Kılıcını tekrar yerine koy; zira kılıç tutanların hepsi kılıçla helâk olacaklardır.” (İncil. Matta. 26/51..)

Ayrıca ben İsa ile Muhammed’i kıyaslamadım. Yaratan’a değil Muhammed’e tapanlar arasında ben nasıl olur da İsa ile Muhammed’i kıyaslarım? Kendini dine- imana kurban etmiş bu fanatiklere gerçekleri nasıl açıklarım?

Yoksa ben bilmez miyim İsa’nın “Sağ yanağına vurana sol yanağını çevir” dediğini. Oysa Muhammed de  “Kısasa kısas”; en azından “misli ile karşılık verme” var.

Muhammed’de “Müşrikleri nerede bulursanız öldürün” var (K. 9/5) İsa’da “Düşmanlarınızı sevin ve size eziyet edenlere dua edin!” var (İn. Mat. 5/44).

Şırasını da belirteyim ki yalnız İncil’de değil bütün kutsal kitaplar da simgesel anlatım vardır. Dinin ne demek istediğini anlamak isteyen öncelikle bu simgesel anlatımlarla ne denmek istediğini anlamalıdır. Ayrıca bütün dinler bir avam’a bir  havasa, bir de havasül havasa hitap eder. Bunlar içinde dinin asıl amacını havasül havas olanlar anlar.

Avam; dini, kendi yarattığı hayal alemine göre anlar; Cennet-Cehennem hayalleri ile yaşar. Havas, tapınma kurallarını yerine getirdiği takdirde Cehennemden kurtulacağını sanar.  Havasül havas olanlar  Yaratanı da, dini de, Cennet’i, Cehennem’i de  kendi içinde arar. Bütün hurafeleri, batıl itikatları, ritüelleri, korkuları, kaygıları fırlatıp atar…

Ne var ki bu anlattıklarımı kim anlar? Hayri Balta cam’a su atar. Cama atılan su; hiçbir etki bırakmadan aşağı kayar. Akıldaneler söylediklerimi anlamaya çalışacaklarına dönüp bana iftira atar… Ama bilinsin ki bana atılan iftiralar döner iftirayı atanı yaralar…

Şimdi kal sağlıcakla; sizi üzdümse eğer, kusuruma bakma!

Av. Hayri Balta, 10.8.2004

X

Fevzi Günenç – Mehmet Kara,

Değerli Dostlarım

Fevzi Günenç – Mehmet Kara, önce sevgi dostlara.

Mehmet Kara’dan iki şiir girdim bu gün sitemize. Mehmet Kara, yer vermemiş, alçak gönüllüğünden, kendisi hakkında yazdığım şiire. Ancak o şiir de yayınlanmaktadır şimdi Sitemizde.

Burada üzüntü verici bir gelişme oldu. Yanlışlıkla Mehmet Kara’nın Fevzi tarafından gönderdiği şiirlerin hepsi kayboldu.

Bu durumda her ikiniz de Mehmet Kara’nın tüm şiirlerini gönderiniz. Biz de sırası gelince yer veririz…

Sevgilerimle,

Bilge Balta, 10.10.2005

X

Sevgili Dostlar,

Bilge Balta, her ikinize de sevgiler sunar. Mehmet Kara’nın şiirleri hakkında düşüncelerini açıklar.

“Söyleyecek sözüm çok… Ama şimdi yok.

Şiirler mükemmel tek sözcükle. Aman durmadan yazsın böyle güzel sözcüklerle…

Sevgiler yeniden her ikinize. Böle güzel şiirler yer alacak her zaman sitemizde.

Şimdi kalın sağlıcakla,

Bilge Balta, 2.11.2005

X

Ali Kemal

Sayın bay/bayan,

İki tane merak ettiğim soru var; cevaplamanızı rica edeceğim:

1-) bugün yapmış olduğunuz çalışmaların; yani dinin yalanlarını ortaya çıkarma işini sizler gibi tarihte yapan bizim bildiğimiz ünlü kişiler var mıydı? Yani islam çok eski bir din bunca çelişki neden yüzyıllardır fark edilmedi eğer edildiyse bunları ifşa etmek için uğraşmış kişilerin isimleri varsa öğrenmek isterim.

2-) kuranda bazı gerçekler insanı şaşırtıyor örneğin firavun’un denizin dibinde bulunacağının yazması gibi (eğer yanlışım yoksa) veya ayakta ufak aptestin yapılmaması ve bu gün tıp ilmince de bunun zararlı olduğu bildirilmiştir. Sizce bu doğruların kaynağı nedir?

Saygılar

Ali Kemal , 7.7.2005

X

Sayın Ali Kemal,

Nedir bu bay/bayan? Bu nasıl beyan.

Sen bu iletiyi bana mı gönderdin; yoksa benden başka bir bayana da mı gönderdin? Öncelikle ve bundan sonra ileti gönderirseniz, bu hitabınızı düzeltin.

+

Önce şu bilinmelidir ki dinin temeli çok eskidir. Din’in temel ekseni sevgidir. Ahlaktır, bilgidir, edeptir, terbiyedir. Din tarihini incelersek Musa, İsa, Muhammet eskiler yanında dünkü çocuk gibidir.

Din düşüncesini tarihte ilk olarak görürüz “Mu” imparatorluğunda. Mu imparatorluğundan geçmiş eski Yunan’a ve Mısır’a, Mısır’dan da Musa’ya.

Musa Yahudi soyundan olduğu için yalnızca Yahudi’ye mal etmiştir Allah’ı. Allah, Musa kavminin önüne düşerek öldürmeye kalkar Yahudi olmayanları. Sanki Allah, yalnızca Yahudi ırkının Allah’ı…

İsa, Musa dininde reform yapmak istemiştir. Bu atılımı Yahudilerce kabul görmemiştir. Çünkü İsa, Yahudiliğin yanlışlarını göstermiştir. Bu nedenle de Yahudilerce çarmıha gerilmiştir.

Muhammed ile birlikte Yahudi dinine dönüş başlamıştır. İslamî kuralların büyük çoğunluğu Musa şeriatından alınmıştır. İslam da, Allah’ı kendi yanına alarak mümin olmayanlara, kafire, müşrike, mülhit’e (dinsize), zındığa cihat açmıştır. İslam’ın temeli ise imana davet adı altında; cihattır, ganimettir, fetihtir… Savaş yoluyla ekonomiyi düzeltmektir. İslam için: “En son ve en mükemmel din!” denir, yanlıştır…

Temel bu olunca dinler; sevgi dini olmaktan çıkıp gitmiştir. İslam’da sevgi yalnızca mümin olana hasredilmiştir; gerçi, bu da gerçek değildir. Çünkü Müslümanlar kendi peygamberlerinin ehli beytini, torunlarını, zehirlemiş, kılıçtan geçirmiş; ele geçiremediklerini de sürgün etmiştir.

Yine İslam dünyası mezhep nedeniyle birbirine girmiştir, tarikat nedeniyle birbirine girmiştir. Örneğin Sünniler ile Şiiler   tarih boyunca birbirini öldürmüştür. Daha üç dört yıl önce Hizbullah adlı bir tarikat kendisi gibi düşünmeyenleri öldürüp öldürüp oturduğu binanın bodrumuna gömmüştür.

Bu kadar girişten sonra gelelim sorduğun soruya. Din, sevgiyi dışlar dışlamaz başlamıştır yalan yanlış üzerine kurulmaya. Sen yalanı yanlışı yakıştırabilir misin Allah’a?

Sevgiyi dışlayan din; insanları, yalan yanlış ile koşullandırır. Yalan yanlış ile koşullandırılan insanlar kendisi gibi düşünüp inanmayanların katlini vacip sanır. Böyle bir anlayış, düşünce veya din nasıl Allah’a yakıştırılır?

Bu nedenle gerçek Tanrı bilgisi ve sevgisi olanlar dinlerdeki yalanlara, yanlışlara dikkat çekmiştir. Dinlerdeki yalanları ve yanlışları, hurafeleri, bilim dışılıkları ve de kadınların aşağılanmalarını ortaya çıkaranların başında Ehlibeyt ve Mutezile mezhebinde olanlar gelir. Mutezile, Ehlibeyt mensupları yalanı yanlışı buldukları için yok edilmiştir.

Diğerleri ise Beyazıd_ı Bestami, Hallac-ı Mansur, Nesimi, Şeyh Bedrettin ve Oğlanlar şeyhi gibi binlercesi; yalana yanlışa tepki göstermiştir. Bunların hepsi de; ya suçlanmış, ya  hapsedilmiş, ya sürgün edilmiş ya da idam edilmiştir,

Bu konuda bilgi edinmek isterseniz şu kitaplara bakabilirsiniz. Bilmem sen de araştırmadan, okuma zahmetine girmeden ahkam kesenlerden misin?…

  1. İnançları Uğruna Öldürülenler, Vecihi Timuroğlu,
  2. Hızır Paşalar, H.Nedim Şahhüseyinoğlu
  3. Osmanlı Engizisyonu, Ali Yıldırım,
  4. Zındıklar ve Mülhidler, Ahmet Yaşar Ocak
  5. Zındıklık ve Zındıklar, Melhem Chokr.

Artık iletişim artmıştır. Gerçekler suçlamakla örtbas edilemeyecektir. 500 yıl sonra dinlerin yalanları, yanlışları, bilim dışılıkları, hukuk dışılıkları, kadınlarla ilgili haksızlıkları bütün insanlarca görülecektir.

+

Şimdi gelelim ikinci soruna. Kuran gerçeğini öğrenmek istiyorsan bakmalısın şu kitaplara:

  1. Kuran’ın Eleştirisi, 3 cilt, İlhan Arsel,
  2. Kur’an ve Din, Erdoğan Aydın
  3. İslamiyet ve Bilim, Erdoğan Aydın,
  4. İslamiyet’te Ahlak ve Kadın, Erdoğan Aydın
  5. Din ve Laiklik Üzerine, Kaynak yayınlarından. (Atatürk’ün kendi el yazısı ile yazdıkları)

Gelelim ayakta işemeye. İslam’da ayakta işememenin temeli gider İslam peygamberine.

Biliyorsun halk arasında söylenen bir deyim vardır. Bunlar doğuştan sünnetli olanlardır. Bu sünnetli doğanların sünnet olacak kabukları olmadığı için ayakta işeyemezler. Oturarak işemek zorundadırlar. Çünkü işeme deliği çıkıntının ucunda olmaz; çıkıntının ön ucunun altında olur. Bu nedenle de peygamber sünnetli denenler  ayakta işerse üstünü başını batırır.

Kaldı ki sünnetli olanlar bile ayakta işerse üstünü başını batırır. Bir parça duyarlı olanlar ayakta işediği zaman yere düşen sidiğin pantolonuna sıçradığını görür. Hele ileri yaşlarda prostat olan erkekler muhakkak oturmalıdır.

Bir de oturarak işerken idrar yolları genişlediğinden daha rahat işenir, çünkü idrar yolları genişler.  Bunun böyle olduğunu  hayvanlar bile bilir. Atlar, eşekler, develer arka ayaklarını ayırarak biraz da yere yaklaştırarak işerler. Hele köpekler bir ayaklarını yukarı kaldırarak işerler. Böylece mümkün olduğunca üstlerini başlarını batırmamak isterler.

Bunları bilmek için; Allah’a, kitaba, peygambere, okumaya yazmaya gerek yoktur.  Hayvanlar kadar duyarlı olmak yeterdir. Şimdi anladın mı ayakta işememenin kaynağı nedir?

+

 “ firavun’un denizin dibinde bulunacağının yazması gibi” demişsin iletinin bir yerinde. Merak ettim şu Firavun’un denizin dibinde bulduğu, bulacağı ne imiş? Böyle bir öngörü Kuran’ın neresinde dile getirilmiş…

Şimdi kal sağlıcakla, bu kadar bilgi yeter mi sana?

Bilge Balta, 7.7.2005

X

Erahola

Hayri Balta’ya,

İçkisiz bir anında yazdığın yorum, çok hoşt.

Sen TİK konusunu yanlış anladın galiba. Ben gerçek tikten bahsediyorum.

Sevmediğim, gıcık olduğum lakapları, mesela (ERAHOLA) bu sayfalarda gördüğümde, göz kapaklarım sinirden açılıp kapanıyor, istemsiz olarak.

Sen TİK deyince ŞEY zannettin galiba. Orada pek bir sorun yok zaten. Ayrıca olsa da sana bir zararı dokunmaz. Yoksa niyetin bozuk mu? Bizde öyle karmaşık işler yok erahola, başka kapıya.

Bu sayfaları yakından takip edenler kimin bilgili, kimin bilgisiz yorumlar yaptığını görüyorlardır. Kenar mahalle tartışmalarına girmeyelim. Sadece başlığa bakan eğitim seviyeni anlar.

”nickim gitti diyorsun tikim duruyor diyorsun.”

”NICKİM GİTTİ TİKİM DURUYOR, DİYORSUN” olacaktı doğrusu.Türkçe öğrenmeye çalış. O kadar zor değil. Biraz da başka kitaplar oku!

Bak ERAHOLA, sağlıkla, yaşla, sevgiliyle, aşkla, insanların değerleriyle alay edilmez.

Bunu defalarca hatırlattım. Tekrar ettirme bana.

Google’den, 18.10.2005

+

ERAHOLA İsimli Küfürbaz’a

Hayrola!…

Ne demek bu ERAHOLA? Google’den göndermişsin ERAHOLA adını takarak bana.

Adın, soyadın, adresin yok. Sahi senin adın, soyadın, adresin niçin yok!

Bu arada bir de “Hoşt!” çekmeyi unutmamışsın bana… Oysa ben “Gel oşt!” demedim ki sana. Tamam, “Hoşt!”u anladım da ne demek bu  ERAHOLA.

Sözlüklere baktım bulamadım bu ERAHOLA ne demek. Sende bu yaratıcı zeka varken başka şeye ne gerek?

Şimdi bak  ERAHOLA, ınternette ve e-mail topluklarında gezer bu TURK USULÜ BAŞARI FORMULÜ… Müslümanlar her işini Allah’a bırakmakla değil mi ünlü?..

Oysa Allah akıl vermiş bütün Müslümanlara. Akıllarını kullanmak bir türlü gelmez Müslümanların aklına.

Bu nedenle İslam’ın kitabı da çatar Müslümanlara. Der: “Aklınızı kullanmayacak mısınız hâlâ?..” (K. 37/138)

Bir de: ”NICKİM GİTTİ TİKİM DURUYOR, DİYORSUN”. Ben hiç bir yazımda ne “Tik” dedim; ne de “Nick” dedim; görüyorum ki sen, iyiden iyiye zırvalıyorsun…

Daha fazla söz çok sana. Çünkü ne desem anlamazsın bu sen bu kafayla…

Bir tek şeyi merak ediyorum  hepiniz de aynı harattan çıkmış gibi. Bu haratın elinden çıkmışların tek meziyeti. “Küfür!” değil mi?

Hangi öğreti bunları küfürbaz yapıyor? Bilge Balta buna şaşıyor…

Daha ne diyeyim sana… Seni havale ettim varsa sağduyuna…

Bilge Balta, 22.10.2002

X

Zekeriya Beyaz

Sayın Cüneyt Özdemir,

CNN Yapımcısı,

İstanbul

Önce saygılarımı sunar mesleğinde başaralı olmanı beklerim.

Bu gün (24 Kasım 2005) Hürriyet gazetesinde bizim toplulukta adı Bay Casus olan Zekeriya Beyaz’la ilgili programı “GENÇLİĞİ KOMÜNİSTLERLE SAVAŞARAK GEÇTİ” diye duyurmuşsunuz.

Bu büyük bir yalandır. Bir savaş açıktan yapılır. Savaşan taraflar birbirini tanır ve görür. Oysa bu adam, bir polis ajanıdır. Lütfen şu satırları dikkatle okuyalım. Bu açıklamalar Zekeriya Beyaz’ın Ankara’da yayınlanan Adalet gazetesi,1964 Kasım ayında, “GAZİANTEP’TE NELER OLUYOR” başlığı altında Aclan Sayılgan’a yaptığı itiraflardır:

“27 Mayıs ihtilalinden evvel Dr. Emin Kılıçkale’nin tarikatına ajan olarak üç genç sokulmuştur. İkisi maceracı karakterde gençler olmakla birlikte üçüncüsü daha müdekkik olan ve halen “Üç Hoparlörlü” imam diye anılan Zekeriya Beyaz’dır. Kılıçkale’ye iyiden iyiye duhul eder.” (Adalet gazetesi,1964 Kasım ayında, “GAZİANTEP’TE NELER OLUYOR”)

Burada ajan arkadaşlarını maceracı olarak gösterirken kendisine “müdekkik” payı çıkarıyor.

Ajanın Türkçe karşılığı “Gizli Polis=Hafiye’dir.” Demek ki Zekeriya Beyaz bir polis ajanı olarak topluluğumuza girmiştir. Buna “Gençliği komünistlerle savaşla geçti” diyebilir miyiz? Bir savaş mertçe yapılır; kalleşçe değil…

Şu satırlara da dikkat edelim:

“Zekeriya Beyaz bunun yanı sıra Emniyet Birinci Şube ile sıkı teşriki mesai yaparak Nizip’teki Kürtçülük ve Gaziantep’teki Kılıçkale konusunda raporlar vermektedir.” (Adalet gazetesi,1964 Kasım ayında, “GAZİANTEP’TE NELER OLUYOR”)

Bir din adamı nasıl olur da aynı zamanda Müslüman olan Kürt kardeşleri hakkında kışkırtıcılık yapar? Bir din adamına yakışır mı bunun yaptıkları…

“Mesela bunlardan biri, kendi tarikat deyimlerince, Peygamberlik rütbesine yükselmiş Hayri Balta’dır. Hayri Balta ihbar üzerine tevkif edildiği zaman Maarif Dairesinde (Gaziantep) Köy İşleri Şubesinde memur olarak çalışıyordu. Tahliyesini müteakip derhal Amerikan Hastanesinde İstihdam edilmeğe başladı.” (Adalet gazetesi,1964 Kasım ayında, “GAZİANTEP’TE NELER OLUYOR”)

Zekeriya Beyaz’a sorun bakalım: Hangi Amerikalı bir komünistte iş verir ve onu işyerinde çalıştırır? Bu açıklaması bile onun zihniyetinin ne denli çarpık olduğunu göstermeye yeter…

Şu açıklama ve itiraf da Zekeriya Beyaz’ındır:

“Emin Kılıç Kale’nin CAN’larından (Can tarikatın büyük bir mertebesidir) Hayri Balta; gerek Zekeriya Beyaz’ın gerekse diğer iki gencin ihbarı sonucu sonunda komünizm propagandası yapmaktan tevkif edilir. Fakat tahkikatta bir sonuç alınamaz…” (Adalet gazetesi,1964 Kasım ayında, “GAZİANTEP’TE NELER OLUYOR”)

Burada adı geçen Hayri Balta benim. Bunlar bizim Emin Kılıç Kale topluluğuna öğrenci olmak amacı ile gelmişlerdir. Çünkü Hocamız Sayın Dr. Emin Kılıç Kale Türk Tasavvuf Müziği ve Tekke müziği ile meşgul olmakta ve derslerine gelene de nota usul ve makam öğretmekte idi… Emin Kılıçkale, aynı zamanda iyi bir tasavvufçu olarak açık görüşlü ve düşüncelidir. Zekeriya Beyaz’ın Emin Kılıçkale’yi sevmemesinin nedeni Emin Kılıçkale’nin tasavvuf anlayışına karşı olmasıdır.

Derslerinde kadın erkek bir arada keman, nay (Ney), saz, ud, ve tef eşliğinde ilahiler okunurdu. Dinsel söyleşiler yapılırdı. İşte Zekeriya Beyaz’ın uğraştım dediği topluluk budur. Dünya yüzünde tasavvuf ve tekke müziği ile iştigal eden bir komünist görülmüş müdür?..

Zekeriya Beyaz’ın Emin Kılıç’a ve bana düşmanlığı bizlerin CHP’li ve Atatürkçü olmamızdır. Çünkü kendisi şimdi olduğu gibi o zaman da koyu bir şeriatçıdır. Arapçılığı Türklüğünden, Muhammetçiliği Atatürkçülüğünden güçlüdür. Atatürkten vazgeçebilir; Muhammet’ten asla…

Çünkü şeriatçılık onun ekmek kapısıdır. O zamanlar Zekeriya Beyaz’a göre kim Atatürkçü ve kim CHP’li ise o komünistti.

Zekeriya Beyaz o zamanlar Demokrasiden, Cumhuriyetten söz eden bir öğretmene şöyle diyordu: “Ne demokrasisi, ne Cumhuriyeti, bizim dinimizde bir Kuran var bir de şeriat!” (Gaziantep Gerçek gazetesi, 29.5.1964)

Yine bu adam19.5.1964 tarihli Gaziantep Gerçek gazetesinin yazdığına göre 19 Mayıs şenlikleri için ve Atatürkçü öğretmenlerin tümüne: şöyle diyordu:

“Bunların hepsi komünist. Kızlarımızı 19 Mayıs Bayramı şenliklerine göndermeyiniz. Erkeklere bacaklarını ve mahrem yerlerini göstererek günaha giriyorlar.”

İşte Zekeriya Beyaz’ın “Gençliğimde komünistlerle savaştım” dediği komünistler bu tür komünistlerdir.” 

Şimdi hakkımda yapılan tahkikat sonucun da verilen kararı açıklıyorum: (Gaziantep Sorgu Hakimliği: E. 1962/25. K. 1962/104):

“Sanık Hayri Balta’nın her ne kadar komünizm propagandası yaptığı iddia edilmişse de; sanık Hayri Balta’nın Atatürk ilkelerine bağlı aydın bir kimse olduğu, kamu tanıkları Bekir Kaynak, Necdet Sevinç ve Cevat Güralp olayın muhbirleri ve başlıca tertipçileri bulunmaları hesabiyle şahadetlerinin şayanı kabul ve samimi olmadığı ve esasen şahadetlerinin de bahse konu fiilin suç unsurları bakımından takdire müsait bir ciheti de olmadığı. Kaldı ki muhbirlerden Bekir Kaynak’ın Hakimliğimizce alınan ifadesi alındığı sırada açıkça ırkçı ve Turancı olduğunu, açıkça ve çekinmeden söylediği, şu hale göre yurdumuzda yaşayan insanları muhtelif adlar altında ayırmak (Mesela: Türk, Çerkez, Arap, Kürt vesaire) ve milletleri kan birliği esasına istinat ettirmek ve aynı ırktan olduklarını iddia ettikleri insanları geniş bir sınır inde toplamak ve bunu temin maksadıyla saldırgan bir karakter taşımak ve neticeten bir hayal peşinde koşmaktan ibaret olan Irkçılık ve Turancılığın mevcut mevzuat karşısında takip ve tecziye edilmesinin icap edeceğinin teemmüle şayan olduğu ve böyle bir fikrî vasat içinde bulundukları anlaşılan muhbirlerin her aydını ve Atatürk ilkelerine bağlı ilerici fikirleri komünistlik olarak tavsif edecekleri ve bu hadisede de öyle yaptıkları, sanıkta arama neticesi yakalanan Varlık, İmece vesaire broşürün yasaklanmış kitaplardan olmadığı ve halen yayın hayatına devam ettikleri sanığın vaki savunmasının samimi olduğu …”

Hakkımda verilen karar böylece devam edip gidiyor ve ben bu mahkeme kararıyla “Türkiye’deki tek Aydın ve Atatürkçü bir kimse!” oluyorum. Ne var ki bu karar işe yaramıyor ve ben kırk yıl polis takibi altında yaşıyorum. Ve benim çektiklerim yetmezmiş gibi sayenizde Zekeriya Beyaz “komünistlerle savaşan” bir kahraman olarak sunuluyor…

Zekeriya Beyaz, şu an Takvim’in gizli sahibi ve yazarı; diğer muhbir ve tertipçi Necdet Sevinç ise Olaylara TERCÜMAN gazetesinde yazıyor. İkisi de; Mahkemece, “muhbir, olayların başlıca tertipçisi ve aynı zamanda Irkçı ve Turancı olarak saptanıyor. Gerçekten o günlerde her ikisi de Irkçı ve Turancı olmaları yanında Nurculuk propagandası da yapmışlardır.

Zekeriya Beyaz’a göre Atatürkçü öğretmenler tümden komünisttir. Öğretmenlere iftira attığı için yargılanmış, mahkemesi Ankara’da görülmüştür. Bu konuda CHP eski Milletvekili Mustafa Güneş’in bilgisine başvurulabilir.

Hangi komünistlerle savaşmış. Eğer her komünist Atatürkçü Öğretmenlerle CHP’li aydınlar ve benim gibi biri ise vay o komünistlerin haline…

Zekeriya Beyaz; otursun da önce, şu sorulara yanıt versin:

“1. Hakkında raporlar verdiği Dr. Emin Kılıç Kale’ye, ‘Namazında, orucun da uydurma olduğunu biliyorum. Nurcu oluşum da gösteriştir. Çünkü işime öyle geliyor. Bu benim ekmek kapımdır.  Gerçek dini sende görüyorum’ diyerek, Osman Aksoy’la birlikte, Dr. Emin Kılıç Kale’nin elini öptü mü öpmedi mi?..

  1. Dr. Emin Kılıç Kale topluluğu kendisine niçin “BAY CASUS” adını takmıştır? Söyleyebilir mi?
  2. Dr. Emin Kılıç Kale ile hangi konularda mektuplaşmıştır? Niçin?
  3. Dr. Emin Kılıç Kale’ye gönderdiği mektupların basına verilmesini ister mi? İstemez mi?
  4. Nizip’te imamlık yaparken verdiği vaazlarda, ‘Beden eğitimi öğretmenleri ile diğer öğretmenlerin çoğunun komünist olduğunu, kızların beden eğitimi yapmalarının günah olduğunu” söylemiş midir,söylememiş midir?
  5. Bu sözleri üzerine Nizip Kaymakamlığınca imamlık ve vaizlik görevinden uzaklaştırılmış mı, uzaklaştırılmamış mı?
  6. Hangi milletvekillerinin ve hangi heyetlerin Ankara’ya giderek kendisini Nizip’teki Ulucami’ye, tepeden inme, imam olarak tayin ettiriyor?
  7. Gerek ilkokul diplomasını ve gerekse İmam Hatip sınavlarında, başarılı olamaması üzerine, kimlerin rica minneti ve araya girmesi üzerine diploma alabilmiştir?
  8. Gaziantep Valisi; hangi heyetle gidip iş istediğinde kendilerini kovmuştur? Niçin?
  9. Hangi nedenle tutuklanıp Gaziantep Cezaevine atılmıştır, hangi nedenle yargılamasının Ankara’da yapılmasına karar verilmiştir?
  10. Gaziantep ve Ankara Cezaevinde ne kadar hapis yatmıştır?

Zekeriya Beyaz önce bu soruları yanıtlasın da ondan sonra çıksın vatandaşların huzuruna…

Bu arada Necdet Sevinç’e de birkaç sorum olacak:

“1. Gaziantep lisesi 1. sınıfında iken hangi gerekçe ile okuldan kovularak kaydı silinmiştir?

  1. Ankara Sanat Tiyatrosunda oyunculuk yapan kız kardeşi 12 Mart 1971’de hangi suçtan gözaltına alınarak Mamak Cezaevine atılmıştır?
  2. Kimleri görerek kız kardeşini Mamak Cezaevinden kurtarmıştır?
  3. Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularını tabanca ile tehdit ettiğinde tabancası elinden alındıktan sonra dayak yedikten sonra sokağa atılmış mıdır?.. Atılmamış mıdır?
  4. Askerliğini hangi tarihte ve nerede yapmıştır? Yapmadıysa hangi gerekçe ile askerliğini yapmamıştır…”

Necdet Sevinç bey de bu soruları yanıtlasın da ondan sonra Milliyetçilik Mukaddesatçılık taslasın millete…

İşte ben bu Zekeriya Beyaz ve Necdet Sevinç’in iftirası sonucu beraat etmeme karşın komünist olduğum gerekçesiyle 10 işyerinden kovuldum. Her gittiğim yerde polis işverenlerimi işten atılmam konusunda uyardı. Bunların yüzünden çok çile ve yoksulluk çektim. Çok sevdiğim memleketim Gaziantep’ten göçmek zorunda kaldım.

Bunlar hem iftiracı, hem muhbir, hem de tertipçidir.  Memleket için çok tehlikelidirler. Asli görevi kışkırtılık yaparak halkı birbirine düşürmektir. Her ikisi de bu kışkırtıcılıkları yüzünden cezaevlerinde yatmışlardır.

Zekeriya Beyaz, şimdi Dernek kurmuştur. Yakında da parti kuracaktır. İşte o zaman nasıl bizim başımıza çorap ördü ise memleketin de başına çorap örecektir…

Gösterin bu satırları kendilerine: “Bak Hayri Balta hakkınızda bunları söylüyor!” diye.

Zekeriya Beyaz ve Necdet Sevinç’in değil gazetelerde yazı yazmaya, televizyonlara çıkıp şov yapmaya; toplum içinde gezmeye bile yüzleri yoktur. Çünkü bunlar bağımsızlık isteyen gençlere ve  Atatürkçü aydınlara karşı sağcı gençliği kışkırtmaları yüzünden çok aydınımızın ve gencimizin öldürülmelerine neden olmuşlardır. Bu sözlerimin gerçekliğini görmek için; Bizim Anadolu, Hergün, Yeni Çağ ve Tercüman gazetelerinin sayfalarına bakmak yeterlidir.

Zekeriya Beyaz’a gelin; bu adamda, bir din adamında olması gereken ağır başlılık ve ciddiyet yoktur. Bu adam toplumun eğlencesi ve medyanın meddahı olmuştur.

Ey Türk basını; tanıyın bunları, tanıyın da ondan sonra idol olarak gösterin bunları Türk halkına…

Saygılarımla,

Av. Hayri Bilge Balta, 24.11.2005

X

Zeki Kentel

Sayın Bilge Balta

İlkönce teşekkürlerimi

Ardından   her halde iyi takıp adamadım.. Merak bu ya su bilge ile hayrı isimlerine bir açıklık getirirseniz sevinirim

Baba kız mı..?  Anne oğul mu?.. Ağabey kardeş mi?..

Yoksa “Hayrı Bilge Balta”  mı…?  -:)

Saygılarımla

Zeki Kentel, 22.12.2005

X

Sayın…

“Ne dersin bana, bilmem, güzel bir soru sordun!” desem. Ardından da sitem etsem.

Senin gibi yaşını yaşamış, dişini dişemis, yetmiş yasına gelmiş, bir gazete köşesine yerleşmiş bir aydına yakışır mı; kendine “Bilge” sıfatını layık gören biriyle alay etme.

Ne demek  şu “baba kız mı..?  eŞleb mi..?  anne oĞUla mu…? ağabey kardeş mi..? yoksa “Hayri bilge balta”  mı…?  -:)”

Sen benim erkek olduğumu bilmen mi? Bir erkeğe “kız mısın?” denir mi? Sonra bir erkek anne olur mu? Böyle bir ifade e-posta topluluğunda herkese yol gösteren senin gibi bir aydına yakışır mı?

Hem giden iletilerimde “Hayri@bilgebalta.com” adresini görmen mi? Böyle bir açıklama varken bir insanla alay edilir mi? Bir başkası ile alay edene yaşlı başlı, aklı başında,bir aydın denir mi?

Türkçe Sözlük bilge’yi söyle tanımlar: “İyi ahlaklı, olgun ve örnek kimse. Kendini tanımanın bilgisi.”

Bu tanıma göre ben kendime hedef olarak “Bilge”liği seçtim. “İşte benim hedefim” dedim. Arab’ın imamı olur, Yahudi’nin Hahamı, Batılıların (Alman, Amerikan, İngiliz vb…) Papa’sı, papazı. Bu sıfatlar dinsel anlamlı. Bende ise bilinen anlamda bir Allah-din anlayışı olmadığına göre; laik bir toplumda, iyi kötü bir Bilge olmamalı mı?

Senden rica ediyorum: Eğer bilgeliğe yakışmayan bir davranışımı görürsen beni uyar; değil senin, herkesin de bilgeliğe yakışmayan bir davranışım olursa beni uyarma yetkisi var. Olursa böyle bir eleştiri beni istediğim Hayri Balta yapar.

Ben 25 yaşına değin dinsel deyimle “ölü” idim; yani, duyarsız, sorumsuz, toplumsal konulara ilgisiz, Tanrı ve din konusunda bilgisiz, asil önemlisi iradesiz; yani, sigara içmenin zararlı olduğunu bile bile içmek.

25 yasında yeniden doğdum (dirildim). Bunda Sayın Öğreticim Dr. Emin Kılıç Kale’nin rolü büyüktür. Ne var ki sonunda onunla ters düştüm. Onun doğruları bana ters gelmeye başladı. Örneğin; önceleri toplumsal konulara ilgi duyduğu halde sonra bundan vazgeçmiştir. Örneğin sık şöyle derdi: “Köylüsü donla gezen memlekette taksiye binmeye utanırım!” Sonraları ise: “Sen ağa, ben ağa. Bu ineği kim sağa?” demeye başladı.

Toplumsal konulara duyarlılığım ve yerel gazetelere yazı vermem en büyük suçum olmuştur. Bu nedenle Gaziantep ileri gelenlerine: “Hayri Balta ile ilgimiz kalmamıştır.” denerek genelge gönderilmiş.

Özetlersem: Ben maddecilikte karar kılarak “Yaratan maddedir” (Materyalizm) derken; kendisi, “Maddeyi yaratan da insan! İnsan olmasaydı, madde deyen olmazdı. Allah deyen, madde deyen sensin!” (Ruhçuluk; idealizmin solipsizm kolu.) demiştir. Bu felsefî görüş ayrılığı ayrılmamızı gerektirmiştir.

Bu konuya sunun için girdim: Yirmi beş yaşıma değin yaşantıma sahip çıkmaya utanıyorum. Ama Yirmi beş yaşımdan sonrakinin hesabini vermeye her zaman hazırım.

Yeniden doğduktan sonra “yanlış davranışlarım olmamıştır” deyemem. Ama bu yanlışlarım, iki elin parmakları kadar az da olsa,  kendimi yargılamaya yöneltmede olumlu rol oynamıştır. Bu olumlu rol sayesinde de gerçeği görmeye başladım. Tanrı bilgisine ve din duygusuna eriştim. Çektiğim sıkıntılar, yokluklar, yoksunluklar ve en önemlisi aşağılamalar beni bilge yaptı. Yani olgunlaştırdı, Tanrı bilgisine ve din duygusuna ulaştırdı.

Bilge adını ben kendime verdim. Ayrıca Türkiye’de şeyhliğe, ermişliğe, tarikat liderliğine, mehdiliğe, imamlığa sahip çıkan gördüm ama “bilgeliğe” sahip çıkan görmedim.  Ben de kendi kendime, kendi halimce, bir “Bilge” olayım dedim. Ola ki bundan böyle Bilgeliğe özenen çıkar da şu meczupların elinden kurtuluruz.

Bilgelik beni yönlendiriyor. Bana ters gelen olaylar karsısında aşırı tepki gösterecek olursam “Bilge” adım beni frenliyor:  “Ama Hayri Balta, bu davranışın      bilgeliğe yakışmaz!” dedirtiyor. Böylece “Bilgelik” kavramı beni bana getiriyor. Bütün bunlar yanında da beni insana yakışmayan edimlerden önlemeye çalışıyor.

Bilgelik, Osmanlıca da Arif olarak da anılır. Arif ise “Osmanlıca Sözlükte, şöyle tanımlanır: “Tanrı’yı hakkıyla anlamış, Tanrı sırrına ermiş, tanınmış kişi.”

Tanrı kavramını ve din duygusunu hakkıyla anlamış, kavramış biriyim. Dünyada söyle bir Tanrı tanımı yapan ilk kişiyim. “Tanrı madde olarak yoktur, manâ olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, düşünce olarak vardır.  Zat (Kişi) olarak yoktur, simgesel olarak vardır.”

Bu demektir ki; kitap indiren, peygamber gönderen bir Allah (Tanrı) yoktur. Bütün dinsel kavramların temsilî, simgesel ve mecazi bir anlamı vardır. Din ilminde yol almak isteyenler önce bu kavramların ne anlama geldiğini bilmelidir.

Ayrıca “İnsanın olmadığı yerde Tanrı yok! Ve Tanrı, insanın bulunduğu yerde vardır.” deyen ilk kişiyim. Ne dediğimi biliyorum, sarhoş değilim. Tanrı konusunda böyle bir açıklama ve tanım yapan ikinci bir kişi görebilir miyim?

Allâmelerin tümü “Tanrı her yerde hazır ve nazırdır!” der. Lağım çukuru
da her yerden sayılır ve lağım çukurunda ise, haşâ!, Tanrı olur mu?

Bu ne kadar Tanrı bilgisinden habersizliktir. Bu ne büyük bir cehalettir. Böyle bir toplumda “Tanrı, insanın olduğu yerde vardır. İnsanın olmadığı yerde Tanrı (Allah) yoktur!” deyen bir adam Bilge olmaya layık değil midir?.

Bu konuyu da söyle özetliyorum: Yüce duygular, genel doğrular, üstün değerler, olumlu düşünce ve eylemler kötülüğe göre iyi sayıldığı için Tanrısaldır (Rahmanî’dir). Saydığım bu iyi kavramların tersi ise toplum tarafından benimsenmediği için Şeytanî sayılmıştır.

İyi kötü ayrımında bulunan ve iyi olanı yapmak için kendini (nefsini…) direnerek kötü olanı yapmayan kişi dindardır. Bu demektir ki iyi ile kötünün ayrımında bulunmayan kişide din duygusu yoktur. İstediği kadar mensup olduğu dine sahip çıksın. Haham olsun, Papaz olsun, İmam olsun.

Bu konular uzar. www.bilgebalta.com ve www.hayribalta.cjb.net adlı binlerce sayfayı bulan sitemde ise bu konulara ayrıntıları ile belirtilmektedir.

Şimdi böyle düşüncelere sahip olan bir kişi kendini olumlu yönlendirsin diye Bilgeliği hedef tahtasına korsa, onunla alay mı edilmelidir?

Kulakları olduğu halde duymayan, gözleri olduğu halde görmeyen, aklı olduğu halde idrak edemeyenler arasında yaşayan biri kendini bilge olarak kabul ederse çok mudur?

“Kendini bilen Rabbini bilir” dendiğine göre bu benimle alay etmen neye? Biliyorum bu düşüncelerim çoğuna ters gelecektir… “Hayri bu kez de kendini övüyor!”  denecektir. Beni gören, dediklerimi anlayan, sözlerimi duyan yok ki beni değerlendire… Ağam nerde ben nerde?.. Söylediklerimi anlayan varsa beri gele…

Bil ki dostum, halkın değer yargıları her zaman doğru değildir. Bu nedenle derim ki “İnsan, önce kendini bilmelidir.” Ve derim ki olumsuz düşünce ve davranışımı gören herkes beni “Bu düşünce ye da bu sözün Bilgeliğe yakışır mi?” diye eleştirmelidir.

Böyle bir yazı yazdırdığın için teşekkür sana. Benimle alay ettiğin için çok ağır sözler sözlerdim sana. Söylerdim, söylerdim ama, bilge olduğum için yakışmaz bana…

Simdi kal sağlıcakla.

Bilge Balta, 22.12.2005

X

Sayın Hayrı Balta

Ben size bu mektubu özelinize göndermiştim. Sızı ilkönce avukat hayrı balta olarak tanımıştım, sonra yazılarıma beğeniler bilge balta olarak geldi.

Sanki aynı bilgisayardan iki kimlikle güzel yazılar alıyorum sanmıştım, yanı aynı bilgisayardan bazen hayrı bazen da bilge imzalı mektuplar  okudum sanıyorum..

Yaptığım yanlışlığın kaynağını bilmem anlata bildim  mı…?

Ben bu sorularda çok ciddi ve içtenlikli idim yanı kandımı ayrıntısını çözemediğim bir ikili karsısında sanıyordum

Beş senadır bu öbeklerde ve gerçek hayatta bir omur boyu kimlik ve  kıpılık üzerinde asla yorum yapmadım sadece yazılan ve ağızdan çıkan  söz üzerine haddim içinde bir şeyler söylemeye çalıştım

Sızın içine düştüğünüz ve açıkladığınız ve onu da tam olarak
anlayamadığım hatalar, kusurlar ve yanlışlıklar içinde asla olmadım

Bütün bunlar sızın banım yazımı banım ifadeyi meramda yaptığım eksiklikten kaynaklandığını görmekle birlikte size özel adresinize  gönderdiğim mektubun yanıtını öbekte varmanız daha büyük bir yanlışlığa neden oldu sanıyorum..

Yine durumun açıklığa kavuştuğunu sanmıyorum ama burada noktayı
koyuyor ve  saygılarımı sunuyorum  (bu mektup özelinize gönderilmiştir.!)

Zeki Kentel, 28.1.2006

x

Sevgili Balta

Dini görünüşüme tahammülü olmayan modern Türkler (herhalde  dinsizlerdi) beni bu öbekten attılar fakat yine de takıp ediyorum ama  yazılarımı öbeğe gönderme olanağım yok.

Onun için yararlı yazılardan yararlanamıyorum

Benim bir gazeteci olarak Alevi dernekleriyle az – çok,  çok iyi ilişkilerim var  adamlarla cami yolunda, hac yolunda birlikte oldum

Fakat sizin dediklerinizle kafam iyice karıştı.  Hıc bir şey bilmediğimi yeni yeni anladım

Bırand’ı ve sizi okudum ama Alevcilik hakkında acık bir bilgi  kazanamadım

Yazdıklarınızdan Müslümanlık ile bir ilişki olmadığını anladım

Kitabının adı nedir…?  Kim göndermiş kim yazmıştır…?   İlmi  hal’ı var mıdır…?

Büyük Müslüman Hacı Bektas’ın Alevcilik ile bir ilgisi var mıdır…?

Tapınaklarına ne ad verilir…? Havra / sinagog – kilise – mescide / cami vb.

Lütfen tarikatın dergahı “cem evi” tanımını yapmayınız…

Sağlık içinde mutluluk ve başarılar sizin olsun

Saygılarımla,

Zeki kentel , 10.7.2006

(Yanıtınızı bu satırlarla birlikte öbekte yaparsanız sevinirim)

x

Sayın Kentel,

Önce saygı sundum.

Çoktandır sizi öbekte göremediğim için merak ediyordum. Görememenin nedenini şimdi anlamış oldum. Şunu da içtenlikle belirteyim ki öbekten silinme işleminizi de doğru bulmadım.

Ayrıca birkaç kaç kere özeline yazı gönderdim. Kabul edilmemiş gibi geri geldi.

Şimdi gelelim sorularına. Bu sorular yanıtlanmaz böyle bir iki satırla. Öyle ki 20-30 sayfayla…

İyisi mi size beş kitap adı vereyim. İşe önce bu beş kitabı okumakla başla diyeceğim. Önce şu kitabı okumanı önereceğim.

HERMES (METİNLER&ÇALIŞMALAR) Ege Meta Yayınları

Hermes üç kere bilge anlamına gelir. Bilgeliğini Mısır Gizemcilinden almıştır. Gizemcilik; ezoterizm, batınılik, gizlicilik anlamına gelir ki bütün tek tanrıcı peygamberler bu adamın yolundan giderler ve öğretilerini anlatmaya çalışırlar. Ne var ki insanların geleneksel katılaşmış inançlarını değiştiremezler ve sonunda insanların ağızlarınca verirler. Bunlar içinde yalnız İsa “dediğim dedik” diye diretmiştir. Bu direncinin karşılığını da hayatı ile ödemiştir.

Hermes adı Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da geçer. Tevratta’ki adı: Hanok’tur. Kuran’a göre de İdris peygamberdir. İncil’deki adını da hatırlayamıyorum, üstelik hangi kitaptan okuduğumu da…

Tek Tanrılı dinlerin iki yüzü vardır. Literatürde adı şöyledir: Zahirilik, Batınilik…Yani halkın din anlayışı (zahiri); seçkinlerin din anlayışı (Batınılık)…

Zahirilikte din öğretisi gelenekseldir; babadan oğula geçer.  Batınilikte ise geleneğin ötesine geçer. Talip (Mürid: İsteği olan…) bir mürşid’e hizmet eder. Mürşit, isteklisine,  din bilgisini anlayış sevisine göre belirler. Örneğin. Yunus Emre’ye kırk yıl mutfağa odun taşıtılmıştır…

Neyse ben bu işe girersem işin içinden çıkamam; size de yararlı olamam. Bu nedenle yararlanabileceğim kitapların adını veriyorum.

  1. Damlanın İçindeki Gerçek. Alevilerin Büyük Sırrı. Ünsal Öztürk. Yurt Yayınları.
  2. Alevilik Batınilik Ezoterizm TANRININ GİZLİ DİLİ. Süleyman Diyaroğlu. Chiviyazıları (mjora)
  3. Aleviliğin Kayıp Bin Yılı (325-1325) Erdoğan Çınar. Chiviyazıları (mjora)
  4. Aleviliğin Gizli Tarihi (Demirin Üstünde Karınca İzi). Erdoğan Çınar. Chiviyazıları (mjora)
  5. HERMES (METİNLER&ÇALIŞMALAR) Ege Meta Yayınları.

Dediğim gibi adlarını verdiğim bu kitaplarda sizin kafanızı kurcalayan bütün soruların yanıtları vardır. Ancak önce bunların babası olan Hermes’i okunup anlaşılmalıdır. Okuup anlama da yetmez bir bilene hizmet edilmelidir. Bu da şöyle dile getirilir: “Okumak deva değildir. Anlamak şifa değildir. Kendine ey gönül başka bir tabib ara…”

Verdiğim bu bilgiler ezoterizm (belli bir topluluğun bildi dinsel sır)  ile ifade edilir. Bu bilgiler günümüzde Masonlar, Bektaşiler ve Alevilerin bilge dede-babalarınca bilinir. Ancak tek Tanrılı dinlerin dışında bir yaşam felsefesi ve ahlak öğretisidir.

Dinin aslı ahlaktır, erdemdir, insanın tekamül etmesi ve kimseyi incitmemesidir. Bu da Alevilikte “Eline Diline Beline sahip ol” olarak dile getirilir.

Aleviler; Alici olamaz. Çünkü Ali’nin kılıcı iki çataldır ve her iki çatalından da kan damlamıştır. Ali’nin nasıl acımasız bir kan dökücü olduğunu anlamak için Emile Dermenghem’in yazdığı ve Reşat Nuri tarafından türkçeye çevrilen Hz MUHAMMED’İN HAYATI adlı kitabın (İnkılap ve Aka yayınları1958) özellikle 231 – 233. sayfası okunmalıdır.

Oysa Aleviler kan dökmeyi sevmez. Barışçı ve 72 milleti bir gören insanlardır. O “Gelin canlar bir olalım/Münkire kılıç çalalım” diye türkü okuyanlar Alevi değil Alici olan Alevilerdir… Ve bunlar nereden geldiklerini de bilmezler… Bizim kimi laik Atatürkçülerimiz kimi Sünniliği devlet dini olarak kabul ederler.

Siz bakmayın Devletimizin laikliğe sahip çıkmasına. Devletimiz sunniliğin bir numaralı finansmanı, koruyucusudur ve propagandacısıdır…

İşte benim anlaşılamamış olmanın, sevilmememin, kırk köyden kovulmamın, nedeni bu aykırı görüşlerimdendir.

Şimdi kal sağlıcakla, saygılar, sevgiler sana…

hayri@bilgebalta.com – 11.7.2006

+

Sevgili Balta

Bizden de önce saygı.

Çok teşekkür adıyorum.

Sağlık içinde tüm mutluluklar ve basarılar sızların olsun efendim.

Zeki Kentel, 11.7.2006

X

Osman Özçalışkan

Sayın Osman Özçalışkan

Önce sevgi sana eksik kalan…

Ne mutlu sana; çıkmışsın aydınlığa karanlıktan…

 

İletine yanıt vermekte geciktiğim için özür diliyorum.

Niçin geciktiğimi de biliyorum.

Birkaç günden beri sıcaklardan olsa gerek yorgunluk çekiyorum.

Bu nedenle de bana gelen iletilere yetişemiyorum.

 

Aynı gazetede yazmak benim için; seni tanımış olmak yanında, ayrı bir mutluluktur.

Para pulda gözü olmayanlar yazmakla mutlu olur.

 

Bu yorgunluk içinde de olsa bir kitap okudum bitirdim.

Sensiz boğazımdan geçmedi, bir tane senin için alıp gönderdim.

 

Pazartesi sana bildirecekler.

İstersen işyerine getirecekler…

 

Kitabın adı: ÖZÜN ÖZÜ’dür.

Muhittin Arabi’nin bütün yazdıklarının özetinin bütünüdür.

Tam bir ezoterik içeriktedir.

Bu kitabı okuyup anlamak din ilminde mesafe almak gerektir.

 

Kitabın ilk sayfasına önemli satırların sayfa numarasını yazdım.

Kitabın ilk sayfasına da şu düşüncelerimi aktardım:

 

“Ne mutlu …,

Bu kitap koca Gaziantep’te gide gide, gitti ona…

+

Görünen, görünmeyen Doğa, Evren yaratandır.

İnsan da yaratandan bir parçadır.

Yaratanın bir parçası olduğunu göre dünyaya gelmekten murat :

İnsan-ı kâmil olmaktır.

İnsan-ı kâmil: Eksiklerini görerek gideren, kimseyi incitmeyerek kendini geliştiren, güzel insan, mükemmel insan’dır…”

+

Yazdığın bütün yazılardan gönderebilirsin.

Gönderdikçe beni de bilgilendirirsin.

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yarın kitap için telefon edecekler sana…

Şimdi kal sağlıcakla,

Hayri Balta, 28.5.2006

X

M.Ali Diyarbakırlıoğlu

Sevgili güzel  bilge insan Hayri Balta

Soyadınız  gibi  kesen  parçalayan  değil  de  birileştiren  ışık  saçan  en  eski  kandil gibisiniz. Sizi  anlayan  anlıyor da anlamayana  nasıl  anlatırsınız sayın  bilge?

08.07.2006  tarihli  Alevilik  ile  ilgili  yazınızı  zevkle  okudum. Tamamına katılıyorum.Çocukluğumuzda çıra söndürmelerden ve karanlıkta kadın  erkek  birbirleriyle bu  gününün  deyimiyle  toplu  seks  yaptıklarını  anlatırlardı. Çocuk  olduğumuz  için  bir şey  anlamazdık. Bir şeyler  öğrendikçe  Alevilerin  Cumhuriyete  Atatürk’e  nasıl  da sahip  çıktıklarını  gördükçe , ne  büyük  haksızlığa  uğradıklarını  daha  iyi  anladım.

Sayın  Bilge  kişi  Size  sık  olarak  yazamıyorum. Beni  bağışlayın. Yazılarınızın  tümünü okuyorum .  Benim  işim  yazmak  değil  çizmek. S.S.S. kitabınızı  bitirmek  üzereyim. Çizerek  okuduğum  için  ağır  gitti.

Sevgiyle  kalınız.

M.Ali Diyarbakırlıoğlu, 11.7.2006

X

Tansel Semir

Sayın Hayri Balta.

Yazınızı okudum. Geneline de katılıyorum.

Ancak söylediklerinizin hiç birini aleviler kabul etmez.

Aleviler gözlerini Arapların Ali’siyle kör etmişlerdir.

Ne aydınlık ne alev ne de güneş onları ilgilendirmiyor.

İlgilendikleri tek şey Arapların hayalleri.

Aleve tapanlar 1000 yıl önceydi.

Şimdi Aleviler “aydınlığın önderleri” olan Ilhan Arsel ve Turan Dursun’u her andıkları zaman kötülemeleriyle kalıyorlar.

Ayrıca insan olanın Mezhebi, dini, ırkı olmaz.

Sevgilerimle…

Tansel Semir, 11.7.2006

+

Sayın Tansel,

İletini aldım, memnun oldum, sevgiler sundum.

Söylediklerinin geneline değil hepsine katılıyorum. Alevilerin onulmaz Ali’ci olduklarını ben de biliyorum.

Ne var ki biz Aliciler beğensin, kabul etsin, diye yazmıyoruz. Biz; gerçek saygımız gereği (Buna din ilminde Allah için denir…) yazıyoruz.

Ayrıca biz balımızı yesinler diye de yapmıyoruz. Biz balı arı olduğumuz için yapıyoruz…

Şimdi kal sağlıcakla, yeniden sevgiler sana…

Hayri@bilgebalta.com – G. T. 12.7.2006

X

Yılmaz

Sayın Balta, ( her şeye zıplayan bir işgüzar üye olarak dayanamadım, kusura bakamayın )

Bu ne tatlı bir yazım

Geliştirin ( işte işgüzarlığım : )) eminim zaten yazıyorsunuz : ))   ) lütfen.

Çünkü bende gördüm sizde, mahrum bırakmayın insanları sizden.

En çok ihtiyaç duyacağımız günler geliyorken hem de : ))

X

Sayın Yılmaz,

İletini aldım. Önce sevgi sundum. İletimle ilgilendiğin için memnun oldum.

55 yıldır, amatör, yazarım, hem de hep böyle yazarım.

Gaziantep’te onlarca gazetede, Ankara’da da üç dört gazetede,  yazdım; şu an da, Gaziantep Ekspres’te günlük yazmaktayım. (Adresi: www.ekspreshaber.net )

Bu adresi tıklarsanız her gün günlük yazımı okuyabilirsiniz. Ayrıca www.bilgebalta.com adresindeki Sitem’de de diğer konulardaki yazılarımı görebilirsiniz.

Özelinize yazmam için bana soru sormalısınız ya da bir istekte bulunmalısınız. Bizim gibiler; sorulmazsa söylemez, istemezse vermez. Biz ermişler tabakasındanız bizi sıradan kişiler bilmez.

Sakın beni şeriat yanlısı bir inançlı sanmayınız. Biz ermişler, Bilgeler, akıldan, sağduyudan, vicdandan ve de bilim verilerinden başkasına inanmayız. Asıl önemlisi kendimizin dışında, evrenin dışında bütün varlıkları yöneten birini de var saymayız.

Ne varsa insandadır. İnsanın dışında olduğu söylenilen Allah, Ruh, Uzaylılar, sanaldır. Sirus topluluğunda kalem oynatanlar bunu anlamalıdır.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…

hayri@bilgebalta.com  – 9.8.2006

x

Emre Kongar

Sayın Emre Kongar,

Sevgiler, saygılar; bilimsel niteliğinizden ötürü size derin saygım var. Ancak İslam söz konusu olunca, gerçekleri söylemekten çekinmeniz nedeniyle size olan saygım, sevgim bocalar…

Aşağıda genç bir arkadaşın sizinle ilgili bir yazısı var. Bu yazınızda kullandığınız şu cümleler gerçek saygısı içinde olanları yaralar. İki satır yazınız içinde düzeltilmesi gereken çok konular var:

Örneğin şöyle demektesiniz: “İslam dini, semavi dinlerin sonuncusu olarak her zaman saygıdeğer ve çağdaş bir inanç sistemi biçiminde varlığını sürdürecek, ürünlerini verecektir.“ (1)

Bir kere İslam dini; son din değildir, İbrahim dinine bir dönüştür.

Kaldı ki  İslamiyet’ten sonra da  yüzlerce din gelmiştir; ne var ki bunlar, mevcut dinlerin etkisi ile ve bir de “Ya imana geleceksin, ya öleceksin!” demedikleri için  güçlenememiştir.

Aşağıdaki kurallarını sıraladığım bir inanç sistemine nasıl olur da “… çağdaş bir inanç sistemi…” diyebiliriz?

Köleliği-cariyeliği olumlayan, kadına dayak atılmasını hoş gören, dörde kadar almaya cevaz veren, koşullar oluştuğunda Hulle yapılır deyen, hırsızın elini kesen, ağır suç işleyenin elini ayağını çapraz kesen, zina yapan evlileri taşlayarak öldüren (Recm), bekarlara ise yüz kırbaç vuran, dininden dönenin katlini vacip gören, İslam  olmayan ülkeleri darül harp gören ve bunlarla dost olmayı yasaklayan” ki bu çağımızın; ahlak, mantık, hukuk kurallarına aykırı kurallar saymakla bitmez.

Genç yazarımız; aşağıda yazısında, ahlak, mantık, hukuk kurallarına aykırı  ayetlerden birkaç örnek vermiştir. Bakalım Sayın Hocamız bunlara ne deyecektir?

Hele son tümceniz düşünmeye değer. Merak ediyorum bu İslam dininin ürünleri neler? İlimde mi, fende mi, sinemada mı, sporda mı, teknikte mi, buluşta mı… Bunlar da saymakla bitmez ve kaldı ki yazının ikinci bölümünde “niçin geri kaldık?” sorusu ile siz de bu gerçeklere yüzeysel de olsa değinmektesiniz…

Ülkemiz; bu gün laiklik ile irtica arasında çıkmaza düşmüşse, bunun sorumlusu,  sizler gibi gerçekleri ters yüz eden Kemalist aydınlardır. Sizlere Kemalist Müslümanlar da diyebiliriz ki; başat özelliğiniz İslam dini ile laikliği bağdaştırmaya çalışmanızdır…

Kemalist Müslümanlar; Ne Türklerin önderi Atatürk’ü, ne de Arapların önderi Muhammet’i anlamışlardır. Bu ikisi arasında yüz seksen derecelik uzlaşmaz bir zıtlık vardır. Bilimsel niteliği olan bir aydın bu ikiliyi bir arada kabul edemez.

Bu iki önder arasındaki zıtlığı anlamadıkları içindir ki demokrasi adı altında iktidarı, altın tepsi içinde, şeriat özlemi ile yanıp tutuşanlara sunmuşlardır ve şimdi de işin içinden nasıl çıkacaklarını araştırmaktadırlar.

Zaman aydınlık düşünceliler ve ülkemiz aleyhine işlemektedir.  Genel Kurmayımız bu gerçeği şu yargısı ile dile getirmiştir. “Bölücülük ve İrtica en büyük ve en yakın tehlikedir!” Yaklaşmakta olan tehlikeyi önlemek için hiç olmazsa aydınların doğru olanı ve gerçekleri söylemesi gerektir.

Tarih, gerçekleri doğruları ve gerçekleri söyleyenlere yer verecektir; söylemeyenleri ise, silecektir.

Sizin toplumumuz üzerinde büyük bir etkinliğiniz var. Gerçek dışı en küçük bir açıklamanız sizin bilimsel niteliğinizi ve bizi yaralar.

Siz bilimsel kişiliğinize sahip çıkmazsanız, kim sahip çıkar?..

Bizler de gerçekleri söylemezsek kim söyler?…

Saygılarımla,

hayri@bilgebalta.com – 11.9.2006

+

İNSAN; DEĞİŞİME İNANANDIR

 

Emre KONGAR “Kültür Üzerine” adlı eserinde İslam dini üzerine şunları söylemektedir:

“İslam dini, semavi dinlerin sonuncusu olarak her zaman saygıdeğer ve çağdaş bir inanç sistemi biçiminde varlığını sürdürecek, ürünlerini verecektir.“ (1)

 Herhalde şu ayetler Sayın Kongar’a göre saygıdeğer ve çağdaş görünüyor;

Nisa 89- Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün; Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin.

Nisa 91- Diğer birtakım kimseleri de bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak isterler. Fitne için her davet olunuşlarında onun içine baş aşağı dalarlar. Eğer bunlar sizden çekinmezlerse, kendilerini bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün. İşte bunlar aleyhinde size açık bir ferman verdik.

Bakara 191- Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Yalnız Mescid-i Haram yanında onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.

Tevbe 5- Şu haram aylar bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Maide 51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.

Maide 38- Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.

Nisa 34- Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihat, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.

Nahl 75- Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile, kendisine güzel bir rızık verilen ve o rızıkdan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Bütün hamd Allah’a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler.

Sayın Kongar’ın bu ayetlerden habersiz olması olası değildir. Kendisi Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sosyologlarından biridir. Çok güzel tespitleri bulunmaktadır.

Bakın Sayın Kongar aynı eserinde bu sefer de şu tespitlerde bulunmaktadır:

 “…işaret etmek istediğim nokta , Türkiye’nin kurtuluşunu İslam’da görenlerin önce, niçin İslam topluluklarının geri kalmış olduklarına ilişkin akılcı ve bilimsel açıklamalar getirmek zorunda olduklarıdır. Hem en ileri, hem en güzel, en geliştirici dine sahip olacaksın, hem din toplumsal ilerlemenin bir nedeni olacak, hem de geri kalacaksın. Bakın bu durumu açıklamak insanı nerelere götürüyor:

Din elden gittiği için geri kaldık savı. Bu savı ileri sürenler, (dikkat edin!) dinin elden gitmesinin nedenlerini açıklamak zorundadırlar: En güzel, en ileri olan din, yani Müslümanlık hangi nedenlerle güzsüzleşmiştir? Güçsüzleşmeye neden karşı koyamamıştır? Elden giden dinin yerine ne gelmiştir? Yerine gelen şey, neden gerileme nedeni olmuştur? Müslümanlığın yerine gelen şey, ahlaksızlık ve zındıklık ise, kendisini ahlaksızlık ve zındıklığa karşı koruyamayan bir din, ne denli geçerlidir? Dinin asıl görevi ahlakı ve Allah korkusunu yerleştirmek değil midir?” (2)

Biz sadece Müslümanları değil tüm dünyanın düzen içinde barışçıl bir ortamda kardeşçe yaşamasından yanayız. Yalnız bu barış için savaşım gerekmektedir. Barış için savaşa evet dememiz, geleceği böylece güvence altına almamız gerekmektedir. Oysa İslam dünyasının böyle bir kaygısı yoktur. İslam dünyası değişime şiddetle karşı çıktığı için her zaman bir anarşi ortamında birbirlerini yok etmektedirler. Yalana hayır demeyen hiç kimse bu anarşiden kendini ve toplumu kurtaramaz.

Din olgusu soyut bir kavramdır. Din insanımsının düşüncesizliğidir. Bu düşüncesizliği, dini yok etmekle değil, bilimle-düşünceyle-düşünmeyle çözebiliriz. (Toplumsal gelişmenin evrimsel sürece bağlı oluşu, düşünsel gelişimi de bir sürece tabi kılmaktadır. )

Sayın Kongar biraz daha öz verili ve tutarlı olsaydı  (arada kalmasaydı) aydınlığa daha büyük katkılarda bulunabilirdi.

Ahmet Taner KIŞLALI ve Bahriye ÜÇOK gibi “dini çağdaşlaştırma” veya “birilerine yaranma” politikası içerisinde olanlar ne aydınlığa bir fayda sağlayabilir ne de aydın sıfatı kazanabilirler.

Din değişimi kapısından içeri sokmaz. Değişim her zaman dinsizlik olarak görülmüştür. Değişim sömürünün, yalanın zehiridir. İnsanımsı dine inanırken, insan değişime inanmalıdır. Değişim yoksa evren de yoktur.

Değişim devletleri de kapsamalıdır. Değişim geçirmeyen bir devlet devletsizleşmiş demektir. Örneğin Osmanlı bir din devletsizliğiydi. Devlet asla din ile bir araya getirilemez. Din içeren bütün devletler, devletsizliği yani eşitsizliği-düzensizliği-karmaşayı-anarşiyi beraberinde taşır.

Bir toprak parçası üzerinde hüküm kurmakla devlet olunmaz. Devlet birey için vardır, toplum için vardır. Devlet toplumdaki tüm bireylere eşit haklar tanımalıdır. Bunu tanıması için bireycilerin oluşturduğu topluluklar, bireylerin oluşturduğu topluma dönüşmelidir. Bu toplum-bireyler değişimi her zaman içerisinde taşımalı ve yaşatmalıdır.

Osmanlı devletsizliği milyonlarca bireycinin-sürünün emeğiyle parazitleşmiş, değişimi içinde barındıramadığı için de yok olmuştur. Din’in yaşam alanı da bu devletsizliklerin yıkılması-kurulması aşamalarındaki karmaşa ortamıdır. Devletsizlikle din iç içedir. Devletsizlik dini, din devletsizliği yaşatmaktadır.

Değişim insanoğlunun inanacağı tek şeydir. Değişimler her zaman belirli kuralarla gerçekleşir. İnsan da bu kuralları bilim ile açığa çıkarmalıdır. Doğru değişmekle birlikte tektir. Zaman-mekan içerisinde bu değişim gerçekleşir. İnsan değişimi iyi kavramalı ve kurallarını belirleyerek devletleşmelidir-düzenleşmelidir.

1- Emre KONGAR “Kültür Üzerine” Çağdaş Yayınları, 2.B s.152 1984

            2- Aynı eser. s.154

http://tanselsemir.blogspot.com/

x

Demir

Sayın Demir,

Yazdığın güzel ve bilimsel içerikli yazılar için size saygı gösterilir.

Sorunlar büyük; ne var ki sorunu çözeceklerin aklına şiddetten başka bir şey gelmiyor Şiddet şiddeti yaratıyor; Türk milliyetçisi Kürt milliyetçiliğini, Kürt milliyetçisi Türk milliyetçiliğini yaratıyor. Bunlar ateşi halka sıçratmak için kıyasıya birbirine giriyor. Güçlü olan da güçsüz olanı ezdikçe eziyor. Onları isyana sürüklemek için elinden ne gelirse yapıyor…

Bu yargısız infazlar, bu kim vurduya gitmeler, daha neler de neler… Anlayış, sevgi, sağduyu, vicdan olmadan bir kıyıma doğru hızla gider de gider… Bu anlayışsızlığın kurbanı yalnız Kürtler değil aynı zamanda Türkler…

Ne var ki yazdıklarımızı okuyan, anlayan, konu üzerine cesaretle giden yok. Buna karşı gittiği felaket uçurumdan habersiz ateşin üstüne ateşle giden çok…

Bu işin çözümü için tek yol sosyalizm anlayışının hakim olması ve uygulamaya geçilmesidir… Sosyalizme de, Türkiye’de kapitalist sistem olduğu sürece nasıl geçilebilir?.. Yoksa; nasıl Balkanlar gittiyse, Yunanistan gittiyse, Araplar gittiyse, öyle sanıyorum ki bu işin sonunda biraz daha küçülme var… Bunu ancak yurtseverlikten nasibi olmayanlar yapar…

Sonuç olarak biz yazıp biz okuyoruz. Sanki havanda su dövüyoruz…

Saygılar, sevgiler sana ve senin gibi yürekli aydınlara…

Şimdi kal sağlıcakla,

Hayri Balta, 23.7.2005

G.T. 16.12.2006

X

  1. Topçu

Merhaba,

Arif tekini tanımıyordum ve kitapta tesadüfen elime geçti.

Daha başından itibaren bana öğretilen ve kalbimle bulduklarım çünkü her insanda doğuştan gelen bir din duygusu var diye düşünüyorum sanki her şey karıştı ve altı boş mu diye düşünmeye başladım.

Arif tekini araştırırken çoğu ilgili sitede izine rastlayamadım bu siteyi gördüm.

Sizinde avukat olmanız bu mesajı yazmama neden oldu çünkü bende bir hukuk fakültesi öğrencisiyim.şimdi.

Merak ettiğim bir kaç soru var. Bu konuyla ilgilendiğiniz ve yer verdiğiniz için
cevaplayacağınızdan eminim.

Arif tekinin medresede okuduğun söylediniz Atatürk zamanında bu kurumlar kapatıldı ne tür bir medreseden bahsediyorsunuz?

Arif tekin inanarak yaşamış bir insan şimdi neye inanıyor?

Bir art niyet gözetmeden soruyorum. İnsanların kafasını karıştırıp çözümlerini
niye anlatmıyor? Acaba bunları kendiside mi bilmiyor yada söyleyemiyor mu, çünkü
binlerce yıldır inanılan bir şeyi değiştirmek kolay olmayacaktır. .

Özelliklede Türkiye’de.

Şimdiden teşekkür ederim…

  1. Topçu, 10.1.2007

+

Sayın Topçu,

Önce sevgi…

Arif Tekin, şu an Avrupa’da yaşıyor. Hangi ülkede olduğunu da bilmiyorum.

Kendisi, kendisi ifadesine göre, medrese mezunu olup Diyanet İşlerinden, 25 yıl imamlık yaptıktan sonra, emekli olmuştur… Artık yurt dışındaki medreselerde mi okumuştur; yoksa Turan Dursun gibi Anadolu’nun Doğu illerinde gayriresmi çalışan din okullarında mı okumuştur; bilemiyorum… Ne var ki her ikisi de medrese mezunu olduklarını söylemektedir…

Önemli olan nerede okudukları değildir; önemli olan ne söyledikleridir. Arif Tekin, beni telefonla aradığında, aynen şöyle demiştir: “imamlık yaptığım sürece insanlara yalan söylediğim için vicdan azabı çekiyordum. Bu kitapları yazmakla yaşadığım vicdan azabından kurtuldum…”

Bu güne değin bastırdıkları şunlardır. Çıkış sırasıyla yazıyorum:

Kur’an’ın Kökeni, Kaynak Yayınları

Muhammet ve Kurmaylarının Hanımları, Kaynak Yayınları

Sumerler’den İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, Berfin Yayınları

Bildiğim kadarıyla şu an da “MUHAMMED’İN TANRISI” adlı bir kitap yazmaktadır… Dediğim gibi “İslam, hoşgörü ve barış dinidir,” diyenlerin canına kıymalarından korktuğu icin İlhan Arsel gibi yurtdışında yaşamaktadır.

Dediğin gibi her insanda doğuştan gelme bir din duygusu vardır. Din dediğin; güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, dürüstlüğe, erdeme olan eğilimdir ki bu; olumlu kavramlar, yüce duygular, genel doğrular (ki Tanrı olarak anlatılır) bütün insanlıkta doğuştan vardır. Bunun içindir ki “Tanrı’nın dini tek” denmiştir.

İnsanların din diye belleyip bildiği; zamanın ileri gelenlerinin koyduğu şeriattır. Bu nedenle de Musa şeriatı, İsa şeriatı, Muhammed şeriatı denmiştir.

Arif Tekin’in neye inandığını bilmemize olanak yoktur. Bir hukukçu olarak kimseye neye inanıp inanmadığı sorulmamalıdır. Neye inanırsa inansın. Beni, onun davranışları iyi mi, kötü mü olması ilgilendirir.

Çözüm getirmesi sorunuza gelince; her insan çözümünü kendi bulur. O, İlhan Arsel ve benzeri kişiler, bir aydın olarak gerçekleri söylemektedirler. Çözüm; insanın aklında, gözlemlerinde, deneyimlerinde, sağduyusundadır.

Şimdilik bu kadarını yazabildim. Çünkü yaşlıyım (75), hastayım  (Kronik kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, hipoglisemi gibi şeker hastalığı ve daha bunun gibi 7 tane raporlu hastalıkla boğuşmaktayım.) ve bu nedenlerle yorgunum…

Şimdilik bu kadar yazabildim.

Şimdi kal sağlıcakla,

Yine sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 10.1.2007

X

Halil Eyyupoğlu

“SEN HAKK’I YABANDA ARAMA SAKIN

KALBİNİ PÂK EYLE HAK SANA YAKIN”.

Pir Sultan Abdal

 

Hayri Balta..

Öncelikle ölümün eşiğinden döndüğü için geçmiş olsun dileklerimi sunuyor ve acil şifalar diliyorum.

Hayri Balta yaşamla mücadele eden bir kişiliğe sahip insan. Yaşam öyküsü inadına kendisini bir noktaya getirmiştir ki; o nokta ise engin insan  mertebesidir.…

Engin insan bence Allaha en yakın olandır. Her ne kadar Hayri Balta ben inanan biriyim dese de ben de dahil kendisini ateist olarak görmüşümdür. Bu neden kaynaklanıyor? İnsana önyargılı bakıştan..

Hayri Balta her zaman için şeraite karşı duran bir kişiliktir. Oysa günümüzde şeriate karşı olanı DİNSİZ etiketiyle kafir ilan etmişler. Bunların başındada Halla-ı Mansur, Nesimi, Mevlananın hocası Şems Tebrizidir. Bunlar Enel-hak yani tanri benim içimdedir demişlerdir.

Hayri Balta ise kendini böyle yorumluyor ve diyor ki ben Allahsız  değilim. Belki sizin dininizden olmaya bilirim. Hatta hiçbir dini de kabul etmeyebilirim. Bu demek Allahsız olmak demek değil  …

Kelime-i şahadet anlamı: Allah’tan başka ilah yoktur. yine şahadet ederim ki, Muhammed  O’nun kulu ve resulüdür.

Yani Kelime-i şahadet allahı ve peygamberi tanıma ve kabul etmedir. Şeriati yani yolu nasıl kullanacağı da kulun işi.Allaha varmak insanı tanımakla olur. İnsana sunulan kıymetle ölçülür. Onun için terazi vardır. iyiyi kötüden korumak için yasalar vardır. Hem teraziyi alıp kıracaksınız hem de insan lehine çıkan yasaları tanımayacaksınız. Sonrada şeriat adına dine şekil vereceksiniz. İşte bu Allahın dini değil, insanların kafasında oluşturduğu şeriattir.

Hayri Balta işte bu noktada diğer insanlarla ayrışıyor.

Ne diyor:

– Ben Allahın dinindeyim. Ve devam ediyor:

– Dediğin gibi her insanda doğuştan gelme bir din duygusu vardır. Din dediğin; güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, dürüstlüğe, erdeme olan eğilimdir ki bu; olumlu kavramlar, yüce duygular, genel doğrular (ki Tanrı olarak anlatılır) bütün insanlıkta doğuştan vardır. Bunun içindir ki “Tanrı’nın dini tek” denmiştir.

Ve aynı felsefe ile Hayri Balta’ya gönül dolusu sevgilerimi ve Pir Sultan Abdalın şu dizelerini sunuyorum.

Sen Hakk’ı yabanda arama sakın

Kalbini pâk eyle Hak sana yakın

Adem’e hor bakma gözünü sakın

Cümlesin Adem’de buldum erenler

+

Bir ismin Ali’dir, bir isimin Allah

Şükür birliğine elhamdü lillah

Dinimiz kavidir, vallah ve billah

Ben Ali’den gayrı âlâ görmedim

Halil Eyyupoğlu,13.1.2007

X

Sayın Eyyupoğlu,

13.1.2007 tarihli Gaziantep Eksperes’teki yazını okudum. Olumlu görüşlerin için teşekkür. Hiç olmazsa bana bir değer biçmişsin.

Ancak bazı yanlış anlamalar var ki bu konuda görüşlerimi açıklamak zorunluluğu doğmuştur…

Öncelikle belirteyim ki ben; Musa şeriatının, İsa şeriatının, Muhammet şeriatının insanlığa hiçbir yararı olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bu şeriatlar yüzünden 5 bin yıldır insanlar birbirlerini, sırf kendilerinin inandığı gibi inanmadıkları için öldürüp durmuşlardır. Örnek: Filistinlilerle Yahudilerin savaşı, Avrupa’da yüz yıl savaşları, Deve savaşı, Emevi Haşimi savaşı, Kerbela savaşı, günümüzde Şii-Sünni savaşı… Bunlar şeriat mensuplarının kendi içindeki savaşları. Bir de karşıtlarına karşı savaşları vardır ki; insanlık bunlar yüzünden huzur bulamamış, kan ve gözyaşına boğulmuştur. Örneğin günümüzde; Bin Ladin’in durup dururken Amerika’nın Ticaret Merkezini vurup çökertmesi… Hıristiyanların, ki başı ABD çekmektedir, İslam dünyasına karşı husumeti hep şeriat anlayışı yüzündendir. Özetle, bütün şeriatların insanlığa verdiği bir şey olmadığı gibi vereceği bir şey de yoktur…

+

Bak şu saptamanı beğendim: “Hayri Balta engin insandır. Engin insan bence Allaha en yakın olandır”.

Şahsen ben Tanrı’ya yakın olmaya çalışanlardan biriyim. Öyle Mansur, Nesimi, Şems gibi “Enel Hak” diyenlerden değilim. Çünkü insan ayrı hak ayrıdır. İnsan maddedir, Hak mânadır. Ancak insan Hak’kı yaşar; bu demektir ki; doğru, dürüst, olumlu, erdemli ve kanaatkar olarak yaşayan insan Hak’kı temsil eder. Enel Hak sözü bir anlam da bunu ifade eder.

Bir de  Mansur, Nesimi, Şems vb saygın kişiler; insanla  evreni aynı hamurdan; yani topraktan, maddeden görür. Bunlara göre insan topraktan geldi, toprağa gidecektir. Yani insanın, canlının,  yaratıcısı güneş, su, hava ve topraktır, yani maddedir. Dolayısı ile insan yaratan maddenin (Güneş, Hava, Su, Toprak= Dört unsur. Enasır-ı erba). Bunu dinler de kabul eder. Demek ki insan maddenin bir ürünü, bir parçasıdır. Buna da  Vahdet-i vücut; yani Evren, Dünya ile canlı (hayvan-insan) birlikteliğidir. İşte bu saygın kişiler Enel Hak demekle yaratanın bir parçası olduklarını söylemektedirler. Bunlar insanın dışında güçlü varlık, ki Allah olarak ifade edilir, bir tasavvur etmezler…Tasavvur etmedikleri için de insanın dışında bir varlığın, doğanın dışında bir varlığın olmadığını ileri sürerler .

Bu nedenle ben yaratan olarak maddeyi (Dört unsur) kabul ederim. Elbette şeriatçılar “bu maddeyi de yaratan bir güç vardır ki buna da Allah denir” derler. Bu bir varsayımdır. Mukayeseden doğmuştur. Bu mukayeseyi yapanların başında İbrahim peygamber gelir. İbrahim peygamber; sırasıyla,  yıldızlara, aya, güneşe bakarak önce bunlara Allah demiş. Bu da kendini sarmayınca hayali, sanal bir Allah anlayışına varmıştır.

Ben ise hayali, sanal, olan bir Allah’ın varlığını kabul edemem. Ben gerçek olanın peşindeyim ve onu kabul etmekteyim.

İnsan yaratanın (Evren’in, Dünya’nın) bir parçası olur ama Allah olamaz. Olmayan, hayali olan bir varlık olunamaz.  Çünkü bilim şöyle diyor: “hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan da yok olamaz.” (maddenin sakınımı yasası).

Ama şeriatçılar kafa karıştırmakta usta oldukları için “olur” diyerek insanın düşünerek araştırmasını önlerler. “Değil mi ki bir yaratan var; yaratanı kim yaratmıştır?” Dediğin takdirde de “Böyle bir şey sorulamaz” diyerek insan aklına ket vururlar.

Oysa yaratan (madde) yaratılmamıştır. Doğmamıştır, doğrulmamıştır. Maddenin sakınımı yasasının belirttiği gibi başlangıcı, sonu yoktur ve hep vardır ve var olacaktır.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir. Allah sanaldır. Yaratan da maddedir, topraktır, Evren’dir. Peki yüce olan bir şey yok mudur?.  Olmaz olur mu, vardır ve buna da Tanrı denir ki; bu da, Genel doğrular, yüce duygular, üstün ve olumlu olan kavramlar, akla, bilime, mantığa, sağduyuya aykırı olmayan ilkeler ve kurallardır ki. bunlar, yüce olduğu için de Tanrı olarak adlandırılır.

Bu durumda peygamber gönderen, kitap indiren bir varlık yoktur. Bunların simgesel bir anlamı vardır ki bunu erbabı anlar. (Bu konuda Şeyh Bedrettin’in VARİDAT adlı kitabının okunmasını öneririm…)

Benim Tanrım: Genel doğrular, yüce duygular, üstün ve olumlu olan kavramlar; akla, sağduyuya, bilime, mantığa, sağduyuya aykırı olmayan ilkeler ve kurallardır. İşte ben böyle bir Tanrı’ya inanırım. Dinim de bu kavramların tümünü uygulama çabasıdır…

Demek ki bana göre üç kavram var.

Birincisi: Yaratan (toprak, madde, dünya, Evren…): Bu gerçektir.

İkincisi: Allah, ki bu açıkladığım gibi mukayeseye dayanan hayalî ve sanaldır.

Üçüncüsü: Tanrı ki; yüce olan, doğru olan, iyi olan bütün kavramlardır. Yani mânevi..

Tanrı, mana (manevi) alandaki kavramlardan oluşur. Yani manevi olarak vardır. Maddî olarak yoktur. İşte ben buna inanırım. Tanrı’yı yaşamaya ve O’na yaklaşmaya çalışırım ki; haşa, Enel Hakk’ım diyemem. Ben Hakk’ı temsil etmeye çalışmaktayım, derim.

Peki bu durumda bana bir soru daha sorulabilir. Vahiy,Cennet, Cehennem, Öbür dünya, hesap verme, ruh, ölmek, dirilmek, ilahir… yok mudur? Vardır; ancak bunlar mâna âlemi ile ilgili simgesel anlatımlardır. Saydığım bu kavramları insan yaşarken yaşar. İnsan, diğer canlılar gibi, fiziken ölünce yok olur. Bütün canlılar gibi insan da nerden geldi ise oraya gider… Yani topraktan gelir toprağa gider. Bütün tek tanrılı dinler de bunu böyle kabul eder. Elbette bu sözleri söyleyene de kafir, zındık, mürted derler. Desinler ne ifade eder…

Şimdi sana söylediklerimin kısa bir özetini yapayım. Eğer bu sözü benden başka birinden duyarsan, veya bir kitapta rastlarsan bana bildir…

Tanrı:Madde olarak yoktur, mâna olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Zat (kişi) olarak yoktur, sanal olarak vardır.

+

Bir önceki iletinde şöyle bir sözün var:

“SEVGILI BILGE,

ALI’NIN ZÜLFIKARI ÇATAL ÇATALDIR

HER ÇATALINDAN KAN DEĞIL, SEVGI DAMLAMAKTADIR.

O KAMILDIR, HAYDARDIR..

HER KIM ONU KANLI GÖSTERSE BILINIZ KI ONUN IÇI KİN DOLUDUR.”

Demek ki sana göre iki Ali var. Bir tarihte olan Ali var ki bunun kan dökücü olduğunu siz de kabul ediyorsunuz… Bir de tarihte olmayan hayalî bir Ali vardır.

Eğer tarihteki Ali kan dökücü değil derseniz; şu adını verdiğim kitaba baktığınız da mahcup olursunuz. “Emile Dermengham. Hazreti Muhammed’in Hayatı. Çeviren Reşat Nuri. İK. 1958. s. 231 ve devamı…” Bu sayfalarda Ali, Zubeyr ile birlikte nöbetleşe Peygamberin önünde en az altı yüz kişinin kasını vurarak çukurlara doldurmaktadır.

Tarihteki bu Ali’yi kabul etmediğinize göre; demek ki sizin Ali Alevilerin ülküsü olan, yaşamamış hayalî, sanal bir varlıktır. Böyle bir anlayış ise İslam anlayışına ters düşer. Allah, Muhammed, Ali söylemi boşlukta kalır…

Bu günlük bu kadar. Bu kadarı sana epey yeter.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…

Hav. Hayri Balta, 17.1.2007

+

Sevgili bilgem,

Böyle aydınlatıcı yazı için teşekkürler.

Şeriat yol olduğuna göre hani derler ya sen yoluna ben yoluna diye..

İşte o yol çoktan önce ayrılmış.yani İslam’ın yolu Alevilikte diğer şeriatlardan ayrıdır, karşılaştırmalı sonuçlarda insanı yanılgıya düşürür.

“tarihteki bu ali’yi kabul etmediğinize göre; demek ki sizin ali alevilerin ülküsü olan, yaşamamış hayalî sanal bir varlıktır. Böyle bir anlayış ise islam anlayışına ters düşer. Allah, Muhammed, Ali söylemi (üçlemesi) boşlukta kalır…” diyorsunuz.

Tanımınız doğru. Allah Muhammed Ali boşlukta değil tam tersi doludur. Sanaldır. Kırklar meclisinde felsefi anlamda da tarif edilmiştir. Alevilik esası kırklar cemine göre yol alır ve dönülür. Kırklar cemini eğer incelerseniz sizin yazdığınız bugünkü yazınızla oldukça örtüşür.

Şimdilik benden de bu kadar.

Halil Eyyupoğlu, 18.1.2007

x

Neden ekspreste yazmadığınızı sormadan edemiyorum ama, her şeyden önce sağlık ve şifa diliyorum

Ellerinden öperim

Halil Eyyupoğlu, 18.1.2007

+

Sayın Eyyupoğlu,

İletinizi okudum, Hakkı teslim ettiğiniz için memnun oldum.

“Neden ekspreste yazmadığınızı sormadan edemiyorum?” edemiyorum sorunuza gelince; buna da yanıtım var yeterince…

Bir: Gazetenin yazı işleri müdürü, genel yayın müdürü, başyazarı, senin dışında yazarları, bir geçmiş olsun temennilerini esirge benden. Asıl sahibi ise Halil Zor), bir sonra telefon ederek bana ulaşamadığı için geciktiğini; adresimi damadımdan sorup öğrendiğini ve önümüzdeki hafta içinde Ankara’da bana uğrayacağını söyledi ise bu söyleminden bir ay geçti; hâla gelmedi…

Bu arkadaşların gerekçesi bana ulaşamadıkları gerekçesi. Amerika’dan, Newyork’tan, Avrupa’dan ve başka yerlerinden, Internet’teki Sitemden telefon numaramı bularak ulaşanlar var ama…

İnsan yazılarımın başında bulunan e-posta adresimden de mi ulaşamazdı bana. Bir ileti ile soramaz mıydı telefon numaramı? Fevzi Günenç’ten de mi soramazdı…

Bir de bir okuyucudan bile geçmiş olsun temennisi gelmedi. Demek ki okuyucusu olmayan bir yazarım. Bu durumda ben nasıl yazayım.

İki: Halen sağlık durumun günlük yazı yazmaya elverişli değil. Sitem’e bile yetişemiyorum.

Üç: Ben bu durumda iken, yetmezmiş gibi, elli yıllık eşim bir aydır Atatürk hastanesinde ve 7 gündür de yoğun bakımında uyutulmuş olarak ölümle cebelleşiyor.

Yetmez mi? Bilmem sorunuza yanıt verebildim mi?

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana.

Av. Hayri Balta, 18.1.2007

X

Gülten Aldaş

Sayın Hayri Balta,

Yanıtınız için teşekkürler.

Bir de şiir eklemişsiniz. Uzun, samimi, yoğun, duygulu.  Etkilendim, duygulandım, düşüncelere daldım.  Yaşamın en acı gerçeği olan ölüm, eninde sonunda ayıracak bizi sevdiklerimizden.

Sahip olduğumuz her günü, her saati, her anı mutlu, huzurlu, sağlıklı yaşayabilmek umuduyla, hoşça kalın.

Ben de size kendi şiirlerimden bir tane gönderiyorum.

+

BİR UMUTTUR HER YENİ GÜN

HAYAT BU ÇOĞU HÜZÜN

 

Acılar tükenmez, değişir

Yaşam sürer gider.

Bir sevda var ki yüreğimde bitmez

Vatandır, Atatürk’tür, eşitliktir

Özgürlüktür, emektir, haktır…

Öfkem hüznüm gitgide büyür

‘doluya koyarım almaz

boşa koyarım dolmaz’

Uykularım kaçar, beynim yorulur

Yanar, acır, can evim sancılanır.

                         GÜLTEN ALDAŞ

 

Not: Aslında ben size 26.1.2007 tarihinde yazmıştım. Fakat bir aksaklık nedeniyle size ulaşamamış.  Bu yüzden yeniden yolluyorum. 2.2.2007

+

Sevgili Gülten,

Acımı paylaşmakla beni memnun ettin sen.

 

Ben sizi her zaman sevdim.

Sevmekle kalmadım, kol kanat gerdim.

 

Ne var ki zorunlu ayrılıklar girdi araya.

Herkes kendi derdine düştü,

Başladı herkes kendi başına çare aramaya..

 

Oysa ne güzel söyleşilerimiz olurdu ailecek…

Kim derdi ki araya kara kediler girecek.

 

Ölüm elde birdir; istesek de istemesek de gelir.

Ancak vaktini, saatini doğa ayarlar, doğa bilir…

 

Ölüm bizim sorunumuz değildir.

Ölüm bizi öldürecek olanın sorunudur.

Bizim sorunumuz hastalıklara direnmektir.

 

Kötü olan, acı olan, iki günü bir olandır.

Heva ve hevesine mağlup olmak kötü yaşamdır.

 

Çok şükür iki günüm bir olmadı.

Her yeni günüm bir öncekini katladı…

Yeniden doğuşa erdikten sonra

Heva ve hevesine yenilgim kalmadı.

 

İyisini de yaşadım, kötüsünü de yaşadım yaşamın.

Eğer ölürsem, nefretini kazanmam sanıyorum arkamda kalanların…

 

Şiirini beğendim,

Güzel şiirlerini beklerim.

Şimdi bana izin ver derim.

 

Ben sizleri her zaman sevdim,

Her zaman da seveceğim…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana ve çocuklarına, torunlarına…

Ek olarak bir de F.G. dosta…

Av. Bilge Balta

2.2.2007

X

  1. D.

KURBAN 

 

Yakında ikinci dini bayramımız “kurban bayramını” idrak edeceğiz hepimize kutlu olsun. Bu konuda birçok kişi ve kurumdan çok şey dinledik, çok şey öğrendik. Ben bu defa değerli dostlarıma, ilahiyat fakültesi dekanlığı yapmış, din adamı, Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk’ün, “İslam Nasıl Yozlaştırıldı” isimli kitabından “kurban”la ilgili bölümleri sunmak istiyorum:

“Hiçbir mezhep kurbanı farz görmemiştir. Bunun anlamı, kurbanın ayniyle (yani hayvanın kesilmesiyle ) bir ibadet olmadığıdır… Yoksula et verme diye ayrı bir ibadet yoktur. İbadet yoksula yardımcı olmaktır. Bu yardım yoksulun ihtiyaçlarına en uygun olanıyla yapılmalıdır. Ameliyat olacak para arayan bir yoksula para vermek, ona et vermekten çok daha üstün bir hayırdır. Hem Allah’ı hem yoksulu daha çok memnun eder. Hiçbir ihtiyacı olmayan aileler “ibadet olsun diye bir kan akıtıp”, sonra da karşılıklı et “değiş-tokuşunda” bulunarak kendilerini aldatıyorlar. Sn Öztürk devam ediyor:

“HURAFELER ve BİD’AT LAR:

* Kurbanlık hayvan kesmeyi farz saymak:

Kurbanlık hayvan kesmek, İslam’ın hiçbir mezhebinde Farz Değildir.

*. Kurban Bayramını, hayvan kesme Bayramı sanmak:

Bu anlayış temelden yanlıştır. Pagan (paganizm: çok Tanrıcılık) bir kalıntıdır. Kurban tüm ibadetlerin ortak adıdır. İnsanı Allah’a yaklaştıran şey demektir. Bu anlamda olmak üzere Peygamberimiz namazı bile kurban diye anmıştır. O halde, Kurban Bayramı’nın İslam’a uygun adı; “Yoksula Yardım Bayramı” olmalıdır.

*. Kurbanlık hayvan kesmeyi Haccın Gereklerinden Biri Saymak:

Bu anlayış da İslam dışıdır. Mekke’de toplanan büyük kalabalığın gıdalanmasını kolaylaştırmaya yönelik bir uygulamadır. Bu esprinin yitirildiği zamanlarda sadece bir geleneği yaşatmak uğruna, onca hayvanı kesip kumlarda telef etmek dinin buyruğu olarak algılanamaz.”

Bir din bilgininin Kurban konusundaki açıklamalarını verdikten sonra bir şehit kardeşi Samsun’lu Ayhan Namlı’nın Gözcü Gazetesi’nde yayımlanan bir önerisini sunmak istiyorum:

“Türk milletinin Mehmetçiğe uzanan yardım eli olan TSK Mehmetçik Vakfı’na yapacağınız her türlü yardım; şehit çocuklarının eğitimine, engelli duruma düşmüş gazilerimize yapılan ekonomik yardımlara gidiyor.”

Şehit olup nurlanmak, gazi olup onurlanmak onlar için en büyük ödül ama vatanının bütünlüğü, milletinin huzuru için canlarını vermiş, kanlarını dökmüş askerlerimizin, geride kalanlarına destek olmak bizlerin boynumuzun borcudur “Kurban Bayramı” bu borcumuzun eda edilmesine vesile olur dileklerimle, “Bağış Bayramınızı” kutluyorum.

  1. D. 17.12.2006

+

Sayın Albayım,

Siz ki araştırmacı-yazar, Atatürkçü Düşüne Derneği Genel Başkan (E) Danışmanı, Emekli Subaylar Derneği (Ankara) Çankaya (E) Başkanısınız. Yukarıdaki yazıyı nasıl olur da bizlere gönderirsiniz.

“Bu konuda birçok kişi ve kurumdan çok şey dinledik, çok şey öğrendik.” demişsiniz ve Yaşar Nuri Öztürk gibi bildiği yanıldığına yetmeyen ve Prof Dr. İlhan Arsel’e  13 Aralık 2002 tarihli Star gazetesindeki “küfür namesinde: “ALLAHSIZ, ATEİST-DEİST DAYATMACI, İNKARCI KARTOROZ YOBAZ, MANYAK, KARTOROZ MATERYALİST YOBAZ, KARTOROZ MARKSİST, MAOCU, MANYAK. MELUNLAR, SENİN CANIN CEHENNEME İNKAR MANYAĞI, VİCDANSIZ  VE İRFANSIZ MÜŞRİKLER, OMURGASIZ-İLKESİZ EYYAMCILAR…” deyen;  bu nedenle Ank. 8. Asliye Hukuk Mahkemesince (Dosya No. 203/414 Esas.) İlhan Arsel’e hatırı sayılır bir tazminat ödemeye mahkum olan ve kesinleşen dava sonucu yüklü bir tazminat ödeyen kişinin gerçek dışı sözlerine nasıl itibar eder de bizlere yollarsınız?..

İnsan, hele araştırmacı bir yazar, yukarıda küfürbazlıktan mahkum olan Yaşar Nuri Öztürk gibi birinin sözlerine nasıl itibar da Türk halkına sunar?

Araştırmacı bir yazar, kurbanı ““HURAFELER ve BİD’AT LAR” arasında sayan birinin sözlerini okuyunca acaba bu konuda  Kuran ve Hadis kitapları ne diyor diye İslam kaynaklarına bakmaz mı?

Örneğin Kuran’daki şu ayetlere bakmanı öneririm. Bakara 196, Al-i İmran 183, Maide 2, 28, 34, 36, 95, 97. Hacc 28, 33-34, 36. Kevser 2 ayetlerine bakmaz mı?

Hele Hadis kitaplarının tümünde geçen İslam Peygamberi’nin Hac ziyaretinde 70 deve kurban ettiğine hiç mi rastlamadınız?

Kurban ibadeti bir vecibe (Gerek ve vacip. Borç hükmünde olan bir görev. Ödev. Yapılması gerekli şey..) dir.

İslam’da bir vecibe olan kurban ibadetine  nasıl olur da “HURAFELER ve BİD’AT LAR” denebilir? Hele bir sor bakalım  küfürbaz’a ne deyecektir?..

Hurafe demek: Aslı asarı olmayan şeriata aykırı uydurma sözler demektir. Kurban ise bütün dinlerde olduğu gibi İslamiyet’te de vardır.

Bi’dat ise:  Şeraitte olmadığı halde sonradan eklenen adetler demektir ki böyle bir şey yoktur. Ve kurban şeraitin başından beri vardır…

Senin gibiaraştırmacı-yazar, Atatürkçü Düşüne Derneği Genel Başkan (E) Danışmanı, Emekli Subaylar Derneği (Ankara) Çankaya (E) Başkanı” birine şeriatı şirin göstermeye çalışmak yakışır mı? Bırak ne halleri varsa görsünler…

Bizleri nasıl olur da şeriat konusunda “gaflet” içinde görür ve bu iletiyi gönderirsiniz?..

Saygılarımla…

Av. Hayri Balta, 17.16.2006

X

Yavuz Şahin

Sayın Balta,

Tek kanatlı kus ya da uçak uçar mi? Uçsa bile ne kadar?

Ya da tek taraflı bilgi ile gerçeğe ulaşılır mi? Yani kendi fikrine ait yazarları, sairlerin vs. kitaplarını yayınlamışsınız ama bu kitaplara cevap veren kitapları da yayınlasanız ya da yayınlamasanız bile sitenizde link verseniz ne iyi olurdu.

Ama bizim derdimiz gerçeği aramak falan değil diyorsanız o başka.

Yavuz Şahin, 22.2.2007

+

Sayın Şahin,

Önce sevgi derim. Hoşuma gitti önerin…

Önce bir gerçeği belirtelim. “Gerçeğe ermektir”  benim emelim.

Dikkat edersen Site’me hiçbir link vermemişim. Oysa benim dünya görüşüme yakın Sitelere link verebilirdim.

Demek istiyorum ki ben kendi dünya görüşümü aktarmaya çalışıyorum. Kimsenin de inancına ve dünya görüşüne karışmıyorum.

Kendi düşüncemi aktarmak yasal bir hakkımdır. Ayrıca ifade özgürlüğü de vardır ve kutsaldır.

Dikkat edersen bütün dinler tarih boyunca birbirinin canına kıymıştır. Ayrıca kendi aralarında da birbirlerine girmiştir…

Oysa gerçek din anlayışında kimse kimsenin canına kıyamaz. Tek olan Tanrı hiçbir zaman buna cevaz veremez…

Sadece bu kavgalar göstermektedir ki dinler yörüngesinden kaymıştır. Oysa bütün dinlerin dostluk, sevgi, barış gibi tek amaçları vardır.

İşte benim amacım: İnsanları Tanrı bilgisine ulaştırmak. Bütün insanlığı tek olan Tanrı’nın tek olan dininde birleştirmek…

Elbete bu isteğimi başarmam olanaksız. Ancak bu yolda gidiyorum ya bana yöneltilen eleştiriler haksız…

Görüşlerimi kısaca anlattım sanıyorum. Yanıt vermekte geciktiğim için özür diliyorum.

Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…

Av. Bilge Balta, 24.2.2007

X

Yalçın Efe

Sevgili Hayri Abimiz,

Avrupa’ya gittiğimden beri, sanki sizi daha iyi anlıyorum. Avrupalı sizin gibi yaşıyor.

Bir kere en başta saygı geliyor. Saygı deyince de durmalı. Her şeyin o denli normal yürümesinin baş kaynağı saygıdır. İnsanlar saygı göstermede birbirleriyle yarışıyor Avrupa’da.

Olur olmaz saatte bir restorana gidip yemek yiyemiyorsunuz; olmaz. Yemek saati var.

Çocuklara büyük değer veriliyor. Onlara güven kazandırılıyor. 6-7 yaşlarında bir çocuk nehir kıyısındaki yolda bisikletiyle anne-babasının gözünden kaybolabiliyor. Nehir açıkta, bir koruma yok. Su, çocuğun bisikletiyle aynı seviyede.  Anne-babanın bir endişesi yok, çocuğum suya düşer diye. Düşündüm, Herhalde çocuk yüzme de biliyordur, dedim. Düşündüm, siz de çocuklarınıza böyle güvenler kazandırarak yetiştirdiniz.

Ne yazık Nazım Hikmet’lere, Yılmaz Güney’lere, Hayri Balta’lara! Halkın hakkı için ömürlerini tükettiler. Ne kutsal bir çaba! Ama bir işe yaradı mı? Yaramıştır elbette. Ama Avrupa’da böyle fedakarlıklara gerek yok. Herkesin bir işi var. İşi olmayanın da mutsuz olmayacak kadar devletten bedavadan maaşı, devletten evi, devletten elektriği, suyu, doğal gazı var.

Denilebilir ki her şeyin başı ekonomidir. Türkiye’nin ekonomisi zayıftır. Halka o denli verecek gücü yoktur. İnanmam. Bunların ekonomisi onlarınkini katlasa da halka koklatmazlar.

Saygılar sunuyorum.

Yalçın Efe, 23.3.207

X

Sevgili Yalçın,

İletini aldım, memnun oldum.

 

Güzeldir anlatımın, düşüncelerin.

Fırsat buldukça böyle iletiler gönderin…

 

Kalemlerin hepsi için teşekkür ederim,

En güzel olanını Yener’e verdim.

 

Yanındaki bayan arkadaşa selam ederim.

İkinize de mutluluklar dilerim…

 

Şimdi kalın sağlıcakla,

Sevgi yanında bulunanlara…

Av. Hayri Balta, 23.3.2007

X

Nesrin Özyaycı

  1. TEMMUZ sabahına doğru…

 

“Umut” diye diye bağrışmalarla uyanıyoruz alacakaranlıklara

Bitmez tükenmez sancılı kadınlarımız, çocuklarımız

Geleceğimiz kim de olacak?..

Şaşırmışız

Şaşırtmışlar bizi

Acıyacak, acınacak halimiz tükenmiş

Ana yoldan uzak mesafelere sapmışız

Farkındayız değil mi?..

 

Yolumuzu bulacağız elbette

İnanıyoruz…

Korkmuyoruz

Acımıyoruz artık bizi yok edenlere, edeceklere

Farkındayız…

“Onlar umudun düşmanıdır”

İyi biliyoruz…
Avuçlarımız, tabanlarımız nasırlaşmış

Beynimiz, yüreğimiz kıpır kıpır geçmişimizle, geleceğimizle…

Huzur çığlıkları kulaklarımızda

az Çileli Çağ özlemiyle

Orta çağın bittiğini haykırmalıyız dünyaya

Modern Çağın çileli Coğrafyasından

Cesurca anlatmalıyız BİZ’i dünyaya!
Orta Doğunun karanlık yazgı senaryolarını

Yeniden ağartarak yazabilmeliyiz onurla!

Kan, acı, göz yaşı istemiyoruz

Biz

Karakter sergilemeliyiz sandıktan çıkan oylarımızla

Kullanmalıyız hakkımızı, anlatmalıyız bizi kullananlara

 

Cumhuriyet Marşları söylenmeli

Yüreklerdeki endişe dinmeli
Korkmuyoruz!

Sönmeyecek bu şafaklarda yüzen al sancak
Çileli Coğrafyamızın;

Kadınları, adamları, gençleri

 

İyi düşünmeden çıkmayalım sokağa, sandığa 22 temmuz sabahı

“Kimlik” oyumuzu kullanmalıyız oyunlara gelmeden

Gözümüzü boyayan Senaryolara kanmamalıyız!

 

Türkücüden

Hırsızdan

Dolandırıcıdan

Ahlaksızdan

Popçudan

Satılmıştan

Kültürünü, inancını, değerlerini bilmeyenden vekil olur mu?

 

Kafamız karışık

Bilincimiz bulanık

Mükemmeli bulabilmek imkansız!

Ancak;

Kötülerin de iyisi vardır diyerek

“Daha ileriye en ileriye Türkiye”

Hayalimizle, vicdanımızla, özlemimizle

Kullanmalıyız oyumuzu/vatandaşlık hakkımızı

 

Karar bizimdir

Tercih bizimdir

Yarınlar, onurlu gelecek

Kimlik bizimdir….

 

Nesrin Özyaycı, 15.7.200

http://www.nesrinozyayci.com

http://www.biem.com.tr

x

Sayın Özyaycı

Önce sevgi saygı…

 

Okudum aşağıdaki yazını.

Beğendim aynı duyguları paylaşmanı.

 

Biz yazarız, biz okuruz.

Elli yıldır bekler dururuz.

 

Her seçimde bozguna uğrarız

Seçim ertesi bakar dururuz.

 

Millet ayrı telden çalar,

Bir  bölüm aydın ve halk ayrı telden çalar.

 

Halkın büyük çoğunluğu şaklabanların oyununa gelir.

Dörtte bir azınlık ise çağı yakalamak için direnir.

 

Çare: Önce, halkın ekonomik durumunu düzeltmektir.

Sonra da laik kültürünü artırmaktır.

Bunun tersi bir çaba

Boşa kürek sallamaktır…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden saygılar, sevgiler sana.

 

Av. Bilge Balta, 15.7.2007

X