DENİZE GİDİYORUZ…

DENİZE GİDİYORUZ…

Mavisini görmediğim, kokusunu hissetmediğim, sesini hiç duymadığım denizi o sonsuz maviliği ilk defa görecektim. Heyecanlıydım, heyecanım iki misliydi. İlk defa görmediğim denizi görecek, hiç bir arada gitmediğimiz tatile hem de deniz tatiline ailecek gidecektik. Bu gidişimizden aklımda kalan genel anlam bu idi.

Kaç gün önce gideceğimizi öğrenmiştik, ne kadar sürede hazırlandık, nasıl yola çıktık hatırlamıyorum. Yazı kafamda biçimlendiği halde hatırlayamadığım yerleri ikinci ablama sormak iyi fikirdi.

Ben, “trenle İzmir’e mi gitmiştik?” diye sormuştum. “Yoo hayır, Balıkesir Ören’di” dedi. “Öyle trenle de gitmedik, halamlar, halamların görümcesi üç araba, onlar da o tarafa bir yerlere gideceklerdi. Üç arabaya dağılmıştık. Balıkesir’e geldiğimizde bizi gideceğimiz yerin minibüs duraklarında indirmişlerdi. Minibüsle kampa gitmiştik” dedi.

Kampı hatırladığım kadarıyla tarif etmeye başlamıştım. Sıra sıra iki katlı küçük yapılar kumsalın iç tarafında yan yana dizilmişlerdi. İşin garip tarafı hepsi inşaat halindeydi. Tuğlalı olanları bile vardı, sıvası yapılmamış. Her yer inşaat olduğu için ortalık tam bir şantiye havasında idi.

Peki niye biz oraya gitmiştik? Henüz inşaatı tamamlanmayan bir tesise…

İkinci ablam, “orası babamın o zaman çalıştığı Genel-İş Sendikası’nın yazlık kamp inşaatı idi” dedi. Hatta o kampın toplantısı orada yapıldığından sendikada görevli birçok kişiyle orada buluşulmuştu. Hem inşaata bakılacak, hem de tatil yapılacaktı.

Hiç gitmemekten iyiymiş… Sanırım ben ortaokulun ilk yıllarına giderken bir yaz tatili süresinde gerçekleşen bir geziydi.

Annemin yine hünerli ellerinde biçimlenen eski bir penye buluzden ikinci ablama alt ve üst iki parça bikini dikmişti. Çok net hatırladığım, o zamanlarda çok moda olan ve her genç kızın mutlaka kulağında takılı olan metal halka küpeleri annem, alt bikini kısmının iki kenarına, üst kısım parçanın da orta kısmına koyarak hazır alınmışlara taş çıkaracak bir bikini dikmişti ablama…

Ben ne giymiştim? Henüz  bir ergen olarak, yeni çıkmış, bol kalın giysilerin ardında sakladığım göğüslerimi, ablalarımın, annemin ve babamın hatta tanımadığım insanların yanında bikini adı altında göğüslerimi koruyan giyisiyle nasıl dolaşacaktım. Benim için çıplaklıkla eş değerdeydi.

Birinci ablamın arkadaşı her yıl ailesiyle denize giderlerdi. Eskisi, yenisi, giymediği bir çok bikinisi varken, birinci ablam arkadaşından benim için de bikini istemişti. Giyilip geri verilmek üzere. İçi süngerli, esnek kahverengi kumaştan alt ve üst olarak iki parçadan oluşuyordu. Evde deneyip, kendi aramızda kime ne yakışıyor bakmış, aynanın karşısında uzunca zaman harcamıştık. (O ayna!.. İnce uzun boy aynamız…  Annemin terziliğinde provaya gelen misafirleri için kullandığı… Dördümüzün gün aşırı yıkanan saçlarımızın plastik bigudilerle lüle lüle dalgalandırdığımız, aynı zamanlarda karşısında saatlerce hazırlandığımız küçük boy aynamız…  Paylaşamadığımız, bize yetmeyen… İnce yeşil ahşap çerçevesi, yerinden sürekli çıkarılıp defalarca tekrar çivisine taktığımız, hatta dişli tarağı diğerimiz aramasın diye çivisine iliştirdiğimiz bizim güzelliğimizi bize yansıtan aynamız… Gülümsetti şu an beni…) Annemin hevesle basmadan kendine, eskiyi yeniye çevirdiği bir çok kumaştan bize orada giyebileceğimiz elbiseler diktiğini hatırlıyorum.

Annem ve babamın öyle ne giyeceğiz gibi bir dertleri yoktu. Onlar  sanırım denize girmeyeceklerdi. Babamın özel giysisi olmasa da, beyaz paçalı donuyla denizde yüzüşünü hatırlıyorum. Babamı yüzerken görmek bana çok garip gelmişti. Babam işe gidip gelir, pazara gider, saz, def, ney çalar, ders çalışır, bol bol kitap okurdu. Bunların dışında neredeyse farklı bir şey yaparken görmemiştim onu. Babam yüzüyordu, hem de ne yüzmek! Duru denizi köpürte köpürte kıyıya paralel yüzüyordu. Babam Alleben deresinin dışında suda hiç yüzmemiş, çocukluğunda ve gençliğinde dere kenarında büyüdüğü için Gaziantep gibi bir yerde yüzmeyi öğrenmişti.

Babam kumsalda bizleri izlerkenheveslenmiş olsa gerek ki, birden kumaş pantolonunun deri kemerini çözüp, fermuarını indirmiş, gömleğini çoktan çıkartıp giysilerini kenara bırakıp denize doğru koşmuştu. Annemin babama kızışını hatırlıyorum, çevrede kimseler yoktu, kim olabilirdi ki, inşaat halinde bir tatil sahilinde, kumsal bile kütükler, tuğlalar, çimento ambalajları, boya kovaları ile pis bir görüntüdeyken… Gaziantep ağzı ile, “beh kele adam donla denize girdi!..” Hem kızgınlık, hem hayret, hem de mutluluk konuşmaları olsa gerekti bunlar.

Birinci ve ikinci ablalarım daha önce teyze ve hala gibi akrabaların tatillerine bir iki kez katılmışlar, az çok denizin tadının ne olduğunu bizden önce öğrenmişlerdi. Üçüncü ablam ve ben denize ilk giriyorduk. Dibini net göremediğim, uçsuz bucaksız su birikintisine nasıl girecektim. Neyse ki su berraktı ve sadece dibi kumdu. Ne yosun, ne taş, ne de minik deniz yaratıkları ayağımıza dolaşmayacaktı. Ama suyun içinde ayağımın altında kayan kuma basmak bambaşka bir duyguydu. İkinci ablam ellerimi elleriyle tutmuş, yatar pozisyonu almamı, kendimi suya bırakmamı, ayaklarımı çırpmamı söylemişti. Böylelikle suyun üzerinde durabilecektim. Bizimle birlikte suyun üzerinde duran, inşaatta kullanılan kütüklerde yüzüyordu. Dördümüz birer kütüğe tutunup suda yüzmeye çalışmıştık.

“Hepimiz bir odada mı kaldık?” diye sordum? üçüncü ablama. “Hayır, annem ve babam bir odada, biz dördümüz bir odada kalmıştık. Çarşaf ve havlularımızı da götürmüştük” dedi. Ben bu kadarını hatırlamıyordum. Küçük tüpün üzerinde annemin bize hazır çorba yaptığını, açılmamış bir iki paketle birlikte birkaç eşyamızı da dolapta unutup geldiğimizi, annemin yol boyunca yazıklanmasından hatırlıyorum.

 

Üçüncü ablam orada bir kokteyl yapıldığını hepimizin güzelce giyinip o davete katıldığımızı, kendisine ve birinci ablamıza da patlatılan şampanyadan ikram edildiğini hatırlıyordu. Ben bunları hatırlamıyordum. Hatta annem oraya gelen Genel-İş Sendikası’ndaki babamın arkadaşlarına yaz dolması yapıp yedirdiğini de söyledi. “Mutfak kısmı orada çalışan işçilere hizmet veriyordu ki, annem orada bu dolmayı yapmıştı” diyerek, hatırladıklarını benimle paylaşmıştı.

 

 

En net hatırladığım şeylerden biri de orada gördüğüm kurbağalardı. Hem de ne çok kurbağa… Hatta canlısından çok yol boyunda ezilmiş, kurumuş, preslenmiş kurbağalar… Ne çok kurbağa ezilmişti arabaların altında…

 

Bir de, benimle yaşıt kızları olan babamın avukat arkadaşı idi. Bir bacağının olmadığını bilmiyordum. Elinde yürümesine destek bastonu vardı. Suyun kenarına kadar gitti, yere oturdu, pantolonu ile birlikte takma bacağını da çıkarıp denize girip yüzmeye başlamıştı. Babam gibi suyu köpürtmemişti. Denizin durgunluğunu bozmadan, bir balık gibi süzülerek yüzüyordu. Bir bacağı yoktu oysaki ve çok güzel yüzüyordu. Büyülenmiştim…

Ne kadar kaldık, günlerimiz nasıl geçti, neler yaptık çoğu şeyi hatırlamıyorum. Ama benim için güzel bir tatil olmuş ki bir şeyler kalmış aklımda o zamandan. Üçüncü ablam dönüşte otobüsle geldiğimizi, özellikle kendisiyle oturmak istemiş olduğumu söyledi.

Neyse ki o tatil ailece gittiğimiz son tatil olmadı, o tatil sonrasında ailecek bir kaç yere daha gitme şansını yakalamıştık.

Yener Balta, 12 EKİM 2012

+

 

Yener,

 

Öykünü okudum. Yine güzel başlamış güzel bitirmişsin.

Her zaman dediğim gibi sende yazarlık yeteneği var. Yazmadan geçen günlerine ben acıyorum…

Ne olur yazmayı ihmal etme…

Sevgiler,

Hayri Balta, 15,10,201

 

X

Ufuk Kalelioğlu

Supersin harika anlatmissin yine güldüm buruldum. Duyguları cok güzel yaşatıyorsun:)) Hayri Abinin yuzusunu gözümde canlandirabiliyorum. Yüzme ve ilk Deniz’i gormeyle ilgili bizim generasyonun buna benzer hikayeleri vardır mutlaka şimdiki gençlik bu bakımdan şanslılar.eğer anlatmadiysam bir arada ben sana yazarım yüzmeyi nasıl ne zaman öğrendiğimi aklıma geldikçe hala gülerim şimdilik optum

 

X

 

Gizem Zencirci

 

Ellerine saglik, oyle guzel yazmissin ki cok begendim gercekten, seni seviyorum, yazmayi birakma emi.