EMEKLİYİM

EMEKLİYİM

Okulu bitirir bitirmez özel bir şirkette grafik tasarımcı olarak işe başladım. Burada çalışmam beş gün sürdü. İş verenin hal ve davranışı diyelim, gerçeğe değinmeyelim!..

Aradan geçti 25 yıl. İkinci iş yeri neresiydi hatırlayamıyorum bile. Bir ara listelemiştim. Neredeyse yirmi beş ayrı iş yerinde bir günden bir yıla kadar sürelerde çalışmışım. Yirmi beşle kalmadı tabi bu iş yerleri… İş aralarında uzun süreler işsiz kalıp yeni yerler aradım durdum.

Ayrılma nedenlerim farklı farklı… Kimi çalıştırıp maaş vermedi. Sigorta yapacağız deyip yapmadılar. Yapmadıkları halde devam ettiklerimde oldu. Kimi kendini bilmez taciz etti… Kimisi ısrar etti gidemezsin diye, kapıyı kilitledi. Bir diğeri çıkan işleri beğenmeyip kovmaktan beter etti, kimileri beğense de karşılığını çok gördü. Gece gündüz zamansız çalışmalarda sesin çıkmasın dendi. Hepsinde ortak olan maaşı hep geç verdiler, harçlık gibi böldüler. Fikir ayrılıkları olsa da aman işsiz kalmayayım deyip beş paraya razı geldim. Hakkımı aramak için dava açtım birine, hakkım olanla da hayalimi gerçekleştirip birkaç Avrupa şehrini görmek kısmet oldu.

İş yeri ve iş verenin dışında sorun bitmiyordu. Müşterisi, birlikte çalıştığın iş arkadaşları, kendi işini savsaklayanlar, iş bitsin kim yaparsa yapsın deyip zora koşanlar… Basit bir işi defalarca tasarlatanlar… Daha neler neler yazmakla bitmez bu sorunlar.

Sigortanın ne kadar önemli bir ayrıntı olduğunu emekli olup alacağım paranın miktarını duyunca anladım. Yapacak bir şey yoktu, küçük şirketler vergiden de kazanç sağlayıp elemanın sigortasını asgari ücretten yapıyordu.

Tecrübesizlik, tahammülsüzlük, gençlik çok şey kaybettirse de tecrübe edindiğim birçok şey de oldu. İş yaşantısında, hayatın büyük bir kısmının yaşandığı yerde sen oluyorsun, iyi kötü…

Emekliliğe son bir yıl kala günleri, ayları hesaplamaya başlarken, çalışır mıyım, çalışmaz mıyım diye pek düşünemedim. Kendi rekorum olan son çalıştığım şirkette tam tamına 10 yılı doldurmuşken, işlerin azlığı, piyasanın durgunluğu, eleman fazlalığı derken bana kal diyen olmayacaktı. Ellisinden sonrada kapı kapı dolaşıp iş istemek hiç olmazdı. Bir yer açıp işleteyim desem, hiç bana göre değildi, sermaye ve çevre gerektirirdi.

Emekli olmanın sevinci bir başka. Yıllardır yaptığım şeyi artık yapmayıp, yarın işe gitmek için kalkmayacaktım. Üzerimden büyük bir yük kalkmış ve orada geçirdiğim tüm zaman bana kalacaktı. Ne kadar özgür olsam da işe gitmemenin verdiği özgürlük bambaşka…

Gel gelelim bunca yıl çalışıp didindikten sonra elimde avucumda ne var diye baksam; koca bir hiç!.. Ne bir birikim, ne de bir yatırım yapabildim. Anca geçinip, boğaz tokluğuna çalışmak oldu benimkisi… Asgari ücretin biraz üzerinde alınan parayı
üniversite mezununa, onca tecrübeye layık görüp, işsiz kalmanın korkusuyla dayattılar…

Alınan tazminat asgari ücretten hesaplanıp verilmek istense de devletin önerdiğini az uyanıksan, sağa sola sorup yakaladın mı kısa süren ballı emeklilik sürecini yaşayıp, her ayın 26’sında, bin lira bile olmayan aylıkla geçinebilene aşkolsun…

Eskiden alınan emekli ikramiyeleriyle ev bark alındığını, çocukların evlendirildiğini çok duydum. Benim için belki şans (çalıştığı özel şirketten emekli olan pek nadirdir) belki şanssızlık dersek aldığım az da olsa emekli ikramiyesi taksite bölünerek elime geçti. Borçtu harçtı derken pek bereketi olmadı paranın…

Geriye saymanın başındayım! Yine şanslıyım ki, emekli olmak, en azından faturalara yeten bir sabit gelir, yarın öbür gün hastalıklarla buluştuğumda devletin bana en az hizmetle bakacağı sağlık sigortam var.

Üniversite okumak için o zamanlar çok zor girilen devlet memurluğundan istifa edip, okuldan derece ile mezun olan ben, büyük idealler peşindeyken, (mesleğimde bir yerlere gelmek, grafik sanatçısı olmak gibi) basamakları tırmanırken, hiç de öyle olmayıp anca emeğin ve zamanın karın doyurmadan ibaret olduğunu anladığımda ümidimi çoktan yitirmiştim…

YENER BALTA, 30 KASIM 2015