TABULARA, TALANA, YALANA BALTA

TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA

IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..

Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
+
e-mail adresi:
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
site adresi:
www.tabularatalanayalanabalta.com
X
K U R B A N
Allah, kan ister mi kan…
“Allah kan istiyor!” diyen insanlar;
Hem kendilerini, hem de başkasını kandırırlar…
Bu insanlar Allah için binlerce yıldır
“Allah kan istiyor!” diye insanın ve hayvanın canına kıyarlar…

Bir de “Yaratılmışı severiz, Yaratandan ötürü…” derler.
İyi ki severlermiş; ya bir de sevmeselermiş, kim bilir neler ederlermiş…
+
Aşağıdaki yazılar Prof Dr. İlhan Arsel’e 15 yıl önce gönderdiğim mektubun kurban’la ilgili bölümüdür.
Sayın Prof. Dr. İlhan Arsel mektubumdan bu bölümü “TOPLUMSAL GERİLİKLERİMİZİN SORUMLULURI DİN ADAMLARI” adlı kitabının girişine almış. Kurban Bayramı nedeniyle bilgilerinize sunuyorum.
… Nitekim Atatürk’ün getirdiği laik eğitimden geçmiş kuşağın bazı temsilcileri, bütün baskılara rağmen kendilerini vicdan denizine salabilmişler ve şeriât’ın olumsuz diğer yönlerine olduğu gibi kurban geleneğine karşı da seslerini yükseltebilmişlerdir.
Şimdi avukatlık yapmakta olan eski bir öğrencimden aldığım mektupta şu güzel duygular dile getirilmiş:
“Bugün arife, yarın Kurban Bayramı. Penceremden izliyorum bir haftadır kesilmek için götürülen kurbanlıkları.
Kocaman, kocaman in¬sanlar; büyük baş bir hayvanı önlerine katmış, iteleyerek, kakalayarak götürüyorlar, yarın da ortaklaşa bo¬ğazlayacaklar.
Bir haftadır yarını düşünüyorum. Yarını düşündükçe tedirginlik duyuyorum. Bir hüzün kaplıyor içimi. Bu Kurban bayramına dayanamıyorum. Allah adına cana kıyılmasına akıl erdiremiyorum. İnsan gereksinimi için hayvan keser; ama, Allah için kan akıtmaz.
Tevrat’ta bir peygamber. Adı İşa’ya. Bundan, şu kadar bin yıl ön¬cesinin duyarlı insanı. Dayanamıyor Allah adına cana kıyılmasına, kan akıtılmasına…
Kavmine kafa tutuyor: Bakınız ne diyor:
“RAB diyor: Kurbanlarınız çok olmuş bana ne? Koçlardan yakılan sunulara, ve besili hayvanların yağına doydum; ve boğaların, kuzuların, ve ergeçlerin kanından hoşlanmam.” (Tevrat. İşaya. 1/11)
Bir de şöyle diyor: ““Sığırı boğazlayan, adam öldüren gibidir: kuzu kurban eden köpek boynu kıran gibidir..” (Tevrat. İşaya. 66/3)
Özetlersek: -‘Yazık’ – diyor, -‘Allah için cana kıymayın, hayvanları boğazlamayın’- diyor…
Biliyorum cin değil de din çarpmışlar hemen yapıştıracaklar: “Efendim sözünü ettiğin Tevrat tahrif edilmiştir!..” Al öyleyse bir de tahrif edilmemiş kitaptan. Bakalım buna ne deyecekler?:
“… Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak ve ancak sizin O’nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Kuran. Hac. 22/37)
Demek ki asıl olan salih amellerdir. Gösterişten uzak ibadetlerdir. Günümüzde ise gösteriş için cami cami koşan politikacılara ne denir?
Geçen gün bir yurttaş televizyonda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yetkili birine soruyordu. “Keseceğim kurbanın bedelini bir hayır kuruna versem veya bir yoksula yardım etsem?”
Yetkili televizyonda ne dese beğenirsiniz…
“- Hayır olmaz! İlla kan akacak. Allah kan istiyor!..”
“- …”
Görüldüğü gibi kitabı okuyup anlayan yok. Peygamberlerini dinleyen yok… Kitabı diyor ki “Allah kan istemiyor; salih amel ve gösterişten uzak ibadet istiyor!” Diyanetteki yetkili ise “Hayır olmaz, İllâ kan akacak… Allah, kan istiyor…” diyor..
Görüldüğü gibi insanlıkta bir adım ilerleme yok. Atalarından ne görmüşlerse onu yapacaklar.
Yarın yine Allah için kur¬ban kesecekler; kesilecek olan kurbanın başına ailecek dizilecekler. Baş gövdeden ayrılacak, oluk oluk kan akacak… En küçüğünden en büyüğüne, bütün kurban kesenler kan görecekler; yâni kan dökmeye küçükten alışacaklar.
Kurban Bayramı’nın geceleri beni uyku tutmaz. Tıpkı idam cezalarının infaz edileceği geceler gibi! İdam cezalarının infaz edileceği geceler uyanırım, saatime bakarım. Şimdi infazcılar idam mahkûmunun hücresine geldiler, ‘kalk’ dediler, ‘giyin’ dediler… (vb…)
Kurban Bayramının gecelerinde de böyle olurum. Uyanır saati¬me bakarım: ‘şimdi cami’ye bayram namazına gidiyorlar’ derim; ‘Na¬maz biter bitmez hayvanların canlarını alacaklar’ derim. Bunu, et yemek için yapsalar belki aldırmayacağım ama; Allah adına cana kıyma¬ları, kan dökmeleri beni bitiriyor. Allah adına bu kan dökücülüğü bir türlü kafam almıyor.
Kimse gerçekleri söylemeye cesaret edemiyor. Cesaret edenin de başına olmadık işler geliyor. En azından toplumdan dışlanıyor. Bunu da göze alabilecek bir kaç kişi çıka¬biliyor; ama bunun da toplumsal bir etkisi olmuyor.
Gazetelere bakıyorum; (…) adın¬daki bir İlahiyat Fakültesi Profesörü, bu günkü gazetesinde kurbanlıkların nasıl olması gerektiğine, hangi hayvanların nasıl kesi¬leceğine, kaç kişinin bir büyükbaş hayvan alıp ortaklaşa kesecekleri¬ne ilişkin dizi dizi yazılar döşeniyor.
Televizyondaki açık oturumun bu¬ günkü konusu ‘Bayramlar’. Bayram kavramı tartışılacak… Profesörlerden, sosyologlardan, gazetecilerden, tanınmış kişilerden oluşan konuşmacılar Prof ….’nin yönetiminde Kurban Bayramı’nın er¬demi hakkında açıklamada bulunacaklar.
Öyle sanıyorum ki bunlar kurban kesmenin erdemi konusunda birbirleriyle yarışacaklar. İçlerin¬den birisi olsun bunun, ilkel toplumların Allah’ı tavlamak için buldukları bir çözüm olduğu konusunda bir tek söz etmeyecek.
İlkel toplumlar doğa olaylarının nedenini, niçinini bilmezlerdi. Bir deprem olur, bir sel baskını olur, bir yıldırım düşer yangın olur ve binlerce insan ölürdü. Bu ölümleri Allah’ın kan isteğine bağlarlardı ve Allah’a (hita¬ben): -‘Biz sana istediğin kanı kendi isteğimizle verelim! Yeter ki öf¬kelenme!-‘ diyerek kurbanlar keserlerdi.
Dinler tarihinden öğrendiğimize göre ilkin kabilenin ilk doğan erkek çocuklarını, sonra en güzel kızlarını Allah’a kurban ederlerdi. İnsanların kurban edilmesinin ilkel¬liğinin ayrımına varan İbrahim peygamber; “Bari insan yerine hayvan keselim!..” diye bir adım ileri attı. İbrahim Peygamber; insan yerine, hayvan kesmeyi ilk akıl edenlerden. Ama “Allah kan ister mi?” demeyi akıl eden yok… Sonunda, Allah’ın kan isteğini karşılamak için bu kez de hayvan kesiliyor.
Bugün Batı dünyası, bu kan akıtma geleneğinden yavaş yavaş sıyrılmakta. Kurban yerine yumurta pişirerek bu geleneği yaşatanlar var. Yani bir aşama, bir ilerleme var… Demek ki bir duyarlılık var. Kan dökmekten nefret ediyorlar, kan döke-ceklerine yumurta pişiriyorlar. İşte bugünkü açık oturumda bu husus¬larla ilgili bir tek sözcük duyamayacağız.
O ‘Profesör’ etiketli konuşmacılar; halkı aydınlatıp uyaracaklarına, bütün inandırıcılıkları ile yalan üs¬tüne yalan katacaklar. Halkın bu konuda katmerleşen bilgisizliğini daha da katmerleştirecekler.
Koca koca profesörlerin, yazarların, psiko¬logların yaptıkları bu konuşmaları, dinleyen halkımız; yarın gönül rahatlığı ile, vicdan huzuru ile, büyük bir acımasızlıkla, büyük bir zevkle, kaçanları kovalayıp tutarak; “Allah kan istiyor!” diye, dayayacaklar bı¬çakları boğazlarına…”
Bilge Balta (G. T. 8.1.2005)
X
X
KURBAN 1

Sonra “o sabah” geldi… Çocuk, dedesinin bir elinde kova, bir elinde kocaman bir bıçak gördü.. Omzuna da kalın bir halat atmıştı.. Kuzu bir kez daha meledi..
Boğazından kanlar fışkırırken bacakları titredi.. Çırpınmaya çalıştı.. Ama iple bağlanmış bacakları sadece titredi… titredi… titredi…
Kuzunun meleyen boğazından bu kez hırıltılar çıktı..
Hırıltılar.. Hırıltılar.. Hırıltılar…
Bu arada dede, “Allahu ekber allahu ekber, la ilahe illallah, allahu ekber, allahu ekber” diyordu.. Dedenin yüzünde bir mutluluk ifadesi vardı, can vermekte olan kuzuya bakarken..
Dede, vahşi bir şekilde can vermiş kuzuyu bahçedeki ağaca arka ayaklarından tepe üstü astı..
Dede, bıçağıyla kuzunun derisini yüzdü..
O güzel kuzu, sadece et olmuştu..
Dede, kuzuyu parçaladı..
Öğlen mutfakta kavurma pisti..
Çocuk kavurmayı yiyemedi, yemedi..
Annesi, babası, dedesi, ninesi “Yesene, kurban eti… Sevap..” dediler..
Çocuğun midesi bulandı… Gözünün önüne kuzusu geldi..
Çocuk büyünce çok da parası olsa bir kez bile “kurban” alıp kesmedi..
Sonra “kurban bayramı”nın esasini, kökenini öğrendi:
+
Adem’in iki oğlu vardır. Kabil ile Habil (Bu konuda Kuran, 5/27-32’ye bakabilirsiniz.)
Birincisi çiftçi, ikincisi ise koyun çobanıdır. “Efendi”ye yani “Tanrı”ya birer kurban sunma yoluna giderler. Çiftçinin kurbanı ne olabilir? Kuşkusuz tarım ürünlerinden. Ve çiftçi bu tür bir kurban sunar. Çobansa, “sürünün ilk doğanlarından” ve “yağlılarından” getirip koyar. Tanrı, çobanın kurbanına bakar, yani kabul ettiğini gösterir bu kurbanı. Çiftçininkine ise hiç bakmaz. Yani bu kurbanı kabul etmediğini belli eder. Bu hikayenin anlatıldığı Tevrat’a göre; daha sonra, duruma içerleyen çiftçinin (Kabil), kardeşi çobanı (Habis) öldürerek hıncını aldığı yazılır. (Tevrat, Tekvin, 4:1-7)
Tanrı her kurbanı kabul etmez
İyi ama, “Efendi-Tanrı”, zavallı çiftçinin sunduğunu niye kabul etmemiştir?
Anlatılmak istenen şu olmalı: Birincisi, çiftçinin “kurban” olarak sunduğu “tarım ürünü” belki de “turfanda” yani “yeni ilk yetişen” türden değildi. Oysa, “kutsal kitap”ta, Efendi-Tanrı’nın hep “turfanda” türünden ürün istediği işlenir. (Tevrat, Çıkış, 22:29; 23:16,19; Sayılar, 18:12; Süleyman’ın Meselleri, 3:9). Efendi-Tanrı’nın beğendiği bu.
Ayrıca, Kabil’in (çiftçi) sunduğu “kan” değildi. Efendi Tanrı; sunulan kurbanın daha çok “kan” olmasını ister. Bu İslam’a da geçmiştir. Dahası, kurbanda kan dökülmesi vazgeçilemeyecek bir koşuldur. O denli ki, tüm “fıkıh” kitaplarında anlatıldığına göre, “Kan akıtılmazsa, kurban caiz olmaz.”
Kurban bayramındaki kurban şöyle tanımlanır: “Koşulların oluşması durumunda, Tanrı yakınlığını sağlamak amacıyla, belirli günlerde, belirli yaşta kesilen (yani, kanı akıtılan) belirli hayvandır.” (Dürer Kitabu’l-Udhiyye, 1/265 ve öteki fıkıh kitapları)
Kurbanda kan, temel amaç olduğu için “hacc” sırasında sunulan kurbanlardan kiminin bir adı da “kan” anlamına gelen “dem”dir. (Fıkıh kitapları, “cinayetler” bölümü)
Sonra, Efendi Tanrı, kendisine sunulan “kurban”ın “özürsüz” olmasını ister. Bu da İslam’a geçmiştir. (Fıkıh kitapları, Udhiyye bölümü). Kurban, en iyisinden olmalıdır.
Yine, Efendi-Tanrı, sunulan kurban, “ilk doğan”lardan olursa daha çok beğenir. Tevrat’ta, bu da özellikle anlatılır. (Tevrat, Çıkış, 13:1, 12, 13,15; 22:29, 30; 34:19; Levililer, 27:26; Sayılar, 3:13;8:16,17;18:15,17; Tesniye, 15:19)
Kabil’in kurbanının niye kabul etmediği, Habil’inkinin ise niye kabul edildiği İncil’de ise şöyle anlatılır: “Habil, Tanrı’ya, Kabil’den daha iyi bir kurban sundu..” (İncil, İbraniler, 11:4)
Demek ki, Efendi-Tanrı’nın istediği koşullara uygun olan kurban, Habil’in kurbanıydı. “Kan” vardı, kurban “en iyisi”ndendi ve de “ilk doğan”dı.
Her adımda kurban
Anadolu’da yeni evlenen çiftlere kurban kesilir. Çiftler kurbanın üzerinden atlarlar. Kanlarını da alınlarına sürerler. Nedeni, evliliklerinin mutlu geçmesi.
Kan akıtmak, uğur ve mutluluk anlamına geliyor.
Yağmur yağmadığı zaman Cuma günleri duaya çıkılır ve kurban kesilir. Yağana kadar bu olay tekrarlanır. Toplumumuzda her önemli gelişmeye kurban kesmek eski bir gelenektir.
Yeni bir gelenek: Yeni bir araba mı alındı? Hemen kurban kesilir. Araba, kanın üzerinden geçer, uğur sayılır.
Devlet büyükleri de kurbanla karşılanır. Fabrika ve işyerleri açıldığında, çocuğu olmayanların kutsal yerleri ziyaretlerinde, futbol takımlarının sezon açılışlarında.. Kurban kesme, Kurban Bayramı’nda ise katliam boyutlarına ulaşır.
Kurban kesmenin kökeni nerede? Islamî bir gelenek mi? Yoksa, daha eski çağlara mı uzanıyor?
İbrahim Ve Oğlu
İlk doğanın tanrıya kurban edilmesi çok eski bir gelenektir. Kuran’dan okuyalım:
“İşte biz ona (İbrahim’e) uslu bir oğlan müjdesini verdik. (Çocuk doğup büyüdü) Çocuk kendisiyle birlikte çalışma çağına erişince, (babası): ’Oğulcuğum! Düşümde seni kesiyor olduğumu gördüm. Bir düşün, ne dersin?’ dedi. (Oğlan da) ‘Baba! Sana buyurulanı yap. O zaman Tanrı dilerse, beni sabredenlerden bulursun!’ diye karşılık verdi. İkisi de boyun eğince, ve (babası) onu alnı üzerine yatırınca, biz seslendik ona: ‘Ey İbrahim! Düşünü doğruca yerine getirdin. Biz iyi davrananları böyle ödüllendiririz.!’ Apaçık bir denemeydi bu kuşkusuz. Biz kurtulmalık (fidye) olarak ona büyük bir kurbanlık verdik.” (Saffat:101-107)
Bu ayetlerde anlatılan öyküye göre özet olarak şunlar olmuş:
1) İbrahim bir çocuk istemiş Tanrı’dan. “Şöyle, akıllı uslu olsun!” ve de “oğlan!”
2) İbrahim’in bu dileği kabul edilmiş. Bir oğlu olmuş.
3) Ne var ki, bu ilk oğlanı kurban olarak kesmesi gerekmiş. Çünkü, Tanrı’dan öyle buyruk almış. Hem de “düşünde!”
4) Oğlan biraz büyüyünce babası düşünü açmış. Oğlan da kesileceğini ve bunun bir Tanrı buyruğu olduğunu anlayınca, babasına, buyurulanı çekinmeden yapmasını söylemiş.
5) Ve, İbrahim, kesmek için oğlanı yüzüstü yatırmış. Kesecek!
6) İşte tam o sırada Tanrı, “İbrahim!” diye başlamış seslenmeye. Oğlunu kesmemesini bildirmiş, düşünde gördüğüne bağlı kaldığını, “sadakat” gösterdiğini anlatmış. “Bu bir denemeydi (seni denedik!)” demiş.
7) Ve de, (kuşkusuz gökten) bir kurbanlık göndermiş. “Bir büyük kurbanlık”
Sorular, sorular..
– İbrahim, çocuğunu kurban etmek, kesmek için, bir “düş”ü nasıl kanıt saymış? Bunun Tanrı’dan olabileceğini nasıl (daha doğrusu niçin) düşünmüş?
(- İbrahim, kesecekse, niçin çocuk istemiş?
– Hangi baba, kendi oğlunu yatırıp boğazlar?
– Sonra; niçin kes emrini İbrahim’in düşünde vermiş de, kesme emrini niçin uyanıkken vermiş. Kes emrini de uyanıkken veremez mi idi? HB)
– Bu oğlanı bir armağan olarak veren Tanrı’ysa, nasıl olur da yatırıp kesmeyi buyurur? Böyle “armağan” olur mu? Tanrı’nın amacı armağan vermek mi, yoksa cinayet işletmek mi, öz çocuğumu öldürterek sonsuz acılara gömmek mi? diye niye düşünmemiş?
– Burada olduğu gibi, başka konularda da Kuran’da, Tanrı’nın insanları denediğinden söz edilir. Tanrının denemeleri kime karşı, niçin? Bir şey öğrenmeye ya da kanıtlamaya gereksinimi mi var?
– (Her şeyi bilen, insanın kaderini belirleyen Tanrı; nasıl olur da insanları denemek ister? Halk arasında denir ki: “Bir kuş kanadını, bir ağaç yaprağını Tanrı’nın izni olmadan kımıldatamaz…” demez mi? H.B)
-Bir başka kişi de, “Düşünde gördüğünü kanıt sayarak,” İbrahim’in tutumunu gösterirse (yaptığını yapmak isterse) ne olur? İbrahim’in öyküsüyle buna yol açılmış olmuyor mu?
Hemen belirtilmeli ki, bu yola gidenlere Müslümanlarda rastlanmıştır!
-Tanrı, İbrahim’e -düşte de olsa- “oğlunu kesmesini” gerçekten buyurmuş da, sonradan buyruğunu geri mi almıştır? Böyle bir istek, Tanrı’lıkla bağdaşır mı bu?
-Tanrı, İbrahim’e çocuğunu kesmemesinii bildirirken oğlanın yerine bir “kurtulmalığa” (fidye) niye gerek görmüş? Bir başka canlıyı kurban etmek niye? Ya da bunun için bir kurbanlık yaratıp göndermek?
Akla gelebilen ama, karşılıksız kalan sorulardır bunlar.
Ayetlerden anlaşılan o ki, “ilk doğan oğlan”ın, “Tanrıya kurban edilmesi” biçimindeki eski inancın bir yansıması var burada.
Kuran’daki öykünün kaynağı, kuşkusuz Yahudi kaynakları ve en başta da Tevrat. Aynı öykü Tevrat’ta da anlatılır.
Mal anlayışının yansıması
İbrahim’in oğlunu kurban olarak sunmaya götürmesinden söz edilmesi, bir durumu daha yansıtır.
Bu dinlerde “insan” kimi durumlarda “mal”dır. Örneğin köle, sahibinin “mal”ıdır. Çocuk da özellikle babanın “mal”ıdır. İbrahim’e, çocuğunu kurban etme yetkisi verilmesi bundan.
Muhammed: “Ben iki kurbanlığın oğluyum”
Muhammed’in böyle dediği aktarılır. Ve yorumlanır ki, kurbanlıklardan biri İbrahim’in oğlu İsmail’di, öbürü de Muhammed’in babası Abdullah. (Bkz. Acluni, Keşfu’l-Hafa, Arapça, 1985, 1/230, hadis no:606. Ayrıca, bkz. Tefsirler, örneğin, F. Razi, 26/152)
Gelin görün ki, bir terslik var gibi. İbrahim’in oğlu, Tevrattaki ve Kur’an’daki “Efendi (Rab) Tanrı” için adanmışken; Muhammed’in babası Abdullah, Müslümanların “put” saydıkları “Hubel” için adanmıştı. (Bkz. Ibn’ul-Kelbi, Kitabu’l-Esnam, tahkik:Ahmed Zeki Paşa, Ankara, 1969, Arapçası, s.18, Türkçesi “Putlar Kitabı”, çev. Beyza Düşüngen, s.36, Ilahiyat yay.) Yani, peygamberin babası bir put için kurban olarak adanmış ve “put”lara karşı gösterile gelmiş olan Muhammed’ce de benimsenmiş.
Aslında bunda bir terslik yok. “Put” denen “Hubel”, gerçekte “el Ba’l” anlamındadır. Yani Fenikelilerin en büyük ve ünlü Tanrısı Ba’l. Mezopotamya’da ve Araplar içinde de son derece yaygın bir tapınma alanı bulan, tanınan “Ba’l”ın anlamı da “Efendi”dir.
Şu demek oluyor: Kuran’ın ve Tevrat’ın “Tanrı”sı nasıl “efendi (rab)” niteliğini taşıyorsa, bunlara kaynaklık eden “Ba’l” da bu nitelikteydi. (Bkz. Dr. Muhammed Abdulmuid Han, El Esatiru’l-Arabiyye Kable’l-İslam, Arapça, Kahire, 1937, s.114 ve öt.)
Demek ki, babasının “Ba’l”e (Hubel’e) kurban olarak adanmışlığını Muhammed’in benimsemesinde, gerçekte bir terslik yok. Kendi Tanrı’sıyla, bu “Tanrı” arasında bir fark olmadığı için.
Peki, Muhammed’in babasının kurban olarak adanması olayı nedir?
Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib, “on tane oğlu olursa, birini ‘Tanrı’ya kurban edeceğini” söyleyerek adakta bulunur. Sonra 10 oğlu olmuştur. Oğulları gelişme dönemine girince, durumu bildirir onlara. “Andım, adağımdır, içinizden birini kurban olarak keseceğim.”
Hepsini toplar, Kabe’ye, Hubel’in önüne götürür. On tane okun üzerine on oğlunun adını yazar. Ve, Muhammed’in babası Abdullah’ın adının yazılı bulunduğu ok çıkar sonunda. Kurbanlık, Abdullah’tır.
Kurban yeri olan Isaf ve Naile adlı putların yanına götürülür. Abdulmuttalib bıçağı eline almıştır. Şakası yok, kesecek oğlunu. Ama sonunda Kabilesinden kişiler onu bu işten vazgeçirirler. Bir takım öneriler geliştirerek..Sonunda “deve”nin başına çorap örerler. Abdullah’ın yerine deve kurban edilir. (Bkz. Ibn Ishak, E’s-Sire, tahkik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.10-18, fıkra:16-22;Ibn Hişam, e’s-Sire, 1/50; Beyza Düşüngen, Putlar Kitabı, s.75, not:190)
Yine, anlatıldığına göre, Abdulmuttalib’in adağı ‘zemzem’ kuyusunu kazma sırasında olmuş. Abdulmuttalib, kurbanlık olan oğlunu keseceği sırada, kendisine: “Tanrı’nı razı et de oğlunun yerine deve kurban edilmesini kabul etsin..” demişler. Sonra öyle olmuş ve adam 100 deve kurban ederek işin içinden kurtulmuş. (Bkz.Acluni, 1/230; F. Razi, 26/152. Ve öteki tefsirler.)
Abdulmuttalib’in Kurban olarak kestiği anlatılan “yüz deve”den söz edilince, Muhammed’in kestiği ve kestirdiği “yüz deve” akla geliyor ister istemez:
Buhari’nin de yer verdiği hadise göre, Muhammed, “Veda Haccı”nda ‘Yüz Deve Kurban’ olarak sunmuştu. Bunlardan büyük bir kesimini de kendi eliyle kesmişti. Kalanını, damadı Ali’ye kestirmişti. (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Hac/121-122; Tecrid, hadis no: 829; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Hac/348-349, hadis no: 1317)
Muhammed’in “yüz deve” kurban edebilmiş olması, servetinin büyüklüğünü de ortaya koyuyor. Yahudilerden elde ettiği “ganimet” olarak çokça ve çok önemli hurmalıkları olan Muhammed, çok da yoksul tanıtılır.
Enes, şunu anlatıyor:
“Bir arpa ekmeği ve bir bayat yağla peygambere vardım. Peygamberin zırhı da, Medine’de bir ‘Yahudi’ye rehin olarak verilmişti” (Bkz. Tecrid, hadis no: 966) Yani, “Peygamber bu denli yoksul” demek istenir. Ve Muhammed’in bu yoksulluğu cami cemaatlerine de anlatılarak inananlar ağlatılır.
(Burada akla gelen bir soru. Bir d bizde; Ramazan ayı boyunca İslam Peygamberinin yoksulluğundan söz edilir. Öyle ki açığını hissetmemek için karnına taş bağladığı söylenir. Sanki karnına taş bağlanan insan açlığını hissetmezmiş gibi. Neyse yoksul olduğu söylenen İslam peygamberi yüz deveyi hangi parayla alıp da kesmiş?.. HB)
Kurban Bayramı, “kurban”ın, “kurbanlıkların bayramıdır. Ve en eski çağların “tanrılara kurban” geleneğini yansıtır.”
(Not: Bu yazı, Turan Dursun Site’sinden alınmıştır. Site görevlileri de bu konuyu Turan Dursun’un “Din Bu” c.1, kitabının sf.122-127 den aynen aktarmıştır.)
X
HAC KURBANI’NIN EKONOMİYE ZARARI

Türkiye’den Suudi Arabistan’a son 10 yılda 700 bine yakın kişi gitti. Toplam 1 milyar 260 milyon dolar harcandı. Yaklaşık 630 bin kurban kesildi. Kuma gömülen bu kurbanlar için de 63 milyon dolar ödendi.
Son 10 yıldır, hac görevini yerine getirmek için Türkiye’den Suudi Arabistan’a giden 700 bine yakın kişi, toplam 1 milyar 260 milyon dolar (yaklaşık 1.6 katrilyon lira) harcadı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve A grubu seyahat acenteleri aracılığıyla hacca gidenlerden, kişi başı ortalama 1800 dolar (yaklaşık 2.3 milyar lira) hac ücreti alınıyor. Hacca gidenlerden yüzde 99’u bu ücret grubunu tercih ediyor. Yüzde 1’lik grup ise 2-3 kişilik odalarda, müstakil, yemeksiz 2750 dolarlık (yaklaşık 3.6 milyar lira) ya da yemekli 3250 dolarlık (yaklaşık 4.3 milyar lira), Kabe’ye uzak, kısa süreli 5 yıldızlı odalarda konaklanan 4500-5500 dolarlık (yaklaşık 5.9-7.2 milyar lira), Kabe’ye yakın, kısa süreli 5 yıldızlı odalarda konaklanan 5500-9500 dolarlık (yaklaşık 7.2-12.4 milyar lira) kategorileri tercih ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu yıl 1620 dolar (yaklaşık 2.1 milyar lira) ve 210 milyon lira hac ücreti alıyor. Bu ücretin 685-700 doları THY ve Suudi Arabistan Hava Yolları uçakları ile gidiş-dönüş uçak bileti olarak veriliyor. Geri kalan 1100 dolarlık (yaklaşık 1.5 milyar lira) kısım ise vize işlemleri, kira, ulaşım gibi ücretleri kapsıyor.
KURBAN 100 DOLAR
Hacca gidenlerin yüzde 90’ı Suudi Arabistan’da kurban kesiyor. Kurbanların kesim ve dağıtım işi İslam Kalkınma Bankası aracılığıyla yapılırken, kurban kestiren her hacıdan 325-375 Suudi Arabistan Riyali (yaklaşık 100 dolar) ücret alınıyor. Son 10 yılda Türkiye’den bu ülkeye giden hacılardan yaklaşık 630 bin kurban (Bu kurbanların büyük çoğunluğu değerlendirilemediği için kuma gömülüyor) için toplam 63 milyon dolar (yaklaşık 82.5 trilyon lira) para harcadığı hesaplanıyor. (Kaynak: Hürriyet 02.02.2002)
Hac’da kesilen kurbanların etleri Türkiye’ye Arap hayvanları hastalıklı olduğu için getirilmeyecekmiş.
hastalıklı hayvani kurban etmek dinen caiz midir?
İslamiyet Gerçekleri Ana sayfası İçin Tıklayınız
İslamiyet Gerçekleri (yedek link)
X
K U R B A N

Allah, kan ister mi kan…
“Allah kan istiyor!” diyen insanlar;
Hem kendilerini, hem de başkasını kandırırlar…
Bu insanlar Allah için binlerce yıldır
“Allah kan istiyor!” diye insanın ve hayvanın canına kıyarlar…

Bir de “Yaratılmışı severiz, Yaratandan ötürü…” derler.
İyi ki severlermiş; ya bir de sevmeselermiş, kim bilir neler ederlermiş…
+
Aşağıdaki yazılar Prof Dr. İlhan Arsel’e 15 yıl önce gönderdiğim mektubun kurban’la ilgili bölümüdür.
Sayın Prof. Dr. İlhan Arsel mektubumdan bu bölümü “TOPLUMSAL GERİLİKLERİMİZİN SORUMLULURI DİN ADAMLARI” adlı kitabının girişine almış. Kurban Bayramı nedeniyle bilgilerinize sunuyorum.
… Nitekim Atatürk’ün getirdiği laik eğitimden geçmiş kuşağın bazı temsilcileri, bütün baskılara rağmen kendilerini vicdan denizine salabilmişler ve şeriât’ın olumsuz diğer yönlerine olduğu gibi kurban geleneğine karşı da seslerini yükseltebilmişlerdir.
Şimdi avukatlık yapmakta olan eski bir öğrencimden aldığım mektupta şu güzel duygular dile getirilmiş:
“Bugün arife, yarın Kurban Bayramı. Penceremden izliyorum bir haftadır kesilmek için götürülen kurbanlıkları.
Kocaman, kocaman in¬sanlar; büyük baş bir hayvanı önlerine katmış, iteleyerek, kakalayarak götürüyorlar, yarın da ortaklaşa bo¬ğazlayacaklar.
Bir haftadır yarını düşünüyorum. Yarını düşündükçe tedirginlik duyuyorum. Bir hüzün kaplıyor içimi. Bu Kurban bayramına dayanamıyorum. Allah adına cana kıyılmasına akıl erdiremiyorum. İnsan gereksinimi için hayvan keser; ama, Allah için kan akıtmaz.
Tevrat’ta bir peygamber. Adı İşa’ya. Bundan, şu kadar bin yıl ön¬cesinin duyarlı insanı. Dayanamıyor Allah adına cana kıyılmasına, kan akıtılmasına…
Kavmine kafa tutuyor: Bakınız ne diyor:
“RAB diyor: Kurbanlarınız çok olmuş bana ne? Koçlardan yakılan sunulara, ve besili hayvanların yağına doydum; ve boğaların, kuzuların, ve ergeçlerin kanından hoşlanmam.” (Tevrat. İşaya. 1/11)
Bir de şöyle diyor: ““Sığırı boğazlayan, adam öldüren gibidir: kuzu kurban eden köpek boynu kıran gibidir..” (Tevrat. İşaya. 66/3)
Özetlersek: -‘Yazık’ – diyor, -‘Allah için cana kıymayın, hayvanları boğazlamayın’- diyor…
Biliyorum cin değil de din çarpmışlar hemen yapıştıracaklar: “Efendim sözünü ettiğin Tevrat tahrif edilmiştir!..” Al öyleyse bir de tahrif edilmemiş kitaptan. Bakalım buna ne deyecekler?:
“… Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak ve ancak sizin O’nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Kuran. Hac. 22/37)
Demek ki asıl olan salih amellerdir. Gösterişten uzak ibadetlerdir. Günümüzde ise gösteriş için cami cami koşan politikacılara ne denir?
Geçen gün bir yurttaş televizyonda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yetkili birine soruyordu. “Keseceğim kurbanın bedelini bir hayır kuruna versem veya bir yoksula yardım etsem?”
Yetkili televizyonda ne dese beğenirsiniz…
“- Hayır olmaz! İlla kan akacak. Allah kan istiyor!..”
“- …”
Görüldüğü gibi kitabı okuyup anlayan yok. Peygamberlerini dinleyen yok… Kitabı diyor ki “Allah kan istemiyor; salih amel ve gösterişten uzak ibadet istiyor!” Diyanetteki yetkili ise “Hayır olmaz, İllâ kan akacak… Allah, kan istiyor…” diyor..
Görüldüğü gibi insanlıkta bir adım ilerleme yok. Atalarından ne görmüşlerse onu yapacaklar.
Yarın yine Allah için kur¬ban kesecekler; kesilecek olan kurbanın başına ailecek dizilecekler. Baş gövdeden ayrılacak, oluk oluk kan akacak… En küçüğünden en büyüğüne, bütün kurban kesenler kan görecekler; yâni kan dökmeye küçükten alışacaklar.
Kurban Bayramı’nın geceleri beni uyku tutmaz. Tıpkı idam cezalarının infaz edileceği geceler gibi! İdam cezalarının infaz edileceği geceler uyanırım, saatime bakarım. Şimdi infazcılar idam mahkûmunun hücresine geldiler, ‘kalk’ dediler, ‘giyin’ dediler… (vb…)
Kurban Bayramının gecelerinde de böyle olurum. Uyanır saati¬me bakarım: ‘şimdi cami’ye bayram namazına gidiyorlar’ derim; ‘Na¬maz biter bitmez hayvanların canlarını alacaklar’ derim. Bunu, et yemek için yapsalar belki aldırmayacağım ama; Allah adına cana kıyma¬ları, kan dökmeleri beni bitiriyor. Allah adına bu kan dökücülüğü bir türlü kafam almıyor.
Kimse gerçekleri söylemeye cesaret edemiyor. Cesaret edenin de başına olmadık işler geliyor. En azından toplumdan dışlanıyor. Bunu da göze alabilecek bir kaç kişi çıka¬biliyor; ama bunun da toplumsal bir etkisi olmuyor.
Gazetelere bakıyorum; (…) adın¬daki bir İlahiyat Fakültesi Profesörü, bugünkü … gazetesinde kurbanlıkların nasıl olması gerektiğine, hangi hayvanların nasıl kesi¬leceğine, kaç kişinin bir büyükbaş hayvan alıp ortaklaşa kesecekleri¬ne ilişkin dizi dizi yazılar döşeniyor.
Televizyondaki açık oturumun bu¬ günkü konusu ‘Bayramlar’. Bayram kavramı tartışılacak… Profesörlerden, sosyologlardan, gazetecilerden, tanınmış kişilerden oluşan konuşmacılar Prof ….’nin yönetiminde Kurban Bayramı’nın er¬demi hakkında açıklamada bulunacaklar …
Öyle sanıyorum ki bunlar kurban kesmenin erdemi konusunda birbirleriyle yarışacaklar. İçlerin¬den birisi olsun bunun, ilkel toplumların Allah’ı tavlamak için buldukları bir çözüm olduğu konusunda bir tek söz etmeyecek.
İlkel toplumlar doğa olaylarının nedenini, niçinini bilmezlerdi. Bir deprem olur, bir sel baskını olur, bir yıldırım düşer yangın olur ve binlerce insan ölürdü. Bu ölümleri Allah’ın kan isteğine bağlarlardı ve Allah’a (hita¬ben): -‘Biz sana istediğin kanı kendi isteğimizle verelim! Yeter ki öf¬kelenme!-‘ diyerek kurbanlar keserlerdi.
Dinler tarihinden öğrendiğimize göre ilkin kabilenin ilk doğan erkek çocuklarını, sonra en güzel kızlarını Allah’a kurban ederlerdi. İnsanların kurban edilmesinin ilkel¬liğinin ayrımına varan İbrahim peygamber; “Bari insan yerine hayvan keselim!..” diye bir adım ileri attı. İbrahim Peygamber; insan yerine, hayvan kesmeyi ilk akıl edenlerden. Ama “Allah kan ister mi?” demeyi akıl eden yok… Sonunda, Allah’ın kan isteğini karşılamak için bu kez de hayvan kesiliyor.
Bugün Batı dünyası, bu kan akıtma geleneğinden yavaş yavaş sıyrılmakta. Kurban yerine yumurta pişirerek bu geleneği yaşatanlar var. Yani bir aşama, bir ilerleme var… Demek ki bir duyarlılık var. Kan dökmekten nefret ediyorlar, kan döke-ceklerine yumurta pişiriyorlar. İşte bugünkü açık oturumda bu husus¬larla ilgili bir tek sözcük duyamayacağız.
O ‘Profesör’ etiketli konuşmacılar; halkı aydınlatıp uyaracaklarına, bütün inandırıcılıkları ile yalan üs¬tüne yalan katacaklar. Halkın bu konuda katmerleşen bilgisizliğini daha da katmerleştirecekler.
Koca koca profesörlerin, yazarların, psiko¬logların yaptıkları bu konuşmaları, dinleyen halkımız; yarın gönül rahatlığı ile, vicdan huzuru ile, büyük bir acımasızlıkla, büyük bir zevkle, kaçanları kovalayıp tutarak; “Allah kan istiyor!” diye, dayayacaklar bı¬çakları boğazlarına…”
Bilge Balta (G. T. 8.1.2005)