KEHLEYM

KEHLEYM

İş yerindeydim, henüz öğlen olmamıştı. Cep telefonum çalıyordu. Bilmediğim bir numaraydı. Açmakla açmamak arasında kararsız kaldım.

Telefonda söylenenler karşısında şoka girmiştim. Dizlerimin bağı çözülmüştü. Babam, babam… diyerek kapıya yöneldim…

Bilmediğim ses bana “Babanız kalp krizi geçirdi. Şu an Batıkent Camii’sinin yanındaki pazar yerinde, ambulans gelmek üzere” demişti.

O iş yerine yeni taşınmıştık. Annem ve babamın evine yürüyerek 2 dakikaydı. Babamın kalp krizi geçirdiği yerde hemen yokuşun aşağısındaydı. Koşarak babamın bulunduğu yere gittim.

Babamı gördüğümde yerde yatıyordu. Yüzü bembeyazdı, üstü başı toz içindeydi. Kusmuştu… Gözleri donuk, takma dişi, gözlüğü, cep telefonu, şapkası yanında duruyordu. Babamı görür görmez gözlerim dolmuştu.

Metin olmalıydım. Yufka yüreğime sözümü geçirmeliydim. Babamın o sönük gözlerindeki ani değişikliği fark etmiştim. Yanında artık ben vardım!..

Ambulansın ön koltuğuna oturmuştum. Babam arkada sedyede yatıyordu. Şoför, “hangi hastaneye gidelim?” diye sordu. “Hangisi yakınsa” dedim. Yolu yarılamıştık, arkadaki hemşire şoföre, “sireni çal, hızlan!..” demişti. Bu babamın durumunun daha da tehlikede olduğuna işaretti.

İner inmez elektroşok uygulamışlardı babama. Kapının önündeydim. Doktorun ellerinde tuttuğu aleti babamın göğüs kafesine her değdirdiğinde neredeyse yattığı yerden havalanıyordu. Bir, iki derken duran kalbi, üçüncü şokta tekrar atmaya başlamıştı.

O an kendimi tutamamış, hıçkırarak ağlamıştım. Babamı hemen yoğun bakım ünitesine aldılar. Yoğun bakımın kapısında geçen süre ömrümden ömür almıştı.

Kalbinin düzenli çalışabilmesi için kalp pili takılmıştı. Babam kendisine bu ameliyat sonrasında “Pilli Dede” ismini koymuştu.

Kısa bir süre sonar kontrole gelmemiz istenmişti. Ben, ablam ve babam birlikte gitmiştik. Güler yüzlü genç doktorun odasına hep birlikte girdik. Hoş bir sohbet sonrasında doktor babama “sizi şöyle alalım” deyip sedyeyi gösterdi.

Babam, mevsimlerden yaz olsa da kışı yaşıyormuşçasına kat kat giyinmişti. Ceketi, yeleği, gömleği, içliği, nihayet fanilasını da çıkarttıktan sonra zaten babam soluk soluğa kalmıştı. Ablam bana babamın üzerinden çıkanları göstererek, daha önce anlattığı muzır fıkraya gönderme yaparak, “tarladaki tümsek misali!” deyip gülümsemişti…

Doktor, boynunda stetoskopu babamın göğsünü dinlerken, “herhangi bir şikayetiniz var mı?” diye sordu.
Babam, Gaziantep şivesiyle; “ara sıra kehleym doktor bey!..” demişti.
Ablam ve ben bu sözcüğe alışık olduğumuzdan önce garipsemedik…
Doktor, “efendim, anlayamadım?” demişti.
Babam gayri ihtiyari tekrarladı…
“Ara sıra kehleym…” dedikten sonra durumun farkına vardı… Kendi aramızda gülüştük…
Babam doktora, “ne dediğimi anladın mı sen?” diye babacan bir tavırla sordu.
Doktor, “ara sıra kesiliyormuşsunuz” diye anladığı şekilde açıkladı.
Babam yüzündeki tebessümle, “kehleym Antep’çe bir sözcüktür, bazen nefes alırken zorlanıyorum anlamında kullanılır” diye açıkladı.

Babam giyinmiş, doktor masasına oturmuştu. Bilgisayardan bakarak reçete numarasını yazan doktor, kalemini elinden yere düşürmüştü. Eğilip bulmaya çalışsa da bulamamış, oturduğu yerden kalkmış, masanın altına yuvarlanan kalemini almıştı. Yerden kalkıp doğrulan doktor elini beline koyup, yüzündeki muzır ifade ile, “bakın ben de Kehleym!” demişti…

16 Haziran 2014, Yener Balta