ACI İLE AĞIT ARASI BİR SES

ACI İLE AĞIT ARASI BİR SES

 

İş yerinde ki yoğun sesden midir nedir, aslında müziksiz geçmeyen bir anımı, niyeyse eve geldiğimde sesizlik kaplasın istiyorum. Zihnim yoruluyor sanrım, sesizlik istiyorum.

 

Televizyonun sesine tahammül edemediğim gibi, bir film izlemek için televizyonun karşısına geçtiğimde filimden çok reklam izlemek zorunda kalıyor, film süresi kadar reklam izlettiriyorlar zorla.

 

Yaygaracı haber sunucuları! Daha çok izlenme kaygısı ile şişirdikleri haber programları. Bazı gazetelerin üçüncü sayfa habelerinden kalır yanı olmayan, haber diye niteledikleri yetmiyormuş gibi, görüntüleri de şişirip duruyorlar tekrar tekrar. Hiç cazip gelmiyor bana. Aklı başında haberi verip geçen kanallar haber almam için yetiyor.

 

Sesizliği dinlemek de bazen yorucu oluyor. O yalınlığın, o dinginliğin, o yalnızlığın tanımı olan sesizliğin tam ortasını yarıp geçiyor o acı ağıt sesi! Nedir, kimdir, nedendir, bilmiyorum!..

 

Sokaktan geçen araba sesleri azalıyor akşamın ilerleyen saatlerinde. Zaten çok sesiz bir mahalle burası. Bir gurup göçmenin yerleşim yeriymiş bir zamanlar. Oturduğum ev sokağa bakıyor, gece ile sesizleşiyor tüm sokak. Her gece çöp aracının gelişi hariç. Bir de ramazan ayından yeni çıkmış olmanın sevinci, tüm sesizliği bozan ritimsiz davul sesi. Kamyonetin arkasına binilmiş, en düşük kilometre ile ne kadar sokağı dolaşırsak kardır deyip, geçmişin nostaljisinden eser kalmayan davula vuran tokmak sesi. Tüm sesizliği bir an için bozuyorlar.

 

Apartmanın giriş katında oturuyorum. Apartmana giren ve çıkanların tüm sesi olduğu gibi içerde. Kapı kapatılırken elleri arkaya dönmediğinden mi nedir, kapının bırakılma gücü ile kapanmasıyla çıkan ses yankılanıyor tüm boşlukta. Basamaklardan iniyorlar mı, çıkıyorlar mı, acelesi mi var, yorgun mu, içinde bulundukları psikolojileri anlaşılıyor atılan adımlarından. Gelenim olmayacak eminim, hiç bir sesi üzerime almıyorum.

 

Tam tamına üç yıl oldu benim bu eve gelişim. Güneş girmese de, ışık almasa da, ısınmada zorlansam da seviyorum bu evi. Belki de kendime ait oluşundan. Çok şanslı olduğumu da düşünmüyor değilim, bu yaşta bir ev sahibi olmak. “Babam sağolsun” lafı çok doğru burda. Sağolsunlar anam da, babam da, sağlıkla çok yaşasınlar, hayat mücadeleme katkıda bulundukları için. Yoksa bir devlet dairesine bile kapak atamayıp, özel şirketlerde bunca yıl çalışmış, dayanabildiğim kadar zorluklarına dayanmış, çalıştığım sürenin neredeyse yarı yılı kadar  boşta kalmakla bu evi asla alamazdım.

 

Sesizliğimi bozan, tüylerimi diken diken eden, o ne olduğunu anlayamadığım sesin kaynağını çözmüş olsam da bir süre önce, dayanmak, tahammül etmek mümkün değil. Bana ne kadar yorucu gelse de, örtsün diye o sesi, duymayacağım ve dayanabileceğim yükseklikte açıyorum müziğin sesini. Dinlediğim müziğin türünün ne olduğu hiç önemli değil o an için. Yeter ki ses olsun, yeter ki örtsün o dayanılmaz sesi. Acı ile ağıt arası bir ses! Neredeyse her gece. Gecenin sesizliğinde kendini duyuran, gündüzün sesinde kaybolan o ürpertici ses! Bazen ele geçen bir nesnenin herhangi bir şeye vurularak o ürpertici sese eşlik eden tok sesi.

 

Parkta yürüyüş yaparken tanıştığım bir bayanla sohbet sırasında daha önce benim yan bina da oturduğunu öğrenmem üzerine de sesin kime ve neye ait olduğunu anlamış oluyorum.

 

Doğuştan özürlü bir çocuğunun çıkardığı acı ağıt olduğunu öğreniyorum. Her ne kadar hala her duyuşumda beni ürpertse de, o sır perdesini aralayan sesin kaynağını öğrenmiş oluyorum.

 

YENER BALTA

15 Ekim 2006