ŞAŞKIN BAŞKAN

TABULARA, TALANA, YALANA BALTA

IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA HAYIR!..

Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
www.tabularatalanayalanabalta.com

ŞAŞKIN BAŞKAN

Bir Perdelik Müzikli Oyun
Hayri BALTA. Gaziantep, 8.12.1964

Kişiler:

Hasta
Hastanın Eşi,
Hastanın Oğlu,
Dahiliyeci Dr,
Operatör Dr.
Üfürükçü,
Beden Eğitimci Dr.
Müziksever Dr.
ŞAŞKIN BAŞKAN

Bir Perdelik Müzikli Oyun
Hayri BALTA. Gaziantep, 8.12.1964

Günümüzde dernek başkanı olmak için çaba gösterilir; 1960 yıllarda dernek başkanı olmamak için çaba gösterilirdi…

Perde açılmadan önce, perde gerisinden, oynak müzik parçaları çalınır… Bu sıra oyuncular, oyundaki giyimleri ile tek tek seyircilere tanıtılır… Müzik durdurularak perde açılır.
+
Sonradan görme bir zenginin odası. Sağda hole açılmış bir kapı. Solda oturma odasına açılan bir kapı. Duvarlarda birkaç manzara resmi. Ayrıca aile büyüğünün resmi.. Dipte bir sedir. Sağda bir pencere. Solda bir masa ve bir iki sandalye….
Hasta sedirde oturmakta ve sol ayağındaki bir yara ile ilgilenmektedir. Odada kendisinden başka kimse yoktur. Ara sıra karnını, başını da yoklamakta, acı çekmektedir. Oturma odasına açılan kapıya dönerek:… –
Bekir Ağa:
– Ayşe, Ayşe gelsene… Baksana şu halime!.. Daya¬namıyorum artık. (Biraz durduktan sonra…) Ayşe, Ayşe nereler¬desin? Gelsene yahu! Öleceğim daha… (Ayağa kalkar, topalla¬yarak kapıya doğru gider…)
Hanım (İçeri girer, öfkelidir…):
– Yine ne var? Sen de habbeyi kubbe yapıyorsun… Bu kadar bağırıp çağıracak ne var? Ayağındaki bir çıbanı bu kadar büyütmeye değer mi?.. Ömründe hiç mi hasta olmadın?.. ‘
Bekir Ağa:
– Bilmiyorsun hanım bilmiyorsun. Ah bir bilsen ne çektiğimi… Sana küçücük bir çıban gibi görünüyor ama ne çek¬tiğimi bir Allah, bir de ben bilirim.. Bak şimdi ağrılar karnıma, kar¬nımdan da başıma sıçramaya başladı…
Hanım:
– Karnın da mı ağrımaya başladı?
Bekir Ağa:
– Karnım da ağrımaya başladı, başım da.. Sana bir şey yokmuş gibi geliyor ama ölürsem görürsünüz gününüzü…
Hanım:
– Allah göstermeye. Allah yazdı ise bozsun. Ben sen¬siz ne yaparım?.. Sen öleceğine ben öleyim… Allah ocak başın¬dan ırak eyleye. Allah kimselerin kocasını elinden almaya, evini barkını yıkmaya… (Düşünür…) İki sokak ötede bir kadın var. Adı bütün kentin dilinde. Nefesi kuvvetli diyorlar. Elini hangi hastanın üzerine koyup da bir iki okuyup üflese o saat iyi olu¬yormuş… Onu getireyim de seni bir okuyup üflesin….
Bekir Ağa: (Telaşla…):
– Yok hanım yok!.. Bu iş afsunla, üfürükle olacak gibilerden değil… Baksana şu halime… (Karnını tutarak iniler…) Ahi Of! Bu hastalık senin bildiğin hastalıklardan değil. Bu hastalık doktor hastalığı, doktor hastalığı… Doktor gelmezse bu hastalık geçmez!..
Hanım:
– Öyle ama doktorlara da güç yeteceği kaldı mı ki.. (Doktorları öykünerek….) Bir iki tak tuk ediyorlar, adamın iki yüz kağıdını alıyorlar..
Bekir Ağa:
– Aman hanım ne alırlarsa alsınlar… Tak tuk etmez¬lerse pat-küt etsinler. Yeter ki be¬ni iyi etsinler…
Hanım:
– Öyleyse kalk gidelim bir doktora… Bir kere muaye¬ne etsin…
Bekir Ağa: (Büyüklenerek…):
– Doktorun ayağına mı gideceğiz… Aman hanım şerefimi beş paralık mı edeceksin?.. Bekir Ağa o kadar zenginliğine bakmadan topallaya topallaya doktorun ayağına gitmiş derler. Evde muayene olursa çok para vermekten korku¬yor, derler. Daha az para vermek için doktorun ayağına gi¬diyor, derler… Doktor benim ayağıma gelsin. Doktor gelsin beni evimde muayene etsin. Alsa alsa ne alır ki.. Ne alırsa alsın. Ben bu parayı dar günler için, kötü günler için kazandım.?
Hanım:
– Sağa sola ne bakıyorsun sen… Para paradır. Bu gün bir kılın bir örmeye yararı var. Yazık değil mi paramıza… Kolay mı kazandık sanki. Senin için evde çıkrık eğirdiğimi, masura sardığımı ne çabuk unuttun?..
Bekir Ağa: (öfkelenerek eşini omzundan iter…):
– Uzatma hanım, uzatma… Bu evin erkeği sen misin, ben miyim? Bu evin erkeği benim. Parayı kazanan da benim.. Hasta olan da… Ben ne dersem o olacak… Çağır şu Hacı’yı da bana bir doktor getirsin.. (Hacı’yı çağırmak için topallaya topallaya kapı¬ya doğru gider…) Hacı, Hacı nerelerdesin? Baban burada can çekiyor, sen oralarda Tom Miks okuyorsun. Yazıklar olsun sana.
Hacı (Ürkek, ürkek içeri girer…):
– Ne Tom Miks okuması ba¬ba, derse çalışıyorum derse… Lise son sınıf öğrencisi Tom Miks mi okurmuş?…
Bekir Ağa:
– Gel, seninle tartışacak durumda değilim şimdi… Hemen git, en yakındaki bir doktoru al da gel!..
Hacı:
– Hangi doktoru çağırayım baba?
Bekir Ağa:
– Oğlum, hangi doktor diye sorulur mu? En yakındaki bir doktoru al da gel!. Babam çok hasta, can çekiyor, der¬sin… (Oğlunu kapıya doğru götürürken kulağına eğilerek seyircilerin duyacağı tonda…) Gelirken doktorla birlikte yürüyerek geliniz. Doktor bir taksi tutalım derse, evimiz şuracıkta, yakın dersin. Taksiye gerek yok. Kendisini dükkanımızın bu-lunduğu çarşıdan getir… Soran olursa babam çok hasta da doktor götürüyorum dersin… Haydi oğlum göreyim seni.. Babanın oğlu ol-duğunu göstermelisin…
(Hacı çıkar. Hasta acı çekmeye, uğunmaya başlar…)
Bekir Ağa:
– Hanım git bana bir ıhlamur pişir… Bakma öyle yüzüme!.. Sıcak bir şey getir de önce şu sancıdan kurtulayım… Sanki, saniyede bir yıldırım düşü¬yor karnımın içine… (Hasta kalkar evin içinde dolaşır…) Of, of!. Başım dönüyor başım… Ağrıyor da üstelik.. Kopasıca başım kopacak gibi ağrıyor… (Kendisini hâlâ dinlemekte olan eşine…) Ne bakıyorsun öyle, nerdeyse doktor gelecek…
(Bekir Ağa, Hanım odadan.çıkarken ayak seslerini izler… Ayak sesleri uzaklaşınca canlanarak ayağa kalkar ve odanın ortasına gelir. Kendi Kendine söylenmeye başlar. Anlamlı, anlamlı gülümseyerek…):
– Bir de bana Esnaf Birliği’nin Başkanı ol diyorlar… Paran oldu mu her işi yakıştırıyorlar adama?.. Amma paran yoksa yüzüne bile bakmazlar adamın… Ben kim Esnaf Derneğinin Başkanı kim… Daha doğru dürüst gazeteyi okuyup anlayamıyorum… Yalan, yalan beni dernek başkanı yapmak istemeleri yalan… Dernek başkanlığı adı altında soyup soğana çevirecek¬ler beni… Bende değil paramda gözleri… Yalancı, iki yüzlü, dolandırıcı, üç kağıtçı herifler sizi… Banka gibi kullanacak¬lar beni… Para sızdıracaklar benden… Gösteririm ben size..
Esnaf Derneği için kotadan kalay çıkacak ver para, ikin¬ci kota için ver para, üçüncü kota geldi, ver para… Sizi hın¬zır herifler sizi. Benden başka zengin mi kalmadı şu koca kent¬te… Dernek başkanı yaparak; derneğin odununa, kömürüne kadar para sızdıracaklar benden… Yutar mıyım ben.. Zırnık koklatmam size… Şimdi ben numaradan bir hasta olayım… Onu da bütün aleme duyurayım; ondan sonra, hastalığımdan ötürü dernek başkanlığı yapamayacağım gerekçesiyle, bir istifa, oldu bitti… Ama bu arada birkaç doktora birkaç yüz kağıt gidecekmiş, varsın gitsin… Ama başkanlık yaparsam binlikler gidecek .tomar tomar. Tam da sırası iyi ki çıktı şu ayağındaki yara… Bundan ya¬rarlanmak gerek… Yüz bin kağıt versem böyle bir yara çıkartamazdım ayağımda… Amma da ağrıyor haa!.. Ağrısın, ağrısın,. ağ¬rımanın tam sırası… Gözünü seveyim böyle hayırlı çıbanın.. Dernek başkanlığı haa! Gösteririm ben size dernek başkanlığını…
(Elinde tepsi, tepside ıhlamur bardağı, hanım içeri girer.)
Bekir Ağa:
– Nerede kaldın hanım yetiş!.. İçim yanıyor içim… Neredeyse yangın çıkacak içimde… (Bardağı alarak karıştırır, içmeye baş¬larken hanıma dönerek…) Beni ziyarete gelen olursa sakın içeri alayım deme… Çok hasta, çok hasta, nerdeyse ölecek diye bas feryadı… Of anam of!.. Neredeyse başım kopacak… Karnım da öyle bir ağrımaya başladı ki…
(Bu sırada Hacı içeri girer…)
Hacı:
– Baba doktor geldi… İçeri alayım mı?..
Bekir Ağa:
– Ocağın bata senin!.. Duracak sıra mı?.. Hemen içeri al doktoru… (Doktor içeri girer…)
Bekir Ağa:
– Aman doktor ulaş, öldüm, bittim!… Önce bir ilaç ver de şu karnımdaki sancı gitsin…
(Doktor gururlu, gösterişli, kendini beğenmişin biri… Davranışları ağır, oturaklı…)
Doktor:
– Muayene etmeden, hastalığı teşhis etmeden ilaç mı verilirmiş? Dur hele önce şu hastalığını teşhis edelim… (Hastayı süzerek…) Korkma, korkma bir şeyin görün¬müyor… Hastalığın da korkacak bir durum yok… Biz kötü hastayı gözünden biliriz… Önemli bir hastalığın yok gibi görünüyor…
Bekir Ağa: (Ayağa fırlayarak…):
– Vallahi de Önemli hastayım, billahi de Önemli hastayım… Hele şu ayağımdaki yaraya bak!.. Kurşun yarası gibi…
Doktor:
– Peki, peki öyle olsun!.. Yeter ki sen sakin ol.. Hele bir muayene edelim.. Yat hele şu yatağa, uzat şu ayaklarını… Hah şöyle… (Doktor geriye dönerek masanın üzerine bırakmış olduğu çantasından stetescopu çıkarır… Kulaklıklarını kulağına takar. Muayene etmeye başlar…) Nerenden şikayetçisin söyle bakalım.
Bekir Ağa: (Şaşırır…):
– Karnın, başım… Yok yok ille de şu ayağım…
Doktor:
– Ağrımadık yerin kalmamış daha… Ver bakalım şu ayağını… (Doktor hastanın ayağını sertçe tutarak kaldırmak ister…)
Bekir Ağa:
– Aman doktor ayağım gerçekten hasta… Aman doktor koparacaksın ayağımı, yavaş tut!..
(Doktor, hastanın ayağından sonra; ciğerlerini, midesini, böbreklerini, ağzını, gözünü ilginç bir şekilde muayene eder… Sonra tansiyon aletini çantasına kor ve küçük bir çekiçle döner… Bunu gören hasta…):
Bekir Ağa:
– Aman doktor bey o ne?..
Doktor:
– Bununla sinirlerini muayene edeceğim…
Bekir Ağa:
– Aman doktor sinirlerimde bir şey yok!… Hastalık ayağımda… Yok, yok yalnız ayağımda değil; hem ayağımda, hem karnımda, hem de başımda…
Doktor:
– Şimdi anlarız hastalık nerende?
(Elinde küçük çekiçle hastanın yanına gelir…):
– Hele sen yavaş yavaş kalk, şu masanın üzerine çıkarak otur…
(Hasta masanın üzerine oturmamak için nazlanır… Korkmuş gibi yaparak kaçar… Hastanın hanımı, oğlu, doktor hastayı tutup getirerek masaya oturturlar… Doktor hastanın dizine çekiçle vurur… Bunun üzerine hastanın ayağa yukarı fırlar. Öbür ayağına vurunca da aynı biçimde hastanın ayağı yukarı fırlar… Bunun üzerine Bekir Ağa…)
Bekir Ağa:
– Aman doktor yavaş vur, gözünü seveyim senin… Öldü¬receksin daha beni…
Doktor:
– Korkacak ne var bunda?.. Ben daha bu küçücük çekiçten korkup kaçan hasta görmedim…
Bekir Ağa:
– Onlar.benim kadar hasta değillermiş de ondan!..
Doktor:
– Ne var yahu bu çekiçten korkacak? Gördün ya hiç bir şey olmuyor… Senin de canın pek yufka imiş canım…
(Doktor muayenesini bitirmiştir. Aygıtlarını toplayıp çan¬tasına yerleştirirken…):
Doktor:
– Hiç bir şeyin yok. Maşallah turp gibisin!.. Ayağındaki yara da kör çıban dedikleri yara… Ciğerlerinde, böbreklerinde, yüreğinde ve diğer yerlerine gelince sapasağlam… Demir gibi¬sin maşallah!.. Hiç bir şey bulamadım sende. Ancak sinirlerin biraz bozulmuş. Sanırım sen bir şeyden korkmuşsun… Vesveseye kapılmışsın o kadar!.. Sinirlerin için sana bir ilaç yazacağım. Sabah, öğle, akşam günde bir tatlı kaşığı içersen birkaç gün içinde hiçbir şeyin kalmaz… Yok, yine ben hastayım dersen o zaman bir hastaneye gide¬rek ağrıyan yerlerinin filmini çektirirsin… Ne olup olmadığı filmde görülür. Olur ya bel¬ki yanılabilirim… (Doktor masaya otururken…) Şimdi sana bir reçete yazacağım: Sinirlerin için teskin edici bir şurup, Nevronas, ağrıların için Novalgin, ayağındaki yara için de bir tüp Vitanol…
Bekir Ağa:
– Hay Allah senden razı olsun. Ayağımdaki hastalık belli… Sinirlerimde de bir hastalık yakaladın ya helal olsun sana bu doktorluk….
Doktor:
– Korkulacak bir durum yok! Sinirlerindeki rahatsızlığa gelince son günlerde bir şeye canın sıkılmış o kadar… Verdiğim şurubu muntazam içersen üç güne hiçbir şeyin kalmaz…
Bekir Ağa:
– Şurubu da içerim, hapları da yutarım… Eline sağ¬lık Doktor Bey… Sinirlerimdeki hastalığı buldun ya…Borcumuz ne kadar sen onu söyle…
Doktor:
– Ben bildiğin doktorlardan değilim! Ben hastamla yakından ilgilenirim… Hastamı iyi edinceye kadar çalışırım. Ücretime gelince; muayenede muayene edersem iki yüz lira, evlere gidince dört yüz lira alırım… İlk muayeneden sonra her evinize gelişte de iki yüz liranızı alırım…
Hanım (Kendini tutamı yarak atılır…):
– Aman doktor bey dört yüz lira çok değil mi?
Doktor:
– Ben prensip sahibiyim… Doktor var, doktorcuk var…
(Bu arada Bekir Ağa, Doktor sözünü bitirmeye kalmadan atılarak…):
Bekir Ağa:
– Sus kadın sus! 20 yıl dirsek çürütmüştür o… Doktorla pazarlık edilmez. Hasta değilsin ki bilesin… Can bağışlayan adamla pazarlık edi¬lir mi? Doktor ne istiyorsa vermeliyiz… Görmüyor musun sinirlerimdeki hastalığı nasıl da buldu… Demek ki benim başımın, karnımın, kıçımın ağrıları hep bu sinirdenmiş…
(Doktor ücretini alır. Hacı ve hanım yol göstere¬rek doktoru yolcu etmek üzere birlikte çıkarlarken doktor kapı önünde durup dönerek…)
Doktor:
– Eğer ağrıların geçmezse, başının ve midenin röntgen filmini çektirmelisin…
Bekir Ağa:
– Çektiririm doktor çektiririm. Sen hiç merak etme…
(Doktor, hanım ve Hacı birlikte çıkarlar…Hasta, sevinç içindedir. Kendi kendine konuşmaya başlar…)
Bekir Ağa:
– Şimdi bu doktorun bizim evden çıktığını görenler merak ede¬rek kimin hasta olduğumu sorup soruştururlar… Duymayan kimse kalmaz hasta olduğumu… Bana git de bir röntgenini çektir diyor… Vay akıllı vay!. Hiç gider miyim… Niçin röntgen filmimi çektirecekmişim. Röntgen filmi adamın içinde ne var ne yok gösterirmiş… Adama röntgen filmini çektirmiş de hiçbir şeyi çıkmamış derler… Kim inanır o zaman benim hasta olduğuma…(Pen¬cereye doğru giderek dışarıyı gözler…) Hele şu pencereden bakayım doktorun bi¬zim evden çıktığını gören var mı? Tuh Al-lah belanızı versin sizin… Sokakta kimsecikler yok.. Keşke bekleyeydim de sokak kalabalık olunca göndereydim. (Düşünür…) Yavaş onun da kolayı var… Bir doktor daha çağırırım. Çektirmem, çektirmem, o röntgeni filmini çektirmem… Kendi kendine söylensin dursun filmini çektir diye… (Kapısına doğru giderek oğlunu çağırır…)
Bekir Ağa:
– Hacı! Hacı!.. Nerelerde kaldın gelsene…
(Hacı içeri girer…)
Hacı:
– Doktoru gönderiyorduk baba.. Buyur!…
Bekir Ağa:
– Hemen git bana başka bir doktor bul getir!…Bu doktor ayağımdaki yaraya aldırmadı bile… Bana git röntgen filmini çektir diyor… Doktor değil mi¬sin sen… Bilsene ne hastalığım var… Yalan mı oğlum hastayım işte… Başım da ağrıyor, karnım¬ ağrıyor… Hele şu ayağımın durumuna bak…
Hacı:
– Vakit öğleye yaklaştı. Şimdi doktorlar ye¬meğe çıkarlar…
Bekir Ağa:
– Çabuk öyleyse… Yemeğe çıkmadan birini yakala. Doktora hasta para demektir. Doktorlara hasta var dedin mi kellenin kefini almadan gelir. Çabuk koş, durma…
Hacı:
– Ya yemek saatinden sonra geliriz derlerse…
Bekir Ağa:
– Babam çok hasta, ne kadar istersen verecek dedin mi gelmemezlik etmez… Gelmez olur mu, para sesini duyunca iki eli kanda olsa yine gelir… Doktor için hasta demek para demek… (Hacı kapıya doğru yönelirken…) Aman oğlum göreyim seni.. Almadan gelme… Haa, gelirken taksi ile gelmeyiniz… Evimiz çok yakın diye kandırırsın kendisini.. Ama getirirken çarşıdan geçire¬rek getirmeyi de unutma… Çarşıdakilerin hepsi görsün senin doktorla bize geldiğini…
Hacı:
– Baba, niçin yol yakınken uzak edelim. Kısa yol¬dan getirelim de biran önce derdine derman olsun, ağrını, sızını, sancını gidersin. Hastalığına bir çare bulsun….
Bekir Ağa:
– Sus, uzatma.. Her işe de burnunu sokma.. Babalar ne derse çocuklar onu yapar. Elbet bizim de bir bildiğimiz, bir hesabımız var. Haydi, sallanma, koş!.. (Hacı çıkarken hanım içeri girer…)
Hanım:
– Yine ne var? Nereye gönderiyorsun çocuğu?
Bekir Ağa:
– Doktora hanım doktora… Bu doktor hastalığımı bilemedi. Hiç bir şeyim yokmuş, azıcık sinirlerim bozukmuş… (Ayağını göstererek…) Hele şu ayağımın durumuna bak! Başım da kazan gibi oldu. Fang fang edip duruyor… Yerde miyim, gökte miyim bilmiyorum. Sanki dünya dönmüyor da ben dönüyorum… Karnımın ağrısı da arttı üstelik… Anlamıyor musunuz? Ama ne bilsin hastanın halinden sağlam… O doktora gitti, sen de git bana şu reçetede yazılan¬ları al getir… Giderken çarşıdan geç. Yolda rastladıklarına da “Amanın beyim hastalandı, başımıza him taşı düştü…” diye yakınmayı unutma… (Hanım bu adama ne oldu diye şaşkın şaşkın eşine bakmaktadır…) Bakma öyle salak salak yüzüme… Ne bakıyorsun öyle adam görmemişsin gibi… Ömründe hiç mi hasta adam görmedin…
(Kolundan tutup sürükleyerek eşini dışarı kor… Ayak ses¬lerini izler. Ayak sesleri uzaklaşınca…)
Tamam, işler yolunda.. Ah şu ayağımdaki çıban da ağrımasa keyfime diyecek yok ama… Ağrısın, ağrısın… Böyle ağrıya can kurban…Ayağımdaki yara Hızır gibi yetişti imdadıma… Yalanımız yakışıyor hiç olmazsa… Eğer bu çıban da olmasa kime yutturabiliriz hastalığımızı… Dernek başkanlığı ha… Gösteririm ben size dernek başkanlığını…
(Odada gezinirken Hacı girer…)
Hacı:
– Baba bir doktor buldum ama zorla geldi. Babam öle¬cek dedim de öyle geldi… Babam ölürse katili sen olursun deyince gelmekten başka yol bulamadı…
Bekir Ağa:
– Aman gelsin de nasıl gelirse gelsin. Aferin sana. İyi korkutmuşsun kendini… Hemen içeri al!.. Çarşıdan gezdirerek getirdin değil mi? Gören oldu mu sizi çarşıda?..
Hacı:
– Evet baba, tam istediğin gibi yaptım.. Herkes bize baktı…
Bekir Ağa:
– Aferin oğlum, gözüme giriyorsun gittikçe…(Elinde büyükçe bir çanta ile 2. doktor içeri girer…)
Doktor: (Mağrur bir eda ile…)
– Efendim önce kendimi tanıtayım. Bendeniz doktor Ahmet Muhtar Kılıkırkyarar… Tanınmış operatör… Bıçağımın al¬tına yatan hasta acı duymaz…
(Bekir Ağa, korkar, kaçar gibi yapar…)
Bekir Ağa:
– Aman Doktor Bey!! Ben ameliyatlık bir hasta değilim… Ameliyatlık bir şeyim yok!.. Ayağımda biraz çıban var o kadar.. Biraz da karnımda, başımda ağrı var o kadar…
Doktor:
– Korkma, şimdi sancılarına bir son veririm. Tıp ilerlemiştir… Kafan ağrıyorsa kafanı keser yerine yenisini takarız. Miden ağrıyorsa mideni çıkarır yerine yeni bir mide takarız… Yok ciğerlerin ağrıyorsa ciğerlerini çıka¬rır yerine son model bir ciğer takarız… İnsan oğlu için korkulacak bir şey kalmamıştır… Çünkü tıp o kadar ilerlemiştir ki artık insanları öldürüp birkaç yüz yıl sonra diriltiyorlar Avrupa’da, Amerika’da…
(Hasta, Doktorun sözünü bitirmesine meydan vermeden atılarak…)
Bekir Ağa:
– Yalnız öldürüp diriltmekle kalsalar neyse ne dersin… Geçenlerde duydum radyoda: Ağ köpeğin başını kesip kara köpeğe, kara köpeğin başını kesin ağ köpeğe takıyorlarmış…
Doktor:
– Bak sen de biliyorsun tıbbın ne kadar ilerlediğini… Öyleyse neden korkuyorsun benden… Geçenlerde bir köpeğin kanını boşaltarak öldürdükten sonra yeniden kan vererek diriltmişler… Bütün bunları yapan; ölü köpeği dirilten; ağ köpeğin başını kara köpeğe, kara köpeğin başını ağ köpeğe takanlar hep operatör doktorlar… Dedim ya zamanımızda hastalar için korkulacak bir neden kalmamıştır.. Örneğin şimdi sen ölsen bile seni yeniden diril¬tebilirim.
(Hasta irkilerek sıçrar…)
Bekir Ağa:
– Aman doktor ben öyle ölümcül hastalardan değilim. Benim ki küçük bir ağrı…
Doktor:
– Olsun, belli olmaz… Küçük dediğin ağrılar bü¬yük bir kanamanın öncüsü olabilir… O küçük ağrıların önü za¬manında alınmazsa bir de bakmışsın ki iş işten geçmiş… Bunun da yolu, işi ilaçtı, şuruptu diye uzatmaktansa ağrıyan yeri hemen kesip atmaktır…
(Bekir Ağa, büsbütün korkar…)
Bekir Ağa:
– Aman Doktor, senin de gözün kesip biçmekte. Ben hasta falan değilim. Geçti hepsi… Sancılarım da kesildi, ağrılarım da bitti. Hastalığım da geçti…
Doktor:
– Bıçak sözü geçince nasıl da korkuyorsun… Korku dağları bekletir, demiş atalarımız. Belli ki ameliyat olmaktan çok korkuyorsun… Korkma, ameliyattan korkmak için bir neden yok!.. Ameliyat ederken uyuturuz biz adamı. Kılın bile duymaz acıyı. Canavar değiliz ki biz bayıltmadan adamı kesip biçelim… Biz adamı bayılttıktan sonra kesip biçeriz… Biz operatörler o kadar nazik insanlarız ki bir hasta¬mızın tırnağını kesecek olsak bayıltırız… İsteriz ki, hastala¬rımız hiç acı duymasın… Merak etme, eğer ameliyat etmek gerekirse seni de uyutma¬dan ameliyat etmeyiz…
Bekir Ağa:
– Hayır doktor bey hayır… Ben hasta falan.değilim. Hele ameliyatlık bir hasta hiç değilim. Turp gibiyim… İstersen gel seninle güreşelim… (Hasta ameliyat korkusuyla iyiden iyiye şa¬şırmıştır. Doktora elense çekmeye kalkar…) İstersen gel seninle bilek güreşi yapalım… (Hasta bilek¬lerini çemlemeye başlar…) Bak istersen sana bir takla atayım da gör…. Hiç hasta adam böyle takla atabilir mi? (Hasta arkası üzeri yatarak takla atmak ister… Doktor kendisine engel olur…)
Doktor:
– Korkma canım korkma… Ameliyat olmaktan niçin bu kadar korkuyorsun. Hem ameliyat gerekse bile seni burada ameliyat edecek değiliz ya!.. Ameliyat için senin rızan gerek, imzan gerek… Ondan sonra seni ameliyata hazırlamak için bir hafta incelememiz gerek.
(Bekir Ağa, sevinir…)
Bekir Ağa:
– Ben istemezsem, ben İmzalamazsam kimse beni ameliyat edemez mi? Korkulacak bir şey yok desene…Gel beni muayene et!… (Hasta topallayarak yatağına gidip oturur…)
(Doktor, çantasından aygıtlarını alarak gelir…)
Doktor:
– Neren ağrıyor göster bakalım… (Doktor Hastayı muayene etmeye başlar…) Söyle bakalım şuran mı, yoksa şuran mı?..
Bekir Ağa:
– Ameliyat olup olmamak benim gönlüme değil mi?
Doktor:
– Evet!
Bekir Ağa:
– Öyleyse her yerim ağrıyor…
Doktor:
– Ben sana demedim mi? Ameliyat olmaktan korktu¬ğun için hasta değilim diyorsun… Bak şimdi, sen istemeden ameliyat etmeyeceğimi bildiğin için nasıl da her yerim ağrıyor diyorsun… Neyse, şuranda ağrı var mı?… (Bekir Ağa’nın midesine bastırır…)..
Bekir Ağa:
– Evet, ağrıyor… Aman doktor bey yavaş bastır… Bastın bastırı karnımı patlatıp canımı çıkaracaksın daha…
Doktor:
– Başka neren ağrıyor? Göster bakayım…
Bekir Ağa:
– Ayağım da ağrıyor. Hele şu ayağımın duru¬muna bir bak…
Doktor:
– Ayağının işi kolay!.. Ne de olsa çıbandır, görü¬nür yerdedir… Önemli olan görünmeyen hastalıkları bulup çıkarmaktır. Böyle çıbanları çok gördük. Ayağın kangren olsa bile keser, yenisini takarız… Dedim ya tıp çok ilerlemiştir… Artık biyo¬nik adamlar bile yapılıyor… Bir ayağı platinden, bir gözü te¬leskoptan…
Bekir Ağa:
– Aman doktor senin de gözün daima kesip biçmekte mi ne? Geldin geleli kesip biçmekten söz ediyorsun!…
Doktor:
– Peki, peki korkma… Kimseyi zorla ameliyat ede¬cek değiliz…Ancak ben senin midenden kuşkulandım… Senin midende muhakkak bir rahatsızlık var… Elimi bastırınca nasıl acı çektiğini sen de gördün… Bak şuraya dikkatle bak, gözle görü¬len bir şişlik var!..
Bekir Ağa:
– Neremde doktor, neremde?
Doktor:
– İşte şuranda, şuranda elle bak! Midendeki şişliği sen de fark edersin!…
(Hasta, gösterilen yere elini bastırır…)
Bekir Ağa:
– Aman yarabbî!.. Gerçekten bir şişkinlik var… Öldük desene!…
Doktor:
– Midende yemeklerden sonra ekşime, yanma olur mu? Ara sıra geğirir misin?
(Hasta, düşünür düşünür…)
Bekir Ağa:
– Bazı bazı ekşime, yanma olur. Bazen da uykuda mide suyum ağzıma kaçar, boğulur gibi olurum…Geğirme¬ye gelince o da çok!..
Doktor:
– Tamam, teşhisim doğru… Senin midende habis ur olabilir. Ya da bir yara… Yani mide ülseri…
Bekir Ağa:
– Aman doktor ne söylüyorsun sen?
Doktor:
– Korkma korkma! Bir bıçak darbesi ile alırım. Ne olursa olsun… İster ur, ister yara…
Bekir Ağa:
– Başka çaresi yok mu doktor bey bu hastalığın?
Doktor:
– Başka çaresi yok!.. Ameliyat gerekiyor… Merak etme sen bir bıçakla alırım, kılın bile duymaz…
Bekir Ağa:
– Aman doktor yine mi bıçak!.. Yok, yok istemiyorum. İmza etmiyorum. Ölürüm de bıçağın altına yatmam…
Doktor:
– Sen bilirsin… Bence yapılacak başka bir şey yok. Midendeki hastalığın derdine şimdiden düşmezsen işin bitik!..
Bekir Ağa:
– Gerçekten midemde ur ya da yara var mı doktor bey!..
Doktor:
– Hiç kuşkum kalmadı!.. Öyle olmasaydı midene bastırır bastırmaz bağırmazdın…
Bekir Ağa:
– Ben onu yalandan bağırdım!..
Doktor:
– İnsan durup dururken yalancıktan bağırır mı? Bir adamın midesi boşuna ekşimez… Bir adamın midesi boşuna yanmaz… Bir adamın mide suyu uyurken durur dururken uyurken nefes borusuna kaçmaz… Bir adamın midesinde boşu boşuna şişlik olmaz. Bir adam durup dururken geğirmez… Hasta olduğun halde ameliyat olmaktan korktuğun için hasta değilim, yalandan bağırdım, diyorsun…
Bekir Ağa:
– Öldük desene Doktor Bey… Doğru, doğru… Midemin ekşimesi, yanması boşuna değil…Nefes boruma mide suyumun kaçması boşuna değil… Geğirmem yalan değil… Aman yarabbi içimde dert büyütülmüşüm de haberim yokmuş!..
(Hanım elinde ilaçlarla birlikte içeri gi¬rer… Doktor ilaçları inceler…)
Doktor:
– Ne bunlar? Kim yazdı bu ilaçları?… (Reçeteden doktorun adını okur, başını sallar…) Doktor eskisi bunlar!… Kafa eski kafa… Uyuyor bu adamlar… Gelişen tıbbı izlemiyorlar ki… Nereye bağlanmış¬larsa halâ orada otluyorlar.. Tıbbın ilerlediğinden haberleri bile yok… Adam doktor değil ki. Doktordan çok iş adamı… Arsa alıp satma onda, araba alıp satma onda… Apartman yaptırıp satma onda… Elbette gözü parada olunca hastanın derdine der¬man olacak reçete yazamaz. Kendisini ararsan muayenehanesinde değil tapu dairesinde, kendisini ararsan muayenehanesinde değil icra dairesinde…Adliye sarayını muayenehane yapmış sanki… Şimdi de bağevi yaptırma derdine düşmüş… Belediye Baş¬kanına baskı yapıyormuş bağevine kadar yol yapılsın diye… Yoksa partiye para yardımı yapmam diyormuş… Kesilecek yaraya Vîtanol, yenisi takılacak mideye Nevronas… Neyse kısa keselim… Ne de olsa meslektaşımız. Arkasın¬dan konuşmak doğru olmaz!.. Hem ben dedikodudan hoşlanmam… Dedi¬kodu yapanlardan nefret ederim… Doktor dediğin dedikodu yapmaz… (Doktor hastaya dönerek…) Senin hastalığın bu ilaçlarla iyi olacak hastalıklardan değil… Boşuna uğraşıyorsun bu ilaçlarla… Ameliyattan başka çare yok. Bıçağımın acısını duymazsın bile…
Bekir Ağa:
– Aman hanım ver doktor beyin parasını… Durup du¬rup bıçaktan, kesmekten biçmekten söz ediyor… Nerden çıkardı midemde yara olduğunu… Sapasağlam bir adamken bu adam tuttu beni hasta etti…
(Doktor, çantasını toplayıp gitmeye hazırlanırken…)
Doktor:
– Durup dururken seni niçin hasta edeyim… İşte bak miden şiş!.. Mide durup dururken niçin şişsin?.. Sen bilirsin, benden söylemesi!.. Hadi Allah’a ısmarladık… Ameliyat olmak istersen benden iyisini bulamazsın!…
(Doktor ücretini alır. Hacı, anası ile birlikte çıkar… Bekir Ağa derin derin düşünürken Hanım içeri girer…)
Bekir Ağa:
– Gördün mü hanım gördün mü? Biz ayağımızdaki yarayı gösterirken o midemizdeki yarayı ortaya çıkardı… Midemde bir ur varmış; en az, otuz kilo gelirmiş… Bak, elle istersen… Nasıl da sert sert dokunuyor adamın eli¬ne… Şimdi aldırmazsam büyürmüş, kırk kilo olurmuş… Duydun değil mi?.. Kulaklarınla duydun hasta olduğumu… Bir de bana inanmıyordun… Şimdi inandın mı hasta olduğuma…
Hanım:
– Duydum, duydum… Hastayım derdin de inanmazdım… Hemen gidip bir doktor da ben getirmezsem içim rahat etmeyecek… Aman Tanrım, ne yazgımız varmış… Bu da mı gelecekmiş başımıza…
(diye başına vura vura doktor aramak için çıkarken hasta hanımın arka¬sından bağırır…)
Bekir Ağa:
– Aman hanım bir taksi tut, jeet hızı ile eve getir. Bir dakika önce ulaştır da nasıl ulaştırırsan ulaştır… (Hanım çıktıktan sonra…) Gerçek¬ten hastaymışım da haberim yokmuş… Aman Tanrım, deliye döneceğim… Hele şu midemdeki şişli¬ğe bak!.. (Odanın ortasında midesini yoklayarak ve söylenerek dolaşır…) Gördün mü başıma gelenleri… (Midesini eller…) Şurada sert bir şey var, sert bir şey duruyor şuramda… Midemde yara varmış, ur varmış. Amanın uydurmadan hasta olalım derken bu doktor beni gerçekten hasta etti… Neylersin sen hasta numarası yapmayı el alemi kandırmayı… İşte gerçekten hasta oldun gitti… (Ellerini yukarıya doğru açarak yalvarmaya başlar…) Tanrım bu dertten beni kurtar… Eğer beni bu dertten kur¬tarırsan dernek başkanı da olurum, mahalle muhtarı da… Demek bu kadar zenginliğim hiçbir işe yaramayacak… Boşu¬na zengin olmuşum ben… Ben de son günlerimde rahat edeceğim diye sevinip duruyordum… Bittim, bittim!.. Boşuna midem ekşimezmiş.. Boşuna midem yanmazmış.. Boşuna mide suyum nefes borusuna kaçmazmış… Boşuna geğirmezmişim… Bu derdi ben açtım başıma ben. Ah benim akılsız başım… Senin neyine gerekti hastalık numarası yaparak herkesi kandırmak…
(Hanım içeri girer… Arkasında çarşaflı bir bayan…)
Bekir Ağa:
– Hanım, hanım! Doktor nerde Doktor?.. (Çarşaflı kadını göstererek…) Bu da kim?
Hanım:
– Doktor gelecek… Şimdi bir sokak ötedeki hastası¬na gitti…. Ağır bir hastası varmış. Bizden önce çağırmışlar…. Ona baktıktan sonra bize gelecek… Ben kendisine evimi¬zi iyice tarif ettim…
Bekir Ağa:
– Demedin mi karnında ur varmış, otuz kilo gelir¬miş… Gittikçe büyüyormuş, yakında kırk kilo olacakmış diye…
Hanım:
– Dedim, dedim ama beni dinlemedi. Daha önce başka yerden çağrıldım, önce oraya gitmem gerek,dedi. Ben de boş gelmeyeyim diyerek taksi ile Emine Bacıyı aldım geldim…
Bekir Ağa:
– Aferin İyi etmişsin amma…
(Hanım kocasının sözünü arasına girerek…)
Hanım:
– Emine Bacı hasta olduğunu duyunca hele bir bakayım, dedi… Allah’ın izni ile hemen iyi, ederim kendini dedi… Bir baksın hele, belki nefesi iyi gelir… Ne zararı var, doktor gelinceye kadar bir okuyup üflesin…
Bekir Ağa:
– Hanım, bu hastalık gerçekten doktor hastalığı oldu. Hele şu karnıma bak!.. Demedin mi doktora, kocam ölecek, diye.. Ölürse nedeni sen olursun, diye…
Hanım:
– Dedim ama dinletemedim…
Bekir Ağa:
– Git, git!. Kadın değil misiniz… Hepinizin saçı uzun aklı kısa. Hepiniz birbirinize benzersiniz… Başka bir doktor getirmeyi akıl edemedin mi? Şu karnımın görünüşüne bak… Gittikçe davul gibi şişiyor. (Emine Bacı söze karışır…)
Emine Bacı:
– Bekir Ağa niçin biz öldük mü ki.. Hele bir de biz bakalım. Evvel Allah, Allah’ın izni ile elimi değirmemle birlik¬te şişliğin inmesi bir olur… Biz nice doktorların bakmaktan aciz kaldığı hastaları iyi ettik. Hepsine şifa verdik. Allah’ın izniyle.. Bir okuyup liflersem, üç yasin, bir tebareke okursam, karnındaki şişlik balon gibi söner gider…
Bekir Ağa:
– Karnımdaki şişlik balon değil ki söne… Doktor söyledi tek yol bıçağın altına yatmakmış. Kocaman bir yara varmış karnımda, ur olmuş, gittikçe büyüyormuş…
Üfürükçü:
– Gel hele Bekir Ağa gel!.. Evvel Allah’ın izniyle der¬de derman oluruz. Dert veren Allah dermanını da vermiştir… Allah neye kadir değil ki…
(Hastayı kolundan tutarak yatağına oturtur… Hasta yatmak ister…)
Üfürükçü:
– Kalk Bekir Ağa kalk!.. Doktorlar yatırarak mua¬yene eder… Ama biz yatırmaya gerek görmeyiz… Yatmaya gerek yok… Allah kimseleri yatırmasın.. İmanın sağlam olsun yeter… Kendini alıştırma yatmaya..
Bekir Ağa:
– Aman beni kurtarın da, nasıl muayene ederseniz edin… Şimdi midem gerçekten ağrımaya başladı… Hiç olmazsa şu ağrıla¬rımı kesin…. Of, of ayağım!.. Ayak ne yapsın buna, karın ne yap¬sın buna, baş ne yapsın buna!..
Üfürükçü:
– Başın da mı ağrıyor? Cin girmesin sakın başına?..
Bekir Ağa:
– Demek başıma Cin musallat olmuş. Önce şu Cini çıkar da kurtulayım şu Cin belasından…
Üfürükçü:
– Hiçbir Cin benim nefesime dayanamaz. Toz olur gider. Otur hele sen şöyle…
Bekir Ağa:
– Ayağımdaki yaraya da Cin girmiş olmasın. Bi’de ayağıma okuyup üfle de şu Cin belasından kurtulayım.
(Üfürükçü, Hasta’nın ayağına bakarken…)
Üfürükçü:
– Dert dediğin bu olsun Bekir Ağa.. Evvel Allah’ın izni ile iki güne kalmaz iyi ederim. Çıra yanığından başka bir şey değil ayağındaki yara..
Bekir Ağa:
– Ya karnımdaki otuz kiloluk ur? O da mı çıra yanığı? Onu da mi iki günde iyi edersin?.. Cin dediğin karnımdaki otuz kiloluk urun içine saklanmış olmasın…
Üfürükçü:
– Acele etme Bekir Ağa!.. Her şeyin bir sırası var.. (Hanıma dönerek..) Aşe Bacı, şimdi hemen mutfağa git… Bir tas, bir parça un, bir gazocağı, biraz da zeytinyağı al getir. Bir tane de cam su bardağı. hacamat almamız gerekecek… (Aşe Bacı, İstenilenleri almak üzere çıkarken..)
Bekir Ağa:
– Aman bacı bu hastalık gözümü kırdı… Dayanamıyorum artık… Bu sancılar öldürecek beni… Bu sancıları başıma musallat eden senin Cin dediklerindir muhakkak…
Üfürükçü:
– Korkma, korkma!.. Erkek değil misin, acıya da katlanmalısın, sancıya da… Hele şu ağrıyan yerine bir bakayım!.. (Hasta karnını gösterir, Üfürükçü, eli ile yoklayarak bastırır…) Korkma, korkma, hiçbir şeyin yok!
Bekir Ağa:
– Aman aman, yavaş bastır elini… Şimdi ağzımdan çıka¬cak karnımdaki urlar… Ocağın bata doktor, nerden çıkardın bu karnımdaki uru… Dalgamızı bozdun durup dururken…
Üfürükçü:
– Üzülme, üzülme… Şimdi karnındaki uru da çıkarırım, içindeki Cin’i de… (Belinden bir ustura çıkarır…
Bekir Ağa:
– Aman, karnımı mı yaracaksın yoksa.. Sende mi ameliyatçısın yoksa… İstemiyorum, rıza göstermiyorum. (Hasta, ayağa kalkarak kaçar…)
Üfürükçü:
– Yok Bekir Ağa yok… Evvel Allah’ın izni ile bı¬çak vurmadan çıkaracağım karnındaki uru, Cin’i… Şimdi bu ustura ile ayağını çizeceğim. Çizeceğim ki ayağındaki bozuk kan¬lar aksın gitsin.
Bekir Ağa:
– Ağzını topla, benim kanım bozuk değil..
Üfürükçü:
– Öyle demek istemedim Bekir Ağa… Yaranın çevre¬sinde toplanan kanı akıtacağım ki rahatlayasın… Cerahatli kanları akıtmak istiyorum…
Bekir Ağa:
– Öyle ise mesele yok… Ama yavaşça çiz de ağrıtma ayağı¬mı… Çektiğim yetti… (Üfürükçü, ustura İle yaranın çevresini çizmek için her davranışında hasta acı çektiğini, korktuğunu belirterek çekinir…) Hiç korkma şimdi rahatlarsın…
Bekir Ağa:
– Gerçekten rahatladım…
Üfürükçü:
– Ben sana demedim mi? Evvel Allah’ın izni ile hiç bir şeyin kalmaz… Şimdi de karnındaki urun içindeki Cinleri çıkaracağım…
(Bekir Ağa, korkmuştur…)
Bekir Ağa:
– Amanın karnımı da mı çiziktireceksin yoksa!.. Yeter yahu bırakın şu bıçağı, usturayı… Korkuyorum bıçaktan, usturadan…
Üfürükçü:
– Korkma Bekir Ağa, korkma… Bu işi ustura ile de¬ğil, hacamat alarak yapacağım… (Hacamat alırken…) Vah yavrum vah!. Nazar değmiş sana… (Üfürükçü Aşe bacıya dönerek…) Bir ateş kepçeniz yok mu?
Aşe Bacı:
– Olmaz olur mu? Yeter ki sen iste!..
Üfürükçü:
– Getir, getir de, beyimizin karnındaki urun içindeki Cinleri çıkaralım…
(Hanim, istenilenleri getirmek çıkar… Bekir Ağa, Üfürükçüye dönerek…)
Bekir Ağa:
– Emine Bacı, sen bu içimdeki Cinlerin farkına nasıl vardın?
Üfürükçü:
– Sen bilmezsin Bekir Ağa!.. Bu Allah vergisi. Allah Cinleri görmeyi dilediği kuluna nasip eder. Her adam Cinleri göremez. Etrafımız Cinlerle, Şeytanlarla dolu… Ama sizler göremezsiniz..
(Bekir Ağa, sağa sola, tavana bakar…)
Bekir Ağa:
– Ben bir şey göremiyorum; seninle benden başka kimse yok bu odada…
Üfürükçü:
– Dedik ya Allah vergisi bu!. Dilediği kuluna nasip eder bunu… Dilediği kuluna gösterir… Sizlere göstermez. ..
(Hanım elinde bir ateş kepçesi ile içeri girer… Üfürükçü, cebinden çıkardığı bir kurşun parçasını kepçeye koyarak gaz ocağının üzerinde ısıtarak eritir. Hastanın başı üzerinde tuttuğu bir tas suya atar. Cazz, diye bir ses çıkar… Suyun için¬de şekillenen kurşunu eline alıp bakarak…)
Üfürükçü:
– Vah yavrum vah! Sen bu günlerde bir şeylerden kork¬muşsun… Bir şeye çok canın sıkılmış senin…
Bekir Ağa:
– Nasıl da biliyorsun, nasıl da okuyorsun oradan benim durumumu…
Üfürükçü:
– Ben demedim mi sana Bekir Ağa… Allah dilediği kuluna gösterir. Her işin bir püf noktası vardır… (Üfürükçü ağarmış saçlarını tutup göstererek…) Boşuna ağartmadık biz bu saçları…
Bekir Ağa:
– Hele iyi bak şu kurşuna, daha neler görüyorsun?
(Üfürükçü, elindeki kurşuna yeniden bakar…)
Üfürükçü:
– Aman yarabbi! Aman yarabbi!.. Dost gibi düşmanlar başına toplanmışlar. Her yerde senden söz ediyorlar…
Bekir Ağa:
– Tamam, tamam.. Tam dediğin gibi… Demek ki yanılma¬mışım…
Üfürükçü:
– Başına bir iş açacaklar senin… Elindekini avucundakini alacaklar; bu dost gibi görünen düşmanların…
Bekir Ağa:
– Öyle, öyle.. Zaten bu derdi de başıma onlar açmadı mı?..
Üfürükçü:
– Şu parçalara bak şu parçalara!.. (Elindeki şekillenmiş kurşun parçalarını hastanın eşine göstererek… ) Cin, Peri belirtileri de var.. İşte bu kötü… İşin içine Cin Peri karıştı mı iş uzar… (Üfürükçü hastanın başı ucunda dönmeye başlayarak dualar okur, eli ile hastanın başını tutarak üfler…) Elemtere fiş, kem gözlere şiş… Üçler, kırklar, yediler aşkına gidin yiğidimin başından, karnındaki urdan… Çekilin, çekilin yiğidimi rahat bırakın. Tuh! Tuh!.. Kiş, kiş!.. Vah aslanım vah!..,. (Okuyup üfledikten sonra kendi ellerine tükürür ve tükürüklü elleri ile Hasta’nın; alnını, gözlerini, yüzünü sıvazlayarak…) Bu iş bitti… Cin de, Peri de, Şeytan da gitti!.. Şimdi getir şu unu.. Aslanı¬mın ayağına bir kuymak çalalım… Aslanımın estiri estiri uyusun… Deliye döndürmüşsünüz yiğidimi… (Üfürükçü bu ara Hastanın eşine dönerek tembihler…) İyi oluncaya kadar herifin koynuna girmek yok ha!… (Her ikisi de utanarak gülüşür…)
Bekir Ağa:
– Kimselere inandıramadım hasta olduğumu…
Üfürükçü:
– İnanmayanın başına gelsin…
Bekir Ağa:
– Aman, Emine Bacı ağzını hayra aç!.. Olan yine bizim¬kilere olur. Çünkü inanmayan bizimkiler…
Üfürükçü:
– Sizden ırak olsun Bekir Ağa.. Sözüm yabana.
Bekir Ağa:
– Gördünüz mü hanım, gördünüz mü neler çektiğimi..
Üfürükçü:
– Daha az bile çekiyorsun… Başında bu kadar Cin, Peri dolaşırsa senden kime hayır gelir… (Sağa sola bakarak Cin, Peri arayan Hastaya ve eşine…) Boşuna bakmayın göremezsiniz… Onları bizim gibi kalp gözü açık olanlar görür…
Bekir Ağa:
– Bir de kalp gözün mü var yoksa senin…
Üfürükçü:
– Ya, işte bak! Kalp gözünün varlığından bile haberin yok!.. Kalp gözü Allah’ın halis kullarında olur…
Bekir Ağa:
– Şimdi biz Allah’ın halis kulu değil miyiz?..
Üfürükçü:
– Kimse bilmez kimin halis, kimin habis kul olduğunu… An¬cak Allah bilir… İnsanın gözü Allah’a yakınlığı oranında açılır…
Bekir Ağa:
– Niçin şimdi biz Allah’tan uzak mıyız?..
Üfürükçü:
– Öyle demek istemedim Bekir Ağa!… Allah, her insana şah damarından daha yakındır. Cinleri Perileri kalp gözü açık olanlar görür.. Sizin kalp gözleriniz kapalı olduğu için başınız üstünde dolaşan Cinleri Perileri göremezsiniz. İyi ki görmüyorsunuz… Onları görenlerin çoğu aklını oy¬natmıştır. Tımarhaneye düşmüştür. Ne yapacaksınız görüp de…
Hanım:
– Bize gereği yok öyle ise kalp gözü ile görmenin… Zaten azıcık aklımız var; onu da Cin, Peri diye oynatmayalım…
Bekir Ağa:
– Amanın hanım, iyi ki kalp gözümüz açık değil bizim. Dediğin gibi küçücük bir aklı¬mız var. Onu da oynatırsak ne yaparız biz?..
Üfürükçü:
– Sizler bizim gördüğümüzü göremezsiniz!.. Onları ancak biz görürüz. Çekilin!.. Çekilin!.. Ey Cinler, Periler, Şeytanlar… Size diyorum, beni dinleyin, beni daha çok meşgul etmeyin, kafamı kızdırmayın. Süleyman Peygamberi çağırırım yoksa.. (Hasta ile eşine dönerek…) Bak, gördünüz mü Süleyman peygamberin adını duyunca nasıl da kaçıştılar… Bu Cinler, Periler, Şeytanlar Süleyman Peygambere dayanamaz¬lar. Süleyman Peygamberin adı geçince toz olurlar…
(Üfürükçü, gaz ocağının üzerinde kızdırdığı suya un döker. Hamurdan kuymak yapar.)
Üfürükçü:
– Bir parça bez getir de saralım şu yarayı… Yarayı sarayım da ağamız estiri estiri uyusun…
Bekir Ağa:
– Öyle de uykuya ihtiyacım var ki..
(Üfürükçü, Aşe bacıya dönerek tembihler…)
Üfürükçü:
– Demin de dediğim gibi herifin koynuna girmek yok ha!. Bırak da yiğidim çocuklar gibi yatsın, uyusun…
(Hanım dolaptan bir bohça çıkarır. İçinden bez parçaları alarak Üfürükçüye verir. Üfürükçü hamuru bir parça zeytin yağı ile ıslatarak okuyup üfledikten sonra kuymağı Hastanın ayağında ki yaranın üzerine koyarak yarayı sarar…)
Bekir Ağa:
– Amanın Emine Bacı, kuymak çok sıcakmış!.. Ne olurdu şunu biraz soğutup koysan!..
Üfürükçü:
– Şimdi sıcaklığı kalmaz. Hoşlanmaya başlarsın. İyileşmeye başlayınca tatlı tatlı kaşınır… San sakın kaşıyayım deme ha!.. Sonra çıbanı azdırırız da başımıza iş açarsınız…
(Üfürükçü, gitmek üzere ayağa kalkar…)
Hanım:
– Borcumuz ne kadar Emine Bacı?
Üfürükçü:
– Ne verirseniz verin. Gönlünüzden ne koparsa onu verin…
Hanım:
– Elli lira versem yeter mi?..
Üfürükçü:
– Elli kağıt da neyin nesi imiş.. Attığım kurşunu bile alamazsın elli kağıtla…
Hanım:
– Ne bileyim Emine Bacı, gönlünüzden ne koparsa onu ver dedin de…
Bekir Ağa:
– Uzatma hanım uzatma.. Ne isterse ver…
(Üfürükçü Hastaya dönerek…)
Üfürükçü:
– Yarın yine geleceğim.. Üç cuma selâ verilirken gelip başına kurşun atmalıyım ki Cinlerden, Perilerden kurtulasın… Cinler, Periler, Şeytanlar öyle bir kovalama İle iki kovalara insanın başından gitmez… (Yeniden hastanın çevresinde dönmeye baslar…) Kiş, kiş! Üçler, kırklar, yediler aşkına… Süleyman Peygamber aşkına… Tüh! Tüh! kiş, kiş!..
Bekir Ağa:
– Peki, peki anladık, anladık!… Üç selâ gelmezsen beş selâ gel!.. Yeter ki beni şu dertten kurtar…
Üfürükçü:
– Bir doktor getirseniz dört yüz kağıttan aşağı almaz… Cinler Periler de yiğidimin içinde kalır.. Cinleri Perileri İnsanın içinden çıkarmak doktorların işi değil bizim işimiz… Doktorlar iyi eğlenmesini bilir, taksiyle gezmesini bilir…
Hanım:
– Ne bileyim Emine Bacı, elli kağıt yeter sandım. Sizin hiç para almadığınızı söylemişlerdi de… Ben de hiç olmazsa elli kağıt vereyim, dedim…
Üfürükçü:
– Doğru, doğru… Para almadığım doğru. Çünkü para adamı Allah’tan uzaklaştırır. Ama ne var ki her şey pahalı.. Yine de paraya elimi sürmem. Mekruhtur!..
Hanım:
– Al öyleyse bir yüz lira vereyim!…
Üfürükçü:
– Aman aman!.. Yaklaştırma şu parayı bana.. Sade mekruh mübarek… Elim değmesin, şu cebime koy!..
Hanım:
– Hangi cebine koyayım?..
Üfürükçü:
– Yüz kağıt az olur! Bir elli kağıt daha koy da hangi cebime koyarsan koy… Paraya elimi vurmam ama bastık sucuk olursa dayanamam. Sağ olsunlar, hangi kapıya gitsem bastık, sucuk vermeden göndermezler beni…
Hanım:
– İstediğin bastık sucuk olsun Emine Bacı… Gel kilere gidelim de biraz da bastık sucuk vereyim…
(Onlar çıkarken hasta sedirden kalkarak odanın ortasına gelir ve Tanrı’ya yakarmaya başlar…)
Bekir Ağa:
-Ne olursun Tanrım kurtar beni bu dertten… Ben ettim sen etme… Beni bir kere iyi et, ne istersen yaparım… Beş vakit namazımı kılarım, orucumu tutarım, hacca giderim. Mahallemize bir cami, sokağımıza da bir çeşme yaptırırım… Yeter ki beni iyi et! Dernek başkanı da olurum, Cami Yaptırma Derneği Başkanı da olurum. Tek beni bu dertten kurtar Allah’ım!.. Büyüksün, gafursun, rahmansın, rahimsin…
(Hacı İçeri girer…)
Hacı:
– Baba dışarıda bir doktor bizim evi sorup duruyordu. Ben de alıp getirdim…
Bekir Ağa:
– Güzel!.. Hemen gelsin, koş içeri al…
(Hacı doktoru alıp getirir.)
Bekir Ağa:
– Aman doktor bey gel!… Elini ayağını öpeyim senin… Başıma neler geldi bir bilsen… Sağlamken hasta olduk. Bir doktor getirdik, midende yara var, kanama yaparsa öldün gittin diyor…
Doktor :
– Sakin ol telaşlanma… Hele bir görelim neyin var… (Doktor çantacına masanın üzerine koyarak içinden stetescopu çıkarır ve Hasta’yı yatağına yatırır…) Neren ağrıyor göster bakalım…
Bekir Ağa:
– İşte şuram!.. (Diyerek midesini gösterir. Doktor Hastanın midesini muayene eder.. Daha elini deydirmeden, Hasta…) Ah, of!.. Yavaş bastır, midemi patlatacaksın…
Doktor :
– Dur, dur!.. Sakin ol, korkma. Elimi değirmeden ah, of deme ki teşhisimde yanılmayayım… Dur canım korkacak bir şey yok… (Hastanın midesini elleyerek…)
Doktor:
– Şuranda ağrı var mı?
Bekir Ağa:
– Azıcık ağrıyor.. Aman çok bastırma Doktor kanama yapar yoksa…
Doktor:
– Dur bakalım hele bir de yüreğine, böbreğine, bir de ciğerlerine bakalım.. (Hastayı yatağında oturtturur… Stetescopu kulaklarına takarak muayene etmeye başlar. Başını Hastanın sırtına dayayarak dinlemeye başlar….) Derin derin nefes al bakayım… Şimdi de şiddetli şiddetli öksür bakayım… (Hastayı arka üstü yatırır yüreğini dinleme başlar. Bu arada nefesini kendisine veren Hastanın çenesinden tutarak sertçe yana çevirir… Yapılması gerekenleri yaptıktan sonra…)
Doktor:
– Sen de bir sende bir hastalık geremedim…
Bekir Ağa:
– Aman doktor midemde yara yok mu?..
Doktor:
– Yok, hiç bir yerinde bir şey yok.. . Sapasağlam, turp gibisin…
Bekir Ağa:
– Midemde mi?..
Doktor:
– Miden de… Maşallah öyle bir mide vermiş ki Allah sana camız derisi gibi; ne çekme ile yırtılır, ne sündürme ile…
Bekir Ağa:
– Demek midemde yara olduğu, ur olduğu yalan öyle mi? Hay ellerini öpeyim senin Doktor!.. (Doktorun ellerine sarılır, öpmek ister…)
Doktor: Sinirlerin biraz bozulmuş o kadar… Sinirlerindeki gerginlik de yazacağım ilaçla geçer…
Bekir Ağa:
– Demek hiç bir şeyim yok?…
Doktor:
– Yok dedim ya!..
Bekir Ağa:
– Niçin senden önceki Doktor; midende yara var, ameliyat olman gerek, ameliyat olmazsan ölürsün dedi öyleyse?..
Doktor:
– Ne bileyim ben, belki de seni ameliyat edip para sızdırmak istemiştir… Şimdi öyle doktorlar türedi ki para için babasını bile keser…
Bekir Ağa:
– Şimdi bende gerçekten hastalık yok mu?
Doktor:
– Yok ya!.
(Bekir Ağa rahatlamıştır ama sağlam olmak işine gelmemektedir… Yorganın altından ayağını çıkarak gösterir…)
Bekir Ağa:
– Ya şu ayağımdaki çıban ne oluyor?.. Şu yaraya bak!..
(Doktor, yaraya açıp baktıktan sonra….)
Doktor:
– Kim sardı bu ayağını böyle?.. Bu ne biçim tedavi?.. Hamur koymuşlar yaranın üstüne. Kime yaptırdın bunu böyle? Ya mikrop kaparsa… İşte o zaman görürsün gününü… Kangrene keser yarın bu yara… 0 zaman da ayağını kesmekten başka çare kalmaz..
Bekir Ağa:
– Ne bileyim ben. Bizin hanım bir kadın getirdi… . O yaptı, iki gün içinde iyi olurmuş… Bak şu çizikleri de o çizdi..
Doktor:
– Yazık, yazık çok yazık!.. Toplum kurtulmadı bu üfürükçülerden… Suç yalnız onlarda değil, Devlette de var, Hükümette de var, sizlerde de var…..
Bekir Ağa:
– Ne yapayım doktor? Denize düşen yılana sarılır. Sizden önce bir doktor getirtmiştik. Adama ayağımızdaki şu yarayı gösterdik, o bize midemizdeki yaradan söz etti. Öyle de inandırdı ki bizi, midem ha patladı, ha patlayacak diye bekleyip duruyorum… Bereket sen geldin de yüreğime su serptin…
Doktor:
– İyi ki ben gelmişim; yoksa öldüreceklermiş seni…
Bekir Ağa:
– Bütün bunların nedeni hep o ameliyatçı doktor. Midemizde bir yara çıkarttı hiç yoktan, az daha korkudan ödüm patlayacaktı… Be adam midemde gerçekten yara olsa yine söylenmez. Hastaya hastalığı söylenir mi?.. Hasta hastalığını bilirse beş ay sonra ölecekse, beş haftaya kalmaz ölür.. Hasta hastalığını bilmezse bilmeziye yaşayıp gider… Bizde öyle yaşayıp gidiyorduk.. Ama adamın amacı başka… Adam hem midemize bıçak atıp bi¬zi yarım adam edecek, hem de paramızı alıp gidecek…
Doktor:
– Anlaşıldı, anlaşıldı… Senin sinirlerin bozulmuş biraz. Bunun da en iyi tedavi yolu kültür fizik hareketleridir… (Hastanın elinden tutarak ayağa kaldırır..) Ellerini yukarı kaldır, yana aç! Hah işte böyle.. Bak, ben nasıl yapıyorsam sen de öyle yap..
(Doktorla Hasta birlikte kültür fizik hareketleri yaparlar. Birbirlerine el ense çekerek güreş oyunlarına girer¬ler… Boks oyunları yaparlar. Öyle ki bir ara Doktor…)
– Kanama yapacak miden şurası mı? Al öyleyse!
(Diyerek hastanın midesine yumruk atar.. Hasta, iki büklüm olurken Hacı daha fazla dayanamayarak Hasta ile Doktor arasına girer…)
Hacı:
– Doktor Bey, hele babam hasta sende mi hasta oldun? Böyle muayene mi olur? Böyle tedavi mi olur?.. Bu nasıl tedavi?..
Doktor:
– Gördün değil mi? Baban demir gibi oldu… Midesinde yara falan yok.. Eğer midende yara olsaydı şimdiye çoktan patlar, ağzından kan gelirdi. Bak maşallah senden benden sağlam…
Bekir Ağa:
– Gerçekten öyle doktor.. Hasta olsaydım bu hareketleri yapabilir miydim?
Doktor:
– Her sabah bu hareketleri birkaç kere yaparsan hiç bir şeyin kalmaz… Birkaç gün içinde demir gibi olursun… Midende yara olsa bile iyi olur gider…
Bekir Ağa:
– Senin gibi doktoru ner’den bulmalıyım? Kiminle yapmalıyım sen olmazsan ben bu hareketleri? (Hasta, böyle derken kültür fizik hareketlerini yineler…)
Doktor:
– Kendi kendine yaparsın. Daha olmazsa şu oğlunla yaparsın…Hanımınla da yapsan da olur… Hanımla yaparsan daha iyi olur… Daha olmazsa sokağa çıkar, bir spor okuluna yazılırsın.. Amaç kültür fizik hareketleri yapmak… Ne demiş atalarımız: “İşleyen demir pas tutamaz!”, “Sağlam kafa sağ¬lam vücuda bulunur” deye boşa dememiş Atatürk!… Bir ulusu kalkındıracak olan beden eğitimidir… Ama kimileri kalkınmanın yolu millî eğitimden geçer, diyor. Kimi de ekonomiden ve sanayiden geçer diyor… Hepsi de hava, boş sözler bunlar… Kalkınmanın ana unsuru insandır. İnsan sağlıklı olmazsa ne eğitim İşe yarar, ne de üretim… Ne var ki yöneticilerimiz beden eğitiminin önemini kavrayacak kültürden yoksun… Bu nedenle beden eğitimine, spora gere-ken önemi vermiyor. Okullarda haftada bir saat beden eğitimi dersi mi olurmuş. Beden eğitimi her ders günü olmalı…
(Bekir Ağa, , kendi kendine kültür fizik hareketleri yapmakta, ikide bir midesine vurarak….)
Bekir Ağa:
– Midemde yara yokmuş, ur yokmuş… Yaşasın doktor bey yasasın!… Sayesinde midemdeki urdan kurtuldum… (Doktora dönerek…) Doktor Bey, söyle borcunuz ne kadar? Ne istersen vereceğim… Dört yüz, beş yüz, bin yeter ki sen iste. Kurtuldum hastalıktan, demir gibiyim.. Bir daha da hasta olmaya töv¬be… Tövbe tövbe hasta olmaya tövbe!..
Doktor:
– Evde muayene ettiğim için dört yüz liranızı alırım. İki yüz lira da kültür fizik hareketleri için…
Bekir Ağa:
– Altı yüz lira çok değil mi doktor bey?..
Doktor:
– Seni dertten kurtardık, sapasağlam ettik… O kadar sağlamsın ki benimle boks maçı bile yaptın…
Bekir Ağa:
– Doğru doktor, doğru…. “Olmaya sıhhat cihanda bir nefes sıhhat gibi!” demiş Kanunî Sultan Süleyman… Sen beni yaşama kavuşturdun yeniden… Ne istesen az bile!…
Doktor:
– Doktorlara ne versen azdır… Çünkü hiçbir şey hayat kadar kıy¬metli olamaz… Size hayatınızı bağışlayan adama ne verseniz azdır…
(Hasta cüzdanından paraları çıkarıp verirken…)
Bekir Ağa:
– Güle güle doktor bey güle güle!..(Hasta, kapıdan Doktoru yolcu ederken…) Ben sana yine haber salacağım… (Doktor ile hacı dışarı çıkarlar…Hasta odasına gelerek yeniden kültür fizik yapmaya boşlar…)
Bekir Ağa:
– Eller yukarı, eller aşağıya. Eller havada birleştirilip açılacak. Ayaklar da yerde açılıp birleştirilecek!.. Kurtuldum, kurtuldum yaşasın kurtuldum. Hasta değilim artık… Demir gibiyim.. Hele şu mideme bak!… Camız derisi gibi İmiş.. Ne sündürme ile yırtılırmış, ne çekip uzatma ile… Ocağın bata doktor senin… Beni bıçağın altına yatırıp da keyfine bakacaktı, Hem de binlerce liramı alıp kaçacaktı.. Üstelik de beni yarım adam edecekti… Neyse ucuz atlattık!…
(Hastanın Hanımı içeri girdiğinde kocasının kültür fizik yaptığını, elleri¬ni, kollarını açıp sıçradığını görür…)
Hanım:
– Bekir Ağa, esnaf arkadaşların seni görmeye gelmişler.. Hasta olduğunu duymuşlar, gidip görelim demişler… Ne dersin, içeri alayım mı?
Bekir Ağa:
– Hayır, hayır!.. Çok hasta dersin, sizleri görecek hali yok dersin.
Hanım:
– Ne oldu sana yine Bekir Ağa? Şimdi içeri girdiğimde bir basıp beş sıçrıyordun?..
(Bekir Ağa, hemen yatağına koşar…)
– Yok, yok içeri alma… Bekir Ağa komalık dersin. Kimse ile konuşacak durumda değil¬ dersin… Ama içeri alma beni ağır hasta bilsinler…
Hanım:
– Niçin almayacakmışım.. Maşallah topuz gibisin. Baksana hiç bir şeyin kalmamış.. Ayağı yanmış it gibi sıçra¬yıp duruyorsun…
Bekir Ağa:
– İt senin baban!.. Şimdi dayağı yersin ha!… Ben ne diyorsan onu yap.. Evin erkeği sen misin, ben miyim?.. Size hastayım diyorsam elbet bunun bir nedeni vardır… Şu ayağımın durumuna bak!.. Hiç insaf yok mu sende. Nasıl çıkaracaksın beni bu ayakla esnafın karşısına… Topal Başkan derler bana sonra…
Hanım:
– Ne olur beş dakika girip çıksınlar… Çabuk gider¬ler. Şimdi kabul etmezsek bir daha da gelmezler… Elleri de dolu dolu gelmişler…
Bekir Ağa:
– Hayır hanım hayır… Ellerindekini al, kendilerini sav…Sen bilmezsin onların ne çene¬si çürük olduğunu.. Oysa benim bir dakika konuşacak durumum yok… Hemen yatıp uyumak, dinlenmek istiyorum..
Hanım:
– Bilmiyorum, senin bir düşündüğün var ama, bir türlü akıl erdiremiyorum…
Bekir Ağa:
– Ne düşüncem olmalıymış… Görmüyor musun, hastayım işte. Senin nene gerek… Bekir Ağa sizinle görüşecek durumda değil. Başka zaman gelin, dersin…
(Hanım, çıkarken…)
Hanım:
– Bir dolap çeviriyorsun ama bir türlü aklım yetmiyor. Sonu iyi olur inşallah..
(Bekir Ağa, Hanım çıktıktan sonra söylenmeye başlar…)
Bekir Ağa:
– Olmadı böyle, numaramı çaktı bu avrat! Çevirdiğim dolabı anladı. Kendisini gerçekten hasta olduğuma inandırmalı… Yoksa yedi mahalleye rezil eder bu kadın beni… Öyle yapmalıyım ki, hasta olduğuma öylesine inandırmalıyım ki, hasta olduğumu kendi ağzı ile söyletmeliyim herkese…
(Hanım içeri girer..)
Hanım:
– Hepsinin sana çok çok selamı var.. Hepsi de geçmiş olsun diyor… Çok üzüldüler… Değerli bir başkan yitirmek istemiyoruz. Hemen bir doktor göndereceğiz… Vah! Vah! diyerek gittiler…
Bekir Ağa:
– Değerli değil paralı bir başkan yitirdiler… Öyle ya benim gibi değerli bir başkanı bir daha nereden bulacaklar… Yazık olacak koskoca derneğe… Kim gelse yerimi tutamaz. Dağılıp gidecek koskoca dernek… Ben de çok üzülüyorum ama bu halimle dernek başkanlığı yapamam ki… (Topallayarak yürürken..) Adımızı Topal Başkana çıkaracaklar… Topal başkan geldi, topal başkan gitti, diyecekler…
Hanım:
– Bekir Ağa, Bekir Ağa, bu yara kabir yoldaşın değil ya… İki gün sonra haydi diyelim iki hafta sonra nasıl olsa geçip gider…
Bekir Ağa:
– Ya şu karnının sancısına ne diyelim, Ya şu başı¬mın ağrısı… Öyle ağrıyor ki nerdeyse başım kopacak sanıyorum,.
Hanım:
– Hadi, hadi, şimdi numara yapıp durma. Biraz önce içeri girdiğimde sen beni görmedin ama ben seni görüyordum. Neydi o halin? Bir basıp beş sıçrıyordun. Köçekler gibi oynu¬yordun… (Hanım bu sözleri kocasını öykünerek söyler…)
Bekir Ağa:
– Derdimden sıçrıyordum hanım derdimden. Kimileri keyfinden sıçrar, kimileri de derdinden… Sen de keyfimden mi sıçradığımı sanıyorsun.. Derdimden sıçrıyordum hanım derdimden… Kocan yalan söyledi mi hiç sana bu zamana kadar… Hasta olmasa hastayım der mi.. Ah başım, ah karnım.. Hele şu ayağımın durumuna bak…
(Bekir Ağa, topallayarak odanın içinde dolaşırken Hacı girer..)
Hacı:
– Nasıl oldun baba? Biraz rahatladın mı?..
Bekir Ağa:
– Ne rahatlaması oğul? Derdim azmış gibi bir de anan dert oldu başıma.. Sen hasta değilsin, numara yapıyorsun di¬yor bana.. Baban hiç yalan söyledi mi bu zamana değin size … Baban hasta olmasa hastayım der mi?..
(Hacı, anasına dönerek…)
Hacı:
– Niçin inanmıyorsun babama ana… Hiç hasta olmasa hastayım der mi? Hasta olup olmadığını babam¬dan iyi mi bileceksin. Hasta olmasa bu kadar doktor gelip gi¬der mi?..
(Bekir Ağa, Hanımına çıkışarak…)
Bekir Ağa:
– İnanmıyorsun ama yarın Hacı babasız kalırsa görürsün gününü… Eğer ölürsem bunun suçu senin Olur.. (Hacıya dönerek…) Oğlum Hacı, birkaç güne kadar ölürsem eğer, suç bu anandadır. Eğer anan, ölümün başucunda ağlamak ister¬se; ağlatma bu ananı başucumda… Ağlarken kaldır başucumdan ken¬disini.. Sağlığında yeter ağrıttın başını, hiç olmazsa ölüsünü rahat bırak de!.. (Bekir Ağa Hanımına dönerek…) Hanım, hanım daha çok bakıp durma öyle… Daha çok söyletme¬yin beni de biraz dinleneyim…
Hanım:
– Ne yapalım başa gelen çekilir…
(Hanım ve hacı dışarı çıkar. Bekir Ağa yatağa girer. Hemen uyur, horlamaya başlar… Bu sırada Hanım, Hacı ve Esnaf arkadaşlarının gönderdiği doktor içeri girer… Doktorun elinde bir çanta… Hastanın başucuna gelir, horladığını görünce uyarır… Uyanan Hastaya …)
Doktor:
– Beni arkadaşların gönderdi. Ne de çok severlermiş seni. Neyin var söyle bakalım.
(Bekir Ağa, ayağındaki yarayı gösterir…)
Bekir Ağa:
– Önce ayağındaki şu yaraya bakalım. (Hastanın ayağını yoklar. Yaranın Üzerine katlanmış bulunan kılı çekip çıkarır… Bekir Ağa, irkilir…)
Bekir Ağa:
– Amanın öldüm!.. Uy, uy!.. Ciğerimi çekip çıkardın daha!..
Doktor:
– Bu kılı boşuna çekmedim… Ayağındaki çıban küçük bir sivilce. Kılın üzerine katlanması yüzünden ağrıyor. Yoksa ayağındaki yarada bir şey yok. Bu kılı aldım ya artık ağrı falan duymazsın… Çıban Önemli değil.• Çektiğim kılın acısını duyduğuna göre sinirlerin duyarlı. Birkaç güne kalmaz geçer…
(Doktor, muayeneden önce Hanım ile oğlu Hacıyı dışarı çıkarır… Çantasından aletlerini çıkararak gereken muayeneyi yapmaya başlar…Elindeki küçük çekiçle dizlerine vurur. Hastanın dizleri yukarı fırlar…)
– Hiç bir şeyin yok, ayağındaki küçük bir çıban… Biraz da sinirlerin bozulmuş o kadar…
Bekir Ağa:
– Gerçekten hiçbir şeyim yok mu doktor bey?
Doktor:
– Hayır! Hiçbir şeyin yok. Demir gibisin maşallah!.. Yalnız biraz sinirlerin bozulmuş o kadar. Bunun tedavisi da biraz dinlenmektir… Dinlenmenin en iyi yolu da su kenarlarında, ağaçlar altında gezmek, temiz hava almaktır…
Bekir Ağa:
– Dükkanı tezgahı bırakalım da su kenarlarında gezinti mi yapalım Doktor Bey?.. Ekmeği nerden yeriz biz o zaman… Sen bana bir ilaç ver de sinirlerimi düzelsin…
Doktor:
– İlaçla, hapla olsa işi kolay. Son günlerde biraz Üzülmüşsün… Bir şeye çok üzüldüğün anlaşılıyor… Kendini başka şeylere vererek oyalanırsan bu sıkıntıdan kurtulursun…
Bekir Ağa:
– Neye vereyim Doktor Bey?
Doktor:
– Örneğin müzik, ruhunu dinlendirmede çok yararlı olur… Müzik ruhun gıdasıdır… Atalarımız müzikle tedavi ederlermiş hastalarını… Her makamın tedavi ettiği hastalık başka başkadır. Saba makamındaki şarkılar senin hastalığına iyi gelir. Sinirlerini yatıştırır, sakinleştirir. Saba makamı insanın, dertlerini, takıntılarını, vesveselerini söker atar…
Bekir Ağa:
– Hiç bunu duymamıştım Doktor Beyi!…
Doktor:
– Müziğin tedavideki rolü yeni yeni tıp dünyasına girmektedir. Yurdumuzdaki doktorların çoğu müziğin tedavideki rolünü bilmezler. Ben Avrupa’da iken hastalarımı müzikle tedavi ederdim.. Mü¬ziğin insan ruhu üzerindeki etkisini hiçbir ilaç karşılayamaz. Ne var ki doktorlarımızın hiçbiri müziğin önemini kavrayamıyor. Söylediğim zaman bana gülüyorlar. Müzik ilacın yerini tutamazmış.. Doktorlukla ne ilgisi var bunların. Kiminin sesi kulüpten, ki¬minin sesi bardan pavyondan, kiminin sesi dernekten, kiminin se¬si partiden gelir… Politikacıların mesleğine bir bak. Çoğu doktor, çoğu hukukçu… Kiminin gözü belediye başkanlığında, kiminin gözü milletve¬killiğinde, kiminin gözü senatörlükte… Doktor dediğinin gözü mesleğinde olmalı… Mesleğini hiçbir makamla, mevki ile değiştirmemeli…
Bekir Ağa:
– Siz doktorlar da birbirinizi hiç beğenmiyorsunuz. Herkes kendi doktorluğunu övüyor, herkes kendi tedavi yöntemini övüyor. Biz de şaştık hangisine uyacağımızı… Sonra her birinizin teşhisi başka, tedavisi başka… Sizden önce birkaç doktor getirttirmiştim. Biri sinirlerin bozulmuş dedi. Diğeri midende otuz kiloluk ur var dedi.. Hele bir tanesi var ki çok ilginç şeyler söyledi… Bir üfürükçü getirttik. O da başına Cinler, Periler, Şeytanlar üşüşmüş dedi. Bir diğeri geldi; hiçbir şeyin yok diyerek bizi sektirip sıçrattı, hoplatıp oynattı. Sen de gelmiş müzikle tedavi diyorsun…
Doktor:
– Belli olmaz, bazen doktorlar da yanılabilir… Ama bana göre senin hastalığının ilacı dinlenmektir… Bu ara bol bol müzik dinlemektir. Çalıp oynamaktır…
Bekir Ağa:
– Aman Doktor Bey; çalıp oynamayı da nerden çıkarttın. Bu yaştan sonra oynamak benim neyime…
Doktor:
– Müzik demek hareket demektir. Müzik Doğa’nın hareketinden kaynaklanmıştır. Duymaz mısın yelin ağaçlara çarparken çıkardığı sesleri… Müzik oynatmazsa, sıçratmazsa, neşelendirmezse müzik değildir. Biz nenni müziğin den söz etmiyoruz.. Biz oynatan müzikten söz ediyoruz… Bebekler bile müzik sesini duyar duymaz elleri ile ayakları ile oynamaya başlar..
Bekir Ağa:
– Doktor Bey, sözün gelişinden anlıyorum ki sen beni köçek gibi oynatacaksın… Şimdi ben köçek gibi oynarsan iyi mi olacağım?..
Doktor:
– Bunda şaşılacak ne var? Müzik dinlerken oynamazsan neye yarar?.. Müziğin oynak seslerine ayak uydurarak oynamazsan tedavi rolü olmaz… Sen Mevlana’nın adını hiç duymadın mı?
Bekir Ağa:
– Duymaz olur muyum?
Doktor:
– Mevlana gibi büyük bir ermiş, müziğin sesini duyunca ayağın kırılıncaya kadar kaç uzaklaş denmesine karşın; tef, kudum çalıp, ney üfleyip sema dönmedi mi, raks edip oynamadı mı?..
Bekir Ağa:
– Sahi haa!..
Doktor:
– Boşuna mı çalıp oynadı Mevlana… Niçin tef çalıp ney üfleyip raks etti acaba?
Bekir Ağa:
– Ne bileyim Doktor Bey, ince işlere aklım yetmez ki benim…
Doktor:
– Müziğin ruhumuzda yaptığı oluklu değişikliği bildiği için müziği ve raksı dinimize soktu.
Bekir Ağa:
– Gerçekten Doktor Bey, dinimize göre müzik haram deyenler var… Çalgı sesini duyunca ayağın kırılıncaya kadar kaç deyenler var…
Doktor:
– Halt etmiş onlar. Ezan makamla okunmaz mı? Tekbir makamla getirilmez mi? Mevlit makamla okunmaz mı? Eğer ezandaki o makam olmasa ezandan kim hoşlanır da zevkle dinler… Hiç öyle olsaydı Mevlana müzikle meşgul olur muydu? Senin nene gerek… Ben sana ne diyorsam onu yap.. Dediğim gibi bol bol müzik dinlemelisin. Canın çekerse utanmadan kalkıp oynamalısın..
Bekir Ağa:
– Hele hanım şu bizim teypi getir de Doktor Bey bi’gör¬sün, işe yarar mı bir baksın?.. (Doktora dönerek…) Birisi benden ödünç para almıştı da yerine bu teypi rehin olarak koymuştu… Dolapta boşu boşuna duracağına işe yarasın bari… (Doktor, hanımın verdiği teypi masanın üzenine koyarak çalıştırmaya çalışır…)
Bekir Ağa:
– Doktor Bey, bunu çalıştırmasını bilir misin?.. Biz gü¬nah diye elimizi sürmedik de…
Doktor:
– Sana söyledik ya canım; müzik haram olsaydı, Mevlana çalıp oynamazdı. Sen bırak bu boş lafları da şu, teypi çalıştır¬maya bakalım… (Hastanın ve ailesinin bakışları arasında makineyi çalıştı¬rır…) Teyp güzeli çalışıyor… Bak güzel de parçalar çıkıyor. Tam da oyun havası… Günde birkaç kere çalıp oynarsan bir hafta içinde hiçbir şeyin kalmaz!..
Bekir Ağa:
– Aman Doktor Bey adama ne derler? Bekir Ağa artık çalgı çalıp göbek atıyormuş derler… Adımız köçeğe çıkarsa ne yaparız biz…
Doktor:
– Aldırma sen onlara!.. Bu dünyaya çalıp oynamaya, gülüp eğlenmeye geldik… Kaldı ki sen hastalığının tedavisi için çalıp oynuyorsun… Bunun için kimse sana bir şey demez… Bir söz söyleyen olursa Doktorun emri böyle dersin… Müzik dinlemenin, çalıp oynamanın neresi günah olsun…
Bekir Ağa:
– Günahına pek aldırdığım yok da; ne yalan söyleyeyim, elden günden utanıyorum…
Doktor:
– Ele güne ne bakıyorsun sen. Eğer sana biri bir şey diyen olursa doktorun emri dersin… Hastalığımın ilacı çalıp oynamakmış dersin… Sana bir şey diyen olursa bana gönder, onun hakkından gelirim ben… (Doktor müziğin ritmine ayak uydurarak oynamaya başlar ve Hastayı da oynamaya zorlar…) Hadi gelsene… Ne duruyorsun?.. Bak ne güzel parçalar çalıyor… (Bu sözler Üzerine hasta biraz canlanmaya başlar. Doktorun karşısına geçerek oynamaya başlar. Davranışları çok gülünçtür… Bu arada Bekir Ağa’nın eşi ile oğlu da içeri girer.. Doktor, hanıma dönerek…) Gel sen de oyna, gel gel sıkılma… (Hasta» döndüğün de Hanımın da oynadığını gören Bekir Ağa..)
Bekir Ağa:
– Hele ben hastayım. Sana ne oluyor?
Hanım:
– Sen derdinden oynuyorsan, ben de keyfimden oynuyorum. Ben oynamayayım da kim oynasın?.. Kocam hastalıktan kurtuldu. Daha ne isterim Allah’tan!…
Hacı:
– Ben ne duruyorum öyleyse.. Ben de oynarım. (Diyerek oyuna katılır ve oyun sürerken perde kapanır…)