LAİKLİK 49

49 ŞEYTAN EVLİYALARI / MÜCAHİTLİKTEN MÜTEAHHİTLİĞE

Yazımızın başlığı bir kitabın adıdır.

Kitabın yazarı EREN ERDEM.

Takma adım EREN BİLGE ile karıştırmayın

Asıl adım ise Hayri Balta’dır.

Elimdeki kitabın basım tarihi Eylül 2011’dir.

Aşağıdaki satırlar ise s. 128’den alınmıştır.

“Dinci Sapıklığın Delilleri

Ebu Yusuf, Hanefi mezhebinin 3 kurucusundan biridir. Velev ki, İmam’ı Azamın yanından bile geçemeyecek kadar basiretsiz ve alim sıfatından beridir.

Bir gün bir sohbette “Peygamberimiz kabak severdi” der. Bu lafı işitip aynı ortamda bulunan bir şahıs, “Ben kabak sev­mem” diye söylenir.

Bunun üzerine Ebu Yusuf, “Peygamberin sevdiği bir şeye karşı gelen, sünnete karşı gelmiştir” diyerek, adamı kâfirlikle itham eder ve kellesinin vurulmasını ön gö­rür.

Hemen kılıç ve muşamba ister. Adam ise, tövbe edip, ka­bak sevdiğini söyleyerek kelleyi kurtarır. (Bkz. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı, s. 80)

Kabak tadı veren bu itikadı sapıklık, din maskesi giymiş “zorbalığın” İslam diye dayatılışının resmidir.

Bu topraklarda, dinsel kitaplar satan kitapçılara giren herkes, bu tip sapkınlıkları pazarlayan yüzlerce kitap tespit edebilir…” (s. 128)

+

Aşağıdaki satırlar ise kitabın arka kapağından alınmıştır.

“Bu kitabı okurken, din adına bildiğiniz her şeyi unutun!

Kurandaki Gerçek İslam ışığında; dinin bütün gerçekleri, tüm çıplaklığı ile sunuldu. Bugüne kadar sizden gizlenen, anlatılmayan, saklanan gerçekleri bu kitapta okuyacaksınız. Ve büyük oyunun farkına bir kez daha varacaksınız…

Mücahitlikten Müteahhitliğe transfer olan Şeytan Evliyalarına güçlü bir meydan okuma…

İşte Kitaptan Bazı Notlar;

. Adem ilk insan değildir!

• Kurana göre Şeytan/Halk Düşmanı kimdir?

• Dinsel Uydurmalar ve Hurafeler

• Hz. Yusuf Rüya görmemiş ve tabir etmemiştir.

. Halife Osman’ın Cenaze namazı kılınmamıştır?

. Peygamber kimseyi cennetle müjdelememiştir.

• Peygamber’in Veda Haccı “uydurmadır.”

. Kurandaki Gerçek Namaz.

• Cennet bir yeryüzü idealidir.

• Bedir Savaşında ki “müşrikler”, savaş esnasında, Allah’a şöyle dua etmiştir; Ya Rabbi bu mal mülk düşmanlarına karşı bize yardım et.

• Hz. İsa ölü birini diriltmemiştir.

• Hz. Musa denizi ikiye ayırmamıştır.

. Dinler Arası Diyalog yalanı.

• Liberal-Molla İttifakı!

• Said Nursi “Müslüman mıdır?”

• Devrim Ayetleri!

• Kuran’daki Huruf’u Mukatta, yani Elif lam mim ile başlayan surelerin çözümü.

ve dahası…

www.destekyayinlari.com

+

Bilmem, bana söyleyecek söz kaldı mı?

İslam Gerçeğini bilmek isteyen, bu kitabı okumalı…

Av. Eren Bilge, 8.10.2011

+

Sevgili Hayri bey,

Paylaşımınızı Peygamber kimseyi cennetle müjdelememiştir başlığı ile sitemizde de yayınladık.

Umarım sakıncası yoktur.

Benim dinler, inançlar konusunda iki temel söylemim var.

Hem akıllı hem dindar olunmaz. Ya akıllı olacaksın ya dindar, ya aklını kullanacaksın ya dinini. Her ikisi bir arada olmaz.

Hem akıllı hem dindar olanlara “dinci” denir.

2- Bütün dinler, bütün devlet yönetimlerinden uzaklaştırılmadıkça insanlık savaşlardan, felaketlerden kurtulamayacaktır.

Çünkü dinler açıkça Allah’ın yasalarının dışındaki ifadelerden oluşmaktadır.

Ahmet Dursun, 9.10.2011

LAİKLİK 48

48 MEDYA YALANI

Halkımız;  ilerden beri basınımızın (şimdi medyamızın oldu) yalan haber yaydığından yakınır durur.

H. Balta da basının yalan haber yaymayacağını; bunun bir sorumluluğu olduğunu ileri sürerek savunur.

Bu yaşıma gelinceye değin de (77’den üç ay aldım…) basının bile bile yalan haber yapmayacağına inanıp durdum.

Şu haberi 2 Ağustos 2008 tarihli  Zaman gazete­sinde okudum;

“Veli Küçük’ün evinde bu­lunan bir belgede, “Kuruluşunu Yekta Güngör Özden’in gerçekleştirdiği Atatürkçü Düşünce Demeği, Pentagon tarafından Türkiye ve Avras­ya bölgesinde faaliyet gösteren sivil toplum ör­gütlerinin merkezi olarak tasarlanmış ve kurdu­rulmuştur.” ifadelerinin yer aldığını görünceye kadar…

 

Yukarıdaki haber yalan ki ne yalan!..

Hemencecik inanır konudan haberi olmayan insan.

Haber, iki açıdan yalandır.

Bir kere, ADD, Yekta Güngör Özden tarafından kurulmamıştır.

Öyle ki sayın Yekta Güngör Özden Kurucu üyelerden bile değildir…

Derneğe çok sonraları üye oldu ve üye olduğu yıl da Genel Başkan seçildi.

Bu gerçeğe ulaşmak için bir ADD tüzüğüne bakmak yeterli.

Aklımda kaldığı kadarı ile Yekta Güngör Özden’den önce altı başkan görev yapmıştır.

Yanlış hatırlamıyorsam sayın Yekta Güngör Özden, ADD’nin 7. Başkanıdır.

Kendisinden sonra da üç kişi daha başkanlık yapmıştır.

Şimdiki Başkanı ise Şener Eruygur’dur.

Sorulabilir, bütün bunları sen nereden biliyorsun?

Biliyorum, çünkü Derneğin kurucu üyeleri ve ilk kurucu yönetiminde ve sonraki seçimlerle oluşan yönetim kurulunda genel sekreter yardımcısı olarak görev aldım.

Gelelim  ADD’nin kuruluşuna:

ADD,  Atatürk’le ilgili olarak açtığım bir davâ nedeniyle kuruldu.

13 Kasım 1988 günü TRT 2. Programında saat 22.15’te ATATÜRK: DİN BİR VİCDAN MESELESİDİR PROGRAMINDA Atatürk, ölmeden önce kendine gelmiş, gözlerini açmış ve bütün dünyaya şöyle bir mesaj göndermiş..

İşte Mesaj: “Atatürk, ölümünden 15 gün kadar önce kendine geldiği zaman dünyadaki Müslümanlara şu mesajı göndermişti: ‘Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son peygamberi Hazreti Muhammed’in gösterdiği bu yolu takip etmeli. Tüm Müslümanlar, Hazreti Muhammed’i örnek al­malı ve kendisi gibi hareket etmeli, İslamiyet’in hükümlerini, oldu­ğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabi­lir ve kalkınabilir.”

TRT gibi resmi bir kuruluşun yukarıdaki sözleri Atatürk’e mal etmesi üzerine belleğimi yokladım; Okuduğum kitaplarda Atatürk’ün böyle bir mesajı ile karşılaşmamıştım.

Kaldı ki Atatürk’ün böyle bir mesaj vermiş olması;  yaşamı boyunca yaptığı devrimleri, ilkeleri, ülküleri ile çelişmekte idi.

Uzatmayalım, hemen bir dava açtım.

Açtığım bu davada Atatürk’ün böyle bir mesajının olup olmadığının saptanmasını istedim.

“Cumhurbaşkanlığından, Dışişleri Bakanlığı’ndan, Türk Tarih Kurumu’ndan ve Atatürkçü Sanatseverler Derneği’nden Mahkemenin isteği üzerine gelen resmî yazılarda Atatürk’ün böyle bir mesajının olmadığı bildirildi…”

Ha, şunu da belirteyim açtığım bu davaya Atatürk hakkında birçok araştırma yapmış olan Gürbüz Tüfekçi ile büyük din bilgini Turan Dursun da müdâhil olarak katılmışlardı. İsteyenler, merak edenler, şu dosyaya bakabilirler. İşte dosyanın esas ve karar numarası: Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi: E. 1990/178 – K. 1990/289

Böyle bir dava resmî mercilerin çok ilgisini çekmişti. Resmî mercilerin ilgisini Mahkemeye gelen resmi yazılardan anlamış bulunuyorum. Derneğin kuruluşu ile ilgili olarak girişimde bulunan aydınlar olarak da; Gürbüz Tüfekçi, Turan Dursun (Ne var ki Turan Dursun ne kurucular arasında ne de derneğe üye olmuştur… Ama kuruluş çabalarında bulunmuştur…), Prof. Mustafa Altındaş, Prof. Anıl Çeçen, N. İtler Ertuğrul, Sami N. Özerdim, Prof. Nejat Kaymaz’ı sayabilirim…

Bu aydınlarla yaptığımız ilk oturumda ADD’yi kurma kararı aldık.

Bu işi de kotarmasını da, anıları önünde saygı ile eğildiğimiz, Muammer Aksoy’dan rica ettik.

Çünkü bizim gücümüz ADD’yi kurmaya yetmezdi;

Eğer başımıza Muammer Aksoy Hoca geçmemiş olsaydı.

ADD kurulamazdı…

Dernek resmen kuruluncaya kadar birçok toplantılarımız oldu. Çünkü Dernek tüzüğünü hazırlamamız gerekti. İyice hatırlıyorum ki; derneğin tüzüğünü hazırlarken ya da mahkeme safhasında iken Pentagon tarafından bize herhangi bir öneride bulunan olmamıştı…

Dahası karşımıza akla hayale gelmedik engeller çıkarıldı…

 

Artık gazetelerde yayınlanan haberlere kuşku ile bakıyorum…

Demek ki medyadan yansıyan haberlerin içinde yalan olanları da var.

Çok saftır her habere gerçek diye inananlar.

Hayri Balta, 23.8.2008

 

LAİKLİK 47

47 TESETTÜRLE SPOR BAĞDAŞMAZ

İster yazımı okumadan önce bakın sözünü ettiğim karikatüre…

İster yazımı okuduktan sonra bakın sözünü ettiğim karikatüre…

Karikatür, 21 Ağustos 2008 tarihli Cumhuriyet’tedir.

Sözü edilen karikatür Zafer Temuçin’indir.

Karikatürde Başbakanımız: “Adam olimpiyatta tek başına  8 altın madalya alıyor.

Biz niye alamıyoruzz?” diye yakınıyor…

Alamıyoruz işte, yok mudur bunun nedeni?

Vardır, cemaat kültürüdür bunun sebebi…

Karikatürde 8 madalya alan sporcu da var.

Göğsündeki sekiz madalya için arka arkaya dalgalandı bayraklar.

Ancak tesettür kurallarına aykırı sporcunun giyimi…

Kıçına çektiği mayodan belli oluyor çıkıntısı yumruk gibi.

Karikatürde Başbakandan, sporcudan başka vardır; bir bay, bir de bayan…

İkisi birlikte bakıyorlar sporcuya yavan yavan…

Ahkam kesiyorlar sporcuya bakarak…

Çıkışıyorlar sporcuya haykırarak…

İşte erkeğin sözleri: “Günah! Günah… Tesettüre uygun giyin, bu ne hal!

Tesettüre uygun giyinmezsen; giydirmesini biliriz, gardını al!”

Karikatürdeki kadının gözleri sporcunun mayosunda…

“Hiii sapık! Sapık!..”

Çekil görmesin gözlerim seni, durma öyle karşımda…

+

Bu karikatür dolayısıyla söylenecek çok söz var.

Şeriat kültürü ile yetişmiş olanlar söyleyeceklerimden ne anlar.

Bakın Pekin olimpiyatlarına tesettür kuralına uyan sporcu var mı?

Ben tesettür kuralına uyarak spor yapacağım deyenler yarışmalarda derece alır mı?

Sporun da kendine göre kuralları vardır.

Haşemalı bir sporcu mayolu bir yüzücü ile nasıl yarışır?

Hele sıkmabaşlı, boneli, türbanlı, belden aşağısı kapalı  bir bayan nasıl yüksek atlar?

Bu kültürle yetişenleri sporun evrensel kuralları dışlar.

Eskiden; halter, güreş gibi birkaç dalda, cekilirdi bayrağımız göndere…

Şimdi, bir altın madalya alıncaya kadar canımız çıkar nerdeyse…

O da Dağıstan’dan devşirme…

Başbakanımız, boşuna çırpınıp durmasın?

Mayo yerine haşema giyerek yarışamazsın…

Sadaka kültürü ile oy alınır, iktidara gelinir…

Cemaat kültürü ile Pekin olimpiyatlarına ne verilir?

“Laikliğe karşı hareketlerin odağı” kararı iktidarın boynuna asılmış bir yafta…

Ne işi var laikliğe karşı hareket odağının  Pekin olimpiyatlarında…

Ne yardan geçebiliyorsunuz ne de serden…

Boşuna çabalamayın; bu kafa ile ses gelmez Pekin’den…

Hayri Balta, 22.8.2008

LAİKLİK 46

46 CEHALET TAHSİL EDENLER…

Sinoplu İmam’ın şu sözlerini yazar Aslan  Bulut aktarmış.

“Sinoplu Hoca, 30 yaşında olduğunu, imam-hatip ve ser’i ilimler tahsil ettiğini söylüyor. Adı Ramazan Özsarı. Kutlu Doğum Haftası için  “Seni seviyorum ya Rasulallah, Ya Sen?”  adlı bir kitap bastırmış. Kitap, İstanbul Bahçelievler’ deki birkaç cami hocası tarafından ve hediyesi bir liradan cemaate dağıtılıyor.

Söz Sinoplu Hoca’nın:

“Müzik dinliyorsan, çalgılı düğünlere gidiyorsan, Allah senden razı değildir. Çalgı dinlemek haramdır. Çalgı çaldığında iki şeytan gelir, dinleyenin omuzlarına biner ve hoplamaya başlar. Çalgı müzik dinlemek kişiyi zinaya götürür.”

Üç aşağı beş yukarı bütün bu din cahillerinin aktardıkları birbirini tutuyor. Öyle anlaşılıyor ki bunlar ilim tahsil etmiyorlar, cehalet tahsil ediyorlar. Cehalet tahsil ettikleri için söyledikleri birbirini tutuyor…

Şimdi 12.8.2008 tarihli Radikal gazetesinde çıkan “HIYAR” haberini okuyalım. Şu Ergenekon iddianamesi  ve Kafkaslardaki savaş nedeniyle gerilmiş olan sinirlerimizi biraz sakinleştirelim. İşte haber. Eskimeden okuyalım…

“Hıyarın Fendi El Kaide’yi Yendi

BAĞDAT – Irak’ta Kaide’nin gündelik hayata saçma kurallar getirmesinin halkın desteğini kaybetmesine yol açtığı iddia edildi.

Anbar vilayetinden Sünni aşiret lideri Şeyh Hamid Hayyes; örgütün kadınlara, hı­yar gibi belli şekli olan sebze ve meyveleri alma yasağı getirdi­ğini aktardı:

“Dişi keçileri kuy­rukları havaya kalkık olduğun­dan mahremi gözüküyor gerekçesiyle öldürüyorlardı. Hı­yarı erkek, domatesi dişi kabul ediyor, sadece erkeklerin hıyar almasına izin veriyorlardı.”

El Kaide’nin; ‘Hz. Muhammed dö­neminde yoktu’ diye dondur­ma satılmasını engellediğini, kozmetik satan yerleri bomba­ladığını belirten şeyh, saflarına geçmeyen bir ailenin 9 yaşın­daki oğlunu koyun gibi kes­tiklerini belirtti. (Telegraph)” (Radikal, 12.8.2008)

Ocağınız bata sizin!.. Allah’ın hıyarından ne alıp veremediğiniz var…

Yüz yıl düşünsem hıyarın cinsel organı çağrıştırdığını akıl edemem. Öyle sanıyorum ki hiçbir kadın da hıyar alırken aklına cinsellikle ilgili bir düşünce gelmez. Hıyara benzeyen o denli çok sebze ve meyve var ki… saymakla bitmez. Örneğin muz’a ne diyeceksin?

El Kaide militanları hıyarı erkek; domatesi, dişi kabul ediyorlar. Domatesin neresi dişi bir türlü benzerlik kuramıyorum. Ya şu keçilerden ne alıp veremeyeceğiniz  var?.. Bu zavallı keçileri kurşunlayanların muhakkak kafadan zoru var…

Gerek dişi gerek erkek, mahrem yerleri görünmeyen hayvan mı var? Ne zavallı insanlar bunlar…

Ya şu Peygamber zamanında yoktu diye dondurma yememek; ya şu kozmetik satan yerleri bombalamak şeytanın aklına bile gelmez.

Ben bunların yaptıklarını düşündükçe işin içinden çıkamıyorum. Bizim Sinoplu İmam; İstanbul camilerinde tanesini bir milyon liraya sattırdığı kitabında, bakın İslam diye ne satıyor yurttaşlarımıza:

“Eşek anırdığında euzü çekin, Allah’a sığının, zira eşek muhakkak şeytan görmüş de anırmıştır.

Kadınlarla birlikte oturma! Çünkü göz rahat durmaz, Efendimiz ” el’aynani tezniyani; iki göz zina eder ” buyurmaktadır.

“Sinoplu Hoca’nın algıladığı veya bildiği İslâm böyle bir şey! Fakat kitabını basan yayınevi var, dağıtan imamı var, okuru var!” diyor Aslan Bulut.

Evet bunların oyu ile iktidara gelen ve kendileri gibi düşünen siyasiler de var…

Yani şimdi bizim Sinoplu İmam Ramazan Özsarı ile Irak’taki El Kaide militanlarının ne farkı var. Al birini vur ötekine…

Dedim ya!.. Diyorum ya!.. Bunlar ilim tahsil etmiyorlar; bunlar, muhakkak ve muhakkak cehalet tahsil ediyorlar…

Eren Bilge, 13.8.2008

LAİKLİK 45

 

45 ATTAN İNİP EŞEĞE BİNMEK…

 Anayasa Mahkemesi, AKP’nin ‘laiklik karşıtı hareketlerin odağı’ olduğu görüşünde birleşti.

Anayasa Mahkemesinin bu kararı AKP’nin boynuna idam fermanı gibi  yerleşti.

Anayasa Mahkemesi; unutamayacağı bir ders verdi AKP’ye..

“Ayağını denk al!” dedi; “Oynamaya gelmez laiklik ilkesiyle…”

AKP, hala “Biz laikliğe karşı hareketlerin odak noktası değiliz!” diyor.

Peki, bu Anayasa Mahkeme’sinin verdiği karar ne oluyor?

Mahkemenin verdiği karar kulak ardı edilir mi?..

Halâ, “Durmak yok, yola devam!” denir mi?.

İstediği kadar görmezden gelsin mahkeme kararını

Yapabilir mi? “Millet isterse elbette laiklik gider!” sözünün tekrarını…

“Elhamdülillah şeriatçıyım!” diyebilirler mi artık.

Hemen enselerinde biter Yargıtay Başsavcısı başı açık…

“Türban için söz söyleme hakkı ulemanındır!”da diyemeyecekler.

Dedikleri takdirde bu kez gümbür gümbür gidecekler.

Laik cumhuriyet ilkelerinin uygulayacaklar kerhen de olsa.

Laikliği korumak zorundalar artık  yüzde yüz oy alsalar da…

AKP, hüküm giymiş, sabıkalı bir parti oldu artık.

Zaten iktidara geldiğinden beri sicili kabarık.

Haklarında verilen bu kararla rahat hareket edemeyecekler.

Laiklik ilkesine kerhen de olsa uyacaklar,

“laiklik de neymiş?” diyemeyecekler.

 İş zor bu AKP’nin, seçmenlerinin ağzınca veremeyecektir.

Gizli de de olsa artık, “Demokrasi bir araçtır, durağa gelince inersin!” diyemeyecektir.

AKP iktidarının eli kolu, öyle ki dili bile, bağlanmıştır.

Laiklik ilkesi AKP’ye rağmen güvence altına alınmıştır.

Allah kimseyi AKP’nin durumuna düşürmesin.

Allah kimseyi AKP gibi attan indirip eşeğe bindirmesin…

Hayri Balta, 4.8.2008

46 CEHALET TAHSİL EDENLER…

LAİKLİK 44

44 HİZB-UT TAHRİR DEMOKRASİSİ…

Eski solcular, liberaller, İslamcı yazarlar darbeci  diye bizi suçluyorlar.

12 Mart’ı, 12 Eylül’ü iliklerine kadar yaşamış biz emekten yana olanlar nasıl olur da darbeci olurlar.

Her hangi bir darbede; darbeyi yapanlar,  solcu olmadıklarını göstermek için ilkin solcuları içeri alırlar.

Darbecilerimiz böylece; sağcıları sakinleştirmek için ilkin  solcuların anasını ağlatırlar.

+

Bilindiği gibi 1 Mayıs 2008’de İşçiler…

İşçi Bayramını Taksim’de kutlamak istediler.

Biz dediler “İşçi Bayramını Taksim’de kutlayacağız!”

AKP iktidarı da dedi. “Sizi Taksim’e çıkartmayacağız!”

Elhak dediklerini de yaptılar.

Polisler: İşçileri değil Taksim’e, sendika binalarından bile dışarı çıkartmadılar.

Kaçanları, yerde yatanları öldüresiye copladılar.

Copla ulaşamadıklarına da biber gazı sıktılar.

18 Temmuz 2008 tarihli milliyetten alıyorum.

Olayı olduğu gibi aktarıyorum, abartmıyorum.

Haberin başlığı şöyle:

“İşçi yürüyüşüne biber gazı hediye…

Edirnekapı’da toplanan işçilere polis müdahale etti.

Türk-İş’e bağlı işçilere polis; tazyikli su sıktı, biber gazı hediye etti.”

Yazın bunları aklınızın bir köşesine.

Şimdi de geçelim bir başka habere:

Alın bir haber daha 19.7.2008 tarihli Cumhuriyet’ten:

“Ülkemizde bir operasyon yapılmış Hizbüt Tahrir örgütüne.

Örgüte yapılan baskını protesto eden kadınlar ve çocuklar.

Ellerinde pankartlar meydanlara çıkmışlar.

Ellerindeki pankartlara okuyalım bir bir…

Bakalım neler demiş Hizb-ut Tahrir…

Yüzlerce örnekten iki tanesi yeter.

Pankartların hepsi birbirinden beter.

“Ey yöneticiler, kafirler sizinle gurur duyuyor”

Hizb-ut Tahrir örgütü bu sözleri AKP’ye söylüyor!…”

Al bir tane daha: “Hilafet hayal değil hakikattir.

Sancağımız tevhid, Devletimiz hilafettir…” (Bakınız. 19.7.208 tarihli Cumhuriyet, s. 10)

+

AKP dedin mi tir titrer işçiler…

Hizb-ut Tahrir örgütünün mitinglerini ise AKP, keyifle izler…

İşte  dostlar ülkemizde AKP demokrasi böyle işler.

Eski solcular, liberaller, İslamcı yazarlar da

Demokrasi düşmanı diye biz Atatürkçülere sitem eder…

Helal size Hizb-ut Tahrirli demokrasiler…

Hayri Balta, 19.7.2008

LAİKLİK 43

 

43 HEDEF: LAİK CUMHURİYETİ YIKMAKTIR…

Aşağıdaki satırları 11.7.2008 tarihli Vatan gazetesinden alıyorum. Yazarı Mine G. Kırıkkanat..

Önce yazıyı okuyunuz ve ondan sonra kendi kendinize şu soruyu sorunuz. Acaba, Amerikan Konsolosluğunun önünde öldürülen üç terörist; öldürülmeselerdi de Konsolosluğa girerek içerdekileri rehin alsalardı ve rehinelerin önünde yapacakları basın açıklamasında söyleyecekleri söz aşağıdakinden farklı mı olacaktı?

Gelin önce Milli Görüşçü Gençlik Kollarının yaptığı basın açıklamasına bir göz atalım:

“ ‘Millî Görüş Lideri Necmed­din Erbakan’a saygı, minnet ve sada­kat eylemi’ sırasında Ankara Gençlik Kolla­rı Başkanı Yahya İncetahtacı’nın ‘Basın açıklaması’ alıntılarında, ortaya adeta Sarıyer’de polise düzenlenen -3 memurun şehit olduğu- silahlı saldırının anonsu çıkıyor:

Dikkat buyurunuz:

“Bizler Milli Görüş Hareketinin Ankara Gençliği ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın ta­lebeleri olarak buradan bütün dünyaya haykırıyoruz: Dünyanın çeşitli bölgelerinde kutlu direnişi gösteren dava kardeşlerimizle bir ara­ya geleceğiz, Amerikan Zulüm İmparatorluğu­nu ve İsrail İleri Siyonist Karakolunu Iraklı kardeşlerimizin intikamını alarak darmadağın edeceğiz.

(…)’ Bkz. http://www.habervaktim.com”

+

Dünyanın çeşitli bölgelerinde kutlu direnişi gösterenler kim? El-Kaide militanları ve Talibanlar. Ülkemizde bunları destekleyenlerin başında kim geliyor. Hizbullah terör örgütü ve diğer köktendinci terör örgütleri…

Türk Hizbullah’ın geçmişteki marifetlerini unutmak olası değil. Domuzbağı ile öldürmeler, öldürdüklerini oturdukları villanın bodrumuna gömmeler… Kendileri gibi düşünüp inanmayanlara yaptıkları işkenceler… Bu işkencelerle öldükleri arasında kadınlar da var…

Ülkemizdeki bütün  radikal köktendinci örgütlerin de amacı; Hizbullah gibi Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti yıkmak yerine İslamî bir cumhuriyet kurmak.

Bilindiği gibi El Kaide ve diğer köktendinci radikal örgütler yalnız Amerika’yı, İsrail’i hedef almış değil: hedef aldıklarının başında laik Türkiye Cumhuriyeti de var.

Radikal örgütler için laik bir ülke; vahye dayanan Amerika ve İsrail’den daha tehlikelidir. Çünkü laik ülkede Allah’ın indirdiği ile hükmedilmez; ülke, beşer olan insanların yaptığı yasa ile yönetilir ki bu, onlara göre, Allah’ı tanımamaktır, kâfirliktir…

Bu zihniyetteki insanlar işe Amerikan emperyalizmi ve Siyonist İsrail diye başlarlar ama, daha önceki olaylarda görüldüğü gibi, hedef tahtasına laik Türkiye Cumhuriyet’i oturturlar.

Ne hazin ki ABD ve AB emperyalizme ile Siyonizm düşmanlığı  söz konusu olunca; bizim Atatürkçülerimiz,  ulusalcılarımız, milliyetçilerimiz köktendinci bu radikal örgütlerle işbirliğine girmeyi bağımsızlık mücadelesi sanmaktadır.

Oysa böyle bir işbirliği bizi İslam şeriatının kucağına atar. Batı emperyalizminin kuşatmasından kurtulma olanağı var da İslam şeriatının kuşatmasından kurtulma olanağı yoktur.

Atatürk bizlere hedef olarak çağdaş batı uygarlığının üstüne çıkmayı göstermiştir. Şimdi batı uygarlığını dışlayarak şeriatçılarla işbirliği yapmak; laik cumhuriyet yerine İslam Cumhuriyetini kabul etmek demektir.

Bizim Atatürkçüler, Ulusalcılar, Milliyetçiler; ABD, AB emperyalizmi ve Siyonizm karşıtlığı nedeniyle bir İslam Cumhuriyeti kurulmasına razı gelirlerse bu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sonu demektir.

Hayri Balta, 11.7.2008

LAİKLİK 42

42  MADIMAK YANGINI / SÖNMEYEN ATEŞ

“Madımak Yangını”nda, aynı aileden birkaç üye­sini yitirenler bile vardı. Aradan on beş yıl geçmiş olsa da, belleklere kazınan bu büyük acıyı unutmak olanaklı mı?

Gözü dönmüş köktendinciler, Sivas’ta henüz “Madımak Yangını”nın dumanı tüterken yayım­ladıkları bildirilerle halka şöyle sesleniyorlardı:

“Kendinden zuhur şeklinde ortaya çıkan şan­lı Sivas kıyamından alınacak ne çok ders var her­kes için! Sivas’taki ‘cumada ani zuhur’dan, son ola­rak altını çizmek istediğimiz husus şu: Halk, hak­kına sahip çıkıyor ve 70 yıldır kendisine hayatı zindan eden işgalci laiklere karşı ‘kısas’ın hayat veren soluğuna sığmıyor! Artık TC’de hayat, yal­nız Müslümanlar için zor olmayacak, işgalci la­ikler için de zor olacak! Sivas, sadece küçük bir haber! Herkes safını seçmekle mükellef! Bizden söylemesi!” (1) Taraf dergisi, 1 Ağustos 1993. (O gün Sivas’ı yangın yerine çeviren şeriatçıların yayın organı olan “Taraf’, 15 yıl sonra Ahmet Altan ve Yasemin Çongar gibi AKP işbirlikçisi dönek solcuların çı­kardığı günlük gazetenin adı oldu!)

Evet, onlar daha o gün, “Sivas katliamının sadece küçük bir haber” olduğunu, arkasının geleceğini söyleyerek “safımızı doğru seçmemizi” öğütlüyorlardı bize!

Öğütlemekle de kalmıyor, açıkça gözdağı veri­yorlardı:

“Bitaraf olan, bertaraf olur!” (Bizden yana ol­mayan yok edilir!)

Köktendinciliğin yasası bu denli açık ve kesindi!

Ama şeriatçılarla laikler arasında “denge he­sapları” yapan bizim naif solcularla saftirik “üçün­cü yolcular, dinci örgütlenme karşısında “taraf” olmamak için hâlâ bin dereden su getirmeye çalı­şıyorlar! Bunlardan bazıları, on beş yıl önceki kan­lı kalkışmanın ardından, “Tövbe! Bir daha İs­lamcılarla işbirliği yapmayız!” diyerek günah çıkarmışlardı!

Ama huylu huyundan vazgeçer mi! Küresel rüz­gârlar, akıllarını yine başından almış bu tatlısu sol­cularının! Türbanı “özgürlük” simgesi gibi gös­termeye çalışan kimi liberallerimiz de, çeşitli plat­formlarda, İslamcı yazarlarla kol kola, “demokra­si” çığırtkanlığını sürdürüyorlar.

Ne yapmak istiyorlar?

Sivas kıyımcılarıyla “diyalog” ve “konsensüs” mü sağlayacaklar?

Oysa bugün bile 2 Temmuz’dan “bayram” diye söz edebilen kara vicdanlı yaratıklar var bu ülkede!

Sivas kıyımını “Şanlı Sivas kıyamı!” diye al­kışlayanlar, bu toplu öldürümün hesabını bir gün mut­laka vereceklerdir, çünkü insanlığa karşı işlenen suç­larda zamanaşımı yoktur…

Atilla AŞUT, CUMHURİYET, 1 Temmuz 2008

+

Cumhuriyet gazetesinden aktardığım Atilla Aşut’un yazısında “travmaya” uğrayanlar; Cumhuriyetin kurucularını, Atatürkçüleri ve laikleri açıkça hâla ve hâla “işgalci la­ikler” olarak görüyorlar. Dahası Cumhuriyetin kurucularını, Atatürkçüleri ve laikleri “yaşamı kendilerine zindan eden laik işgalci” olarak görüyorlar ve halkı “kısasa kısas” hükmünü uygulamaya çağırıyorlar.

Bu kısasa kısas zihniyeti önceki Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karate tarafından şu şekilde dile getiriliyordu: “… Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola, harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin…”

Bu kin ve nefretin eksilmediği AK Parti Genel Başkan yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ağzından şu şekilde yansıyor: “M. Kemal, 24 saatte memleketteki hukuk, inanç, giyim ve yönetimle ilgili bütün alışılagelmiş yaşantıyı ortadan kaldırarak toplumda travma yarattı.”

Biz Atatürk ve Cumhuriyet savunucuları laiklerin oranı yüzde elliyi geçtiği halde demokrasi ve inançlara saygı gerekçesi ile sustuğumuzdan ortalıkta suçlu gibi gezer olduk…

Ne acı bir sonuç…

Hayri Balta, 1.2.2006

LAİKLİK 41

41 HEYKELLER OLDUĞU SÜRECE…

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Balıkesir’in Edremit İlçesine bağlı Altınoluk Beldesi’nde, Atatürk ile İsmet İnönü’nün birlikte yer aldığı heykelin açılışında partililere seslendi. Atatürk’ü sevmediğini söyleyen birinin, “Ben Humeyni’yi seviyorum” demesinin altında bir ideoloji yattığını kaydeden Baykal, şunları söyledi:

“Bu bir zihniyettir. Türban takıyor, Atatürk’ü sevmiyor,

Humeyni’yi seviyor, İngiliz işgalinde dini hak ve özgürlüklerinin daha güvencede olabileceğini düşünüyor. Bu kızımızın ortaya koyduğu fikri yadırgamamak lazım aslında. Çünkü milli mücadele başlarken, o tablo aynen ortadaydı. Vahdettin’in ortaya koyduğu düşünce işte budur. 0 kızımızın kafasındaki düşüncedir. Acaba bu düşünce sadece kendine özgü, bireysel bir tercih içinde o konuşmayı yapan o kızımızla sınırlı mıdır? Ama ben artık anladım ki bu, türban işi değildir. Ben, ‘türban söz konusu değil, laiklik söz konusu’ diyordum. Artık anlaşıldı ki son gelişmelerin . ışığında, türban da laiklik de de­ğil, Türkiye’de cumhuriyettir, re­jimdir, devletin ulusal bütünlüğü­dür, bağımsızlığıdır.

Söz konusu olan artık türban, laiklik falan değil. Dillerinin altındaki baklalar, yavaş yavaş çıkıyor. Büyük bir tezgahla, tehditle, aldatmacayla karşı karşıyayız.” (Hürriyet, 20.6.2008)

+

Geç de olsa sayın Deniz Baykal’ın gerçeği görmüş olması takdire değer.

Olay o televizyonda o konuşmayı yapan kızımızın bireysel tercisi değildir. Belki de o kızımız kendisini o şekilde yetiştirerek görev yükleyen bir kesimin temsilcisi olarak konuşmaktadır.

“İngiliz mandası altında inançlarımı daha rahat yaşardım!” rahatsızlığı nereden kaynaklanmaktadır?

Cumhuriyet ilkelerinden rahatsızlık geneldir. Dışişleri Bakanımız Ali Babacan da    Birleşmiş Milletler toplantısında bu rahatsızlığı dile getirmiştir. Başbakanımız Ali Babacan’a “Öyle sözler bir dış ülkede söylenir mi?” diyerek  Dışişleri Bakanına çıkışacağına Bakanını sahiplenmiştir.

Türkiye’de 1.156 hastane, 6.300 sağlık ocağı ve 67.000 okula (ilköğretim, lise, üniversite) karşılık 76 bin cami yok mu? Camiler elektrik ve su faturalarından muaf değiller mi? İsteyen istediği zaman gidip namazını kılmıyor mu? Kurbanını kesmiyor mu? Hacca gitmiyor mu?

Türkiye genelinde 7 bin 36 Kuran kursu faaliyet göstermiyor mu? Bu Kuran kurslarında 11 bin 682 sözleşmeli Kuran Kursu Hocası ders vermiyor mu?

Eksik olan nedir söyleseler de bilsek. Yok efendim, ben türbanımla yüksek okula gidemiyorum. Bir devletin vatandaşlarına “okula türbanla gelemezsin deme hakkı” olamaz mı?

Ne demiş bundan iki bin yıl önce İsa Peygamber: “Sezar’ın hakkını Sezar’a; Allah’ın hakkını Allah’a verin!” Bu sözleri de söyleyen de bir Peygamber. Bu sözlere uysanız kıyamet mi kopar?

Bunları rahatsız eden Deniz Baykal’ın da açıkça belirttiği gibi; Cumhuriyet’tir, laikliktir ve asıl önemlisi,  her ilin hükümet meydanında, kimi parklarda bulunan heykellerdir. Devlet dairelerinde ve kimi işyerlerinde asılı bulunan Atatürk resimleridir.

Bunlara göre heykel ve resim putperestliğin belirtisidir. Putperestlik de İslam inancına göre en büyük günahlardandır.

Şu gerçek bilinmelidir ki bunların kavgası bu heykeller ve resimler olduğu sürece sürecektir.

Eren Bilge, 23.6.2008

LAİKLİK 40

40 KULLUK MU, YURTTAŞLIK MI?

 Başbakanımız “Laiklik yaşam biçimi olamaz” diyor…

Bu sözlerini de Vatan gazetesi manşetten bildiriyor.

Gazete alt başlıkta ise “ Kapatma davasının en can alıcı tartışması laikliğin tarifinde yaşanıyor…” diyor.

“Laiklik yaşam biçimi olamaz” diyen Başbakanımıza Başsavcımız laikliğin tanımı ile yanıt veriyor.

Birlikte okuyalım, bakalım Başsavcımız neler diyor:

“Laiklik ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ve gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir.

Çağdaş bilim, skolastik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir.

Laiklik, toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması; ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir.

İnsanı kul olmaktan çıkarıp birey yapan, bireye kişiliğini geliştirmesi için özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-din ve inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ilkedir.

Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler de dinsel niteliklidir.

Laik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır,

Yönetim aracı olmaktan çıkarılır,

Gerçek ve saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır.” (Vatan, 18.6.2008)

+

Başsavcımız tam bir laiklik tanımı yapmıştır.

Laiklik bizi ümmetlikten kurtarıp ulus yapmıştır.

Kulluktan kurtarıp yurttaş yapmıştır.

Başbakanımız ise bir türlü ümmetlik bilincinden kopamıyor.

Cebinde bıçak taşıyor.

Sol elle yemek yemiyor.

Çatalı sağ eline alıyor…

Yine “İnsanın yaratana olan görevi kulluktur!” diyor.

Yurttaşlık bilincinden söz etmiyor.

Kulluk özlemi ile yanıp tutuşanlar saçlarını bone altına saklıyor.

Saçının bir telinin görülmesini günah saydığından başına türban takıyor.

Yurttaşlığı seçenlerin başına bağladığı eşarptır.

Kadını güzel gösteren eşarp altından görünen saçıdır.

Kullukta ısrar edenlerin özlemi Ilımlı  İslam Cumhuriyetidir.

Onlara göre Türkiye Cumhuriyeti İslam Cumhuriyetine dönüşmelidir.

Aslında laikliğe karşı olanların sık sık yinelediği bir söz vardır.

“Ben Müslüman’ım diyen biri aynı zamanda laikim diyemez!”

Böyle diyenler laik devletin Anayasasını da, yasasını da kabul edemez.

Dönelim yine başa:

“Laiklik yaşam biçimi olamaz” diyor Başbakanımız hâlâ…

85 yıldır Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları hangi yaşam biçimi ile yaşadıysa…

Laiklik ilkesine göre yaşamadık mı, yaşamıyor muyuz 85 yıldan bu yana…

85 yıllık yaşam biçimimize “yaşam biçimi” demeyeceğiz de ne diyeceğiz acaba?

Afganistan’ın, İran’ın, Suudi Arabistan’ın ve diğer İslam ülkelerinin yaşam biçimine bakınız.

Ne olur Türkiye’nin aydınlık yolunu karartmayınız.

Biz ümmetlikten ulusluluğa, kulluktan yurttaşlığa geçenlerin yaşam biçimine karışmasınlar.

Bizlere, 1400 yıl öncesinin toplumuna göre oluşturulan yaşam biçimini dayatmasınlar.

Eren Bilge, 18.6.2008