KIZMAK YOK

91- ŞERİATTA ŞİDDET…

Önce 21 Haziran 1987 günlü Cumhuriyet Gazetesinin 2. sayfasından Sayın Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun “Dindarlık, Dinsizlik ve Din Düşmanlığı Üzerine” başlıklı yazısından şu tümceyi alıyorum.

“Çünkü Müslüman ahlakında cebir olmadığı gibi, öldürmek de yoktur.”

Bu sözleri sıradan bir yurttaş söyleyip yazsa idi üzerinde durulmayabilinirdi. Bu sözleri yazan koskoca hukuk profesörüdür. Hem de ordinaryüslüğü var. Kaldı ki ilerici bir kişiliği yanında Atatürk’e tutkunluğu da olan bir kişi. Atatürkçülüğünden, ilericiliğinden de kuşku duyduğum yok. Ne var ki koskoca bir bilim adamının, bilgisinden kuşku duymadığım bir kişinin, bu sözleri yazmasına şaşmadım değil.

Şaşkınlığım şuradan doğmaktadır: Sayın Hocamız İslam’da şiddet yok, demeye getirmektedir. Ne var ki Sayın Hocamızın vardığı bu yargı gerçekle hiç bağdaşmamaktadır. Çünkü gerek Kuran’daki ayetler, gerekse hadisler ve gerekse İslâm tarihindeki olaylar İslamiyet’in ganimet ekonomisiyle geçindiğini, kanla, kılıçla yayıldığını göstermektedir. Örneğin Azeri şair Mirza Alekber Sabir’in KORHİREM adlı bir şiiri vardır ki İslam’daki cebir ve öldürme duygusunu çok güzel belirtmektedir.

“Yalınayak düşüyorum çöllere, çalı diken görüp korkmuyorum.” Şair şiirinde sayıp, döküyor, gülyabani görüp korkmuyor, vahşi hayvan görüp korkmuyor. Volkan görüyor, korkmuyor, yırtıcı hayvan görüyor korkmuyor. Cin görüyor, can görüyor korkmuyor. Böyle sayıp döktükten sonra şiirini şöyle bağlıyor: “Ancak bu korkmazlıkla doğrusu / Arkadaş, vallahi billahi, tillahi, nerde Müslüman görsem korkirem! / Boşuna korkmuyorum, nedeni var: Sonunda neyleyim, bu yok olmuşların / Kan-kan düşüncelerini görüp korkuyorum / Korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum…”

Koskoca şair durup dururken korkmuyor. Elbette bir bildiği var. Maide suresi 33’te şöyle yazar: “Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası, ya boyunları vurularak öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ayaklarının çapraz kesilmeleri, ya da bulundukları yerden sürülmeleridir.” Daha bunun gibi nice kanla, kılıçla, ayetler vardır. Yalnız bununla da kalmamaktadır. Merak edenler okudukları takdirde göreceklerdir.

Örneğin Hz. Muhammed’in şöyle bir sözü de vardır. “Onlar, Allah’tan başka Allah olmadığına inanıncaya, bizim kıblemize dönünceye, kestiklerimizi yiyinceye ve namazımızı kılıncaya ve zekâtlarını verinceye kadar, insanlarla öldürülmem emrolundu. İnsanlar bunları yerine getirdikleri zaman, benden karılarını ve mallarını kurtarmış olurlar.”

İsterseniz bir de Hz. Muhammed’in eylemine bakalım: “Eşrefoğlu Ka’b, genç bir şairdi. Peygamberi ve ona inanları eleştiriyordu. Peygamber bir gün arkadaşlarına sordu: “Bu adamı öldürebilecek kimse var mı? Mesleme oğlu Muhammed, ortaya atıldı: “Ben varım!” Eşref oğlu Ka’b nasıl öldürülecekti? Planlar yapıldı. Hadis kitaplarının yazdığına göre, yalanlar uyduruldu. Tuzak hazırlandı. Bir gece kalesinde bulunan şairin kafası kesilerek plan sonuçlandırıldı. Ve kesik baş Peygambere alınıp götürüldü.”

Hz. Ali’yle ilgili şu olay da çok ilginçtir. Hz. Ali kâfiri yenmiş, altına almış, göğsüne oturmuş. “Haydi bakalım salavat getir, Müslüman ol!”

Bunun üzerine yerde yatan kâfir, Hz. Ali’nin yüzüne tükürmüş. Ali hemen kâfirin döşünden kalkmış. Kâfir şaşırıp kalmış. “Ya Ali niçin öldürmedin! Oysa ben senin yüzüne tükürdüm.” Ali’nin yanıtı ilginç: “Ben seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olacaktım. Çünkü yüzüme tükürünce öfkelendim!” Ali’nin bu jesti karşısında kâfir şahadet getirip Müslüman olmuş. Yani Ali, kendisi için öldürmeyecek: ama şeriat için öldürecek…

İslâm’da, Müslüman ahlâkında cebir ve öldürme olayına bunlardan daha güzel örnek olabilir mi? Sayın Hocamız, Tevbe suresi 29. ayetini nasıl görmezden gelir. Bu ayet: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” emrini verilmektedir.

Ya şu ayetlere ne diyeceğiz: “Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun onların bütün parmaklarına.” (K. 8/12. 47/4)

Daha böyle onlarca buyruk varken, “Müslüman ahlâkında cebir ve öldürmek yok!” denebilir mi? Şeriattan başka Müslüman ahlakı olabilir mi? Müslüman ahlakı şeraitin dışına çıkabilir mi?

Dediğim gibi böyle bir sözü sıradan bir vatandaş söylemiş olsa idi, üzerinde durulmayabilinirdi. Onun bilgisizliğine bağışlanırdı. Ama hukuk konusunda, din konusunda, Atatürk konusunda otorite sahibi olmuş bir kişinin bu sözleri söylemesi her şeyden önce gerçeğe saygısızlık değil mi?

“Halkın sorumluluğu aydınların boynundadır.” Aydınlar gerçekleri saptırmadan olduğu gibi halka iletmekle yükümlüdürler. Yoksa dünya’nın dengesi, düzeni bozulur. Doğru ile eğri, gerçekle yalan, şimdi olduğu gibi, birbirine karışır. Kıyamet kopar; yani toplumsal denge bozulur…

Bu halkın ekmeğini yiyoruz. Bu halkın verdiği vergilerle yapılan okullarda okuduk. Bu halka doğruyu söylemekle yükümlüyüz…

Yazarken de, konuşurken de halka olan sorumluluğumuzu unutmamalıyız ve daima doğruyu söylemeliyiz. Çünkü Tanrı ile aydın arasında bir sözleşme vardır. Bu sözleşmeye göre aydın, halka doğruları söylemekle yükümlüdür.

“Çünkü Müslüman ahlakında cebir olmadığı gibi, öldürmek de yoktur.” Yoktur öyle mi…

Müslümanlıkta Müslüman birine şiddet yoktur. Ancak kâfire vardır. Kâfirin katli vaciptir,

Özgür Gaziantep, 1 Temmuz 1987

92- RESİM YAPMAYALIM MI?